because of you

By starksrog

2.6K 302 1.1K

"Ve tüm bunların sorumlusu, sebebi sensin. Sevgilerimle Bal Köpüğün." tek bölümlük. mektup. boyxboy More

-

2.6K 302 1.1K
By starksrog

tate mcrae - you broke me first

Hassas olanlar okumasın lütfen ❤️

Merhaba Bal Köpüğü,
yazacaklarıma küçükken bana seslendiğin komik isimle başlamak istedim.

iki bin on yazında aldığın ilk dokunmatik telefonuna beni böyle kaydetmiştin. Bal köpüğüm. Kulağa hâlâ o zamanki kadar komik geliyor.

Tabi artık biraz da hüzünlü.

Bu mektupta bana yaptığın her şeyi, aramızda geçenleri tekrar tüm ayrıntılarıyla yazacağım.

Sanki sen orada yokmuşsun, onları benimle yaşamamışsın gibi yazacağım.
Önem vermediğin üstünü kapatmaya çalıştığın bütün detayları yazacağım.

Sana hatırlatacağım.

Çünkü bir hayatı kaydırıp devam etmek kolay olmamalı.

Olmayacak.

Seni ilk gördüğüm anı tam olarak hatırlamıyorum ancak anaokulunda tanıştığımızı biliyorum.

Bademcik ameliyatım ve çöken bağışıklık sistemim yüzünden- o dönemin korkutan hastalıklarından ağır bir zatürre geçirmiştim- anaokuluna birinci dönemin sonlarında başladım. İlk yabancı bir yerde durma deneyimimde herkes herkesle çoktan kaynaşmıştı.

Öyle ki içeride giyilecek ayakkabılarımızı ve boyalarımızı koyacağımız rengarenk tahta dolaplar bile kapılmıştı. Ben biriyle dolabı paylaşmak zorunda kalmıştım. Böylece ilk düşmanımı kazandım. Hiç unutmuyorum bir keresinde ayakkabılarımı yere atıp benden nefret ettiğini söylemişti.

Küçük birine göre fazla nefret doluydu.
Ayakkabılarımı yerden alıp bütün öfkesini sessizlikle karşılamıştım. Evde biraz ağladım ancak o an ağlamamayı başardığım için kendimle gurur duymuştum.

Aslında genel olarak okul öncesi macerası için gururluydum.

Tüm hepsi benim için korkutucu olmalıydı ama fazlasıyla heyecanlı, panik biri olmama karşılık sebebini anlamadığım şekilde sakindim.

Seninle anaokulunda arkadaş olmadık.

Çok güzel iki kişiyle birlikteydin. Herkes size bayılıyordu. Üçünüz prensler gibiydiniz. Zar zor bulduğum tek arkadaşımla size hep özenirdik. Ve bu bir sır değildi çünkü herkes öyle yapardı.

Psikolojik sorunları olan anaokulu hocamızı eminim sen de benim kadar net hatırlıyorsundur. O kadını unutmak imkansız. Bizler için oldukça travmatik bir olaydı. Çocukları ceza olarak tuvalete kilitleyen, altımıza işetene kadar tuvalete gitmemize izin vermeyen bu hastalıklı kadın bizim senemizden sonra okuldan atılmış.

Size ve bana bulaşmazdı.
Aksine melek gibi davranırdı.

Yine de her sabah ağlayarak okula gitmemek için direnirdim. Müdürümüz bir gün neden sürekli ağladığımı sormuştu. Cevap vermedim. Söylediğim için beni bulup döveceğini düşünmüştüm. Annemden gizli fazla kanal yedi dizisi izliyordum.

Sizi kayırması olağandı.
Üçünüz küçük yaşlarımıza rağmen altın öğrencilerdiniz. Ama beni kayırmasını o zamanlar çözememiştim.

Basittim.
Hiçbir özelliğim yoktu.

Sonrasında bunun maddi durumumuzun iyiliğinden ötürü olduğunu anladım.

İlk konuşmamız fotoğraf günündeydi Bal Köpüğü.

Öğretmen yarın fotoğraf çekileceğimizi, en güzel kıyafetlerimizi giyerek gelmemizi söylediğinde eve gider gitmez kıyafetlerimi seçtim. Saatlerce özendim. Çok heyecanlanmıştım.

Fotoğraftaki en iyi görünen olacağıma üstünde bulutlar asılı kapıdan içeri girene kadar adım gibi emindim.

Girdiğimde ise eminlik yerini şoka bıraktı.

O şoku bu yaşım olmuş hâlâ unutamam. Tüylerim ürperir.

Herkes yakınlarının düğününe gidermiş gibi, masallardan fırlamış gibi gözüküyordu. Saçlar kuaförde yapılmış üstünden simler atılmış, küçük gelinlikler damatlıklar giyilmişti.

Bense harika olduğunu düşündüğüm bir tişört ve pantolon giyip gelmiştim.

Senin de bildiğin üzere küçükken durumumuz oldukça iyiydi. Basitliğimin sebebi parasızlık değildi. Bu benim yıllar boyunca başıma binbir zorluk açacak düz bakışım yüzündendi.

Asıl anlamları anlayamıyordum.
Küçüktüm ve yaşıma rağmen abartım çok abartısızdı.
Şaşalı düşünemiyordum.
Düzdüm.

