ATEŞPARE (+18)

By cerennmelek

45.2M 2.1M 6M

Korkmuyordum, ne karanlıktan, ne gürleyen gök gürültüsünden, ne de bana zarar verebilecek bir insandan. Çünk... More

ATEŞPARE
1.Bölüm: V
2.Bölüm: KAOS
3.Bölüm: O PİTİ PİTİ
4.Bölüm: KANLI YÜZLER
5.Bölüm: ATEŞ PARÇASI
6.Bölüm: SOĞUK SAVAŞ
7.Bölüm: ŞEKİL DEĞİŞTİREN
8.Bölüm: KAYBEDİŞ
9.Bölüm: ESARET
10.Bölüm: KABULLENİŞ
11.Bölüm: TUTKULAR VE SAVAŞLAR
12.Bölüm: SAHTEKAR CİNAYETLER
13.Bölüm: MELEK YÜZLÜ ŞEYTAN
15.Bölüm: OYUNBAZ UYKULAR
16.Bölüm: KURT MU KUZU MU
17.Bölüm: VEDALAR VE BAŞLANGIÇLAR
18.Bölüm: TANRININ CİLVESİ
19.Bölüm: YANGINDAN TAŞAN ATEŞ PARÇASI
20.Bölüm: KURTLAR SOFRASI
21.Bölüm: HİLEKAR DOKUNUŞLAR
22.Bölüm: KANLI PİYON
23.Bölüm: KANIŞLAR VE KAZANIŞLAR
24.Bölüm: SAHTE SEVGİLİLER
25.Bölüm: ALANGUVALARIN MUCİZELERİ
26.Bölüm: KÜÇÜK KIYAMET
27.Bölüm: ŞEHVETİN TEHDİTKAR CAZİBESİ
28.Bölüm: GEÇMİŞİN ESİNTİSİ
29.Bölüm: KIVILCIM
30.Bölüm: PERDELENEN KUŞKULAR
31.Bölüm: TEHLİKELİ SULAR
32.Bölüm: ATEŞ ÇIKMAZI
33.Bölüm: BÜYÜK PATLAMA
34.Bölüm: AZRAİL'İN PENÇESİ
35.Bölüm: YER ALTI
36.Bölüm: DOLAMBAÇLI HAYATLAR VE ÇARPIK OYUNLAR
37.Bölüm: KANLI MAKAS
38.Bölüm: SAHİPSİZ KİMLİKLER
39.Bölüm: MELEKLER VE ŞEYTANLAR
40.Bölüm: CANAVAR
41.Bölüm: MADALYONUN İKİ YÜZÜ
42.Bölüm: AŞKLAR VE ZAAFLAR
ÖZEL BÖLÜM
43.Bölüm: YALAN SANATI
44.Bölüm: DOMİNO TAŞLARI
45.Bölüm: TUTUKLU ZİHİNLER ZİNDANI
46.Bölüm: ACI KAN
47.BÖLÜM: LANETLİ MASKELER
48.Bölüm: VAHŞETİN ÇAĞRISI
49.Bölüm: AŞKA YENİLİŞ
50.Bölüm: GEÇMİŞİN KANLI SAHNELERİ
51.Bölüm: YANGINA DÜŞMÜŞ ATEŞ PARÇASI
52.Bölüm: ÜÇÜNCÜ İHTİMAL
53.Bölüm: İNSAN AVI
54.Bölüm: KOBRA'NIN ZEHRİ
55.Bölüm: ATEŞ HATTI
56.Bölüm: KAPANMAYAN DAVALAR
57.Bölüm: SANAT ESERİ
58.Bölüm: KATİL AVCISI
59.Bölüm: ALEV BEDENLERDEN KÜL RUHLARA
60. Bölüm: KAYBEDİLMİŞ ZAFER
61.Bölüm: RESİM HIRSIZI
62.Bölüm: HEZARPARE
ÖZEL BÖLÜM: ATEŞ ALANGUVA
63.Bölüm: İNTİKAM TİMİ
64.Bölüm: KIRIK YOK OLUŞLAR
65.Bölüm: İKİNCİ PERDE
66.Bölüm: CANAVARIN ÖTESİNDE
67.Bölüm: KÖTÜLÜĞÜN TOHUMU
68.Bölüm: GÜÇLÜ ADIMLAR VE KURNAZ SAVAŞLAR
69.Bölüm: GÜNAHKARLARIN SON GÜNAHLARI
ALINTI VE DUYURU
70.Bölüm: PANZEHİR
71.Bölüm: İSYAN
72.Bölüm: EN GÜZEL ZARAR
ÖZEL BÖLÜM: PUSAT
ÖZEL BÖLÜM: AYLİN
73.Bölüm: EFSANELER UNUTULMAZ
74.Bölüm: CANAVARI ANLAMAK VE ADALETİ ARAMAK
75.Bölüm: EN ZOR SAVAŞ
ÖZEL BÖLÜM: PUSAT
76.Bölüm: YIKIM VE KIYIM
ÖZEL BÖLÜM: PUSAT&BAHAR

14.Bölüm: KARANLIK SIRLAR

563K 33.2K 73.1K
By cerennmelek

Bol bol yorum yapmayı ve beğenmeyi unutmayın lütfen! Keyifli okumalar...

YNDI HALDA - DASH AND BLAST


14.BÖLÜM: KARANLIK SIRLAR

Dudaklarımız aynı başladığı gibi sertçe ve hızlıca ayrılmıştı. Ancak Ateş'in hala hızla çarpan göğsü, benim hızla çarpan göğsüme vuruyordu. En heyecanlı cinayetimde bile böyle hızlanmayan kalbimi, anın ateşine veriyordum.

Pusat'sa hayatının en büyük şokunu yaşıyormuş gibi bakıyordu bize.

Ateş'in saçlarında gezinen elim yavaşça düştü. Aynı şekilde Ateş, yüzümdeki ve belimdeki ellerini çekti.

"Neden odaya dalıyorsun?" Ateş'in kaşları çatık, gözlerinden alevler çıkıyordu. Kırmızı rujum dudaklarına bulaşmıştı.

Çok haklısın Ateş, neden odaya dalıyorsun Pusat?

"Siz ne yaptığınızı sanıyorsunuz?" Diye soru Pusat. Ellerini de beline koymuştu. Şuan tam olarak kocasını yatakta basmış üç çocuklu bir kadın gibi duruyordu.

"Öpüşüyorduk, gelmeseydin." Dedim, elim dudağıma gitti ve yayılan ruju sildim.

"Ne demek öpüşüyorduk! Kendinize gelin." İri iri açtığı gözleriyle öfke saçıyordu.

"E dedim ben sana. Neden abartıyorsun?" Diyerek omuz silktim.

"Ateş ne diyor bu kadın?" Artık dayanamayarak güldüm.

Ateş bana kısa bir bakış attı, ardından o da güldü ve Pusat'a döndü. "Kafayı mı yedin Pusat? Ne arıyorsun hem bu saatte?"

"Yemekten hızlıca çıktın! Geldin oteli birbirine kattın. Sancak'ı dövmüşsün lan. Sancak! Başka biri değil. Sonra geliyorum bakıyorum..." Sustu, gözlerini kısarak bana baktı.

