In India | Larry ✔

By missingsound

36.6K 4.3K 13.9K

Fotoğraf çekimi için Hindistan'a giden Harry, fotoğraf çekerken birinin hırsızlık yaptığına tanık olup peşine... More

Holi Fest
Phew...
Rainy Night
In Taxi
Tac Mahal
Embarrassed
Hi, are you busy?
Message
Sorry, sir!
Planet Motorcycle
Peach Prince
Drunk
Ganges River
Hi, my dear family!
News
Tickets
I love someone.
Gulab Jamun
Final

I don't deserve you.

1.8K 201 556
By missingsound

İçişleri bakanının davet etmesi üzerine -Louis, Harry'den âni bir evlilik teklifi almış olmasına rağmen, bunu dünyanın en tuhaf ve sıradışı teklifi olarak görse de- Bengaluru'ya geçmişlerdi. Zaten buraya gelinecekti fakat teklif üzerine erken gitmiş olmuşlardı.

Harry her ne kadar Louis'ye gitmeyi teklif etse de kesin bir dille bunu reddetmiş ve otelde kalmayı tercih etmişti. Harry de içişleri bakanının ayırabildiği yarım saat içinde bakanın makamında onu çekmiş, küçük bir röportaj vermiş ve dergide nelerden bahsedeceğinin kabataslak bir özetini anlatmıştı.

Tekrar otele geldiğinde Louis teyzesiyle konuşuyordu. Ramin Teyze sürekli ne yaptıklarıyla ilgili ondan bilgi alıyordu ama geri gel diye de çıkışmıyordu. Louis bunun sebebinin Ramin Teyzenin Harry'yi potansiyel eş adayı olarak gördüğü için olduğunu biliyordu.

Evlendirmeye meraklı gerçek bir çöpçatandı.

Harry, bu süreçte otelde yalnız kaldığı için Louis'nin sıkıldığını düşünüp onunla dışarıya çıkmıştı ve şimdi gezmekten dolayı çoktan akşam olmuştu. Harry ailesi için bir sürü hediye almış ve sırt çantasına sıkıştırmıştı.

"Bak, Hindistan'da asıl önemli olan şey ne biliyor musun?" diye sormuştu Louis.

"Neymiş?"

Gözleri sinsi bir keyifle parlamıştı. "Zengin bir Hint düğününe gitmek!"

Ve bu yüzden Harry ne kendini tanımadığı bir düğünde bulmayı bekliyordu, ne de onlarla konuşmaya çalışan teyzelere Louis'nin, kendilerini gelin ve damadın en yakın dostları olarak tanıtmasını...

Aslında şöyleydi; Louis, sokak kenarında meditasyon yapan yaşlı amcadan bir boya almış, hem kendi hem de Harry'nin alnına ufak kırmızı bir nokta işareti yapmıştı. Birbirine bakan ikili kahkahalarla gülerken, yine kaldırımda sıralı meditasyon yapan iki adamdan iki kırmızı şal alıp başlarına bağlamışlardı. -bu da tuhaftı ama budist adamlar onların dîne merak saldığını düşünerek sadece yardımcı olmak istemişti.-

Harry bu kadar süsü tuhaf bulsa da Louis sürekli "Böyle olmazsak içeriye alınmayız," diyordu. Aslında böyle bir şeyin gerekli olmadığını Harry bilmiyordu.

Eh, ne yaramazlık yaş tanırdı, ne de eski eğlence alışkanlığı çabuk atlatılabilirdi. Bu yüzden düğünün tadını çıkarırlarken Harry de keyifle insanların yüzünün gözükmediği farklı kısımları çekti. Dergiye koymazdı ama en azından anı olarak kalabilirdi.

Işıklar karartıldı, loş bir sarı ışık yansıdı ve iki yanında masaların olduğu kırmızı halı serilmiş yola beyaz spot ışığı tutuldu. Herkes merakla girişe bakarken arkada sakin bir müzik çalıyordu. Louis ve Harry de geniş pistin en köşesindeki karanlık alanda duruyorlardı. Louis'nin sırtı onun göğsüne yaslanıyor, Harry de onu belinden tutuyordu.

"Bak, gelin şu kırmızılı olan." Louis gelin ve damadın girmesiyle hevesle kıpırdandı. "Çok güzel."

"Dans edecekler mi?"

"Genelde etmezler ama sanırım onlar edecek."

