İTAAT (Değişim #1)

By CalantheRoss

4.2K 210 319

*Elmaslar Gibi adlı hikayenin güncellenmiş hali* Los Angeles'taki normal hayatını üniversite için geride bıra... More

GİRİŞ
1. BÖLÜM
3. BÖLÜM
4. BÖLÜM
YENİ BÖLÜMLER HAKKINDA ÖNEMLİ BİLGİLENDİRME!
5. BÖLÜM
6. BÖLÜM
7. BÖLÜM
8. BÖLÜM
9. BÖLÜM
10. BÖLÜM
11. BÖLÜM
12. BÖLÜM*
13. BÖLÜM
14. BÖLÜM
15. BÖLÜM*
16. BÖLÜM
17. BÖLÜM*
18. BÖLÜM
19. BÖLÜM
20. BÖLÜM*
21. BÖLÜM
22. BÖLÜM
23. BÖLÜM
24. BÖLÜM
25. BÖLÜM
26. BÖLÜM
27. BÖLÜM*
28. BÖLÜM
29. BÖLÜM
30. BÖLÜM | FİNAL
BONUS BÖLÜM

2. BÖLÜM

345 18 16
By CalantheRoss

Sabah telefonumun ısrarcı titreyişlerine uyanmak zorunda kaldım. Bu yüzden kendimi huysuz bir başlangıç yapmış gibi hissediyordum. Uyku gözlüğümü çıkarıp komodinin üstündeki telefonuma uzandım. Derin bir nefes alıp arayana bakmadan yanıtladım aramayı.

"Günaydın bebeğim!" En iyi arkadaşım Ryan'ın neşeli sesi beni bir sabah kahvesi gibi kendime getirmeye başlamıştı neredeyse. "Saat on buçuk ve sen benimle beşinci caddedeki en iyi restoranda brunch yapacaksın!"

"Ryan, günaydın. Bunu planlamış mıydık?" dedim uykulu bir şekilde.

"Tabii ki! Az önce ben planladım." Gözlerimi devirdim istemsizce.

"Bu birlikte planlamak demek değil." Yastığıma kendimi tekrar bıraktım ve gözlerimi kapattım.

"Sanki umurumda. Kalkıp hemen hazırlan ve beni de evimden al. Öptüm!" Telefonun suratıma kapanmasıyla bir süre gözlerim kapalı bir şekilde uzanmaya devam ettim.

Ryan benim en yakın iki arkadaşımdan birisiydi. Arkadaş kelimesi çok doğru olmazdı aslında çünkü sadece iyi günümde değil hayatımın en zor anlarında da yanımdaydı. Bu da onu öz ailemin bir parçası yapardı. Onunla 2005 yılında tanışmıştık ve o zamandan beri daha da güçlenerek bir bütün olmuştuk.

Ryan'ın baskın bir karakteri vardı. Dediğini yaptırmayı severdi. Los Angeles'tayken baş kaldırışlarımla onu bezdirip bu karakterini biraz köreltmiştim. Ancak New York'a yalnız taşınmak istemeyip onu da peşimden sürüklediğimde benim bastırılan karakterime karşılık onun körelen karakteri yeniden ortaya çıkmıştı. Bu hükmedici tavırları o yüzden bazen beni çok yoruyordu.

Rahat bir nefes almak istiyordum artık.

Geç kalırsam şakayla da olsa söyleneceğini bildiğim için duş almadan hazırlanmaya başladım. Büyükannemin bana verdiği vintage kıyafetlere bakındım. Dünkü gibi tüvit bir takımda karar kıldım. Bu sefer etek biraz daha uzun olduğu için bacaklarımı parlak göstermeye yarayan ince bir külotlu çorap giydim. Ceketinin önü tamamen kapalı olduğu için içine iç çamaşırından başka bir şey giymeme gerek yoktu. Ceketin beline siyah bir kemer bağlamam gerekiyordu sadece çünkü bu kıyafeti en son giyişimden beri biraz kilo vermiştim ve belim arka planda kalıyordu kemeri takmazsam. Pembe takımıma uyumlu hafif bir makyaj yaptım. Saçımı da siyah bir kurdeleyle yarım topladıktan sonra Louboutin siyah Love Me ayakkabılarımı ve çanta olarak da siyah Lady Dior çantayı seçtim.

Aceleci adımlarımı hissetmiş gibi büyük hole geldi büyükannem.

"Günaydın hayatım. Nereye böyle? Yemek yemeyecek misin?" diye sorduğunda uzun süre denizin altında nefessiz kalmışım gibi nefes alma ihtiyacı hissettim.

"Ryan'la brunch yapacağız," dedim kısaca. Hemen çıkmak istiyordum. Bir buçuk saat boyunca araba kullanarak kafamı dağıtmak istiyordum.

"Pekâlâ. Dikkatli kullan arabayı." Birbirimize sarıldık ve hiç vakit kaybetmeden yola koyuldum.

Acaba büyükannem üstümde hissettiğim bu baskının farkında mıydı? Bana bazen anneme çok benzediğimi söylerdi. Onunla yaşamaya başladıktan sonra anneme daha çok benzetiyor muydu beni?

Büyükannem ve büyükbabam annemin babamla evlenmesini hiç istememiş zamanında. Babam kötü bir adam değil tabii ki fakat annemi çok değiştirdiğini düşünmüşler hep. New York'tan ayrılmaması için büyük kavgalar edilmiş ancak hiçbir şey annemi durduramamış. Annem bunu kendini bulma çabası olarak adlandırmıştı hep. Anne ve babasının yanında onların istediği bir kız evlattı. Kendi olmaya vakti yoktu. Babamla tanıştıktan sonra bir umut gördü kendinde. Şansı vardı ve o şansı iyi değerlendirdi.

Büyükannem ve büyükbabamın annemin evlendikten sonra ne kadar mutlu olduğunu görmek istememeleri gerçekten kötü bir durumdu. Belki de annem benim de onun düştüğü duruma düşmemi istemediği için New York'a taşınmamı istememişti. Bu doğru olabilirdi ancak her şey için çok geçti artık.

