KILIFI OLMAYAN HAYATLAR

hiswanderlust

14.5K 1.3K 2.1K

❝𝖹𝖺𝗆𝖺𝗇 𝖻𝖺𝗓𝖾𝗇 𝗄𝖺𝗍𝗂𝗅𝖽𝗂𝗋, 𝗒𝖺𝗌̧𝖺𝗇𝗆ı𝗌̧𝗅ı𝗄𝗅𝖺𝗋ı𝗇ı 𝗈̈𝗅𝖽𝗎̈𝗋𝗎̈𝗋.❞ ********** O ge... Еще

1.BÖLÜM: "Gece Süsü Meleği"
2.BÖLÜM: "Boynuma Tırmanan İpler"
3.BÖLÜM: "Çöpten Sarkan Hayaller"
4.BÖLÜM: "Dilsiz Matem Tutan Acılar"
5.BÖLÜM: "Sarpa Saran Hisler"
6.BÖLÜM: "Kıymık Batıran Eller"
7.BÖLÜM: "Dokunamadığın Ruhun Hayaleti"
8.BÖLÜM: "Anlaşılmayan Bazı Alışkanlıklar"
9.BÖLÜM: "Sessizliğin İçinden Gölgeler"
10.BÖLÜM: "Arta Kalan Hatıralar"
12.BÖLÜM: "Biraz Yakın Biraz Uzak"
13.BÖLÜM: "Anıların İçinden Kaçanlar"
14.BÖLÜM: "Göğüs Kafesimden Kayan Yıldız"
15.BÖLÜM: "Bir Düşü Anımsarsan"
16.BÖLÜM: "Parçalanmış Ruh Aynası"
17.BÖLÜM: "Evrendeki Milyonlarca Galaksi"
18.BÖLÜM: "Boş Karelerden Dolu Anılara"

11.BÖLÜM: "Kaybedişler ve Vazgeçişler"

595 59 57
hiswanderlust

Beni başlangıçtan beri yorumları ve oyları ile destekleyen herkese teşekkür ederim, sizi unutmayacağım. 🖤💐

Bu sefer bölüm diğerlerinden daha uzun oldu. Fazla beklettiğim için, beklediğinize değsin istedim. Keyifli okumalar, umarım severek okursunuz.<3

Bana ulaşmak isterseniz;
instagram: hiswanderlust
instagram: kilifiolmayanhayatlar

Kurgu playlistine ulaşmak için;
spotify: kılıfı olmayan hayatlar
spotify kullanıcı adım: hafsa

♪ Sasha Alex Sloan ~ Here ♪
♪ Hand me down ~ Citizen Soldier ♪
♪ Ghost ~ Essenger ♪

11.BÖLÜM: "Kaybedişler ve Vazgeçişler"

En çok kaybedişler, bir de vazgeçişler, insana benliğini unutturdu.

Ben de unutmuştum.

Kendi bedenimde bu yüzden konuktum. Tanımadığım biri vardı artık aynada. Yabancı.

Karşısına geçip yüzüne baktığımda bana dediği tek bir şey vardı. Plak gibi düzenli olarak her gün kafamda çalıyordu, bir kez o sesini duyduğumda.

"Senin yüzünden."

Kendi benliğimden yoruluyordum. Düşünceler silsilesini üstümden asla kaldırmıyordum çünkü. Her gün önceki günden biraz daha fazla düşünüyordum sanki. Kafamdaki hastalığın belirtileri gün geçtikçe sıklaşıyor, hayatımın her köşesinde beni etkilemeye çalışıyordu.

Hastalık. Sesli söyleyince dilimin ucunda huylandırıcı bir his bırakıyordu eskiden beridir.

Babannem hastalığı yüzünden dünyaya gözlerini yumduğunda o küçük yaşımda, dedemin yüzünde kalan ve hep olacak olan acıyı görmüştüm.

"Hayatında en yakınını kaybetmek, topal kalmak gibidir Lina. Koşman gereken zamanlar olduğunda koşamazsın. Acı pençelerini öyle geçirir işte sana. Yani herkesin dediği gibi bir alışırsın, silikleşir lafları gibi olmaz. Topal kalırsın ama yaşamını bundan sonra böyle süreceğini bildiğin için koşmayı bir daha denemezsin."

Trafik kazasından önce....Hayır çok daha öncesinde, annem ve babam benimleyken. Dedemin ne demek istediğini tam olarak bilmiyordum. Aslında onun gözlerine bakarak duyduğum bu sözlerden sonra aklımdan anında, asla dedem gibi olmak istemiyorum, düşüncesi geçmişti. Bilmek istememiştim.

Hayat ise benim için planlarını tersi yönünde göstermişti. Bir kişi yetmemişti, iki kişiyi bir anda alıp gitmişti benden. Engel olamamıştım.

Olanlar beni çok değiştirmişti, biliyordum. Herkesi değiştirirdi, kimse olduğu yerden kaldığı gibi devam edemezdi.

Eski ben için zaman durmuştu. Yolun başında dikiliyordu öylece. Onun yerine ise tersine yürümeye karar veren ben vardım.

Dudaklarımdan dökülen kelime sonrası kendimi onun kapanından çıkarıp odanın kapısına doğru çekildim. Ondan uzaklaşmak istemiştim.

Tersini düşünen bir yanım daha vardı. Yabancı hislerdi bu yüzden benliğime kabul edemiyordum. Yıldızı andıran gözleri önünden çekildiğimde, aynı yerde takılı kalmıştı. Bir nefes verdiğini ve çenesini sıktığını görebiliyordum.

Tepkisizliğimi korumaya çalıştım, söylediklerim ve bu hareketim ortamı fazlasıyla germişti zaten. Bunları söylemek istemiyordum ama ters yüzüm sürekli kontrolü ele alıyordu.

"Öyle olsun, ama birine ihtiyacın olduğunda ben hep burada olacağım... Bunu bil."

Kaşlarım kalktı. Ondan kaçmışken bana söylediği şey beni şaşırtmıştı. Hadi ama, zaten biliyordun. Sıran bir sözünle kaçıp gidecek biri değil.

Sırtının bir kısmını gördüğüm sırada hareketlenip, banyo kapısına bakan yüzünü bana çevirdi. Böylece yine karşı karşıyaydık. Kalbim sürekli yanlış anlaşılmaya sebep olacak şekilde atıyordu. Atmasana şöyle.

"Söylediklerimde ciddiyim," dediklerinden sonra üstüme bir adım atıp devam etti. İfadesiz suratında gördüğüm küçük tebessüm beni afallattı. Kalbimin rotası uzuyordu. "Gel dersen gelirim."

Açık kapıdan içeriye koşmaya karar vermişti.

Gözlerine anlaşılmaz bir şekilde baktım. Oda bana uzun uzun bir süre baktı. Ne görüyordu acaba baktığında? Ben ona baktığımda, etkileyici gözleri haricinde çok şey görüyordum. Anlatsa, yara izinin hikayesini ve daha nice şeylerin onda barındığını, ummadığım kısımların beni beklediğini biliyordum.

Düşünürken, normalde baktığımdan biraz daha uzun süre boynundaki yara izine takılı kalmıştım. Oradan gözlerimi çekip yüzüne baktığımda, rahatsız olup olmadığını merak ederek ifadesini inceledim.

Kesinlikle olmamıştı. Aksine onu merakla incelemem hoşuna gitmiş gibiydi. Gözlerimi bakışlarından kaçırdım. Beni yakalamıştı.

Kafasını omzumun üstünden ileriye diktiğinde, kapının dışını dinliyor gibi görünüyordu. Dikkatini geri bana verdiğinde elini yüzüme uzattı. Nefesim duraklamaya uğradı. Parmakları alnıma doğru dökülen perçemin birazına sürtündü.

Bu adamın bana kastı vardı.

"Güzel görünüyorsun." Hemen sonrasında elini indirdi. İltifatıyla kalbimin bir süre daha at koşturacağına emin olmuştum.

"Arkadaşların geldi, sonra görüşelim seninle Lina." Kısa sürede kapının zili çalınca kaşlarım havaya kalktı. Geriye doğru baktım. Bunu nasıl yapıyordu? Sorduğumda özel bir yeteneği olduğunu açıkça söylemişti oysaki. Sıran, her seferinde beni şaşırtmayı başarıyordu.

Ağzım hafif aralıkken ona döndüm. Yüzünde şaşkın ifademden zevk alan bir duygu belirtisi gördüm. "Bunu nasıl yapıyorsun?" diye sordum. Omuzlarını silkti. "Sadece bir içgüdü." Onun hakkındaki her şey şaşırtıcıydı zaten, ben de neye şaşırıyorsam.

Kapı zili tekrardan çalınca kafamı arkama çevirdim. Omuzlarım düştü. Üstümdeki ağırlık yüzünden bugün hiç dışarı çıkasım yoktu. Ama söz vermiştim. Sıran'a tekrar baktığımda gözleriyle hala beni inceleyip gitmemi beklediğini gördüm.

"Tamam, gidiyorum." Kafasını salladı. Kısaca yüzüne bakıp odadan dışarıya çıktım.

Adımlarım kısa sürede salondan geçip kapıya varmıştı. Duraklayıp yüzümdeki onu gördüğümde oluşan ifadeyi sildim. Yok öyle bir şey, abartıyorum.

Kafamı dikleştirip kapının kolunu tuttuktan sonra kapıyı açtım. Açtığım gibi içeriye aniden giren Vaha ile kendimi geriye çektim. Neredeyse üstüme atlayacaktı. "Kızım donduk niye kapıyı açmıyorsun?" Gözlerimi yüzüne yönelttim.