Damat ve gelin pistin ortasına gelince, damat ellerini gelinin beline; gelin de onun boynuna sarıldı. Onlar birkaç saniye tek başına dans edince diğer çiftler de onlara katıldı.

Kadında ağır ama onu tatlı gösteren bir makyaj vardı; ya da belki de sadece gelin sevimliydi. Ellerini kahverengimsi işlemeler ve BOLCA bilezik süslemişti. Saçlarında sarı işlemeleri olan ve epey ağır görünen bir örtü vardı, damat da krem rengi yöresel bir damatlık giymişti. Boyunlarından sarı ve kırmızı çiçekli büyük kolyeler sarkıyordu.

Louis gülümseyerek baktığı manzaranın kapanmasıyla karşısında duran Harry'ye odaklandı. İki gamzesi yanaklarında belirmiş, yeşil gözleri parlak parlak kendisine bakıyordu. Sağ avucunu Louis'ye uzatarak hafifçe onun hizasına eğildi. Ne yaptığını anlayınca Louis aniden kızarmış ve kocaman sırıtmamak için dudaklarını birbirine bastırmıştı. Heyecandan göğüs kafesi iki yana açılabilirdi. Daha önce kimse onu dansa davet etmemişti ki...

"Bana eşlik eder misiniz?"

Louis elini onun avucuna koyup Harry'le pistin bir köşesine geçti. İyi ki spot ışığı yalnızca gelin ve damadın üzerindeydi, diğer yerler loş bir ışıkla aydınlıktı. Aksi halde suratındaki kızıllıkla rezil olabilirdi.

Harry'nin bir kolu beline dolanırken diğeri onun elini tutmaya devam etti. Louis de boştaki elini onun omzuna yerleştirip gözlerini Harry'den hiç ayırmadan ritme ayak uydurmaya çalıştı.

"Dans etmeyi asla başaramam," dedi Louis mahcupça.

"Ben biliyorum," diyerek, keyifle onu biraz daha kendine bastırdı. "İkimizi de idare edebilirim."

Harry gerçekten ritme güzel ayak uyduruyordu. Dizleri Harry'nin dizlerine değdiğinden onun yavaş adımlarına uymak o kadar da zor değildi. Aksine, keyifliydi ve dudaklarındaki gülüşe bile artık engel olamıyordu. Öyle ki Harry de ona sırıtıyordu.

"Biraz dans eden iki kaplumbağaya benziyoruz ama olsun," diyerek Louis'nin daha çok gülmesine neden oldu. Sırtlarında çantaları duruyordu. "Şarkıda ne diyor?"

Louis Hintçe müziği biraz dinledi. "Aslında hep aynı şeyi tekrar ediyor gibi. Sensiz yaşayamam ben, artık hayatım sensin."

Harry'nin dudaklarında gülümseme belirdi. "Başka ne diyor?"

"Diyor ki... Senden ayrı kalmak zorunda kalırsam o zaman kendimi kaybederim, çünkü benim hayatım artık sensin."

"Bir düğün dansı için fazla hüzünlü ritmi var. Ama aynı zamanda anlamlı."

"Onlar için bir anlamı olmalı."

"Muhtemelen. Ve sözü beğendim. Senden ayrı kalmak zorunda kalırsam o zaman kendimi kaybederim... Evet, sen olmasan bunu kesinlikle yaşarım."

Louis'nin gözleri onun gözlerinde kalamadı. Göz temasından kaçınırken gülümsemeye çalıştı; onun her iltifatında veya kendisine karşı yaptığı ve dediği her şeyde kalbi böyle yerinden çıkacakmış gibi atardı.

"Yıllardır seninle değilim ki, nasıl bu kadar büyük bir etki yaşayabileceğini düşünebilirsin?"

"Louis... Ben sana âşık oldum. Bu sana basit mi geliyor yoksa?"

Korkuyla ona baktı, böyle bir şeyi düşünmesini istemezdi. "Asla."

"O zaman sorun ne? En sevdiğim rengi veya yemeği bilmemek mi? Mavinin her tonunu seviyordum, sonra gözlerini gördüm ve o rengin yalnızca Louis Mavisi rengine âşık oldum. En sevdiğim yemek pizza ama seninle yapmayı beceremediğim makarna dünyanın en lezzetli yemeğiydi ve artık favorim, çünkü onu ikimiz yaptık ve çünkü- çünkü sen hayatımın büyük bir bölümünü kaplamaya başladın, tıpkı kalbimde olduğu gibi."

