Küçük Kadınlar

By WattpadClassicsTR

15K 1.3K 810

Louisa May Alcott'ın 1868'de yayımlanan ölümsüz yapıtı Küçük Kadınlar'ın kuşaklar boyu her yaştan okuru büyül... More

Birinci Bölüm
İkinci Bölüm
Üçüncü Bölüm
Dördüncü Bölüm
Beşinci Bölüm
Altıncı Bölüm
Yedinci Bölüm
Sekizinci Bölüm
Dokuzuncu Bölüm
Onuncu Bölüm
On İkinci Bölüm
On Üçüncü Bölüm
On Dördüncü Bölüm
On Beşinci Bölüm
On Altıncı Bölüm
On Yedinci Bölüm
On Sekizinci Bölüm
On Dokuzuncu Bölüm

On Birinci Bölüm

466 52 42
By WattpadClassicsTR

Jo, tavan arasındaki köşesinde harıl harıl çalışıyordu. Kasım ayına girmişlerdi, günler de iyice kısalmıştı. Güneş yüksek pencereyi ancak bir iki saat aydınlatıyordu. Jo eski divanın üzerine oturmuş, durup dinlenmeden yazıyordu. Ortalığa kâğıtlar saçılmıştı.

Sevgili faresi de en büyük oğlunu yanına almış, ortalıkta fır fır dönüyordu. Jo son sayfayı bitirdi, altına özenle imzasını attı ve elindeki kalemi fırlattı.

"İşte elimden geleni yaptım," dedi sonra, "eğer bu olmazsa daha iyisini yazana kadar beklemeliyim."

Sonra sırt üstü divana uzandı. Yazdıklarını baştan sona okuyup düzeltmeleri yaptı, kâğıtları kırmızı bir kurdeleyle bağladı. Tavan arasına atılmış eski bir mutfak sobasını dolap olarak kullanıyordu. Faresi de edebiyata meraklı olduğu için Jo kâğıtlarını ve kitaplarını buraya saklar, kapağı da sımsıkı kapatmaya dikkat ederdi. Fare ortalıkta bir kitap buldu mu hemen sayfalarını kemirmeye başlar, kemirdiği sayfaları da etrafa saçarak kitaplığı darmadağın ederdi.

Jo, sobanın kapağını açarak bir tomar kâğıt çıkardı ve iki tomarı da dikkatle cebine yerleştirdi. Sonra arkadaşlarını rahat rahat kalemlerini kemirmeleri, mürekkebinin tadına bakmaları için orada bırakarak aşağı indi.

Elinden geldiği kadar ses çıkarmamaya çalışarak ceketini ve şapkasını giydi. Evin arkasındaki pencereye tırmanarak sundurmanın damına sıçradı. Buradan da patikaya atladı. Dolambaçlı patikadan geçip ana yola çıkınca oradan geçen bir yolcu arabasına atladı ve şehrin yolunu tuttu. Gizemli ama neşeli bir hâli vardı.

Arabadan indikten sonra uzun süre yürüyerek aradığı adresi güç belâ buldu. Kalabalık bir sokakta, büyük bir binanın önünde durmuştu. Kapıya doğru ilerledi. Binanın pis merdivenlerine gelince bir süre durakladı, sonra birden oradan uzaklaştı. Bunu birkaç kez daha tekrarladı. Kapıya kadar geliyor, sonra dönüp hızla kaçıyordu.

Karşıki binaların birinin penceresinde duran bir delikanlı, onun bu hâline bakıp bakıp gülüyordu.

Jo ancak üçüncü seferde, şapkasını gözlerine kadar indirip merdivenlerden yukarı çıkmaya cesaret edebildi. Bütün dişlerini birden çektirmeye gidiyormuş gibi bir hâli vardı. Kapıda asılı olan birçok tabelânın arasında bir de dişçi tabelâsı vardı. Tabelâda asılı olan bir çift kocaman çene kemiği yavaş yavaş açılıp kapanıyordu. Karşı penceredeki delikanlı da, bu çeneleri ürpererek bir süre seyretti. Sonra paltosunu ve şapkasını giyerek aşağı indi ve Jo'nun girdiği kapının önünde beklemeye başladı.

