In India | Larry ✔

By missingsound

36.9K 4.3K 13.9K

Fotoğraf çekimi için Hindistan'a giden Harry, fotoğraf çekerken birinin hırsızlık yaptığına tanık olup peşine... More

Holi Fest
Phew...
Rainy Night
In Taxi
Tac Mahal
Embarrassed
Hi, are you busy?
Message
Sorry, sir!
Planet Motorcycle
Peach Prince
Drunk
Hi, my dear family!
I don't deserve you.
News
Tickets
I love someone.
Gulab Jamun
Final

Ganges River

1.8K 220 721
By missingsound

Louis, bedenindeki soğuk ve başındaki ufak bir sızıyla yüzünü buruştururken, göz kapaklarının ciddi anlamda birbirine yapışmış olabileceğini düşünmeden edemedi.

Sırtının duvara yaslanmış olduğunu anladığında huzursuzca kaşlarını çatıp sonunda gözlerini aralamayı başardı. Öncelikle bulanık olan görüş alanı yavaşça netleşti ve gördüğü uzun ışık huzmelerinin aslında birer demir parmaklığın arasından sızan ışık olduğunu anladı.

Anlamsızca izlediği parmaklıklardan gözlerini alıp, başını göbeğine koymuş ve boylu boyunca yerde uzanan Harry'ye baktı. Kalbi bir an için yumuşadı ve parmaklarını onun saçları arasına daldırdı. Fakat dün yaşadıkları şeyler birer birer zihnine ilişirken dudaklarından sıkıntılı bir inleme çıktı.

Önce içmeye gidiyor, doyumsuzca içiyor ve bardan çıkıp pazara gidiyorladı. Pazardaki balıkçı adama kefal balıklarının kuyruklarından tutup fırlatmış, Hintçe bir sürü küfür savurmuştu. Bu yetmezmiş gibi Harry ona deli gibi kahkaha atıp telefonuna fotoğraflarını çekmişti. Hatta balıkçı adam bayılmış, kollarından iki adam tutarken Louis başka bir balık alarak onu öper gibi poz vermiş, Harry de Louis'nin yanında dudaklarını büzerek arkadaki ilginç görüntüyle selfie çekmişti.

Patates satan adamı saymıyordu bile. Kafasında bir patatesin parçalandığını hatırlıyordu!

Sonrası başlarına üşüşen polis memurları ve ellerini saran kelepçelerdi...

"Uyanın artık!"

Demir parmaklığın gürültüyle açılmasıyla Harry neye uğradığını şaşırıp kafasını aniden kaldırdı. Ama başı, duvara monte edilmiş tahta koltuğun altına denk geldiği için alnı pat diye ona çarpmış, Louis'nin karnına geri düşmüştü. Louis karnının ve başının ağrısıyla surat buruştururken, Harry de alnı ve şakaklarının ağrısıyla ofluyordu.

"Hadi hadi, otel mi sandınız burayı!"

Dudaklarının üzerinde dikdörtgen şeklinde bıyığı olan, esmer tenli ve oldukça kilolu olan memur, jopuyla demirlere vurup ses çıkarmaya devam edince, ikisi de huysuzca yerden kalkmaya çalıştı. Akşamdan kalma yorgun bir hâlleri vardı ve memur da onlara öfkeyle bakınca kendilerini daha da kötü hissediyorlardı.

"Çıkın hadi, işimiz gücümüz var." Huysuzca söylenirken Harry bir şey anlamadan Louis'ye baktı. Louis ise dün gece olanları hatırlayıp utanç içinde elini yüzüne yapıştırdı.

Bu memuru kendilerini affetmesi için iki yanağından öpmeye çalışmışlardı...

"Dünkü olay için özür dileriz memur bey. Biz çok sarhoştuk."

Adam onlara burun kırıştırarak bakarken bu özrün pek bir faydası yok gibiydi. "Zaten ne geldiyse sarhoşlardan geliyor başımıza! Oğlum biraz daha az içseniz şunu!"

"Ama öfkeliydik!" diye gereksiz bir çıkışmada bulununca, memur bey öfkeyle açtığı gözlerini ona dikip jopun ucunu Louis'nin göğsüne bastırdı.

"Yaklaşma be, leş gibi kokuyorsunuz." Öğürme hareketi yaparken hiçbir şey anlamayan Harry hâlâ anlamsızca onu izliyordu. "Ayrıca beni öpmeye çalıştığınızı unuttum sanmayın, dua edin ki sizden şikayetçi olmadı kimse."