Sarı saçları olduğu gibi salaş bırakılmıştı, yüzünde hiç makyaj yoktu buna rağmen fazlasıyla güzel görünüyordu. Sarı gözleri giydiği uzun kollu, beyaz yırtmaçlı elbise sayesinde daha belirgin hale gelmişti. Az önce çıkardığı uzun çizmeleri kombinine çok yakışmıştı.

Güzel görünüyorsun. Dudaklarım kıvrıldı. Sıran'ın lafı ister istemez aklıma gelmişti. İfademi düzelttim. Dengem bozulmuştu sanki.

"Banyoda hazırlanıyordum," deyip kapıdan yeni giren Kelebek'e bakışlarımı kaydırdım. Kıvırcık saçları bugün extra bir şirin görünüyordu. Oda Vaha gibi saçlarını açık bırakmıştı. Altına giydiği beyaz deri pantolon, üstüne giydiği mor özel kesimi olan kazak ile tüm kişiliğini yansıtır türdendi. Eskiden böyle giyindiğim zamanları hatırlamıştım. İçim ürperdi.

Eski eskide kalmıştı. Ama ben de orada kalmıştım.

Geçmiş göğüs kafesinize örülen ince sarmaşıklardı. Söküp çıkarmaya çalışınca zehirli dikenleri yüzünden felç olurdunuz. Orda öylece bıraktığınızda ise daha çok sıkı sarılırlardı göğüs kafesinize.

Kaç kış geçmişti üstünden. Eski halim beni unutmuştu ama ben o gülen yüzü unutamıyordum. Bir umut var mıydı? Tüm bu olanlardan sonra onu kaybolan benliğimde geri bulabilir miydim?

Bilmiyordum, cevapsız soruları kendime sormaktan bu yüzden kaçınıyordum. Her zaman ki gibi hayatıma bir kılıf uydurmam yeterliydi.

Kelebek ve Vaha içeriye girdiğinde Şaman da koridordan içeriye gelmişti. Onu gören Kelebek anında yüzüne bir tebessüm kondurmuştu. "Yia bu çok tatlı bir şey." Bakışlarım yumuşadı. Öyleydi.

Sarı gözleri Kelebek ve Vaha'ın kapı önüne bıraktıkları çantalara yönelmişti. Yabancı nesneleri hemen fark edip burnunu oralara sokuyordu.

Ben kapıyı kapatacağım sırada Vaha omzunun arkasını işaret etti. "Kapının önünde kargon vardı, onu da al şimdi hatırladım." Kargo mu? Kapıdan dışarıya kafamı uzatıp yere baktım. Evet bir paket vardı. Geçenlerde bir şeyler almıştım aslında ama bu kadar erken gelmiş olması tuhaftı. Eğilip yerden alıp kucağımda tutarken kapıyı kapattım. Kutuyu da sonra açmak için kapının yanındaki dolaba koydum, beklediğimden ağırdı.

Bu sırada Vaha, Şaman ile uğraşıyordu. Çantalara varamadan Vaha onu pat diye yerden havalandırıp kucağına alınca miyavlamıştı. Benim açımdan bu sesi bir isyandı.

"Annenin arkadaşına böyle miyavlanmaz ama Şaman, tamam indiriyorum kızma. Git kokla nereyi koklamak istiyorsan." Arkadaş. Şaman'ı yere bıraktığı gibi burnunu, eve yeni giren şeylere sokmaya başlamıştı bile.

Vaha bana döndü ve gözleri üstümde kısaca baştan aşağıya gezdi. Yan yan sırıttı. "İsteyince çok çekici oluyorsun, farkında mısın?" Bugün herkesin iltifat günüydü sanırım. Üstüme baktım, dümdüz siyah bir kombindi aslında. Ben bir olayını görememiştim. Üstüme baktığımı fark eden Vaha "Üstünden çok, yüzünün güzelliği seni çekici yapıyor," dedi bakışlarıma itiraz ederek.

Gözlerimi kaçırıp Kelebek'e baktığımda oda başıyla Vaha'yı onayladı. "Kesinlikle öyle, fazla güzel bir kızsın Lina. Sadece yüzün biraz solgun gibi, makyaj yapmayacak mısın?" Konuyu değiştiremez miydik?

Konuyu değiştirmek için bir girişimde bulundum. Bu sırada ikisi de koltuğa soluklanmak için yerleşmişti. Ayakta dikilen bir ben vardım. "Ben yapmayacağım ama siz makyaj yapmak isterseniz banyo koridorun hemen sonunda." Kafamla ileriyi işaret ettim.

Vaha kaşlarını yukarı kaldırıp sırıttı. Bunu beğenmemiştim. "Cidden yapmayacak mısın?" Kafamı iki yana salladım. "Kafandaki planları at, makyaj yapmak istemiyorum Vaha." Bıkmış gibi ofladı.

"Ben de huysuz Lina nerede kaldı diye bekliyordum, işte geldin." Kafasını yanında oturan Kelebek'e çevirdi. Eliyle beni işaret etti. "Bu bize karşı hep böyle davranıyor biliyor musun, tabi Ova hariç."

Tekli koltuğa yerleştiğim sırada Vaha'ın dediklerinden sonra Kelebek'in yüzüne baktım. Tepkisini gözlem altına almıştım. Sandığım bir kız olup olmadığını anlamaya çalışıyordum. Kahverengi gözlerini bana çevirdi. "İnsanlara kolay alışamıyordur belki."

Alışmak istemiyordum.

Ama inkar etsem de yakınımda duran insanlara yavaş yavaş alışıyordum. Duygularım, düşüncelerime karşı ters gidiyordu. Sıran'a da aslında alışmıştım ama farkında değildim.

Gözlerim koltuğun kenarına kaydı. Beni anlamasını beklememiştim. Hatta bir an Ova'yı kıskanacağını düşünmüştüm. Kelebek tam olarak Ova'yı tamamlayacak biriydi anlaşılan.

Sessizliği bozmak için Vaha konuştu. "Mekanda okuldan tanıdıklar da olacakmış. Zara denen sürtüğü görürsem elimden bir kaza çıkacakmış gibi hissediyorum." Kaşlarımı çattım. Olayı duymayan yoktu ama Vaha'ın ne kadarını bildiğini sorguladım. Resimleri ben ve Ova görmüştü. Ova bakarken belki Karam' da görmüş olabilirdi sadece. Bilmiyordur.

"Sadece önemsiz bir tartışmaydı. Tek amacı dikkat çekmek, önemsemene gerek yok."

"Olayı ben de duydum, senin üstüne bayağı gitmiş sanırım. Ova da olaydan sonra tüm gün sinirliydi çünkü, kolay kolay sinirlenmez." Kelebek kolunu koltuğun kenarına yaslayıp avucunu yanağına yasladı.

"Dediğim gibi çok önemli bir şey değil. Bir daha olursa ben müdahale edeceğim. O gün...çizgiyi aştı, Ova o yüzden o kadar sinirlenmişti."

Vaha sarı gözlerini ağırca yüzümde gezdirdi. Ne düşündüğümü bilmek istermişçesine bakıyordu. Zara'ın yolladığı görüntüler sanki tekrardan yüzüme gelmiş gibiydi. Çenemi sıktım. "Konu her neyse bir dahakine ben de böyle bir  şeye şahit olursam o kızın saçını kafa derisinden yüzerim, okulun başından beri seninle uğraşıyor."

Omuz silktim. Kelebek Vaha'yı duyunca ona baktı kısaca. Gerginleşen ortamın havasını bozmak için sonra aklına bir şey gelmiş gibi dudaklarını kıvırıp Vaha'ya döndü. "Bir şey soracağım sana Vaha. Barnaz ile aranda bir şey mi var?"

"Onu ben de fark ettim, kesinlikle var gibi," dedim sorusunu destekleyerek. Vaha yüzünü şaşkınca bizde gezdirdi. Hiç anlaşılmıyor sanıyordu belli ki.

"Bunu nerden çıkardınız?!" Ağır ağır başımı salladım.

"Tamam anlaşılan kendini inkar etme aşamasındasın. Kabul edince söylersin." O bana hızlıca itiraz edecekken içeriden telefonum çalmaya başladı. Dikkatim oraya kaydı. Vaha da kalkacağımı anlayıp kafasını benden yana çekti ve bu sefer Kelebek'e kendini açıklamaya çalışmaya başladı.

Koltuktan kalkınca kısaca kızlara "Ova çok zaman geçmeden gelir, makyajlarınızı yapın bence bir an önce," dedikten sonra kısaca onlara bakıp odama yöneldim. Kelebek bana hak verip arkamdan Vaha'ya hazırlanmaları gerektiğini söylemişti.

Odama vardığımda ister istemez ilk gözlerimi etrafta gezdirdim. Gözlerimin kimi aradığı belliydi. Omuzlarımı düşürüp masanın üstüne bıraktığım çalan telefonu elime aldım. Normalde sesi açık olmazdı ama unutmuş olmalıydım.

Ova arıyordu. Aramayı kabul edip kulağıma götürdüm. "Efendim?"

"Hazır mısınız güzellik, geleyim mi?" Nerdeyse sesinin arkasından gelen anlamsız sesler duydum.

"Vaha ve Kelebek şimdi geldiler, daha makyaj yapacaklar, istersen gelebilirsin ama biraz beklersin sanırım." Daha şimdi kalkıp girmişlerdi, buradan seslerini duyabiliyordum.

"Sen?" Neyi sorduğunu anlamayıp kaşlarımı çattım. Gözlerim odanın penceresine bakıyordu. Hava bayağı kararmıştı. Kış aylarında karanlık çok çabuk aydınlığı yutuyordu. Penceremin önünün biraz uzağında duran ağaç rüzgardan sallanıyordu. Bu etekle donmasam iyiydi.

"Ben ne?" Korna sesi duyunca aslında araba sürdüğünü fark etmiştim. Sesi de bir garipti.

"Sen hazırsan geleyim, birlikte otururuz."

"Hazırım ben."

