Love In The Dark (𝑳𝒖𝒄𝒊𝒖�...

By fourhopes

34.1K 3.2K 2.6K

[𝚃𝚊𝚖𝚊𝚖𝚕𝚊𝚗𝚍ı] Lucius Ölüm Yiyen olmak üzereydi. Mezun olalı 2 yıl olmuştu ve geç bile kalmıştı. Sever... More

G İ R İ Ş
~Episode 1~
~Episode 2~
~Episode 3~
~Episode 4~
~Episode 6~
~Episode 7~
~Episode 8~
~Episode 9~
~Episode 10~
~Episode 11~
~Episode 12~
~Episode 13 ~
~Episode 14~
~Episode 15~
~Episode 16~
~Episode 17~
~Episode 18~
~Episode 19 - Part 1 ~
~Episode 20 - Part 2~
~Episode 21~
~Episode 22~
~Episode 23~
~Episode 24~
~Episode 25~
~Episode 26~
~Episode 27~
~Episode 28~
~FİNAL~
★ Özel Bölüm ★

~Episode 5~

1.5K 145 83
By fourhopes

Song - Natasha Blume = Black Sea

Kaçırıldıktan sonraki beşinci güne gözlerini açan Lucius tamamen kararmış bir ruh haline sahipti. İçindeki sıkıntı, sıkışıklık nefesini kesiyor gibiydi. Midesi garip bir nedenle bükülüyor gibi bir his vardı. Endişe gibi bir şey... Endişe etmesi için pek çok sebep vardı gerçi ama son bir aydır endişeli olsa da kaçırıldıktan sonra ilk defa bu hisse ev sahipliği yapıyordu bedeni.

Metalik mavi gözleri, sabah olmasına rağmen karanlık olan odada gri bir hal almış, en az dışarısı kadar sisli bir görünüme sahip olmuştu.
Soluk pembe dudakları aralandı ve iç çekerken şişen göğsü ile sıkıntıyı atmaya çalıştı.
Yavaşça doğruldu ve dışarıya baktı. Perdeler tamamen açık olduğundan bunu yapması kolay oldu.

Göl, birkaç gündür süren fırtınalı hava nedeniyle dalgalıydı. Sis kasvetle göl evinin tepesine çökmüştü.
Ölüm gibi, diye düşündü Lucius. Sanki Ölüm evin etrafını sarmış gibi...

Başını iki yana sallayıp gerindi ve ayağa kalktı. Asasız bir şekilde evden çıkamadığı kesinleştiğinden beri, hani şu banyodan önce gidip tost yaptığı ama kaçamadığı zamandan beri zincirlerden kurtulmuştu.
Yavaşça ayağa kalkıp banyoya ilerledi. Ayakucundaki çan artık yoktu. Elleri çözüldüğünde James çanı alıp göle doğru fırlatmıştı.
Şüphesiz artık Lucius kendi işini kendi yapabileceğinden, sabahın köründe kalkmasına gerek olmadığı için sevinmişti.

Sarışın genç adam daha dün akşam banyo yaptığından sadece elini yüzünü yıkayıp dişlerini fırçaladı.
Yüzünü gri havluyu çok bastırmadan kuruladı. Sonra odaya geçip giyecek bir şeyler aradı.
Siyah bir kot, koyu yeşil bir kazak ve siyah çoraplarla odadan çıkıp alt kattaki mutfağa ilerledi. Göl evi çok büyük olmadığından çok çabuk her yere ulaşabiliyordu.
Kendi evinde olsa odasından mutfağa gitmesi dakikalarını alırdı.

Evin küçük olması garip bir şekilde hoşuna gidiyordu. Ev gibi hissettiriyordu.

Mutfağa girdiğinde kaşlarını kaldırdı. James uykusuzluktan kapalı olan gözleriyle yanağını eline yaslamış oturuyordu.
Lucius içeri girdiğinde onu fark etmedi. Sarışın genç adam sinsice ona yaklaştı, arkasından kulağına eğildi ve-

"BÖ!"

"AAAA!"

James çığlık atarak ayağa fırladı ve dehşetle kahkaha atan genç adama baktı.
"Ne oluyor be!?" Dedi şokla.