Ryan'ın dairesinin bulunduğu binanın önünde dörtlüleri yakarak durduğumda saat on iki buçuğu geçiyordu. Ona geldiğimi haber vermek için bir mesaj atmakla yetindim. Yukarı çıkacak enerjim yoktu henüz. İki dakika sonra Ryan bütün pozitif enerjisiyle arabaya binmişti bile.

"Merhaba Dolores Umbridge." Beni Harry Potter'daki sürekli pembe giyen o kötü karaktere benzettiği için suratımı astım hemen. "Sadece şaka yapıyorum bebeğim. Çok güzel görünüyorsun," dedi uzanıp yanağıma bir öpücük kondurduktan sonra.

Indigo, Manhattan'da bulunan çok ünlü bir restorandı. Burasını açılışından kısa bir süre sonra keşfetmiştik dört sene önce. O zamanlar sadece Akdeniz mutfağı vardı menüsünde. Ki bu da Ryan ve benim özel olarak çok sevdiğimiz bir mekân haline getirmişti Indigo'yu. Ancak zaman geçtikçe menüsünü genişletmişti ve şimdi mutfağında her türlü yemek kültürünü bulabilirdiniz. Çok zengin bir menüsü olması New York'ta başka yerlere gitmemizi engelliyordu. Çünkü ne zaman başka bir yere gitsek pişman olup soluğu burada alıyorduk.

Bu kadar kısa süre içinde bu kadar popüler olmasının sebebi de kesinlikle her kültürün mutfağında çok iyi olan yardımcı şeflerin olmasıydı. Baş şef ve restoranın sahibi olan Abel Locka'nın ileri görüşlülüğünün başarısıydı burası.

Restoranın önüne gelince özel park yerinin doluluğu karşısında arabayı valeye bıraktım. Ryan çoktan yer ayırtmış olmalıydı ancak ayırtmasa bile kendimize yer bulabileceğimize emindim. Kapı görevlisi kapıyı bizim için açık tuttu. Ona nazikçe gülümseyerek soğuk havadan sıcacık Indigo havasına bıraktık kendimizi. Adının anlamı bir mavi tonu olduğu için tasarımı da adıyla uygun tonlardaydı ve içerisi ne kadar kalabalık olursa olsun sakinlik veriyordu girince.

"Bayan Landers, Bay Stanley! Hoş geldiniz, masanıza kadar eşlik etmeme izin verin lütfen," dedi baş garson Frank. Hiçbir zaman yanımıza nereden geldiğini anlayamıyordum ancak gelir gelmez bizi masamıza hep o götürüyordu.

Onun arkasından masamıza doğru ilerlerken Abel Locka karşımıza çıktı.

"Elizabeth," dedi içtenlikle gülümseyerek. Samimiyetle sarıldık birbirimize. "Ryan." Ryan'la da aynı şekilde sarıldılar. "Şimdi bir arkadaşımın yanına gidiyorum. Ondan sonra özel olarak yanınıza gelip siparişinizi ben alacağım."

"Mutfakta bize özel bir şeyler çıkar umarım," dedi Ryan şakayla.

"Ne zaman hayal kırıklığına uğrattım sizi? Hemen geleceğim." Onun nereye gittiğine bakamadan Ryan elimden tutup Frank'in peşinden sürükledi beni.

Restoranın camları içerisinin günün her saati aynı ışıkta olması için karartılmıştı. Bize de her zaman loş bir masa verirlerdi çünkü loş ışık çok hoşuma gidiyordu. Yöneldiğim sandalyeyi Frank benim için çekti ve oturmama yardımcı oldu.

"Teşekkürler Frank," dedim kibar bir sesle. Ryan da karşıma yerleştiğinde Frank yanımızdan ayrıldı.

"Bayılıyorum buraya," derken etraftaki insanları süzmeye başladı her zamanki gibi. Gözleri benimkileri bulduğunda ruhumdaki sıkıntıları hissettiği için buraya geldiğimizi anladım. Eskisi gibi ona her şeyi anlatmıyordum. Bu da onun hisleriyle hareket etmesine ve çoğunlukla o hislerin doğru olmasına yol açıyordu.

Anlatmak istemiyordum hiçbir şey. Kendimle çözümü olmayan tartışmalara sebep olacaktı içimi açmak. Bu yüzden gözlerimi kaçırdım. Etrafta ilgi çekici bir şeyler aradım. Gözüm Abel'ın olduğu masaya takıldı. Masada bir erkek ve bir kadın vardı. Konuştuğu erkeğin yüzünü Abel'ın vücudundan göremiyordum. Ancak Abel kadını öpmek için hareket ettiğinde gördüm o yüzü.

"Tanrım! Yine mi?" dedim sesli bir şekilde.

"Ne oldu?" Ryan baktığım yere dönünce bir küfür savurdu. "Nicholas Cooper ile Abel arkadaş mı? Bu restoranın üstün başarısının sebeplerinden biri belli oldu." Söylediğine sinirlenmeden edemedim.

"O adam işe yaramazın teki!"

"Ne dedin bebeğim?" dedi gülerek. "Nicholas Cooper'ı tanıdığına emin misin? Cyper Holding?"

"Evet, dün tanıştım. Alpha Delta Phi'ye özel bir bütçe ayırıyor. Parasının ve yakışıklılığının getirdiği kibirle davranıyor. Dünyadaki tek zengin yakışıklı sanki kendisi." Tükürerek söylediklerime karşılık Ryan'ın ilgisini çekmiştim.

"Yakışıklı yani?" Sinirlenince ağzımdan çıkan kelimeleri düzgün seçememiş olmanın getirdiği utancı görmezden gelerek başımı dikleştirip durumu kurtarmaya çalıştım.

"Elbette yakışıklı. İlişkilere sıcak bakmıyor olmam kör olduğum anlamına gelmiyor." Dediğime kaşlarını kaldırarak sırıttı. "Annesi ve büyükannem arkadaşmış. Dün sabah kadının karşısına pijamalarla çıktığım yetmiyormuş gibi oğluyla okulda karşılaştım. Bütçe için görüşmemiz gerekiyormuş. Bu işi Claudia'ya bıraktım mı hiçbir sorunum kalmayacak."

