NIGHT CHANGES ~TaeJin~

By LilaEzri

163K 11.7K 33.9K

Taehyung'un oda arkadaşı olan Jin, Taehyung'un geceleri sık sık yurttan ayrılması yüzünden bir gün onu takip... More

Bölüm 1
Bölüm 2
Bölüm 3
Bölüm 4
Bölüm 5
Bölüm 6
Bölüm 7
Bölüm 8
Bölüm 9
Bölüm 10
Bölüm 11
Bölüm 12
Bölüm 13
1 Nisan'a Özel Final Bölümü
Bölüm 14
Bölüm 15
Bölüm 16
Bölüm 17
Bölüm 18
Bölüm 19
Bölüm 20
Bölüm 21
Bölüm 22
Bölüm 23
Bölüm 24
Bölüm 25
Bölüm 26
Bölüm 27
Bölüm 28
Bölüm 29
Bölüm 30
Bölüm 31
Bölüm 32
Bölüm 34
Bölüm 35
Bölüm 36
Bölüm 37
Bölüm 38
Bölüm 39
Bölüm 40
Bölüm 41
Bölüm 42
Bölüm 43
Bölüm 44
Bölüm 45 - FİNAL -
Teşekkürler

Bölüm 33

3K 159 997
By LilaEzri

Hayattan birçok canın eksildiği, fakat aynı zamanda birçok canın ilk adımını attığı günde Taehyung hala uyuyordu. Dünyanın olağan akışı bir şeyden etkilenmeden devam ediyorken ve hava günlük güneşlikken, kendisinin içi bugün kadar parlaklığa sahip değildi. Güneşli havaları sevmemesi için milyonlarca sebep sayabilirdi, eğer burnunda hindistan cevizi kokusu olmasaydı. O kadar sebep varken bu yegane sebep onun bütün sebeplerine itiraz edebilecek güzellikteydi.

Alarmının çalmasına henüz bir dakika olduğunu bilmeden burnunu daha da yaklaştırdı yastığına. İçine çekmek istediği kokuyu burnuyla bulamadı, kendisinin tarafında Jin yatmadığı için. Hala uyuyormuş gibi hissederek kendisini yavaşça diğer tarafına döndürüp elini yastığının altına soktu. Hafifçe kaldırıp yastığı yüzüne yaklaştırırken, bacaklarını karnına doğru çekti mest olarak.

Bir süre öyle kalarak burnuna gelen kokuyla beraber yatmaya devam etti. Yastık, yüzünün tamamını kaplayacak derecede yakınken, normal hava kendisine neredeyse ilişmiyordu. Gözleri hala kapalıyken tüm vücudunu kasarak daha da derinine çekti. Tek bir kokunun o anda sanki sahildeymiş gibi ayaklarını suda hissettirecek kadar ferah olup, denize karşı koşa koşa gitmesini sağlayacak olması, Jin'in büyüleyiciliğine aitti.

Derinden aldığı bu kokuya karşılık içine çektiği nefesini geri havaya verirken genzinden ister istemez derin bir hırıltı çıkarmıştı. Her zerresi coşkuyla dans ederken vücut pozisyonunu neredeyse cenin haline getirdi. Fakat alarmın çalmasıyla beraber, koşmak üzere olduğu denizden kendisini alıkoyup, gözlerini gerçekliğe açmak zorunda kaldı.

Elinin yüzeyi yatağının ucunda gezinirken temas edeceği bir beden bulmayı bekliyordu. Güneş yüzünden ve çok ağladığı için gözlerini tekrar açmak, oldukça zordu. Göz kapaklarının şiştiğini dokunmadan bile hissederken, şaşılacak bir şekilde başı ağrımıyordu. Bu sabahla ilgili ilginç bulduğu noktalardan da birisi buydu, ağladığı zamanlar nadir olsa bile bunu kalbinde şiddetli hissettiği zaman daima başı ağrırdı ertesi gün. Fakat ağrı hissetmemesini, papatya çayına ve onu hazırlayan ellere borçluydu.

Yataktaki küçük yolculuğu sonucunda Jin'in yanında olmadığını anlamasına rağmen, elini gezdirmeye devam etti. Jin'in kokusu hala varlığını tüy gibi okşarken gözlerini yavaşça kırpıştırarak açmaya çalıştı. İlk öncelikle başını delecek kuvvete sahip alarm sesini kapatmak için uzandığı yerden ayaklandı ve çantasına uzandı.

Vücudu doğrulurken ve gözleri de bugün sürekli açık durmak için çoktan pratiğe başlamışlarken telefonunu buldu. Hızlıca alarmını kapattıktan sonra kendisini yeniden yastığının üzerine attı. Jin'in bugün erkenden dersi yoktu, şu anda yatağında uyuyor olması gerekirken, nerede olduğuna dair bir fikri yoktu. Erkenden kalkmayı seven bir tip de değildi, ne kadar vakti olursa olsun yataktan çıkmayan bir uyku severliği vardı.

Onunla oda arkadaşı olmaya başladığından itibaren hakkında birçok şeyi biliyordu, ne zaman sabah derse gittiği ya da ne zaman odaya geri geldiğine dair ufak tefek bilgileri. Aile evindeyken oldukça uzun bir süre tek başına bir odayı kullandığı için, tanımadığı birisiyle bir odayı paylaşacaksa, bıyık altından öğrenmesi gerekiyordu nasıl birisi olduğunu. Özellikle istemediği, fakat zamanla rahatsız olarak öğrendiği huyları da olmuştu Jin'in. Derslerinin yoğun olduğu zamanlar sabahladığı için uykusunda aşırı horlaması gibi. Fakat bunun çözümünü bulmuştu, onun başını hafifçe yana döndürdükten sonra rahatça nefes almasını sağlamasıyla. Tabii, Jin'in bundan haberi yoktu, Taehyung işini gizlice halletmekte ustaydı.

Odanın kuru sessizliğiyle beraber gözleri, eskiyi andığı için hala boş yatağındaydı. Dün yaşadığı acıların en büyük kanıtını gözlerinde taşıyorken bugün derse gitmek istemiyordu. Dünya her şeyi normal gösterip yeryüzünden bir canın gitmesini umursamadığı için Taehyung bunun aksini iddia etmek istiyordu. Acısı boynu bükük bir şekilde kalbine yerleşmişken onu kurulduğu yerden çıkarmak için o kadar hevesli değildi.

Hangi dersi olduğunu hatırlamaya çalışırken bir yandan dağılan saç tellerini aşağı indirdi. Bugünkü dersinin başlama saati erken olmadığı için uyanınca sıklıkla gittiği bir dersiydi. Sabah çok erken başlayan derslerinde oldukça devamsızlığı vardı sadece, geceleri Nyks'ten geç bir vakitte geldiği için. Son zamanlarda Nyks'teki programı bile değişmişti gerçi. Hep Jin'le olmaya başlamış ve onunlayken hiç olmadığı kadar eğlendiği için itiraz etmemişti. Tek başınayken de orayı yeterince seviyor ve oraya değer veriyordu fakat Jin'leyken ağzını daha da sulandıran bir lezzeti vardı.

Nyks'e gitmenin, gitmeyi düşünmenin bile, parmak uçlarından yükselen bir heyecan verdiğini bariz bir şekilde biliyordu. Ailesi ve çevresi yüzünden kendisinde bir hata olduğunu hissetmesine rağmen oraya gittiğinde her zerresinin parıltıya boyanıyor ve keyifle sergiliyordu gülüşünü. Fakat şu anda istediği tek şey yatağından çıkmamaktı, bunun için bugünkü dersini asmaya karar verdi.

Aslında cenaze yerine gitmeden önce sadece yatağındayken huzurlu olacağı kısıtlı vakti değerlendirmekti isteği. Daha önce cenazelere katıldığı olmuştu ama hiçbirinde sahiplik yapmamıştı. İlk yapışının kendi büyükannesinde olacağı, hayatın ona karşı yaptığı bir intikam olarak düşündü. Bundan ne yazık ki kaçamazdı, büyükannesi için gelenleri karşılamak ve akrabalarından iyi dilekleri duymak zorundaydı.

Penceresinden dışarıdaki gökyüzüne bakarken çıplak ayaklarını istemsizce birbirlerine sürttü. Aklına tekrardan Jin gelince etrafına tekrardan bakındı. Onu bulabileceğinden değil, fakat herhangi bir not bırakmış olup olmama ihtimaline karşı devam etti. Tahmin ettiği gibi hiçbir şey yoktu. Nota benzer bıraktığı tek benzer şey yastığa sinmiş kokusuydu.

Pes edip başını tekrar yastığına gömdüğünde kendisini pamuk kadar beyaz ve yumuşak yüzeye yerleştirdi. Jin'in başını koyduğu yere elini götürünce hafifçe gülümseyerek dün onun, git dese bile gitmeyip yanı başından ayrılmayışını hatırladı. Ev, bir sürü odaları olan yerleşik bir yapı değildi. Artık Taehyung'un evi dört odacıktan olan Jin'in hareketli sımsıcak kalbiydi.

Hayatla garip bir münasebeti olsa da, kendisinden aldığı bir sevdiğine karşılık birisini daha kazandırmıştı. Kalbini başıboş bırakacak kadar gaddar değildi, tamamen kibar olmasa da en azından kibar olmaya çalışıyordu. Büyükannesinin, ait olabileceği başka bir yeri gösterirken gözlerinin gülümseyen her zerresi gibi. Evdeki o rahat koltuğuna oturup dışarıyı seyrederken, büyük ihtimalle çoğu şeyi kendisinden önce bile biliyordu.

Yeniden büyükannesini hatırladığında, yüzündeki gülümseme yavaşça silindi. Yastığının yumuşaklığı, kalbindeki acının onu esir almasından önce davranarak uykusunu yeterince getirdiğinde, gözlerini kapatmaya çalıştı. Bu şekilde atlatamayacağını biliyordu fakat gözleri ikinci bir seli kaldıramayacak kadar yorulmuşlardı.

O sırada kapının dışından anahtar çevrilmesiyle beraber odalarındaki kapı açılırken, Jin uzun bir aradan sonra odaya giriş yapmıştı. Fakat elinde taşıdığı tahta tepsi yüzünden ilk önce kapıyı kalçasıyla ittirmek, ardından tepsiyi kapıya sabitleyerek anahtarı neredeyse işkence çeken eliyle almak zorunda kaldı. Bunu başardığında ise, kapının diğer ardına geçerek sırtıyla yavaşça geriye ittirdi. Taehyung'un ses yüzünden uyanmaması için yavaş adımlarla hareket ediyor ve sürprizi bozmamak için gayret gösteriyordu.

Fakat tepsisindeki kahvaltılıkların taze kokusu odayı çoktan doldurmuş ve Jin'in özenle göstermeye çalıştığı sessizliği fetheder gibi yıkmışlardı. Güç toplaması için günün en önemli öğünü olduğunu düşündüğü sabah kahvaltını iyice yapmalıydı Taehyung. Bedenini fazla umursamadığını biliyordu, hatta kendisi onun umursadığından daha da fazla önem veriyordu ona. Her bir parçasını yüzyıllık tarihi esere verilen titizlik kadar sevip, öpücüklere boğarken koruyup kollamak artık kendiliğinden oluşan bir sorumluluğuydu.

Odaya gelmeden önce kahvaltısını hazırlamak için de sabah erkenden uyanıp Taehyung'u saran kollarının isteklerini bir süreliğine durdurup markete gitmiş ve ardından Yoongi'nin yanına uğramıştı. Kapıyı çalmasıyla beraber karşılaştığı yüz, sabahlamaktan dolayı yorgunluktan bitap düşmüş birisine aitti. En azından uykudan yeni kalkmış birisini beklemişti fakat Yoongi gözünü bir anlığına bile dindirmediği için ayakta uyumaya çoktan hazır gibiydi. Alışkındı bu hallerine, kod yazma konusunda çok inatçı olduğundan işi bitene kadar halletmek ve o masadan işi bitmiş bir şekilde ayrılmak isterdi hep. Bazen bilgisayarında yer alan arşivindeki videoları izleyerek gözünü kırpmadığı da oluyordu fakat bugünkü hali, ondan kaynaklı değildi. Elleri yeterince kuru ve sabunsuzdu.