Louis boğazında taş olduğunu hissetti.
Teyzesinin kolundaki tüm bilezikleri yutmuş gibi hissetti.
Ağlamak istedi.

Ama sadece gülümsedi ve sonra istemeden kıkırdadı. Harry de ona karşılık güldü ve "Ne?" dedi. "Dediklerim komik miydi, Şeftali Prens?"

"Hayır... Ve evet. Hayır komik değildi, beni mutlu ettin. Evet komikti diyorum çünkü konuşurken gözlerini kocaman açıp burnunu kırıştırıyordun. Kendini kanıtlamak isterken hep böylesin."

Harry buna seslice gülmeye başladığında Louis de ona katıldı. "Pekâlâ, Şeftali Prens, artık iki hafta sonunda mimiklerimi de ne zaman nasıl kullandığımı çok iyi biliyorsun."

"Evet ve en sevdiğin renkle yemeği de biliyorum." Kollarını usulca onun boynuna doladığında Harry'nin de kolları onu belinden yakaladı. Burunları birbirine değmek üzereyken gözleri de birbirine kilitlenmişti. "Ben de sana çok âşık oldum," diye fısıldadı. "Ve bu, içimde büyüyüp duruyor Harry."

"O hâlde o aşkın durmasını hiç istemem." Burnunu onunkine sürttü hafifçe. "Her şeyinle beni kendine çekiyorsun ve diyorsun ki, benimle yıllarca kalmadın, nasıl etkisi olabilir? Her zaman seni sarmak istiyorum, her zaman sana dokunmak ve her zaman seninle olmak istiyorum. Öyle istekliyim ki seninle hemen evlenmek istiyorum."

Louis birden gülmeye başlayıp başını geriye çekti. Harry de sırıtıyordu. "Hayatımda aldığım en hızlı ikinci teklif senin bana cesurca yaptığın bu evlilik teklifi olabilir."

"İlkini kim yaptı?" dedi huysuzca.

"'Benimle Varanasi'ye gel.'" diyerek onu taklit etti ve Harry hemen durulup sırıttı.

"Vakit kaybetmiyorum işte, direkt o işi yapıyorum. Hatta bu geziden hemen sonra ikimiz de Agra'ya dönmeliyiz. Teyzene aramızda geçen her şeyi anlatalım ve sonra İngiltere'ye gidelim. Ailemle tanış, çevremle tanış, sonra da -eğer emin olursan- sana yine evlilik teklifi ederim."

"Sanki yapmadığın şey!"

"Biraz etkisini kaybetmiş olabilir ama üstesinden gelebileceğimizi düşünüyorum."

"Seni şu başındaki şalla ciddiye alamıyorum Harry." diye gülmeye başladığında, Harry homurdansa bile dayanamayıp ona katıldı.

"Böyle yırtamazsın ama. Agra'ya gidip konuşacak mıyız teyzenle?"

"Ya... Bilemedim ki şimdi, bu da çok ani oldu." Louis kararsızca kaşlarını çatarken Harry kaşlarını kaldırdı. "Ben anlamam, ya evet ya hayır!"

"Of ama bu resmen köşeye sıkıştırmak!"

"Hiç de bile!"

"Tamam, Bay Acele Manyağı Styles! Gidelim ve teyzeme her şeyi anlatalım, oldu mu?"

Sırıttı. "Oldu. Peki ya evlilik teklifi meselesine ne diyorsun?"

"Pfft! Eğer birbirimize uygun olduğumuzu anlarsam ve senden dev bir tek taş almasam da sana âşık olmaya devam edersem cevabım evet!"

"Şş... Sadece sakin ol ve İngiltere'ye odaklan."

Harry'nin muzipçe söylediğine Louis kahkaha atarak cevap verdi, Harry de keyifle onu izledi. Gerçekten iki haftada kendilerine ne olmuştu bilmiyorlardı ama birbirlerine her anlamda daha yakın ve aşkı tam kalplerinin içinde hissediyorlardı.

Louis ilk gün Harry'nin kasıklarını resmen püre haline getirmişti ama Harry ona kızamamış, Louis'yi affetmişti. Eh, sonra da bir daha ondan kopamamıştı çünkü hayatında tanıdığı en farklı ve kendisine benzeme konusunda ona en yakın insan Louis'ydi. Onunla eğleniyordu, mutluydu ve kendisi gibi davranabiliyordu; tıpkı Louis'nin de onun yanında davrandığı gibi.