"Bebeğim, muhasebe işleriyle sen ilgilenmiyor musun toplulukta?" Hayır, tamamen unutmuşum! Bu işten nasıl sıyrılacağımı düşünürken bir fikir bulmama yardımcı olacakmış gibi alnımı ovdum.

"Adamla enerjimiz tutmadı bence. Uğraşmak istemiyorum. Claudia'yla bir şekilde hallederiz," diye geçiştirdim.

"Sadece topluluk işi olarak düşünme. Hatta genel olarak iş açısından bakma. Son zamanlarda fazla gerginsin. Güzel bir orgazm her şeye çözüm. Bırak belki adam sana hayatının en güzel anlarını yaşatacak," dedi elimden tutarak. Yüzündeki anlayış dolu ifade sadece son zamanlardaki gerginliğimi değil yıllardır üzerimde olan korkumu söylüyordu.

"Hazır değilim." Mırıltıma karşılık gülümseyerek elime bir öpücük kondurdu.

Ryan'ın arkasından bize doğru yaklaşanları görünce elimi çekerek her ne kadar istemesem de onları karşılamak için ayağa kalktım. Ryan da benimle ayaklandı ve masamıza gelemeden onlarla yarı yolda buluştuk.

"Seni yeniden gördüğüme çok sevindim Elizabeth," dedi Claire Cooper. Dudaklarıma içten bir gülümseme yerleştirip sarılışına karşılık verdim. Geri çekildiğimizde Nicholas Cooper'ın dikkat dağıtıcı enerjisinden kurtulmaya çalışıyordum. "Tanıştırayım, oğlum Nicholas." Evet, harika! Şimdi bir de selamlaşmak zorundaydım.

Dünkü hissettiklerimden sonra gergince bakışlarımı ona doğru çevirdim. Göz göze geldiğimizde nefes alamadım birden. İlk olarak gözlerine bakmayı planlamamıştım. Ancak şimdi bu olmuştu ve kilitlenmiştim. Nasıl yapıyordu bunu? Konuşmuyorduk bile. Nasıl etkileyebiliyordu beni?

Gözlerinin kenarları kırışınca dudaklarına indirdim bakışlarımı. Gülümsüyordu. Yüzündeki yaşının getirdiği kırışıklıklara rağmen gülümsediğinde çok genç, tasasız görünüyordu. Göğsümden mideme doğru sıcak bir şeyler akıyordu şimdi. Sanki sıcak çikolata gibi geçtiği yerleri yakıyor ama ağzımda tatlı bir tat bırakıyordu. Onu gülümsetmeyi isteyecek kadar arsızlaştığımda gözlerimi tokalaşmak için uzattığı eline indirdim.

Elimi onun benimkine göre çok büyük olan elinin içine bıraktım. Sıcak ve yumuşak teninin getirdiği his o anda dünyamı sarsmıştı. Etraftaki her şey buğulu bir camın arkasına geçmişti sanki. Sesler vardı ancak boğuktu. Sadece o ve ben vardık artık. Kalbim bir anlık durmanın ardından bir sinek kuşunun kanat çırpması gibi atmaya başlamıştı. Bana ne oluyordu böyle?

"Nicholas uzun yıllardan beri arkadaşım. Tanışmanıza çok sevindim." Abel'ın sesiyle birden kendime geldim. Elektrik çarpmış gibi elimi onun elinden kurtardım.

"Arkadaşım Ryan," dedim boğazımı temizleyerek. Ryan'a çevirdim bakışlarımı, bana şaşkınca baktı kısa bir an. Şaşkınlığının nedenini tahmin edebiliyordum. O an ne olduğunu o da anlayamamıştı.

"Tanıştığımıza memnun oldum," dedi Claire Cooper. Ryan anne ve oğulla selamlaştıktan sonra Claire devam etti. "Okuldan mı arkadaşsınız?"

"Elizabeth'le yaklaşık 12 yıl önce Los Angeles'ta tanıştık. New York'a üniversite için yalnız taşınmasına gönlüm el vermedi. Şimdi burada da birlikteyiz," dedi Ryan her zamanki sevimliliğiyle.

"Ah, ne kadar da tatlılar! Lütfen cumartesi günü davetimize sen de gel." Claire Cooper'ın dediğine karşılık Ryan'la birbirimize baktık. İkimizin de bir şeyden haberi yoktu. "Katheryn haber vermedi mi daha yoksa? Kısa süreliğine New York'ta olduğum için cumartesi günü bir davet düzenliyorum."

"Evet, elbette haber verdi büyükannem." Toparlamaya çalıştım sahte gülümsememle. Bakışlarım tekrar o mavi gözleri bulduğunda ne kadar iyi rol yapsam da bunu fark ettiğini gördüm. Ama böyle gerçekten işimi zorlaştırıyordu.

"Davetinize katılmaktan onur duyarım Bayan Cooper." Ryan'ın sevimliliğinin üstüne böyle saygılı davrandığında karşısındakini eritiyordu. Claire Cooper'a da aynısı oldu.

"Lütfen, ikiniz de bana Claire diyebilirsiniz." Ve işte! Ryan zaferle gülümsedi. "Sizi daha fazla oyalamasak iyi olur. İyi eğlenceler. Cumartesi ikinizi de görmek için sabırsızlanıyorum," dedi hızlıca bizimle vedalaşarak. Claire kapıya yöneldiğinde Nicholas Cooper vedalaşmak için bir adım atacakken görmemiş gibi yaparak yerime oturdum hemen. Bu hareketim dudaklarında tatlı bir gülümsemeye sebep olmuştu bile.

İç çekerek Ryan'ın sandalyesine oturmasını izledim. Şimdi Abel bizimle sohbet etmeye başlamıştı. Sohbete katılamadığım göz önüne alınırsa aslında sadece Ryan'la konuşuyordu. İkisi brunch yemeğimize ve içeceğimize karar verdikten sonra Ryan'ın kaşlarını kaldırarak beni izlediğini fark ettim.

"Ne?" Sorum onu şaşırtmış gibiydi. "Ne oldu?" diye tekrarladım kendimi.