Yoongi'yi incelerken ellerindeki poşetlerin ağırlığı varlığını ona yeniden hatırlatınca Jin, karşısındakinin bir şey demesine izin vermeden odasına daldı. Bu hareket, kapıda duran Yoongi'nin suratına soğuk su fırlatılmış etkisi yaratırken kapıyı Jin'in ardından kapattı ve bu saatte odasına gelme sebebini sorgulamaya başladı. Elleriyle yüzünü ovuşturup şakaklarına masaj yaparken zihninin açıldığını hissediyordu. ''Odama gelme sebebinin poşetlerle bir alakası var herhalde.''

Jin poşettekileri çıkartıp, alışveriş yaparken çoktan planlanmış olduğu malzemelerin ardı ardına dizerken, Yoongi'ye döndü. Buraya gelme sebebinin Yoongi'den çok, odasında bulunan bazı mutfak malzemesine ve elektrikli ocağına borçluydu. ''Taehyung için kahvaltı hazırlayacağımdan biraz ödünç alacağım ocağını. Sen işine kaldığın yerden devam edebilirsin.''

Normalde delici, kesici ve yakıcı bir şey bulundurmak neredeyse yurttan atılacak dereceye ulaşsa bile Yoongi bulunduruyordu hepsini. Kendisinden daha çok sabahladığı için geceleri bir şeyler yeme ihtiyacı duyup, en azından kahve yapardı zihni için. Kantini oldukça pahalı ve geceleri açık olmadığından buna mecbur kalmıştı. Ara sıra yapılan kontrollerde ise az buz malzemelerini pencere önüne koyup perdeyi aşağı indirirdi. Yakalanma ihtimaline karşı da hep Jin'in kendisinin avukatı olacağını söylerdi, yakasını kolaylıkla bundan kurtarabileceğini.

Bilgisayarının ekranı hala açıkken Yoongi, işine kaldığı yerden pek de devam etmek istemediğini fark etmişti. Masadan kalkmak için bahane arıyorken, Jin'le karşılaşmak onu istediği fırsata kavuşturmuştu. Oda arkadaşı yokken sessiz bir şekilde yatağına uzanıp uyumak, bilgisayar ekranına sürekli bakmaktan ağrıyan başına iyi gelecekti. ''İstediğini yapabilirsin ben biraz kestireceğim.''

Jin yerini bildiği elektrikli ocağı dolaptan çıkartıp fişini prize taktığında makinenin kendisine gelmesini bekledi. Boş durmamak için diğer sebzeleri iyice yıkamak üzere lavaboya gitmek üzereyken, aklına bir fikir geldiği için yerinde durdu. Yoongi'nin hemen uykuya dalacağını sanmayarak, kapalı gözlerine rağmen onunla konuşmaya çalıştı. ''Dün Taehyung'un büyükannesi vefat etti ve büyük ihtimalle ya bugün ya yarın cenazesi kaldırılır. Biliyorum tam olarak iyi anlaşamıyorsunuz ama destek olmak amacıyla başsağlığına gel mutlaka.''

Duyduğu haberle başının arkasına aldığı iki eli kıpırdatmadan gözlerini yavaşça açtı Yoongi. Bugün onun neden Taehyung için ekstra özen gösterdiğini sorgulamamıştı, sevdiklerine fazladan değer verdiğini biliyordu ve konu Taehyung olduğu için de hazırlık göstermesi işten bile değildi. Fakat şimdi elindeki poşetlerin ve odasına erkenden gelmesi kafasında bir netlik kazanmıştı. ''Ne kadar iyi anlaşamasak da böyle konularda teşrif etmek gerekir. Merak etme Hoseok ve Jungkook'a da haber veririm. Jimin'in henüz haberi yoksa ona Taehyung'un haber vermesi daha iyi olur gibi duruyor. Haber verdiğinde direkt geliriz dördümüz.''

Eski oda arkadaşı olarak kötü birisi olsa da, arkadaşı olarak onun gibi birisine sahip olduğu için memnundu Jin. Gülümsemesi yavaşça açılıp yanaklarına ulaştığında, Yoongi yarım bıraktığı işe devam etmek için gözlerini kapattıktan sonra tekrar uyumaya çalıştı. Jin de daha önce hazırlamaktan hiç bu kadar keyif almadığı ve her bir dokunuşunda Taehyung'un dolan sevimli yanaklarını göreceği için, minik bir coşkuyla devam etti hazırlıklarına.

Çoğu kez annesiyle beraber yaşarken yemeklerde ona yardım ettiği, hatta yemeği tek başına hazırladığı da oluyordu. Fakat ilk kez birisi için bu kadar özenli bir kahvaltı hazırlıyordu, kendisi için bile yapmamıştı bunu. Taehyung ne kadar ilklerini kendisiyle yaşadığını söylese de, aslında bunda yalnız değildi. Sessiz bir düellodalarmış gibi en çok kim, kimde ilkini yaşayacak diye yarıştaydılar. Sürekli birbirlerinin daha da özeli olurken, kalplerinde doldurdukları sevgileri daha da fazla izle kaplanıyordu.

Yoongi'den sonra işini bitirip kendi odasına geldiğinde, Taehyung'un şaşırıp gülümseyen görüntüsünü hayal ettiğinde bile kendisini gülümserken bulmuştu o anda. Sabah zar zor ayrıldığı bu bedenin gözlerini hala kapalı görmek, elindekini bırakıp tekrar onunla sarılıp yatma arzusunu gün yüzüne çıkarıyordu. Fakat bu isteğini bastırarak yatağının ucuna oturduğunda, aniden kalkıp telaşlanmaması için yumuşak bir şekilde seslendi. ''Taehyung-ie hadi uyan, kahvaltı zamanı.''

Tahta tepsisinin üzerinde duran sebzeler, meyve suyu ve süt benzeri ürünlerle birlikte pastırmalı kızartılmış yumurtası yenilmeye hazır beklerken, Taehyung yavaşça yerinden doğruldu. Gözlerini beklenilenin aksine hızlı bir şekilde açtığında, çoktan uyanıktı. Sadece Jin'in neden habersiz bir şekilde gittiğini ve odaya geri dönmekle ne amaçladığını gizlice öğrenmek istemişti. Burnuna gelen kokular onun fikir sahibi olması için hafiften ipucu verseler de ancak gözlerini açtığında anlayabilmişti ne olduğunu.

Jin, onun fazla zorlanmadan açtığı gözlerine ve algılarının ne denli hızlı çalıştığına baktığında çok da yeni kalkmadığını fark etti. Uykusu olunca tam bir sersem olup yatağından ayrılmıyordu, kendisi gibi. Bu özellikleri göz önüne alındığında, ikisi de yataklarını oldukça sevdikleri için birbirinden ayrılmaları çok zor görünüyordu. Jin için hoştu, geçen gün Taehyung'un yataktan çıkmasını istememişti, hatta onu neredeyse durduracak kıvama gelmişti, kendisini de şaşırtacak derecede. ''Uyanık olmanı beklemiyordum, benim için sürpriz oldu.''

Fakat sürpriz olan tek şey bu değildi Jin için. Özenle hazırladığı kahvaltı tepsisine bakarken onun gülümseyeceğini umuyordu, çabasının tek ödülü dudaklarından çıkacak olan kıvrımdı. Kendi gülümsemesi yavaşça yüzünden inerken Taehyung'un dudaklarını birbirine bastırdığını gördü. Bakışları yavaşça aşağı kaydı ve saçları da kendisiyle beraber neredeyse gözlerini kapattı. ''Ben... böyle bir şeyi beklemiyordum.''

Ağlamamak için zor tuttuğu kırışmış yüzünü daha da aşağı eğerken gözlerinden damlaların su gibi aktığını gördü Jin. Elindeki tepsiyi yatağın diğer ucuna bırakarak hemen onun yanına gitti ve iki koluyla sardı yüzünü. Arasında kaybolan tek şey belki onun bedeni değildi, duygularıydı da.

Taehyung'un saçlarını elleriyle baştan aşağı okşamaya başladı, her bir teli eline temas ederken kalbini birisi yırtıyor gibiydi. Onun ağladığı görüntüye bakarken kalbinin her seferinde acımasına asla alışamayacaktı. ''Sana kalbine işleyen yemekler yapacağıma dair söz vermiştim fakat bunun için tadına bakman gerekiyordu, sadece bakarak bile işleyeceğini düşünmemiştim.''

Mutluluk, hüzün, daha önce kimsenin onun için böyle bir şey yapmamış olması, aklının ucundan geçmiyorken bile böylesine güzel bir sürprizle karşılaşınca Taehyung'un ifade edebildiği tek şey ağlamak olmuştu. Uzun zamandır kalbine dokunan bir sevgi işlenmemişti, kendisini beceriksizce sevmeye çalışan birisiydi yalnızca. Jin'in en ufak hareketinde bile duygulanmayı durduramıyordu bu yüzden. Özellikle de aynı şekilde sevgi kaynağı olan büyükannesinin gökyüzüne gitmesinden sonra gördüğü bu sevgiyle. ''Benim gibi birisi için sadece uzaktan bakmak bile yeterli, kalbime işlemesi.''

Sesi titrek bir şekilde çıktığında konuşurken birkaç kez burnunu çekmek zorunda kalmıştı. Belki dünün kırıntıları hala üzerindeydi, belki yeni kırıntılar eklenmişti. Kesin olan bir şey varsa, o da Taehyung'un kalbinin bu sıralar sürekli duygu dalgalanması yaşamasıydı. Alt üstü bir kahvaltı olabilirdi fakat kendisi için bundan daha fazlasıydı. Yapmasına belki gerek yokken aklına getirmiş, uğraşmış ve kendinden bazı fedakarlıklar bile vermişti. Her bir adımı sevgiyle ilmek ilmek işlerken minnettarlığını kelimelere dökmekte oldukça zorlandığından, dökebildiği tek şey gözyaşlarıydı. Nadiren ağlayışından daha da nadir olan mutluluk gözyaşları.

Şiddetli ağlamaktan uzak bir şekilde, gözündeki birikmişlikler tek tek aşağı inip yolunu buluyormuşçasına aşağı inerken sessiz bir şekilde devam etti. Jin'in onun saçını okşayıp kollarıyla sarması, içinde kelebeklerin uçuşmasını sağlarken ondan uzaklaşmak istemiyordu. Uzun bir süre o kelebeklerin içinde yaşamasına izin verip, kalbinde konaklamalarına kabuldü.

Günün sessizliği Taehyung'un ara sıra nefesini içine çekmesiyle bozulurken Jin onu bekledi. Ağlayışında verdiği her nefes onun sorunlarını rüzgar gibi alıp götürürken, içinde çıkan her ses incilerin birbirine değerken çıkardığı tiz sesi andırıyordu. Ne büyük güvenceydi, Taehyung'un kendisine izin vermesi. Odasının soğuk bir köşesinde acıdan kıvranırken görüntüsü bir an aklına geldiğinde kalbi sızladı, onu daha da sarmalayıp çenesini hafifçe başının üzerine yerleştirerek öpücük bıraktı ona.

Jin'in öpücüğü, Taehyung'un kalbinde durgun suya atılan taş gibi dalga etkisi yaratırken, gözyaşları seyrekleşmeye başladı gittikçe. Gözlerini kızartan ve onu yoran gözyaşlarının, belirli bir sınıra ulaştıktan sonra durmasını istemişti o anda. Fakat araba yakıtı gibi değildi bu, kalpten çıkan duyguların bir sınırı yoktu ve bunu durdurabilecek kişi ancak Taehyung'du. ''Senin için her yemek yaptığımda bu kadar içtenlikle ağlayacaksan, ellerim bir daha hazırlamaya gitmez.''