Lucius kıkırtılarını bastırmaya çalışırken gözlüğü kaymış, saçı başı daha da dağılmış olan ve hala yüzünde ne olduğunu anlamamış dehşet ifadesine sahip genç adama baktı.
"Sura- suratın o kadar komik ki! Bir saniye," dedi soluklanırken.
Tam gülüşü sakinleşecekken James'in ince ve tiz bir sesle attığı çığlık kulağında yankılandı ve tekrar gülmeye başladı.

"Neler oluyor?" Dedi kaşlarını çatıp içeriye giren Rabastan. Gözleri kızgınca ayakta dikilen James ve gülmekten kıpkırmızı olan Lucius arasında gidip gelirken şaşırdı.
"Kim öyle çığlık attı?"

James homurdanarak yanından geçip dolaba ilerlerken Lucius gülüşünü durdurup sırıtarak gözlüklü genci işaret etti. James ise homurdandı.
"Aptal sarışın arkadaşın beni korkutmaya karar vermiş!"

Lucius hakarete takılmadan sırıtıp omuz silkti. "Çok konuşma da o sesi nerenden çıkardığını düşün."

Rabastan epey tiz olan çığlığı düşünüp sırıtırken James su dolu bardağı kafasına dikti ve iki Slytherin'e orta parmağını gösterdi.
Az sonra içeri Remus ve Peter girdi.
"Ne oluyor?"

"Evet, o ses neydi? Kedi mi boğazladınız?" Dedi Peter.

Lucius ve Rabastan aynı anda gülerken James kaşlarını burnuna kadar çattı ve bardağını çarparak bıraktı.
"Si*tirin gidin!"

James mutfağı öfkeyle terk ederken Lucius ne olduğunu anlatmak için yeni gelen ikiliye döndü.

///---///

Kahvaltı hazır olduğunda Remus ve Peter anında masaya oturdular. Peter kilosuna dikkat etse de kahvaltıda bol bol yiyordu, Rabastan tıka basa doymadan kalkmazdı ve ne kadar yese de kilo almayan Remus da aşırı derece fazla yiyordu. Bir kurt adam olduğu için çok fazla yemesinin normal olduğunu düşündü Lucius. Kurt adam olduğu için bedeni yediklerini çok çabuk yakıp enerjiye dönüştürüyor olmalıydı. Birkaç sabah birlikte ettikleri kahvaltı onların bazı alışkanlıklarını aklına kazımıştı.
Lucius onun kurt adam olduğunu son sınıftan beri biliyordu. Bir süre onlarla takıldığında genç adamın ne olduğunu anlaması zor olmamıştı.

Lucius bunu asla Remus'a karşı kullanmadı ya da kullanmayı düşünmedi. Hatta okulda oldukları sıralar genç kurt adama destek olmuşluğu bile vardı.
Şu an gri gibi gözüken gözleri masada gezindi.
Severus ve Sirius dün gece Londra'daki eve gitmişlerdi. Bu gün ise Diagon yolunda gezinip kendilerini göstereceklerdi.
Bir anda ortadan kaybolmaları dikkat çekeceğinden böyle şeyleri sık sık yapmaya dikkat ediyorlardı.

Lucius homurdandı. Severus'un sinsi, kıvrak zekasına kısaca sövdü.
Sonra gözleri masadaki krep tabağına odaklandı. Onlarca krep birer ikişer azalıyordu ve aptal Potter trip attığı için aç kalacaktı.
İç çekip geriye yaslandı. Vicdan azabı falan çekmiyordu!
Aptal velet aptal şaka yüzünden istediği kadar aç kalabilirdi.

Birkaç saniye sonra kaşları çatıldı ve burnundan sinirli bir nefes verdi.
Evet! Aç kalması umrunda değildi.
Hayır , hayır, hayır... Vicdan azabı çekmiyordu.
O Gryffindor aç kalıp duvarları kemirebilirdi.
Lucius kararlı bir şekilde gülümsedi.

Ama bir dakika sonra gülüşü tamamen sönmüş bir şekilde ayağa fırladı ve kalan dört krep ile bir bardak portakal suyunu bir tepsiye yerleştirdi.