Yanıma gelip, "Neden böyle giyindin ki?" Dedin. Elim ayağım birbirine girmiş, mahvolmuştum. Hemen kısaca fotoğraf çekileceğini unuttuğumu söyledim.

Oysa sabaha kadar hayalini kurup uyumamıştım.

Biraz sohbet edeceğimizi düşündüm ancak etmedik.
Bana attığın yukarıdan bakışın ardından güzel iki arkadaşına sekerek gitmiştin.

İlgini yeniden kaybettim.

Ezilen ya da istenmeyen çocuk hiç olmadım ama asla senin gibi de olmadım.

Senin yakınına bile gelemedim.

Ta ki birinci sınıfın ilk gününe kadar.

Bahçede ağlayarak yanıma geldiğini hatırlıyorum. Ne yapacağımı şaşırıp neden ağladığını sormuştum.

"Saçlarımı kestirdiğim için benimle konuşmuyorlar. Birlikte oturabilir miyiz?" Dedin.

Sen diyene kadar bukleli güzel saçlarını kestirdiğini fark etmemiştim bile. Anaokulunda peşinden ayrılmayan arkadaşların yüzüne bakmıyorken hüngür hüngür ağlıyordun.

Ağlamanı ve arkadaşlarının verdiği tepkiyi saçma bulmuştum çünkü hâlâ olağanüstü gözüküyordun.

Kesilmesine rağmen gür olan açık kestane saçların, buğday tenin ve badem şeklindeki sıcak ela gözlerinle küçücük yaşımda gördüğüm en güzel insan hep sendin.

Kalbine rağmen hâlâ öylesin.

Neden beni seçtin?

Bahçede bir sürü anaokulundan tanıdığın çocuk vardı. Hepsiyle oynamış, konuşmuştun. Sadece tek kelime konuştuğun beni neden seçmiştin?

Sanırım diğerlerinin de seni istemeyeceğini düşünüp en ılımlı gözükeni denedin.

Kırpılmış kötü gözüktüğünü düşündüğün saçlarınla seni isteyebilecek tek seçenek olarak beni gördün.

Haklıydın da.

Sorunu cevaplamadan omzundan çantanı alıp sınıfa götürmüş bize seçtiğim sıraya koymuştum.
Ve
Görkemli arkadaşlığımızı başlattım.

Birinci sınıfın ortalarında
kaybettiğin özgüvenini toparladın, ürkekliğini çabuk attın. Yeniden parlamaya başladın. Hatta seni istemeyen iki arkadaşına inat daha çok parladın. Onlarla girdiğin rekabeti izlemek bile beni yorardı.

En hızlı okuyan, en çabuk öğrenen, güzel şiir okuyabilen... Hepsinde onları geçtin.

Pişman ettin.

Öğretmenin okumamızı düzeltmemiz için yaptığı yarışları hatırlıyorsun değil mi? Bir dakika içinde kaç kelime okuyabildiğimize bakardı.

O lanet yarışmalar...

Senin büyük rahatlıkla birinci olduğun- hatta süreyi tutan, diğerlerini denetleyen öğrencilerden biriydin- hızlı okuma yarışlarında nasıl heyecanlanırdım... Sesim titrer sıra bana gelince en son okumak için öğretmene yalvarırdım. Daha okumadan ağlardım.

Aslında kötü de değildim. Okumam iyiydi. Sadece korkaktım. Annemin yadigarı olacak şekilde paniktim.

Evde gördüklerim ruhuma işlemeye yavaş yavaş başlamıştı.

Sana şimdi için söyleyebileceğim ilk şey annemden daha kötü durumda olduğum Bal Köpüğü. Senin yüzünden çok daha kötü durumdayım.

Herneyse konuya dönelim;

Benim süremi sen tutardın. Okuduğum kelimeleri sen sayardın. Bana geçtiğin torpiller sayesinde yarışmayı hak etmediğim halde yükseklerde tamamlardım.

Düşününce büyük hak yemiş olabiliriz ancak
Kurtarıcımdın.
Kahramanımdın.
Beni annemin dilinden kurtarır saçma heyecanımın boşa çıktığını gösterirdin.

Anlattıkça anımsıyor musun bilmiyorum ama günlerimiz birbirimizden ayrı geçmiyordu. Telaşlı ailem seninle olan arkadaşlığımı onaylamadıkları halde seni öyle çok seviyordum ki bizi ayıramadılar.

Sürekli birlikteydik.

Gezilerde, okulda ve çıkışlarında.
Her zaman. Her yerde.
İkimiz ayrılmıyorduk.

Bir süre sonra kimseyi yanıma yakıştırmayan ailem bile seni sevdi.

Şeytan tüyü vardı sende.
Herkes bir şekilde seni seviyordu.
Bense deliriyordum.
Her hareketini her kelimeni ayrı seviyordum.

Annem okul aile birliğindeydi ve sınıf annesiydi. Günden güne kötüye giden maddi durumunuzu bildiği için- aslında seni çok sevdiği için- okul aidatlarını ve gezi/kulüp ücretlerini evinize yollamadan hep kendi halletmiş. Çift makbuzları görene kadar haberim yoktu.

Bunu şimdi sana söylemek ne kadar doğru bilmiyorum ama küçükken hayatını kolaylaştımak için ailecek nasıl uğraştığımızı bilmeni istiyorum.

Bana yaptıklarını bilmeden hâlâ seni çok seviyorlar Bal Köpüğü.

