(Jungkook)
"Bir nefes kadar uzak olmak" tabiri vardır ya... İşte tam şu an içinde bulunduğumuz durumu anlatabilecek en iyi tanımlama buydu.
Jieun ile yanyana uzanmış tavanı izliyorduk. Aramızda çok az bir mesafe vardı. Yüzümüzü birbirimize dönsek belki o mesafe de azalacak, ona sıkıca sarılacaktım. Fakat az önce yaşadıklarımız yüzünden buna cesaret edemiyordum.
Jieun'a birlikte uyuma teklifinde bulunmamın karşılığı omzuma geçirdiği sıkı bir yumruk olmuştu. O minik elleri nasıl bu kadar ağır olabiliyorsa vurduğu anda acıyla inlemiştim. Neyse ki yalnızca masum bir istekte bulunduğuma inanması çok zor olmamıştı.
Tamam, daha önceki ilişkilerim göz önünde bulundurulursa bana beni yanlış anlaması bir miktar kabul edilebilirdi. Fakat ona değer verdiğimi ve bu yüzden onu incitecek hiçbir girişimde bulunmayacağımı bilmesi gerekirdi.
"Neden uyumuyorsun?"
Jieun'un yumuşacık sesi kulaklarıma dolarken dudaklarımda istemsizce bir gülümseyiş meydana geldi.
"Sen uyuyor musun sanki?"
Yaklaşık olarak yarım saattir olduğumuz yerden tavanı izliyorduk. Kokusu, nefes alışverişleri, varlığı bu kadar yakınımdayken gözlerimi uykuya kapatmam imkansızdı.
"Neredeyse güneş doğacak uyumamız lazım" dediğinde elimin yakınında duran minik eline uzandım. Başımı hafifçe ona doğru çevirip yüzüne baktığımda dudaklarında oluşan o gülümsemeye güvenerek ellerimizi birleştirdim.
"Böyle uyuyabilirim belki" dedim. Soğuk elinin temas ettiği elimden tenime ateş gibi bir sıcaklık akarken uykunun bana hiç uğramayacağını bildiğim halde.
"Gözlerimizi kapatalım o hâlde."
Cevap vermemi beklemeden gözlerini sıkıca kapatan Jieun'a gülümsedim ve ona uyum sağlayarak gözlerimi kapattım ve çilek kokusunu duyumsamak için derin bir soluk aldım. Her solukta sanki içime huzuru çekiyordum.
Onu ilk gördüğümde aramızda her zaman duvarlar olacağını ve bunun asla yıkılmayacağını sanmıştım. Oysa şimdi onu benden uzaklaştırabilecek her türlü engeli parçalamaya hazırdım.
Jieun'un benden etkileniyor olma ihtimali karşısında sakin kalmaya ve ılımlı tepkiler vermeye çalışmıştım. Fakat içten içe resmen çıldırıyordum.
Gerçi bakışlarında o aşkı henüz yakalayamamıştım. Daha çok kararsızlığını, bilinmezliğini fark ediyordum. Ama ona yardım etmek için buradaydım. O kararsızlığı yok etmek istiyordum. Sonsuza kadar bakışları yalnızca benimkilere aşkla baksın istiyordum.
"Jungkook, uyumuyorsun değil mi?"
Gözlerimi açıp kafamı Jieun'a doğru çevirdiğimde "biliyordum" diye mırıldandı.
"Benim uyuyup uyumadığımı kontrol etmekten kendin uyuyamıyorsun. En iyisi ben şu koltukta uyuyayım" diyerek kalkmaya çalıştığımda Jieun elimi çekiştirip bana engel oldu.
"Yanımda olduğun için rahatsız değilim. Sadece tuhaf hissediyorum ve uyuyamıyorum."
"Tuhaf derken?"
Aslında nasıl hissettiğini biliyordum. Ama ondan duymak hoşuma gidiyordu.
"Birbirimize karşı bir şeyler hissediyor olma durumu söz konusuyken birlikte uyumamız tuhaf işte."
"Anladım" dedim dudaklarım yukarı kıvrılırken. "Bana dokunma isteğini bastırmakta zorlanıyorsun. Çok haklısın sonuçta çok yakışıklı, çekici ve karizm..."
"Kes sesini, ölmek mi istiyorsun?"
Jieun dirseğinin üzerinde doğrulup boşta kalan elini dudaklarımın üzerine bastırmıştı. İçimden beni dudakları ile susturmasının daha etkili olacağını geçirsem de dile getirdiğim an sonum olacağını düşünerek susmaya karar verdim. Jieun ise elini yavaşça çekip yeniden yerine geçti.
"Vazgeçtim seninle uyumaktan. Git koltukta uyu."
Elini parmaklarımın arasından kurtarıp arkasını döndüğünde sıkıntılı bir şekilde iç geçirdim.
"Koltuk şömineye çok uzak. Çok soğuk. Çok ıssız."
"Duyan da ıssız bir adaya gitmeni istediğimi sanacak."
"Benim daha iyi bir fikrim var" dediğimde Jieun bana doğru döndü. Ben ise hâlâ sırt üstü uzanır haldeyken göğsümü pat patladım. "Sen başını buraya yasla. Ben kollarımı beline sarayım. Öyle uyuyalım."