///---///

Severus gözlerini etrafta gezdirdi. Diagon yolu her zamanki gibiydi. Etrafta koşuşturan cadılar ve büyücüler, sahiplerini peşinden koşturan fare ve kediler.
Kısaca koca bir karmaşa.
Severus okul öncesi ne kadar kalabalık olduğunu hatırlarken bu kalabalığın az bile olduğunu düşündü. O zamanlar burası cehenneme dönüşürdü.

Adımlarını Gambol ve Japes Büyücü Şakaları dükkanına çevirdi. Severus Çatlak Kazan'da işlerini hallederken, görüşmesi gereken birileri vardı, Sirius'u kovmuştu.
Konuşmanın ortasında sıkılacağını, söylenip duracağını ve en sonunda Severus'u kalkmaya ikna edeceğini bildiğinden genç Slytherin onu en başından yollamıştı.
Ve nerede olduğunu çok iyi biliyordu.
Kapıyı bir çan sesinin eşliğinde açtı ve
Hogsmeade'deki Zonko'nun bir benzeri olan şaka dükkanına adım attı.

Algıda seçicilik olsa gerek gözleri anında sevgilisini buldu. Uzun saçları düzgün bir at kuyruğu yapılmış, üzerindeki bol beyaz kazağı yukarı uzandığı için belini açığa çıkarmıştı. Severus omzunu herhangi bir rafa yaslayıp sevgilisini süzdü. Sirius birkaç yıl Quidditch oynamış ve düzenli olarak spor yapmıştı. Asla kas yapmaya yönelik çalışmadığından vücudu ince ve genel olarak zayıftı ama kemiklerinin etrafında yağ değil kas vardı. Omuzları geniş sayılabilirdi, ince bir beli vardı.
Kilosuna çok taktığı bir dönem yüzündendi.

Siyah gözlerini sevgilisinin siyah bir pantolon tarafından sarılan bacaklarında gezdirdi. Paçası biraz bol olsa da kalça ve uyluk kısmı dardı. "Hadi ama! Neden o kadar yüksekte ki bu lanet kutu!?" Diye homurdanıp zıpladığında Severus gülümsedi ve ona ilerleyip kutuya uzandı.

Sirius şaşkınca arkasına dönüp onunla göz göze geldi. "İşin çabuk bitmiş?"

Severus fazla hafif olan kutuyu düzeltip içinde ne olduğuna göz attı. Bir sürü ıvır zıvır ile doluydu. Hafifletme büyüsü yapıldığını tahmin etti. "Öyle oldu... Bunlar ne?"

Sirius sırıttı. "Şaka setlerinden biri. James aldırdı. Lucius'un üzerinde kullanacakmış."

Severus gözlerini devirdi. "Evde yine kıyamet kopacak desene."

Sirius sırıtıp Severus'un koluna girdi ve onu dışarı sürükledi. "Kesinlikle. Hadi gidip dondurma yiyelim."

Severus setin parasının ödendiğini düşünüp kutuyu Sirius'a uzattı.
"İyi, al."

Sirius dudaklarını büzüp tatlı tatlı baktı. "Sen taşısan..?"

"Niye, elin mi yok Sirius?" Dedi Severus alay ederek ama kutuyu eve kadar taşıyacağı kesindi. Neyse ki hafifletme büyüsü vardı.

"İki saat seni bekledim! Bir kutuyu da taşı benim için!"

Severus iç çekip cevap vermedi. Daha beş dakika olmamıştı, ne çabuk geldin diyeli.
Severus Florean Fortescue'nun Dondurma Salonu'ndan içeri girip hızlıca sipariş verdi. Sirius'un ne yemek isteyeceğini biliyordu.

"Çikolata, vişne, vanilya ve çilekli kap dondurma." Dedi Sirius'un sevdiği aromaları sayarak. Kendisi yemiyordu ama Sirius'un zorla yedireceğini bildiğinden ekledi.
"En büyüğünden olsun lütfen."

Beyaz saçlı, güleç yüzlü kadın tebessümle Severus'a ve arkasındaki, tatlıları süzen Sirius'a baktı. Sirius'un gri gözleri kocaman açılmış, dondurmadan sonra yiyebileceği pastalar ve diğer şeylerin üstünde geziniyordu.

"Başka bir istediğiniz var mı genç adam?"

