çoban yıldızı | jikook

By -jimineral

848 124 38

aşkı tatmadan daha onla sarhoş olmadan hiç sevişmeden daha şimdi ölmek istemem daha hiç gülmeden More

2- merak yaşatır
3- ava giderken avlanmayın
4- tanrım keşke işaret vermeseydin
5- manyak bir kurt

1- ne yapmak isterdin?

418 39 4
By -jimineral

"Özgürlüğü arzuluyordum; özgürlük için nefesim kesiliyordu; özgürlük için bir dua okuyordum; görünüşe bakılırsa bu dua hafif bir rüzgarda dağılmıştı. Bundan vazgeçip daha alçakgönüllü bir ricada bulundum: değişiklik ve heyecan. Bu dilek de muğlak bir yere sürüklenmiş gibi görünüyordu. ''Öyleyse,'' diye yarı çaresiz bağırdım, ''En azından bana yeni bir kölelik bağışla!'' (Jane Eyre, Charlotte Brontë)

"Panacea'dan Jimin'e! Arkadaşımı kitaplar aleminden gerçekliğe davet ediyorum!"

Tabletle arama giren bir el ile dalgınlığımdan ayrılmıştım. "Ha, ne? Bir şey mi demiştin?"

Arkadaşım yüzünde oluşan küçük bir tebessüm ile nefes vermişti. "O kadar yanına geldim, bana hiç ilgi göstermiyorsun. Ayıp ama kırılıyorum.."

Alayla göz devirdim. "Pardon, Jin." kaldığım sayfayı işaretledikten sonra e-kitap okuyucuyu bir kenara bırakıp vücudumu ona döndürdüm. "Kendimi nasıl affettirebilirim acaba?" Gülümsüyordum. Önümde dudak büzen bir Jin varken gülmemek elde değildi. Tatlı.

Jin şakasına öksürür gibi yaptı. "Hatanı anlamana sevindim. Hemen şimdi o güzel kıçını kaldırıp benimle yemek yemeye gelirsen seni affetmeyi düşünebilirim. Senin dalgınlığın yüzünden yemekhanedeki yemekler tükendi tükenecek zaten. Tatlı alma şansını elimizden kaçırdık çoktan hatta!"

Hızlıca söyleyeceklerini söylemiş ardından kolumdan tuttuğu gibi beni yatağımdan kaldırmıştı. Kapıyı açtığında bizi karşılayan uzun koridorda yemekhanenin bulunduğu kısma doğru ilerlemeye başladık. Jin ise bu sırada yakın zamanda kendisine gelen aşk mektuplarının içerikleri hakkında böbürlenip kolunu omzuma atmış yavaş adımlarımı kendi hızlı adımlarına eşitletebilmek için çaktırmadan beni çekiyordu. Çakıyordum şahsen ama aklım başka yerdeydi. Özellikle az önce özgürlük temalı bir paragraf okumak benim şu anki durumuma hiç de iyi gelmemişti.

Neden mi? Kapalı bir kutuda yaşıyordum çünkü. Yaşıyorduk. Tamam kutu değil benzetmeydi, bir üste. Ve inanın kendimi özgür hissettiğim zamanlar sadece kitaptaki cümlelerin arasında gezintiye çıktığım zamanlardı.

Kısaca bir özet geçmek gerekirse ben Park Jimin, 2030 doğumlu bir Panacealıyım. Panacea üssün adı bu sırada, biliyorum çok yaratıcı. Dünyalı demiyorum kendime çünkü Dünya hakkında yakından çok bir alakam olduğu söylenemez. Sanki çok ayrı bir mekanmış gibi hissediyorum. Kafanız mı karıştı? Oraya da geleceğim. Geçmişe dönelim biraz. Doğumumdan bile öncesine. Sene 1990, Büyük Kıyamet dediğimiz olayın gerçekleştiği sene. Çok uzatmaya gerek yok, nükleer savaş sonucu güzel Dünyamızın sonu gelmiş oldu diyebiliriz. Yaşanamayacak derecede kötü bir hale geldiğinden bazı öngörülü bilim insanları tarafından neslimizin devamını sağlamak amacıyla bu üssün yapımına başlanmış ve kurtarabilinen birkaç bin insan ve onların çiftleşmesi sonrası şimdiki nüfusu 49037 olan Panaceamız varolmuş. Yaşasın! Hikayenin sonu gelmemiş, ne güzel! Herkes böyle düşünüyor olmalı. Ben hariç herkes.