"Bir de şikayetçi olsalardı! Onların yaptığı şerefsizlikten asıl ben şikayetçiyim be!"

"Hadi hadi, çıkın gidin uğraştırmayın bizi."

Louis burnundan soluyup ceplerine dokundu, adam da hâlâ jopunu çekmemişti. "Telefonlarımız nerede?"

"Çıkarken alırsınız, leş kokulu mahlukatlar sizi." Gözlerini kısıp dişlerinin arasından söylediği şeylere Louis yalnızca göz devirmekle yetindi ve Harry'nin elini tutup oradan ayrılmaya çalıştı. Memur da onlar gidene kadar jopunu bir kalkan olarak onlara dikmeye ve beraberlerinde takip etmeye devam etti.

Telefonlarını ve cüzdanlarını ikisi de aldı, dışarı çıktılar. Louis yakıcı bahar güneşinden korunmak ister gibi elini alnına yerleştirip etrafa bakındı. Nerede olduklarını çözmeye çalışıyordu.

"Kaybolduk herhalde." Oflayıp ayağıyla taşı ittirince, Harry'nin sessizliği dikkatini çekti ve ona döndü. Dikkatle kendine bakan yeşil gözler, sanki kendisinde bir şeyler arıyor gibi kısılmış ve ilgi doluydu. "Ne var Harry? Bugün herkes bana böyle dik dik bakacak galiba."

Harry o gözlerini devirince şüpheyle kaşlarını çattı. "Sen hiç... dün hakkında bir şeyler hatırlamıyor musun?"

İlk öpücüğümüz gibi bir şeyler mesela?

Louis alayla arkasındaki demire yaslandı. "Evet hatırlıyorum. Ve keşke hatırlamasaydım!"

Bu cevap üzerine Harry'nin kaşları gevşedi ve gözlerinden kırgın bir bakış gelip geçti. "Hadi ya..." diye mırıldandı. "O kadar kötü müydü?"

"Kötü ne kelime, İĞRENÇTİ!"

"O- o kadar mı kötüydü ya?"

"Evet, bir daha böyle bir şeyi asla yapmayacağım." Avuçlarını birbirine değdirip acı içinde gözlerini yumdu. "Bir daha Dwijen gibi kendimden geçene dek içmeyeceğim! Sonra yapmamam gereken şeyler yapıyorum ya, of!"

Gözlerini aralayıp Harry'ye dönünce onun ne kadar kırgın göründüğünü fark etti. "Bunu sen de istemiştin ama," diye mırıldandı. "Ben... O anları yaşarken çok mutluydum."

"Yapma Harry ya! Adamın kafasına balık atmamız ve diğerinin kafasında patates patlatmamızın neresi mutluluk verici?"

Harry anlattıklarını gözden geçirince "Haa!" diye rahat bir nefes aldı. "Sen bunlardan mı bahsediyordun?"

"E başka ne olacak Harry?" Huysuzca kollarını birbirine doladı. "Hadi artık, eve gidelim de akşam için hazırlanalım. Ganj Nehri yakınlarına gitmeliyiz daha."

"Bir dakika... Sen dün hakkında bir şeyleri hatırlamıyor musun gerçekten?"

Louis bir süre düşündükten sonra korkuyla onun yakasına yapıştı. "Yoksa üzerine mi kustum?" Panikle Harry'nin kıyafetlerini süzdü ama dünküler olduğunu anlayınca daha çok dehşete düştü. "YA BAŞKASININ MI ÜSTÜNE KUSTUM!"

"D-dur..." Louis'nin ellerini tutup indirdi. "Hayır hayır, tamam, yok bir şey. Balıkları adama fırlattın ya, başka bir şey oldu mu diye sordum."

Louis rahat bir nefes verip kendini onun kollarına attı. Harry ufak bir tebessümle onun bedenini sararken, Louis yorgun bir inilti bıraktı. "Of ya... Başım çok ağrıyor Harry. Bana bu aksiyon fazla!"

"Şimdi eve gidelim, güzelce duş alıp karnımızı doyuralım ve biraz dinlenelim. İkimiz de Ganj Nehri gezisi için enerjik oluruz."