Oğullarını nasıl parçaladığını bilmeden hâlâ seni soruyorlar, iyi bir hayat geçiriyor olmanı temenni ediyorlar.

Hayır, elbette onlara anlatmadım.
Sadece sana anlatacağım.
Yaşadığın, yaşattığın halde sana anlatacağım.

Biliyor musun
evinizi çok severdim.

Aslan kafası şeklindeki zilinizi tüm detaylarıyla hatırlıyorum. Umarım hâlâ değiştirmemişsinizdir. Çok klasik ve güzel bir görünüşü vardı. O zili çalmaya bayılırdım.

Evinize gelmeye bayılırdım.

Salonunuzda alıştığım klasik mobilyalar yoktu. Büfesi, vitrini olmayan bir ev ilk defa görmüştüm. Büyülenmiştim. Eşyasızlığından geniş gözüken salonda ne oyunlar oynamıştık... Ve bir de odanın balkonundaki bit pazarlarını andıran eski tuhaf eşyalarınız vardı. Poşetlenmiş bir sürü tuhaf oyuncak ve değişik ayakkabılarınızı her geldiğimde kurcalamaya bayılıyordum. Sanki orası her gün değişiyordu.

Kısacası
eviniz de senin gibiydi.

Değişikti.

Seninle ilgili diyebileceğim en önemli anahtar kelime kesinlikle bu.

Değişik.

Mesela kıyafetlerin... Yaşımıza göre bambaşkaydın. Hepimiz LCW çocuk reyonundan annelerimizin seçtiği kıyafetleri giyiyorken sen bizden birkaç yaş büyük olan teyzen ve dayının eskilerini giyerdin.

Ama öyle dümdüz aldığın gibi değil.

Terziliğe olan merakın sayesinde- küçükken anneannenin öğrettiğini söylediğini anımsıyorum- kendine eski kıyafetlerden kimsede olmayan farklı parçalar dikerdin. Güzel parçalar.

Çok cesurdun Bal Köpüğü.
Herkes bu cesaretini hem kıskanır hem de sevmezdi.
Yaşınla asla bağdaşmayan ama tuhaf şekilde sende harika duran leopar desenli saten gömleklerin, yaşadığımız tutucu mahalleyi kızdıracak kadar kısa olan şortların, uzun çorapların ve birbirinden şaşalı takıların...

İkonik ve değişiktin.

Bilmeni istiyorum ki
çevredekilerin kötü yorumlarına karşı seni hep korudum. Ailem dahil herkesi sustururdum. Biri senin hakkında olumsuz konuştuğu an öfkelenirdim. Karne günü giydiğin şort yüzünden neredeyse annemin tüm arkadaşlarıyla- velilerle- kavga etmiştim.

Ancak sen,
sen umursamazdın.

Denilenlere genişçe gülümser, omuz silkerdin.

Canın ne istiyorsa onu yapıyordun.

Sana olan sevgimin hayranlığa evrilmesi bunu fark ettiğimde gerçekleşti.

Gözümde özgürlüğün tanımı gibiydin.
Hiç tanımadığım tatlı özgürlük...

Baskıcı babam ve panik ataklı annem yüzünden senin yapabildiklerin benim için asla ulaşılmayacak bir zirveydi.

İtiraf vakti.

Okul çıkışı size gelirken yanımda formamı değiştirebileceğim yedek kıyafetlerim olmasına rağmen olmadığını söylerdim. Böylece bana kendi kıyafetlerinden verirdin.

Çocukken asla senin kadar zayıf değildim.
Hantal ve kiloluydum. Bu yüzden kıyafetlerine girmekte sıkıntı yaşar, utanırdım ancak yine de özendiğim kumaşları dar olsa dahi üzerimde taşımanın verdiği mutluluk paha biçilmezdi.

Sana birazcık bile benzemek benim için harikaydı.

Annenin rahatlığına, senin özgürlüğüne ve özgüvenine hep özendim. Annen sana sonsuz güveniyordu. Ne yaparsan yap arkandaydı.

Kendi annemle karşılaştırınca aralarında büyük bir uçurum vardı. Size gelmeyi sevmemin en büyük ikinci nedeni kesinlikle annendi. Birbirinize benziyordunuz.

Odanın duvarlarını istediğimiz gibi dekore etmemize, boyamamıza izin veriyordu. Size geldiğimde sağlıksız yemekler yiyebiliyordum. Üstelik pişirmede yardım etmemize de ses etmiyordu. Bizi normalde gitmemin yasak olduğu parklara, bahçelere götürüyordu. Sizin eviniz için Hansel ve Gretel'in çikolata evi ilk gördüğü an hissetiklerini hissederdim.

Mutluluğumdunuz.

Şimdi gelelim sürekli üstüne toprak atıp kaçtığın gerçeklere.
Onları gömmene artık izin vermiyorum.
Gömdüğün yerden çıkartıyorum.

Uzun arkadaşlığımız bitmeden iki dönem biraz değişik(?) anlar yaşamıştık.

Birincisi beşinci sınıfa yeni geçtiğimiz dönemdi.

Alzheimer olmuş yaşlı deden sizde yaşamaya başladığında çok korktuğunu hatırlıyorum. İlk kez senin korktuğuna şahit olmuştum. Yüzü çökmüş, kemik halinde kalmış adamdan resmen ödün kopuyordu.

Annen geleceğini söylediği an buz kesmiştin. Yüzün beyazlamıştı.