Kaçmak istiyorum buradan. 21 yaşına basacağım bu sene. Tam 20 sene bu üste gezdim, öğrendim, nefes aldım. Artık dayanamıyorum, kitaplara bile kaçamıyorum. Kitaplara kaçmayı geçtim, kitaplarda anlatılan dünyalar yüzünden buradan kaçmam gerekiyor gibi hissediyorum artık. Gitmediğim her saniye tükeniyorum.

"Jimin, beni yine dinlemiyorsun değil mi?" Sırtıma çarpan elle öne doğru birkaç adım sendelerken düşüncelerimden sıyrıldım.

Kendimi çabucak toparlayıp kaşlarını çatmış olan Jin'e döndüm. "Ne alakası var ya? Dinliyorum." Jin biraz daha bir şey söylemeden öylece yüzüme bakmış daha sonrasında ise başını iki yana sallamıştı. "Bugünlerde garip olduğunu fark etmediğimi mi sanıyorsun? Bunu konuşacağız. Ama," Koluma girip ne ara geldiğimizi fark etmediğim otomatik yemekhane kapısından beni içeri sokmuştu. "Önce yemek. Ve beni bugün hiç takmadığın için tepsileri sen alıyorsun, ben yer tutuyorum haydi!" Popomu hafifçe şaplaklamış ve beni yemek sırasına doğru ittirmişti. Oflayıp önüme dönmüş, başka bir monoton günün daha geçmesini beklemeye başlamıştım.

Jin ile önümüze tepsileri koyduğum andan itibaren sessizce yemeye başlamıştık. Neyse ki salon çok sessiz değildi, o yüzden ortam çok garip hissettirmiyordu. Panacea'daki nüfusu göz önüne alırsak herkesin aynı saatte tek bir yemekhaneden yemek yemesi imkansız olacağından en başından bölümlere ayrılmıştık. Jin ve benim yaşama alanımızın bulunduğu yer bölüm 68'di. Diğer bölümleri ziyaret etmek de serbestti ama yetkili kişilerden izin almak gerekiyordu, çok zor bir işlem değildi. Zaten tanıdık olmadıkça çok da bölümler arası geçişe ihtiyaç duymuyordunuz. Ben ise şu ana kadar üste gezilebilecek her yeri gezmiştim. Sosyal bir kelebek olduğumdan ve herkesi tanıdığımdan falan değildi, sırf bitmek bilmeyen merakımdandı. Yeni şeyler keşfetmeyi seviyordum. Ama burada çok da yapılabilecek bir şey olduğu söylenemezdi. Üssümüzün yöneticileri diğer bir isimleriyle "Büyükler" üssümüze çok da eğlenceli aktiviteler eklememişlerdi. Hobi olarak yapılabilecekler arasında neyse ki ders çalışmak ve ders çalışmak vardı. (!) Bir de zorunlu olaraktan Panacealı belli bir yaşa gelmiş herkesin öğrenmesi gereken dövüş sanatları. Nedenini de asla anlamıyordum, kime karşı dövüşecektik ki? Haftanın neredeyse her günü asker gibi eğitimlere tabi tutulmamızın mantıklı bir sebebi var mıydı?

Öksürme sesiyle gözümü çatalımla oynadığım havuçtan çekip bana bakan Jin'e çevirmiştim.

Dudağını nazikçe peçeteyle temizledikten sonra konuşmaya başladı. "Evet, dökül bakalım. Canını ne sıkıyor kaç gündür?"

Jin'in gözlerinin içine baktım. Yapmakta olduğum plandan bahsetmeli miydim? Jin'e güveniyordum ama planımın içerisinde birazcık tehlike payı olması onun beni engellemeye çalışmasına sebep olabilirdi ki kararımı vermişken önüme taş konulmasını istemiyordum.

"Jin, söylesene." diye başladım sakince. "Buradan çıkmayı hiç düşündün mü?"

Jin sorumu anlamlandıramamış gibi baktı. "Nasıl yani? Keşif Birliği ile mi?"

Keşif Birliği; çok yakında uygulamaya geçireceğim planın önemli bir parçası ve bu üsten dışarı adım atma izni olan tek bölüktü. Dışarısının gidişatını kontrol etmek amaçlı ayda bir dışarıya çıkıyorlardı. Kimsenin istemediği bir görevi yapıyorlardı, hayatlarını tehlikeye atıyorlardı. Oysaki ben çok istiyordum. Hatta 18 yaşıma bastığım anda Büyükler'den birisi olan babama beni o bölüğün bir üyesi yapması için yalvarmış olabilirdim. Ama beni katı ve kesin bir dille reddetmiş, bir daha konuyu açmama bile izin vermemişti. Çok tehlikeli olduğunu ve değerli oğlunu böyle bir riske sokmayacağını söylüyordu. Biraz haklılık payı vardı, her ay gidenlerin yarısının radyasyondan öldüğünü duymuştum. Ama sadece böyle dedikodulardan duymakla yetinebiliyordum. Orada neler olduğunu bilen bir tek Keşif Birliği ve Büyükler'di. Gerekli gördüklerinden başka hiçbir bilgiyi sızdırmıyorlar, sıkı bir şekilde ağızlarını kapalı tutuyorlardı. Sonuç olarak ben de merakımla kalıyordum.