"O da neydi öyle?" diye fısıldadı bana doğru eğilip. Etrafıma bakındım. Fark etmediğim bir olay mı olmuştu acaba? Hayır, her şey normal gözüküyordu. "Neden etrafına bakınıyorsun? Nicholas Cooper'la olan tokalaşmanızdan bahsediyorum!"

"Ne demek istiyorsun?" dedim gerginlikle saçlarımın uçlarıyla oynayarak. Hissettiklerimi onların da hissetmiş olabileceği beni tedirgin etmişti.

"Aptalı oynama! Enerjimiz tutmadı dedin. Ama tokalaştığınızda ellerinizin üstünde şimşekler çaktı. Yüksek gerilim hattının yanında durdum resmen." Söyledikleri abartıdan ibaretti. Bu yüzden elimi saçmalama der gibi salladım. "Sen resmen körsün."

"Sen de fazla abartıyorsun," dedim sertçe.

"Agresifleşmenin sebebi söylediklerimi hissetmiş olman. Değil mi? Hissetmemen mümkün değil." Haklı olduğunu bilen bir gülümsemeyle baktığında derin bir nefes aldım. Saçma bir konu yüzünden kontrolümü kaybedemezdim.

"Agresifleşmiyorum. Ama artık Nicholas Cooper konusunu kapat." Sakin bir sesle tane tane konuştum anlaması için. Ondan bahsetmeyi geçtim o adamı düşünmek bile istemiyordum. Ryan beni sıkıştırmaya devam edecekken içkilerimiz geldi. Bu sayede konu da kapanmış oldu.

"Strata söyledim. Paloma mimozayla çok iyi gidiyormuş. Tarifi yenilemişler biraz. Abel önerdi," dedi içkisinden bir yudum alırken.

Şampanya bardağını elime aldım ve dış yüzeyinin serinliğinin beni dinginleştirmesine izin verdim. Bardağın tepesindeki şeker ve tuz karışımını içeceğimi rahatça yudumlayabilmek için yaladım. Aldığım ilk yudumda ise greyfurt ve misket limonun hafif ekşi tadının az önce yaladığım şeker ve tuz karışımıyla yumuşamasını deneyimledim hafifçe inleyerek. İçeceğimin içinde yoğun olmasa da tekila ve şampanya aromasını alabiliyordum. Ancak Ryan'ın araba kullanacağımı göz önünde bulundurarak alkol oranının azaltılmasını isteyebilmiş olacağını tahmin ettim. Kendisine baktığımda sinsi gülüşünde kendi içeceğinde alkol oranının normalden biraz daha fazla olmasını istediğini fark ettim.

"Lezzetliymiş," diye mırıldandım. Kafasını sallayarak beni onayladı. "Ders programın ne durumda?" Bunun konusunu her açtığımda olduğu gibi gözlerini devirdi. Okul konusunda onu ben zorluyordum çünkü.

"Güzel. Teşekkürler sana."

"Bana kızma. Ben senin iyiliğin için üniversite okumanı istedim. Hayatta bir kere bu yaşlarında üniversiteye gitme tadını alacaksın. Bunu kaçırmanı istemedim."

"Senelik 50 bin dolar verip çok da olmasa da olur bir bölüme zamanımı harcıyorum. Görsel Sanatlar için bahsetmiyorum sadece. Genel olarak üniversite okumak gelecek planlarım arasında yer almıyordu. Ama her neyse. Son senemdeyim artık. Bitirme ödeviyle tamamen kurtulacağım."

"Bu okul sana birçok iş kapısı açacak. İşin senin hayatının sonuna kadar sürdüreceğin bir şey. Mutsuz olduğun bir pozisyonda olmanı istemiyorum ben," dedim okul konusunda sahip olduğu bu olumsuz düşünceleri yumuşatabilmek için.

"New York'a taşındığımızdan beri sık sık beni anlamadığını düşünüyorum. Katheryn senin hayata bakış açının çoğunu değiştirmiş gibi. Görmüyor musun? Maddi olarak her şeye sahibiz. Okumamız için hiçbir neden yok. Ben okumasam bile kendime iş bulabilirim. Sen ömrünün sonuna kadar çalışmadan bolluk içinde yaşayabilirsin." Söylediklerinin doğruluğu karşısında derin bir nefes alıp verdim. "Bazen Los Angeles'taki hayatımızı çok özlüyorum," dedi kafasını sallayarak.

Dostumun gözlerine baktım ve benim de onunla aynı hisleri paylaştığımı anlayabilmesi için dua ettim.

Söyleyemiyordum. Neden olduğunu bile bilmiyordum. Neden hissettiklerimi özgürce paylaşamıyordum ki? Sessiz kaldığımda hiçbir şey değişmiyordu hem de. En azından içimde tuttuklarım beni rahatsız etmezdi. Yuttuğum hislerim balon balığının kendini korumak için şişirdiği haline benzetiyordu beni. Bunlar yüzünden kendimi zehirliyor ve her gün kendimden bir parça daha öldürüyormuş gibiydim. Bir bakıma kendimin katili oluyordum.

Ryan ile geçirdiğimiz zamanın geri kalanında bu tarz konulardan bahsetmeyi kesmiştik. Çünkü bunları konuşmak ikimizi de üzüyordu belli ki. Her ne kadar aynı şehir ve aynı okulda olsak da her gün gün yüz yüze görüşemiyorduk. Sayılı olan vakitlerimizi de gerginlik içinde geçirmemize hiç lüzum yoktu.

Indigo'dan çıkıp okula derslerimize girmek üzere ayrıldığımızda suratıma çarpan soğuk New York rüzgârı ilk defa Los Angeles sıcağını özletmişti bana. Muhtemelen Ryan'ın söyledikleri beni çok etkilemiş olmalıydı. Çünkü ben soğuk havaları hep daha çok sevmişimdir ve bu sebeple sıcağa özlem duyduğum tek bir an bile olmazdı. Ancak şimdi üzerimde kot şortum, iç çamaşırsız giydiğim ince beyaz gömleğim ve ayağımda tek bantlı Manalo Blahnik marka topuklu ayakkabılarımla ılık bir akşamda Santa Monica'da bir restoranda okyanusa karşı yemek yediğimi hayal edebiliyordum. Gözlerimi kapatıp okyanus havasının tenime değdiğinde içimde yeşerttiği güzel hisleri bir kadeh köpüklü şarabımdan aldığım yudumla kutladım kendi kendime.