Sizde kalmaya başladığı gece aşırı korumacı anneme yalvarmış, benim de kalmam için izin almayı başarmıştın. Yarına teslim edilmesi gereken harita performans ödevini öne sürdün. Annem benim çizim yapamadığımı ve bunu dert ettiğimi bilirdi. Sırf senin yapacağını bildiği için izin vermişti.

O unutulmaz gece bizi odana kapatmıştın.

Dedenden neden korktuğunu çözememiştim ancak üstüne gitmedim. Odadan neredeyse hiç çıkmamıştık, yemeği bile orada yedik.

Sonra değişik(?) kısım gerçekleşti.
Hadi topraktan çıkartalım.

Odan kapkaranlıktı. Masandaki cılız gece lambası eşliğinde ikimizin haritasını aynı anda çiziyordun. Çok konsantre ve ciddiydin. Seni ilk harita tamamen bitene kadar dikkatlice izlemiştim.

Çok dikkatli.

Nasıl gerçekleşti, neler oldu net değil fakat birden canımın sıkıldığını söyledim. Sen oturuyorken arkadan boynuna sarıldım. Amaçsız bir sarılış.

Bana kaşlarını çatıp uzunca baktın, düşündün. Ve sonunda karar vermiş gibi "Peki. Oyun oynayalım." Dedin.

Oyunda sözde sen beni kaçırmıştın.

İlk başta her zaman oynadığımız dedektifcilik oyununun benzeri olduğunu sandım ancak değildi.

Kollarımı yatağına bağladığını söyleyip öyleymiş gibi yapmamı istedin, itiraz etmedim.

Sana hiç etmemiştim.

Cinselliği yeni yeni keşfettiğimiz dönemdeydik.

Şimdi oyunumuzun hiç masum olmadığını anlıyorum. Ama nedense ve her nasılsa senin o zaman da anladığını düşünüyorum.

Birbirimize dokunduğumuzu hatırlıyorum.

Bir yerden sonra saçma oyunu kenara atıp büyük kahverengi oyma başlıklı yatağında dudağının tam üstünü ve altını öptüm. Sen de boynumdaki minik çıkık benimi. O beni sevdiğini hep söylerdin zaten.

Dudaklarımız birbirine hiç değmemişti. Bu yüzden ertesi sabah yaptığımızı hatırlayınca olanlar tuhaf ya da kötü gelmedi.

Sonuçta öpüşmemiştik değil mi?

Çok daha büyük şeyler yapmıştık ama öpüşmemiştik. Bildiğim tek ayıp hareket dudaktan dudağa geçen öpücüktü.

Diğer öpücüklerin sakıncası yoktu. Onların üzerinde hiç durmadık. Yaşanmamış gibi arkadaşlığımıza devam ettik.

Özellikle sen üstünü iyice kapattın.
Yani bir süre.
Sonra yine açan da- gelecekte olacağı gibi- sendin.

Altıncı sınıfta, bir sene sonrasında yeniden normal olmayacak şekilde yakınlaştık.

Bu kez daha yakın.

İlkini hatırlamasan bile bunu eminim hatırlıyorsundur.

Şimdi gözlerini kapatıp babamın doğum günümde aldığı mavi notebook'u hayal etmeni istiyorum. Döneme göre çok havalıydı. Gördüğünde bayılmıştın.

Okul çıkışı her gün bir saatte olsa bize gelirdin, onunla oynardık.

Bir gün, çarşamba günü, seninle Michael Jackson'ın ölüp ölmediğini olağanüstü ciddiyetle araştırıyorken birden ayıplı(!) videoya denk geldik.

Videonun nasıl açıldığını anlamamıştık.

Büyük tutkuyla öpüşen çifti soluksuz izledik. Kapatamadık ya da kapatmadık.

Ve sen aniden elimi tuttun, beni öptün. Bu kez dudağımdan.
Ve ben de hayatım boyunca hep yaptığım gibi seni kabul ettim.

Kirpiklerimin ağır kapanışını, kalbimin gümbürtüsünü, kırmızı dudaklarını ilk tadışımdaki şaşkınlığı ve büyüyü tüm ayrıntılarıyla hatırlıyorum.

Senin için bu kadar detay yoktu değil mi?

Acemi dudaklarımız beş saniye kadar döndüğünde aniden temasımızı kesmiştin.
Hiçbir şey olmamış gibi videoyu kapatıp derin araştırmaya geri döndün.

"Sence Michael Jackson gerçekten ölmüş olabilir mi?"

Öpücüğün sonunda bunu demiştin.

Ne olduğunu şaşırdım.
Ancak bozuntuya veremedim.
Ayak uydurdum.
Kısaca, "Tabi." Dedim.
Anlamsız boş bir tabi.

Ah... İlk öpücük.
Özelliği, güzelliği kitaplara filmlere konu olmuş, bütün hayatın boyunca kaç kişiyle öpüşürsen öpüş her defasında aklına gelecek o ilk.

Benden onu da çalmıştın.
Her şeyimi mahvettiğin gibi onu da mahvettin.
Her yerime izini bıraktın.

Yakınlaşmamızın üstüne daha sonra gidemedim. Bu kez sınırı aşıp dudaklarımızın buluşmasına rağmen yine üstünü kapatmana izin verdim.

Sana, "Neden beni öptün?" diye soramadım. Çünkü yaşımızdan dolayı basit bir merak olduğunu düşündüm.