Severus sevgilisinin büyüsünden çıkıp kadına döndü. Sirius kolay hasta olan ve hasta olduğunda da kıyameti koparan biriydi. Ayrıca Severus sevgilisinin hasta olmasından hiç hoşlanmıyordu.
"Ilık su ve bir bardak kahve."

Kadın gülümseyip arkasını döndü ve işine baktı. Sirius tatlara bayılırdı ama kahvesini acı seviyordu. Severus oturacak yer bulup yerleşen Sirius'un yanına ilerledi, kutuyu masaya bırakıp yanına oturdu.
"Bir şeyler duydun mu?" Dedi Sirius ciddileşerek.

Severus başını iki yana salladı. "Malfoy ailesinin büyük bir şirketi olduğunu biliyorsun. Şirkette çalışan birkaç cadının konuşmasını duydum. Birkaç gündür şirkette Lucius'u göremedikleri için şaşırdıklarını, Bayan Malfoy'un şirkete uzun zaman sonra gelip yönetimi ele almasını ve Lucius'un zamansız tatilini konuşuyorlardı."

Sirius kaşlarını kaldırdı. "Tatil?"

Severus iç çekti. "Bayan Malfoy herkese Lucius'un kısa bir süreliğine tatile çıktığını, kafa dinlemek istediğini söylemiş. Elbette Ölüm Yiyenler onun kaçırıldığını biliyordur. Ve Bakan da öyle."

Sirius bir anda bir şeylerle ilgileniyor gibi davrandı. Başını neredeyse şaka kutusuna soktu ve yavaşça karıştırırken fısıldadı. "Dükkanın dışında, siyah cüppeli bir adam var. Orta boylu. Sanırım bize bakıyor."

Dükkanın kapısı ve dışarı bakan cam kısmı yan yana oturan çiftin tam karşısında kalıyordu. Severus başını çevirip bakmadan güldü. Yabancı gözlerin sahte olduğunu anlayamayacağı ama Sirius'un sahte olduğunu bildiği bir gülüştü.
Sirius da başını kaldırıp güldü ve direkt olarak sevgilisinin gözlerine baktı.
"Bizimle ilgili mi?"

"Emin değilim. Yine de normal davran. Asan yanında, değil mi?"

"Evet, öyle."

Severus iç çekip ona eğilmeden önce dışarıdaki şekile göz attı. Geniş omuzlar, kısa sayılabilecek bir boy ve bir anlığına rüzgarda açılan başlıktan gördüğü tüylü yüz.

Fenrir Greyback!
Sirius'un diğer yanındaki peçetelikten bir peçete aldı. Geri çekilirken fısıldadı.

"Tuvalete git, yoldaşlığa haber ver. Fenrir Greyback burada."

Sirius endişesini saklayamadan iç çekti.
"Ne?"

"Dediğimi yap. Dikkat çekme, saldırmasını engellemeliyiz. O buraya geldiyse işler hiç iyi olmaz."

Sirius yine gülümsedi. Sanki Severus'un dediği şey onu mutlu etmiş gibi. Gerekirse çıkıp iki güçlü büyücü olarak savaşabilirlerdi ama Greyback güçlüydü. Etrafta gezen bir çocuğa zarar vermekten çekinmeyecek kadar da kötü. Dondurmaların geldiğini gördüğünde ayağa kalkmaya hazırlandı ama yaşlı kadın ona kaşlarını kaldırdı.
"Kalkma genç adam."

Severus kaşlarını çatmamak için direndi. "Bayan?"

Kadın gülümsedi. "Yoldaşlık yolda. Ayrıca dükkanımda güçlü koruma büyüleri var genç adam. Son saldırılardan sonra müşterilerimi ve dükkanımı korumak için yaptırdım."

İkili rahatlayarak iç çektiğinde gülümsedi ve Sirius'a döndü. "Ona ne kadar da benziyorsun..." Dedi özlemle.

"Kime?" Dedi büyük Black şaşkınca.

"Leo'ya."

"Leo? Öyle birini tanıdığımı sanmıyorum." Dedi Sirius düşünceli bir şekilde.

Yaşlı kadın gülümsedi tekrar. "Tanıyacağını hiç sanmıyorum. Sen bir Black'sin, bir safkan. Leo bir Muggle. Eski bir dostum olur kendisi."