Louis için de aynı şey geçerliydi. Harry'ye kendisi gibi davrandığında Harry kaçmamış veya uzaklaşmamıştı, dalga geçmemişti, Louis'yi gülümsetmişti, nazik davranmıştı ve ona çok güzel bakmıştı. Bu, Zayn'in dostluğundan daha farklı bir yaklaşımdı, her yanından belli oluyordu.

Son birkaç gündür onu hak edecek ne yaptım ki diyordu çünkü bu dünya üzerindeki en olumsuz insan olarak kendisini görüyordu ve Harry'le ortak olmayan en büyük yönlerinden biri de onun fazla olumlu olmasıydı! Yine de buna rağmen birliktelikleri konusunda ikisi de ortak yolu bulmayı başarmıştı.

Açıkçası Harry'ye göre Louis'yi sürekli yanında tutabilmenin ve onu arkasında bırakmamanın en doğru seçeneği ona evlenme teklifi etmekti. Sonuçta eşinizi asla arkada bırakamazdınız.

Şarkı çoktan bittiğinde kendilerini köşedeki masalardan birinde otururken buldular. Kimse bu çifti tanımıyordu. Gelin ve damat uzaktan akrabaları olarak düşünüyor, masada oturan insanlar ise onları gelin ve damadın arkadaşı olarak biliyordu. Tamam, her şey tıkırındaydı.

"Damat ve gelin dans ederken ne konuşur diye düşünüyordum, meğer böyle hayati meseleleri konuşurlarmış."

Louis ona güldü ama bir yandan da başını sağa sola sallıyordu. "Bu kadar hayati meseleleri olmadığı kesin."

"Haklısın haklısın, biz evleneceğimiz zaman bu tür konuları bitirmiş olacağız ve dans ederken daha basit şeyler konuşacağız."

"Ne hakkında konuşacakmışız?" diyerek, dirseğini masaya yaslayıp çenesini avucuna yerleştirdi. Harry de sır verecekmiş gibi ona eğildi.

"Gece hakkında plan kurmak," diye fısıldayıp Louis'nin aniden kahkaha atmasına neden oldu. Dudaklarına ufak bir tokat yese de o da sırıtışına engel olamıyordu.

"Sen sapıksın."

"Hayır," dedi bilmişçe. "Sadece bu şakaları seviyorum."

"Evet evet, çok değişti." Louis etrafa bakındı ve sonra da uzanıp onu dudaklarından öptü, tekrar eski yerine geçerek gülümsedi. Harry de onun gibi elini çenesine yaslayarak Louis'ye bakıyordu.

"Bu neydi şimdi?"

"Çok sevimli görünüyordun, bu ânı kaçırmak istemedim."

"Bir de bana fırsatçı diyordun. Sen daha da fırsatçısın."

"Duş aldığım zaman çok tatlı kokuyorsun demiştin. Ben de bu fırsatı kaçırmazsın diye düşünmüştüm sadece."

"Kokun konusunda ciddiyim, çok güzel. Yani sigara ve vanilya olarak düşünme, çok eskide kaldı o, artık klişe olanlar bile öyle bir kokuya sahip değil," diyerek Louis'nin gülmesine neden oldu. "Ama doğru, ayağıma gelen fırsatları kaçırmam."

"Mesela?"

"Sen."

Louis kaşlarını kaldırdı. "Vay..."

"Evet." Etrafa bakındığında hareketli bir müziğin çaldığını fark etti. Genelde genç kadınlar oynuyordu ve bazı orta yaşlı ve yaşlı amcalar... "Hindistan'da herkesin içinde doğuştan bir dansçı var."

"Hindistan halkı sanatı çok sever," diye dalga geçti. "Bak, şuradaki amcayı görüyor musun? Başında pembe şal var."

Adam pisti izliyor ve sırıtarak alkışla ritim tutuyordu. "Hmm, ne olmuş ona?"

"Birazdan pistin tozunu attıracak, eminim."

Dediği gibi de oldu. Birkaç dakika daha pisti izlemiş ve cesaretini topladığında elleri ve kollarını ustaca kullanıp insanların neşeli alkışları eşliğinde dans etmişti. İkisi de birbirine gülüyordu.