İtiraz edeceğini düşünsem de Jieun beklemediğim bir şekilde yanıma sokuldu. Başını göğsüme yaslayıp bir elini de kalbimin üzerine götürdü. O an hızla atmaya başlayan kalbim yüzünden ürkmesin diye nefesimi tuttum. Kollarım beline dolanırken "kalbin çok hızlı çarpıyor" diye mırıldandı. Ses tonu öyle yumuşaktı ki bu durumun onu mutlu ettiğini düşündüm. "Sen nefes almıyor musun?" diye bu kez telaşla sorduğunda henüz fark ederek nefesimi bıraktım. Bunun üzerine dünyanın en güzel gülüşünü duymuştum.
"İyi uykular yakışıklı ama kibirli Jungkook."
Kocaman gülümsedim.
"İyi uykular güzelim."
.....
"Uyan hadi."
Yanağımda gezinen parmakların bıraktığı yumuşak dokunuşlar ile birlikte gözlerimi araladığımda Jieun'un güzel yüzü ile karşılaştım. Döşeğin bir köşesine oturmuş bana doğru eğilmişken yüzümde gezinen elini ellerimin arasına hapsettim.
Çok net bir sekilde pişmiş yumurta kokusu alırken "Saat kaç?" diye sordum.
"13:07"
Şaşkınlıkla Jieun'a bakmayı sürdürüyordum.
Ne yani? Normal insanlar gibi sekiz saat kadar uyumuş muydum?
"Kahvaltı hazırladım. İlerideki mini marketten ekmek alacağım. Sen de kalkıp elini yüzünü yıka."
"Dur, ben de seninle geleyim" diyerek ayaklandım.
"Tamam, ben dışarıda bekliyorum. Üzerini sıkı giyin. Hava soğuk bugün."
Başımı usulca sallayıp lavaboya doğru ilerledim. Elimi yüzümü yıkayıp yeniden salona geçtiğimde Jieun'u fazla bekletmemek adına üzerimi değiştirmek yerine montumu üzerime geçirdim. Zaten dün gece kıyafetlerimle uyumuş, yalnızca üzerimdeki kazağı çıkarıp altındaki tişört ile kalmıştım. Uykumdan yalnızca üzerimdeki kazağı çıkarmak için uyanmış ve sonra deliksiz uyumuştum.
"Birlikte uyuduk" diye kendi kendime mırıldandım ve yüzüme yerleştirdiğim gülümseyiş ile birlikte adımlarımı bahçeye yönelttim.
"Jungkook, gelsene! Sana ne göstereceğim!"
Jieun'un kucağına aldığı beyaz yün topu kuzuya gülerek baktım. Çok sevimli bu yaratığa doğru ilerleyip Jieun'un onu kucağıma bırakmasına izin verdim.
"Sonunda senin kadar minik bir şeyle tanışabildim."
"Kafanı kıracağım sonunda" diyerek isyan eden Jieun'a karşılık kahkaha attım.
Kucağıma sinip sevimli bir şekilde sesler çıkaran kuzuyu birkaç kez havaya kaldırıp indirdim ve yeniden kucağıma sığınmasına izin verdim.
"Baksana, tıpkı senin gibi başını göğsüme yaslıyor."
"Pekala, bundan sonra bu kuzuyla uyursun. Nasıl olsa aynı hissi veriyor."
Jieun gözlerini devirip yanımdan uzaklaşırken kuzuyu yavaşça yere bıraktım. Zıplaya zıplaya uzaklaşırken birkaç saniye gülerek onu izledim ve hızlı adımlarla Jieun'a yetiştim.
"Kuzuyu kıskandığını mı düşünmeliyim?" diye sevimli olmaya çalışarak sorduğum soruya karşılık Jieun omuz silkti.
"Gördüğün her minik şeyi bana benzetiyorsun."
"Ama minik şeylerden hoşlanıyorum" dediğimde Jieun gözlerini devirdi fakat ben dudaklarında oluşan o gülümseyişi kaçırmadım.
Hızlı adımlarla markete doğru ilerleyen Jieun'u kolundan tutarak durdurdum ve başımı hafif yana eğip gülümseyerek bir süre ona baktım.
"En son markete gittiğimizde aklımızı kaybederek çıkmıştık" dediğimde Jieun bakışlarını kaçırdı ve omuz silkti.
"Bu kez marketin önünde unutacağımız bir arabayla gelmedik."
"Arabadan bahsetmediğimi çok iyi biliyorsun" dediğimde Jieun işi inada bindirip "hatırlamıyorum" diye kısa bir yanıt verdi. Fakat kesinlikle bana bakmıyordu.
Kızarmaya başlayan yanakları dikkatimi dağıtırken derin bir soluk aldım. Öpme arzumun ağırlığı altında ezilirken yavaşça ona doğru eğildim ve sağ yanağına küçük bir öpücük kondurdum.
"Bu hatırlamana yardımcı olur mu?" diye sordum. Öpücüğün etkisi ile sesimin bir miktar pürüzlü çıkmasına engel olamamıştım.
"Yeterince etkili olmadı bu. Hatırlayamadım."
Beni öylece olduğum yerde bırakıp gülerek markete koşturan Jieun'un ardından bir süre bakmaya devam ettim.
Neden her seferinde ben yeniliyordum?
Ben geldim ♡
Özden kuzulu bir bölüm yazmam için çok ısrar etmişti. Çok da şirin oldu bence 😄💜
Jieun çocuğumu süründürür duruyor ama güzel de oluyor bence bdjdjk
Yeni bölüm için;
Oy sınırı:280
Yorum sınırı:400