Sirius gülümsedi. Kadın da tepsideki kahve ve büyük bir bardak ılık suyu masaya bırakıp gitti.
Severus önüne dönecekti ki Sirius heyecanla kolunu dürttü. "Sev!"

"Efendim bebeğim?"

Sirius bir an hitap şekline aptal aşık gibi sırıtsa da heyecanla toparlandı.
"Babamın bir kardeşi vardı! Bir ikiz kardeş! Adı Leo'ydu. Babam bir keresinde onun çok güzel resim yaptığını ve bu yüzden aile içinde ona Leonardo dediklerini söylemişti."

Severus ufak bir tebessümle, "Ona ne oldu?" Dedi çünkü Orion Black'in bir ikizi olduğunu hiç duymamıştı.

Sirius iç çekti ve saçındaki gevşemiş tokayı çözdü. Tekrar bağlarken mırıldandı. "On altı yaşında bir Muggle'a aşık olup aileden atılmış. Aile ağacından yüzü silinmiş. Babam ondan bir daha hiç haber almadığını söylemişti."

Severus iç çekti. "Sirius. Muggle dünyasında yüzlerde Leo var. O olmayabilir." Dedi üzülerek. Sirius'un ne düşündüğünü biliyordu. Orada bir yerde tıpkı kendisi gibi aileden atılmış bir amcası olabilirdi. Herkesin düşündüğünün aksine büyük Black aileye çok fazla önem verirdi.

"Öyle olabilir elbette ama kaçı bana benzeyebilir ki? Biliyorsun, Black erkekleri genel olarak birbirlerine benzer. Özellikle kardeş ya da baba oğul olanlar. Leo görünüş olarak babamın kopyasıydı ve bende onun ikizinin oğlu olarak ona çok benziyorum. Babama ne kadar benzediğim, görünüş olarak yani, herkesin bildiği bir şey."

Severus başı salladı. "Evet. Bu mantıklı ama hala umut etmemen gerektiğini düşünüyorum. Başkası olabilir ya da amcan olsa bile iyi biri olmayabilir."

Sirius üzgünce suratını astığında uzanıp yüzünü elleri arasına aldı ve burnuna bir öpücük kondurdu.
"Sirius... Sen benim kalbimsin, her şeyimsin. Gülüşlerimin sebebisin sen. Asma yüzünü, seni üzmek ister miyim hiç ben? Sadece umut edip sonunda üzülmeni istemiyorum."

Sirius iç çekip gülümsedi. Sahte bir gülümseme değildi, gözlerine ulaşan bir gülümsemeydi.
"Seni seviyorum Severus. İyi ki yanımdasın."

Severus gülümsedi ve dudaklarından öpmeden hemen önce mırıldandı. "Bende seni seviyorum baş belası."

Evet, Sirius kesinlikle başının belasıydı. O ve James belaya bulaşmak konusunda zirveye oynuyorlardı.
Ama Severus uzun bir süre önce itiraz etmeyi bıraktığı gibi, onu seviyordu. Hemde çok...

Genç çift, sadece birkaç masanın dolu olduğu dondurma salonunda bir öpüşmenin içine çekilirken, dışarıda birkaç Yoldaşlık üyesi tarafından kovalanan Fenrir Greyback'i bir süreliğine unutmuşlardı bile.

///---///

Lucius elindeki tepsiyle kapıyı tıklamadan içeri girdi. Kapıyı yavaşça kapatırken aşağıdan gelen anlamsız gülüşmeleri umursamadı.
Metalik gri gözleri camın kenarında oturmuş, küskün çocuklar gibi dışarıya bakan James'e kaydı.
"Potter..?"

James sesini duyduğunda yüzünü iyice cama döndü. Cidden çocuk gibi mi davranacaktı? Bu onun genel tavrı değildi. Canını sıkan başka şeyler de olmuş olmalıydı.
"Potter. Potter. POTTER!" En sonunda bağırdığında James kızgınca ona döndü. "Ne var?"

Lucius ona yaklaşıp geniş cam kenarında karşısına oturdu. Bacakları birbirine yapışmış olsa bile sığmışlardı sonuçta.
"Sana krep getirdim."

