In India | Larry ✔

By missingsound

36.7K 4.3K 13.9K

Fotoğraf çekimi için Hindistan'a giden Harry, fotoğraf çekerken birinin hırsızlık yaptığına tanık olup peşine... More

Phew...
Rainy Night
In Taxi
Tac Mahal
Embarrassed
Hi, are you busy?
Message
Sorry, sir!
Planet Motorcycle
Peach Prince
Drunk
Ganges River
Hi, my dear family!
I don't deserve you.
News
Tickets
I love someone.
Gulab Jamun
Final

Holi Fest

3.3K 233 1.2K
By missingsound

Fotoğraf makinem elimde, güneş gözlüğüm gözlerimde, tebessüm dudaklarımda ve güneş tam tepede...

Mart ayının sonlarında, Hindistan'da baharın gelişini kutlamak için meşhur Holi Festivali yapılıyordu. İnsanlar rengarenk boyalarla yürürken neşeli görünüyordu. Çoğu kareyi çekmek için boynumdan ayırmadığım fotoğraf makinemle çoğunluğun gittiği yöne doğru ayak uydurdum.

Festival için yürüyüş yapılan sokağın her iki yanında marketler, manavlar ve çeşitli pazarcılar vardı. İsteyen durup tatlı veya tuzlu yiyecek alabiliyordu. Yürüyüşün en önlerinde araçların üzerinde türlü çalgılar çalan adamlar vardı. Başlarındaki değişik şapkalar ve giydikleri yöresel kıyafetler ortamın otantik havasını eğlenceye boyuyordu.

Bir seyyar satıcının yanına ilerleyip yoğun ilgiyle yemek yetiştirmeye çalışan yaşlı kadını çekmek için fotoğraf makinemi kaldırıp gözüme tuttum. Kadrajımı yaşlı kadına çevirerek, yöresel kıyafeti ve alnındaki kırmızı boyayla yemeği haşlarken, buhar tam yüzüne doğru çıktığında onu çektim.

Sıra bana gelince ona fotoğrafı gösterdim. Yaşlı kadın gözlerini kısıp, başını hafifçe geri çekerek fotoğrafı görmeye çalışırken, "Bu fotoğraf bende kalabilir mi?" diye sordum. Hindistan'da İngilizce'nin de fazlasıyla konuşulduğunu biliyordum.

Fakat yaşlı kadın yüksek sesle, "Mahaan!" diye bağırıp gülmeye başlayınca aynı dili konuşamadığımızı anladım. Yine de sorun etmiş gibi görünmüyordu, omzumu pat patlayıp gülmeye devam edince yüzümde rahatlamış bir tebessüm belirdi.

Benim için siyah mercimeğe katılmış un karışımını top haline getirmeye başladı. Buhara atarken, "Adı ne?" diye sordum ama gülerek başını sallamaya başladığında durumun vahimliğine ben de güldüm. Mecburen işaret parmağımı iki topun üzerinde gezdirip, ellerimi yanlara açarak dudak büzünce, "Paddu, paddu!" diye karşılık verdi. Anlaştığımızı anlamak beni memnun etmişti.

Topları dikdörtgen şeklindeki küçük karton tabağa koydu. Bana uzatınca cebimden hızla parayı çıkarıp, tabağı alarak parayı ona uzattım. Bu kez ellerini sağa sola sallamaya başladığında şaşkınca duraksadım. İşaret parmağını bana doğrultup, İngilizce olarak "Sen. Hediye." diye gülümsedi.

Mahcup olsam da hafifçe eğilerek "Teşekkür ederim," dedim. Hoşuna gitmiş olacak ki arkamdan "Baay," diye el sallamaya devam etti.

Paddu toplarını hızlıca aç mideme indirdiğimde keyifli hissediyordum. Karnım doymuşken daha rahat fotoğraf çekimi yapabilir ve birçok yeri gezebilirdim.

Elimdeki tabağı ve ellerimi temizlediğim selpağı çöpe atıp yoluma devam ederken ellerim yine fotoğraf makinemdeydi. Ardından, bir grup gencin aniden birbirlerine boya tozları fırlattığını fark ettiğimde hızla makineyi kaldırıp onları kadraja aldım. Genç erkekler saçlarından ayaklarına kadar mavi, pembe ve sapsarı boyaya mahkûm olurken çevredeki insanlar da ıslık çalıp onlara alkış tuttular.