Taehyung dünün kuruluğunu taşıyan gözlerinin tekrar yanmasıyla beraber kendini yavaşça Jin'den çekti. Kolları hala üzerindeyken, dünyaya geri dönse bile onun kanatları altında korumadaymış gibi hissetmekten alıkoyamamıştı. Gözlerinin uçları hala ıslaklıkla parlarken alt dudağını tedirginlikle dişlemeye başladığında, bakışlarını minnettar olduğu adama doğru döndürdü. ''Gözlerimin ıslanmasına belki engel olamayabilirim ama sen buna devam etmek zorundasın, söz verdin bir kere.''

Elleriyle yüzündeki ıslaklıkları süpürürken derin bir nefes almaya çalıştı. Ağlamamak için dişlememeye çalıştığı dudağı nihayet onun işkencesinden kurtulmuştu. Özgürce genişleyip dudağı geniş bir hal aldığında, yerinden hafifçe kalktı ve Jin'in arkasına bıraktığı tepsiye doğru uzandı. Omzu karşısındaki bedenle temas ettiğinde, duygularına rağmen güçlü elleriyle tepsiyi tuttu ve kendi kucağına doğru getirdi. ''Bana eşlik et, seninle beraber yiyince daha da yiyesim geliyor.''

Kırgın bakışlarının aksine sesi kendinden emin ve kendisine eşlik edilmediği takdirde ağzına zorla verecekmiş gibi çıktığında Jin gülümsemeden edemedi. Bünyesinde hem hüznü hem de mutluluğu bir arada taşıyabilecek bir kapasitedeydi. Zamanla kırıla kırıla büyük ihtimalle kırılacak bir bükümü kalmamıştı, kendini örten zırhını yapmıştı kendi elleriyle.

Taehyung'a başını salladıktan sonra onun içeceğini yudumlamasını izledi Jin. Kendisi de henüz bir şey yememişti ama güçsüz düşen bu bedene bakarken boğazından bir şeylerin geçmesi, kendisine tahmin edilemez bir zevk veriyordu. Yemek yapmayı sevmesindeki asıl sırrı, karşısındaki kişinin gülümsemesini sağlamasıydı. Yemek yemeyi de aynı zamanda seviyordu fakat elde ettiği bu manzara ile kıyaslanınca, değeri bir hiçti.

Yüzündeki gözyaşları kurulaşıp geriye sadece tuzlarını bırakmaya başladıklarında Taehyung iki yanaklarını da doldurmaya başlamıştı. Hiçbir tabağın boş kalmayacağına ve dilimlenen her bir sebzeyi midesine indireceğine dair kendisini telkin ediyordu. Gözlerinin tekrardan dolmaması için, sadece yemeklere değil, aynı zamanda üzerine sevgi pırıltılarının yerleştirildiği tabaklara bakarken kendisini tutmaya çalıştı. Kararlılığını bozguna uğratmaya çalışan sisi üzerinden atmak için Jin'e odağını vermenin daha iyi olacağını düşündü. ''Bugünkü okula gitmeyi düşünüyorsun, değil mi? Genellikle bu saatlerde oluyordu dersin.''

Jin'in neden bu kadar rahat hareket ettiğine dair birkaç fikri vardı Taehyung'un. Hastanede bir şeylerin onu rahatsız etmesine rağmen yanından ayrılmamıştı, bugün ise hiç ayrılacağa benzemiyordu. Yanında olmasını her şeyden daha çok istediği kesindi, itiraf edebilirdi bunu fakat fedakarlık yapmasına gönlü razı gelmiyordu. Kendisi dersleri pek umursamıyordu, gitmese bile bir kaybı olmazdı fakat Jin'in nasıl önem verdiğini birinci elden biliyordu. Dersleri için oda arkadaşını bile değiştirmişken, onun hayatını kendisiyle beraber sürüklerken yaralanması, istediği en son şeydi. ''Düşünmekten ziyade gitmemeyi çoktan kararlaştırdım içimde. Benim için endişelenme lütfen, son haftalara girsek bile yine yapabilirim ben.''

Bu cevaba karşılık Taehyung sözünün dinlenilmemesinden ötürü gözlerini dinlendiriyormuş gibi yaparak derin bir nefes çekti. Böyle dedikten sonra gitmeyeceğini biliyordu, kendisini dinlemeyeceğini de. Çatalındaki parçayı yemesi için Jin'in ağzına götürürken daha fazla konuşmaması için bir hışımla sokmuştu. Tepside sadece kendisi için getirilen çatal ve bıçak olduğundan, bir kendisi yiyor ardından Jin'e uzatıyordu. Bu şekilde yemek garip bir şekilde hoşuna gitmişti, beraber yemek yemenin başka yönlerini keşfediyordu onunla. Fakat keşfetmesi gereken bir başka nokta daha vardı, madem yanında duracaktı. ''Hastanedeyken bir şeylerin seni kötü hissettirdiğini biliyorum. Geçmişi yüzünden acı çeken bir insan, bundan muzdarip diğer birisini hemen anlayabilir. Eğer anlatmak istersen seni seve seve dinlerim, sevdiği kişinin acısına ortak olmak isteyen tek kişi sen değilsin.''

Taehyung, onun konuşmasına izin vermek için bu sefer ağzına lokma götürmeyip çatalını tepsiye koydu. Jin nereden başlaması gerektiğini düşünerek bir müddet bakışlarını yedikleri yemeklere kaydırdı. Taehyung'un bir sürü sırrını biliyordu, hatta ilk başta bunları öğrenmek için gönüllü olmasa bile. Kendisi gizlediği ve üzerini çoktan kapadığı anılarını anlatmak zorunda değildi belki de, fakat böyle yaparak onun üzülmesine yol açardı. Karşısında neredeyse bütün kartlarını bilirken, kendisinin suskun kalması onu çıplak hissettirirdi. Bu yüzden hayır diyemeyecekti sırdaşlık teklifine.

Herkes iyi ailelerde doğacak kadar şanslı değildi, ya da ilk başta iyi olup sonradan tepetaklak yuvarlanan bir ailede. Taehyung için ilki olabilirdi, fakat kendisini ikinci seçeneğe sokardı. Hangisinin daha iyi olup olmadığını bilmiyordu, eninde sonunda parçalanmış aileler ister istemez bir yara bırakırdı o bireyler içerisinde. ''Üniversite sınavına son iki hafta kalan bir zaman dilimindeydi. O zamanlar annemle babam boşanmamıştı ve sınava az kaldığı için annem moralimi yükseltmek için bana özel olarak tavuk pişirmek istemişti. Fakat dalgınlığına gelerek buzdolabında fazladan bir gün daha kaldığı için fark etmeden bozulmuş bir yemek yemiştik. Bağışıklığım güçlü olduğu için bana bir şey olmamıştı fakat annemi o günün akşamı hastaneye kaldırmak zorunda kaldım. Babam eve gelmemişti o akşam, bunun sebebini hastaneye en az iki saat sonra geldiğinde anlayacaktım.''

Sözünü yarıda bırakıp anılarından nefeslenmek için durdu. Ellerini istemeden sıkmış bulurken kendisini, bunları çoktan atlattığını hatırlatarak devam etmeye çalıştı. ''O gün hastanede annemin başında yalnızca ben vardım. O kadar saatten sonra babam yanımıza geldiğinde, üstündeki kadın parfümünü bir metre uzaktan bile anlayabilirdin. Tanıdık herkese sorsan, onun böyle bir şey yapmayacağını kesinlikle söylerlerdi fakat olan olmuştu. Bir süredir başkasıyla ilişkisi vardı, bunu inkar etmemişti bile. Benden çok, her beklediğimiz dakika için annemin gittikçe düşen suratını hatırlamak benim için en acı verici olanı. Bu yüzden hastanenin o derin kokusunu burnuma geldiğinde bazen anılarım canlanıyor.''

Taehyung aralarındaki tepsiye aldırmadan kollarını onun boynuna dolayıp sırtına ulaşırken eliyle sıvazlamaya başladı. Onun kadar geniş omzu yoktu, ya da Jin kolları arasında kaybolmayabilirdi ama kalbini kucaklayacak kadar genişliğine inanıyordu. ''Üzgünüm ve buna rağmen teşekkür ederim.''

Kendi yaralarını sarmak isteyen Taehyung'a sarılıp başını onun saçlarına gömdüğünde Jin'in buruk bir gülümsemesi vardı. Sırtındaki el kendisini okşarken, kıyafet kumaşına rağmen onun uzun ellerini hissederek rahatlamaya çalıştı. Taehyung dile getirmemişti fakat ona geçen gün söylediği, her şeyin iyi olacağı sözünü kendisine temas ederken ilettiğini biliyordu. ''Neredeyse dört senenin ardından söylediğim şeyler de bunlardı, en azından gerçeği öğrenip bir yalanın içinde yaşamadığım için.''

Taehyung kendisini Jin'den yavaşça çekip onun gözlerine bakarken, sözlerindeki gerçek samimiyeti hissedebiliyordu. Hayatın içinde rastgele bir şekilde kendi yollarını bulan iki gençtiler o anda. Ne kadar çetrefilli olursa olsun, yolun sonunda birbirlerine denk geldikleri için geldikleri yol daha da değerliydi onlar için. Belki de denk gelmemişlerdi, o yolda yaşadıkları deneyimler kendilerinin şu anki seçimlerine yol açarak birbirlerine yürümelerine sebep olmuştu.

Buna karşılık bir adım ileri atmak istediğinde Taehyung, gözlerini kapattı ve onun boynunu tutarak Jin'in dudaklarına doğru götürdü kendisini. Aralanan dudakları fazla beklemeden, hüzün taşıyan kelimelerin çıkış noktası olan dudağa kenetlendi. Ona doğru dudağını ilerletmesiyle beraber Jin'in başı hafiften yukarı kalkarken dudaklarını paylaştılar. Çatallarını, anılarını ve kalplerini paylaştıkları gibi.

Etrafı sadece siyah olan fakat içinde türlü dileklerini ve duygularını barından renkli öpücüklerini verirlerken birbirlerine, Jin daha rahat olabilmek için aradaki tepsiyi yavaşça yana itti. Taehyung'un elleri onun ensesinden saçlarına doğru usulca giderken Jin tüylerinin ürpermesine engel olamadı. Yumuşak parmak uçlarının kendi teninde gezinmesi, o kadar hoşuna gitmişti ki o anda kendisini bırakıp teslim olabilirdi. Aslında çoktan teslim olmuştu, kendisine verilen şefkatli öpücüklerin özlemiyle.

Kahvaltıda yediği bütün tatlıları onun ağzından alırken bir kere daha doydu ona. Reçel, bal, karamel tatlarının karışımıyla beraber en tatlı olan dudaklarını öpüp onları emerken gülümsediğini hissediyordu. Başı, Taehyung'un elleri ve dudakları onun tadıyla kutsanırken onun sarhoş olduğu zaman kendisine sürekli tekrar ettiği tatlıları hatırlamaya başlıyordu yavaştan. Gülümsemesi, bir gülüşü andırdığında Taehyung'un öpücüklerine karşılık vermeyi bıraktığı halde öpülmeye devam eden dudaklarıyla gülmeye başladı.

Henüz vermeye doyamadığı öpücüklerinin bir anda durdurulması yüzünden kafa karışıklığıyla beraber geri çekilen Taehyung, karşısında gözleri neredeyse kısılmış olan Jin'e baktı. Alt dudağını içine çekip diliyle yaladığında, bir şey anlamadığı için bakışları artık hırçın bir hale dönüşmeye başlamıştı. Jin bunu fark ettiğinde ona ne demesi gerektiğini özenli bir şekilde seçmeye çalıştı, hala bir şey hatırlamadığı belliydi. ''Aklıma bir şey gelmişti de, onu hatırlayınca kendimi tutamadım.''