"Elizabeth!" Birisinin bana seslenmesiyle daldığım bu güzel hayalden çıktım. Arkamı döndüğümde ise Alpha Delta Phi'nin diğer başkanı Claudia Morell'in soğuk ve koyu bir kahverengi tonundaki saçlarını savurarak bana yetişmeye çalıştığını gördüm.

Claudia, benden en az beş santim daha kısa ve balık etli çok güzel birisiydi. Desenli füme rengi opak külotlu çorabın üstüne kumaş şort, onun üstüne dar bir hırkayı önünü ilikleyerek içine bir şey giymeden kombinlemişti. Aralık ayında doğum günü sebebiyle ona hediye ettiğim Louis Vuitton çantasını astığı kolunda bir de paltosunu tutuyordu. Okul koridoru o kadar da sıcak değildi ancak Claudia hiçbir zaman kıvrımlarını göstermekten utanmazdı, soğuğa maruz kalacağı gerçeğine rağmen hem de. Açıkçası bu davranışını eleştiriyor da değildim. Gerçekten vücudunu çok beğeniyordum. Hatta anoreksiyaya eğilimli bir zamanda yaşarken onun böyle bir görünüşe sahip olması bazen bütün özgüvenimi yerle bir de edebiliyordu. Ona sorarsak da benimle yan yana gelmek onun özgüvenini zedeleyebiliyordu.

Her şeye rağmen güzel bir arkadaşlığa ve toplulukta ise iyi bir ortaklığa sahiptik. Birlikte çalışmaktan, hareket etmekten keyif alıyorduk.

"Beni duymuyor musun? Arkandan seslendim kaç kez," dedi yanıma geldiğinde. Ben Los Angeles hayali kurarken o peşimde nefes nefese kalmıştı.

"Bir problem mi var?" dedim soğukkanlılıkla. Buradan uzaklaşma düşüncesinin beni güçsüzleştirdiğini ve böyle bir anımda herhangi birisinin beni görmesinin korkuttuğunu belli etmek istemiyordum.

"Problem değil fakat kısa sürede halledilmesi gerek." Elime bir dosya tutuşturdu. Ben dosyaya göz atamadan bana açıklama yapmaya başlamıştı bile. "Bu dönemin bütün alınacaklarını falan listeledim. Özellikle yakın zamandaki davetlerimiz için kısa sürede halledilmesi lazım bütçenin. Cuma günkü davetin giderlerini daha önceden hallettiğimiz için haftaya olacak toplantımızda geri kalan her şeyi daha detaylıca konuşuruz. Biliyorsun, muhasebe işinin sende olması beni çok rahatlatıyor. Geri kalan topluluk işleri yeterince yoruyor zaten beni. Şimdi derse yetişmem lazım. Görüşürüz!" Claudia konuşmama izin vermeden koşturarak sınıfına doğru gözden kayboldu. Benim de dersim olduğu için elimdeki dosyayı sonra inceleyecektim.

Bugünün seminer dersinde gruplarımız ayarlandıktan sonra oluşan grubumuzla görev dağılımını ve sunumumuzu konuştuk birkaç saat. Bu toplanma, insanların bana yaklaşmaktan çekindiklerini fark etmemi sağladı. Aynı grupta olduğumuz halde birbiriyle olan iletişimleri ve benimle olan iletişimleri çok farklıydı. Muhtemelen beni kendilerinden çok üst seviye olarak görüyorlardı ancak benim için onlar üst seviyedeydi. Artık Ryan'la bile yeterince samimi olamıyordum bazen. Ryan uzaklaşsa ben de hemen uzaklaşıyordum, aramızda onun idare ettiği bir yakınlık vardı artık. Şimdi gruptakilerin böyle tasasız ve dürüst bir iletişim kurduklarını görmek beni çok yalnız hissettirmişti.

Okuldan çıkıp eve dönerken aklımda bir sürü soru vardı. Neden böyle hissediyordum? Nasıl böyle hissetmeye başlamıştım? Kendimi çevremden soyutlamam ne zaman olmuştu? Kendime bu tarz soruları sormaya devam etmek beni boşluğa daha fazla sürüklüyordu sanki. Daha fazla kaybolmadan düşüncelerimi durdurmaya çalıştım. Bana yardımcı olması için radyodan gelen müziğin sesini biraz daha açtım. The Weeknd'in sesi arabamın içindeki yalnızlığıma arkadaş olunca rahatladığımı hissettim. Sanki gerçekten benimle konuşuyor gibiydi. Şarkıda hayatındaki kadından ona gerçek benliğini göstermesini istiyordu. Benden de böyle bir şey isteyecek biri çıkacak mıydı karşıma? Yanında içimde bastırdığım kişi olabileceğim birisi olacak mıydı hayatımda? Neden uzaklaştırıyordum herkesi kendimden? Neden yeni şeylere hazır hissedemiyordum bir türlü?

Her ne kadar kendime engel olmak için uğraşsam da düşüncelerimde dolanan sorular yeni soruları doğuruyordu. Eve gidene kadar bu döngünün içinde olma izni verdim kendime. Bir şeyleri bastırmak yerine bazen böyle küçük anlarda kendimi serbest bırakmalıydım. Yarın yeniden benden olmamı istedikleri kişi olacaktım zaten.

Eve geldiğimde büyükannem ortalıklarda gözükmüyordu. Onu aramak yerine direkt olarak odama çıktım. Sabah duş alamamıştım. O yüzden şimdi güzel bir küvet keyfini hak ediyordum. Kıyafetlerimi çıkarmadan suyu ayarlayarak küveti doldurmaya başladım. Giysi odama yöneldim. Ayakkabılarımı dikkatlice yerine koydum. Üstümdeki takımı askılarına astım ancak kuru temizleme yapılacaklar yerine bıraktım ki Elena hangilerinin kirli olduğunu anlayabilsin. Külotlu çorabımı da çıkardıktan sonra iç çamaşırlarımla banyoya doğru ilerledim ve saçımdaki siyah kurdeleyi çözüp saçlarımı serbest bıraktım. Küvetin suyunu kontrol ettikten sonra iç çamaşırlarımı da çıkarıp kirli sepetine attım. Küvet için bir bath bomb alıp suya bırakacakken büyükannemin sesiyle irkilerek elimdekini suya düşürdüm.