"Sancak bu dayağı çok önceden hak ediyordu."

"Böyle devam et! Kim sinirini bozsa ya öldürüyorsun ya öldürmekten beter ediyorsun. Yakında Cebonaya'da kimse kalmayacak senin tarafında."

"Onların taraflarını sikerim, umurumda değil." Pusat uzun uzun Ateş'e baktı. Ardından elini havaya kaldırıp söylendi.

"Önce git Allah aşkına şu dudağında ki ruju sil. Ciddiye alamıyorum seni." Ateş'in eli dudaklarına gitti, sildi ve eline gelen kırmızı ruja baktı.

Koltuğa oturdum, bu koltuk bu kadar rahat mıydı önceden de? Bacaklarımı orta sehpaya uzattım. Ateş içeri geçti. Pusat hala bana kötü kötü bakıyordu.

Gülerek kafamı geriye attım. "Odana gidip ağlayacakmış gibi bakıyorsun."

"Bunu neden yaptınız ya?" Dedi yine şok içinde. "Siz ne ara bu kadar samimi oldunuz?"

Omuz silktim. "Çok ani gelişti, gelmeseydin kesin sevişirdik. Hem ben sana söylemiştim, neden şaşırıyorsun?"

"İnanmıyorum size ya, sen daha düne kadar bu adamı öldürmeye çalışıyordun."

Hayatı bu kadar ciddiye alma Pusat. "Evlenecek değiliz ya alt tarafı sevişecektik. Ne abarttın! Hadi git artık."

"Ben gidince devam mı edeceksiniz? Gitmiyorum." Geldi karşıma oturdu. "Şunlara bak sen ya." Kendi kendinde konuşuyordu.

Orta sehpan bir sigara yakıp, arkama yaslandım. Pusat'ın bakışları yüzümde gezindi, ardından yine söylenmeye devam etti. "Yüzünde kan var. Fantezi mi yapıyorsunuz amına koyayım ya! Gerçi iki psikopattan ne beklenir."

"Sen hep böyle mi yapacaksın?" Dedim sigaramdan derin bir nefes çekmeden hemen önce.

"Ne?"

"Sana dedim ben, patronunu parmağımda oynatıyorum diye. Hiçbir söylediğime inanmıyorsun ki. Git artık."

"Ben gideyim de siz devam edin. Yok canım."

Yüzümde kuruyan kanı hissediyordum. "Islak mendil versene." Masanın üstünde duran kuru mendili uzattı. Sigarayı dudaklarımın arasında bıraktım. Ona ters ters bakıp mendili aldım ve masada duran viski şişesini dökerek ıslattım. Yüzüme bulaşan kanı sildim.

Pusat bana tiksinerek bakıyordu. "Midesiz."

Çok geçmeden Ateş, elindeki kandan ve dudaklarındaki rujdan arınmış bir şekilde geri geldi. Üstünü de değiştirmiş, rahat şeyler giyinmişti. Yanıma oturdu, sigara yaktı ve benim gibi bacaklarını orta sehpaya uzattı.

"Pusat, şöyle bakmayı kes. Siktir git." Pusat cık cıklayarak ayağa kalktı. "Kartını da bırak." Sadece üçümüzde olan dairenin kartından bahsediyordu.

Pusat kartı sehpanın üstüne attı ve çıktı daireden. Gerçekten alınmıştı.

"Bu kadar kaba olmak zorunda değilsin, aldatıldığını hazmetmeye çalışıyor." Dedim biten sigaramı söndürüp, koltuğa daha çok gömülerek.

Ateş siyah tişörtünün altından şişen kaslarıyla güldü. Kocaman bir gamzesi vardı, sağ yanağında. Başımı koltuğa yasladım. Üstümde bir yorgunluk vardı, şuan birini öldürecek halim bile yoktu.

Sigarasından derin bir nefes çekerken başını bana doğru çevirmişti. "Hiç uyumuyorsun."

"Sende." Ateş Alanguva'da benim gibi uyku problemleri çekiyordu.

"Ben en azından üç dört saat uyuyorum ve bu bana yetiyor. Sense ya bir iki saat ya da hiç." Bu yeni yapılan bir gözlem değildi. Haftalarca kaldığım o hücrede ki kameradan seyretmişti.

Kabuslar peşimi bırakmıyordu ve onlardan kaçmak için uyanık olmam gerekiyordu. O kadar alışmıştı ki beynim kabuslardan kaçmaya, artık rahat bir uykuyu kabullenmiyordu.

"Dün gece bir saat bile uyumadın." Dedi sigarasını söndürerek. "Böyle nasıl yaşıyorsun?"

"Şeytanım ya ben ondandır." O da benim gibi başını koltuğa yasladı. Kollarını göğsünün altında birleştirdi.

Vücudumdaki mayışma giderek artıyordu. Gözlerimi yumdum, burada biraz kestirebilirdim. Alanguva'nın tanıdık kokusu ciğerlerime dolarken, bu kokunun beni rahatsız etmesi gerektiğini düşündüm. Sonuçta o öldürmeye çalıştığım biriydi ama öyle olmadı. Hatta rahatsız etmek bir yana dursun, beni yavaşça kendisine çekti.





***

Vücudumda ağrı vardı, gözlerim zorlukla açıldı. Başımın üstünde bir ağırlık, kafamı koyduğum yerde yoğun ve o tanıdık koku vardı.

Başım, Alanguva'nın omzundaydı ve onun da başı saçlarım arasına düşmüştü. Üstümde koca bir battaniye vardı.

Güneş doğmuştu. Kaç saattir uyuyordum?

Endişeyle doğruldum ve kafamı çekmemle Alanguva'nın başı boşluğa düştü. Homurdanarak gözlerini açtı, uyku sersemliğiyle.

Duvarda asılı koca saate takıldı gözlerim. Ayağa fırladım. Saat öğlene geliyordu, on birdi. Ve bu on saattir uyuduğumu gösteriyordu. Hayır, şaka olmalıydı.

En son ne zaman dört saatten fazla uyuduğumu hatırlamıyordum. Biri kesin içkime bir şey katmıştı, yoksa bu mümkün değildi.

"Neden deli dana gibi dönüp duruyorsun?" Diye sordu Ateş, uykulu sesiyle. Gözleri hala tam açılmamıştı. Az önce benim saçlarım arasında olan başını koltuğa yaslamış, battaniyeyi üstüne çekmişti. Kısık gözlerinin ardından bana bakıyordu.

Hayatımda sadece ablamla uyumuştum, çocukken.

Ve şimdi Ateş Alanguva'nı omzunda, bir tane bile kabus görmeden mışıl mışıl uyumuştum.

"Neden burada uyudun?" Dedim kendime engel olamayarak.

"İçim geçmiş öyle." Oturduğu yerde gerindi. Paşamız da uykusunu çok iyi almış gibiydi. O da saate baktı, bir an şaşırdı ama ifadesi hemen kayboldu. "Sanırım omzum, hayatındaki tüm uyku problemlerini çözmüş." Sesinde alay vardı.

