Küçük Kadınlar

By WattpadClassicsTR

15K 1.3K 810

Louisa May Alcott'ın 1868'de yayımlanan ölümsüz yapıtı Küçük Kadınlar'ın kuşaklar boyu her yaştan okuru büyül... More

Birinci Bölüm
İkinci Bölüm
Dördüncü Bölüm
Beşinci Bölüm
Altıncı Bölüm
Yedinci Bölüm
Sekizinci Bölüm
Dokuzuncu Bölüm
Onuncu Bölüm
On Birinci Bölüm
On İkinci Bölüm
On Üçüncü Bölüm
On Dördüncü Bölüm
On Beşinci Bölüm
On Altıncı Bölüm
On Yedinci Bölüm
On Sekizinci Bölüm
On Dokuzuncu Bölüm

Üçüncü Bölüm

923 90 58
By WattpadClassicsTR

Meg, tavan arasına çıkan merdivenin başında durmuş, heyecanla Jo'ya sesleniyordu. Jo, yukarıdan boğuk bir sesle, "Buradayım," diye karşılık verince Meg hızla merdivenleri tırmandı. Jo bir yandan elma yiyor, bir yandan da kitabını okuyordu. Pencerenin önündeki üç ayaklı bir divana uzanmıştı. Büyük bir atkıya sarınmış olarak oturduğu bu yer onun en sevdiği sığınağıydı. Fırsat buldukça yanına beş altı elma, bir de kitap alır ve buraya koşardı. Bir de faresi vardı. Fare Jo'ya aldırış etmezdi ama Meg'i görür görmez deliğe kaçardı.

Jo ise yanaklarındaki yaşları silmiş, Meg'in vereceği haberi merakla bekliyordu.

Meg elindeki kâğıdı havada sallayarak "Harika! Harika! Şuraya bak! Bayan Gardiner yarın akşam için bize bir davetiye göndermiş!" diye bağırdı. Sonra çocuksu bir neşeyle davetiyeyi Jo'ya okumaya başladı. "Bayan Margaret ile Bayan Josephine'i görmekten sevinç duyacağız, diye yazmışlar," dedi. "Annem de gitmemizi istiyor ama giderken ne giyeceğiz?"

Jo, ağzı tıka basa elma ile dolu olarak "Bunu sorman bile gereksiz. Sen de poplin elbiselerimizi giyeceğimizi biliyorsun! Başka bir şeyimiz yok ki!" dedi.

"Ah bir ipekli elbisem olsaydı," diye içini çekti Meg. "Annem on sekiz yaşından önce ipekli bir elbisem olamayacağını söylüyor. Doğrusu önümüzdeki bu iki koca sene bana hiç bitmeyecekmiş gibi geliyor."

"Eminim poplin elbiselerimiz de ipekli kadar güzel duracaktır. Üstelik bize de yakışıyorlar. Seninki neredeyse yeni sayılır ama benimki yanmıştı. Orasını nasıl saklayabileceğimi bilmiyorum."

"Yerinden kalkmamalı ve arka kısmını kimseye göstermemelisin. Elbisenin ön kısmı oldukça düzgün. Ben de saçıma yeni bir kurdele takmalıyım. Anneciğimden de inci iğnesini ödünç alabilirim. Yeni ayakkabılarım çok güzel, istediğim kadar iyi olmasa da eldivenlerim de işimi görür."

"Benimkilere limonata dökmüştüm," dedi Jo, "lekesi de çıkmamıştı. Yeni bir tane alamayacağıma göre eldiven takmam olur biter." Jo hiçbir zaman kılık kıyafeti için kaygılanan biri olmamıştı.

"Mutlaka eldiven takmalısın!" diye bağırdı Meg kardeşinin bu sözleri üzerine. "Aksi takdirde seninle asla gitmem. Eldivenler bir giysinin en önemli parçalarıdır. Onlar olmadıkça dans bile edemezsin."

"Bu hiç önemli değil," dedi Jo, "dans etmeye çok da bayılmıyorum zaten."

"Annemden sana yeni eldiven almasını isteyemeyiz. Eldiven fiyatları çok yüksek. Üstelik sen de çok dikkatsizsindir. Bunları lekelediğin zaman bu kış sana yenisini alamayacağını söylemişti zaten. Acaba yine de bunları takmanın bir yolunu bulamaz mıyız?"

"Bak ne yapalım," diye atıldı Jo, "ikimiz de senin eldivenlerinin tekini giyeriz. Diğer elimizde de benim lekeli eldivenlerimin tekini taşırız."