Louis memnuniyetle onun beline sarılıp biraz öyle kaldı. Birlikte taksiye atlayıp apart dairesine girdiğinde toplamadan çıktıkları tabakların ve yemeklerin öylece etrafa dağılmış halde beklediklerini gördüler. (Aksinin olması zaten pek mümkün değildi.) Yüzlerinde yorgun bir bakış belirmişti, burayı böyle bırakmak pek de akıl kârı değildi.

"Bir bu eksikti..."

"Şöyle yapalım," dedi Harry. "Sen duşa gir, ben bulaşıkları köpükleyeyim. Sonra sen çık ve onları durula, ben de duşa gireyim."

"Hayır hayır. Bütün bunları ben temizleyeceğim-"

"Louis, saçmalama. Burayı en az senin kadar ben de kirlettim."

"Ya bir dinlesene sen beni. Git duşunu al güzelce, sonra da dinlen. Senin benden daha çok enerjiye ihtiyacın var, çekim yapman gerekiyor. Sonra bilet ayarlamasını mı yapıyorsun ne yapıyorsun bilemem ama senin işin çok, hadi."

Harry itiraz etmek istese de Louis'nin bunu kabul etmemesi üzerine onu teşekkürlere boğup Louis'nin gülüşü arasında yanaklarına bir sürü öpücük kondurdu. Eşyalarını alarak banyoya girdi ve duş almaya başlayınca kendini kocaman bir boşlukta hissetti.

Dün akşam arlarında geçen bu öpücük basit ve öylesine yapılmış bir öpücük değildi. İkisi de heves ve saf sevgiyle öpüşmüştü. Louis hatırlamıyor olsa bile anlayış gösteriyordu ama eğer gün sonuna kadar hatırlamazsa ona hatırlatacaktı. Bu özel bir şeydi, sadece kendisinin hatırlamasıyla öylece kalabilecek bir öpücük değildi.

Duştan çıktığında Louis'nin çoktan etrafı topladığını fark etmişti. Ona yeniden teşekkür öpücükleri kondurup duşa girmesini izlerken, poposuna ufak bir şaplak vurarak onun gülüşüyle sırıtır vaziyette koltuğa yayıldı. Louis'yle bu raddeye geldiğine hâlâ inanamıyordu.

Yanındaki çantada olan bilgisayarı çıkararak önündeki masaya koydu. Şarj kablosunun bir ucunu bilgisayara, diğer ucunu prize taktı. Dizüstü bilgisayarını açtığında mutfak kısmına gidip bardağa 1.5 litrelik şişeden su doldurdu ve bardakla birlikte koltuğa yerleşti. Tam rahata kavuşmuşken kapı çalınca sıkıntıyla ofladı. 

Gidip kapıyı açtığında karşısına kocaman tepsi dolusu yemekle orta yaşlı bir kadın çıktı. Kadın güler yüzüyle, Hintçe bir şeyler söyleyip onu uzatmaya çalışınca suratındaki şaşkın ifadeyle elini sağa sola sallamaya başladı.

"Biz istemedik!"

Kadının kolları ağrımaya başlayınca huysuzca tepsiyi içeriye itmeye çalıştı. Ama Harry de onu geriye itmeye çalışıyordu. "İse lo! İse lo!" diye bağıran kadına, "Çek şunu ya, çek şunu!" diye karşılık veriyordu.

Louis bağırışma seslerini duyduğunda suyu kapatıp, kapıyı açarak başını uzattı. Kadının ve Harry'nin birbirlerine öfkeyle bağırdığını görünce acıyla inledi. "Of ya, HARRY!" Harry ve kadın irkilerek ona dönünce Louis'nin köpüklü saçları ve burnu göründü. "Ne yapıyorsunuz siz?"

"Ya kadın anlamıyor, ben istemiyorum ki bu tepsiyi!"

Louis kadının yüzünü hatırladığında alnına vurmak istedi. "Tamam tamam, al içeriye. Buranın görevlilerinden biri. Ben kahvaltı istetmiştim, söylemeyi unuttum sana da."

Harry durulup tepsiyi alınca, kadının sert bakışlarını görerek yutkundu. Kadın işaret ve orta parmağını kendi ve Harry'nin gözlerinde gezdirip, geri geri giderek oradan ayrılırken Harry ona tuhaf bir bakış atarak kapıyı kapattı. "Çattık ya."

Tepsiyi tezgahın üzerine bıraktı ve koltuğa yerleşti. Bu sırada Louis de duş almış ve giyinerek içeriye gelmişti. Harry'nin yanına kurulup, çenesini onun omzuna yaslayarak koluna sarıldı. "Biletleri alabildin mi?"