"Tamam, beş dakikaya ordayım." Böyle dediğine göre yakınanlardaydı. "Tamam," deyip onu onayladım. Sonra da aramayı sonlandırdım.

Elimde ekranı açık olan telefonu baktığımda, dedemi arayacağımı hatırladım. Adımlarımı koridora çevirip oturma odasına doğru yürümeye başladım. Koridordan geçerken banyo kapısının önünde durup "Ova aradı, birazdan burada olacakmış," dedikten sonra hazırlanmaya devam etmeleri için kafamı banyo kapısından çektim. İkisi de ayna başında makyaj yapıyorlardı. Sesimi duyunca beni onayladılar.

Oturmaya varınca kendimi tekli koltuğa bıraktım. İçime bir nefes çektim. Hızlı arama kısmından dedemin ismini tuşlayıp telefonu kulağıma uzattım. Çağrı bir kaç kere çaldıktan sonra cevaplandı.

"Efendim Lina'm?" Dedem de bana babam gibi sıklıkla Lina'm derdi. Tebessüm ettim. Sesini duymak iyi gelmişti. Farkında değildim ama ihtiyacım varmış. İyi ki dedem vardı.

"Nasılsın dede? En son aramadan sonra aklım sen de kalmıştı."

"İyiyim ben iyiyim." Dudaklarımı büzdüm. Böyle söylese de ben merak etmeye devam ediyordum. İyi olmasa bile söylemeyecek bir adamdı çünkü. Ona benziyordum.

İsteğimi söylemek için dudaklarımı araladım."Yarın, sana gelmek istiyordum. Olur mu?" Bir süre sessizlik olunca dedem konuştu. Sesi hassas bir şey söyleceğinin bilinci ile kısılmıştı.

"Mezarlarına gitmeyecek misin kızım?" İçim üşüdü.

Merhaba Baba. Nasılsın? Seni çok fazla özledim. Fotoğraflarına bakıyorum, ama senin yanımda olduğun anlar gibi hissettirmiyor.

Dalgın bakışlarım zemine dikildi. "Gideceğim, onları ziyaret ettikten sonra gelirim diye düşünmüştüm. Oranın havası güzeldir şimdi, hem seni de özledim."

Derin bir iç çekiş duydum.

"Benim yerime de onlara kasımpatı götür olur mu kızım?" Beyaz kasımpatı. Her yıl götürüyordum. Annemin en sevdiği çiçekti. Boğazım düğümlendi ama onu onaylamak için kısaca "Tamam götürürüm," dedim. Dedem benim aksime ölüm yıldönümlerinin olmadığı günlerde onları ziyaret ediyordu. Yaptığı bir şeyde mesela, onlarla ilgili bir anısı aklına geldiyse, hemen kalkıp onları ziyarete gidiyordu.

Ben o kadar cesaretli değildim.

"Ve gel tabi Lina'm, ben de seni özledim. O güzel yüzünü görmüş olurum, hem sana da dediğin gibi buranın havası iyi gelir." Kızaran gözlerimi kırpıştırdım.

"Tamam o zaman, dikkat et kendine, yemeklerini aksatma. Bir şey olursa da bana haber ver, yarın görüşürüz."

Dedem dediklerimi duyunca güldü. "Yine başladın. Tamam, tamam. Haydi görüşürüz, Allaha emanet ol."

Çağrıyı sonlandırdıktan sonra, kafamı geriye yatırıp koltuğun başlığına yaslandım. Gözlerimi kapattım. İçimde ağır bir his oluşmuştu. Telefonu koltuğa bırakıp iki elimle yüzümü sıvazladım.

Merhaba Anne. Nasılsınız orada? Sizi çok özledim. Evde olduğunuz zaman ki sıcaklığınızı arıyorum, hala bulamadım, burası soğuk.

Omuzlarım ağırlaştı. Bugün dışarı çıkmam iyi olmuştu. Nasıl olsa gece boyunca uyuyamayacaktım. Yorgun düşersem bu uyumama yardımcı olabilirdi.

Ellerimi yüzümden çektiğim sırada salona Vaha girdi. Makyajı bitmişti. Halimi görünce "Bir şey mi oldu?" diye sordu. Kafamı koltuktan kaldırdım. "Hayır olmadı." Ağır ağır söylediğim cevaptan sonra kafasını salladı. Yüzünden anlaşıldığı gibi cevabımdan memnun değildi.

Yanımdaki büyük koltuğa doğru yürümeye başladığı sırada kapı çaldı. Bakışlarımı kapıya çevirdim. Vaha makyajını bitirmişti ama Kelebek daha hazırlanıyordu sanırım. Ben ayağa kalkamadan Vaha koltuğu es geçip çalan kapıya yöneldi. Kısa sürede kapıyı açtığında Ova direk içeriye girdi. Yüz ifadesine bakılırsa üşümüştü.

Üzerinde kalın duran bir mont, altında ise klasik uzun paça kot vardı. Bağcıklı botlarını çıkardıktan sonra dolabın kenarına ayakkabısını ittirdi. Ayağa kalkıp dikildiğinde Vaha ile selamlaşıp koltukta oturan bana bakışlarını çevirdi. Tebessüm ettim. Gözlerime ne kadar ulaşmıştı emin değildim.

Kafasındaki bereyi, üstündeki montu çıkarıp onları da dolabın kenarına koydu. Kumral saçları beresini çıkardığı gibi anlına dökülmüştü. İçine giydiği lacivert kazak ve eline taktığı yüzüklerle yine güzel giyinmişti bugün de.

Ses çıkarmadan yanıma gelip sessizce oturdu. Göz kapaklarım hala az önce olanlar yüzünden acıyordu. "Hoş geldin," dedim kısaca.

Vaha karşımdaki koltuğa yerleşti sürede. "Hoş buldum Lina." Şaman hiç vakit kaybetmeden Ova'ın ayaklarına sürtünmeye gelmişti.

Cidden bu kadar yılışık olunmazdı. Erkek düşkünü.

Normalde ona hiç dayanamayıp direk sevmek için kucağına alan Ova, bu sefer sadece başını sevip dikkatini ondan çekmişti.

Yutkundum. Anlamıştım şimdi derdini. Neden durgun olduğumu bildiği için ses etmemişti. Keyfini kaçırdığım için kendime sinir oldum. Zaten telefonda konuşurken de böyle tuhaf davranmıştı.

Vaha ise telefonuyla uğraşırken böyle sade bir konuşma duyunca bir şeyler sezip kafasını bize bakmak için kaldırdı. Ova'nın önünde duran Şaman'ı eğilip aldım. Kucağıma koyduğum gibi yerleştiğini görünce gevşemiştim. Elimle sakinleştirici etkisi olan tüylerini sevmeye başladım.

Sonunda bakışlarını benden çeken Ova kısaca, "Kelebek hazır değil mi?" diye sordu.

Vaha ikimiz arasındaki tuhaf anı görmezden gelip konuştu. "Saçını yapıyor, gelir on dakikaya." Kafasını salladıktan sonra koltukta geriye yaslandı.

Sessiz ortamın gerilen hissini fark edince dudaklarımı araladım. "Yarın dedeme gideceğim, biraz orada kalmak istiyorum."

"Nerden çıktı şimdi bu?" Ova dikkatle yüzüme baktı. Vaha konuşmaya dahil olmadan bizi dinliyordu. Gideceğimi duyunca kaşları merakla hafiften kalkmıştı.

"Geçenlerde rahatsızlandığı için zaten aklım kalmıştı, biliyorsun dedem iyi olmasa bile söylemiyor," dedikten sonra duraklayıp devam ettim. "Hem de bana da biraz hava değişimi olur diye düşündüm." Pek dersim olmadığı için, haftasonum haricinde gitmeyeceğim günlerde yok yazılsam da umrumda değildi.

Gri gözlerinden kendi yansımamı gördüm. O günden kalan bir anın gösterisi geçmişti gözlerinden sanki. Ova gözlerin yine çok sesli konuşuyor.

Yutkunduğunda adem elması oynadı. Keyfi yerinde değildi. Bu zamanlarda, kötü bir süreç geçirdiğime birden fazla kez şahit olmuştu çünkü. Dikkatli ve tedirgin olduğunu anlayabiliyordum.

"Yarın...Gideceksin değil mi?" Mezarlığa.

Kafamı salladım. Vaha muhtemelen başka bir anlam çıkarmamıştı bu sorudan. Sakin ifadesi değişmemişti. Hala kendi yorumunu eklemeden bizi dinliyordu.

"Tamam beraber gidelim, hem ben de uğramış olurum uzun zamandır görmüyorum Merzah dedeyi."

"Emin misin? Gelmek zorunda değilsin."

Kaşlarını hafifçe çattı. Nefesimi dışarı verip gözlerimi kaçırdım. Ondan kaçmama izin vermeyecekti.

"Eminim, geleceğim Lina."

Sözcükleri kesin olarak söyleyince mırıldandım. "Tamam." Bu zamanlarda Ova da en az benim kadar hassas oluyordu. Her sene benimle birlikte geliyordu mezarlığa. Bu seferde öyle olacağını biliyordum ama yine de soruyordum.

Kucağımda bir süredir uyuyan Şaman'a baktım. Siyah tüyleri ve kapanan gözleri yüzünden üstümde kamufle olmuş gibi duruyordu.

"Kedin bir beni sevmiyor Lina." Kafamı kaldırıp Vaha'ya baktım. "Hık demiş burnundan düşmüş resmen."

Anlaşılan geçen ki olayın birikimleri hala Vaha'ın üstündeydi. Bana dargın olduğunu şimdi fark etmiştim. Az önceki muhabbetimiz sonrası da ona gerçekten hiçbir şey anlatmadığımı fark etmişti. Dudaklarımı araladım.

"Sana seni sevmiyorum diye bir şey dediğimi hatırlamıyorum Vaha."