"Hayatım?" Elim kalbimde ona doğru döndüm. "Eve geldiğini duymamışım. Büyükbabanın odasındaydım. Banyo mu yapacaksın?" Sorduğu sorudan sonra çıplak vücudumu baştan aşağı süzdü. Gözlerinde bir üzüntü belirince rahatsız olarak arkamı döndüm ve küvetin suyunu kapatıp küvete uzandım. "Hayatım, çok zayıflamışsın," dedi endişeli bir sesle.

"Endişelenecek bir şey yok. Kendimi kötü hissetmiyorum," dedim gözlerimi kapatarak.

"Seni ilk defa bu kadar zayıf görüyorum. Yemek yemiyor musun okulda? Bugün en son ne yedin?" Büyükannemin küvetin yanına geldiğini hissedince gözlerimi açıp ona baktım.

"Ryan'la Indigo'da strata yedik." Büyükannem kaşlarını çatınca gerçekten yemeği azalttığımı fark ettim. Dün de sadece bir öğün yemiştim. Yediğim zaman da çok yemiyordum bile. Yaşamsal fonksiyonlarımı nasıl devam ettirebildiğime anlam vermek zordu. "Yemeği unutuyorum. Daha dikkat ederim," dedim konunun kapanmasını dileyerek.

"Lütfen," dedi eğilip saçlarıma bir öpücük kondururken. "Ah, ayrıca Indigo'da Claire ile karşılaşmışsınız. Bu akşam söylemeyi planlıyordum ama davetini o çoktan söylemiş bile."

"Evet, bu tarz şeyleri bana bekletmeden söyler misin? Ben de haftalık planlarımı ona göre ayarlarım." Benim de planlarım olabileceği gerçeğine saygı duymasını istiyordum sadece.

"Tabii ki hayatım."

Büyükannem banyodan çıktıktan kısa bir süre sonra küvetten erişebileceğim yükseklikte bir servis arabasının üstünde blush şarap ve makaronlarla içeri Elena girdi açık kapıyı çalma gereği duymadan. Bunu reddedemeyecek kadar rahatlamaya ihtiyacım olduğu için Elena kadehimi doldurduktan sonra teşekkür ettim. Bir limonlu makaronu yerken blush şarabımdan büyük bir yudum aldım. Serin şarabın orman meyveli tatlı tadı geçtiği yerleri ve sonra tüm vücudumu sakinleştiriyordu.

Suyun rengi bath bomb sayesinde buz mavisine dönüşmüştü. Bacağımı kaldırıp bir süre mavi suların küvete damlamasını izledim. Bu renk bilmediğim şeylere özlem duymama neden oluyordu. İçimdeki bu anlamlandıramadığım özlem karşısında kafam daha fazla karışıyordu ve daha fazla kaybolduğumu hissediyordum. Bu düşünceleri kovmak istercesine başımı sağa sola salladım. Bunları düşünmenin sırası değildi. Bir tane daha makaronu şarabımı yudumlayarak yedim ve gözlerimi kapattım.

Ellerim buruşmaya başlayınca küvetten temizlenip çıktım. Havluyla kurulandıktan sonra güzel kokulu pahalı kremlerimle kendimi dakikalarca şımarttım. Her zaman kendimle böyle ilgilenmiyordum ve arada böyle bir ilgiyi kendimden görmeye ihtiyacım vardı. Ayrıca büyükannem haklıydı. Çok zayıflamıştım. Bunu vücuduma dokunduğumda elime daha çok gelmeye başlayan kemiklerimden anlayabiliyordum. Moralimi bozmadan giysi odamdan saten toz pembe bir gecelik aldım ve büyük aynanın önünde giyinip kendimi inceledim bir süre. Bacaklarım daha inceydi. Köprücük kemiklerim daha belirgindi. Memelerimin de daha küçük olduğunu fark etmek bozmamaya çalıştığım moralime sağlam bir darbe olmuştu. Ancak kiloydu bu sonuçta. Geri alınırdı, değil mi?

Fazla düşünmekten migrenimin geldiğini hissettiğimde bütün perdeleri kapattım. Bir ilaç içtikten sonra uyku gözlüğümü de takıp uykuya bıraktım kendimi.

Sabah daha dinçtim. Ancak yine de dünkü moral bozukluklarım benimleydi. Kendimi zorlayarak yataktan kalktım. Elimi yüzümü yıkamadan aşağı indim. Evde topuklu tüylü terliklerimin çıkardığı ses dışında büyük bir sessizlik hakimdi. Salonda kimsenin olmadığını görünce mutfağa geçtim. Elena günlük işlerini yapıyordu.

"Günaydın. Büyükannem nerede?" dedim hazırlanmış tek kişilik kahvaltıya göz gezdirirken.

"Hanımefendinin dışarıda bir randevusu olduğu için çıktılar," dedi Elena her zamanki saygılı tavrıyla. "Sizin istediğiniz başka bir şey var mı Bayan Landers?"

"Teşekkürler Elena." Başını hafifçe eğdikten sonra mutfaktan çıktı ve ben yalnız kaldım.

Büyükannemin dünden sonra daha fazla belli olan kontrolcü tavrından küçük bir göstergeydi bana sormadan Elena'ya bir sürü şey hazırlatması. Küçük bir tepki gösterme isteğiyle hazırlanan çoğu şeye dokunmadım bile. Zaten midem de çok fazla şey kabul edecek gibi değildi. Mideme fazla gelmeden uzun süre tok tutması için peynirli omlet yedim ve enerji vermesi için de bir bardak portakal suyu içip kalktım.