Açıklama yapmasının, bulunduğu durumu daha da kötüleştirdiğini düşünüyordu Taehyung. Çatılan kaşlarıyla beraber dişleriyle bu sefer alt dudağını dişlemeye başladığında, aklına başka bir şeyin gelmesi yüzünden sinirlendiği bile söylenebilirdi. Özellikle kendisi saf bir şekilde onu hissedip özel bir şekilde öpmeye çalışırken. ''Tam öpüşmemiz sırasında başka bir şeyi düşündüğünü mü söylüyorsun yani bana?''

Sesi gittikçe kırgın bir hale almaya başladığında, dudaklarını sıktığı için yanakları şişkin görünüyordu. Ellerini bağladıktan sonra savunma pozisyonuna geçmemesi için Jin onun iki elini tuttu ve iyice yanına yaklaştı. Kendisini, kendisinden kıskanmasının zor bulacağı bir sevimlilik olduğunu biliyordu, bunu daha da uzatmak istedi içinden. Fakat bakışları ciddi bir hal almadan önce bu kadarı bile yeterdi kendisine. ''Sarhoş alışkanlığının olduğunu biliyor muydun? Bana bir keresinde bir sürü tatlı söylemiştin, ağzından da o tatlıları alınca hatırlayıverdim.''

Gergin kaşları rahatlamak yerine merak içerisinde daha da gerilirlerken Taehyung ne zaman böyle bir şey dediğini hatırlamaya çalıştı. Tatlıları severdi fakat tatlı severliğini pek dile getirdiğini sanmıyordu, eğer ağzını açıp bir şeyler kaçırmadıysa. Acı ve sert şeyleri pek tercihi değildi, bu yüzden bazen tam bir çocuğun damak tadına sahip olduğunu düşünürdü. Sorun ettiğinden değildi fakat zamanla farklı tatlara da yer vermek istiyordu. ''Yurt odasındayken bana bir sürü tatlı saydığın bir zaman vardı, yoksa sarhoşken söyledim sana?''

Özellikle Taehyung'un tepkisini inceleyen Jin başını onaylarcasına salladığında, Taehyung kötü bir şey hatırlamış gibi yüzünü ekşitti. Alkol sadece kötülüklerin anası değildi, aynı zamanda utanç verici anıların da anasıydı. Halbuki Jin için, çerçeveletip baş ucuna koyacağı bir anısıydı o. Kendisi bir açık verdiğinde onun ileri sürmekten vazgeçmediği için, şimdi ona karşı kullanabileceği bir kozuydu da. ''Her birini söylerken ne kadar mutlu olduğunu görmeliydin. Puding... reçel... karamel...''

Jin'in ağzı susmak bilmezcesine onun sarhoşken söylediği kelimeleri sıralarken, durumundan oldukça hoşnuttu. Taehyung bu yüzden eliyle onun nemli dudaklarını eliyle kapatmak zorunda kalmıştı. Jin'in boğuk kelimeleri Taehyung'un eli tarafından hapsedilince sesini ne kadar çıkarmaya çalışırsa çalışsın bir şey anlaşılmıyordu. ''Dediklerimi saymaya devam edeceksen elimi ağzından çekmeyeceğim, ona göre.''

Gözleri dikkatli bir şekilde üzerindeyken gülümsemeye hazır dudak kıvrımıyla pek ciddi olduğu söylenemezdi. Fakat olmaya çalışıyordu, ufak bir parçası bu tatlı kelimeleri kendisine yakıştırmadığından. Jin buna göz yumarak konuşmayı kesti ve gözlerini sıkı bir şekilde kapattıktan sonra bir şey yapmayacağını gösterdi ona. Mesajı karşıya net ve güzel bir şekilde gittiğinde, Taehyung elini ondan yavaşça çekmişti fakat Jin'in içinden bunu devam ettireceğini bilmiyordu. ''Dondurma... lolipop... kurabiye...''

Hainlik barındıran planı bu şekilde başarılı olduğunda Taehyung'un gözleri genişlerken Jin'in devam etmesini beklemiyordu. Bu sefer sustuğundan kesinlikle emin olacağı bir şekilde üzerine çıkmak üzere ona yaklaştığında, bakışları oldukça ciddiydi. Madem oyun istiyordu, oyun oynamayı seven birisi olarak ona istediğinin en iyisini verecekti.

Fakat Taehyung'un keskin bakışlarını ve buna razı gelmeye çoktan hazır görünen Jin'in sessizliğini, odada çalan bir telefon sesi kesti. Telefon melodisinin Taehyung'a ait olmasına rağmen gözleri, geriye yaslanmak üzere dirseklerini yatağa yaslanmış olan Jin'deydi. Vücut pozisyonunun bu denli kendini hazırladığını görünce gülümsemeden edemedi.

Açıkça gülüşü oldukça belli olduğundan, Jin boğazını gereksiz yere temizledikten sonra yerinden hafifçe doğruldu. Karşısındaki kaplanın her hareketini, bir saniye bile kaçırmayacak kadar dikkatli izlediğini biliyordu, büyük ihtimalle boğazında sıkıntı olmadığının da farkındaydı. Buna rağmen odayı telefon sesi doldururken bundan rahatsız olduğu için bakışlarını kendisinden alıp, telefona uzandı.

Eliyle kavradığı telefonuna sıkıntıyla bakarken, arayan kişinin Namjoon olduğunu gördü. Yüzündeki gülümseme yavaşça solarken ondan iyi bir haber gelmesinin ihtimali yoktu. İçinden elveda kahvaltım, elveda yatağım ve elveda kaçırılmış öpücüğüm diye etrafına veda ederken çağrıyı yanıtladı. ''Cenaze konusunda bir gelişme oldu mu?''

Selamlaşma prosedürlerine gerek duymadı Namjoon'la konuşurken. İkisi durumun ya da aralarının nasıl olduğunun gayet farkındayken, normal abi ve kardeş gibi konuşsalardı bundan rahatsızlık duyarlardı. Kan bağının verdiği zoraki bir iletişimdi onlarınkisi. Ebeveynleri çok meşgul olduğundan kendisine haber verme işini büyük ihtimalle Namjoon'a bırakmışlardı. ''Evet, bugün kaldırılacak. Telefonuna göndereceğim konumda gel en geç bir saat içerisinde.''

Telefondaki sesinin oldukça kısık geldiğini fark etti Namjoon'un. Ya telefonuna yakın bir şekilde konuşmuyordu, ya da yorgun olduğu için canlı bir şekilde çıkmamıştı sesi. İkinci ihtimale daha çok olasılık verirken, hastaneden çıktıktan sonra ne yaptığını merak etti. Fakat ona karşı içinde acıma, hüzün ya da herhangi bir empati hissi barındırmıyordu. Kendisi uzun süredir tek başına güçlü kalmaya çalışarak, özellikle onun aşağılamalarına karşı, ilerlemişti hayata doğru. Aynı kanı taşıyorlardı, bir şekilde o da bunu atlatacaktı.

Hiçbir şey dememelerinden ötürü, konuşma hattında sadece gizlenmiş düşünceleri yer alıyorken Namjoon telefonu kapatan ilk kişi oldu. Taehyung bunu fark ettiğinde telefonunu bıraktı, gözleri gökyüzüne dalmış bir şekilde. Büyükannesinin son sözlerinde yardıma ihtiyacı olan kişilerden bahsederken, Namjoon'dan da bahsettiğini biliyordu fakat bunu nasıl yapacağını bilmiyordu. İçindeki el uzatma isteğini ortaya nasıl çıkartacağı konusunda en ufak fikri yoktu.

Yatağından kalkıp hazırlanmaya karar verdi, ne kadar bunaltıcı cenaze havasını görmek istemese de. Fakat hazırlanmaya başlamadan önce kendisinden haber bekleyen ve belki kendisinden daha gergin duran Jin'e döndü. Birisinin acısını, o yaşayan kişiden daha fazla yaşayan birisinin varlığına inanmazdı, onun şu anki suratını görene dek. ''Bugün kaldıracaklarmış cenazeyi, o yüzden hazırlanmaya başlayacağım şimdi.''

Bakışları kendisi için hazırlanan kahvaltıya döndüğünde, hepsini bitirememiş olsa da çoğunu yediği için memnundu. Namjoon'la konuştuktan sonra midesi aniden kapanmış gibi toktu. Oysaki dakikalar öncesinde iştahını daha da kabartan bir şevke sahipti. Dudaklarını canı sıkılmış gibi büzdüğünde, hala oturuyor pozisyonda olan Jin'in yanına gitti. Hızlı bir şekilde adımlarını onun iki bacağı arasına soktuğunda eliyle boynunu tutarak kendisine doğru çekti onu. Bir şey diyecekmiş gibi duran dudaklarına kısa bir öpücük verdikten sonra, elini boynundan çekmeden bakışlarına karşılık verdi. ''Teşekkür ederim kahvaltı için, her şey için.''

Gülümsemesi onu sardığında, boynunda olan elini onun yanağına kaydırarak bir tur okşayarak hissetmek istedi yumuşak yüzünü. Her bir gözüne tek tek bakarken sabah olmasına rağmen gecenin karanlığında parlayan yıldızlara bakıyor gibiydi. Oralarda fazla kaybolmak istemediği için, en azından şu anlık, ondan ayrıldıktan sonra kıyafet dolabına gitti.

Bu sırada Jin, ilk işi olarak Yoongi'ye mesaj atıp cenaze hakkında bilgi verirken Taehyung da giyebileceği kıyafetlerine bakıyordu. Pek bir seçeneği yoktu, siyahtan başka. Bu renge bürünmeyi sevmiyordu, seveceği onlarca ton vardı fakat büyükannesini düzgün bir şekilde uğurlamak istiyordu. Elini uzattığı simsiyah gömleğinin altına giyebileceği simsiyah bir pantolonu seçtikten sonra görüntüsüyle bile içinin karardığını hissetti.

Giymek istemediği kıyafetlere bakarken, aklına Jimin de gelmişti. Tekdüze ve sıkıcı önlüğünü takmasına rağmen çalışırken mutlu göründüğünü, önündekilere bakarken anımsadı. Onunla büyükannesini hala konuşmadığını fark ettiğinde, hemen içeriden telefonunu kaptı ve yatağının üzerine oturdu. Jin de yapacağı fazla bir şey olmadığından, hızlı ve kısa bir duş almanın iyi olacağını düşünüp banyoya doğru yönelmişti. Banyo kapısının kapatılmasıyla beraber odaları sessizleşirken, karşıdaki telefon açılınca Taehyung, dünkü hislerine rağmen sakin bir şekilde karşıladı onu. Dün yaşanan durumları ve bugün ne yapacağını anlatırken Jimin'in de kötü olduğunu sessiz kalışından anlayabiliyordu. Büyükannesini o da eskiden beri tanırdı ve kendi büyükannesiymiş gibi severdi. Bir noktadan sonra Taehyung'un Jimin'i teselli etmesi gerekmişti, telefonun diğer ucundan titrek bir ses gelince. Fakat Jimin onun bunu yapmaya yeltendiğini anlayınca, telefonu kısa tutup Taehyung'u da kendisiyle beraber kötü hissetmesini istemediği için aramayı sonlandırmıştı.

Odalarını yeni dolduran boğuk su sesi banyolarından gelirken ikisi de hazırlanmaya başladılar. Jin'in kısa süren duşundan sonra Taehyung da kıyafetlerini iyice giyinip kendisine çekidüzen verirken yüzündeki yorgunluğu silmeye çalıştı bir süre. Silmesine pek ihtiyacı yoktu aslında, fakat insanların ona acınası gözlerle bakmasından nefret ediyordu. Bu durumda iyi olmasının kesinlikle ihtimali olmamasına rağmen insanlara malzeme vermeyecek kadar aklı başındaydı.