"Tam da onu hallediyordum. Bu geceye bulabildim en yakın gün olarak. Agra'da yeterince vakit kaybettim, üç gün sonraya alamam."

"En iyisi bu. Kaçta ki?"

"01.30"

"Woah... Nereye gidiyoruz?"

"Jaipur."

Louis hevesle onun boynuna sarılınca Harry sırıtarak ona döndü. "Orası çok güzel! Pembe Şehir olarak biliniyor, biliyor musun? Hep gitmek istemiştim, çünkü oranın mimarisi çok güzel ama hiç gidemedim. İkimiz de çok eğleneceğiz!"

Harry, "Mmm, öyle," diye bir ses çıkarırken, muzip bir ifadeyle gözlerini onun dudaklarına indirdi. Louis'nin ânında kızaran yanakları ve utanarak gözlerini kaçırmasına sessizce sırıttı. Halbuki dün gece ilk öpen taraf oydu. "Romantik bir gezi olacak desene."

"B-ben öyle bir şey demiyorum." diye mırıldandığında, Harry keyifle onun dudağının kenarını öptü. Louis nefesini tuttuğunu fark etmeden, bu tanıdık hisle kalbinin yerinden çıkacakmış gibi atmaya başladığını hissetti. Gözlerini Harry'nin dudaklarına çevirdi ve baş parmağıyla onun dudağını okşamaktan kendini alamadı. Bir şeyler eksik gibiydi.

Ekranda Joe'dan "Görüntülü Arama" isteği bildirimi görününce Louis ondan ayrılmak zorunda kaldı. Arkadaşının Louis'yi merak ettiği için aradığını anlayan Harry'nin dudaklarında büyük bir sırıtış daha belirdi.

"Ben odadayım." Louis kalkmak istediğinde onun elini tutup şaşkınca kendisine bakmasına neden oldu. "Sen de kal. Tanışın istiyorum."

Louis itiraz edemeden Harry çağrı bildirimini kabul etti ve ekranda Joe'nun yüzü belirdi. İlk başta hafif bir tebessüm takınan Joe, arkadaşının Louis'nin elini tuttuğunu fark edince şaşkın bir gülüşle ellerini ağzına kapattı. Joe'nun halini anlayan ikili gülmeye başlarken, Louis kendini Harry'nin arkasına saklama isteğiyle doluyordu.

"İnanamıyorum ya, sen gerçeksin!" Joe ellerini ekrana doğru uzatıp Louis'yi gösteriyordu.

"Ee, gerçekliğini sorgulayacak mısın yoksa sizi tanıştırayım mı?"

"Dur dur, kendime geleyim önce." Elini kalbine götürüp, şaşkınca ekrana eğilerek Louis'nin yüzünü incelemeye başlayınca, Louis de tutmaya çalıştığı gülüşünü bırakmak zorunda kalmıştı. "Harry bu çocuk çok tatlı, ben birbirine bu kadar yakışan bir çift daha görmedim oğlum! Brad Pitt ve Angelina Jolie bi' kenara tabi."

"Hani olamazdık, öyle diyordun? Nerede senin erkekliğin oğlum?"

"Kel alaka!" diye burun kıvırdı. "Benim negatifliğim senin pozitifliğini etkileyememiş, buna dua et sen."

"Konu aşk hayatı olunca bana her şey pozitif," diye sırıttı.

Joe da güldü ve Louis'nin İngilizce bilmediğini düşünerek ekrana biraz daha yaklaştı. "MERHABA! ADIM JOE. A-DIM. BENİM ADIM JOE. SENİN-" İşaret parmağını ekrana doğrulttu. "-SENİN ADIN NE? ADIN NE!"

Louis ve Harry artık kahkahalara gömüldüğünde, Joe şaşkınca onlara bakıyor ve anlamadan gülmeye çalışıyordu. Louis yüzünü Harry'nin omzuna gömerken Harry gözlerinden taşan yaşları silmekle uğraşıyordu. "Of Joe!" Harry tiz bir sesle gülmeye devam etti. "Louis dilimizi biliyor."

"Dalga geçmeye devam edin siz, düğününüz olursa çiçek elbiseli nedime kıyafeti giyebilecek kadar sadık dostunuz duruyor karşınızda. Yazıklar olsun!"

"Kardeşim benim, o tür aksiyonlara gerek yok. Sen takım elbiseni giyip gelsen bize kafi."