Küçük duruma düşerim sandım.

Bana göre sadece merak etmiştin.

Elinde sadece ben vardım. Seni ne olursa olsun asla itmeyecek- saçlarını kestirdiğin günkü gibi- tek kişiydim.

Beni kullandığını düşünmüştüm. Ama bununla sorunum yoktu. Kırılmamıştım, yani sanırım.

Çünkü sana henüz aşık değildim.

Yanlış anlama artık aşık değilim.
Bir şeyim.
Ancak aşık değilim.
Aşık olamam.
Ne olduğumu sorma çünkü ben de bilmiyorum.
Tek bildiğim bana yaptıklarından sonra aşık olamayacağım.

Gel gelelim dostluğumuz kaldığı gibi devam etti. Bir şeylerin üstünü kapatma konusunda ikimiz de çok iyiydik.

Evet! Tam burası... Şimdi hikayemiz birazcık hareketleniyor, değişiyor.

Önümüzdeki diğer sene yani yedinci sınıfta bazı farklılıklar olmuştu.

Hatırlıyor musun?

Eminim hatırlıyorsun.

O sene,
ikiliğimiz bozuldu.

Yedinci sınıfa kadar sadece ikimiz takılıyorken birden dört kişi olduk.

Anaokulunda zar zor edindiğim tek arkadaşım yeniden bizim okula gelmişti- o dönem taşındıkları için birinci sınıfta bizle birlikte aynı okula başlamamıştı ama sonradan geri dönmüşlerdi- yanıma geldiğinde kibarlığımdan ve kendimce hissettiğim vefa borcundan dolayı bir şey diyemedim.

İlk gün onunla birlikte oturmak zorunda kaldığım için çok sinirlenmiştin. Yani ben öyle hissetmiştim.

Gerçekten sinirlendin mi?
Beni kıskandın mı?

Bu sorulara senden cevap alamadım ve muhtemelen artık alamayacağım da ama mecburen yanına oturduğun çocukla olağanüstü derecede yakınlaşmanı hep buna bağladım.

Herkese karşı buz gibi duran sen daha önce asla konuşmadığın- konuşmaya tenezzül etmediğin- çocukla kırk yıllık ahbap gibi konuştun, yakınlaştın.

Büyümüz bozuldu.
Başkalarına açıldık.

Her ne olduysa ne bittiyse önemi yoktu. O andan sonra dördümüz dolaşmaya başladık. Hoş, tatlı bir ekip gibiydik. Bahçede birlikte takılıyor, yemekleri aynı masada yiyorduk.

Gün geçtikçe farkında olmadan birbirimizden uzaklaşıyorduk.

Seni çağırdığım anlarda hep diğer ikisinden biriyle konuşuyor oluyordun. Aynı şekilde ben de öyleydim.

Birbirimizden tamamen kopacağımız, iletişimimizin basit arkadaşlığa döneceği sırada
beklenmedik bir şey oldu.

Çok komik bir şey.

Dönemin en büyük erkek müzik grubuna birlikte tutulduk. Şu an kalın kırmızı dudaklarında yamuk bir sırıtışın belirdiğini biliyorum.

Diğerleri gruba aşırı derecede nefret duyup onları dinleyenleri aşağılıyorken ikimiz yine herkesten farklı olarak aynı paydada buluştuk.

Ne kadar kendimizi kaptırmıştık... Çocukluk işte. Gerçi senin aksine ben hâlâ şarkılarını dinliyorum. Çünkü onlara minnet doluyum.

Bana seninle geçirebileceğim fazladan bir sene daha kazandırmışlardı.

En güzel sene.

Kulağa çok basit gelen müzik grubu sayesinde aramızdaki ateş yeniden harlanmıştı.

Tekrar bir olduk.
Diğer ikisinden yavaşça koptuk.
Şükürler olsun koptuk.

Birlikte sabahlara kadar şarkılarını dinliyorduk, konserlerine gideceğimizle ilgili hayaller kuruyorduk.

İşin komik tarafı bu hayallere inanıyordum.

Daha annem olmadan doğru düzgün bahçemizin sınırlarını geçemeyen ben, yanımda sen olursan başka bir ülkeye gidebileceğime inanıyordum.

Bana böyle bir güven, inanç veriyordun işte.

Yemin ederim şu an baş başa yediğimiz ilk hamburgerin tadını damağımda hissedebiliyorum... Öyle özel benim için.

Yaşıma rağmen annem yanımda yoksa dışarıda yemek yiyemiyordum. Annem zayıf bağışıklık sistemimi bahane ediyordu- yediğimi önce annem tatmalıydı- ama işin aslı karşıdan karşıya geçerken araba çarpabilir diye ödü kopuyordu.

Bana hiç güvenmiyordu.
Çok üzülüyordum.
Bunu biliyordun.

Ne yaptın ne ettin izni aldın. Kimse için kılını kıpırdatmayan Buz Prens binbir türlü yolu deneyerek izni aldı.

Sokağın sonuna açılmış yeni hamburgerciye gitmemizi sağladın.

Rüya gibiydi. Sadece ikimizdik. Beni sürekli utandıran annem olmadan gerçek bir erkek gibi hissediyorken hamburger yemiştim.

Patatesleri yiyorken ağzına bilerek ketçap bulaştırdığın yüzün gözümün önünde. Normalde ifadesiz, düz suratının komik mimiklere girdiği halini sadece ben görüyordum.