James omuz silkti. "Aç değilim."

"Yanında vişne reçeli var."

James'in yutkunduğunu gördü ve yüzüne oturan sinsi sırıtışla devam etti.
"Ve taze sıkılmış portakal suyu."

James istikrarla başını iki yana salladı. "Hayır mı? Peki elmalı turta? Sıcacık." Derken turtanın olduğu tabağı James'in burnuna doğru yaklaştırdı.
Ela gözler şaşı olmuş bir şekilde burnunun dibindeki turtaya bakarken Lucius midesinin guruladığını duydu.

"Merlin... Git başımdan."

Lucius gidecek gibi bir ayağını yere indirdi. "Öyle mi? Pekala, sanırım cidden aç değilsin ve çocuk gibi trip atmaya niyetlisin. O halde bütün bunları aşağıda aç bir ayı gibi tabaklara saldıran Rabastan'a vermemin bir sakıncası yok."

James sadece iki saniye daha dayanabildi. Hemen ardından uzanıp tepsiyi kaptı ve kucağına aldı.
"Tamam! Yiyeceğim!"

Yemeklerde Rabastan ve Sirius ne kadar hayvan gibi yiyorsa, James de öyle yapıyordu. Bunu Hogwarts da okuduğu zamanlardan biliyordu.
Ayrıca fark ettiği bir diğer şey de Gryffindor'un turtaya düşkünlüğüydü. Her türünü seviyordu. Lucius da turtayı severdi ama elma her zaman ilk tercihiydi. James karnını doyururken Lucius onun hüzünle parıldayan ela gözlerine baktı.

"Neden bunu getirdin?"

Lucius iç çekti. "Seni korkuttuğum ve çığlığınla dalga geçtiğim için odaya kapandın ve benim yüzümden açlıktan ölmeni istemem."

James dalga geçercesine burun kıvırdı. "Evet sinirlendiğim için odaya geldim ama kahvaltıya gelmeme sebebim başkaydı."

"Neydi?" Dedi Lucius umursamazca. Açıkçası pek umursamıyordu. James ile o kadar yakın değildi. Geçmişte bir zamanlar aralarının bir garip olduğu bir dönem olsa da onunla Rabastan'la, Rodolphus'la ya da Severus'la olduğu kadar yakın olmamıştı hiçbir zaman.
Ama garip bir şekilde azıcık, çok azıcık onu üzen şeyi merak ediyordu çünkü ela gözleri çok hüzünlü bakıyordu.

"Annem hasta."

Lucius şaşkınca baktı bir an. Evet, Bayan Potter'ın hasta olduğunu duymuştu ama detayları bilmiyordu. Ciddi olduğu hiç aklına gelmemişti.
James onun gözlerindeki şaşkınlığı görüp burukça gülümsedi.

"Kanser. Beyninde tümör dedikleri hastalıklı hücreler var ve yayılıyor. St Mungo yardımcı olamadığı için bir Muggle hastanesinde tedavi görüyor. Durumu iyiye gidiyordu ama yirmi dakika önce bir mektup geldi. O... Onun durumu tekrar kötüleşmiş, acil müdahale edilmiş ama bu, bunca zaman çektiği ağrıların, acıların tekrar artarak devam etmesi anlamına geliyor."

Gözleri dolu olan Gryffindor'a üzgünce baktı. Bayan Potter'la birkaç kez konuşmuşluğu vardı. İyi bir insandı ve şimdi neredeyse ölüyor olduğunu bilmek sarışını üzmüştü. İç çekip konuştu.
"Ne diyeceğimi bilmiyorum Po-" duraksadı ve devam etti. "James."

Bu ona çok uzun bir zaman sonra ilk defa adıyla seslenişiydi. Bunu daha önce sadece bir iki kez yapmıştı.

James ağladı ağlayacak bir halde yarısını yediği tepsiyi bırakıp camdan dışarı baktı. "Bir şey demene gerek yok."
Lucius onun titreyen alt çenesine ve dolu gözlerine baktı.
"Gel buraya." Derken sol bacağını aşağı indirdi ve diğerini de cama yaslarken dolu ela gözlere baktı.

