Gül KOZASI

By 0Astrolojik

881K 53K 22.7K

"Demez mi anası, topallığına bakmadan benim kızıma göz koymuş diye? Der. Bu konuyu bir daha açma anne." *****... More

1.Bölüm
2.Bölüm
3.Bölüm
4.Bölüm
5.Bölüm
6.Bölüm
7. Bölüm
8. Bölüm
9. Bölüm
10. Bölüm
11. Bölüm
13. Bölüm
14. Bölüm
15. Bölüm
16. Bölüm
17. Bölüm
18. Bölüm
19. Bölüm
20. Bölüm
21. Bölüm
22. Bölüm
23. Bölüm
24. Bölüm
25. Bölüm
26. Bölüm
27. Bölüm
28. Bölüm
29. Bölüm
30. Bölüm
31. Bölüm
32. Bölüm
33. Bölüm
34. Bölüm
35. Bölüm
36. Bölüm
37. Bölüm
38. Bölüm
bölüm değil
39. Bölüm

12. Bölüm

19.3K 1.2K 199
By 0Astrolojik

Bu bölüm Ayşem'e ithafen paylaşılıyor  (öpüyorum seni böcük Aysece_)

Halam ile tartıştığımız günün üzerinden saatler, günler ve aylar geçti. Koskoca bir kışı İstanbul'un buhran yüklü omuzlarında, ruhumun kayıp diyarında sessiz bir arayışın bağrında geçirdim. Babama olan özlemin ruhumun ilmeklerini söküyor, her ilmeğin içinden ufak toz tanecikleri irislerimin içine doluyor ve canıma kastedercesine can yakıyordu.

Babasızlığımın acısını bana durmaksızın hissettiren halamdan işittiğim bedduanın ta kendisiydi. Ruhu cehennemin korlu ırmaklarında haşlanmaktan olsa gerek dilide halalığını yitirerek şeytani bir lezzette hareket etmeye başlamıştı iyiden iyiye.

Ama bugün sevgili halamdan ve İstanbul'un yük kokan bağrından canım memleketim Kastamonu'ya gidecektik İlber abi, annem, teyzem ve ben. İçimde yanan özlem hiç değilse atamın toprağına doya doya dokunduğunda hafifleyecekti.

"Gülseli," dedi İlber abi "Yolculukta benim uyumamam gerekiyor. Saçmalayabildiğin kadar saçmala olur mu? Annem uyumam der onuncu dakikada uyuklar."

"Çok mu çalıştın gece? İstersen biraz uyu öyle çıkalım abi."

"Şehrin içini geçelim sonra sen kullanırsın, bende uyurum biraz." Geniş omuzlarına tam oturan ve teninin tam aksini savunan beyaz tişört giymiş, kan çanağı olan gözleriyle elindeki dosyaları inceliyordu hiç yorulmamış gibi. Onu tanıdığımdan bu yana hep çok fazla çalışan, disiplinli ama tüm bunlara inat hoş sohbet sahibi, iyi espirili, olgun bir adamdı. Kazandığı paradan ziyade kazandığı itibarın gerçekliğinin hep daha hakiki olduğunu düşünen bir adamdı.

'Kalbimin inanmadığı hiçbir davayı beynim mantıklı bulsa bile kabul etmiyorum,' demişti. Bu sözü bile ona duyduğum saygıyı son derece arttırıyordu.

Annemin yolculuğu yürüyecekmişiz gibi hazırladığı piknik sepetini katiyyen elinden bırakmıyordu. Kız kardeşiyle uzun uzun sohbet ettikten sonra bize duyurmadan kendi aralarında yeniden yorumladıklarını biliyordum. Geçen onca aydaki tek tesellim annemin neşesinin babamdan sonra ilk kez gayet yerinde oluşuydu.

"Yeliz," dedi annem kız kardeşine. "Yol tutuyordu önceden seni, hala tutuyor mu?"