"Davranışların yeterince konuşuyor."

Kaşlarım çatıldı. Bugün herkesin suratını düşürmek için mi konumlanmıştım, anlamıyordum.

Cevap vermek istemediğim için çözümü her zaman ki gibi kaçmakta bulmuştum.

Kucağımdaki Şaman'ı koltuğa yavaşça bırakıp ayaklandım. Ova'nın gözleri keskince Vaha'ya dönmüştü. Bilerek yaptığını sanmıyordum ama bu sefer gerçekten o haklı, ben haksızdım. Ova ağzını açıp bir şey demeden önce sakince konuştum. "Odama gidip çantamı alayım, Kelebek gelir birazdan zaten." Verdiğim nefesle birlikte koridorda yürümeye başladım.

Ona haksızlık ettiğimi biliyordum ama bu kadar üstünde düşünüp onu rahatsız ettiğini tahmin etmemiştim. Başa sarıp durmaktan yorulmuştum.

Kısa sürede odama vardığımda dolabın kenarında duran askılı çantamı elime aldım. İçine ihtiyaç duyacağımı düşündüğüm bir kaç şey koyup kapattım. Askısından odamın kapısına kısaca asıp yatağımın yanındaki komidine yöneldim. Ters çevrilmiş çerçeve oradaydı. Çerçevenin kenarına parmağımı sürttüm. Yüzüm düştü. Bakmak istiyordum ama istemiyordum.

Geçen ki gibi yine kan göreceğimden korkuyordum. Elimi çerçevenin kenarından çektikten sonra elimi sıktım. Geri adım attım. Kapıya dönecekken arkamdan ses geldi. Odamın kapısına baktım. "Lina iyi misin?"

Ova gelmişti. Gri gözleri yakınında olduğum komidine ve üstünde ters duran çerçeveye takıldı. Tüm vücudumu ona döndürüp konuştum. "Sorun yok."

Odamdan içeriye adım atıp bana yaklaştı. Önümde durduğunda yüzüne baktım. Bir şey demeden kollarını bana uzattı. Sırtıma sardığı elleri ile afalladım. Bir eli yavaşça sırtımı sıvazladı. Sarılışını kabullendim, sanırım buna ihtiyacım vardı. Dudağımın kenarını ısırdım. Kafamda yine Sıran'ın sözleri canlanmıştı. Gerçekten gel desem, gelecek miydi?

"İyiyim dedim Ova."

"Artık böyle söylemeni yasaklıyorum. Onun yerine nasıl hissettiğini söylemeyi dene."

İçim titredi.

"Ova." Sarılışından yavaşça kurtuldum. Yüzüne baktım bir süre. Nereden bulmuştuk birbirimizi biz? Sözcükleri bir araya getirince kendimi konuşmaya zorladım. Hissettiklerimi söylemek benim için zordu.

"Tüm geçmiş gözlerimin önüne takılmış oynatılıyor sanki." Dudaklarımın arasından dökülebilecek tek cümle bu gibiydi. Baktıkça, oradan ne kadar uzakta olduğumu fark ediyordum. Göğüs kafesim ağırca havalanıp indi.

Dudaklarını büzdü. Açıkça artık üzgün suratını açığa bırakmıştı. Omuzlarımı düşürdüm.

O üzgünse ben, ben üzgünsem o üzgündü.

Onun endişesini biliyordum, görmüştü çünkü. Kafamı iki yana salladım. Düşündüğü, endişe duyduğu şeyi biliyordum. "İlk zamandaki gibi olmayacağım bir daha, benim için bu kadar endişelenme. Hem diğerleri de sezsin istemiyorum ben, boşuna tatları kaçacak. Gideceğime söz verdim ama böyle üzgün olursan ben de kendimi tutamam Ova."

Gri gözleri yüzümde geziniyordu. Neyi ölçüp tarttığını anlamaya çalıştım.

Eline uzanıp ortamıza çektim. "Benim yüzümden suratını asma lütfen, keyfinin kaçması beni üzüyor. Biliyorum öyle davranmak zor geliyor ama bu seferlik lütfen yarının tarihini unut, ben de elimden geleni yapmaya çalışacağım."

Suratının karmakarışık duygularla bezenmiş olduğunu görünce yutkundum. Eliyle saçlarını geriye ittirdi. "Her seferinde başkalarını kendinden daha fazla önemsiyorsun Lina. Önemli olan sensin benim için. Üzgünsen, üzgünüm. Böyle davrandığım için kendini suçlu hissedemezsin." Üzgünsen, üzgünüm.

Gözlerimdeki parıltılar arasından ona baktım. Çok şanslı hissediyordum. Onun gibi bir dosta sahiptim.

En baştan beri ilişkimiz o kadar sıkı sıkıya bağlanmıştı ki. Bir kardeşim olsa beni bu kadar iyi anlayamazdı. En iyi günümde, en kötü, harap olduğum günümde, kısaca her anımda benimleydi. Benim ona karşı çok eksiklerim vardı ama o kusursuzdu.

Kısa süre sonra duygusal konuşmaya devam etmek yerine artık gitmemiz gerektiğini hatırladım. İfademi normal hale getirip elini bıraktım. Arkasında, kapının kolunda duran çantamı alıp ona doğru konuştum.

"Hadi gitmemiz lazım." Kafasını salladı, keyfi az öncekisine nazaran düzelmiş gibiydi.

Ben yürüyüp oturmaya geçtiğimde hemen arkamdan oda gelmişti. İçeriye girdiğim gibi oturan Vaha ve Kelebek bize döndü. Kelebek'in bakışları Ova'ın yüzündeydi. Meraklanmış gibiydi.

Vaha bana bakıyordu. Ben de ona baktım. Az önce söylediklerinden pişman gibi duruyordu. Halbuki ona hak veriyordum ben. Kimsenin benim yüzümden bugün keyfi kaçsın istemediğimden onunla konuşmaya karar verdim. Beni şaşırtıyorsun Lina.

Yanına yürüyüp "Mutfağa gelsene," dedim. Şaşkın sarı gözleri üzerimde bir süre durup emin olmaya çalıştı. Ben ise söylediklerimden hemen sonra mutfağa doğru yöneldim. Oraya gitmeden önce göz ucuyla Ova'nın Kelebek ile el ele oturduğunu ve ifadelerinin normale döndüğünü görmüştüm. Omuzlarım rahatlayıp gevşedi.

Benimle birlikte içeriye gelen Vaha'ya çevirdim dikkatimi. Karşımdaki tezgaha yaslanıp kollarını karnının üstünde birleştirdi. İçime bir nefes çekip benden beklemediğini anladığım şeyi çat diye söyledim.

"Sana az önce söylediklerin gibi hissettirdiğim için özür dilerim. Bu kadar önemsediğini düşünmemiştim."

Pişmanlık duyan ifadesi ile bana baktı. Vaha fevri biriydi, bir anda yükselip, bir anda düşebiliyordu. Bu yüzden onu yadırgamamıştım. "Ben de üstüne gittim, üzgünüm."

Bakışlarını yere indirdiğinde ona "Vaha," deyip seslendim. Kafasını kaldırıp bana baktı.

"Ben sevmediğim insanları evime almam." Ve onu bir çok kez eve almıştım. Her ne kadar zorla kabul etmişim gibi gözükse de.

Yüzündeki ifade yavaşça silindi. Dudakları kıvrıldığında rahatlamıştım. Ben de onun gibi dudaklarımı kıvırıp tepkisine karşılık verdim.

"Hadi kızlar gidiyoruz!" diye içeriden Ova'nın sesi gelince yaslandığım tezgahtan ayrıldım. Konuşmamız bitmişti.

Mutfaktan çıktığımızda Kelebek ve Ova'nın montlarını üstlerine geçirdiklerini gördüm. Kelebek'in saç modeli çok şirin olmuştu. Açık bıraktığı saçlarının bir kısmını kafasının üstünde topuz yapmıştı.

Adımlarımı kapının yanındaki dolaba çevirip içinden deri, içi tüylü montumu çıkardım. Üstüme montu geçirdiğimde bir süre önce tekli koltuğun üstüne bıraktığım çantamı ve telefonumu aldım. Bu sırada da herkes hazırlanmış kapının önüne çıkmıştı. Kapının kenarında duran bağcıklı deri tabanlı botumu alıp ayağıma geçirdim. Doğrulduğumda eve kısaca bakış attıktan sonra üstündeki anahtarı dışarıya alıp üstüme kilitledim.

Ova, Vaha ve Kelebek'te bu sırada çoktan arabaya yerleşmişti. Adımlarımı hızlandırıp bahçe kapısına kadar yürüdüm. Araba hemen evin önündeydi. Dikkatimi çeken detayla kafamı sağa çevirdim. Üstünde çokta kalın durmayan beyaz kazağıyla, bahçedeki salıncakta Sıran oturuyordu.

Bakışlarının ben de takılı olduğunu gördüm. Sanki bana bakarken konuşuyordu içinden.

Soğuktan çenem titredi. Üşümüyor muydu? Hayaletler üşümez miydi? Ben üşümüştüm onu gördükten sonra, öylece gitmek istemiyordum. Elim demir kapıda takılı kaldı. Arabanın içindekilerin bana baktığını biliyordum, dışarıdan saçma sapan gözükecek bir şey yapamazdım. Aklıma bir şey gelmemişti. Suratım düştü. Neden kötü hissediyordum ki?

Onun soğukta oturması yerine, içeride kalmasını söylemek istemiştim. Aklımdan bu geçiyordu ama korna sesiyle bunu şu an yapamayacağımı anladım. Tuttuğum kapıyı kendime çekerken bakışlarım hala ondaydı. İfadesi dümdüzdü. Kar beyazı gözleri ise ona yakın olmadığım halde çok derin bakıyordu. Ben kapıyı açtığımda kafasını kucağında olan eline indirdi, yüzüğü ile uğraşıyordu. Bakışlarımı ondan zorla çektim.