Jin'in de siyahlara bürünmesinin ardından ikisi odalarını terk ettiklerinde, yurtlarının normal çıkışından Jimin'in arabasına doğru gittiler. Gündüz vaktinde dersi asmaktan hoşnut olabilirdi Taehyung, eğer birazdan cenazeye gitmemiş olsalardı. Yanında Jin olduğu için duygulandığı zaman suratını gömeceği bir göğsün ve ağlayabileceği bir omzun olduğunu bilmek onun lüks bir güvencesiydi. Samimiyetten uzak, soğuk görünümlü akrabalarını göreceği o yerde bu lükslüğe tutunmak, tökezlememek için tutunacağı bir dal parçasıydı.

Dünden daha parlak olan bugünde, arabaya binene kadar rüzgar ikisine esmeye devam etti. Araba çalışıp cenaze mekanına doğru yol aldıklarında, simsiyah görüntüsüne hala alışamamıştı Taehyung. Büyükannesinin parlak gülüşüne yakışmamıştı bu giydiği. Büyük ihtimalle yanında olsaydı önemli olanın giydiğinin renkli olmasını değil, kalbinin ne kadar renkli olduğunu söylerdi. Fiziki olarak yanından gitse bile anılarıyla böyle yaşatıyordu kalbinde onu, buna alışabilirdi.

Şehrin kalabalığından uzaklara doğru kısa bir yolculuk geçirdiklerinde, kendisini dünkü kadar kötü hissetmiyordu, en azından bedensel olarak. Papatya çayının etkisi hala devam ediyor muydu bilmiyordu fakat gergin olduğu anlarda hissettiği gibi karnı kasılmamıştı. Sadece psikolojik bir yorgunluğu vardı, o da esen rüzgarla okşanırken hafifçe uzaklaşıyordu.

Varacakları yere fazla sürmeden geldiklerinde, bütün camları siyahlıkla kapanmış uzun bir binanın çevresine geldiler. Asıl binanın etrafında birkaç küçük bina daha vardı fakat oralar daha çok misafirlerin atıştırmalık alabilecekleri dükkanlardı. Cenaze alanına girmek için güvenlikten geçip en az bir üniversite kampüsü genişliğinde parka doğru yol aldılar. Üniversitenin aksine burada, sessizlik hakimdi ve gereksiz canlılığa mahal vermeyecek derecede sadece yeşillikler bulunuyordu. Düz bir taş yoldan parka doğru gittiklerinde birkaç araba daha gördüler. Kendilerinden önce çoktan gelen giden vardı.

Arabayı park edip, etrafın sessizliğini taşıyarak indiklerinde, geldikleri taşlı yolu takip ettiler ve ana binaya doğru yürümeye başladılar. Taehyung buraya birçok akrabasının geleceğini biliyordu, akrabaları arasında eşcinsel olduğu bilgisinin şehir efsanesi gibi yayıldığını da biliyordu. Ailelerinde ne kadar eğitimli ve elit yerlerde çalışan kişiler olsa da, kendisine yüzler çevrildiğinde yüzlerinin ne denli yargılayıcı olabileceğinden şüphesi yoktu. Buna rağmen bugün için fazla utanmaz hissediyordu kendisini. Ellerini Jin'in ellerine doladığında onu sımsıkı tuttu. Büyükannesi yanında olsaydı, bu görüntülerine bakıp boğazından gelen hırıltılı bir kahkahayla iyi iş çıkardığını söylerdi.

Özenli biçilmiş çimlerin arasından çıkan taş yoldan gidip ana binaya doğru yürürken, etrafta böceklerin çıkardığı sesler dışında hiçbir insan sesi duyulmuyordu. Fakat Taehyung bina kapısının hemen yanında sigara içen, saçlarının bir tutamını özenle arkaya yatırmış ve takım elbisesini geçirmiş görüntüyü görünce adımlarını yavaşlattı. Sigara tutan elini ağır hareket ettirirken, o kişinin gözleri Taehyung'a kilitlendiğinde, onun Namjoon olduğu anlaşılıyordu.

Çimlerdeki böcek seslerinin arasına Jin'in telefon sesi karıştığında, Taehyung bakışlarını Namjoon'dan alıp ona yöneltti. Jin telefonunu çaldığı yerden çıkarmaya çalışıp kendisine bakan gözlere işaret parmağıyla bir dakika, dedikten sonra yerinde durdu ve telefonunu açmaya çalıştı. Daha rahat konuşabilmesi için Jin'i yalnız bırakan Taehyung, birkaç adım attıktan sonra Namjoon'un yanına doğru yöneldi. Buraya kendisinden daha önce geldiği için durumların nasıl olduğunu sorabilirdi. Ya da sadece yüzüne bakından bakmak istemişti, neler hissettiğini konuşmayan ağzından duyamadığı için.

Sigarasının dumanını havaya üflerken Namjoon, kendisinin yanına gelişini izledi değişmeyen yüz ifadesiyle. Göz torbaları hala vardı, dünün kalıntıları mı olduğunu yoksa gece uyuyamadığı için mi böyle göründüklerini kestiremedi. Yorgun ama başını yastığa koyduğunda uykusu olmayan bir ağırlığa sahipti. ''Sigarayı iyice alışkanlık yapmışsın eline.''

Taehyung ellerini cebine koyarak binayı tutan kolonların birisine yaslandı. İkisinin dün yaşadığı kavganın izi hala yüzlerindeydi, fakat etkisinin kalplerinde yeri sıfırdı. Namjoon'un fazla durgun bir hali vardı, hiddetini bir çırpıda olmasa bile üzerinden silkmiş gibiydi. Fırtına öncesi sessizliği taşımasına rağmen kopacak olan fırtınası sadece içinde, en çok da yüzünde yaşanıyordu. ''Büyükannemin bir etkisi sadece. Bir süredir içmek de istiyordum gerçi, insanın stresini alıyor.''

O odadan çıktığı zaman ikisinin ne konuştuğu merak ettiğini, itiraf etmeden geçemeyecekti Taehyung. Kendisine nasıl dokunduysa sözleri, Namjoon'a dokunmuştu elbet. Tamamen samimi değillerdi fakat en azından onunla normal konuşabileceği bir seviyedeydi. Ortak değer verdikleri tek şey büyükanneleri olduğundan, onun hakkında konuşup anılarını yad etmek bugüne yakışırdı. ''Jin'le dün o odadayken, büyükannem son nefesinde bile başkalarının iyiliğini düşünüyordu.''

Ortalığı bir anda sessizlik kaplarken ikisinin bakışları da dalgınlaştı. Namjoon sigarasını tekrar dudaklarına yerleşip içine çekerken, dünü hatırlamasıyla beraber dumanını içindeki nefesle birlikte dışarı verdi. Kaşındaki yara, onu kaşındırırken Taehyung kendisini yumrukladığı için memnundu. Hayatında hissettiği pek olumlu duygu yoktu, büyükannesi hastane kaldırıldığında ağlamak yerine bir şeyleri parçalamak istemişti. Ya da birisinin onu parçalamasını, kalbindeki acıdan başka bir acıyı duyumsamaya ihtiyacı vardı. Dikkatini dağıtacak ve olağan durumunu unutturacak bir şeye.

Yoğun bakımda bulunmasına rağmen büyükannesine de kızgındı. Bu yaşına kadar iyi dayandığını bilmesine rağmen, neden bu kadar kötü oldun diye suratına haykırmak istemişti. İlelebet değil fakat en azından bir süre daha onunla beraber kalmalıydı. Taehyung'dan sonra onun odasına girerken sadece o her zamanki suratına bakmıştı, bir şey demeden. Büyükannesi kendisine ''Namjoon kapıda durma, gel buraya.'' dediğinde usulca gitmişti sadece.

Yanı başında duran sandalyeye oturduğunda gözleri ona bakamıyordu, hastane mermerine dönüklerdi. Ara sıra kaçamak bakışlar atmaktan başka hiçbir şey yapmamıştı. Zihninde bir sürü karmaşık düşünce olmasına rağmen arasından kelimeleri seçemiyordu, seçse bile ağzından çıkamayacak gibilerdi. ''Gözlerinden bana kırgın olduğunu anlayabiliyorum. Ben ikinizi yetiştirme konusunda tam anlamıyla başarılı bir büyükanne olamadım.''

Büyükannesinin sesindeki hüznü, kendi kulakları işittiğinde ona karşı söylemek istediği tüm öfkesi su misali dindi. Kalbini bir anda vicdan azabı kapladığında, ona sinirli olduğu için kaşlarını çatarak bakışlarını aşağı indirdi. Gözyaşlarının akmaması için uğraştığında, çenesi hafif öne çıkmış ve gölge düşmüştü yüzüne. ''Ne önemli var artık bunların? Son pişmanlıkların işe yaramadığını sen de biliyorsun büyükanne.''

Ağzından çıkanlara rağmen, bulunduğu anların ne kadar önemli olduğunu biliyordu. Affetmek isteyen birisinin aksine adım attırtamıyordu kendisine. Önünü görmesine rağmen adım atamamak gibiydi, o gücü bulamadı içinde. Bunu geç bulduğu takdirde büyükannesini bulamayacağının da farkındaydı. ''İşte bu yüzden Taehyung ve sen birbirinize sahip çıkmalısınız. Birbirinizi yaralayarak pişman olacağınız şeyler yapmayın. Siz kardeşsiniz, düşman değil.''

Büyükannesine karşılık vermeyerek bir damlası gözünden aşağı indiğinde, büyükannesinin makineye bağlı elinin saçına geldiğini hissetti. Başına yuva kurar gibi bir müddet saçında kalırken, makineden gelen ani bir sesle irkildi. Kalp ritmini gösteren bu ses, tekdüze bir ses haline geldiğinde bakışlarını korkarak büyükannesine çevirdi. Gözleri kapalı bir şekilde gülümsediğinde, eli hala saçları arasındaydı. O anda ne kadar canlı görünse de bu dünyadan çoktan ayrılmıştı, Namjoon'a dokunarak.

Dünün hatırasını daha fazla anımsamak istemediğinde, ellerini saçına götürerek daha da geriye itti onları. Ardından sigarasını dibine kadar çekerek bitirmeye çalıştı. Her gün saçına dokunduğunda büyükannesini hissedip hissetmeyeceğini merak ediyordu. Fakat daha da merak ettiği bir şey varsa, büyükannesinin sözlerinin ne kadar etkili olacağıydı.

Taehyung, Namjoon'un kendisine dönen gözleri fark edip dalgınlaştığı gökyüzünden görüşünü aldığında, ona döndü. Beraber göz göze gelirlerken, Namjoon yakalanmış birisinin edasını taşımayan bir havayla sigarasını söndürmüştü. Ardından da yanında bulunan çöp kutusuna atıp binaya girmek üzere yol almıştı. Bu garip hareketi yüzünden Taehyung onun arkasından bakakalsa da pek irdelemedi. Bu kadar konuşmaları bile yeterince büyükken, bugünlük kotasını doldurmuştu Namjoon'la.

Tek başına kaldıktan sonra Jin'in konuşmasının bitip bitmediğini merak ettiğinden, yaslandığı yerden uzaklaştı ve açık alana doğru yürüdü. Yola doğru bakışlarını çevirdiğinde Jin çoktan telefonunu kapatmıştı ve kendisine doğru geliyordu. Buraya aslında çok yabancı dursa da ve birçok kişinin ilk defa göreceği birisi olsa da, ailesinden birisiydi o. Yanına gelip boş bıraktığı elini kavrarken, kalbinde sevgiyle yeşerttiği nadir kişilerden birisiydi aynı zamanda. ''Bizim çocuklar aramış, taksideyken yeri soruyorlardı az önce onu tarif etmeye çalıştım.''

Jimin hariç başsağlığına diğerlerinin geleceğini beklememişti Taehyung. Başını sallayıp, yüzüne hafifçe bir gülümseme kondurduktan sonra değişik duygular kapladı kalbini. Belki de büyükannesi gitmesine rağmen sadece bir kişiyi değil, birçok kişiyi kazanmıştı. Boşalmış kalbini bu şekilde diğer arkadaşlarıyla doldurmak ona acı verse de, sevindiriciydi de.