"Siktir git başımdan." Odama geçtim, üstümü çıkarttım ve banyoya girdim.

Sürekli hastalıklı görünen tenime renk gelmişti. Gözlerim parlıyordu ve iyi görünüyordum. Uyumak çok iyi gelmişti. Ama neden? Nasıl o kadar uyuyabilmiştim?

Uzunca bir duş alıp bornoz giyindim üstüme. Vücudumu yatağa bıraktım. Saatlerce koltukta oturur vaziyette yattığım için tüm vücudumda bir ağrı vardı. Ama iyi hissediyordum, gözlerim acımıyor ve başım ağrımıyordu.

Alanguva kesin içkime bir şey katmıştı. Ya da özel güçleri vardı. Gerçi beyefendi ölülerle konuştuğunu iddia ediyordu, şaşırmamak gerekirdi.

Kapı tıklandı ve Alanguva içeri girdi. Benim gibi miskinlik yapmak yerine, duşunu almış ve üstünü giyinmişti. "Kahvaltını yap ve hazırlan. Birazdan çıkacağız."

Kollarımı açarak gerindim yatakta. "Ben bu oteli çok sevdim, acelemiz mi var?"

"Evet, seni sorularının cevabına götüreceğim."

"Şuan aklımdaki tek sorun abin."

"Kıskanıyorum ama." Dedi göz kırparak. Bu adamla çok benziyorduk ve bu tat kaçırıcıydı. Yataktan çıktım, Ateş hala kapıda dikiliyordu.

Elim bornozun kuşağına gitti. "İzlemek istiyorsun sanırım?"

"Benim önünde soyunamayacağını biliyorum." Beni gaza getirmeye çalışıyordu, önünde soyunmam için.

Güldüm. "Siktir git Ateş." Masum bir ifade takındı yüzüne ve kapıyı odadan çıktı.

Yine kaç saat uçak yolculuğu yapacağımızı bilmediğim için rahat bir şeyler giyindim. Odadan çıkıp, salona geçtim. Bu sefer kahvaltıyı odaya kurdurtmuştu.

Ateş ortalarda görünmüyor, Pusat'sa tabağını dolduruyordu. Kahve doldurup, karşısına oturdum. Bana baktı önüne döndü ve ardından yine baktı.

"Senin yüzüne neden renk gelmiş böyle? Makyaja da benzemiyor. Ateş'te bir keyifli gibime geldi. Hayırdır?" Demek artık Shrek olmaktan sıkılmış ve Sherlock'culuğa soyunmuştu.

Diyemedim ki patronunla omuz omuza, ömrümde hiç uyumadığım kadar huzurlu uyudum. Onun yerine. "Tabi, gece otelde deprem oldu. Hissetmedin mi?" Dedim ağzımı doldurmadan hemen önce. O sırada Ateş'te salona girmişti.

"Ne depremi?" Dedi önce saf saf. Ardından bir dakika durdu ve düşündü. Anladığındaysa yüzünü buruşturarak, kafasını iki yana salladı.

"Amcam çıkmış mı?" Diye sordu Ateş. Tabletini eline almış, çatık kaşlarıyla bir şeyler yapıyordu.

"Çıkmış, kalmamış zaten."

"Uçak hazır mı?"

"Hazır da, tüm gözler üstündeyken adaya gitmek ne kadar mantıklı?" Ne vardı şu adada bir de ben öğrenebilseydim.

"Ada benim değil mi? İstediğim zaman giderim." Kaç tane adan var Alanguva? Ya da bu ada aşkı nereden geliyor? Bu sefer bahsettikleri ada, İstanbul'da ki gibi sadece yaşadığı ve boş bir ada değildi. Her ne bok yiyorsa işinin kalbi o adaydı.

"Şahin, bir şeyler planlıyor yine." Pusat konuşuyordu ancak Ateş geçiştiriyordu.

"Şuan o şerefsizden daha büyük problemlerimiz var."

"Sancak sana çok fena bilenmiş. Gece oteli terk etmiş, önüne kim gelse 'Ateş yaptığının bedelini ödeyecek.' Diye sayıklıyormuş." Ateş kendisine kahve doldurdu ve koltuğa oturarak bir de sigara yaktı.

"He bir de Didem gece olay çıkardı. Vural abi sinirlenmiş baya, seninle konuşmak istiyor." Vural ismini davette duymuştum. Didem'in sürekli yanında olduğu adamdı, babasıydı.

"Ne olayı çıkardı?"

"İçip içip kapıya dayandı gecenin bir vakti. Ben toparladım, duymadınız mı?"En ufak sese uyandırdım ben! Ateş düşünceli bir şekilde kafasını iki yana salladı."Artık o sıra neyle meşgulseniz! Duyamamışsınız." Dedi atarlı atarlı. İnanması güç ama uyumakla meşguldük Pusat. Başka şeylerle meşgul olsak emin ol bana da daha inandırıcı gelirdi.

Ateş başını ağır ağır salladı ama Pusat'ın durmaya niyeti yok gibiydi. "Bir de şu ihale va-"

"Bir gece uyuyalım dedik olmayan şey kalmamış amına koyayım ya. Her şeyi bana haber verme, zaten kafam meşgul yeterince."

"Ateş, başındaki belalar her geçen gün büyüyor. Bu kadar rahat olmamalısın."

"Ağlayayım mı yani?" Ateş'i çok kısa bir an ağlarken hayal ettim.

"Sancak'ı neden dövdün?" Merakla bakıyordu Ateş'e. Ateş'in gözleri benimle çakıştı ve geri Pusat'a döndü. Ateş cevap vermedikçe, Pusat çıldırıyordu. Kahvaltısını bıraktı ve ayağa kalktı. "Neden dövdün adamı?"

"Papağan gibisin, siktin sabah sabah beynimi."

"Sen sabahın beşinde uyanan adamsın ne sabahı!" Ateş önüne dönüp sigarasını içmeye devam ettiğinde Pusat küfür ederek daireden çıktı.

Kahvaltıma devam ettim, karnımı iyice doyurduktan sonra Ateş'in karşısındaki koltuğa oturup sigara yaktım.

"Cevap versene, neden dövdün?" Elindeki tableti kapattı.

"O piçin amacını biliyorum çünkü. Senden hoşlandığı için odasına götürmedi, benim yanımdaki kadın olduğun için götürdü."

Kibirli şekilde kafamı iki yana salladım. "Benden herkes hoşlanır."

"Evet, iyi bir oyuncu olduğun için sahte yüzlerinle milleti kandırabilirsin." Hangi yüzüm sahte? Biliyor musun gerçekten Alanguva? Ben bile bilmiyorum da.

Kayboldum o yüzlerin içinde.

"Pusat'ın oda kartını öpüşmeye devam edeceğimiz için almadın. Neden aldın?"

"Yanımda bir kadınla yaşadığımı unutuyor ve birden dalıyor içeri. Ve yanımda yaşayan kadın da çıplak gezmeyi çok seven, edepsiz bir kadın olduğu için almam gerekti."

"Sen daha edepsizliğimi görmedin." Dedim göz kırparak.