Arabanın arka kapısını açıp içine oturduğumda Ova dikiz aynasından bana baktı. "Bir şey mi oldu, kapıda durakladın."

Renk vermeden aynadan ona baktım. "Bir şey gördüğümü sandım." Anladığını belirten bir ifade ile bana baktıktan sonra arabayı çalıştırdı.

*

Beklediğimden uzun süren yoldan sonra, sonunda oturacağımız mekana gelmiştik. Anladığım üzere parti/etkinlik tarzında bir şey düzenlenmişti. Okulun belli bir kesimi katılıyordu. Kısaca zenginler. Saçmaydı. Kapıyı açıp arabadan çıkınca kafamı kaldırıp önümdeki yüksek binaya baktım.

Karla semti, şehrin en zengin kesimin yaşadığı kısımdı. Binaları da onlar gibi soğuk ve ruhsuz geliyordu. Sanki hepsi insanlardan uzağa kaçmak için koca koca gökdelenler dikmişlerdi. Fazlaca parıldayan ışıklar yüzünden siyah olan gökyüzünü bile zar zor gördüğümü fark edince kaşlarımı çatıp bakışlarımı yukarıdan indirdim. Burayı sevmiyordum.

Diğerleri de arabadan benimle eş zamanlı olarak çıkınca Ova anahtarını binanın başında bu soğukta duran valeye verdi. Vaha da o sırada koluma girip beni içeriye doğru yürütmeye başladı. Ova ve Kelebek'te hemen arkamızda el ele yürüyorlardı. "Bizimkiler teras katındaymış, nereden baksan bu binanın otuz katı vardır. Tam zengin işi." Binanın tepesine diktiği gözlerini söylediklerinden sonra indirip önündeki koca girişe çevirdi. Burun kıvırdım. "Ruhsuz bir yer."

"Öyle söyleme teras katı çok iyi, şehir ayaklarının altında oluyor."

"Ayaklarımın yere basmasını tercih ederim."

Mekana girecekken görevliler tarafından durdurulduk. Tabi ki her gelenin girebileceği bir yer değildi. Ova öne çıkıp arka cebinden bir kart çıkardı. Görebildiğim kadarıyla mat siyah, üstünde ağaç sembolü olan düz bir karttı. Kartı alan adam kısaca göz gezdirdikten sonra, Ova'ya kartı geri verdi ve eliyle bize içeriye girmemiz için işaret etti. Gözlerimi devirdim. Gösterişten nefret ediyordum. Şimdiden, buradan hemen ayrılmak istemiştim.

Asansöre bindiğimizde gözlerimi sakince yumdum. Sırtım aynanın olduğu tarafa yaslıydı. Asansörün hareket etmesiyle midemde oluşan his beni kötü yapıyordu. Ova biliyordu, bu yüzden de gözlerinin benim üstümde olduğunu biliyordum.

"Tahminim neredeyse doğruymuş, yirmi yedinci kat." İçime bir nefes çektim. Bu kadar yüksekliğe ne gerek vardı? Vaha asansör düğmesine basınca gözlerimi araladım. Asansör hareketlendi.

"Niye bu kadar gösterişli bir yere geldik ki, alt tarafı oturacaktık," dedi Kelebek. Artı bir puan, Kelebek'e bu görüşünden sonra benden gitmişti.

"Nerden bileyim ya hepsi Aras'ın başının altından çıkıyor." Ova konuştuktan sonra Vaha ona dönüp "Karam'a ulaşabildiniz mi, ortalarda yoktu," dedi. Ova sıkıntılı bir nefes içine çekince kaşlarımı kaldırıp ona baktım.

"Bir şeyi halletmesi gerekiyor, ondan sonra gelebilirse gelecekmiş." Yüzüne bakmaya devam ettim. Kaşlarım kalkmıştı. Bir sorun vardı belli ki. Ova bana bakınca tepkimi görünce gözlerini kırptı. Önemli bir şey değil demek istemişti. Kafamı salladım. Asansörün kapısı açıldı. Sonunda gelmiştik yirmi yedinci kata.

Gözlerim hafif kalabalığın olduğu ortama odaklandı. Kat boyunca duvarların çoğu kısmı camekandı ve şehrin tüm beton yığını olan binaları buradan görünüyordu.

"Vay be," dedi Vaha gördüğü manzaradan etkilendiğini belli ederek. Mekanın içinde loş ışıklandırma ve siyah, gri ağırlıklı tasarım vardı. Oturma alanlarının çoğu cam tarafının olduğu kısımdaydı. Onların tersindeyse, duvar tarafında bir bar tezgahı ve yan tarafında canlı müzik için kurulan bir sahne vardı. Çalan kısık müzik kulak tırmalamıyordu, hoş yabancı bir melodiydi.

Asansör girişinde de yine bir görevli bizi karşıladı, her şey fazla kasıntı geliyordu ama inkar etmeyecektim mekanın tasarımı güzeldi. Görevli hepimizden montlarımızı rica etti. Çantamı omzumdan indirip montumu çıkardım. İçim titredi. Yeterince sıcaklığı olduğunu bilsem de bana yeterli gelmemişti.

Görevli Ova ile kısaca konuştuktan sonra, Ova bize dönüp "Gelin," dedi. Kelebek ile tutuştuğu eline baktım. Dudaklarım kıvrıldı. Kelebek ona biraz daha yaklaştığında Ova elini, elinden çektikten sonra beline sarıp onu kendine doğru çekmişti.

Vaha ise benim yanımda yürüyordu, bir yandan etraftaki insanları detaylıca inceliyordu. Bir kaç kişinin bize döndüğünü görmüştüm. Ona yanaşıp koluna girdim. Vaha ise hareketimden sonra afallamıştı ama keyfi yerindeydi. Giydiği topuklu botların sesi zeminde tok sesler çıkarıyordu.

Gözlerim yanlarından geçtiğimiz masaya değince ifadem buz gibi oldu. Bu arada adım Zara, bu sefer de unutayım deme sakın. Masada oturanlardan biri Zara'ydı. Son yaptığından sonra onu görmek beni germişti. Hemde fazlasıyla.

O ise kafasını kaldırıp baktığında, kimin geldiğini görünce direk sırıtıp ayağa kalkmıştı. "Aaa Lina, bu ne güzel tesadüf." Kesin öyledir. Bizimkilerin buraya geleceğini çoktan öğrenmiştir bile.

Kaşlarımı önümde duran Zara'yı görünce çatıldı. Önümü kesmişti. Dudaklarımı araladım, ifadem düzdü. Yanımda olan Vaha da kaşlarını çatmıştı. "Önümden çekil."

Zara ise önümden çekilmek yerine dudaklarını büzdü. Oturduğu masadan kimseyi tanımıyordum sadece köşede oturan Anya'yı görmüştüm. Gözleri bardağındaydı, ne olduysa bugün sevgili arkadaşına katılası yoktu anlaşılan.

"Hadi ama Lina, hala kızgın mısın? Sindiremedin mi sana attığım fotoğrafları, delirdiğin anlar gözünde mi canlandı?" Açık iması yüzünden nefesim hızlanmıştı ama tepkimi bozmadım. İstediği buydu, beni bir yerden yakalamaya ve ona tepki vermemi sağlamaya çalışıyordu.

Vaha ben müdahale edemeden öne atıldı. "Sen fazla oluyorsun," dedi tehditkar bir sesle. Üstündeki elbisenin yakasını tutup çekiştirmişti.

Önümüzde yürüyen Ova ile Kelebek'te nerede olduğumuzu fark edip bize doğru gelmeye başlamışlardı. Derin bir nefes aldım, olay istemiyordum. Vaha'nın kolunu tutup onu kendime doğru çektim. Elleri zorla da olsa Zara'ın yakasından kurtuldu. Zara ise üstüne atılan onu görünce irkilip geri adım atmıştı ve hızlıca yakasındaki kırışıklığı düzeltti.

"Yapma, hadi gidelim." Dediğimle sessizleşse de hala Zara'ya dik dik bakıyordu.

Sonunda yanımıza gelen Ova, Kelebek'in belini bırakıp anında öfkeli suratıyla benim önüme geçti.

Daha az önce Vaha'yı engellemiştim ama onu nasıl tutacaktım ben acaba? Sadece gitsek olmuyor muydu?

Zara bu kadar müdahaleyi beklemediği için ürkmüştü, az önceki pişmiş ifadesinden eser yoktu. Kafamda bir ton şey dönerken ana dönmeye çalıştım. Ova'nın arkasından çekilip önüne geçtim. Tartışmanın devam etmesini istemiyordum, herkes bize bakıyordu. En ilerdeki masada oturan bizim çocuklar bile bizi izliyordu. Gri gözleri önüne geçtiğimde odağını kaybedip bana baktı. Koluna dokundum.

"Ova," sesim uyarıdan ibaretti. Yüzüme onu durduğum için kızmış gibi baktı. Arkamdakini işaret etti. "Sana yaptığı şeyden sonra gelmiş özür dileyeceğine yine sana sataşıyor ve.... Benim hiçbir şey yapmamam gerektiğini mi düşünüyorsun Lina?"

Çenesi kasıldı. Onu en çok öfkelendiren şey telefonumda gördüğü fotoğraflardı biliyordum. Haklıydı. En zayıf anıma o bile şahit olmamışken, salak kızın biri çıkıp onu bana karşı kullanmıştı. Öfkesinin birazı kendisineydi. Bir de bugün extra hassastı zaten.

"Eğer bir daha böyle bir şey yapmaya kalkarsan seni mahvederim, duydun mu beni? Bu sana son uyarım, ondan sonra beni Lina dahi tutamaz." Biraz yanıma kayıp o kızla göz göze gelirken öfkeyle bunları söyledi.