Kendi kolan olduğu halde benimkini içip muzurluk yaptın. Hiç beklemediğim şekilde gözlerimin tam içine bakarak, "Benim sadece sana ihtiyacım var." Dedin.

"Başka kimseyi istemiyorum."

Anında mest oldum, inandım. Bütün bedenimi saran elektrikle kendimi özel hissetmiştim.
Fakat değildim.
Değilmişim.

Böyle böyle bir sürü güzel anı verdin hapis gibi geçen hayatıma. Asla yapamayacağımı düşündüğüm şeyleri yaptık. Alışveriş merkezlerinde sinemalara gittik, alt sokağa inemeyen çocuk-ben- resmen yaka değiştirdi.

Yine itiraf zamanı.

Duygusal bir filme gittiğimiz günü hatırlıyor musun? Neydi ismi...

Aynı Yıldızın Altında.

Film üzücüydü fakat beni ağlatacak kadar etkilememişti. Sonra birden başımı yanıma çevirdim ve senin ağlayan suratını gördüm.
Yaşlar gözlerimden o kadar ani boşalmıştı ki farkına bile varmamıştım.

Ağlayan yüzün ölen kanserli çocuktan daha çok kalbimi burkmuştu.

Bana, "Çok üzücü değil mi? Sen de tutamamışsın kendini." Demiştin. Sessizce başımı sallamıştım.
Ama
filme değil senin ağlamana ağlamıştım Bal Köpüğü.

Hayatımın en güzel dönemleri o zamandı.
Birlikte sevdiğimiz grupla ilgili fan fictionlar okuyup boş boş alışveriş merkezlerine gittiğimiz o dönem ister inan ister inanma yirmi üç yıllık hayatımdaki en güzel dönemdi.

Hem de tüm yaptıklarına rağmen.

Sıra kelebek etkisinde.
Hikayemizin kırılma noktası.
Toparlanın!

Durumunuz düzeldiğinde bizimki bozulmuştu. Sanki birden her şey tersine dönmüştü.
Babam işini batırdı seninki iş teklifi aldı.

Önündeki fırsatlar açılmıştı.

Ben tüm imkanlarıma rağmen dünyaya kapalı bir çocuktum ancak senin hiç imkanın yoktu. Olduğunda ise beni bıraktın işte.

Yeni yazlık almıştınız. Hâlâ o yazlığa sahip misiniz? Umarım satmışsınızdır. Oradan nefret ediyordum. Ediyorum.

Yazlığınızda tanıştığın arkadaşın benim gözümde bizi yıkan kelebek etkisi.

Senin şekillenmeye müsait karakterini alıp bir güzel yoğurdu.
Kötü yönde.
Bazen hâlâ sana kıyamadığım vakitlerde tüm suçu o kıza atıp rahatlıyorum.

Sen nasıl beni bilmediğim dünyalara soktuysan o da seni bilmediğin dünyalara soktu.

Ufkunu açtı.

Çevren oluşmuştu.
Artık ortak olmayan, yüzlerini daha önce hiç görmediğim bir sürü arkadaşın vardı. Okulda da öyle oldun.
Üst sınıflardan bile arkadaşın olmaya başlamıştı.

Eskiden sadece bana ihtiyacın olduğunu söylerken fikrin değişmişti.
Hepsi yazlıktaki kız yüzündendi.

Sana o zevki tattırmıştı.

Büyüdükçe daha karizmatik olmuştun.
Çok yakışıklılaştın. Filmlerden fırlamış gibi gözüküyordun.
Hâlâ değişik olan tarzın ve iyi görünüşün sayesinde tüm kızlar/erkekler kuyruğunda dolaşıyordu.

Sana bunu kullanarak yakalayabileceğin avantajları, üstünlüğü göstermişti.

İnsanlarla nasıl oynayabileceğini göstermişti.

Sadece benimle yetinmek zorunda olmadığını göstermişti.

Yavaş yavaş beni beğenmemeye başladın.

Bana kendimi kötü hissettirdin.
Kalbimi kırdın.

Evet, kalbimi çok kırdın.

Kıyafetlerimi, dış görünüşümü, hareketlerimi kısacası her şeyimi eleştirdin.

Ama tüm bunlara rağmen
beni en çok üzen sevdiğimiz grubu artık sevmediğini söyleyip aşağılaman olmuştu.

Çocukça olduğunu söyledin. Büyüdüğünü söyledin.
Sesimi çıkartamadım. İçten içe yıkıldım.

Klasik fakat sen de artık diğerleri gibi olmuştun.

Para ve çevre maalesef ki seni değiştirdi Bal Köpüğü.

Ne olduğunu anlamadan yıllarımızı silip attın. Kalbimi kıra kıra uzaklaştın benden.

Lisede yüzüme bile bakmadın.

Herkes neden aramızın bozulduğunu deli gibi merak ediyordu. Şaşırıyordu. Onlara verebilecek cevabım yoktu. Çünkü sebebini ben de bilmiyordum.

Öğrenmek istedim.
Keşke istemeseydim.

Kantin çıkışı seni yakaladım.

Sadece, "Neden?" Diyebildim.

İleride seni bekleyen yeni dostlarına geleceğini söyleyen basit bir işaret yapıp kantinin en arkasına gitmemizi sağlamıştın.

Dudaklarını yaladın. Durdun. Gözlerine tüm acizliğimle, özlemimle bakıyorken rahatça düşündün.