Yoluma devam ettim. Kadrajımı etrafta gezdirip yine çeşitli seyyar satıcıları, takıcıları ve festivali çekiyordum ki bir erkeği fark ettim. Yine buradaki birçok kişi gibi başında yöresel bir şapka vardı, fakat şapkanın altından uzanan uzun kumaş parçasını gözlerinin altına kadar çekip yüzünü kapatmış bir halde dikkatlice etrafı inceliyordu.

Tuhaf tavırları benim dikkatimden kaçmamıştı, onu izlemek istediğimi fark ederek uzağımda olan genci fotoğraf makinemin yardımıyla gözetmeye devam ettim.

Önce benden birkaç metre sağıma doğru baktığında çektim onu. Gözleri masmaviydi. Yanık teni arasında resmen parıldıyorlardı. Sonra önündeki meyve dolu kasalara döndü. Hareketlerinden iyice şühelenmiştim.

Zoom yapıp biraz daha ona yakınlaştığımda deklanşöre art arda basmaya başladım. Son kez manav çalışanlarını gözetledi ve birden, iki adet şeftali alıp hızla bez çantasının içine attı.

Dilim tutulmuş, gözlerim irice açılmıştı. Fotoğraf makinemi indirip şaşkınca ona baktım. Başını eğip, bana arkasını dönerek hızla uzaklaşmaya başladı.

Dayanamayıp "HIRSIZ!" diye bağırdım parmağımı ona doğrultarak. Genç adam birden bana döndüğünde gözleri korkuyla açıldı. Ona öfkeyle bakarken kimsenin dediğimi anlamadığını; ayrıca bu kalabalıkta çok da duyulmadığımı fark ettim. O, beni anlamış olmalıydı.

"Yerinde kal!" diye seslendim öfkeyle. Birkaç saniye boyunca bakıştığım genç, dediklerim komik bir şeymiş gibi güldü. Gözlerinin kısılması bunu net bir şekilde belli ediyordu.

Ve sonra, önüne dönüp hızla koşmaya başladı.

Şahit olduğum durum beni öfkelendirirken yerimde kalmak bana doğru gelmediği için peşine takıldım. Öyle hızlı koşuyordu ki önündeki insanları itmeyi ve düşürmeyi umursamıyordu bile. Bense önümdeki kalabalığı aşmakta zorlanıyordum. Fakat eğer böyle bir hırsızlık yaptıysa daha büyük maharetleri de olacağını biliyordum, onu bırakamazdım.

Kalabalığı aşıp bir sokağa girdiğinde ben de onunla koşmaya devam ettim. Önüm açıldığı için daha da hızlandım ve aslında ondan daha hızlı koşabildiğimi fark ettim. Bu beni memnun hissettirirken onun endişeyle, arada bir bana bakmak için kafasını arkasına çevirdiğini anladım.

"Yerinde dur velet, fotoğrafını çektim, kaçsan bile kanıt var elimde!"

Ama durmadı.

Aramızda sadece iki metre vardı, nefes nefese kaldığını, iniltiyle koşmaya devam etmek için çabaladığını fark edebiliyordum. Kollarımı öne doğru uzatıp, rüzgarın arkaya doğru savurduğu keten ceketinden sıkıca onu kavradım. Koşmayı kesip onu arkaya doğru çektiğimde, aniden benimle birlikte yere düştü. Kaçmak için kendini çekiştirse de, onu ceketinin ensesinden yakalayıp kendimle kaldırdım. İkimiz de nefes nefeseydik. O ise korkuyla bana bakıyordu.

"Demek hırsızsın, ha? Dilimi bildiğini biliyorum!"

Yüzünü kapattığı kumaşa uzanıp sertçe çektim onu. Yüzü açığa çıktığında afalladığımı hissettim. İnce, nar çiçeği rengini andıran dudakları, onları saran kısa sakalları, iri mavi gözleri, uzun kirpikleri ve yanık teniyle kusursuz bir güzellik duruyordu karşımda sanki.

Gözleri beni korkuyla izlerken ellerini göğsüme yerleştirip aramıza mesafe koymaya çalıştı. Bu güzel oğlanla temas kurmak istemsiz bir heyecan verse de dişlerimi sıkıp içimdeki bu hissi engellemeye çalıştım.