"Görmek için sabırsızlanıyorum." Dedi yerinden kalkmadan hemen önce. O odasına geri dönerken bende kalabalık şehrin, renkli manzarasını seyrettim.








***

Alanguva'nın büyük uçağı Atlas Okyanusu üzerinde süzülüyordu. Gideceğimiz yerin ada olduğunu biliyordum sadece. Ve o adanın beni çoğu sorunun cevabına götüreceğini biliyordum. Şunu da biliyordum ki her cevap, daha fazla soru doğurur.

Saatlerdir oturmaktan sıkılmıştım. Pusat, bize küsmüş gibiydi. En uzak köşeye sinmiş, telefonundan oyun oynuyordu.

"Ferda'yla konuştun mu?" Diye sordu Ateş.

"Konuştum, sabah yine nasıl bir belaya bulaştığını anlatacaktım sana ama papağan gibiymişim ya!" Dedi Pusat, kafasını oyunundan kaldırmadan.

"Kaza mı yapmış yine?"

"Evet, tabi sende yoksun ya aklı sıra üstünü örtecek. Sanki haberimiz olmadan nefes alabiliyor da, neyin cesaretiyse."

"Ehliyetine de el koydum, illa başında mı durmam gerek." Diye söylendi Ateş. Demek sende kardeşinden çekiyorsun Alangua.

"Hayır bir de milyon dolarlık arabaları pelte çıkartıyor, içim gidiyor." Bu hayatta Ferda Alanguva olmak varmış.

"Güvenliği arttırdın mı?"

"New York'a gelmeden halletmiştim o işi ama senin başını şişirmeyeyim şimdi." Ateş, gözlerini kısarak Pusat'a baktı. 

"Ben senin sevgilin miyim amına koyayım! Bana niye trip atıyorsun?"

Pusat cevap vermedi. Ateş söylenerek yerinden kalktı ve yatak odasına geçti. O gittiğinde Pusat oyunu bıraktı ve kollarını küskün bir çocuk gibi göğsünde birleştirdi.

Ayağa kalktım, elimi Pusat'ın omzuna koydum.

"Sen Ateş'le kafayı yemişsin, biraz rahatlasana. Sürekli çatık kaş, dik duruş. Bir sevişte rahatla, gel sana kız ayarlayalım. Sizin adada var mı şöyle güzel bikinili, tropikal kızlar?" Belki birini bulursa, Bahar ismini duyduğunda gözleri parlamazdı artık.

"Şimdi de pezevenkliğe mi başladın?" Diye sordu dehşet içinde.

"Bende her olay var, sana ne lazım?" Sabır dileyerek başını havaya kaldırdı. Omzuna iki kez vurup, uçağın içinde üç tur attım.

"Daha çok yolumuz var mı?" Pusat saatine baktı.

"Var daha."

"Kaç saat?"

"Çok saat."

"Koordinatları ne bu adanın?" Bilmem dercesine alt dudağını sarkıttı. Yerime oturup, bir kadeh viski içtim. Ardından yine yerimde duramayarak kalktım.

"Başımı döndürdün, kurt mu var kıçında?"

"Ateş'in yanına gidiyorum. Bu sefer de uçak düşüreceğiz." Pis pis sırıttım ve Ateş'in odasına kapıyı çalmadan girdim.

Alanguva, yatağa yatmış ve kollarını da başına almıştı. Sanırım bu kadar derin varoluşu sorguluyordu. Kapıyı ardımdan kapattım. Ateş'in gözleri beni buldu.

"Pusat hiçbir soruma cevap vermiyor, hostes çok sessiz ve pilotun yanına girmeme de izin yok."

"İzini takıyorsun yani."

"Yok, ondan değil de şimdi giderim cazibemle pilotun aklını başından alırım. Sonra bir de düşen uçağı kurtarmaya çalış. Hiç gerek yok." Uçuştan önce pilot Ateş'in yanına uğramıştı, ben adamla flört edince de Ateş sinirlenmiş ve adama sert çıkmıştı.

Yatağa oturdum, bağdaş kurdum. "Sancak, abinin cesedini gördüğünü söyledi."

"Gördü çünkü."

"Ama abin ölmedi."

"Öldü." Derin bir of çektim. "Ablan hapisten çıkınca ne yapacaktın? V olmaya devam mı edecektin?"

"Hayır, emekliye ayrılacaktım."

"Hiç inandırıcı değil. Sen öldürmekten zevk alan bir insansın. Bu bir maddeye bağımlılık gibi, kana ihtiyaç duyacaksın." Sert çehresindeki sarı gözleri kısılmıştı. "Kendini böyle mi kandırdın? Ablam çıkınca bırakacağım diye mi?"

"Seni ilgilendirmez Alanguva."

"Sen vahşeti seviyorsun." Ablamı daha çok seviyorum. "Ne kadar uzak durursan dur, günün birinde yine ellerini kanlı bulacaksın. Ne kadar kaçarsan kaç başlangıç noktası, bitiş noktandır." Hayata başlangıcım bir cinayetle olmuştu.

Annemi öldürerek hayata gelmiştim ben. Ben sadece öldürmeyi biliyordum.

Alanguva gözlerini yumdu. Kolunu cimcikledim sertçe. Gözleri hızla açıldı. "Hani üç dört saat uyumak sana yetiyordu? Tüm gece uyumadın mı?"Alanguva üst bacağımı cimcikledi. Hayretle eline vurdum. "Çok haklısın, birini öldürmeden duramıyorum. E malum bir aydan fazladır elim kana da bulanmadı. Hazır senin gibi uyuz herifle tekken, bitirsem mi işini?"

Yastıkla mı boğsaydım? Yok güçlüydü, kurtulurdu.

Kesici bir alet aradı gözlerim odada ama o da yoktu.

Alanguva'nın yanında taşıdığı silahta yoktu görünürde.

"Beni öldürme planı mı yapıyorsun sen?" Gözlerimi devirdim. "En zevkli cinayetin hangisiydi?" Hayatımda duyduğum en saçma soru olabilirdi. "En beğendiğim cinayetin, şu gözlerini oyduğun herif vardı ya. Tüm etini asitle eritip sadece yüzünü bıraktığın!"

"Sen benden de delisin Ateş Alanguva."

"Otopsi raporlarını inceledim, her cinayetin mükemmel. Ve sadece büyük şerefsizlere, sapıklara bu kadar acı çektiriyorsun. Çocuklar ve kadınlar ince çizgin, eğer kurbanın bir çocuğa ya da kadına zarar vermişse vah haline. Onun dışında kaçakçıları, yolsuzluk yapanları, uyuşturucu satanları daha normal öldürüyorsun. En azından işkence etmiyorsun. Bugüne kadar hiç masum birini öldürdüğünü düşünmüyorum." Öldürdüm, annemi.

"Bana beni anlatma."

"Sana seni gördüğümü anlatıyorum ve bu seni rahatsız ediyor."

"Anca kafa ütülüyorsun Alanguva." Sırtımı arkaya yasladım. "Seksi hostesine söyle de yemek getirsin artık."

"Çok yiyorsun."