Tutamazdım gerçekten. Lisede de buna benzer bir olay olmuştu, sonunda Ova çocuğa misliyle karşılık vermişti. Bazı anlarda aşırı öfkeli ve kontrolsüz birine dönüşebiliyordu.

Zara sözde arkadaşlarının önünde işittiği laflardan sonra yüzü kızarmış ve hızlıca lavaboya giden yol diye düşündüğüm koridora yönelmişti. Anya'da masadan kalkıp gözlerini yerde tutarak onun peşinden gitmişti. O gün kafede odada olduğumu biliyordu, o mu haber vermişti yoksa Zara'ya mal çıkarmak için? Ayrıca Zara'nın kolayca duracağını sanmıyordum. Öyle birine benzemiyordu. Benimle yine uğraşacaktı.

Dışarı bir nefes verdim. "Bu kadarına gerek yoktu Ova, ben halledebilirdim."

"Gerek vardı, o kız manyak." Dudaklarını yaladı. Sesi kısılmıştı. "Lina sen o kız yüzünden---" Atak geçirdim. Lafını kestim hızlıca. "Yeter bu kadar tamam. Ben iyiyim, masaya geçelim artık." Yeni fark ediyordum ama ellerim titriyordu. Ova yüzüme baktıktan sonra  saniyesinde ellerime baktı. Titreyen ellerimi yumruk yaptım.

Bana bir şey söyleyeceği sırada yürümeye başlayıp yanından geçtim. Keşke şu an evde, o salıncakta, Sıran'ın yanında oturuyor olsam. Sahi neden peşimden gelmemişti? Alışkanlık olduğunu söylemişti ama bu sefer ortalıkta yoktu.

Masaya vardığımda sesimi çıkarmadan Aras'ın yanındaki koltuğa geçip oturdum. Masa direk camın dibinde olduğu için önüm şehir manzarasıydı. Yapay ışıklar gözümü alınca bakışlarımı manzaradan çektim. Barnaz ile göz göze geldik. Aslında üçü de bana merakla bakıyordu.

Biraz sonra da bir şey söyleyemeden geride bıraktığım Ovalar da masaya gelip oturdular. Kafamı önümdeki çiçeklere diktim. Mekanın tasarımına ters olarak onlar beyazdı.

Beyaz çiçek, kasımpatı, mezarlık.

Aklım yine gitmemesi gereken yola sapmıştı bir şekilde. Çiçeklerden bakışlarımı çektim. Herkes sessizdi.

Sonunda Vaha konuştuğunda söyledikleri için ona minnet duydum. "Gerilmeye gerek yok, önemli bir mesele değildi. O sürtük eğlencemizi bozamaz ayrıca."

"Ben de ne desem bilemedim, her bokun altından çıkıyor kız Lina'ya sataşmak için resmen," dedi Aras. İfadesi sertti.

"Abi sen niye bu kadar sinirlendin, pek fazla görülen bir şey değil de. Biz de bu yüzden gerildik." Bu sefer konuşan Baran'dı.

Ova sırtını koltuğa yasladı. İfadesi biraz sakinleşmişti ama sürekli bana bakıyordu az önce ellerimi titrerken gördüğü için. Onların önünde bir şey söylesin istemiyordum, az önce neredeyse sinirden ağzından kaçıracaktı.

Ellerim masanın altındaydı. "Fazla ileri gitti. Yaptığı şey... Sadece sataşmak değildi." Barnaz Ova'nın dediklerinden sonra diğerleri gibi şaşkınca ona baktılar. Hepsinin kafasına dönen soruyu ben açıkça görmüştüm. Ova susmuştu. Aslında lafı bana bırakmıştı ama ben de sessiz kaldım. Kimsesin tadı kaçsın istemiyordum.

Kelebek tüm olanlar boyunca sessiz kalmıştı. Ova'nın koluna yasladığı eliyle bir yandan onun sakinleşmesi için yardımcı oluyordu. İfadesine bakılırsa aslında sakindi.

Kafamı cama çevirdim. En köşede oturduğum için direk camın dibindeydim. Yutkundum. Biri buradan atlasa uçmuş gibi hisseder miydi acaba?

Annem yüksekten korkardı, onu buraya getirmeye kalksam hayatta gelmez benimle tartışırdı. Sonunda babam beni durdurup başka bir yere gitmek için beni tatlı diliyle ikna ederdi.

Bir keresinde, dönme dolaba binmeye gidelim dediğimde bu yaşanmıştı. İçime oturan anıyla sersemledim.

Onlar artık yoktu. Hayal gibiydi, üstünden çok zaman geçmişti. Artık o kadar net hatırlayamıyordum.

Zaten hafızam beni hiç dinlemiyordu, bana gerekli gereksiz sürekli bir şeyleri unutturuyordu.

Kaza günü olanları da unutturmuştu. O gün ben arabayla nereye gittiğimi bile hatırlamıyordum. Ne için yola çıkmıştım? Yüksek hız demişlerdi. O kadar hız yapacak biri değildim bile ben.

Ova biliyordu.

Sormak istesem cevapları onda bulacağımı biliyordum. Ama sormak içimden gelmiyordu. Sakladığı şey bana ağır gelirse ona sırt çevireceğimden korkuyordum bazı sıralar.

Düşüncelerimden ayrıldığımda herkesin artık normal sohbete döndüğünü görmüştüm. Herkes sakinleşmişti. Omuzlarım gevşeyince onları dinlemeye başladım. Konu nasıl olduysa dövmelerden açılmıştı. Ova kendi dövmesinden bahsetmişti sanırım ilk, geçenlerde bana yaptırdığında göstermişti. Karam gerçekten çok güzel iş çıkarmıştı.

"Ben de yaptırmak istiyorum ama bir türlü karar veremiyorum," diye fikrini Vaha belirtince hemen karşısında oturan Barnaz tek kaşını kaldırdı. Kaşının üstünde sayıların olduğu bir dövmesi vardı. İfadesi dikkatimi çekti, dövme sevdiğini öğrenmek hoşuna gitmiş gibiydi.

Elimi masanın üstüne yaslayıp avucumu yanağıma koydum, artık ellerim titremiyordu. Önümde duran Black Russian adındaki kokteyle göz ucuyla baktım. Diğerlerinin aldığına nazaran sert bir içecekti, hemen içersem çarpar gibi geliyordu. Zaten genelde alkol alan biri değildim, bugün sadece istisna yapmıştım. Bardağın kenarlarını kavrayıp kısaca bir yudum aldım. Ortadaki mezelere göz ucuyla bakmıştım ama canım bir şey yemek istemiyordu. 

"Lina sen de var mı?" Bakışlarımı bardaktan çekip bana seslenen Kelebek'e döndüm. İlk başta ne dediğine anlam verememiştim ama sonra ne sorduğunu anladım. Aklım karnımın köşesindeki dövmeye gitti. Ne zaman yaptırdığımı hatırlamıyordum, bu hafızam da eksik olan parçalardan biriydi. Kolumu masadan çekip geriye yaslandım, elimde ki bardağı da masanın üstüne bıraktım.

"Var," dedim durgun bir sesle. Neden hatırlamıyordum? Sürekli aklıma takılan bir detaydı o dövme. Bir anısı var mıydı?

Kelebek'in kaşları kalktı. Ova ile gözlerimiz kesiştiğinde kasıldığını fark etmiştim. Vaha herkesten önce davranıp "Nasıl bir şey?" diye sordu. Başka şeylerde sormak istiyor gibiydi. Sarı gözleri meraklıydı. Daha doğrusu masadaki herkes, benden dövme beklemiyor olsa gerek ki merakla yüzüme bakıyorlardı.

"Küçük bir sembol sadece, pek bir olayı yok." Belki de vardı hatırlamıyordum ki. Dudaklarım gerildi. "Özel bir anlamı var mı peki?" Gözlerimi kırpıştırdım. Ne desem bilemiyordum. Hatırlamadığım bir şey için ne söyleyebilirdim ki?

"Hayır yok." Doğruydu, benim için bir anlam ifade etmiyordu. Ova gözlerini bana dikmiş, dikkatle beni dinlemişti. Başka bir şeyler söylememi beklemiş gibiydi. Bakışlarımı kaçırdım.

Yarın 12 Şubat 2017.

Yıllardan 2021 olabilirdi, ama ben yarın o yıla geri dönüyordum.

Her yıl olduğu gibi onlara yine veda edecektim. Bir kez daha gidişlerini kabullenmeye çalışacaktım.

Yine kaybedecektim onları, yine vazgeçecektim.

*

Geçen bir saatin ardından sonunda Karam da ortama gelince kafamı kaldırıp ona baktım. Bir sorun olup olmadığını görmeye çalıştım. İyi görünüyordu. Eldiveni olan eli masanın altındaydı her zaman ki gibi.

"Abi nerede kaldın ya, yüzünü görenler cennetlik!" Aras'ın bağırmasıyla Karam ile eş zamanlı olarak kaşlarımız çatıldı. Çakırkeyif olmuştu anlaşılan.

"Kulağımı siktin, ne bağırıyorsun olum?" diyen bağıran Baran ile birlikte irkildim. Ee sen bağırmasaydın bari?

Barnaz ise fazlaca sessizleşmişti, başlangıçtan sonra bayağı bir shot atmıştı ve bu yüzden muhtemelen sarhoştu ama ifadelerine yansımıyordu.

Herkes fazlaca içmişti. Sadece Ova ağzına hiç alkol sürmemişti, günü alkolsüz karışık bir kokteyl ile geçiştirmişti. Kafası Kelebek'in kafasının üstüne yaslıydı. Bugün benim gibi oldukça sessizdi. Bitirdiğim içecekten sonra gevşemiştim. Ama aklım yeterince ayıktı.