"Ben- ben özür dilerim." Aksânı buraya ait görünmüyordu, İngilizcesi çok iyiydi. "Söz veriyorum efendim, bir daha... Bir daha yapmayacağım!"

"Sana inanmamı mı bekliyorsun?" Kaşlarımı çatıp sarstım onu. Ona öfkeli olsam da, ne yapmış olursa olsun gözüme bu kadar masum görünüyor olması şaşırtmıştı beni. "Derdini polise anlatırsın artık."

"P-polis mi? Ben- ben o kadar da kötü bir şey yapmadım!"

Gözleri birden yaşlarla dolunca onu ürkütmek istemediğimi fark ederek paniklemiştim. "Tamam, dur... Ben yanında olurum karakolda."

"Bana acımıyor musun? Ya canım yanarsa? Ya döverlerse beni?" Birden ağlamaya başladığında kendimi suçlu hissederek irice açtım gözlerimi.

Daha önce hiç böyle bir olayla karşılaşmamıştım. Hatta içimden "Acaba yanlış mı gördüm?" ve "Belki de o kadar kötü bir şey değildir, sadece şeftaliydi," diye geçirmedim değildi.

"Lütfen ağlama, polislerin böyle bir şey yapmayacağından eminim. Korkmana gerek yok ki, ben- ben sana destek olurum."

Tanrım, bir hırsıza bu kadar acımam ve onu masum görmem normal mi?

"Onları ne kadar tanıyorsun ki? Hiç nezarete girmemişsindir bile!"

Elleriyle bol beyaz gömleğinin düğmelerini açmaya başladığında şaşkınca ona baktım. Düğmelerini göbek deliğine kadar açtığında ne kadar tatlı olduğunu düşünmekten -salak gibi- kendimi alamasam da göğsündeki yumruk boyutundaki morlukları gördüğümde afalladım.

"Baksana, ne yaptılar bana! Sadece şeftali çaldım, ne olacak sanki? Param yok, çulsuzun tekiyim!"

Hıçkırıkları arasından bana bağırdığında kendimi iyice suçlu hissettim. Kendimi ifade etmeye, özür dilemeye ama onu bırakamayacağımı ve polise teslim etmem gerektiğini söylemeye çalıştım.

O an bacaklarım arasında öyle büyük bir acı hissettim ki, oramı tutup iki büklüm olana dek onun kasıklarımı tekmelediğini fark edememiştim. Boynumdaki makineyi hızla çekerken, acı içinde ona kaldırdım bakışlarımı. Yaşlarını hızla keten ceketine silip, sinsi bir sırıtışla kapattı gömleğinin önünü.

"Sandığımdan daha kolay lokma çıktın, yeşil."

Yüzünü kumaşla yeniden örtmeye başladığında, "Makinem," diye inledim. Fakat gözleri kısıldığında daha çok güldüğünü anladım.

Bana eğildi, kumaşı üzerinden birden yanağımı öptü. "Çoook tatlısın, yazık oldu sana! Bu kadar saf olma, kaparlar seni." Sırıttı. "Önce fotoğraflarımı sileyim, sonra alırsın."

Acı içinde olsam bile makinem için doğrulmaya çalışırken avucunu yanağıma öyle bir geçirdi ki, kendimi yüz üstü yere yapışmış hâlde bulduğumda, iniltim arasından keyifle kaçtığını anlamam uzun sürmemişti. Yanağımın ve kasıklarımın acısı birleşince arkasından öfkeyle bağırdım. "Seni. Lanet. AAĞH!"

• •

Louis ve Harry'nin görünümleri;

Ama hikayede Harry'nin bıyıkları biraz daha uzun dlfkmf

Continue Reading

You'll Also Like

730K 8.5K 34
"Bu saatten sonra yer mekan fark etmez yüzbaşım." Yetişkin içerik !
49.7K 3.5K 10
。⁠◕Bu his çok tuhaftı onlar benim gerçek ailemdi ama bir o kadarda uzaklardı...◕⁠。
1M 56.1K 39
(TAMAMLANDI) Gece yarısı ünlü bir oyuncuya şarkı sözü yazarsanız ne olabilir ki? Ünlü oyuncu ve avukatın hikayesi... @bendenizeliff: Orda her kiminl...
163K 11.7K 38
Louis Tomlinson, ilişkileri tek geceden ibaret olan bir zampara. Harry Styles ise bekaretini evlendiği adama vermeye karar vermiş bir aziz. İkisi bir...