"İyi hatırlattın abla, eczaneye uğrasak fena olmaz. Buradan Kastamonu'ya gidene kadar pestilim çıkar."

Bu defa baba ocağına tek gitmiyor olmanın verdiği cesaret çok başkaydı. Geçen yıl tek gitmenin etkisiyle kaslarımın her biri kilitlenmiş, üzerine Sancak ile olan tartışmalar eklenince iliklerim zincirlenerek can vermişlerdi. Ruhumu ele geçiren tutsaklıktan firarı figan etmek için neleri feda etmezdim. Cennetin bana kapanan kıyılarından nasiplenmek hep uzaklara kilitli kalmış seviçlerin tohumlarıydı.

Topraklarım sevince susamıştı.

Topraklarım sevilmeye tutukluydu.

Uzun süren yolculuk boyunca aracı dönüşümlü olarak İlber abiyle kullanmış, uyuklamamak için sohbet ederek tüm yolu arka koltukta uyuklayan annelerimizle tüketmiştik. Kastamonu, canım memleketim. Mis gibi doğası, yemyeşil ağaçları, gökanayı süsleyen kırlangıçları, bahçesine çapa yapan köylüleri, koyunları koruyan Sivas kangalları, incecik bedeniyle bir tazı ve çokça köpeğin olduğu sürüyü zapteden çobanıyla her şey geçen yılı andırıyordu.

"Annemle teyzeme uyudunuz mu desek kesinlikle uyumadıklarını iddaa ederler degil mi?" dedim gülerek. Toprak yoldan çıkıpta kendi evimizin önüne geldiğimde.

"Dua et ki horlamıyorlar," dedi iki gamzesini göstererek. "Babam olsaydı 'Yeliz horlar, ben horlamam,' derdi."

"Bazen Avukat olduğuna inanmakta güçlük çekiyorum abi."

"Avukatların asık suratlı olduğunu nereden çıkardın sen?" Arabayı park ettikten sonra ikimizde emniyet kemerlerimizi söküp oturmaktan yorgun düşmüş bedenlerimizi aracın dışına attık. İstanbul'un karmaşa dolu olan kokusunun tek taneciğinin bile uğramadığı şu köy beni benden alıyordu. 

"Bilmem, hep ciddili kişiler avukat oluyor sanki."

"Ciddili," dedi İlber abi gülerek. Her gülüşmesinde yanaklarında beliren iki çukur ortaya çıkıyor yakışıklı olan yüzüne konuveriyordu. "Normalde pek ciddili değilimdir."

Arka koltuktan suratlarındaki yorgunlukla inen Yeliz teyzem ve annem bellerinin iki yanına ellerini koyup bir sağa bir sola eğilip büküldüler.

"Ay ne güzelmiş burası abla. Her yer yemyeşil."

"Güzeldir. Bir iki gün dinlenim gezdiririm köyü."

Arabanın bagajında olan yüklerimizi verandaya kadar İlber abiyle taşırken annem yan evde olan Feride teyzeden anahtarı almak için diğer bahçeye geçti. Annem elinde sallanan anahtarla verandanın merdivenlerini tırmanırken ruhu yalnızlığıyla gün yüzüne çıkıyordu. Solgun yüzünde biten kor olmuş yapayalnızlık elindeki anahtarla avuçlarıma döküldü.

"Sen aç Gülseli," dedi çıktığı merdivenin başına öksüzlüğüyle çökerken. En son babamın naşını kaldırırlarken o merdivenin başına çaresizce bükülerek sinir krizi geçirmekte olan bana mı babama mı yanacağını bilememişti. O günlere dair zihnimde kalan tek görüntü buydu, belkide değildi bilmiyorum. Üzerine sis çökmüş Bolu dağının eteklerine benziyordum. Bilmeyenin korktuğu, bilenen kolayca atlattığı bir virajdım o dönemlerde.