"Tek başına dişçiye gelmek tam da onun yapacağı şey. Canı çok acıdıysa onu eve götürecek birine ihtiyacı olacaktır," dedi kendi kendine.

On dakika sonra Jo, kıpkırmızı bir suratla, koşa koşa merdivenlerden indi. Bir hayli zorluk çekmişe benziyordu. Delikanlıyı görünce hiç memnun olmadı. Başını sallayarak bir selam verdi ve yanından hızla geçti. Ama oğlan peşini bırakmamıştı. Yanına gelerek, "Çok mu zor oldu?" diye sordu.

"Pek sayılmaz," dedi Jo.

"Çabuk çıktın?"

"Neyse ki öyle oldu."

"Neden yalnız geldin?"

"Kimsenin bilmesini istemiyordum da ondan."

"Ömrümde gördüğüm en acayip insansın sen Jo. Kaç dişini çektirdin peki?"

Jo, ne demek istediğini anlamamış gibi arkadaşının yüzüne baktı, sonra kahkahalarla gülmeye başladı.

"İki tane. Yalnız bir hafta kadar beklemem gerekiyormuş," dedi.

Laurie şaşırarak, "Neden gülüyorsun?" diye sordu. "Sen yine bir şeyler karıştırıyorsun belli ki."

"Sen öyle san. Peki sizin o bilârdo salonunda ne işiniz vardı bakalım?"

"Bir kere orası bilârdo salonu değil. Spor salonu. Ben de orada eskrim dersi alıyorum."

"Buna sevindim işte."

"Niçin?"

"Bana da öğretebilirsin de ondan. Hamlet'i oynadığım zaman sen de Laertes olursun. Birlikte düello yapabiliriz."

Laurie gülümsedi. Hamlet oynasak da oynamasak da sana eskrim dersi verebilirim. Çünkü çok zevkli bir spordur. Ama senin, 'Buna sevindim işte,' demenin tek nedeni eskrim öğrenebilecek olman değildi, değil mi?"

"Haklısın. Bilârdo salonuna gitmemene sevindim. Öyle yerlere gitmiyorsun değil mi Laurie?"

"Çok sık gitmiyorum."

"Hiç gitmemeni tercih ederdim."

"Bir zararı olduğunu sanmıyorum Jo. Benim evde de bilârdo takımım var. Ama yanında iyi oyuncular olmadıkça ondan da bir zevk alınmıyor. Bu yüzden, bilârdo oynamayı da sevdiğim için bazen Ned Moffat ile ya da başka arkadaşlarla oynamaya geliyorum."

"Bu işten gitgide daha çok zevk alacağını düşünerek şimdi çok üzüldüm işte. Hem zamanını hem de paranı kaybettiğin gibi saygıdeğerliğini de kaybederek o korkunç oğlanlara benzemeye başlayacaksın. Oysa ben senin hiç değişmeyeceğini umut ediyordum."

"Canım insan ara sıra, saygıdeğer biri olma özelliğini kaybetmeden eğlenemez mi yani?"

"Bu nerede ve ne şekilde eğlendiğine bağlı," dedi Jo, sert bir sesle. "Ben Ned'den de onun arkadaşlarından da hoşlanmıyorum. O gelmek istediği halde annem onun evimize gelmesini yasakladı. Eğer ona benzeyecek olursan korkarım senin de gelmeni istemez."

"İstemez mi?" diye sordu Laurie endişelenerek.

"Hayır. Annem bu zıpır gençlerle görüşmemizi kesinlikle istemiyor."

"Canım ben de hemen onlar gibi olmadım ya!"

"Bunu biliyorum ama sakın onlara özenme. Bu arkadaşlığımızın sonu olur."

Birkaç dakika hiçbir şey konuşmadan yürüdüler. Jo Laurie'nin yüzünü incelemeye başlamıştı. Çocuğun gözlerinde kızgın pırıltılar vardı ama Jo'nun uyarıları hoşuna gitmiş gibi gülümsüyordu. Jo'nun "Keşke dilimi tutsaydım," diye içinden geçirmeye başladığı sırada, "Bütün yol boyu bu konferanslarına devam etmeyi düşünüyor musun?" diye sordu Laurie.