"Senin ellerin benimkilerden büyük. Benimkini giyersen eldivenimi genişletirsin," dedi Meg.

"O halde eldiven takmayacağım!" diye bağırdı Jo. "İnsanların ne söyleyecekleri umurumda bile değil."

"Tamam tamam," dedi Meg birden, "dediğin gibi olsun. Sadece lekelememeye dikkat et."

"Tasalanma. Hadi şimdi gidip şu davetiyeye bir cevap yaz da ben de kitabımı bitirebileyim."

O akşam oturma odası, iki küçük kız da ablalarının hazırlanmasına yardım etmek için yukarı çıktığı için çok sessizdi. Ortalıkta bir koşuşturmadır gidiyordu. Bir ara bütün evi yanık saç kokusu kapladı. Meg, alnının üzerine bir tutam saç düşürmek istemişti. Jo da küçük kâğıtlara sarılmış saçları kızgın maşayla kıvırma işini üzerine almıştı.

Yatağın üzerinde oturan Beth merakla, "Bunlar hep böyle tüter mi?" diye sordu.

Jo bilgiç bir tavırla, "Saçın nemi kuruduğu için tütüyor," diye karşılık verdi.

Amy kendi lülelerini okşayarak "Ne tuhaf bir koku bu. Aynı yanık tüy gibi," dedi.

"İşte şimdi oldu!" dedi Jo sonunda. "Şimdi kâğıtları alacağım ve karşınızda lüle lüle saçlar göreceksiniz!"

Gelgelelim, kâğıtları çıkarınca ortaya öyle lüle lüle saçlar falan çıkmadı. Çünkü kâğıtlarla birlikte Meg'in saçları da dökülmüştü. Jo'nun ödü patlamıştı. Meg'in önünde durduğu masanın üzerine, kavrulmuş saç demetlerini dizdi.

Meg alnının üzerindeki kırpık saçları görünce, "Ah! Ah! Ne yaptın! Mahvoldum! Hiçbir yere gidemem artık! Saçlarım! Saçlarım!" diye haykırmaya başladı.

"Ah, ne şanssızlık!" dedi zavallı Jo. "Ama elimi attığım her şeyi berbat ettiğimi bile bile bunu benden istememeliydin. Ne kadar üzüldüğümü bilemezsin. Sanırım maşa çok kızgınmış." Bunları söylerken bir yandan pişmanlık gözyaşları döküyor, bir yandan da kavrulmuş saçlara bakıyordu.

Amy ablasını avutmak için, "Korkma," dedi, "şöyle kıvırıp üzerinden kurdele ile bağlarsan son moda saçlar gibi olacak. Birçok kızın saçlarını bu şekilde taradığını gözlerimle gördüm."

Meg ağlıyordu. Sinirli sinirli, "Olduğumdan daha şık görünmeye çalıştığım için bunu hak ettim," dedi. "Keşke saçlarımı hiç elletmeseydim."

"Bence de," dedi Beth yanına gidip onu öperek. "Saçların o kadar güzel ki... Neyse, hemen uzar nasıl olsa."

Sonunda Meg süslenmeyi bitirdi. Bütün ailenin yardımıyla Jo'nun da saçları toplandı ve elbisesi giydirildi. Sade elbiselerinin içinde kızların ikisi de çok sevimli görünüyorlardı. Meg yakası dantelli, mavi bir elbise giymiş, annesinin inci iğnesini de göğsüne takmıştı. Jo'nun elbisesi kahverengiydi. Beyaz ketenden, erkek gömleklerinin yakalarını andıran kolalı bir yakası vardı. Elbisesinin tek süsü, yakaya iliştirilen birkaç kasımpatıydı. Her ikisi de iyi eldivenlerinin bir tekini ellerine geçirmişlerdi. Yüksek topuklu ayakkabıları Meg'in ayağını kötü bir şekilde sıkıyorsa da buna pek aldırdığı yoktu. Jo'nun saçlarını tutan firketeler ise doğrudan doğruya başına saplanmış gibi geliyordu kıza.

"Umarım iyi eğlenirsiniz çocuklar," dedi Bayan March. "Çok yemek yemeyin ve saat on birde de eve dönmüş olun. Sizi alması için Hannah'yı gönderirim."

Sonunda bahçe kapısı arkalarından kapanırken annelerinin evin penceresinden gelen sesi bir kez daha duyuldu.