Ve sonunda, "Sıkıldım." Dedin.

Böylece her şeyimizi bitirdin.

Lisede ben de senin gibi yeni dostlar edindim. Yasını tutmadım. Gururumu hiçe sayıp peşinden koşmadım. Eskisi kadar korkak değildim. Kendimi geliştirmiştim. Sen olmadığında da devam edebileceğimi anlamıştım. Hâlâ yanımda olan mükemmel dostluklar kurmuştum.

Seviliyordum. Seviyordum.

Sınıfın diğer binadaydı.
Yüzünü görmüyordum. Her şey basitti. Atlatabilirdim.
Beni o zaman bıraksaydın iyileşebilirdim.

Seni eskiden çok sevdiğim tuhaf çocukluk arkadaşım olarak hatırlayabilirdim.

Ancak ona bile izin vermedin.

Paramparça olmamı ister gibi son konuşmamızdan dört ay sonra kapıma geldin.

Berbat günü yaşattın.

İlk iki filmine birlikte gittiğimiz serinin son filmi çıkmıştı.
Çocuksu mimiklerinle yine birlikte gidebilir miyiz diye sordun.

Utanmadan bunu yaptın.
Ve ben de yine bütün salaklığımla sana hayır diyemedim.

Gelmene şaşırmış, elim ayağım titremişti.

Yüzünde mahcup ve özlem dolu bir ifade vardı.

Beni özlediğini düşündüm.
Tekrar arkadaş olmak istediğini sandım.
Yanıldım... Çok yanıldım.

Ben yine seni her şeyinle kabul ettim.

Aramıza soğukluk girmemiş gibi filmi izledik. Yemek yedik. Yaptıklarını yüzüne bile vurmadım.

Seni birazcık bile utandırmadım.

Mutlu olmuştum. Maddi durumumuz bozulduğu için evin içi berbat bir kaos halindeydi ve uzun zaman sonra ilk kez eski günlerdeki gibi çok mutluydum.
Bozmak istemedim.

Bana yakın davranmıştın. Hatta biraz fazla yakın. Farklı.
Tüm gün özlediğini düşündüğüm için öyle olduğunu sandım.

Fakat günün sonunda, vedalaşıp evlerimize dağılmamız gereken sonda iki sokak arasında beni öptün.

Bu kez küçük değildik.

Aklımız başımızdaydı.
Merak değildi.

Senin bir sürü sevgilin olmuştu, bense senden başkalarını sevip onlarla bunun hayalini kurmuştum.

Evet, sadece hayal kurmuştum.

Dudaklarıma ikinci kez yine senin dudakların değmişti. Başka kimse olmamıştı.

Öpücükle kalmadı.
Öyle kötüsün ki öpücükle bırakmadın.
Bana hiçbir iyileşme şansı vermedin.
Her şeyimi elimden almaya yemin etmiştin sanki.

Tir tir titreyen bedenimi kolundan tutup evinizin altındaki boşluğa götürdüğünde sesim çıkmıyordu. Çıkamıyordu.

Sen bana her dokunduğunda beynim kilitleniyordu. Dilimi yutuyordum.
Yaptığın her şeye baş sallarken buluyordum kendimi.

Siyah saçlarımı kulağımın arkasına sıkıştırıp özlediğini fısıldadın.
Hemen inandım.
Sana inanmam sıfır üç saniye bile sürmüyordu. Öyle bir etkin vardı üzerimde.

Boynumu öpücüklerine boğuyorken her öpücüğünden sonra tenime fısıldıyordun.

"Benini, kokunu, sesini, gülüşünü... her şeyini çok özledim Bal Köpüğüm."

Cevap olarak heyecandan bayılacakken omuzlarına sıkı sıkı tutunmuş, sadece başımı sallıyor dediklerine inanıyordum.

Pis, karanlık alt katta seviştik.
Ya da adı her ne ise onu yaptık.

Çocukluğumuzdaki acemiliğin yoktu. Durmadın. Beni göklere çıkardın. Zevkin en uç noktalarında gezdirdin bedenimi.

Aklım başımdan gitmişti.

Tenlerimizin birbirine geçtiği, beni kucağına alıp duvara çarptığın her saniye zevkten delirmiştim.

Ancak tüm zevke rağmen mutluluğum daha baskındı.

Mutluydum çünkü sevişmiştik ve bundan sonrasında erkek arkadaşlar olacaktık.

Bu kez üstünü kapatamazdın.
Bu kez beni bırakamazdın.

Sevgili olacaktık.
Öyle olmalıydı değil mi?

Ama olmadı.

İçime boşaldıktan sonra tavana bakarak derin bir nefes aldın. Üstünden büyük bir yük kalkmış gibi, "Oh!" Diye nefeslendin.

Aceleyle temasımızı kestin. Sızlayan, titreyen bedenimden uzaklaştın. Çabucak kendini düzelttin.

Çatık kaşlarımla aceleni anlamlandırmaya çalışıyordum.

Yardımcı oldun.

"Böyle bir şeymiş." Dedin. Orada yokmuşum gibi kendi kendine konuşuyordun.

Zalimce devam ettin.

"Böyle bir şeymişsin."

Gülen suratına bakıyorken ne demek istediğini hâlâ tam olarak anlamıyordum. Anlamak istemiyordum.

Birkaç dakika önce parçalarcasına öptüğün dudaklarım kurumuştu, yalandım.