"Abla gel biz ayaklarımızı açalım biraz. İstanbul'dan buraya kadar darlandım. İlber ile Gülseli'de yiyecek bir şeyler hazırlarlar hem." Annemin suskun ağıdını duymuştu hepimizin kulakları, suskunluğuna çöreklenen sancı göz bebeklerini titretiyordu.

"İyi olur Yeliz. Benim girmeye pek cesaretim yok."

Annem ve teyzem verandanın merdivenlerinden indikten sonra elime düşen mahkumun ipleri parmaklarıma asılı kaldı. Her yıl aynı şeyleri baştan sararak yaşamanın verdiği bohem havayı soluyorduk nefes diye.

O akşam, hızlıca hazırladığımız şeyleri yedikten sonra annem ve benim için geçecek en zor gecenin koynuna teslim olduk. Ben kendi odama, annem ve teyzem aynı odaya, İlber abi benim odamın yan tarafında kalan odaya yerleşti. Uzun süre kapalı kalan evin havası bile iki fani yüzü görünce iki yüzlülük ederek gülmüştü.

Dizlerime binen sancıdan bir haber gözlerimi tüm acılarıma kapattım.

Canım memleketimin sabahı bile bir başka başlıyordu burada; tüneklere çıkmış horozların seslerine karışan köpek sesleri, çobanın önüne düşmüş bayıra giden kuzu sesleri tek kat cam penceremden odama doluyordu. Tabii bir de gece terlediğim için açtığım pencereden içeri sızan iki kara sinek vızıltısını unutmamak gerek.

"Odama izinsiz girdiğiniz yetmiyormuş gibi bir de burnuma niye konuyorsunuz acaba? Bırakında ferah ferah uyuyum ya."

"Gülseli," diye işittiğim ses elbette anneme aitti. "Hadi kalk kızım. Kahvaltıyı hazırlıyoruz."

"Ben hazırlayacaktım kahvaltıyı anne."

"Teyzen açlığa dayanamıyor. Altıdan beri ayakta."

"Geliyorum."

İki kara sinek cama yapışmış vaziyette karşı evi izleyerek güneşin tadını sürüyorlardı. Tenlerine vuran güneş mavili, yeşilli ve sarılı bir parıltı katıyordu simsiyah varoluşlarına.

Gündüzün tüm parlaklığı, gecenin tüm yıldız tozları kaderimden uzakta fakat hep gözlerimin önündeki varoluşların üzerindeydi.

Ayak bileklerimden bir karış yukarıda limon sarısı, ucunda yine kendi ellerimle işlediğim beyaz güllerin olduğu, fakir kol elbisemi giydim. Gülseli, evet adımı giydiğim her şeyin üzerinde görmeye alışık olduğum desenler, bana hayatı öğreten adamın bana verdiği en iyi miras. Onun verdiği her şey gibi kusursuz ve ince düşünülmüş.

Babam güldüğünde göz çevresindeki kaz ayakları kırışır, kafasını hafifçe yana yatırırdı. En güçlünün benim babam olduğunu savunduğum o adam şu an üzerinde bulunduğum toprağın altında olması hissi katlanabileceğim bir durum değildi sanırım.

Kanatlarım ruhumdan koparılıyor, mevsimler birbirine giriyordu onu düşünürken.

Zaman ve mekan kavramını yitiren benliğime saplanan paslı hançer gırtlağımı deşiyordu.

Ağaçların altında olan çardağa kahvaltılıkları bir güzel dizdiğimizde salaş beyaz gömleği, açık renk keten pantolonuyla suratında koskocaman gülümsemeyle iki gamzesini ortaya çıkararak merdivenlerden inen İlber abiye uzun uzun ıslık çaldım.

"Seni buradan kaçırırlar be yavrum. Bu ne güzellik."

Annem ve teyzemin arkaları dönük olduğundan farkedemedikleri görüntüye benim alaylı takılmam sonucu döndüler.

"Beni kaçırmaları için üç-dört herif gerek Güllü Bela."