Tamamen mükemmel bir arkadaş olmayabilirdi ve ilk adımı atan kişinin kendisi de olmayabilirdi. Hatta adım atmaya çalışan kişilere karşı bir duvar ördüğünü bile itiraf edebilirdi. Fakat kalbi o samimiyeti hissettiğinde bütün duvarlarını indirip tamamen kendi içinde özümserdi. Öyle ki, Jimin gibi bir arkadaşını paylaşmak bile bazı zamanlarda zor gelirdi. Fakat bu özelliğinin farkında olduğundan, elinden geldiğince azaltmaya çalışıyordu. Sonucunda onun annesi değil, arkadaşıydı.

Binanın beyaz mermerlerine basıp düz bir şekilde yürümeye devam ederlerken, ayaklarının tok sesinden başka bir şey yoktu. Etrafta birkaç personel gezip dolansa da, dünyadan ayrılan birisinin huzurunu kaçırmaktan korkacakmış gibi ölü sessizliği vardı. Nyks'te her gece insanların heyecanlı görüntüsü zihnine aksettiğinde, cenaze mekanlarında çalışmanın oldukça zor olduğunu düşünüyordu. Buradaki personeller, insanların hüzünlü suratını gördükten sonra sevdiklerine daha da sıkı sarılırlar mıydı, yoksa içleri mi kararırdı? Cevabı kendisi için belirsizdi fakat bu yerin iliklerine kadar soğuk hissettirdiğini, biliyordu.

Bulundukları koridordan sola dönüp tabelayı takip ettiklerinde, çelenklerle dolu bir kapıyla karşılaştılar. Kapıdan içeri girmeden önce bile onları, büyükannesinin gözleri kısılırcasına gülümsediği çerçeveli bir kimlik fotoğrafı karşılamıştı. Etrafına da pembe açelya çiçekleri yerleştirip bir sürü mum yakılmıştı. Bu görüntü, kapıdan içeri girmeden önce ayaklarını ilerlemesini duraksattı.

Jin de onunla beraber duraksadığında, Taehyung'un göz kapaklarının ağırlaşıp üzerine bir ağırlık çöküşünü görebiliyordu. Onun elini tutmayı bırakıp arkasından uzanarak omzuna yerleştirdi elini. Bakışları hala kuyu kadar derin ve suratı karanlıkken, elinin altındaki bedeni yavaşça okşadı. Bedeninde çoktan var olan gücü ona hatırlatmak istercesine, omzunu sıktı. ''O kadar canlı duruyor ki birazdan fotoğrafın içerisinden ayaklanacakmış gibi.''

Taehyung'un sesindeki hafif titremeyi hissettiğinde Jin diğer eliyle uzanarak onun elini tuttu. Az önce eline transfer eden sıcaklığının tazeliği hala üzerindeyken ona bütün sıcaklığını vermek istedi. Acısı kalbini buz kadar soğuk yapıp, canını yakmaya başlamadan önce ısıtmalıydı onu. ''Seni gittiği yerden izlerken tek başına olmadığını görmek, en az fotoğraftaki canlılığı kadar onu gülümsetiyordur eminim.''

Kumlara bir anlığına gelen dalga gibi gülümsemesi yüzüne yerleştiğinde, ellerine güç gelerek Jin'in elini sıktı. Kaşları gergin bir hal alırken Jin'e döndü ve onu onaylamak, ona inanmak istercesine başını salladı. Bir adımını ileriye atmaya karar verirken, Jin onun ilerleme gücünü tekrar bulduğu için gülümsemesini genişletti. Ardından onu takip ederek Taehyung'un büyükannesine iyi dileklerini sunmaya gittiler.

Orta büyüklükteki odaya giriş yaptıklarında, ikisi de yürüdükleri rotayı bozmayarak fotoğrafa doğru ilerlediler. Sağ tarafta Taehyung'un annesi, babası ve Namjoon durmasına rağmen, ikisi o tarafa hiç bakmadılar. Zira onlar da bunu anormal olarak karşılamadılar, önemli olan ilk önce ölen kişiye yönelmekti. Aile yakınlarına daha sonra başsağlığı dileniyordu.

Büyükannesinin önüne geldiklerinde ilerlemeyi durdular. İlk önce Taehyung, kuru ve eski görünen seramik bir vazonun içerisinden bir parça açelya çiçeği aldıktan sonra büyükannesinin fotoğrafının hemen önüne koydu. Jin de onu takip ederek Taehyung'un koyduğu açelya çiçeğinin yanına iliştirdi kendi çiçeğini. Ardından birkaç adım geri gittiler ve iki ellerini önlerinde birleştirerek gözlerini fotoğrafa kilitlediler.

Büyükannesiyle yaşadığı onca anısı varken, en son yaptıkları hastanedeki konuşma aksetmişti Taehyung'a. Önceki yaşanmışlıklara haksızlıkmış gibi, makinelere bağlı olsa bile sesindeki huzurlu tını kulağını okşuyordu. Yaşı ilerlerken bir gün eninde sonunda yalnız kalacağını biliyordu aslında, sadece geçici bir bulanıklık hissiyle bunu aklından süpürmüştü. Fakat tamamen bu düşünceyi yok etmediğinden, zamanı geldiğinde bulanıklığı geçmiş ve tamamen ayılmıştı. Ve ayıldığında yalnız olmayı beklerken, daha da çoğunu bulmuştu kalbinde. Ona kal diyemezdi, bir çocuğun oyun oynamak için nasıl sabırsızlığı varsa o anda büyükannesinin gitmek için o kadar sabırsızlığı vardı. Artık kavuşmuştu istediğine, geride kalbi buruk birçok insanı bıraksa da.

Birbirine tutunan ellerini, düşünceleri eşliğinde sımsıkı tuttuğunu fark ettikten sonra derin bir nefes çekti. Bugün onun için sandığından daha da uzun bir gün olacaktı ve biraz gevşemeye ihtiyacı vardı. Büyükannesinin yüzünden gözlerini aldığında, sağ tarafına dönüp kendi ailesine baktı. Jin de onunla beraber döndükten sonra ikisi eğildi ve sessizce bakışlarını buluşturdular onlarla.

İki tarafın karşılıklı olarak eğilmesinden sonra Taehyung, istemediği ailesinin tarafına geçmek için ilerlemeden önce Jin'e döndü. Kendisi neredeyse gün boyunca burada olacağı için Jin'in oda dışarısına çıkması gerekecekti. Ellerini bu süre boyunca tutamayacaktı belki, fakat buradan bir adım attığında bile onun sıcaklığıyla karşılaşacağını bilmek, kendisi için yeterliydi. ''Dışarıda bekleyeceğim seni, her zaman beklediğim gibi. Aklın bende kalmasın, büyükanneni uğurla güzelce.''

Jin ondan önce davranıp, söylemek istediklerini kendisi ifade ettiğinde Taehyung'un eline fark edilmeksizin uzandı. Elleri birbirine değip baş parmağının ucuyla yumuşak tenini hafifçe okşadı ve gözleriyle gülümsedi. Ardından onun ailesine tekrardan başını eğip veda ettikten sonra odadan çıkmak üzere yola düştü. Taehyung onun arkasından çıkana kadar bakmaktan kendisini alıkoyamadı, sanki son anda fikri değişip Jin'i geri tutacakmış gibi.

Görüntüsü, kapının ardından kaybolduğunda Taehyung iç çektikten sonra ailesinin durduğu yere doğru gitti. Namjoon'un ve babasının bakışları yere dönükken, kendisine bakan tek kişi annesiydi. Jin'le beraber geldiği için yaptığı her bir hareketi özenle izlemiş ve izledikçe yüzündeki kırışıklıklar daha da ciddi bir hal almıştı. Haz etmediği, daha da asılan dudak kıvrımından anlaşılıyordu. ''Bugün buraya bir sürü aile dostumuzun geleceğini biliyorsun, buna rağmen onu buraya kadar getirmişsin.''

Namjoon'un yanında durmasına rağmen annesinin hiddetle konuşan sesi kulaklarının dibinde gibiydi. Yankı yapabilecek bu sessiz odada sesi neredeyse hırıltılı bir hal alacakken, kendisini zor tutuyordu annesi. Sürekli Jin'i görmesi, oğlunun eşcinsel olmasının ileride değişmeyecek bir durum olması, etrafındaki yadırgayıcı bakışlarının kendisine de bulaşacağı endişesinin annesini yiyip bitirdiğinden, emindi. ''Diğerlerinin kötü bir suç işlemişim gibi bakması umurumda değil. Benim gözümde Jin gurur duyulacak birisi ve ben de onunla gurur duyuyorum.''

Kanında yükselen öfkeye rağmen konuştuğunda sesi olduğundan daha akıcı ve yavaş çıkmıştı. Ailesiyle yeniden bu konu hakkında tartışmak istemiyordu, ama annesi daha da ileri giderse bundan geri kalmazdı. Kırılma noktasına kadar geldiği anlarda yanında Jin olup, ailesinin uzun zamandır geri planda kalması ve üstelik kendisini savunamamaları bile yeterince buruk yapıyordu içini. Böyle bir ses tonunu ve muameleyi hak edecek birisi değildi, ne Jin ne de kendisi. ''Burası aile yerimiz dikkatli o-''

Annesi ağzını açıp kıvılcımı daha da yükseltmek için bir girişim bulunduğunda Namjoon tarafından durduruldu. Sözü yarım kalsa da Taehyung onun nasıl göz dağı vermek istediğini anladı, o anda annesi olarak değil itibarını düşünen birisi gibi konuşmuştu sadece. Her zaman yaptığı sıradan bir rutin gibi. ''Büyükannemi uğurlamak için geldik buraya, başka şeyleri tartışacak kadar uygun bir zaman olduğunu sanmıyorum, şu anın.''

Namjoon'un sözünden sonra ortalığı buz kadar derin bir soğukluk kaplamıştı. Öfkeden uzaktı sesi, yorgundu, dünyayla kavga etmekten bıkmış gibiydi. Kutsal gördüğü bu yerde hala aile meselelerini tartıştıkları için oldukça keskindi ciddiliği. Taehyung onun kendisini korumak amacıyla söyleyip söylemediğini bilmiyordu, odaklanmak istediği kişi o anda sadece büyükannesi gibi görünüyordu. Bu yüzden suçlayıcı kırıntılar da barındırıyordu kelimeleri, asıl odaklanmaları gereken şeyi kaçırdıkları için.

Huşu içeren bir sessizlik içinde, dile getirilmeyen düşüncelerini kendilerine saklarlarken onların sessizliğini bozan şey, yeni adım sesleri oldu. Bir değil, iki değil, birçok kişinin habercisi olan bu ses dış koridorda yankılanırken Taehyung başını kaldırdı. Sesler gittikçe yaklaşıp, bulundukları odaya girerken yeni bakış açısındaki kişiler, üniversitedeki arkadaşlarıydı. Hoseok, Jungkook, Yoongi ve Jimin hepsi de buraya kendi akrabalarından daha önce gelmişlerdi.

Birkaçının yüzü hala yorgunluk barındırsa da, aceleyle buraya geldikleri belliydi. Cenazeye uygun giyinmeye çalışan fakat acele etmek adına fazla başarılı olmayan bir görüntüleri vardı. Bunu özellikle Jimin'in düzensiz duran saçlarından fakat oldukça temiz görünen siyah kıyafetlerinden anlayabiliyordu. Yoongi ise sabah odalarına geldiği zamanki gibi yine gözlüklerini gözüne geçirmiş ve her an fırlayıp bir iş yapabilecekmiş görüntüsüne bir dinginlik getirmişti. Jungkook, her zamanki gibi siyah giyindiği için onda belirli bir farklılık görememişti fakat kaçamak bakışları Namjoon'a ulaştığında, onun için endişelendiğini anlıyordu. Fakat Jungkook'un aksine evine gittiği Hoseok'un neşeli görünmeyen ve siyah giyinmekle ruhu da kararmış gibi duruşunu ilk defa görüyordu.