Telâşlı bir şekilde, "Kızlar, kızlar!" diye bağırıyordu. "Her ikiniz de yanınıza mendillerinizi aldınız değil mi?"

"Evet, evet. Üstelik Meg kendisininkine kolonya da damlattı," diye bağırdı Jo.

Sonunda yola koyulduklarında Meg'e dönerek, "Eminim bir depremden kaçmaya çalışırken de annem bu soruyu soracaktır," dedi.

"Bu onun aristokrat ruhunun bir parçası," diye karşılık verdi Meg. "Soylu bir bayanı her zaman temiz ayakkabılarından, eldivenlerinden ve mendilinden tanıyabilirsin," diye açıkladı.

Bayan Gardiner'in evine gelmişlerdi. Meg içeri girer girmez büyük boy aynasında kendisini gözden geçirdi. Jo da yakasını çekiştirirken ablasının kulağına, "Eğer yanlış bir şey yaparsam bana göz kırparsın olur mu?" diye fısıldadı.

"Olmaz," dedi Meg. "Göz kırpmak genç kızlara yakışmaz. Eğer yanlış bir davranışını görürsem kaşlarımı kaldırırım, olur mu? Şimdi omuzlarını dik tut. Yürürken de küçük adımlar atmaya gayret et. Birisiyle tanıştırılırken sakın o uzatmadan elini uzatma. Bu bir bayana yakışmaz çünkü."

"Bütün bunları nereden öğreniyorsun sen?" diye sordu Jo hayretle. "Anlaşılan ben hiçbir zaman öğrenemeyeceğim. Müzik ne güzel değil mi?"

Salona girdiklerinde biraz utanıyorlardı. Bu gibi eğlencelere çok az giderlerdi. Bu küçük toplantı resmî bir davet değildi ama onlar için önemliydi.

Bayan Gardiner iri yarı, yaşlı bir kadındı. Kızları karşılarken her zamanki gibi çok nazikti. Sonra onları altı kızının en büyüğü olan Sallie'ye emanet etti. Meg Sallie'yi tanıdığı için rahatlamıştı.

Odanın diğer tarafında dört beş oğlan toplanmıştı. Neşeli neşeli konuşuyor, paten kaymaktan söz ediyorlardı. Hayatının en büyük eğlencelerinden biri paten kaymak olan Jo onların yanına gitmek için can atıyordu. Bu isteğini işaret ederek Meg'e belli etti. Ama Meg kaşlarını öyle bir kaldırdı ki Jo yerinden bile kıpırdayamadı. Dans başlayıncaya kadar orada öylece durup etrafı seyretti.

Meg'i hemen dansa kaldırdılar. Ayakkabılarının ayağını çok kötü bir şekilde sıkmasına rağmen Meg uçar gibi dans ediyor ve çevresindekilere gülümsüyordu. O sırada çektiği acıyı hiç kimse tahmin edemezdi.

Kızıl saçlı ve koca kafalı bir oğlan Jo'nun bulunduğu köşeye doğru ilerlemeye başladı. Jo onun yaklaştığını görünce, kendisini dansa kaldıracağını düşünerek yavaşça perdenin arkasına doğru süzüldü. Burası rahat rahat saklanabileceği kadar geniş bir yerdi. Ne var ki bir başka utangaç çocuk da burayı kendine sığınak olarak seçmişti. Jo kendini Laurie ile burun buruna buldu.

"Ah! Burada başka birisinin olduğundan hiç haberim yoktu!" diye kekelemeye başladı.

Hemen, geldiği hızla dışarı çıkmak üzere harekete geçmişti ki oğlanın güldüğünü duydu. O da korkmuş gibiydi. Yine de memnun bir tavırla, "Siz bana bakmayın," dedi, "canınız istiyorsa siz de burada kalabilirsiniz."

"Sizi rahatsız etmez miyim?" diye sordu Jo.

"Hayır hayır," dedi çocuk, "ben de kimseyi tanımadığım için buraya kaçtım. Biraz da kalabalıktan çekindim. Anlıyorsunuz ya."

"Ben de öyle. Lütfen gitmeyin... Tabii kalmak istiyorsanız."

Oğlan gözlerini ayakkabılarına dikerek bir süre hareketsiz durdu. Jo son derece terbiyeli ve rahat görünmeye çalışıyordu.

"Sizi daha önce görmüştüm sanırım," dedi sonunda, "bize çok yakın oturuyorsunuz değil mi?"

"Evet, hemen bitişiğinizde oturuyoruz," dedi çocuk.