Yeliz teyzem ikimizin konuşmalarına kikirderken annem yeğenine birbiri ardına nazar duaları okuyordu.

"Belki kaçıracak olan bir kız ne biliyorsun?"

"O daha zor ya Güllü Bela. Doksan kiloluk bir adama gücü yetmez."

"Kız seni bulsun ben ona yardım ederim. Eh boyum posumda malum. Yengenin seni kaçırmasına yardımcı olmak boynumun borcu."

"Ay, hadi inşaallah Gülseli," dedi teyzem. "Kız bunu bulsun ben gerekirse vinç ayarlarım İlber'i kaçırması için."

Suratıma oturttuğum şeytani bir gülüşle İlber abiye döndüm. "Görüyorsun ya Avukatcım benden kurtuluşun yok."

"O kadar mı asık suratlı çekilmez biriyim Gülseli?"

"Aşk olsun. Öyle değil tabii ki sadece bu güzel genlerden dünyaya bırakman gerekiyor diyorum." Çelik çaydanlıktan her birimize çay doldurup sandelyeye kuruldum.

"Senin genlerin neden dağılmıyor peki?" dedi tek gözünü kırparak. Çok olmasa bile bir şeyler sezinliyordu benimle ilgili ve ben kaymak tutmuş sütün içinde yerleşke kuran kepçeyi çekerek alışmaya çalıştığım düzenimden olmak istemiyordum.

Suratıma esir tuttuğum gülüş solmadan başımı başka tarafa çevirip olmadık bir konu atıverdim ortaya. Uzun uzun kahvaltı sofrasında oturarak kahkahalarımızla şenlendirdiğimiz zamanı doyasıya öldürdük.

"Teyze fideleri almaya gidelim istersen." Kahvaltı masasını topladığımız sırada buraya gelmeden önce plan yaptıkları gibi fideler için kasabaya gideceklerdi.

"Yorgun değilsen gidelim İlber. Yorgunsan sonra gideriz."

"Yok yok, yorgun değilim." Eline aldığı çaydanlığı peşim sıra getiren İlber abiye vuran rüzgar salaş duran gömleğini hareketlendirdikçe esmer teni ortaya çıkıyor, biçimli saçları esintiyle raksa duruyordu. Bu zamana dek tanıdığım istisnasız en kibar ve kibirsiz erkekti.

Annem, teyzem ve İlber abi fideler için evden ayrıldığı sıra bende mutfaktaki işleri hallettim, evin tozunu, kirini temizledim, verandayı yıkadım ve geçen yıl ekip ancak hiç tadamadığım fidelerimi ektiğim bahçeye geçtim. Ayağımdaki terlikleri bir kenara bırakarak çıplak ayaklarımla güneşlenmiş esmer toprakta adımladım. Attığım her adımla tenimi döven toprak tanecikleri derime yapıştı, attığım her yeni adımda biri düşerken biri geldi benimle.

Ağaçlara konmuş kuş seslerini dinlemek için irislerimin meşkuliyetini azaltarak kulaklarımı açtım evrene. Serçe sesleri ilişti önce kulağıma, ardından yaprak hışıtıları, kargaların sesleri cırtlak bir havayla çıkarken kendi etrafımda gözleri kapalı vaziyette usul usul iki adım attım ve tam o anda gürlemeye benzer bir sesle açtım gözlerimi.

"Senin ne işin var burada Allah'ın belası!?"

Aniden açılan irislerime dolan esmer teni, kısa saçları, kısacık sakalları, keten gömleği ve ilk zamanlar tanıdığımdan daha sinirli halde olan Sancak vardı. "Hangi cehennemin dibinden geldiysen geri git! Bak bugün buradan gideceksin!"

"Kırmızı görmüş boğa gibi ne hönkürüyorsun be manyak! Sen kim oluyorsunda kovuyorsun beni evimden, memleketimden?" Aramızda olan iki adımlık mesafenin birini hemencecik katlederek bir adım attı.