Jin'in sorusunu cevapladım. "Nasıl olduğu önemli değil, çıkmayı hiç düşündün mü, bunu cevapla."

Jin kaşlarını çattı. "Bunun konumuzla herhangi bir alakası olduğundan şüpheliyim. Asıl soruları benim sormam gerekmiyor mu Jimin?"

"Ama konumuz bu."

"Ne?" Aklına gelen şeyle gözlerini açmıştı Jin. "Jimin! Hala vazgeçmediğini söyleme! Dışarı çıkamazsın, biliyorsun değil mi?"

"Belli olmaz." Gözlerimi kucağımda birbirine kenetlediğim parmaklarıma götürüp sessizce konuştum. "Ayrıca çok bağırma."

Jin kısaca kafasıyla onaylamış, sakince ağzını aralamıştı. "Babanın kararı kesin ama. Ayrıca niye bu kadar taktın bu meseleye? Dışarıda kullanılabilir bir şey bulamıyorlar biliyorsun, hiçlikte gezineceksin çıksan bile. Ki çıkman imkansız o ayrı konu."

"'İmkansızlık diye bir şey yoktur. Sadece gerçekleşme ihtimali düşük olasılıklar vardır.' demiş Adam Fawer." diye cevapladım.

Jin bunun üzerine gözlerini devirmişti. "Sen ne demek istediğimi çok iyi biliyorsun. Ayrıca sorunu cevaplayayım düşündüm ve tehlikeli olacağı kanaatine varıp değmeyeceğine karar verdim, oldu mu?"

Dudaklarımı büzdüm. "Hiç merak etmediğine inanamıyorum. Çok sıkıcısın..."

"Merak edilecek bir şey kalmadı ki dışarıda Jimin."

"Ya kaldıysa?" Dikleşip heyecanla konuşmaya başladım. "Nereden biliyoruz Jin? Kendimiz görmedik ki."

"Büyükler'in bize yalan söylediklerini mi düşünüyorsun Jimin? Babanın..?"

Başımı salladım. "Öyle bir şey demedim. Ama doğruluğunu kendim kanıtlayana kadar sorgulamak en doğal hakkım. Ayrıca merakımdan öleceğim yakında, dışarıda hiç varsa bile kendim görmek istiyorum o hiçliği."

Jin nefes verdi. "Niye herkes gibi basit yaşamak sana bu kadar zor geliyor Jimin, beni yoruyorsun gerçekten genç yaşımda beyazlarım çıkmaya başladı sayende..."

Dilimi çıkardım. "Yaşlı moruk seni."

"Jimin ayağımın altına mı alayım seni, bunu mu istiyorsun?"

"Tamam tamam kızma. Şaka yaptık."

İkimiz de sustuk. Salondaki çatal bıçak sesleri ve milletin konuşması arka sesler olmaktan çıkıp daha net kulağıma doluşmaya başlamıştı.

"Jimin?"

"Hmm?" diye mırıldandım. Gözlerimi yan masalardaki insanlarla çevirmiştim.

"Dışarı çıksaydın ve.. ve her şey normal olsaydı.. derslerde bize söylendiği gibi yani.. ne yapmak isterdin?" Jin başını eğip konuşmuştu. Elleriyle oynuyordu büyük ihtimalle. Jimin biliyordu, Jin de meraklıydı. Kendisi kadar olmasa da. Çekinerek de olsa bunun muhabbetini yapmak istiyordu.

"Kitaplara dokunmak istiyorum ve sayfalarını koklamak."

Jin şaşkınca başını kaldırmış, benimle göz göze gelmişti. Tepsileri yana doğru kaydırdım. Kolumu masaya koyarak başımı üzerine yatırdım, hala Jin'e bakıyordum. Pozisyon dolayısıyla alnım kırışıyordu.

"Müzede geçmişte kurtarabildikleri kitapları sergiliyorlar Jimin."

"Evet ama müzede ve cam kapsülün içinde. Dokunamıyorum, koklayamıyorum. Ne anladım ben bu işten..." diye oflayıp dudak büzdüm. Gözlerimi indirmiştim.

Jin'in kıkırtısını işitmiştim. "Peki başka?"

Düşünür gibi yaptım. Yıllardır aklımda olan şeyleri unutmam mümkün müydü sanki?