Hepsi teker teker açelya çiçeğini vazodan alıp büyükannesinin resminin önündeki kahverengi uzun tahtaya yerleştirdiklerinde, geri adım gidip bir süre beklediler. Ardından kendi ailesine dönüp saygılı bir şekilde eğildikten sonra selamlarını sundular. Karşılık olarak ailesi ve kendisi de eğildikten sonra, formaliteleri artık bitmişti.

Jimin'in hızlı adımları neredeyse koşar derecesinde olduğunda, iki kolunu Taehyung'un boynuna geçirip arkadaşının sırtını güçlü bir şekilde sıvazladı. Cenazede ağlamayıp, arkadaşını zor duruma düşürmemek için kendisine söz vermişti fakat ona sarılır sarılmaz gözyaşları akın etmişti gözlerine. Karşılık olarak Taehyung ona sarılıp eliyle sırtına yumuşak bir şekilde birkaç kez vurduktan sonra Jimin tutuşunu gevşetmiş ve ondan yavaşça ayrılmıştı. Gözleri birbirleriyle buluşup, birbirlerinin iyi olduğunu kontrol ederlerken sessizdiler. Cenazelere özel mekanda konuşmanın pek uygun olacağını düşünmediği ve konuşursa ağlayabileceğini hissettiği için Jimin sessiz kalmayı tercih etti.

Kendisine ilaveten Yoongi de Jimin'in oldukça kötüleştiğini fark ettiğinde, hemen yanına gidip yüzüne baktı dikkatlice. Taehyung, Yoongi'nin ciddileşen yüzünü yeni görüyordu, üniversitedeyken sürekli oldukça alaycı kaçan yüzünü gördüğü için. Fakat o anda Jimin bayılsa bile kucaklayacakmış gibi duruyordu onu. İkisini yerinden izlerken, Yoongi bir elini Jimin'in sırtında gezdirip kulağına bir şeyler fısıldadığında, Jimin başını yavaşça salladı. Sırtındaki dokunuşu hissedip Yoongi'nin elini tuttuğunda, dolan gözlerini kontrol altına almaya çalışmıştı. Ardından Yoongi'ye sorun olmadığını gösterip, birkaç adım geri çekilmişti diğerleri için.

Taehyung, Namjoon'dan sonra gelen herkesle tek tek sarılıp onların sessiz başsağlığını karşılarken, hepsine minnettardı. O anda yaşadıkları kötü ya da başlarına bela olan olayların hepsi geride kalmıştı. Birbirlerini rahatlatmak isteyen ve dertlerinin sadece finale hazırlanmaktan ibaret olmasını isteyen gençlerden ibaretlerdi. Kanları her şeye kaynayabilecekken ölüm gibi ciddi bir durumla duraksadığında, aralarındaki her şey sönerdi.

Kısa bir süreliğine gördüğü arkadaşları, Namjoon'la kendisine son bir bakış attıktan sonra yavaştan oda dışına yürümeye başlayarak gözden kayboldular. Adımları da onlarla beraber silikleşirken fiziksel olarak yanında olmasalar bile, hissettiği duygular taptazeydi. Büyükannesi yanında olsaydı, geç de olsa iyi insanlarla karşılaşacağını bildiğini söylerdi.

Fakat o artık yanında değildi, varlığına ait tek şey gülümsediği fotoğraf çerçevesi ve onun gölgesiydi. Bugünün akşamı itibariyle bunlar bile olmayacaktı, külleriyle beraber anıları arasına karışacaktı. Şarkı melodisinin hareketli olmasına rağmen şarkı sözlerinin hüzünlü olduğunu sonradan fark etmiş bir burukluk taşıyordu, orada dikilip dururken. Mutluluk verici fakat aynı zamanda üzücü.

Zaman kavramını elinden kaçırıp gelen akrabalarını selamlamaya ve başsağlıklarını almaya devam etti bir süre. Bazen anne ve babalarının iş arkadaşları da geliyordu, şirketten. Tanıdığı ya da tanımadığı bir sürü yüzün iyi dileklerini kabul edip onlara karşılık verirken bir sürü insanla karşılaşmıştı. Birkaç akrabası selamını verirken kendisine olağan süreden daha fazla bakınca, onların ne düşündüğünü az buçuk anlayabiliyordu yüz ifadelerinden. Fakat umursadığı yoktu, kendisini acınası hissettirmeye çalışıyorlardı fakat kalbini dolduran bir sürü mutluluğa sahipti şu anki benliğiyle.

Gelip giden insanların sonu gelmeksizin her birini karşılamaya devam ettiği bir zaman diliminde, o odada kendisi haricinde kimsenin tanımadığı birisi görmeyi beklemiyordu. Düşüncelerini yıldırım misali bölen ve yeterince yüksek olmayan topuk sesiyle odanın içerisinde ilerlerken, kısa saçını yine at kuyruğu yapmıştı. Onun elinden yemek yediği sırada boğazı nasıl düğümlendiyse, buraya geldiğinde de karışık duyguları kalbinde düğümlenmişti.

Gözleri şaşkınlıkla büyürken, ailesi bu tanıdık yüzü ne kadar hatırlamaya çalışsalar da hatırlayamadılar. Jin'in annesini gören ve tanıyan tek kişi Taehyung'du çünkü. Ne zaman haberi olmuştu, ne zaman gelmişti buraya hiç bilmiyordu fakat bu işte Jin'in parmağı olduğunu adı kadar iyi biliyordu. Şehir dışında gelmesine rağmen cenazeye yetişip geç kalmamıştı. Kendisine telefon açıp da başsağlığı dileyebilirdi ama çoktan buradaydı.

Büyükannesinin önünden ayrılıp ailesinin önüne geldiğinde, onların meraklı bakışlarıyla buluştu. Fakat gözleri Taehyung'u bulup ilk önce ona özellikle gülümsedikten sonra onun annesine ve babasına döndü. Henüz aile tanışması için erken olabilirdi ve böyle bir günde tanışmaları pek uygun olmayabilirdi fakat kendisini tanıtması, onların kafalarındaki soru işaretlerini gidermek için iyi bir yoldu. ''Kaybınız için başınız sağ olsun. Ben Jin'in annesiyim, tanıştığıma memnun oldum bu arada.''

Elini ilk öncelikle Taehyung'un babasına uzatıp onunla tokalaştı. Ardından annesine elini uzattığında, Taehyung'un annesi bu durumdan oldukça rahatsız olsa da saniyelik bir beklemeden sonra elini ona uzatıp tuttu. İncelik gereği tutmuştu, herhangi bir karmaşa çıkarmamak için. Fakat keskin gözleriyle ona bakarken nasıl birisi olduğunu çözmeye çalıştığı süre boyunca, Jin'in oldukça annesine benzediğini düşündü. Elini tutup sıkıp gülümsediğinde dudağının genişçe büyüdüğü için. Aynı huzursuzluğu ikisinden de almıştı.

Jin'in annesi, Namjoon'la da tokalaştıktan sonra sıra Taehyung'a geldiğinde, ona el uzatmak yerine kocaman sarılmaya çalıştı. Boyu kısa olduğu için tamamen sarmalayamasa da uzun bir aradan sonra gördüğü için daha sıkı sardı ikinci saydığı oğlunu. Sahip olduğu ve gördüğü bütün dertler için belirgin bir şekilde iç çektikten sonra Taehyung'dan ayrıldı. ''Teşekkürler buraya kadar geldiğiniz için.''

Yüksek ses çıkarmamaya çalışarak Jin'in annesine bunu ilettiğinde, onun önemli değil diyen yüzüne baktı. Bir süre önce kendi annesiyle neredeyse tartışacak bir konumdayken, hayatına yeni giren birisinin ona anne şefkatini hiç zorlanmadan vermesi, ironikti. Annesinin o anda ne düşündüğünü bilemezdi fakat kendi çocuğunu kendisinden daha çok seven birisini görmek, onun bayağı moralini bozmuş olmalıydı. Bazen arada kan bağı bulunmasa bile hissedilen duygular, damarlarında dolaşan kandan daha güçlü olurdu.

Öyle ki o anda sarıldığı kişi, kendi ailesiyle hiçbir bağlantısı bulunmamasına rağmen büyükannesinin sıcaklığını taşıyordu. Bunu bir daha hissedemeyeceğini düşündüğünden, gözleri hafiften dolmuştu sarılırken. Jin'in annesi kendi yüzünü görmediği için bilmiyordu fakat verilen şefkatin, kim olursa olsun aynı hissettirdiğini yeni anlamıştı. Kendisini tutmaya çalışarak bakışlarını yukarı kaldırdı bir müddet. Taehyung'a yeten bu sarılmaları, ondan ayrılmasıyla beraber fazla sürmemişti.

Jin'in annesi son kez başını eğip veda ettikten sonra odadan çıkmak üzere kapıya yöneldi. Odadan tamamen çıktığında, kendi ailesinin bir şey söyleyeceğini bekleyip kendisini hazırlamıştı olağan tartışmalar için. Fakat zaman geçmesine rağmen ortama hala durgun bir sessizlik hakimken, kimse bir şey demedi. Namjoon'un sözlerinin ağırlığı varlığını yeniden hatırlattığından, yeni bir misafir geldikten sonra konunun bir daha açılma şansı yitirilmişti.

Ayakları yavaştan onu rahatsız edip, bacakları oturmak isterken ailesinin yanında durmaya devam etti. Yanında ne saat ne telefon olmadığı için saatin kaçı gösterdiğini bilmiyordu, tahminini ancak kapıdan yansıyan gün ışığıyla yapabiliyordu. Cenaze törenleri pek uzun sürmezdi fakat misafir yoğunluğunda pek bir değişim yoktu. Jin'in annesinin ziyaretinden sonra kendisini pek heyecanlandıracak bir yüz de görememişti gerçi. Çoğunlukla hepsi orta yaşlı kişilerden oluşan bir kalabalıktı gelenler.

Bina dışında Jin'in, onun annesinin ve erkenden gelen diğer çocukların ne yaptığı aklındayken sabırsızlandığı da söylenebilirdi. Yorgunluğu gittikçe artıp ziyaretçiler tersine giderek azaldığında, Taehyung karayı gören bir gemi sahibi gibiydi o anda. Burayı bir süreliğine tuttukları için misafirler gelmeye devam etseler bile bir noktadan sonra onlar da ayrılmak zorunda kalacaklardı. Ve düşüncesinin habercisi gibi şirket kıyafeti giymiş bir personel onların yanına gelip annesi ve babasıyla konuştuktan sonra düşüncesi doğrulanmış oldu. ''Çocuklar siz önden gidebilirsiniz. Annenizle biz, biraz daha kalıp son işlemleri halledeceğiz.''

Babasının konuşmasından sonra Taehyung'un aksine oradan ayrılmaya yeltenen en erken kişi Namjoon oldu. Sigara içmeye başladığı için bu ihtiyacını giderme ihtiyacı mıydı hızlı olması, yoksa burada daha fazla kalmak istememesi miydi, emin değildi. Kendisi yavaş adımlarla yerinden kıpırdanırken büyükannesinin olduğu yere son bir kere daha baktı. Saatlerce burada olmasına rağmen şu anda bakışında daha çok odak bulunuyordu. Hiç değişmeyecekti güldüğünde hissettirdikleri, ne bugün ne de yarın.

Odadan çıkmak için kapı dışına kadar yürüdüğünde, rüzgarla gelen ferah havayı hissetti koridordan. Fakat buna sıcak bir rüzgar demek için biraz geç kalmıştı. Hava hafiften aydınlıktı fakat bulutlar çoktan güneşin önüne geçmiş ve bir sürü gölgeli alan yaratılmıştı. Koridora adım attığında, etrafta birkaç iş adamı haricinde genç popülasyondan birilerini göremedi. Gözleri özellikle Jin'i ararken, arabada dinleniyor olabileceğini ya da dışarıda oturabileceğini düşünerek dışarıya çıktı. Zira çevredeki çoğu dükkan çoktan kapanmıştı.