Joe kıpısss sesi çıkararak işaret parmağını onlara doğrulttu. "A-ha! Yakaladım sizi. Demek evliliği de şimdiden düşünmeye başladınız!"

İkisi de sessizce gülmekle yetindi. "Benim de adım Louis. Hindistan'da yaşıyorum, yirmi yedi yaşındayım ve sanırım bu tatilden sonra işsiz olacağım."

"Aa, aksana bak ya, sanki Doncaster'dan!" diye gülünce, Louis, "Bildin," dedi. "Buraya taşınmadan önce orada yaşıyordum."

"Vay be, zor olmalı buradan oraya... Bu arada işsiz olmak derken?"

"Harry sağ olsun, benim için izin almaya çalıştı ama nasıl bir izin aldı anlatamam!" Harry bıyık altından gülerken Joe, "Nasıl izin aldı?" diye hevesle sorunca Louis de kısaca durumu anlattı.

"Var ya zaten ben bu Harry'den her şeyi beklerim. Sen bakma bunun böyle kibar, saf göründüğüne falan. Hepsi palavra! Üniversitedeyken dersi asmak için yapmadığı numara kalmıyordu. Sinsi yılan!"

Harry oyunbaz bir tavırla boğazını temizleyip, "Ayıp oluyor ya," dedi. "Benden kaçsın istemiyorum ki, bana kaçsın istiyorum."

Joe "Ooo!" diye bağırırken ikisi de gülmeye başladı. "Laflara bak ya, şimdiden Louis'yi nasıl ayarttığını anladım ben."

"Joe, senden Harry hakkında öğrenecek çok fazla şeyim varmış gibi hissediyorum."

Louis'nin heveslenişi üzerine Joe de heyecanla ekrana eğildi. "Bak bak, son sınıftayız tamam mı? Bizim Arapça Kulübü vardı okulda. Onlar bir etkinlik düzenlemişti, Dubai'den bizim kulüptekilerin tanıdığı birkaç kişi gelecekti. Konferans salonuna Arapların çalgıları kondu, afişler asıldı, fuaye alanı falan her yer düzenlendi. Bu bunu öğrendi tabi. Bu dediğim de Harry he. Arapça Kulübünün odasına gitti -bak üşenmedi bir de- Hani Arapların giydiği uzun beyaz kıyafet var ya? Gitti onu giydi, başına da kırmızı örtü takıp siyah bir bandanayla tutturdu. Sonra benim ray-ban gözlük vardı, onu da taktı. Bir havalı oldu ama nasıl!-"

"Kardeşim sus artık hadi kahvaltı edeceğiz ya." diye söylenmeye başladığında Louis hevesle kıpırdandı. "Sonra?"

"E tabi aklımı benim de çelmeye başladı, deli ya çünkü. Neyse, okulda gezmeye başladık ama herkes buna nasıl bakıyor bir görsen! Telefonunu açan bununla fotoğraf çektiriyor, Harry de saçma sapan uyduruk Arapça cümleleri söylüyor falan. Tam fotoğraf çekinirken müdür bizi görmesin mi? Aldı bizi odasına, kahvesinden pastasına her şeyi ikram etti. Tabii o zaman ikimiz de yurtta kalmaktan sefalet içindeyiz, yemek yapmayı bilmiyoruz, bu ikramlar bize nasıl güzel geliyor ama nasıl! Harry Arapça konuşurmuş gibi yapıyor, ben de çeviriyorum. Müdür mest oluyor tabi! Biz zevk içinde olayı atlatacağız diye umarken sen gel müdür odasına bizim Dubaili herifler gir!"

Hepsi birden gülmeye başladığında Joe'nun ve Louis'nin gözlerinden yaşlar akıyor, Harry de sırıtarak başını sağa sola sallıyordu. "Hayır müdür de salaktı biraz, göz var nizam var. Ben ve Dubai?!"

"Sonra ne oldu?" dedi hevesle Louis.

"Sonra tabi foyamız ortaya çıktı ama neyse ki durum tatlıya bağlandı. Müdür ilk başta söylense de 'Neyse, zaten çok sıkılıyordum.' dedi, bizim de başımız belaya girmedi."

"Sıkılmış olmasa hapı yutmuştuk yani."

Joe alayla kaşını kaldırdı. "Hapı yutturmazdı, fitil niyetine-", "Tamam tamam," diye sözünü kesti Harry. "Sakin."