"Tabii ki hayır. Neden sordun?"

"Çünkü öyle bir niyetin olsaydı, ben otobüsle dönecektim. Ama madem ki yok, eve yürüyerek dönelim de sana yolda bir hikâye anlatayım."

"Olur," dedi Jo.

"Yalnız anlatacağım şey bir sır. Bu yüzden sen de bana bir sırrını açıklamalısın."

Jo, "Benim gizli bir şeyim yok ki," diye başladıysa da sonra aklına bunun doğru olmadığı geldi ve sustu.

"Sen de biliyorsun ki bu söylediğin doğru değil," dedi Laurie, "bu yüzden benim anlatacaklarımı duymak istiyorsan önce sen anlatmalısın."

"Söyleyeceğin iyi bir şey mi bari?"

"Tabii. Hem de çok iyi tanıdığın insanlarla ilgili. Mutlaka öğrenmelisin. Zaten ben de ne zamandır bunu sana söylemek istiyordum. Hadi önce sen başla."

"Yalnız kimseye bir şey söylemek yok, tamam mı?"

"Tamam."

"Benimle alay etmeyeceksin?"

"Tabii ki."

Bunun üzerine Jo, Laurie'nin kulağına eğilerek "Ben dişçiye falan gitmedim," dedi, "bir gazeteciye iki hikâye bıraktım. Sonucunu bana gelecek hafta bildirecek."

"Yaşasın Jo March!" diye bağırdı Laurie. "Amerika'nın ünlü kadın yazarı!"

İki ördek, dört kedi, beş tavuk, beş altı tane de çocuk şaşkınlıkla onlara baktılar. Jo ve Laurie şehirden çıkmışlardı.

"Şşt! Bağırma öyle!" dedi Jo. "Bir iş çıkacağını sanmıyorum ama bunu denemedikçe içim rahat etmeyecekti. Hikâyeler kabul edilmezse onlar da benim gibi hayal kırıklığına uğramasınlar diye evdekilere bir şey söylemedim."

"Hikâyelerini beğeneceklerinden ben eminim Jo," dedi Laurie. "Her gün gazetelerde çıkan yazıların yanında seninkiler Shakespeare'inkiler kadar güzel sayılır."

Laurie'nin ona güvendiğini görünce, Jo'nun gözleri parlamıştı. Bu çok güzel bir şeydi.

"Şimdi sen anlat bakalım," dedi, "neymiş o ilgi çekici sırrın?"

"Bunu sana söylersem başım derde girebilir ama söylemezsem de içim rahat etmeyecek. Dinle, Meg'in kayıp eldiveninin nerede olduğunu biliyorum."

"Hepsi bu mu?" diye sordu Jo. Hayal kırıklığına uğramıştı.

"Ama nerede olduğunu söylediğimde sen de şaşıracaksın."

Laurie, Jo'ya doğru eğilerek bir şeyler fısıldadı.

Jo'nun canı sıkılmıştı. Sert bir sesle, "Bunu nereden biliyorsun?" diye sordu.

"Gördüm."

"Nerede?"

"Cebinde!"

"Ne!"

"Evet, ne hoş değil mi?"

"Hayır! Hiç de hoş değil. Korkunç! Meg bu işe ne diyecek bakalım."

"Kimseye bir şey söylemeyeceğini unutma!"

"Söz vermedim ki!"

"Ama ben sana güvendiğim için söz istemedim."

"Şimdilik bir şey söyleyecek değilim zaten! Ama çok üzüldüm. Keşke bana söylemeseydin Laurie."

"Ben sevineceğini düşünmüştüm."

"Birisinin Meg'i alıp götüreceğine mi sevinecektim yani?"

"Seni alıp götürmek için biri geldiğinde, bu olaya eminim daha hoş bakabilirsin."

"O işi yapmaya kalkışacak kişiyi tanımak isterdim doğrusu."