"Bana bak Çalı Süpürgesi, geçen sene buraları ekip gittin cehennemin dibine hepsi benim başıma kaldı. Hele şu toprağa tek çapa vur, tek bir tohum ek bak ben ne yapıyorum."

Geçen yıl olan tartışmaları yeni baştan yaşıyor olmak sinirlerimi alt üst ederken aramızdaki tek adımı kapatıp göz göze gelmemizi sağladım.

"Ne yapabileceksin dağ ayısı? Hadi toprağı ekmişim gibi davranda ne yapacağını beraber görelim."

Burnundan alıp verdiği soluk yüzünü ılık ılık döverken onun gözlerinde ilk kez bu kadar öfkeye rastgeliyordum. Geçen yıl bahçesine giren veletlere bile bu kadar sinirlenmeyen Sancak, tutmuş kendi bahçemi ekmemem konusunda bana nutuk atıyor, üstelik evimden kovuyordu.

"Damarıma damarıma basma Çalı Çırpısı!"

"Damar var mı sende Dağdan inme?"

Sancak'ın gözlerinde gördüğüm öfke geçen yıldan çok daha başka çok daha şiddetliydi. Beni kör kuyulara çekiyor bir yudum suya hasret bırakıyordu bakışlarındaki karanlık. Onu böylesi öfkelendiren şeyin ne olduğunu bilmemek zihnimin girdap dolu yollarının kararmasına ancak bulduğum tek aydınlığında onun sağlıksız olan ruh haline bağlıyordum.

"Bana bak," dedi zift karası gözlerini gözlerimin kuyularına hapsederken, "Elimde kalacaksın."

"Abi, ne yapıyorsun sen?" Sesin geldiği yöne baktığımda benimle aynı boylarda olan kızın hayretle bize yaklaştığını gördüm. Bir anımsama oluşmuştu zihniminde, sisli ama gerçek bir anımsama. "Kendinde misin abi? Niye bağırıyorsun kıza?"

Sancak'ın kolunu tuttuğu sırada, "Bana bak Çalı Süpürgesi, buraya tek bir fide ektiğini görecek olursam elimden kurtulamazsın," dedi aynı öfkeyle.

"Sen kim oluyorsun lavuk!" diye bahçeye elindeki fide tabletleriyle giren İlber abi elindekileri köşeye bırakıp yanımıza yaklaştı. "Kendi bahçemizi ekerken sana mı soracağız?"

Kız kardeşinin elinden kurtulan Sancak hiç aksama yaşamıyormuş gibi İlber abinin bulunduğu alana attı adımlarını. "Sen kimsin lan?"

"Kimsem kimim sanane!"

Çıplak ayaklarımla etrafa bakmadan İlber abinin yanına adımlarken Sancak'ın yanınada kız kardeşi gidiyordu. İki kurdun liderlik için çatışırken gözlerinden yayılan kıvılcım bu iki adamında gözlerinden yayılıyordu.

Bahçeye şok olmuş vaziyette ellerindeki poşetlerle giren annem ve teyzeme eşlik eden Feride teyze ve eşide şaşakalmış haldelerdi bu korkunç görüntüye.

Sancak'ın ve İlber abinin burunları birbirine değiyor, gözleri kıvılcım kusuyordu.

Sancak'ın kolunu çekiştiren kız kardeşini saran derin korku beni de aynı derecede sarmış nefesime şeytan sürüsü binmişti. Kolunu kız kardeşinden kurtarmak için silkeledi dehşetli bir hırsla. Ellerini İlber abiye atmak isterken İlber abi geri geri dengesiz vaziyette giden kızın kolunu çevik bir hareketle yakaladı, dengesini sağlayana dek gözlerini üzerinden çekmedi bir süre. Dengesi nihayet yerine gelen ve koskocaman gözleri olan kız teşekkür eder gibi başını iki kez salladı, korkuyla tutunduğu eli bırakırken. Tenleri birbirinden ayrılırken gözleri derin bir yakarışla yeniden çok ama kısa bir an birbirlerine dokundu.