"Nasıl bildin?"

"Gözleri öyle heyrcanlı izliyordu ki içinden Michael Jackson çıkacağı belliydi. Sadece ortama alışması lazımdı."

"İşte İngiliz olduğun nereden belli, Sherlock kanı var sende!"

"Ya, tabi... Ben ona tecrübe diyorum, bebeğim."

Harry de sırıttı ve onun burnunu dürttü. Bu sırada Harry'nin telefonu çaldı ve panik içinde sessiz bir yere geçti. Arayan kişi National Geographic dergisinin ünlü fotoğrafçısı Dan Westergren'di.

Louis bir süre öylece durdu. Bu fotoğrafçıyı daha önce Harry söylemişti ama Louis hiç de araştırma zahmetine girmemişti. Telefonunu çıkardı ve Google kısmına girip adamı araştırdı. Ne kadar başarılı bir fotoğrafçı olduğunu anladığında kısaca dergiyi de araştırdı. Aslında derginin ne kadar büyük bir kitleye ve yayınlara sahip olduğunu anlamak için araştırmaya gerek yoktu ama yine de bir bakmak istemişti. Bu dergi geniş kapsamlı bir yayına sahipti.

Hayır hayır. DEVASA kapsamlı bir yayına sahipti.

İşte bu biraz canını sıkmıştı.

Harry çok fazla başarılıydı. Ünlü insanlardan teklifler alıyordu, içişleri bakanından ve Tokyo valisi tarafından davet ediliyordu, muhteşem bir fotoğraf çekim stili vardı ve o sadece... o sadece Louis'ydi.

Doğru düzgün bir işi yoktu, Bay Sobti'nin iş yerinde telefon çalsın ve sipariş götürebilsin diye beklerdi. Çocuklara bakardı. Bir sapığıyla uğraşırdı. Günü geçirmeye bakardı. Haftalık eğlencesi Zayn'le kaçamak yapmak ve belki de bir iki sigara içmekti. Hiçbir başarısı yoktu; o kendini bile bulamamıştı ki...

Hayır, Harry'yi kıskanmıyordu. Harry'yi hak etmediğini düşünüyordu.

Louis hiçbir şeydi.

Kendisine kızdı. Bunları neden en başta düşünememişti ki? Gerçi cevap belliydi; Harry'nin büyüsüne kapılmıştı ve kendisinin ne tür bir hiç olduğunu düşünmeye fırsatı kalmamıştı. Çünkü Harry'le mutluydu. Çünkü Harry'ye âşık olmuştu. Çünkü aslında onlar olmamalıydı.

"Buna inanamayacaksın!"

Harry hevesle onun yanına kurulduğunda Louis telefonunu cebine sıkıştırdı. Aslında morali bozulsa da bunu belli etmemek için gülümsemeye çalıştı. 27 yıllık hayat tecrübesi sizi sahte gülümsemede ustalık seviyesine ulaştırabilirdi ama o yapamadı ve sadece ilgiyle Harry'ye bakmakla yetindi. Sahte gülücüğü takınamayacak kadar üzgündü.

Kendini mutsuzluk batağına iten drama kraliçesinin tekiydi ama bilirsiniz, o dünya üzerindeki EN olumsuz insandı.

"Ne oldu?"

"Dan bana ne zaman geleceğimi sordu. Yakında iş için seyehat etmesi gerekiyormuş ve bu zaman diliminde benimle görüşmek istedi. Ben de bir hafta sonra orada olacağımı söyledim. Buna bayıldı! Gider gitmez ertesi gün buluşacağız."

Harry'nin heyecanla kıpırdanması üzerine içten bir gülümseme verdi. Kendi kendini üzen bir aptal olsa da Harry'nin mutluluğu ona gerçek bir gülümseme hediye edebiliyordu.

"O kadar sevindim ki... Yani bu işte ilerleyeceğini gösteriyor."

"Kesinlikle!"

Bir süre daha sözlü olarak bunun kutlamasını yaptılar ve on dakika daha durdukları salondan ayrılıp otele geçtiler. Gece saat on buçuğa gelmek üzereydi. Önce Louis duş aldı -ve suyun altında tabii ki depresif düşüncelere daldı-, sonra da Harry duşa girdi.