"Yanınızda olmak isterdim, çok eğlenceliymişsiniz!"

"Ben değil ama bak, yaramaz olan oydu!" diyerek işaret parmağıyla Harry'yi gösteriyordu. "Yani hiçbir şey kaybetmedin, kazandın." diye göz kırptığında Louis gülümseyip Harry'nin kolunu okşadı.

"Aslında Harry normal eğlence adamı değil. Biz bara gideriz, kafeye gideriz, gezmeye gideriz ama Harry gider evine tüner. Gel gör ki sürekli tuhaf bir eğlence bulur kendine, onunla başın belaya girmezse ne mutlu sana."

"Bu bana birini daha hatırlattı," diye sırıtarak, gülmemek için kendini tutan Louis'ye baktı.

"Abi siz olmuşsunuz ya," dedi sırıtarak sandalyesinin arkasına doğru gerinirken. "Bu arada, annen, baban ve Gem öğrendi mi bu işi?"

"Yok, henüz değil."

Joe sağ elini kalbine pat patlayıp, "Merak etme kardeşim," dedi. "O işi olmuş bil. Bende."

"Oğlum yapma şimdi öyle şeyler, kalplerine inecek."

"İnanmıyorum ya, damat olacak adamı ailenle tanıştırmamaya utanmıyor musun sen?"

"Abartma kardeşim, ben onlara münasip bir dille anlatacağım birkaç güne. Hadi boş yapma, devam et."

"Ya dur biraz daha konuşayım Louis'yle." dese bile, Harry ekranı kapatıp buna engel olmuştu bile. Louis şımarıkça kıpırdanıp onu omzundan dürterken, Harry ekranda beliren arama isteklerini sırıtarak reddediyordu.

"Niye kapattın ya, konuşuyorduk işte."

"Bana ne, fazla oldu. Biraz seninle baş başa kahvaltı yapalım istiyorum, bu gelmiş bizi arıyor. Zaten bir konuştu mu hiç susmaz."

"Joe çok tatlıymış, keşke daha önce tanışsaydık."

Harry ona yandan bir bakış atınca Louis gülerek onun burnunu sıktı. "Öyledir ama bu övgüyü kıskandım şimdi. Hadi öp de affedeyim."

Louis onun oyununa katılıp diğer yanağını tuttu ve uzanarak onun yanağını öptü. Sonra da gamzesini öptü. Onu sevmeyi de, büyük gamzelerini sevmeyi de bırakamıyordu.

Harry de koklaya koklaya onu öpüp, "Oh," dedi. "Mis gibisin."

"Duş aldım ya zaten, fırsatçı."

"Yok, ondan değil. Tam boynundan bir koku geliyor. Böyle hem sıcak hem de tatlı. Seni ne zaman sarsam, ne zaman öpsem geliyor o koku. Hep içim gidiyor."

Louis iç çekip, gözlerini yumarak alnını onun yanağına yasladı. "Joe haklı, beni çok güzel ayartıyorsun. Dediği kadar yaramazsan işimiz yaş."

"Başka şeylerde de yaramazım, görmek ister misin?" Harry'nin muzipçe sorması üzerine elini hafifçe onun dudaklarına yapıştırdı.

Birlikte kahvaltı edip etrafı düzenlediler. İkisi de dişlerini fırçaladı ve alarm kurup, biraz dinlenmek için odalarına çekildiler. Yaklaşık üç saat ardından alarma çalınca ikisi de hazırlandı ve küçük motorlu taşıt olan bir taksiye atlayıp Ganj Nehri'nin yolunu tuttular. Yolculuk boyunca Louis'nin asık suratını görmüş, ona neyin olduğunu sorsa da sürekli geçiştirilmişti. Gezinin keyfini çıkarmak istediği için onu daha fazla zorlamaktan kaçındı.

Taksiden indiklerinde hava kararmaya yüz tutmuştu. Ganj Nehrinin hemen ardında turuncumsu bir gökyüzü vardı ve havadaki sis o kadar yoğundu ki Nisan'ın 14'ü olmasına rağmen bir sonbahar gününde sisin içinde yürüyormuşsun hissi veriyordu. Hava gerçekten kirliydi.