"Lokmalarımı mı sayıyorsun? Pis cimri." Hem el koyuyordu hem de yediğim yemeğe laf atıyordu.

"Yani o kadar yiyorsun, kasların yağa dönüşmüyor ona şaşırıyorum." Sürekli spor yaptığım için ki genelde protein ağırlıklı beslenirdim. Alçak Alanguva dengemi bozduğu için şu sıralar ne bulsam yiyordum.

Ayağa kalktı, kapıyı açtı. Ben istifimi bozmayınca omzunun üstünden baktı bana. "Gel, acıkmadın mı?"

"Yemeğin de senin olsun uçağın da." Bana sen iflah olmazsın der gibi baktı ve odadan çıktı. Bağdaş yaptığım bacaklarımı çözdüm ve uzandım.

Bahar'ın sesini duymak istiyordum. Ablamın kokusunu solumak istiyordum. Ancak onlarla olmak yerine bir delinin uçağında ölü abisiyle ilgili gerçeği öğrenmeye gidiyordum.

Gergindim. Hayatımda ipleri elimden kaçırdığım çok nadir anlar vardı ve Alanguva o anların en büyüğüydü.





***

Alanguva'nın adası hayallerin çok ötesinde bir mimari harikasıydı. Ucu bucağı olmayan kocaman bir yerdi. Ve adada çok fazla yapı vardı. Uçakla üstünden süzülürken inceleme fırsatım olmuştu.

Orman ve okyanusun bütün olduğu adada son teknolojiyle dizayn edilmiş binalar vardı. Gördüğüm her şey, Ateş'i biraz daha tanımamı sağlıyordu. Kendine burada bir koloni kurmuştu.

Uçaktan indiğimiz gibi Alanguva'nın teknoloji harikası evine gelmiştik. Okyanusa sıfır olan evi, insana sanki okyanusun içinde yaşıyormuş hissi veriyordu. Eve girer girmez bizi ilk karşılayan şey temizlik robotu olmuştu.

Yerde geziyor ve etrafın tozunu alıyordu. Evin her yerindeki koca ekranlar, daha görecek çok şeyim olduğunu hissettiriyordu.

"Krallık kurup kendini de Kral mı ilan ettin?" Dedim evi izinsizce gezerken.

"Ne arıyorsun?"

"Abini."

"Neden almak istemiyorsun bilmiyorum ama o ölü." Ona sen aptalsın der gibi baktım, oysa sadece üstündeki ceketi çıkarttı beni takmadan.

"Beni buraya getirme amacın gerçekleri göstermek değil mi? Neden oyalanıyorsun?"

"Pat diye karşına çıkarabileceğim bir şey değil çünkü, alışmalısın." Sabırlı ol Aşkın, sabırlı ol V.

Evi gezme işini bıraktım ve mutfağa geçtim. Kahve yapacaktım ama kahve makinesi yoktu. Ona benzer bir şey vardı, önünde durdum incelemek için.

"Merhaba Ateş Bey, bugün kahvenizi nasıl alırsınız?" Bunu bir insan sormamıştı, robot kahve sormuştu!

"Ateş değil, Aşkın." Dedim söylenerek. Bir robotla kavga etmediğin kalmıştı Aşkın.

"Hoş geldiniz, kahvenizi nasıl alırsınız?"

"Şekersiz, sütsüz." Dedim ve makineden sesler geldi. Çok geçmeden siyah bir kupada kahve çıktı makinenin içinden.

"Afiyet olsun." Bu teknolojik aletler sinir bozucuydu. Üstünden duman çıkan kahveden bir yudum aldım, lezzetliydi.

Kahveyle salona geçtim. Okyanusa bakan koltuğa oturdum. Ateş ortalıkta görünmüyordu, Pusat salona girdi. Üstünü değiştirmiş, ıslak saçlarıyla karşımdaki koltuğa oturdu.

"Evdeki her şeyin konuşması sinir bozucu."

"Ateş işte, antin kuntin işlerle uğraşıyor canı sıkıldıkça."

"Birazdan oturduğum koltuk dile gelse, şaşırmam." Telefonumu elime aldım. Bahar ses atmıştı. Hatta bu ses, dün atılmıştı. Gönderdiği kaydı açtım.

"Aşkıın." Dedi cıvıl cıvıl. "Nasılsın? Seni çok özledim." Pusat, Bahar'ın sesini duymasıyla başını bana çevirdi. İlgile kırpıştırdı gözlerini. "Bugün Ateş Bey'in doktoru geldi, ameliyat için tarih aldık. İhtiyar çok şaşkın ama çok mutlular hepsi. Ablan da üzgün biraz, hiçbir şey yemiyor. Seni özlüyor o da sanırım. Ne zaman geleceksin?"

Sesle cevap verecektim ki vazgeçerek aradım. Aramamı meşgule atıp, görüntülü aradı. Bahar'ın görüntülü aramasını cevapladım.

"Aşk olsun Aşkın, kaç gündür hiç aramıyorsun." Dedi. Telefonu tutuyordu ama tavan gözüküyordu.

"Kendine çevir kamerayı, şaşkın."

"Bir dakika." Dedi, düzeltmeye çalıştı ama daha çok bozdu.

"Biraz daha dik tut."

"Oldu mu?"

"Oldu."

Pusat orada durmuş, ciğer görmüş kedi gibi beni seyrediyordu. Telefonun ekranını göremiyordu.

"Neredesin?"

"Okyanusun ortasındayım."Dedim, hiç görmediği okyanusu hayal edeceğini bilerek. Sarı saçlarını dağınık bir topuz yapmış, üstünde de pembe, ayıcıklı pijamaları vardı. Orada sabah olmuştu, arada saat farkı vardı.

"Yaa güzel mi oralar?"

"Güzel."

"Ameliyatıma yetişecek misin?" Diye sordu heyecanla.

"Tabi."

"Aşkın, bu ameliyat çok pahalı gibi. Nasıl kalacağız ki altından?"

"Patronum çok zengin." Dedim alaylı bir tavırla, tabi Bahar bunu fark etmedi.

"Aşkın, yaşayacağım sanırım ben." Dedi mutluluk sarhoşluğuyla.

"Bu saatte neden uyandın?"

"Uyuyamıyorum ki çok heyecanlıyım." Ameliyata kadar heyecandan gitmese iyiydi. Güzel yüzünde güller açıyordu. "Pusat nasıl?" Pusat kendi ismini duymasıyla şımardı ve heyecanla oturduğu yerden kalkıp yanıma attı kendini.

Dibime girerek, kameraya baktı.

"Sesini duyunca iyi oldum. Sen nasılsın?" Telefonun ekranına hayran hayran bakıyordu Shrek.

Bahar, Pusat'ın sesiyle afalladı. Şaşırdı, utanarak gülümsedi. "Ay beni görüyor musun?" Dedi Bahar birden telaşla, eli saçlarına gitti. Paspal haliyle flörtüne(!) görünmek istemiyordu anlaşılan. "Neden söylemiyorsun Aşkın?"

"Çok şirin görünüyorsun." Diyerek, Bahar'ı biraz daha utandırdı. Pusat'ın koluna sert bir yumruk geçirdim ama oralı olmadı. Hülyalı hülyalı ekrana bakıyordu hala.