Harry duştan çıktığında siyah şort eşofman ve beyaz bir tişört giyip, saçlarını küçük bir havluyla kurulayarak Louis'ye doğru ilerledi. Louis'nin yatağın kendi tarafında sağ yanına uzandığını ve düşünceyle duvara baktığını gördü. Saçını nemli kalıncaya dek kuruladı ve havluyu sandalyenin başlığına asıp, Louis'nin önüne çökerek bakış açısına girdi. Louis de kendisine gamzeleriyle gülen adamı görünce silik de olsa içten bir tebessüm verdi.

"Benim bebeğim çok mu yoruldu bugün?"

"Sanırım..."

Ama sonra, içindeki sıkıntının konuşmadıkça daha çok fazla canını yaktığını ve onu daha derin kuyulara çektiğini hatırladı. Ya depresyonunu kucaklayıp yemeğe gömülecek ya da içini açıp rahatlayacaktı.

Yerinde doğrulup ayaklarının yataktan sarkmasına izin verdi. Gözleri ellerindeydi ve Harry bir şeylerin ters gittiğini anlayabiliyordu. "Sorun ne?"

Louis cesaretini kazanmak için bir süre daha beklerken Harry de ona sabırla zaman tanıdı. Bazen de onun şortu dolayısıyla açıkta kalmış dizlerine yatıştırıcı öpücükler kondurup Louis'nin şefkatle Harry'nin saçlarını okşamasına neden oldu.

"Ben biraz depresyona soktum da kendimi."

Harry şaşkınca ona bakarken Louis istemeden kıkırdadı ama sonra bu tebessüm yerini yine hüzne bıraktı. "Depresyon mu? Nasıl yani Louis?"

"Harry sen... Sen o kadar başarılı bir insansın ki... Bana bakıyorum ama hiçbir başarımın olmadığını görüyorum. Yanındayken mutluyum, çok huzurluyum ama kendimi başarısız bir aptal olarak görüyorum. Tek başarım seninle tanışmak olabilir biliyor musun? Ve ben... Bu yüzden pek iyi hissetmiyorum."

Şaşkınca onu dinleyen Harry, Louis'nin huzursuzca kaşlarını çatıp başını eğmesiyle kendine geldi. Onun ellerini kavrayıp üzerlerine öpücük kondururken hareketleri sertti. Sertçe öpüyor ve ellerini sıkıca tutuyordu, sanki kendini bırakacağından ve bunu dile getireceğinden korkar gibiydi.

"Sen bir hiç değilsin," diyerek ona baktı. Louis ise onunla göz temâsı kurmaktan kaçınıyordu ve ağlamamak için alt dudağının içini sıkıca ısırıyordu. "Sen bir hiç olsaydın şu an ben ellerini tutuyor olmazdım. Seni sevmezdim. Sana âşık olmazdım ve benimle gelmen için sana yalvarmazdım."

"Ama düşüncelerimi engelleyemiyorum," dedi titreyen sesiyle. "Dünya üzerindeki en depresif insan benim. En olumsuz insan benim. Bir yandan da düşüncelerimin mantıksız olmadığını hissediyorum. Hiçbir başarım yok ki..."

"Çünkü bu zamana kadar sürekli yaşamak için çalıştın. Kendin için, kendini geliştirmek için fırsatın olmadı. Liseden sonra okumadın çünkü ailene destek olmalıydın. Okumaya devam etmemenin pişmanlığını yaşadığını görebiliyorum. Bunun kalbine açtığı yaraları biliyorum. Ama henüz 27 yaşında, genç ve dinç bir erkeksin. Yolun yarısı bile değil, Lou. Hayatını değiştirmek için önünde uzun bir ömür var." Bir elini onun yanağına koyup baş parmağıyla okşadı. "Ben varım."

"Ama başarılı ve kendi dengindeki biriyle olabilirsin. E-eğer şimdi beni bırakırsan inan bana sana asla kızmayacağım, çünkü- çünkü ben seni hak etmiyorum, Hazz."

"Ne diyorsun sen Lou?"

Harry afallamıştı ama bir yandan da ağlamak istedi. Kendi içindeki olumsuzluk yüzünden karşısındakinin daha iyisini hak ettiğini düşünerek hissettiği aşkı feda edebiliyordu. Bu büyük bir sorumluluk ve büyük bir fedakârlıktı. Ama aynı zamanda acı vericiydi.