"Ne?" Diyebildim.

İki elini hafifçe terlemiş açık kestane saçlarından geçirdin, geriye doğru taradın. Gülümsemen dudaklarından gitmiyordu.

"Ukte kalmıştın."

Dudaklarından dökülen cümleyle dünyam ufalandı. Parçalandı. Zaten zorlanan bacaklarım sızlayan bedenimi taşıyamadı.

Arkamdaki pis duvarla bütünleşip kaybolmak istedim.

Duvardan kaya kaya yere oturdum.
Gözlerim yüzüne bakamıyordu.

Kendimi direkt hasta hissetmiştim. Huzursuz mide bulantısı bütün uzuvlarıma can yakan bir acı gönderdi.

Öyle anlayışlısın ki şokumu yaşamama izin verdin.
Bir süre sonra bana eğilip çenemi yerden kaldırdın.

"Tahmin ettiğimden çok daha güzelmişsin." Dedin. Sinirlendim. Sana ilk kez sinirlendim.

Beni sadece sıkıldığını söyleyip bıraktığında bile sana tam anlamıyla öfkelenememiştim.

Çenemi elinden kurtmak istediğimde sıktın, izin vermedin.

"Üzülmüş numarası yapma. Sen de beni hep istemiştin, gerçekleştirdim. İçimizde kalmadı işte."

Günlük olaylardan bahsediyormuş gibi konuşuyordun. Gayet rahat ve mutluydun.

Ben senin için nasıl inlediğini merak ettiğin, içinde kalmış basit bir 'şeydim'.

Senin deyiminle 'böyle bir şey.'

Sonunda istediğini almıştın.
Her şey bitmişti.

Hayatımdaki bütün özel ve güzel anları pisliğinle zehirledin.

Beni bitirdin.

Bir hayatı mahvettin ve arkanı dönüp gittin.

Beni orada bırıktın, gittin.

Pis karanlıkta kaç saat oturup ağladığımı bilmiyorum.

Yıllar önce hayatımın en mutlu anlarını yaşadığım apartmanın dibinde ciğerlerim acıyana kadar ağlamıştım.
Eve dönerken bile ağlamam kesilmedi.
Evde de öyle.

Bir hafta okula gelememiştim.

Sonra gittiğimde öğrendim ki kaydını özel okula aldırmışsın.

Sanırım buralardan gitmeden önce beni halletmeli, içindeki ukteyi gidermeliydin.
Yapboz parçaları sonradan oturmuştu.
Acelen anlam kazandı.

O aptal günden sonra tüm felaketler zincirleme şekilde gerçekleşti. Annem ve babam boşandı. Hayata, herkese senin yüzünden inancımı kaybettim.

Kendimi kapattım.
Annemin mirası olan panik tekrar üzerime yapıştı.
Yeniden
her şeyden, gölgemden bile korkmaya başladım.

Okulunu değiştirdikten sonra yüzünü hiç görmemiştim.

Şükürler olsun ki haberini almamıştım.
Ta ki iki gün öncesine kadar.

Tekrar iyi olabileceğimi düşündüğüm, umut ettiğim bu günlerde beni tekrar aynı kuyuya attın.

Lanetimsin.
Lanetsin.

Annem annenle tesadüfen yolda karşılaşmış.
Konuşmuşlar.

Liseden sonra yurt dışına gitmişsin. Birkaç yıla diş hekimi olacakmışsın.
Hayatın güzelmiş.

Çok güzelmiş.

İçindeki tüm ukteleri götürmüş şekilde yaşıyorsun değil mi? Hiçbir keşken yok. Merak ettiğin hiçbir şey yok. Hayatta istediğini hep elde ettin.

Kuş gibi hafifsin.

Beni unuttun.
Aklının ucuna bile gelmiyorum.

Hayatımın normal olduğunu, o günü senin gibi doğal karşıladığımı sanıyorsun.

Çünkü gözümdeki değerini hiç bilmedin.

İşte bunu engellemek için sana her şeyi yazdım. Her şeyi benim gözümden de görmen için geçmişe döndüm.

Kötü olmanı ya da acılar içinde kıvranmanı istediğim yok.
Sadece
bir hayatı mahvettiğini, yaraladığını bilerek yaşamanı istiyorum.

Henüz yirmi üçümdeyim.
Ve klinikteyim.
Yarımım, kırgınım, bitiğim.

Ve tüm bunların sorumlusu,
sebebi
sensin.

Sevgilerimle Bal Köpüğün.

Continue Reading

You'll Also Like

998K 55.3K 24
"Benim adım yok Narin, gölgem yok, ayak izim yok." dedi umutsuzca. "Olsun!" dedim omuz silkerek. Onun aksine umarsız çıkıyordu sesim. "Adını dilim...
5.2K 552 18
"Hayat bazen herkese istediğini vermiyor. Zehir gibi beni neredeyse öldürecek hayatıma panzehir misali giren sen olmasaydın hâlâ aynı şekilde yaşıyor...
11.6K 800 11
Harry hiçbir zaman insanlarla anlaşabilen biri değildi ama karşı eve Louis Tomlinson taşınınca bu daha kötü bir hal alıyor. En azından bir süre..
182K 17.4K 21
Yirmi birinci yüzyılda geçen modern bir iç kabullenme hikayesi. Hakan kendisini kabullenmeye çalışırken, sevdiği adam sayesinde hiç olmadığı birine e...