"Yaa gerçekten mi?"

"Bahar! Cilve yapma elin herifine." Azar çektim ama takan kim?

"Elin herifi değil ki tanışıyoruz biz." Pusat'ın sırıtışı genişledi.

"Tanışıyorsunuz diye cilve yapabilirsin yani! Öyle mi?"

"Of Aşkın ya." Diye söylendi Bahar.

"Telefon numaramı vereyim mi? Yani bir şeye ihtiyacın olursa ararsın beni. Tabi bir ihtiyacın olmasa da ara." Senin yüzünden şirine kalp krizi geçirecek Shrek.

"Olur." Dedi u harfini uzatarak. Hala cilve peşindeydi. "Aaa Aylin abla uyanmış. Sesi geliyor. Götüreyim mi telefonu? Seni çok özlemişti."

Bahar telefonu ablama götürürken, Pusat yanımdan kalktı. "Numarasını sana vermeyeceğim."

"Bende var ki numarası, bulmam on saniyemi falan aldı ama senden aldığımı bilsin."

"Onu aramayacaksın!"

"Yoo arayacağım."

Laf sokacaktım ki kamerada Aylin'im göründü. Yüzünde buruk bir gülümsemeyle bana baktı.

"Nasılsın abla?"

"İyi değilim Aşkın." Dolu gözlerini saklamadı benden.

"Bir şeyin mi var?"

"Yıllarca çıkıp sana kavuşmayı bekledim ben. Hala beklemeye devam mı edeceğim? Nerede olduğunu ne yaptığını bilmiyorum."

"Haklısın, özür dilerim. İki gün sonra oradayım." Alanguva ne zaman döneceğimizi söylememişti ama ablamı daha fazla bu halde bırakmayacaktım.

"Özür dilemeni istemiyorum, ben artık kardeşimle doyasıya yaşamak istiyorum. Çok mu zor bir şey istiyorum?" Sözleri yerini unuttuğum kalbimi acıtıyordu. Kalp, sadece kan pompalayan bir organdı. İçinde his besleme gibi bir özelliği yoktu, peki o zaman Aylin'in gözlerine her baktığımda hissettiğim kalp sancıdı da neyin nesiydi? Sanki biri avucuna almış ve sıkıyordu.

Ateş salona girdi ve kamerada göründü. Ablamın kaşları çatıldı. Daha önce konuşmuşlardı, hatırlamış olabilirdi. Ateş geçip, Pusat'ın yanına oturdu.

"Nerede kalıyorsun?"

"Ateş Bey'in evindeyim, patronum." Kaşları daha da çatıldı. Ben sana sonra hesap sorarım der gibi baktı.

"Sevgilin geldi dün buraya." Benim sevgilim mi vardı?

"Sevgilim mi?" Ateş bana baktı, koltuğa iyice yayılmıştı.

"Evet, sana ulaşamamış. Merak etmiş. Aşkın, sevgilin olduğunu neden gizledin ki benden? Çokta düzgün bir çocuğa benziyor." Demek Güray, kaptanın evini bulmuş ve kendisini sevgilim olarak tanıtmıştı. Güray, ölmeye çok meraklıydı anlaşılan.

"Gizlemedim." Diyebildim sadece. Daha fazla yalan istemiyordum.

"Ona da haber vermeden gitmişsin, merak etmişti. Sevdim Güray'ı ama onu bana hiç anlatmamıştın."

"Abla şuan pek müsait değilim, sonra konuşalım mı?"

"Olur, kendine iyi bak."

"Sende." Telefonu kapattım. Üç dakika önce salondan çıkan Pusat, elinde iki kahve bardağıyla döndü ve birini Ateş'e uzattı.

Güray'ı aradım, çok geçmeden açtı.

"Seni öldürürüm Güray."Dedim sinirle. Bu öylesine bir söz değil, emin ol.

"Bende seni çok özledim."

"Ne demek ablamı görmek? Amacın ne senin?" Bir süre ses gelmedi. Ateş'in bakışları hala üstümdeydi.

"Kötü bir niyetim yoktu. Sana ulaşamayınca merak ettim." Bana istediği zaman ulaşamayacağını biliyordu.

"Merakını siksinler! Sen kendini ne sanıyorsun?"

"Özür dile-"

"Dileme! Çizmeyi aştın. Bir daha adımı ağzına anmayacaksın." Telefonu yüzüne kapattım.  Sanki yeterince belam yokmuş gibi bir de gereksizlerle uğraşıyordum.

"Ablanla konuşurken ne güzel bir kediciğe dönüşüyorsun sen öyle." Dedi Pusat.

"İki gün sonra Türkiye'ye döneceğiz Alanguva."

"Buna sen mi karar veriyorsun?"

"Evet burada her ne halt göstereceksen, iki günde gösterirsin diye umuyorum. Daha fazla müsamaha yok Ateş. Zaten sabrımın son demleri."

"Tamam." Dedi rahat bir tavırla. "İki gün sonra dönüyoruz ama yalvarsan da bir gün fazla kalmayacağız." Demek bu adada beni yalvartacak kadar heyecanlı işlerin döndüğünü söylüyordu. "Biraz kendine gel, yarım saat sonra adanın diğer tarafına geçeceğiz."

Eşyalarımın olduğu valizi nereye koymuşlardı bilmiyordum. Yanlarından kalktım, odadan çıkacağım sırada Alanguva tekrar konuştu. "Bahar'ın ameliyatı, bir hafta sonra burada yapılacak ve ameliyattan en az iki gün önce buraya gelmesi lazım. Yani İstanbul'da çok vaktin yok."

"Neden burada?"

"En sağlıklısı bu." Yanlarından ayrıldım ve diğer odaları gezmeye başladım. Odalardan biri, çok güzeldi. Tam okyanusun dibinde, aynı salonda olduğu gibi camla kaplı bir odaydı. Dolu dolaplar ve mükemmel düzen bu odanın Ateş'e ait olduğunu belli ediyordu. Giysi dolabı ve tamamen camla kaplı bir banyosu vardı.

Yan taraftaki odaya geçtim, valizlerim bu odadaydı. Ne yazık ki bu oda Alanguva'nın ki gibi büyüleyici değildi.

Duş alıp, tayt ve siyah uzun kollu bir badi giyindim. Bir de hırka aldım, ada sıcak görünse bile esiyordu. Spor ayakkabılarımı giyinip odadan çıktım.

"Bilmiyorum Ateş, çok aceleci davranıyorsun. Böyle tehlikeli bir kadına bu kadar güçlü bir koz vermen akıl karı değil." Diyordu Pusat, hala salondalardı.

"Keyfimden onu buraya getirmişim gibi davranmayı kes Pusat."

"Anlamıyorum ben ya, cidden beynim yetmiyor." Eğer biraz daha onları dinlersem Ateş fark ederdi. Oyalanmadan yanlarına gittim.

Ateş sigarasını söndürdü ve yerinden kalktı. O evden çıkarken bende onu takip ettim. Biraz ileride duran ATV'lerden birine bindi. "Adanın diğer tarafına geçeceğiz." Arkasına oturmamı mı bekliyordu?