Nehre inen sokağın iki yanındaki kaldırımda oturmuş kirli beyaz sakalları olan ve bir deri bir kemik gibi görünen yaşlı adamlar vardı. Hepsi meditasyon yapar gibi bağdaş kurmuştu. Altlarına giydikleri etek ve başlarına bağladıkları şal haricinde boyunlarından çiçekli kolyeler sarkıyordu. Alınların tam ortasında kırmızı boya vardı ve hepsi transa girmiş gibiydi ama birbirlerinden bağımsızlardı.

"Nehre gitme konusunda emin misin?"

Louis'nin şüpheyle sorması üzerine ona döndü. Yüzünü ekşitmiş, yürüdükleri sokağın sonundaki nehre doğru bakıyordu. "Neden ki?"

"Cesetleri yakıp nehre atıyorlar çünkü."

Sırıttı. "Yoksa korkuyor musun?"

"Korkmakla alakası yok, mide bulandırıcı sadece."

"Maalesef gitmeliyim bebeğim, malzeme iyi çıkacak gibi görünüyor."

Louis iç çekti ve kibirle ona baktı. "Tamam bebeğim," diye vurgulayarak Harry'yi güldürdü. "Sen nereye ben oraya."

Ganj Nehrinin hemen üst tarafındaki yolda durduklarında, yolun her iki tarafında da küçük kumaş çadır serildiğini ve içinde, önlerine ateş yakmış yaşlı adamların meditasyon yaptıklarını gördüler. Harry boynundaki fotoğraf makinesini kaldırıp gözü önünde tuttu ve bazen yere çömelerek, bazen de transa uğramış adamların tam dibine girerek onların fotoğrafını çekti. Öyle ki, bazı yaşlı adamlar gözlerini açıp Harry'ye bakmış, Harry'nin kendilerini çektiğini fark edince umursamadan gözlerini yumup poz vermişlerdi.

Harry nehre inen merdivenlerden inerken, Louis de tedirgince etrafa bakıyordu. Burnuna ilişen yanık kokuları burunlarını kırıştırmalarına neden olmuştu bile. Louis sırt çantasını açarak içinden iki tane beyaz bez çıkardı ve Harry'ye uzattı.

"Harry, al şunu ve burnuna bağla."

Harry bezi alırken şüpheliydi. "Ayıp olmasın sonra? Adamlar kutsal nehre cesetlerini atıyor, biz burunlarımızı kapatıyoruz."

"Nefes almayı seviyorum," diyerek kendi burnundan başının arkasına doğru bezi bağladı. Harry de bir süre düşündü ama dışkı ve yanık kokusu karıştığından buna dayanamadı, hemen burnunu kapattı. Buradaki insanlar buna alışmış görünüyordu. Gelen turistler ise zaten ya eliyle burnunu kapatıyor ya da "Eww" sesleri çıkarıyorlardı.

Harry fotoğraf makinesini gözüne yaklaştırıp nehre giden kumun üzerindeki ateşliğe çevirdi. Onu fotoğraflayıp kadrajı nehre çevirdi ve güneşin batışıyla birlikte sise bürünmüş nehri, üzerindeki kayıkları fotoğrafa aldı. Kadrajı arkasına çevirdiğinde bu kez önünde beliren Louis'nin görüntüsüne gülümsedi. Fakat onun gözlerinin yaşardığını ve eliyle ağzını kapattığını fark ettiğinde korkuyla makineyi indirdi.

"Louis!" Yanına doğru ilerleyip ellerini yanaklarına koydu. Louis ise elini dudaklarına bastırmaya devam ediyor, başını sağa sola sallıyordu.

"S-sen işini yap," dedi boğuk sesiyle. "Devam et, Harry. Lütfen."

"Yüzün sararmış, hadi gel oturalım biraz." Harry onu çekmek istediğinde elinden tutup onu durdurdu. "Ben oturayım, sen git ve işini hallet. Şu cesedi görünce midem bulandı sadece."

"Ama seni böyle bırakamam Louis."

"Başımın çaresine bakabilirim. Hadi, çekimini yap ve sonra yanıma gel, şuradaki çadırın oraya oturmuş olacağım." diyerek oradan uzaklaştı. Harry o yerine oturana kadar ardından bakıp, derin bir nefes alarak işine döndü.

Hava kararana dek çekim yaptı. İşini bitirip geriye dönerken çevredeki her yerin meşaleyle aydınlandığını gördü. Sokak lambaları sarıydı ve geldikleri sokaktan yukarısına doğru uzanıyordu. Alabileceği en iyi şekilde görüntüyü alıp, Louis'nin yanına oturarak onun dizine dokundu. Louis de bezi indirdiğinde gülümsüyordu.