İki vahşi kurdun burunları yine birbirlerine dokunurcasına dururken, "Sancak!" diye işittiğim sesle gözlerim etrafa dağıldı. Bu ses tıpkı babamın sesine benziyordu. Öyle bir sesti ki bu ilahi bir yakarışın ilk satırlarında canı alınmış zavallı bir mahkuma aitti. Kolunu tutmakta olduğum İlber abiyi bırakıp evimizin olduğu tarafa döndüm şiddetle. Anneme ve bana diktiği güller hafif rüzgarla eğilip bükükerek dans ediyor, verandada derin bir soğukluk, çardakta hiçlik ve babama dair hiçbir bulgunun olmamayışı beynimin bir oyunu gibi gelsede yeniden aynı sesi işittim.

"Çek ellerini Sancak!"

Sesin geldiği taraf ne gül ağaçlarının dibi, ne veranda ne çardaktı sesin geldiği yer Sancak'ı ve İlber abiyi birbirinden ayırmaya çalışan Feride teyzenin kocasıydı. Annem ve teyzemde kavga çıkmasın diye araya girdiklerinde Sancak'ın dikkati tamamen dağıldı ve kendine seslenen anneme çevirdi yüzünü.

"Sancak, ne oluyor oğlum?"

Elleri ancak o an İlber abinin yakasını bıraktı. Herkes bir nebze sakinleşebildiğinde bile az evvel işittiğim sesin ağırlığı yüreğimi darmadağınık bir odaya çeviriyordu.

"Ben," dedi Sancak gözlerini utanmışlıkla yere eğerken.

"Sen dağdan inme bir ayısın!" dedim gözlerine bakarak. "Bahçeme gelip beni bir daha tehdit edersen o çok sevdiğin çiçeklerin hepsini kökünden yolarım Dağ Ayısı."

Annem şaşkınlıkla, "Gülseli çok ayıp ediyorsun. Sen böyle kelimeler kullanmazsın," dedi. Elbette kullanmazdım bana karşı kibar olan kimseye ama Sancak bir şekilde öfkemin kurbanı olmamı sağlıyordu.

"Beni kendi evimden, bahçemden kovarsa Dağ Ayısıda derim, Dağdan inmede."

"Sancak," dedi bir kez daha babası. "Ne diyor Gülseli? Evinden mi kovdun?"

Koyu renkli irisleri bunca kişiyi görmenin verdiği şaşkınlıkla yahut tasvir edemediğim bir hayal kırıklığıyla bana bakan Sancak, "Doğru söylüyor, kovdum," dedi ve burun buruna durduğu İlber abiden uzaklaşarak kendi bahçesine geçti.


Hepinize musmutlu günler bal kızlar.

06.01.2021 tarihinde yayımlandı.

Bu korona niye bitmiyor ya?

Kulaklıkları takıp bisiklete binmeyi, kaykaya binmeyi çok ama çok özledim...

Continue Reading

You'll Also Like

3K 50 4
kavuşamayan gülşah ve şahin
1.5K 161 16
Lucifer odasından asla dışarı çıkmazken bir gün çıkmıştı. Ama hotel sessizdi, biraz yürüdü alastor'ı gördü ve onla konuştu. Charlie ve diğerleri dışa...
39K 3.5K 58
Arkadaşlar kitabı yazmaya ayırdığım özel bi zamanım olmadığı için vakit buldukça ara ara aceleyle eklemeler yaparak yazdığım. Biraz özensiz oldu yazı...
1.8K 267 13
Mardin'den Urfa'ya uzanan yaşanmış gerçek hayat öyküsü roni ve Ömer ,in evin ve beratin hikayesi birileri kurtulsun diye birileri feda ediliyor ro...