Ona alay dolu bir bakış atıp, yanındaki siyah ATV'ye bindim. Anahtarı üstündeydi. Alanguva bana bakıp, motorunu çalıştırdı. O harekete geçerken bende onu takip ettim.

Engebeli yollardan geçerken, bu altımdaki canavar iyi hissettiriyordu. İkimizde hızlı, yan yana gidiyorduk. Hızımı arttırdım, önüne geçtim.

"Yolu bilmiyorsun!" Bağırarak, bana yetişti. Uçakla iniş yaparken uçağın kuş bakışı görüntüsünü beynime yerleştirmiştim. Ve ormanlık araziyi aştıktan sonra, karşımıza çıkacak bir yerleşim yeri vardı zaten.

Tekrar fark açtım, o yine farkı kapattı.

Ve bahsettiği yere varana kadar bu küçük yarışımız devam etti. Burası, bir uzay üssü gibiydi. Motoru durdurup, karşımdaki koca yapıyı inceledim. Gri duvarlarla, camla kaplı geniş ve yüksek bir binaydı. Lüks ve eşi benzeri olmayan bir hayranlık hissi uyandırıyordu. Etraftaki kızıl ışıklar, bu modern yapıya gizem katmıştı.

Alanguva'yla göz göze geldik. Halimden memnun bir şekilde sırıttı. "Daha dışını bu kadar beğendiysen, içeriyi bugün gezmeyelim. Kıskançlık krizine girip, hasetinden ölmeni istemem."

"Göster bana tüm hünerlerini." ATV'den indi. Yanımda durdu.

"Tüm hünerlerimi gösterirsem, maazallah o güzel aklını oynatırsın." Hünerlerinin, burayla ilgili olduğunu düşünebilirdim tabi dibime kadar girip, kıstığı sesiyle beni baştan çıkarmaya çalışmasaydı.

Alayla güldüm, bende indim. Henüz birkaç adım atmıştık ki, binanın geniş kapısında iki kişi belirdi. Biri melez bir adam, diğeri orta yaşlı Asyalı bir kadındı.

"Hoş geldiniz Ateş Bey." Dedi adam, akıcı İngilizcesiyle, arından beni selamladı. Kadın da gülümsedi.

"Hoş buldum David, her şey hazır mı?"

"Tabi, bir de siz kontrol edin." Buradan uzaylı çıkartsan şaşırmam Alanguva. İçeri girdik ve içerisinin çok daha başka bir dünya olduğunu anlamam salise kadar sürdü.

Dıştaki başarılı mimari, içeride de uygulanmıştı. Uzun, loş ve geniş bir koridordan geçtik. Odalar vardı ancak önlerinden geçtik, hepsini gezmek istiyordum. Etrafta çok fazla, önlüklü insan vardı. Koridor bittiğinde, üst düzey bilgisayarlarla dolu geniş bir alana çıkmıştık.

"Burası tesisin kalbi." Dedi Ateş.

"Ateş, burada ne halt yapıyor bu kadar insan?" Ben sana sabırlı ol demedim mi? Der gibi baktı Alanguva.

"Kalp hazır mı Clara?" Diye sordu Ateş, hala yanımızda duran kadına.

"Evet, hiçbir pürüz yok. Gönderdiğiniz dokuya bire bir uygun ancak birkaç testten daha geçmesi gerek. Bay Alanguva son bakışı tamamladıktan sonra, verdiğiniz tarihte hazır olacak." Bay Alanguva dedi, peki bu Alanguva Ateş değilse diğer Alanguva kimdi? Aklıma abisinden başka kimse gelmiyordu. Ama o ölüydü, değil mi? Belki amcaoğlu falandı, sonuçta akrabaları da vardı.

Ateş, yüzümde nasıl bir ifade gördüyse hoşuna gitmişti.

Her yeri dikkatlice inceliyor, düşünüyor ve tartıyordum. 

Ateş saatine baktı. "Peki, gidebilirsiniz." Adam ve kadın yanımızdan ayrıldılar. Ateş'i her gören saygıyla selam verip geçiyordu. Buradakiler Cebonayan üyeleri gibi boş insanlar değildi. Hepsi bilim insanı ve alanında dehalardı.

Peki Alanguva bu kadar önemli insanları nasıl ve neden toplamıştı?

"Bu tesisin her karesini görmek istiyorum." Yürümeye devam ediyorduk.

"Hoşuna gideceğini biliyordum. İlk şoklarını atlattıktan sonra, bilgisayarları ve sistemi incelemene izin verebilirim. Tabi uslu durursan." Başka bir koridora geçmiştik. Karanlık duvarlar mor LED ışıklarla aydınlatılmıştı. Alanguva durdu, bana döndü. "Burada, aklına gelecek en üst teknolojiyle insanlığın ilklerini gerçekleştiriyoruz. Bir organ yapmak gibi, yapay zeka gibi. Ancak bununla sınırlı değil."

"Burayı sen mi kurdun?" Yürümeye devam ettik. Önünde durduğumuz kapıya tam on bir hanelik bir şifre girdi benden gizleme gereği duymadan. Her sayıyı aklıma kaydettim ancak şifreden sonra göz tarama ve parmak izi istedi kapı. Geçen iki dakikanın ardında da açıldı kapı yavaşça.

Ne beklediğimi bilmiyordum ama bu kadar boş bir oda beklemiyordum. Kocaman odada, tüm duvarı bir ekran kaplıyordu. O ekran dışında sadece, odanın ortasında ki koca koltuk vardı.

"Şimdi sana anlatacağım şeyler, hayatını tamamen değiştirecek. Bunu kabul ediyor musun Aşkın ya da V? Buradan geri dönüş yok."

Merakım içimi tırmalıyordu. Dudakları arasında gizli tuttuğu sırrı öğrenmeyi, hiçbir şeyi öğrenmek istemediğim kadar istiyordum.

"Buraya bunun için geldim. Çene çalma ve başla, sabrım kalmadı." Yüzü ciddiydi, en ufak bir kası bile seğirmiyordu.

"Ağabeylime birlikte kurduk burayı. O doktordu, tüm amacı insan sağlığını kökünden değiştirecek yenilikler yapmaktı. Çok zeki bir adamdı. Onu çözmekte, beyninin içinden neler geçtiğini tahmin etmekte imkansızdı. O bu hayatta örnek aldığım tek insandı. Sürekli değişik deneyler yapıyor ve insanlık adına yeni bir çağ yaratmaya çalışıyordu. O ölümsüzlüğü bulmak istiyordu, bunu söylediğinde onu pek ciddiye alamadım ama benden yardım istedi." Durdu, derin bir nefes aldı.