"Nasılsın?"

"Oradan uzaklaşınca daha iyi oldum."

"Çok korktum seni öyle görünce."

"Onu bunu boş ver..." Harry'nin elini kavrayıp avuçları arasında okşadı parmaklarını. "Benim aptallığıma biraz ağlamak istiyorum."

"Aptallık mı?" Burnundaki bezi boynuna indirip kaşlarını çattı. "Nereden çıktı bu?"

"Harry, sabahki konuşmamızı ve bana bir şeyleri hatırlatmaya çalışmanı düşünüyorum da... Tanrım... Harry biz- biz öpüştük." Harry'nin hevesle gözlerinin büyüdüğünü görünce gülümsedi. "Bunu hatırlayamadığıma inanamıyorum, biraz uyuyup kendime gelince hatırladım ve bu- ve bu özeldi tamam mı? Nasıl unuturum..."

"O yüzden mi yol boyunca somurttun?"

"Of... Senin de moralini bazdım ama evet, öyleydi."

"Kendine kızıp durma Louis, sen hatırlamasan bile ben sana bir şekilde hatırlatacaktım." Louis istemsizce kıkırdadı ve onun beline sarıldı. Harry de onu sırtından sarıp alnını öptü. "Sorun yok. Ve ilk adımı atman hoşuma gitmişti."

"Aslında bana ilk sen açıldın. Halbuki ben yaz aşkı yaşarız diye düşünmüştüm. Biraz daha ileri bir boyut atladı ama-"

Louis sessiz durunca, "Ama?" diye sordu.

"Tüm bu tatil olayı bittiğinde..." Başını onun omzuna yaslayıp, yüzünü kaldırarak Harry'ye baktı. Sağ elini onun yanağına koyduğunda, "Bize ne olacak Harry?" diye fısıldadı, avucuna onun çıkmaya başlamış sakalları batarken.

Bu sorunun cevabı ne olurdu bilemiyordu, aklı çok karışıktı ve bu yüzden onun cevabından çekiniyordu. Sonuçta bunun konusu hiç açılmamıştı.

Ama Harry'nin dudaklarında onun utangaç yanını yatıştırabilecek kadar anlayışlı bir tebessüm vardı, baş parmağı gamzesine denk geliyordu ve yeşil gözleri Louis'nin gözlerini derin bir arzuyla izliyordu.

"Benimle gel," diye fısıldadı. Louis'nin kalbi heyecandan göğüs kafesini yumrukluyordu. "Benimle İngiltere'ye gel ve biz... evlenelim."

Louis gülmeye başladığında Harry de sırıtmıştı. "Çok hızlı bir giriş oldu. Demek on gündür tanıdığın biriyle evlenmek senin için sıkıntı değil, hm?"

"Yoksa senin için bir sıkıntı olur mu?" dedi muzip bir sesle.

"Ehm," diye oyuncu bir ses çıkararak ona katıldı. "Bilemedim. Tanıyor muyuz birbirimizi?"

"Şey, şeftali sevdiğini ve ikimizin de yeterince yaramaz olduğunu biliyor olmam yeterli mi?"

Louis omuz silkti. "Ben ikna oldum."

Harry de ciddiyetle başını salladı. "Ben de."

Ciddi ciddi birbirlerine bakıp başlarını sallarken dayanamayıp kahkahaya gömüldüler. Louis yüzünün yarısını onun göğsüne gömünce Harry sıkıca ona sarıldı. Belki sorulan bu soru (veya emrivaki) şimdilik cevapsız kalmıştı ama ileride olumlu ya da olumsuz da olsa cevapsız kalmayacağı kesindi.

- -

+3380 kelimeyle bu kitabın ilk rekor kelimelik bölümü...

Continue Reading

You'll Also Like

3.1K 321 13
İşinden ailesine zaman yaratamayan Harry Potter, bir seçim yaptırılması istenince neyi seçecek... İşini mi, aşkını mı?
18.8K 2.5K 23
barış alper yılmaz × semih kılıçsoy !texting "abi daha yeni bes gol yediniz bizden niye racon kesmeye calisiyorsun?"
105K 4.5K 30
bu sefer karışan bebekler bir değil ikiyse ikizler doğum da karıştıysa ? merak ediyorsan ikizlerin eğlenceli mizah dolu maceralarını okumak istiyor...
6.7K 407 14
Yarım kalmış tüm hikayelere....