"Bunu duymak istemiyorum bir daha. Bunu düşünmeni bile istemiyorum. Ben seni seviyorum. Sadece sana aşığım. Bunun tartışılır bir yanı bile yok."

"Özür dilerim," diye fısıldadı. "Ben sadece... Çok karamsarım."

"Özür dileme. Her şey geçecek, tamam mı?"

Louis burnunu çekti ve yanağındaki eli sıkıca tuttu. "Umarım. Şimdi hayatımda sen varsın," diye teyit etti onun dediğini. "Zaten artık bu bana yetermiş gibi hissediyorum."

"Sen iste ben senin için, mutlu olman için her şeyi yaparım. Ama sen de çabala, içine kapanma, her şeyi bana böyle anlat istiyorum."

"Bana kızmadın mı?"

"Hayır tabii ki." Burnuna ufak bir öpücük kazanınca Louis'nin hemen gülümsemesi yüzünde belirdi. "İyi ki bana söyledin. İyi ki içine atmadın."

"Babamı kaybettiğim günden beri bu olumsuzluk hep içimde kaldı, çocukluk enerjim ve mutluluğum bir nebze kırılmıştı, annemi kaybettikten sonra bu iyice açığa çıktı. Üstelik kilo aldığım dönem kendime karşı inanılmaz bir önyargı oluştu. Şu an gerçekten başarılı olmadığımı biliyorum ama bu his hayata karşı beni daha çok olumsuz yapıyor."

"Evet, anlıyorum. Eğer kendini sürekli içine kapatırsan mutlu olamazsın. Biriyle konuşman gerekir mutlaka ve bunun için ben buradayım."

"Seni bana Tanrı göndermiş olmalı." Kendini çok duygusal hissediyordu. Hâlâ o olumsuz hislerle birlikteydi ama bir yandan da içindekileri anlattığı için ferahlamıştı. "Daha iyi hissediyorum."

"Agra'ya gideceğiz," diye hatırlatmada bulundu Harry. "Ve Ramin teyzeye aşkımızı anlatacağız."

"Tamam..."

Harry hafifçe başını sallayıp biraz daha uzandı. Louis ne yapmak istediğini anladığında gülümsedi ve onun dudaklarını öptü. Ama Harry öyle içten ve nefesini çekerek öyle güzel öpmüştü ki Louis daha önce bir öpücükle hiç böyle hissetmediğini fark etti.

Harry hafifçe dudaklarını ayırıp, gözlerini hiç açmadan onun dudaklarına sürttü dudaklarını. "Dudakların ve burnun pembe olunca dünya üzerindeki en sevimli kediye dönüşüyorsun."

Louis istemsizce gülümsedi ve onu boynundan sararak burnunu onunkine sürttü. "Kedi değilim."

"Kedisin," diye fısıldadı keyifle. "Benim kedim."

Sonra yine onu dudaklarından öptü. Ama bu öpücük hiç durmadı. Harry dudaklarından ayrılmadan yavaşça yerinden kalktığında, Louis ellerini onun tişörtünün eteklerinden geçirip göğsünü okşadı. Eli altında hızla çarpan kalbi hissedebiliyorken Louis'nin de heyecanlı olmaması imkânsızdı. Harry dizini yatağa bastırırken, Louis yatağa doğru uzanıp onu üzerine çekti.

Ve ilk kez kelimelerini kullanıp Harry'nin dudaklarına "Seni seviyorum," diye fısıldamayı başardı.

Continue Reading

You'll Also Like

3.9K 610 10
elimdeki topu henüz karşımdaki çocuğa atmamışken, gözlerimi gözlerinden çekmemişken, diğer kulüpler hakkında hiçbir şey bilmezken ve en önemlisi ben...
1.2M 58.9K 53
Numara sallayıp, komutana denk getirmek mi? 07.12.2022 #beyza etiketinde 1.sıra 29.06.2023 #avukat etiketinde 1.sıra 18.01.2023 #hakim etiketinde 1...
155K 7K 30
0553******* kişisi sizi "DOLABIMDA Kİ PREZERVATİFİ HANGİNİZ ÇALDI LAN!"adlı gruba ekledi. 0537******* kişisi grubun adını "ÜZERİNDE DENEMEK İÇİN BAB...
108K 6K 26
Hayatımdaki şanslarını hepsini kullanmış olabilirim.Çünkü bunun bir tek böylece açıklması olabilir!. Sıkıntıdan telefonumdan rastgele numara sallarke...