Bunları bana anlatmasının nedeni, birazdan şahit olacağım şey içindi. "Burayı kurduğumuzda bu noktaya geleceğimizi bilemezdim. Öldükten sonra insan beyninin kurtarılabileceğine inanıyordu, bende onunla dalga geçtim. Beyni kurtarsa bile ruh denen şeye inanıyordum ve söylediği bana saçma geliyordu. Beyni olsa bile ruhu ve hisleri nasıl olacaktı ki? On yılı aşkın uğraştı hatta bununla, alanında en iyi insanları toplattı ama asıl arzusunu onlara hiçbir zaman açıklamadı. Sanki bu karanlık arzusunu kendine saklıyordu. Bir süre sonra pes ettiğini düşündüm, başka şeylere yöneldik birlikte. Başaramayınca vazgeçtiğini düşündüm ama yanıldım." Durdu, koltuğa oturdu ve bir sigara yaktı. Bana da uzattı ancak almadım. Merakla ona bakmaya devam ettim. Arkasına yaslandı ve ayak bileğini diğer bacağının dizine attı.

"Vazgeçmemiş ve hatta yaklaşmıştı. Tabi o sadece bir bilim adamı değil aynı zamanda başarılı bir iş adamıydı. Hem zeki hem de Cebonayan'a sahip olabilecek tek liderdi. Herkes bunu biliyor ve onu destekliyordu. Şahin yakın arkadaşıydı ve bu tesise sık gelirdi ama abimin burada neler çevirdiğini hiç bilmiyordu. Kimyasal silahlar ve daha küçük işlerle uğraştığımızı sanıyordu; yapay zeka ya da robotlar gibi. İkisi de Cebonayan için küçük yaştan eğitim alıyorlardı, çokta yakındılar. Yedikleri içtikleri ayrı gitmezdi, birlikte büyümüşlerdi. Ama galip en başından belliydi ve Şahin fazla kıskanç bir adamdı. Bir gün haince bir plan kurdu." Durdu, derin bir nefes aldı.

"O gün, abimin öldürüldüğü gün burada büyük bir sevkiyat vardı. Tüm gün gelip giden uçaklar ve gemiler durmadı. Yılda birkaç kez gerçekleşirdi bu, gerekli teknolojiyi temin etmek için. Ve o gün Şahin'de abimin yanındaydı, bu tesistelerdi. Kimsenin olmadığı bir anda, onu sırtından haince üç kez vurdu. En hayati bölgelere ateş etmişti ama kaç dakika hayatta kalabileceğini de hesaplamıştı ve hesaplarına göre gerçekten de yaşaması imkansızdı. Bunun nedeni de ölmeden önce, abimin gözlerinde yenilgiyi görmek ve zevk almaktı. Şahin hasta bir pislik. O gün buraya giren çıkan belli olmadığı için V'nin gelip öldürmesi çok zor olamazdı." Sarı gözleri düşmanca parıldıyor, sanki içindeki ateş dudaklarından akıyordu.

"Planladığı gibi oldu her şey. İlk dakika, yere düşmüş abimin yanına eğildi ve nefretini kustu. İkinci dakika V'yi kapıya kazıdı ve üçüncü dakika yardım çağırdı. Üçüncü dakikadan sonra yaşaması imkansızdı çünkü. Şahin'in plana katmadığı bir şey vardı, ben. O sırada uçağım inmişti ve tesise yeni varmıştım. Beşinci dakikada onu gördüm, kanlar içindeydi. Hızla alanında en iyi doktorlar tarafından ameliyata alınırken, ben bu saatten sonra bedenini kurtaramayacağımızı biliyordum. Elimde tek bir seçenek, tek bir umut vardı. Onun teknolojisiyle onu kurtarmak. On yıl boyunca uğraştığı sistemi aldım. Her şeyi küçük bir bilgisayara sığdırmıştı. Başarısız olduğumu bile bile vazgeçmedim. Doktorlar bedenini kurtarmaya çalışırlarken ben abimin cansız kafasına kablolar bağlıyordum titreyen ellerimle. Zamanım yoktu, eğer ölürse zaten emin olmadığım sistemi asla çalıştıramazdım. Ve tam dokuzuncu dakikanın eli beşinci saniyesinde beyninin sisteme aktardım. Onuncu dakikada öldü."

Gözlerini yumdu. Anlatırken, o anı tekrar yaşamış gibi bir acı vardı sert çehresinde.

"Yaptığım şeyi sadece odadaki doktorlar gördü ama onlar da anlamadı. Ölü bedenini oradaki herkes gördü. Şahin ve Sancak başta olmak üzere. Herkesi başımdan defettikten sonra, ölümünün birinci saatini geride bıraktıktan hemen sonra sistemine girdim bu odada. Başarıp başarmadığımı bilmiyordum, asla işe yaramayabilirdi. Yarım saat boyunca hiçbir şey anlamadım, sistemden hiçbir tepki alamıyordum ve başarısızlığımı kabullenmek üzereydim. O sırada bilgisayar bana kodlarla cevap verdi. Sadece sayılar vardı, bir yazılım oluşturmak gibiydi. Ve ben başardığımı anladım, abim başarmıştı. Ömrünü adadığı şeyi gerçekleştirmişti."

Gözlerini açtı. Sarıları yüzümde gezindi.

"Önceleri sadece kodlarla iletişim kurabiliyordum beyniyle, ancak geliştirdim ve kelimelerle cevap vermeye başladı beyni. Daha sonra ses kayıtlarını yükledim. Artık onunla sesli bir şekilde sohbet edebiliyorduk ama bu da yetmedi bana. Görüntülerini yükledim." Durdu, ellerini iki yana açtı. "Ve işte karşında Baybora Alanguva."

Sözlerinin ardından tüm duvarı kaplayan ekran açıldı. Ekranda, otuzlu yaşlarında ve yakışıklı bir adam vardı. Ateş'e çok benzeyen ve bir o kadar da benzemeyen bir adam. Sanki görüntülü sohbet gibiydi ama değildi işte. Her şey çok detaylıydı, yanağında ki gamzesinden gür saçlarının her bir teline kadar. Yüzünde oluşan mimiklere ve hatlara kadar...

Adam gözlerini kısarak bana baktı. "Misafir mi getirdin Ateş?" Dedi ölü olan Baybora Alanguva.

Hayatımın en uçuk anını yaşıyordum. Bu, yüzlerce adam öldürüp yakalanmamaktan daha tuhaftı.

Bu, dünyadaki her şeyden daha tuhaf ve akıl almazdı.

Gözlerimi şaşkınlıkla kırpıştırırken dudaklarımdan tek bir cümle çıktı. "Yok amına koyayım ya."

Continue Reading

You'll Also Like

1.2M 109K 44
~Bu kitap tüm zorluklara inat aşkından vazgeçmeyip aşkı için savaşanlara ithaf edilmiştir.~ -------------------------- "Aşk mıdır beni,sana bu kadar...
85.7K 4.3K 17
l Asker - Doktor l kurgusu ve aşk; Bazen nefes almak kadar kolay, bazen ise; sol göğüsüne saplanan kurşun kadar acıdır. Bu isimle yazılan tek kitap
196K 971 6
!!! KİTAPTA BOLCA SMUT BULUNUR !!!
1M 42.1K 36
İnsan ne dilediğine dikkat etmeli, zira kalbinden geçen iyi ya da kötü hiçbir dilek gerçekleşmeden peşini bırakmaz, derler. Ben, ölüm diledim. Bir ö...