Merdivenlerden inip sağ tarafa döndüğünde çimlerin ve taş yolun bulunduğu yoldan aşağı doğru yürümeye başladı. Yolun kenarına ve özellikle belirli noktalara yapılan bir sürü çiçekler, eğer cenaze yerinde yapılmamış olsalardı oldukça güzel görünebilirlerdi. Ortama ölüm ve huzursuz edici havası hakimken, çiçekleri pek sevimli bulduğunu söylemezdi ama yine de güzellerdi.

Yürümeye devam edip, park yerinde kırmızı minik kamyonetini fark ettiğinde adımlarını daha da hızlandırdı. Kamyonetin önünü kaplayan şeffaf camdan içeriye baktığında kimseyi görememişti, bu yüzden çevreye daha dikkatli bir şekilde bakınmaya başladı. Yol üzerinde bazı yerlere tahta sandalyeler konulup sandalyelerin hemen arkasından uzanan tahtadan güneşlikler yapılmıştı. Keza, bu boş tahtalarda geniş omzuyla oturup cüssesiyle boşluğu dolduran birisini bulmak hiç de zor olmamıştı.

Yanında kimse yoktu, diğerlerinin nereye gittiğini merak ediyordu fakat kendisini daha da meraklandıran diğer şey, Jin'in gözlerinin kapalı olup olmadığıydı. Hiç hareket etmeyip sadece oturuyorken, uyur gibi bir hali vardı. Kamyonetini geçip iki adım attıktan sonra onun yanına tamamen geldiğinde, yüzünü rahatça seçebildiği için başını hafifçe geriye yaslayarak gerçekten de uyuduğunu gördü. Bu sabah erkenden kalkmıştı, kendisi için kahvaltı hazırlamıştı ve üstelik çevresindekileri buraya getirdiği için en az kendisi kadar yorgun olmalıydı. Ortam yeterince rahat ve rüzgar insanları uyutacak bir ferahlıkta eserken, buna ters kürek çekmesi nafile olurdu.

Gözleri hala onun üzerindeyken, ses çıkarmayarak ve varlığını belli etmeden Jin'in yanına oturmaya karar vermişti. Kendi pozisyonunu ayarlayıp tahta bankta dik bir şekilde durduğunda, onun başını iki eliyle yavaşça tutarak kendi omzuna yasladı. Başını çevirmek biraz zor olmuştu fakat onun aksine dar gelen omzu, Jin'in başıyla donatıldığında memnundu. Sağ elini, onun arkasından yukarı kaldırarak saçlarına uzattı ve rüyasını taçlandırmak istediği için saçını okşamaya başladı, baştan aşağıya. Böyle bir alışkanlığı olmamasına rağmen onun sayesinde kazandığı bir davranışıydı. Sevgi vermek, özellikle de ona, en geç alışkanlık edindiği fakat son zamanlarda en sevdiği olmuştu.

Rüzgar ikisinin saçını okşayıp hafiften havaya kaldırırken Taehyung, Jin'in kalkan her bir tel saçını parmaklarıyla düzeltti. İpeğimsi saçlarında karda kayarmış gibi gezinirken, okşanan kişi olmamasına rağmen Jin'in huzurunu kalbinin en derinlikle hissediyordu. Bazen birisini sevmenin yorucu ve güç olduğunu düşünse de, şu an yaptığı hareketle uzun süredir ayakta durmanın ve eğilmenin yorgunluğunu taşımıyordu bile. Aksine, uzun ve yavaşça atıyordu bunu.

Jin'in kendisini üzerinde nasıl bir etkisi olduğunu düşünceleri eşliğinde fark ettiğinde, gülümseme kondurdu dudaklarına. Sadece dudaklarının kıvrılmasıyla beraber içi buruk bir mutlulukla dolduğunda, bıraktı parmaklarını saçında gezdirmeyi. Parmakları usulca onun çenesine gittiğinde, yüzünü tutup kendisine doğru kaldırdı. Kendisi de başını hafifçe aşağı götürüp onun yüzüne yaklaştığında, gözlerini kapattı ve doğal bir şekilde duran dudaklarını öptü.

Uyuduğu için aralanan dudaklarını, kendi dudaklarıyla doldururken hissettiği tek şey her sabah öpmeyi isteyip de öpemediği dudaklarını öpmenin verdiği hazdı. Bir şey sürmese bile kiraz gibi görünüp çekiciliğiyle, öpülmenin davetiyesini yollarken çoğu zaman reddetmişti, kendisine hakim olmaya çalışmıştı, eh bazı zamanlar hakim olamadığı zamanlar da olmuştu.

Nefesini içine bırakıp yavaşça dudaklarını hareket ettirerek dudağıyla her bir zerresini öpmeye çalıştı. Dudaklarını yetebildiği kadarıyla onu içselleştirirken, içindeki arzunun sönmesi gerekirken daha da alevlendiriyordu kendisini. Vücudu gittikçe sıcaklaşmaya başladığında yerinden hafifçe doğrulduğunda, Jin'in gözlerinin açılmasına sebebiyet vermişti bu yüzden.

Gözlerinden önce dudakları, alışmış olduğu dudaklara karşılık verirken, Jin içindeki bir içgüdüye uymuştu sadece. Gözleri kapalıyken gördüğü rüyada, Taehyung'un onu öptüğünü görmüş fakat hiçbir sorgulamasını yapmamıştı. Onu şaşırtan şey, bunun aslında gerçek olmasıydı. Fakat uyandığı için eylemi yarıda kesildiğinden, hem şaşkınlık hem de büyük bir sevinç taşıyordu. ''Taehyung... gözümü kapattığımda bile seni görüyorum, asıl deliren kişi ben olmalıyım.''

Sesi gülüşünün tizliğiyle parlarken Taehyung ona eşlik etti. İlişkileri boyunca delirdiğini söyleyen kişi hep kendisi olduğu için Jin'in ağzından böyle bir şey duymayı beklememişti. Yanına yaklaşıp ellerini ona doladığında, bacakları birbirlerine temas ettiği için aralarında hiç mesafe yoktu. ''Seni öptüğüme şaşırmadın bile, bu kadar çok mu özledin beni?''

Böyle demesine rağmen asıl özleyen kişi kendisiydi, öyle ki uykusundayken bile varlığını hissetmek istemişti. Bakışlarını ona çevirdiğinde Jin'in de buna hiç itiraz edecek gibi bir hali yoktu. Kendisine sessiz bir şekilde bakarken gözlerinden bile evet, dediği anlaşılıyordu. Yine de sesli bir dile getirilişin etkisi, büyülü sözleri söylemek kadar güçlüydü. ''Cevabını bildiğin soruları sormaya devam ediyorsun, yine.''

Karşılık olarak Taehyung gülümseyerek sadece omuzlarını silktiğinde, önüne bakmaya devam etti. Jin'in gözleri onun üzerindeyken, Taehyung'un tuttuğu elini havaya kaldırdı ve dudaklarına bastırdıktan sonra öptü. Dudağından çekişiyle beraber verdiği nefesi o kadar içinden gelmişti ki, Taehyung'un içinin kıvranmasına engel olamadı. Jin'le beraber fark etmeden nefesini dışarıya verirken, onun yüzüne yaklaştığından bihaberdi.

Yanında hissettiği kıpraşmayla beraber başını sağ tarafına döndürdüğünde, Jin çoktan Taehyung'un dudaklarına ulaşmış ve bırakmayacak gibi değdirmişti. İkisinin dünyası gözlerini kapamalarıyla beraber simsiyah fakat dudaklarının geniş adımlarıyla beraber renklenirken, birbirlerini boyadılar. Çeneleri ağızlarının aralanıp kapanmasıyla yukarı çıkıp iniyordu ve ikisi de birbirinin içerisinde eriyip kayboluyordu. Yorgunluklarının üzerine içebilecekleri soğuk bir içecek yerine içtikleri şey aslında birbirlerinin dudaklarıydı.

Dudakları hala birbirine değerken nefeslenmek için Taehyung geri çekildiğinde, Jin de ayak uydurarak geri çekildi. Gözleri bir hışımla açılıp yüzlerini yakından selamlaşırken, ikisi de sarhoş gibi kızarmıştı. Jin'in özellikle kulakları kırmızı renginin en parlak halini yaşarken aynı zamanda Taehyung'un yanaklarına renk gelmişti. ''Yanına gelmek istedim ama ailece büyükanneniz adına orada durduğunuz için gelemezdim, yapacak bir şeyim yoktu özleyerek beklemekten başka.''

Karşısındaki sıcak nefes Taehyung'un içine işleyip kendisine karışırken Jin'in dudaklarına yaklaştı ve sonra derin bir şekilde öptü onları. Esir aldığı alt dudağını kendi dudakları arasında hapsetmişken, ondan ayrıldığında kendisine doğru çekti. Bırakması zor olsa da ondan ayrılırken, karşılaştığı şey kendisine gülümseyen bir surat olmuştu. Yaptığı hareket dünyadaki en sevimli hareketmiş gibi Jin'in bakışlarıyla donatılırken, kendisi de gülümsemeye başladı. ''Kapanış saati biter bitmez geldim buraya. Aklımda tamamen büyükannemin olacağını düşünmüştüm ama seni düşünmekten de alıkoyamadım kendimi.''

Büyükannesinin ağırlığını hissettiğinde Taehyung duruşunu düzelterek sırtını tekrardan arkaya verdi. El ele tutuştukları için hissettikleri sıcaklık birbirleri içerisinde harlanırken, Jin onun elini kucağına yerleştirdi. Bulundukları yer fazla yüksek olmayan bir duvar ile çevrelendiği için karşılarındaki boş araziyi ve gerisindeki kesilmediği için gürleşen ağaçları izleyebiliyorlardı. ''Şu anda nasıl hissediyorsun?''

Bu soruyu yanıtlamak için halkası birbiri içerisine geçmiş bir sürü duygusu mevcuttu. Sabah yatağından çıkmak istemiyorken, dünyasının hemen normalleşmesini istememişti. Meydan okumak istemişti, fakat cenazeye gelen misafirlerin tanıdık yüzlerini görmek bütün dirayetini sökmüştü. Yanından en değerlisi ayrılmış olsa da, hayatın hala ilerlediğini gösteriyordu kendisine sarılıp acısını kucaklayan kişiler. Büyükannesinin gitmesiyle bunu daha iyi anlamıştı, ne kadar geç olsa da. ''Daha iyiyim.''

Dün üzerine gözyaşlarını bıraktığı omzuna bu sefer başını yasladığında, o zamanki hislerinin tekrar nüfus etmesine izin vermedi. Güneş yavaşça batmaya başlarken onunla beraber kendisinde batması gereken duyguları da vardı. Aynı acıları sürekli yüklenmesiyle yorulacağını biliyordu, bunu yüklenmek için hazır duran Jin'in olduğunu da. Tamamen silip süpüremezdi de kalbinden, güneşin yeniden doğuşu gibi akın edebilirdi bazı zamanlar anılar. Fakat sevmediği güneşli günleri, sevdiği insanla sevmeye başlarken buna da alışacaktı. Mutlaka, bugün hissettiğinden daha da iyi olacaktı yarın.

Continue Reading

You'll Also Like

12.8K 1.1K 25
Park Jimin'e bir yıldır Platonik olan Kim Taehyung ve Kim Taehyung 'u yeni yeni fark eden Park Jimin sememin ağırlıklı
963K 57.9K 47
Hale, sosyal medyada yazdığı bir yorumun hayatını bu denli değiştireceğini nereden bilebilirdi ki.
781 102 8
"1 yıldır seviyorum seni. " -Yoonmin, Taekook, Namjin.-
79.6K 3.7K 39
Öğretmen öğrenci aşkını anlatan bir hikayedir . Onu ilk gördüğüm andan beri çok ama çok seviyorum o hiç bir kıza benzemiyor o çok farklı yada onu se...