"Salak olmuş bunlar, burada da bana rahat yok bugün yani." Dediği şey ile ona baktım. Gözlerimiz kesişince sanki ne demek istediğini sorduğumu anlamış gibi sıkıntıyla bir nefes verdi. Boynunda görülen dövmeler gerilmişti. Her yerinde dövme vardı.

"Sorun yok, birileri ile tartıştım bugün, tepem attı biraz," dedi sert ifadesiyle. Dövmeleri sanki onu extra sert biri yapıyordu. Kafamı salladım.

Tartışma, sözlüymüş gibi gelmemişti.

Günün sonunda Ova beni ve diğer kızları almış eve dönüyorduk. Karam biraz daha içeceğini söylediği için orada kalmıştı. Diğerleri içinde bir uber ayarlayıp onları da evlerine yollamıştık.

Gün ne çok uzamıştı, keşke daha çok uzasaydı.

Bu sefer arabanın ön koltuğunda ben vardım, diğerleri arkada sızmıştı. Gözlerim asfaltın üstündeydi, Ova hiç ses etmiyordu. Aklında bir şeyleri döndürdüğü belliydi. Bakışlarımı ona çevirdim.

"Sorun ne Ova?"

"Bir sorun yok Lina, konuşasım yok bugün sadece." Hayır bir şey vardı. Akşam gelirken onunla konuştuktan sonra ifadesi düzelmiş normal olmaya yakındı. Şimdi ise çok dalgın görünüyordu. Yarın ile ilgili değildi, başka bir şey vardı. Ama söylemiyordu. Zara meselesi mi onu rahatsız ediyordu acaba? Cevap vermeyeceğini anlayınca kafamı geri önüme çevirdim.

Eve varana kadar bir daha hiç ses etmemiştim.

Evin kapısının önünde araba yavaşlayınca geldiğimizi anlayıp gözlerimi kırpıştırdım. Yorgun hissediyordum, içtiğim alkolün de etkisi vardı tabi. Kucağımdaki çantayı askısından kavradım. Daha sonra diğer elim kapının koluna gitti.

Ova'ya dönüp mırıldanarak "İyi geceler," dedim. Sonunda düşüncelerden sıyrılmış gibi bana baktı. Elini alnına sürttü. Dudakları aralandığında "Yarın bana çıkmadan haber ver," dedi. Yarın. Gözlerimi ağır ağır kapatıp onu onayladım.

Kapının kolunu kendime çekip açtım. Soğuk hava direk içeriye üşüştü, titredim. Ayaklarımı dışarıya çıkardığımda Ova konuştu. "Bir şey olursa ara olur mu?" Kafamı çevirip ona baktım.

Garipsediğim sorusuyla beraber "Tamam." deyip arabadan dışarıya çıktım. Kapıyı kapatınca arabanın önünden geçip dış kapıya ulaştım.

Gözlerim anında aradığı şeyi bulmak için yola çıkmıştı bile. Yıldızı andıran gözleri bulmak için çıktığı yolda yarıda durdu. Oradaydı. Elim kapının üstünde donakaldı. Hala orada mıydı? İçim tuhaf oldu.

Gözleri açık değildi. Kafasını yasladığı salıncağın demirlerinde haraketsiz bırakmış, uyuyordu.

Tuttuğum kapının kilidini açıp bahçeye bir adım attım. Arabanın sesine rağmen hala uyku halindeydi. Omzumun üstünden arkama baktım. O sırada da Ova arabayı sürmeye başlamış, çok geçmeden de uzaklaşmıştı.

Dışarıda böylesine rahatsız bir pozisyonda neden uyuyordu? Soğuk rüzgar enseme girmeye çalıştığında bir kez daha titremiştim. Çok soğuktu. Adımlarım sessizce ona yöneldi. Tüm saat burada oturmuş olabileceğine inanamıyordum. Dibine vardığımda sırtımı büküp ona eğildim. Gözlerim soluk almadan yüzünü tarıyordu.

Çok çekici bir yüzü vardı. Hangi kız yolda geçerken görse dönüp bir daha bakacağı cinstendi. Elimi yüzüne karşı götürecekken yarı yolda durdum.

Ona şimdi dokunamazdım. Ova ile yaşanan olay gibi kötü hissetsin istemiyordum. Bu yüzden elimi geri indirdim.

"İlgini çeken bir şey bulabildin mi?" Sesini duyunca irkildim. Uyumuyor muydu? Eğildiğim pozisyonu düzeltip dikleştim. O sırada da Sıran gözlerini aralamıştı. Kafasını demir zincirden çekip bana baktı.

Gözlerimi kaçırdım. Ona yakalanmak ben de daha çok kaçma isteği yaratıyordu. Yine de sürekli yakalasın diye bir şeyler yapmaya devam ediyordum. Çelişkiliydi.

"Bu soğukta napıyorsun, ben giderken de burada oturuyordun."

"Peşinden gelmemi mi tercih ederdin?" Gözlerim söylediği şeyle yüzüne döndü. Düz ifadeli suratı aksine gözleri bir çok duyguyu içinde barındırıyordu. Ama ben onların ne olduğunu çözemiyordum.

Dediği şey doğruydu. Alışanlık demişti benim için. Devam edebilirdi aslında ondan rahatsız olmuyordum, şimdi neden peşimden gelmeyi bırakmıştı?

"Onu kastetmemiştim... Burası çok soğuk, içeride durabilirdin." Kaşlarını çattı, sinirden değildi daha çok anlam verememiş gibiydi. Ve bugün ekstra yorgun gözüküyordu. İçim huzursuz olmuştu.

"Ben soğuğu hissetmem Lina. Ayrıca geçen seni korkuttuğum için, rahatsız olduğunu düşünüyordum. Öyle değil mi?"

Ayakta durmaktan yorulduğumu hissedince botlarımı yürütüp onun yanındaki salıncağa ulaştım ve oturdum. Doğru o soğuğu hissetmezdi. Ama ben yine de burada oturmasından rahatsız olmuş, tüm gün burada olduğu aklıma gelip durmuştu.

Yutkundum. Vücudumu ona doğru çevirip "O gün ben senin ne amaçla orada olduğunu bile bilmiyordum. Kim olsa evinde bir yabancı görünce, korkardı," dedim.

Gözlerini kaçırdı bir şey onu rahatsız etmişti. Sonra dönüp "Peki şimdi? Yabancı mıyım hala?" dedi.

Kafamı iki yana salladım. "Değilsin." Değildi. Beni birden fazla kez kötü anlardan kurtarmış, kendinden bir şeyleri benimle paylaşmıştı. Ona yabancı diyemezdim.

Söylediğimden sonra gözleri uzun bir süre üstümde oyalandı. İfadesi cevabımla rahatlamıştı. Kalbim yine hızlanmıştı. Soğuk yüzünden ellerimi birbirine sardığımda bakışları oraya kaydı. Parıldayan gözleri gecenin karanlığına zıt bir şekilde aydınlıktı. "İçeriye geç, hasta olacaksın."

"Sen?" Ağzımdan kaçırmıştım. Dudağımı ısırdım. Sorumu beklemeyen Sıran şaşırmıştı. Söylediğimden çıkardığı şeyi söylemek için dudaklarını araladı.

"İçeri gelmemi mi istiyorsun?"

Elim kaşımın kenarına gitti. Ne diyordum ben ya? İçtiğim azcık alkol beni çarpış olamazdı. Aslında olabilirdi ama bunu inkar edecektim. Düşüncelerimi toplayınca dudaklarımı araladım. Bakışları oraya kayınca karnım kasıldı.

"Salıncakta oturmak yerine, koltukta oturabilirsin."

"Soğuk diye diyorsan—"

"Üşümediğini anladım Sıran...Sadece seni dışarda görmek hoşuma gitmedi. Oldu mu?"

Dudakları kıvrıldı. Ensem karıncalandı. Bakışlarımı kaçırdım. Sabahki konuşmamız ben de bir etki bırakmıştı anlaşılan. Ona karşı tepkilerimin biraz daha açıldığını hissediyordum.

"Oldu."

Uzun süre uzakta tutamadığım gözlerimi tekrardan ona çevirdiğimde bir kez daha titredim. Anında kaşlarını çattı. Olduğu yerde hareketlendi.

Ayağa kalktığında beni de omuzlarımdan tutup salıncaktan ayırmıştı. Kendimi ayakta bulduğumda soğuk hava bir kez daha esti. "Üşüyorsun, hadi Lina." Elleri olduğu konumu terk edince kalbim dokunuşundan önceki haline döndü.

Eve doğru adımlarımı hareketlendirdiğimde Sıran'ın peşimden geldiğine emin olmak için omzumun üstünden ona baktım. Gözlerimiz kesişince "Geliyorum," diye mırıldandı yüzüme bakarak.

Kapının önünde çantamdan çıkardığım anahtarı bulup kilidi açtım. İçerideki sıcak hava anında yüzüme vurdu. Vücudum bu ısıdan memnunmuş gibi titremeyi bıraktı. Peşimden içeriye giren Sıran ile birlikte kapıyı arkamızdan kapattım. Botumu ve üstümdeki dış kıyafetleri çıkarıp dolaba koyduğum sırada Sıran içeriye girmiş önünde gezinen Şaman'ın yanından geçip koltuğa yerleşmişti. Ben de ışıkları açtım, ev sıcacıktı. Derece olarak sıcak, görünüş olarak soğuk.

Oturma odaya geldiğimde elimdeki telefonu koltuğun üstüne bıraktım. Gözüm Sıran'ın üstündeydi. Şaman hemen dibinde geziniyor ve mırlıyordu.

Onu görüyor muydu?

Elimle Şaman'ın yaptığı şeyi işaret ettim. "Seni görebiliyor mu?" Kaşlarım merakla kalkmıştı.