James bir an şaşkınca hiçbir şey yapmadan ona baktı. Lucius onu anlıyordu. Sarışın genç adam arkadaşlarına bile ölümcül bir durum olmadan sarılmazdı ve hayatında hiç kimseyi teselli etmemişti.
Bu yüzdendi iç rahatlatan şeyler söylemek yerine en azından sarılmayı seçmişti.
Yine de... Teselli etmekte usta bile olsa o saçma ve sahte kelimeleri kullanmazdı.
Ölümcül bir şey olmadıkça...
Ama bu durum ölümcül mü değil mi emin olamadığı için o klasik cümleleri kullanmayı seçti.

Her şey iyi olacak, zamanla geçecek, her şey düzelecek.

James, Malfoy varisinin jestini geri çeviremeyecek kadar yalnız ve kötü hissediyordu. Bu yüzden dizlerinin üzerinde ona ilerledi ve kollarını boynuna sarıp başını omzuna yasladı.
Bir süre ikisi de kaskatı kalsa da Lucius'un eli yavaşça James'in sırtına yerleşti ve emin olamıyormuş gibi sırtında gezinmeye başladı.
Tıpkı James üzüldüğünde annesinin yaptığı gibi...
Sadece birkaç saniye sonra sarışına göre daha yapılı olan bedeni bir hıçkırıkla sarsıldı.

Neredeyse yarım saat sonra ikisi de yorgun düşmüş gibiydi. Lucius tamamen geriye yaslanmış, James ise başı sarışının boynuna gömülü bir şekilde, yanlamasına oturmuştu.
Lucius, genç Gryffindor'un omzuna ve beline sardığı ellerini gevşetmeden onu kendine iyice yasladı ve yere bakarken dalıp gitmiş olan ela gözlerin kapanmasını sağladı. Burada uyurlarsa kesin ikisinin de her yeri ağrıyacaktı, şu an bile sırtı ağrıyordu ama bunu düşünmemeyi tercih etti.

Yavaş yavaş uykuya dalan James bunu yadırgamadı. Birkaç gün önce de Lucius'la uyumuştu. Aslında sadece yatakta uyuyakalmıştı ama uyandığında sarışın olanla sarmaş dolaş yatıyordu.
Gözlerini aralayıp uykulu, kırık bir sesle mırıldandı. "Bundan kimseye bahsetmeyeceksin Malfoy."

Lucius alay edercesine güldü. "Bir Gryffindor'a sarıldığımı herkese söylemek için sabırsızlandığımı mı sanıyorsun?"

James onun hala laf sokmasına sırıttı ve gözlerini tekrar yumdu.
Lucius teselli etmek için yalan söylememiş, klasik laflar etmemişti.
Yanında olduğunu hissettirmek için ona sarılmış ve ağlamasına izin vermişti. Tek kelime etmeden, onu rahatsız etmeden ağlayabileceği omuz olmuştu.
Ve asla James üzgün diye kendinden ödün vermemiş, laf sokmaktan çekinmemişti.

James onun bu huyunu sevdiğini hissetmişti.

///---///

"Duygusal bağ." Dedi yaşlı ama güzel kadın.

"Bu tıpkı bir zamanlar Prens William ve Lord Lucius'un kurduğu gibi bir bağ mı?" Dedi Coasma.

Gri, efsunlu gözler Duru Görüş Kasesindeki görüntüye odaklanmıştı.
"Evet. Birbirlerine farklı olarak baktıkları ilk an. Lucius ve James, döngünün diğer baş rollerinden farklı olarak çocukluklarından beri tanışıyorlar ama hiç bağ kurmadılar. Birkaç yıl önceki olayda kurulan bağ tek taraflıydı çünkü diğeri hatırlamıyordu. Bugün olan ise James'in duygusal olarak ona karşı yumuşamasına ve istemeden de olsa güvenmesine neden olacak."

Coasma kaşlarını kaldırdı. "Hmm. Leydim?" Derken kadının dikkatini çekti.

"Evet?"

"Şu kadın, Irene? Ya karnındaki bebek Lucius'tansa?"