Okula gitmek için hazırlanmaya başladım. Dün gece üstümü değiştirirken gördüğüm zayıflığımdan iyice rahatsız olarak üstünde çiçek desenleri olan uzun kollu ve neredeyse boğazlı siyah bir elbise giydim. Elbise diz altındaydı ve boldu. Böylece hiçbir hattım belli olmuyordu. Şimdi kendimi daha iyi hissediyordum işte.

Saçımı uğraşılmamış bir topuz yaptım. Yüzümü çok hafif bir makyajla canlandırdıktan sonra çantamı okuldan sonra incelemem gereken dosyaları ve bilgisayarımı koymak için mat siyah büyük bir Birkin ile değiştirdim. Ayakkabı olarak da mat siyah bir Louboutin Pigalle giydim. Omuzlarıma siyah kısa kaşe palto aldıktan sonra evden çıktım.

Sessiz ve boş bir araba yolculuğundan sonra okula vardım. Bugün iki dersim vardı. İlk dersime gitmek için çok kalabalık olmayan koridorda ilerlerken yeniden Claudia ile karşılaştım.

"Ben açıldıkça sen kapatıyorsun her yerini. Sahip olduğun vücutla gurur duy!" dedi ve bir şey dememe fırsat vermeden geldiğim tarafa doğru hızla ilerledi.

Sahip olduğun vücutla gurur duy. Tabii! Onunki gibi bir vücuda sahip birisi için söylemesi ne kadar da kolaydı. Kemiklerim derimin dışından bile sayılabilecekken ama midem ve iştahım benimle iş birliği yapmazken hiç de kolay değildi bana göre.

Derin bir nefes alarak sınıfa doğru ilerlemeye devam ettim.

Bu derste bulunduğum grupla yarın müsait olmadığım için haftaya toplanmak üzere sözleştik. Bir sonraki dersim ise almak zorunda olmadığım ancak yine de içeriği sebebiyle aldığım bir dersti.

Ders geç bitmişti. Eve gitmeyi bekleyemeyecek derecede acıktığımı hissederek Indigo'ya gittim. Hem çalışmamı burada yemeğimden sonra yapabilirdim. Arabayı valeye bırakıp içeri geçince Frank yanıma gelirken içimde çok garip bir his oluştu. Mekânda bir farklılık vardı.

Ben loş restoranda bir farklılık ararken "Bayan Landers, hoş geldiniz! Yalnız mısınız bu akşam?" dedi Frank ve üstümdeki paltoyu aldı.

"Evet, Frank. Birkaç evrak işim var. Biraz daha sessiz bir masa olabilir mi lütfen?" Bir farklılık aramayı kesip Indigo'daki kalabalığın çıkardığı kaşık çatal seslerinin de olduğu hafif uğultu ve dinlendirici piyano sesini bastırmak istercesine yaklaştım ona.

"Elbette efendim."

Beni restoranın kapıdan uzak bir kısmına götürdü. Masa, duvar boyunca olan koltuğa ait bir masaydı. Bu masaları hep daha çok severdim. Nedense hep daha rahat hissettiriyorlardı. Karşısındaki sandalyeyle uğraşmadan koltuğa yerleştim. Frank çok geçmeden bana menüyü getirdi. Çok düşünmeden menüden bir makarna seçtim. İçecek olarak da araba kullanacağım ve çalışacağım için alkolsüz meyveli bir soda seçtim.

Yemeğimin gelmesini beklerken telefonumdan e-postalarımı kontrol ettim. Topluluğumuz diğer topluluklara oranla daha kalabalıktı. Kız ve erkek karışık olmasının yanında bazı eski üyeler de hâlâ toplulukta aktif olarak bulunuyordu. Bu sebeple e-posta kutum biraz kalabalıktı. Hepsine yanıt vermem mümkün değildi ancak yine de önemli olanlardan birkaç tanesini yanıtladım. O sırada meyveli sodam geldi. Serin bardağı tuttuğumda vücuduma yayılan serinlik işime daha iyi odaklanmamı sağladı. E-postalarımdan sonra mesajlarıma geçtim. Okulla ilgili birkaç mesaja geri dönüş yaptıktan sonra yeni mesaj bildirimiyle telefonum titredi. Ekranda annemin ismini görünce kalbim sıkıştı. Hislerimden korkarak bildirime tıkladım. Annem bana bir video yollamıştı. Videoyu oynattım. Blaine dayımın kızı Daisy telefonumun ekranını doldurunca dudaklarımda küçük bir gülümseme belirdi. Videoda annem benim hakkımda soru soruyordu dört yaşındaki kuzenime. Daisy en sonunda beni özlediğini söyleyerek ekrana öpücük yolluyordu.

İçimdeki yoğun özleme dayanamayarak ekrandan başımı kaldırdım ve restoranın koyu aynalardan oluşan tavanına bakarak derin bir nefes alıp verdim. Benim de onları çok özlediğimi yazmak istiyordum delicesine. Ancak onun yerine birkaç tane kalp yolladım yanıt olarak.

Yemeğim ben daha fazla düşüncelere dalmadan geldi. Bir çatal alınca daha önce Ryan'la aldığımız meditasyon derslerini hatırladım. Şu an ne yapıyorsam sadece ve sadece onu düşünmem gerekiyordu özellikle stresle baş edebilmem için. Şu an ne yapıyordum? Makarnamı çiğniyorum. Kreması çok güzel. Bir çatal daha alıyorum. Uzun süre çiğniyorum. Ağzım yoruldu. Sodamdan bir yudum alıyorum.

Doyduğumu hissedene kadar bu şekilde yemeğimi yedim. Garson masamı temizlediğinde bilgisayarımı çıkarıp Claudia'nın verdiği dosyayı açtım. Yaklaşık bir saat kadar içimdeki garip hisle bütçe hesaplamasını yapmaya çalıştım. Claudia'nın listelediklerine ve topluluğun sahip olduğu bütçe durumuna baktığımda bu dönemin sonunu getiremeyecektik. Geçen dönem hiç böyle savurgan bir dosya vermemişti bana. Şimdi neden böyle yaptığını anlamakta zorlanıyordum. Bunu ona yarınki topluluk kokteylimizde soracaktım. Ancak şimdi eve gitmek istiyordum.