Başını kaldırıp Jo'ya baktı ve gülmeye başladı. Oğlanın güldüğünü görünce Jo da rahat bir nefes aldı ve gülüp içinden geldiği gibi konuşmaya koyuldu.

"Nazik Noel hediyeniz bizi ne kadar sevindirdi anlatamam," dedi.

"Onu size dedem yolladı."

"Ama bunu onun aklına siz soktunuz değil mi? Hadi bana doğruyu söyleyin."

Oğlanın kara gözleri neşeyle parladı. "Kediniz nasıl Bayan March?" diye sordu sonra. Ağırbaşlı görünmeye çalışıyordu o da.

"Çok iyi Bay Laurence, teşekkürler. Yalnız ben Bayan March falan değilim, ben Jo'yum."

"Ben de Bay Laurence değilim öyleyse. Laurie'yim."

"Laurie Laurience! Ne tuhaf bir isim bu böyle!"

"Aslında adım Thedore," dedi çocuk, "ama bu hoşuma gitmediği için beni Laurie diye çağırmalarını istedim."

"Adımı ben de çok romantik bulurum ve hiç sevmem," dedi Jo. "Aslında Jo, Josephine'in kısaltılmışıdır."

Laurie konuyu değiştirmeye çalıştı.

"Dansı sevmez misiniz?" diye sordu.

"Severim," dedi Jo. "Ama kalabalık yerlerde değil. Böyle bir yerde dans etmeye kalkarsam eminim ya bir yerlere çarpar ya da insanların ayaklarına basarım. Bu yüzden aklı bende kalmadan rahat rahat dans etmesi için Meg'i bıraktım. Siz dans eder misiniz?"

"Bazen. Yıllarca buradan uzakta olduğum için burada insanların âdetlerinin nasıl olduğunu bilemiyorum tabii," diye açıkladı Laurie.

"Seyahatte miydiniz?" diye sordu Jo heyecanlanarak. "Hadi bana anlatın! İnsanların seyahat anılarını dinlemekten müthiş bir zevk alırım."

Laurie nereden başlayacağını bilemiyor gibiydi. Ama Jo'nun istekli soruları sonucunda Vevay'deki bir okulda okuduğunu ve öğretmenleriyle İsviçre'ye yürüyüş gezisine gittiklerini anlattı.

"Ah keşke ben de oraları görebilseydim," dedi Jo. "Hiç Paris'te bulundunuz mu?" diye sordu sonra.

"Geçen kışı orada geçirdik," dedi Laurie.

"Fransızca konuşabiliyor musunuz peki?"

"Vevay'de başka bir dilde konuşmamıza izin verilmez."

"Bir şeyler söyleyin lütfen," dedi Jo heyecanla. "Fransızca okuyabiliyorum ama yazamıyorum."

Bunun üzerine, "Quel nom a cette jeune demoiselle en les pantoufles jolis?" dedi Laurie.

"Ne güzel konuşuyorsunuz böyle!" diye bağırdı Jo. "Durun bakayım, galiba şöyle dediniz; şu güzel ayakkabıları giymiş genç bayan da kim?"

"Qui Mademoiselle."

"Kız kardeşim Margaret," diye yanıtladı Jo. "Onu sevimli buluyor musunuz?" diye sordu sonra.

"Evet," dedi Laurie, "bana Almanları hatırlatıyor. Çok sessiz ve genç duruyor. Tam bir hanımefendi gibi de dans ediyor."

Bu sözler Jo'nun çok hoşuna gitmişti. Hemen bunları Meg'e anlatmak üzere aklının bir köşesine kaydetti.

Laurie'nin de çekingenliği çok geçmeden kaybolmuştu. Jo'nun içten tavırları onu hem eğlendiriyor hem de rahatlatıyordu. Jo da her zamanki neşeli kişiliğine kavuşmuştu. Karşısında ona kaş kaldıran biri de yoktu. Laurie'ye karşı içinde büyük bir yakınlık duyduğunu hissetti. Onu kardeşlerine anlatabilmek için baştan aşağı süzdü. Kızların erkek kardeşleri yoktu, yalnızca birkaç tane amcaları ve kuzenleri vardı. Oğlanlar bu yüzden onlar için bilinmeyen yaratıklardı. İçinden, "Kıvırcık kara saçları var. Esmer tenli. İri kara gözleri ve uzun bir de burnu var. Dişleri düzgün. Elleri ayakları ufak, boyu benim kadar. Biraz fazla terbiyeli ama esprili biri. Acaba kaç yaşında?" diye düşünmeye başladı.