Birden durumu gözünde canlandırarak "Ben de!" diye kıkırdadı Laurie.

"Bu sırrı öğrenmek hiç hoşuma gitmedi," dedi Jo tekrar, "bunu söylediğinden beri rahatım kaçtı."

"Hadi şu tepeden aşağı doğru yarışalım. Bak o zaman keyfin yerine gelir."

Ortalıkta kimseler yoktu. Jo dayanamayarak fırladı. Koşarken şapkası, tarağı, firketeleri başından uçup yerlere saçıldı. Yarışı Laurie kazandı. Jo'yu beklemeye başladı. Gerçekten de Jo'nun keyfi yerine gelmişti. Saçları havada uçuşarak ona doğru koşuyordu. Gözleri yine pırıl pırıl olmuş, yanakları kızarmıştı.

Laurie'nin yanına gelince kendini hemen oradaki ağacın altına attı.

"Keşke at olsaydım," dedi, "kilometrelerce koşsam da soluğum kesilmezdi o zaman. Ah harikaydı! Hadi Laurie, benim düşürdüklerimi toplayıver."

Laurie onun etrafa saçılan eşyalarını toplamaya gidince Jo da saçlarını örmeye başladı. "Kendime iyice çeki düzen verene kadar umarım kimse geçmez buradan," diye düşündü. Ama tam o sırada süslü, kibar bir hanımefendi belirdi yolda. Bir dost ziyaretinden dönen Meg'di bu.

Kardeşinin halini görünce şaşırarak "Burada ne işin var Jo?" diye sordu.

Jo hemen yerden bir avuç yaprak aldı. "Yaprak topluyordum."

O sırada yanlarına gelen Laurie topladığı firketeleri Jo'nun kucağına atarken, "Hem yaprak hem de saç tokası topluyoruz," diyerek güldü. "Saç tarakları ve kahverengi şapkalar gibi onlar da bu yol üzerinde yetişiyorlar."

"Yine koşmuşsun Jo. Bunu nasıl yaparsın, ne zaman bir genç kız gibi davranmayı öğreneceksin sen?"

"Hiçbir zaman. Sakın beni zamanından önce büyümem için zorlama Meg. Zaten senin böyle birdenbire değişmeni görmek yeteri kadar sarsıcı oldu. Bırak da küçük bir kız olarak kalabildiğim kadar kalayım."

Konuşurken titreyen dudaklarını gizlemek için başını kucağındaki yapraklara eğmişti. Son zamanlarda Margaret'in hızla değiştiğini ve genç kızlığa adım attığını hissediyordu. Laurie'nin anlattıkları ise ayrılığın çok yakınlarında olduğunu hatırlatmıştı ona.

Jo'nun kimseye görünmeden pencereden dışarı atlayarak şehre gitmesinden tam iki hafta sonra bir cumartesi günü Meg pencerenin önünde oturmuş dikiş dikiyordu. Birden Laurie'nin bahçede deli gibi Jo'yu kovaladığını gördü. Çardağın önünde Jo'yu yakalamıştı. Meg çardağın içinde ne olup bittiğini göremedi. Ancak gülüşmeler, mırıltılar ve gazete hışırtıları duyuluyordu.

Onları ayıplayarak içini çekti. "Hiçbir zaman hanımefendi olmayı başaramayacak," dedi kendi kendine.

Birkaç dakika sonra Jo soluk soluğa içeri dalmıştı. Kendini divana fırlattı. Sonra elindeki gazeteyi okumaya başladı.

Meg merakla, "İlgi çekici bir şey mi okuyorsun?" diye sordu.

"Yoo," dedi Jo. "Bir hikâye var da onu okuyorum. Pek önemli bir şey değil."

Amy çok bilmiş bir tavırla, "Yüksek sesle okusana," dedi, "hiç olmazsa biraz uslu durmuş olursun."

"Hikâyenin adı ne?" diye sordu Jo'nun suratını neden gazetenin arkasına gizlemiş olduğunu merak eden Beth.

"Düşman Ressamlar!"

"Fena bir adı yok, hadi oku şunu," dedi Meg.