Hesabı ödeyip eşyalarımı topladım. İçimdeki garip his çok tanıdıktı. Başımı kaldırıp etrafıma bakındım. Tam bir beden dikkatimi çekmişti ki tuvaletler tarafına giden esmer bir kadına çarptım yanlışlıkla. Kadınla birbirimize özür diledik. Ben de hafif utanç duygusuyla paltomu almak için çıkışa doğru ilerledim.

"Bayan Landers, hemen paltonuzu getiriyorum," dedi Frank. Sonra dikkatimi çeken o beden ismimi duymasıyla bana doğru döndü.

Hazırlıksız yakalandığım için o beni içine çeken mavi gözlerinde kayboldum bir süre. Bu gözler her şeyi unutturuyordu bana. Kimdim? Burada ne arıyordum? Ne yapacaktım? Her şey silinmişti. Mekâna girdiğimde içime dolan o tanıdık his ve garip duygu şimdi anlamını bulmuştu. Onu görmeden onu hissedebildiğime inanamıyordum. Onunla iki gündür karşılaşıp durmama da inanamıyordum. Bu kader miydi? Yoksa bana oyun mu oynuyordu? Oyuna gelme düşüncesi kendimi güçlü olmak için zorlamama neden oldu. Sadece bir çift göz için yıllarca ördüğüm duvarlarımı yıkıp gerçek beni göstermeyecektim. Bunu artık kimseye yapmıyordum zaten. Yüzünü incelemek yerine ne giydiğine bakmayı tercih ettim. Üç parçalık lacivert bir takımı çok açık mavi bir gömlek ve siyah kravatla kombinlemişti. Acaba bir stilistle mi çalışıyordu?

"İyi akşamlar," dedi birden. Sesini o kalabalığın içinde duymak beni afallatmıştı. Bu yüzden gözlerimi kocaman açıp yüzüne baktım. Dudaklarında hafif bir tebessüm vardı. Açıkçası dudaklarına bakmak vücudumda susuzluğa neden olduğu için tekrar gözlerine kaldırdım bakışlarımı. Gözleri ışıktan dolayı olduğuna inanmak istediğim derecede koyu bir maviliğe bürünmüştü. Göz bebekleri de iyice büyümüştü.

O anda kurtarıcım Frank paltomla birlikte geldi. Paltomu giydikten sonra "Size de iyi akşamlar," diye mırıldanıp son kez gözlerine baktım ve restorandan New York kışına bıraktım kendimi.

Vale arabamın anahtarını verdiğinde cömertçe bir bahşiş çıkarttım ona. Ancak yerimden bir adım bile kıpırdayamıyordum. Gökyüzünden düşen ve yüzüme çarpan birkaç damlayla sanki saatlerdir buna ihtiyaç duyuyormuşum gibi rahatlamaya başladım. Yüzümü kaldırıp kapalı gözlerle bu damlaları minnetle kabul ettim. Birkaç dakika orada durduğumu tahmin ediyordum. Birden derin bir nefes alma ihtiyacıyla kalbim sıkışmaya başladı. Gözlerimi açmadım. Açmak istemedim. Orada olduğunu hissediyordum. Fakat en sonunda merakıma yenik düşerek gözlerimi açtım. Arabamın arkasında çalışır konumda bekleyen Maybach'ın hemen yanında durmuş şaşkınlıkla beni izliyordu. Büyük bir cesaretle gözlerimi ondan ayırmadan arabama doğru ilerledim. O da beni kendi arabasına ilerleyerek taklit etti.

Meydan okuyarak gülümsedim ve başımla selam verdim. Onda da aynı şaşkınlığı görmek beni heyecanlandırmıştı. Bu sebeple arabama hızla bindim.

Bir süre normal hızda sürdüm arabayı. Dikiz aynama baktığımda Maybach'ın tam da istediğim gibi beni takip ettiğini gördüm. Kırmızı ışıklara denk geldiğimde Maybach sol tarafıma geçti. Camı indirdi. Yüzünü göremiyordum ancak elleri bir müzik seçmekle meşguldü. Işık yeşile dönmeden açtığı müziği duymuştum. Kanye West! POWER! Nicholas Cooper'ın böyle bir müzik tarzı olduğunu hiç düşünmezdim. Bu adam hakkında öğreneceğim çok şey olmalıydı.

Yeşili gördüğüm anda gazı kökledim. Bir sedanla yarışmam çok mantıklı değildi tabii ki fakat içimdeki heyecan sayesinde uzun süredir ilk defa yaşadığımı hissediyordum. Lattingtown'a kadar yarışmayacağımızı biliyordum. Bir yere kadar yollarda umursamazca, bazı araçların bana küfür ederek korna çalmasıyla ilerledim. Sonra ben Lattingtown için sağa döndüğümde o sola döndü ve bu kazandığımı hissettirdi bana. Kalbim çok hızlı atıyordu. Yüksek bir kahkaha patlattım en sonunda. Ne akşamdı ama!


Strata: Amerikan brunch yemeği.

Bath Bomb: Islakken köpüren top şeklinde sert karışım. Banyo suyuna katılır ve içindeki hoş kokulu yağlar, renkler sayesinde stresi azaltmaya da yarar.

Continue Reading

You'll Also Like

2.9K 176 10
" bir gün bir yerde yeniden tanışalım... "
9.2K 1.1K 83
Hikayeyi daha sonra yazdığım ilk hali ile yayınlayacağım, ben bu hikayeyi yalancı yarim karakterlerini kullanarak yazmıştım. O hali ile buradan payla...
SARKAÇ By Maral Atmaca

General Fiction

1.5M 96.6K 7
"Delilerin sevdası hoyrat bir fırtına gibidir. Günün başında seni sarsan fırtına, gecenin şafağında ılık bir esintiye dönüşüp kaburgalarının arasına...
1K 188 9
Suç ve ceza. Kızıl bir taş. Farklı evrenlerden birbirine mühürlenen iki kişi. Birinin gecesi, diğerinin gündüzü. & "Bu mühürden kurtulmak için tek...