Bu soru dilinin ucuna kadar gelmişti ki kendisini tuttu. Bunu doğrudan, böyle pat diye sormak çok ayıp olacaktı. Dolambaçlı bir yoldan oğlanın yaşını öğrenmeye çalıştı.

"Sanırım yakında yüksek okula gideceksiniz," dedi. "Başınızı kitaplardan kaldırmadan ineklediğinize bakılır... Ah! Yo yo öyle demek istemedim. Yani çok çalıştığınıza bakılırsa diyecektim."

Ağzından kaçırdığı o korkunç "inekleme" lafı yüzünden kıpkırmızı olmuştu.

Laurie gülümsedi. Pek de şaşırmış görünmüyordu. "Daha bir iki yıl var. En azından on yedimden önce gitmeyeceğim," dedi.

"On beş yaşından küçük müsün?" diye sordu Jo. Oğlan en az on yedi gösteriyordu.

"Gelecek ay on altı olacağım," dedi Laurence.

"Bir kolejde okumayı ne kadar isterdim," dedi Jo. "Sen sanki bundan pek hoşlanmıyor gibisin," diye ekledi sonra.

"Nefret ediyorum," dedi Laurence.

"Ne yapmak isterdin?" diye sordu Jo merakla.

"İtalya'da ve istediğim şekilde yaşamak."

Jo, ona istediğim şekilde demekle neyi kastettiğini sormayı çok isterdi ama çocuk içine kapanmış görünüyordu. Bunun üzerine hemen konuyu değiştirmek için, "Bu harika bir müzik. Neden gidip dans etmiyorsun?" diye sordu.

"Eğer sen de gelirsen olur tabii," dedi oğlan gülerek.

"Ben gelemem," dedi Jo. "Meg'e söz verdim çünkü..."

"Çünkü ne?" diye sordu Laurence merakla.

"Kimseye söylemeyeceğine söz ver," dedi Jo.

"Söz."

"Maalesef ateşin önünde durmak gibi bir alışkanlığım vardır ve bu yüzden hep elbiselerimin arkasını yakarım. Bununkini de yakmıştım. Güzelce onardık aslında. Meg bana kıpırdamadan durursam bunu kimsenin fark etmeyeceğini söylemişti. Eğer gülmek istiyorsan kendini tutma. Komik bir durum olduğunu biliyorum."

Ama Laurie gülmedi. Yüzünde garip, sıkıntılı bir ifade belirmişti. Bu ifade Jo'nun kafasını karıştırdı. Sonra "Hiç önemli değil," dedi ve Jo'yu alıp rahatça dans edebilecekleri, tenha bir yer olan evin taşlığına götürdü.

Taşlıkta kimse olmadığı için rahat rahat dans etmeye başladılar. Laurie çok güzel dans ediyordu. Müzik susunca biraz dinlenmek için taşlığın merdivenlerine oturdular. Laurie Jo'ya Heiderberg'deki bir öğrenci şenliğini anlatmaya başladı. Biraz sonra Meg göründü. Jo'yu arıyordu. Sonunda işaret ederek onu yanına çağırdı. Jo isteksiz isteksiz Meg'in peşinden gitti. Yandaki odalardan birine girdiler. Meg ayağını tuttu. Yüzü çok solgun görünüyordu. Acıyla bir ileri bir geri sallanarak, "Ayak bileğimi fena halde burktum," dedi. "Öyle acıyor ki ayakta duramıyorum. Eve nasıl gidebileceğimi de bilemiyorum."

Jo, ablasının ayak bileğini hafif hafif ovuşturarak "O aptal ayakkabıların ayağını inciteceği belliydi," dedi. "Bu durumda ya fayton çağıracağız ya da geceyi burada geçireceksin. Başka yapabileceğimiz bir şey olduğunu sanmıyorum."

"Fayton tutamayız. Sen de biliyorsun ki çok pahalıya patlar bu. Üstelik istesek de bulamazdık çünkü herkes buraya kendi arabasıyla gelmiş. Ahırlarsa çok uzakta."

"Ben giderim," dedi Jo.

"Hayır olmaz," dedi Meg, "saat onu geçiyor. Ortalık zifiri karanlık. Burada da kalamam, ev ağzına kadar dolu. Sallie'nin arkadaşlarından birkaçı geceyi burada geçirecekmiş."