Hayat kaşlarını çattı kızgınca. Bu durumdan ne kadar rahatsız olduğu belliydi.
"Bebek çok küçük. Bir buçuk haftalık bile değil. Kimden olduğunu hissetmem için biraz daha zamana ihtiyacım var. Bebekten kimsenin haberinin olmaması iyi, James öğrenmemeli. O zaman asla birlikte olamazlar."

Coasma kaşlarını kaldırdı. "Birlikte olmamaları daha iyi olmaz mı? O zaman Ölüm onları alamaz..?" Dedi emin olamayarak.

Efendisi hüzünle gülümsedi. "Daha önce denedim, onları uzaklaştırdım. Ama o kadar çok acı çektiler ki, Ölüm'ün onları almak için uğraşmasına gerek kalmadı. İntihar ettiler. Halbuki o kadar bağlanmamışlardı bile ama onlar bir kalbin iki yarısı. Ne kadar uzak, o kadar ölümcül."

Coasma korkuyla iç çekti ve zarif, aşırı beyaz elini artık atmayan kalbinin üzerine koydu.
"Bebek bir Malfoy ise ne olacak Leydim?"

Kadının yüzüne kasvetli ama kararlı bir ifade çöktü.
"Bu son şansım Coasma. Onlar son varisler. Bebek Lucius'un soyundan olsa bile James'in soyundan bir bebek yok ve yakın bir zamanda da olmayacak. Ayrıca ayrı kaldıklarında ölümleri kesin. Onlar öldükten sonra bebek yalnız kalacak. Ailesi ya da kendi James'i olmadan. Onun da ölümü çok kolay olur." Derin bir nefes aldı.

"Bebek, Lucius'un ise onu ortadan kaldırırız. Şu Black kızı, Narcissa. Ne kadar pasif görünse de hırslı. Onu da Lucius ve James'ten uzaklaştırmalıyız. James'in Evans kızına olan hisleri yok kadar az zaten, yani başka engel kalmayacak ama kader oyuncudur."

"Anne Malfoy'u ve Kara Büyücü Liderin müritlerini unutmamak gerek." Diye ekledi Coasma.

Yaşlı kadın iç çekti. "Yanında nefes aldığım çiçekler bile biliyor, beni en çok uğraştıran bu ikisi." Dedi neredeyse şikayet edercesine.
"Çok zorlar!"

Coasma gülümsedi. İçi hala, birkaç gün sonra babası belli olduğunda ölüp ölmeyeceği de belli olacak olan bebek için rahatsız olsa da umursamamaya çalıştı. Sadece babasının Lucius olmamasını umuyordu. O bebek her şeyi mahvedebilirdi.

///---///

Bölüm sonu! Kaos severler nerede bakayım? Ses verin akdhsndjs

Bölüm hakkında düşünceleriniz neler?

Sirius'un kayıp bir amcası var,
Fenrir Greybeck biri tarafından bir emirle onları izlemek için oradaydı ve Lucius'un gizlice birlikte olduğu bir kadın var. Zorunlu nişanlısı Narcissa'dan bahsetmiyorum bile.

Peki ya bebek? Sizce Lucius'tan mı?

Ya Hayat? Ölümün ve Kaderin lanetini, döngüsünü kırmak için bir bebeği öldürmeyi göze alması pek etik değil ama kadını seviyorum şahsen.
Bilmeseler de Lucius ve James'i bir araya getirmek için uğraşan, onların önlerindeki engelleri kaldırmak için çabalayan ilahi biri var.

Sonraki bölüm görüşürüz!

Continue Reading

You'll Also Like

9.5K 522 15
35'den sonra. Bu bir Google çeviridir. Ben sadece kopyala yapıştır yapıp atıcam. Hiç bir düzenleme yapmadan ki zaten bu fice erişseydiniz, siz de bu...
63.6K 8.3K 82
Harry'nin dikkati öğrencilerden politikacıların beklediği locaya doğru kaydı. Bakışları kızıl gözlerle buluştuğunda, içinde gördüğü saf açlık duygusu...
8K 465 13
Omegaların sevilmediği bir evren. Deltaların ise korkulduğu. İki yalnız ve dışlanan ruh birlikte yine yeni ve yeniden seveceklerdi.
5.9K 527 9
"Bütün bu hayatı yeniden yazacağım ve bu sefer o kadar çok aşk olacak ki, ötesini göremeyeceksin."