Kafasını kaldırıp ayakta dikildiğim yere baktı bir süre, sonra Şaman'ın üstünde bakışlarını gezdirdi. Ayaklarının dibinde ona dokunmadan yatıyordu. Oturmam gerektiğini düşünüp büyük koltukta yerleşen Sıran'ın yanına oturdum. Tekli koltukta vardı aslında Lina. Yakınında olduğumdan vücudunu bana doğru çevirdi. Büyük koltuk daha rahattı bir kere.

"Eskiden bu teoriyi duymuştum, anlaşılan doğruymuş." Eskiden, insanken. Böyle konuştuğunda çok tuhaf hissediyordum. Gözlerimi kırpıştırdım.

Ben de hayvanların böyle ruhani şeyleri gördüğünü duymuştum, haklıydı.

Gözlerim hatırladığım anıyla durakladı. "Bir ara tam evden çıkmışken mutfaktan ses gelmişti. Pencereden bakınca Şaman'ı garip haraketler yaparken bulmuştum," dedikten sonra şüphe ile parmağımı ona uzattım. "Oradaydın değil mi?"

Kafasını salladı. Tahminimi doğrulanmıştı Sert çehresi normalden daha çok gözüme batıyordu bugün. Düşüncelere kapılıp başka şüphe uyandırıcı bir anımı aradım. Gözlerimi ondan çekip kırpıştırdım.

Mum.

Aklımın oyunu sanıyordum o da onun işi olabilir miydi? Ona döndüğümde sabırla beni beklediğini gördüm. Kendine has kokusu burnuma doluyordu. Tam açık olmayan gözlerimle ona baktım. Yorulmuştum ama onunla konuşmak istiyordum.

Dudaklarımı ısırdım, mum meselesini sormak istemiyordum. O değilse, kendimi açık etmiş olacaktım. Gözünde yeterince sorunlu biriydim zaten. Onun yerine başka bir şey sordum. Onun hakkında sıradan şeyleri de öğrenmek istiyordum.

"Tam adın ne, daha önce hiç söylemedin."

"Sıran Arat." Sıran Arat. Farklı bir ismi vardı. Hoşuma gitmişti. Dudaklarım kıvrıldı. "Güzel bir adın var," dedim elimi koltuğun arka başlığına yaslamışken.

Kafasını bana yaklaştırdı. Dudaklarımdaki ifade ona yansıdı. "Öyle mi?" Nefesim orta yolda tıkandı. Çok yakınımdaydı. Kıpırdayamadan ona baktım, gözümü bile kırpmıyordum.

Ortamın aurası onun tek haraketi ile değişmişti. Gözleri yüzümün her köşesindeydi. Ben ise hipnoz olmuş gibi beyaz gözlerine bakıyordum. Yutkundu. Haraketlenen dudaklarına bakışlarım kaydı.

"Biliyor musun, yanındayken zaman hızlı geçiyor." Kalbim ağırlaştı. Dediği şey... Özeldi. Ve benim içinde öyleydi.

Yalnızken zaman geçmezdi.

Gözlerimin içine bakıyordu ısrarla. Yutkundum. Bir şey söyleyemiyordum. Sesimi çıkarmadığım sırada o, elini yüzüme doğru uzattı. Neler olduğunu bilmiyordum ama nefesim kesilmişti.

Kirpiklerimin arasından hemen dibimde duran Sıran'a baktım. Elini yanağıma yaslamıştı. Sıcaklığını hissedince göz kapaklarım kısıldı.

O ise çok yakınımdaydı. Bir nefes uzağımda aynı benim gibi kısık gözlerle, bana bakıyordu. Hayır bana değil, dudaklarıma. Saniyeler sonra yüzünü daha çok yakınlaştırdığında anın verdiği heyecan ile karışık tuhaf hislerimle yavaşça gözlerimi kapattım.

Beklediğim şey olmadan bir ses duyunca gözlerim geri aralandı. Ne beklediğimi bilmiyordum.

Hayır biliyordun, seni öpecekti. 

Telefonum çalıyordu.

Anın büyüsü bozulmuştu. Gözlerimi kırpıştırdım. Hemen dibimde olan Sıran da telefonun ısrarla çalan sesiyle kaşlarını çattı. Derin derin yüzüme bakıp nefesini bıraktı, birazı yüzüme gelmişti. Elini bunu yapmak istemiyormuş gibi ağırca yüzümden ayırdı. Tenimi terk etmeden önce parmağını yanağıma sürtmüştü. Kafasını geriye çektiğinde benden uzaklaşmıştı. Yüzündeki ifade sertti. Elimle kafamın kenarını kaşıyıp gözlerimi ondan kaçırdım.

Ne yapacağımı şaşırmıştım. Israrla çalmaya devam eden telefonu görünce tekli koltuğun üstünde duran telefonu almak için ayağa kalktım. Hala kendime gelemediğimi biliyordum. Kesik nefeslerim arasından sırtımı Sıran'a çevirdiğim için memnundum. Elime aldığım gibi gözlerim aydınlık telefonun ekranına baktı. Ova arıyordu.

Omzumun üstünden Sıran'a baktım. Oda elini arkaya yaslamış beni süzüyordu. Çekici yüzünü memnuniyetsiz bir ifadeye sokmuştu. Bir şey söylemiyordu ama anlamıştım. Kafamı geri çevirdiğimde o görmediği için tebessüm ettim.

Artık daha fazla bekletmemek için ifademi düzeltip aramayı cevapladım. Açmadan gözüme saat takılmıştı. Çoktan gece yarısını geçmiş, neredeyse bire geliyordu. Bu saatte neden arama gereği duymuş olabilirdi ki?

Kulağıma götürdüğüm gibi karşıdan onun sesi geldi. "Uyumuş muydun, üzgünüm seni kontrol etmek istemiştim ama mesajlarıma dönmeyice aradım." Boğazımı temizledim. Uyumak faliyetinin yakınından geçmiyordum. Dediğinden sonra neden kontrol etmek istediğinin farkına vardım. "Birazdan uyuyayacağım," dedikten sonra ekledim. "Bir şey olursa arayacağımı biliyorsun Ova."

Telefonun arkasından sesi kesildi. Sonra nefes verme sesini duydum. "Haklısın, ben sadece... Önceki gibi olmayacağından emin olmaya çalışıyorum."

Elimi alnıma götürüp ovaladım. Onun üstünde böyle kötü etkiler bıraktığımı görmek beni üzüyordu. Omuzlarım düştü. "İyi olacağım. Yaşananların üstünden uzun zaman geçti." Geçmişti zaman gerçekten. Artık ilk zamanlardaki gibi hissetmiyordum.

Zaman ağırlaşır, anılar silikleşir.
Acın yerindedir ama alışkanlık olur.

Acı çekmeyi alışkanlık haline getirsin. İçinde olup biter, ağırlaşır seni tonlarca yükün altında eziliyormuş ama bir yandan ölmemiş, orada nefes alıyormuş gibi hissetmeni sağlardı.

"O zaman iyi geceler Lina, endişelendiğim için üzgünüm. Gün boyu belli etmemeye çalıştım ama halini sormadan edemedim."

Biliyordum, yine ona bir şekilde kendimi kapatmamdan endişe duyuyordu. Kendince önlemini bu şekilde alıyordu.

"Sorun değil anlıyorum, özür dilemene gerek yok. Sana da iyi geceler."

Arama sonlandığında telefonu kulağımdan indirdim. İçime bir nefes çekip üstüme çöken ağırlığı hafifletmeye çalıştım. Gözlerim yorgunluktan acıyınca onları ovaladım kısaca. Sırtımı döndürüp Sıran'a döndüm. Pür dikkat beni izliyordu. Biraz önceki ifadesi yerine şimdi başka duygular geçmişti.

Adımlarımı ona doğru yönelttim. Eski yerime oturduğumda artık beni daha yakından inceliyordu. Az önceki yakınlaşmamızdan sonra farklı hissediyordum. Ama bir yandan Ova'nın söyledikleri kafamda tekrar ediyordu.

"Yarın yine burada mı bekleyeceksin, bugün ki gibi?"

Göğsü inip kalkarken kaslı yapısı gözüme çarptı. Beyaz kazağı boğazındaki yarayı örtememişti. Belirgin şekilde bu açıdan izi görebiliyordum.

"Hangisini tercih ederdin?"

Ona baktım. "Neden bana soruyorsun?" Yüz ifademe baktıktan elini yavaşça bana uzatıp kısa süreliğine anlımın kenarındaki tutama dokundu. Saçlarıma dokunulması normalde çok hoşuma gitmezdi ama o bunu yaptığında öyle düşünmüyordum.

"Çünkü benim hareketlerim senin düşüncelerine göre şekilleniyor."

Oysa ensendeki geçmişin nefesi, bilinmeyenin ötesi.

Ova'nın morali neden bozuktu?
Lina'nın dövmesi ne olabilir?

Bir dahaki bölümde görüşmek üzere. 🌪

Продолжить чтение

Вам также понравится

108K 6.7K 29
Savcı ve asker hikayesidir aynı zamanda bir gerçek aile hikayesidir kitabıma bir şans verin lütfen
700K 43.2K 48
GERÇEK AİLE KURGUSU İlk kitabım olduğu için yazım yanlışları ve mantık hataları olabilir. *13.11.2023*
LAL Simay İpek

Чиклит

4.8M 263K 94
Benim ruhum delik delikti. Biri benim anahtarımı bulup açsa ve o ruhu çıkarsa , ruhumun üzerindeki yanık izlerinden , hayal kırıklığı izlerinden , ac...
112K 4.2K 34
Karışmış bebek klasiği. Zeynep gerçek ailesine alışabilecek mi? Zeynep ön yargıları kırabilecek mi? Zeynepin ailesi olabilecek mi? Hadi gelin hep ber...