Tam o sırada Hannah görünmüştü. Meg onu görünce ayağını unutarak ayağa fırladı ama bu sefer de acıyla inleyerek Jo'ya tutunmak zorunda kaldı. "Sakın bir şey söyleme," diye fısıldadı sonra.

"Bir şeyim yok," dedi Hannah'ya dönerek. "Ayağımı burktum da, biraz acıyor hepsi bu."

Sonra eşyalarını almak için yukarı çıkarken adamakıllı topallayınca, Hannah da onu bir güzel azarladı. Meg ağlamaya başlamıştı. Jo ne yapacağını şaşırmış bir durumda, dışarı fırlayıp koşa koşa merdivenlerden inmeye başladı. Kendilerine fayton çağırabilecek birini bulmalıydı. Birden Laurie'yi gördü. Delikanlı iki kardeşin konuşmalarını duymuştu. "Ben dedemin arabasıyla geldim. Sizi bırakabilirim," dedi.

Jo, onun kendileri yüzünden partiden erken ayrılacağına üzülüyordu. Bunu söyleyince Laurie, "Ben zaten erken dönmek zorundaydım," dedi. "Hem eviniz yolumun üzerinde."

Bunun üzerine Jo, onunla gitmeyi kabul etti. Ötekileri de çağırmak için koşa koşa eve girdi. Hannah, yağmurdan nefret ederdi. Onun için bu öneriyi hemen kabul etti. Hep birlikte faytona kurulup geri döndüler.

Laurie, arabacının yanına oturduğu için de rahatça konuşma fırsatı buldular.

Jo, saçlarını karıştırarak "Şahane bir gece geçirdim, ya sen?" diye sordu.

"Ben de öyle," dedi Meg. "Ayağım burkulana kadar çok eğlendim. Sallie'nin arkadaşı Annie beni çok sevdi. Baharda Sallie ile birlikte beni de evlerine çağırdı. Annem izin verirse ne güzel olur!"

"Senin o kırmızı saçlı oğlanla dans ettiğini gördüm. Nasıl bari, iyi bir çocuk mu?"

"Çok tatlı biri, yalnız kırmızı saçlı olduğu konusunda yanılıyorsun. Kumral bir çocuk o. Son derece terbiyeli biri. Aynı zamanda da çok güzel dans ediyor."

"Kusura bakma da dans ederken aynı hıçkırık tutmuş bir çekirgeye benziyordu. Laurie ile gülmekten kırıldık."

Sonunda eve vardıklarında, Laurie'ye defalarca teşekkür ettikten sonra kimseyi uyandırmadan içeri girmek istediler. Kapı gıcırdadı, iki küçük kafa göründü ve uykulu bir ses, "Hadi eğlenceyi anlatın, eğlenceyi anlatın!" dedi sabırsızlıkla.

Meg'in bunu büyük bir terbiyesizlik saymasına rağmen Jo kardeşleri için birkaç küçük şeker aşırmıştı. Küçükler şekerlerini yiyerek akşam olanları dinliyorlardı.

Jo, hemen Meg'in ayağını sardı sonra saçlarını fırçalamaya başladı. Meg, "Zarif bir hanımefendi gibi kendi faytonuma kurulup eve dönmeyi ne kadar isterdim," dedi.

"Doğrusunu istersen o zarif hanımefendilerin bizden daha çok eğlendiklerini hiç sanmıyorum," diye cevapladı Jo. "Yanık saçlarımıza, eski eldivenlerimize rağmen biz eğlenmeyi her zaman bilmişizdir. Ayağının burkulmasına gelince, öyle bir ayakkabı giyecek kadar budala olursan, kimseye bir şey demeye de hakkın olmaz."

Continue Reading

You'll Also Like

58.9K 2.3K 21
Yeraltından notlar gerçek dünyadan kendini soyutlamış bir kişinin iç çatışmalarını ve hezeyanlarını konu alır. Bu roman Dostoyevski'nin daha sonra ya...
37.4K 1K 45
Dünya edebiyatının en önemli klasik yapıtlarından biri olan İki Şehrin Hikâyesi, Paris ve Londra arasında gelişen olay kurgusuyla, tarihin en hareket...
VAZİFE By ALGON

Historical Fiction

7.7K 486 22
Osman bey Alaeddine vazife vermişdir. Ama bu vazife onların planladığı gibi olmaz ve başka kötü şeyler olur
155K 4.1K 14
Hep başkalarının istediği gibi yaşayan Raif Efendi, memnuniyetsiz hayatının tek bir anıyla değiştiğine şahit olacaktır: Maria Puder isminde bir kadın...