Jo, derin bir soluk alıp aceleyle okumaya başladı. Kızlar ilgiyle dinliyorlardı onu. Hikâye hem romantik hem de acıklıydı. Sonunda kahramanların çoğu ölüyordu.

"O muhteşem resmi anlatan bölüm çok güzel," dedi Amy bitince.

Meg de gözlerini silerek, "Ben en çok aşk sahnesini beğendim," diye belirtti fikrini. "Ne garip değil mi? Viola ile Angelo bizim en çok sevdiğimiz isimler!"

Beth, Jo'nun hâlâ neden yüzünü gazetenin arkasında sakladığını merak ederek, "Kim yazmış bunu?" diye sordu.

Jo birden yerinden doğrulup gazeteyi elinden fırlattı. Kıpkırmızı yüzü ortaya çıkmıştı. Yari ciddî, yarı heyecanlı bir sesle, "Kardeşiniz!" diye çığlık attı.

Meg'in elindeki dikiş iğnesi yere düştü. "Sen mi?" diye bağırdı.

"Çok güzel bir hikâye bu!" dedi Amy.

Beth de koşup ablasına sarıldı. "Biliyordum biliyordum Jo!" dedi. "Seninle ne kadar gurur duyuyorum bir bilsen!"

Hepsi çok sevinmişlerdi. "Josephine March" imzasını gazetede görene kadar Meg bir türlü inanamamıştı. Amy hikâyenin sanatla ilgili bölümlerini öve öve bitiremiyordu. Hannah kızların gürültüleri üzerine telaşla koştu. Neler olduğunu öğrenince o da onlara katıldı. Bayan March'ın koltukları kabarmıştı. Gazete elden ele dolaşıyordu. Jo ise gözlerinde sevinç gözyaşlarıyla onları izliyordu.

Bütün aile etrafına toplanmıştı.

"Anlatsana bize!" diyorlardı.

"Ne zaman geldi bu gazete?"

"Ne kadar para aldın?"

"Babam kim bilir ne diyecek?"

"Laurie de çok sevinecek buna!"

Herkes bir ağızdan bağırıyordu.

"Durun da anlatayım!" dedi Jo. "Gazeteye iki hikâye götürdüm ve okuması için oradaki adama bıraktım. Sonucu almaya gittiğimde, adam ikisini de beğendiğini söyledi. Ama yeni başlayanlara para vermiyorlarmış. İleride bunlardan para da kazanacağım. İşte gördüğünüz gibi bugün bana gazeteleri göndermişler. Laurie beni gazeteleri postacıdan alırken gördü ve hemen hikâyemi okumak istedi. O da çok beğendiğini söyledi. Yazmaya devam edeceğim. Üstelik bundan sonrakilerden para da kazanacağım. Öyle mutluyum ki! Bir süre sonra hikâyelerimle kendi geçimimi sağlayabileceğim gibi size de yardım edeceğim!"

Jo'nun soluğu kesilmişti. Gazeteyi yüzüne kapattı. Hikâyesinin olduğu sayfa gözyaşları ile ıslanıyordu. Hayatta en büyük dileği bağımsız olmak ve sevdiklerince beğenilmekti. Bu yolda ilk adımını atmıştı.

Continue Reading

You'll Also Like

155K 4.1K 14
Hep başkalarının istediği gibi yaşayan Raif Efendi, memnuniyetsiz hayatının tek bir anıyla değiştiğine şahit olacaktır: Maria Puder isminde bir kadın...
8.1K 250 48
On dokuzuncu yüzyılda bütün Avrupa'yı saran siyasal ve sosyal çalkantılar içinde yaşamasına rağmen, daha çok 16. ve 17. yüzyılın tarihsel olaylarını...
1.1K 75 10
İçeri girin; tabii cesaretiniz varsa! Wattpad'in her yıl düzenlenen Halloween Vault Yarışması altıncı kez geri döndü! Bu dehşet verici Cadılar Bayram...
DOMİNO-3 By Zeynep

Teen Fiction

393 302 23
Domino adlı serimin 3. ve son kitabıdır. Tanıtım bölümü spoiler içerir.