"Hmm.. Okyanus denilen şeyi görmek istiyorum."

"Bak bu daha güzel bir hayal. Havuzun tuzlusu hem de seni kaldırabiliyor düşünsene."

Her gün düşünüyorum zaten. "Evet, çok da büyük diyorlar."

"İçinde de farklı türden canlılar yaşıyormuş. Şimdiye hepsi ölmüştür gerçi.. girilmez okyanusa artık."

"Bütün ortamın içine ettin şu an, ne güzel hayal kuruyorduk ya yapmasana şöyle."

"Üzgünüm," gülümsedi. "Devam et, başka?"

"Dışarıya çıkmak istemeyen birisine göre çok meraklısın bakıyorum?" Sinsice güldüm.

Jin ise enseme bir tane geçirmiş acı ile inlememe sebep olmuştu. Çaktırmadan dövüyordu bu beni. "Çok konuşma da söyle."

"Güneşte yanmak isterdim."

Jin'in buna da gülmesini beklemiştim ama sessizliğini korumuş, bu da benim başımı kaldırıp tekrar ona bakmama sebep olmuştu. Dudakları düzleşmişti ve gözleri buğulanmış, dalmıştı. "Ben de." dedi iç çekercesine.

Ağzım aralanmıştı. Arkadaşımın sesinde duyduğum hüzün ile konuyu kapatmaya karar vermiştim.

"Oldu o zaman, haydi, popom uyuştu kalk gidelim." Ayağa kalkıp Jin'in kolunu tutmuş, onun da ayaklanmasını sağlamıştım. Neyse ki yüzü normale dönmüştü.

"Nereye?"

"Ben kitabımı okumaya, sen de odana artık ne yapıyorsan yapmaya."

"Yuh ya, benden bu kadar mı bıktın?" Sahte kırgınlıkla konuşurken kol kola yürümeye başlamıştık bile. Ben güldüğümde o da gülmeye başlamıştı ve böylece yol boyu didiştik.

Jin'i son bir kez sinir ettikten sonra kendimi odamdaki yatağıma atmıştım. Yarın büyük gündü. Planımı daha fazla erteleyemezdim. İçime dolan heyecanla karnım kasılmıştı. Yarın Keşif Birliği'ne sızıp dışarıya çıkacaktım. İlk izlenimim nasıl olacaktı çok merak ediyordum. Güneş tam tepede olacak mıydı? Yanamazdım bile gerçi, radyasyon sağolsun. Gülümseyerek tavana baktım. Aklıma yeniden Jin'in yemekhanedeki sorusu gelmişti.

'Dışarı çıksaydın ve.. ve her şey normal olsaydı.. derslerde bize söylendiği gibi yani.. ne yapmak isterdin?'

Her şey tamamen normal olsaydı..

O zaman sanırım..

Kitaplardaki gibi..

Yağmur altında birisiyle öpüşmek de fena olmazdı.

bu kitabı yazma fikri yaklaşık 1 yıldır aklımdaydı ve anca şimdi başlayacak cesareti ve zamanı bulabildim. karmaşık oldu biliyorum benim bile kafam karıştı nasıl bir gidişat izleyeceğime dair ama attık bu yolda bir adım gerisi gelecek elbette neyse.

hikaye hakkında birkaç şey söylemek istiyorum:
-abo içeriği olacak.
-hyung/noona türünden saygı ifadelerini kaldırdım bu evrende öyle şeyler yok.
-mantık hataları görürseniz lütfen çok takılmayın, stresliyim bu konuda zaten ağlıcam.
-ve iyi okumalar, çok yakında buluşturucam bizim ikiliyi !! kitabı bırakmayın pls !!
-hayalet okuyucu olmazsanız da beni çok mutlu edersiniz öpüyorum ✨✨

Continue Reading

You'll Also Like

242K 22.8K 24
Jeon Jungkook, 20 yaşına gelen herkesin dolunay gecesi kurt cinsiyetini ôğrenmesi şerefine düzenlenen baloda, kardeşinin kurt cinsiyetini kutlamaya g...
42.2K 2.2K 41
Komşunuz Barış Alper Yılmaz olursa ne mi olur?
37.4K 2K 12
"kurtarıcısına aşık kız... klişe hikaye." "komşu kızına platonik aşık çocuk mu söylüyor bunu?" ya da asi'nin şebnem'in kızı olarak doğup büyüdüğü ve...
13.7K 889 21
Kızın sesini duyunca Alaz'ın omuzları gevşedi. "Öldüm, Asi." Gözlerini kızın yüzünde dolaştırdı. "Sensiz geçirdiğim her gün biraz daha öldüm." Asi al...