Küçük Kadınlar

By WattpadClassicsTR

15K 1.3K 810

Louisa May Alcott'ın 1868'de yayımlanan ölümsüz yapıtı Küçük Kadınlar'ın kuşaklar boyu her yaştan okuru büyül... More

İkinci Bölüm
Üçüncü Bölüm
Dördüncü Bölüm
Beşinci Bölüm
Altıncı Bölüm
Yedinci Bölüm
Sekizinci Bölüm
Dokuzuncu Bölüm
Onuncu Bölüm
On Birinci Bölüm
On İkinci Bölüm
On Üçüncü Bölüm
On Dördüncü Bölüm
On Beşinci Bölüm
On Altıncı Bölüm
On Yedinci Bölüm
On Sekizinci Bölüm
On Dokuzuncu Bölüm

Birinci Bölüm

4.6K 182 171
By WattpadClassicsTR

Jo, halının üzerine uzanmış, "Hediyesiz Noel olur mu hiç?" diye söyleniyordu.

Meg, eskimiş giysilerine bakarak içini çekti ve "Fakir olmak ne kötü!" dedi.

Küçük Amy burnunu çekerek "Bazı kızların bir sürü şeyi varken bazılarının hiçbir şeyinin olmaması bana hiç de adil gelmiyor," diyerek onlara katıldı.

Beth, köşesinden doğruldu. "Ama annemiz babamız var. Biz varız."

Dört genç kızın ateşin pırıltısı vurmuş yüzleri, bu güzel sözlerle aydınlandı. Ama hemen arkasından Jo'nun, "Babamız burada yok. Daha uzun bir zaman da olmayacak," dediğini duyunca yine yüzlerini astılar. Jo, "Belki de onu hiç göremeyeceğiz," dememişti ama babalarının çok uzakta, bir savaşta olduğu hepsinin de aklından geçmişti.

Bir süre kimse konuşmadı. Sonra Meg yumuşak bir sesle, "Bu Noel neden hediye alamayacağımızı hepinizin bildiği gibi annemiz anlatmıştı," dedi. "Bu kış herkes için oldukça zor bir kış olacakmış. Annem erkeklerimiz orduda onca zorluk yaşarken bizim burada kendi keyfimiz için para harcamamızı doğru bulmuyor. Evet, bu duruma karşı yapabileceğimiz pek bir şey yok ama biz de kendimize göre bazı şeylerden fedakârlık etmeliyiz. Bunu da seve seve yapmalıyız. Yalnız, itiraf etmeliyim ki bu durum benim de pek hoşuma gitmiyor." Almak istediği güzel şeyleri düşünerek üzüntüyle başını salladı.

"Biz az harcama yapacağız da ne olacak?" dedi Jo. "Her birimizin sadece bir doları var. Bunu orduya bağışlamakla büyük bir yardımda bulunmuş olacağımızı hiç sanmıyorum. Ne annemden ne de sizden bir şey beklediğim var ama ne zamandır kendime Undine ile Sintram adlı kitabı almak istiyordum." Jo, tam bir kitap kurduydu.

Beth de kimseye fark ettirmeden içini çekerek "Ben de yeni çıkan nota kitaplarından almak istiyordum," diye mırıldandı.

"Ben Faber marka bir kutu resim kalemi alacaktım. Onlara gerçekten ihtiyacım vardı," dedi Amy kararlı bir sesle.

"Annem kendi paramızı harcamamız konusunda bir şey söylemedi," diye araya girdi Jo. "Eminim olan bütün paramızı vermemizi de beklemiyordur. Bence hepimiz canımızın istediği şeyleri alabiliriz. Bu kadarcık bir zevki hak etmek için çok çalıştık."

Meg'in sesinden ne denli şikâyetçi olduğu anlaşılıyordu. "Ben paramı hak ettiğimden eminim," dedi. "Canım evde kalmak isterken bütün gün o yorucu çocuklara ders veriyorum."

Jo, "Benim çektiğimin yarısı kadar bile çekmiyorsun sen!" diye karşılık verdi. "Sinirli, titiz, yaşlı bir kadınla saatlerce eve kapanmanın nasıl bir şey olduğundan haberin var mı senin? Hiç durmadan beni oradan oraya koşturuyor ama yine de hiçbir şeyden memnun olmuyor. Sonunda öyle bunalıyorum ki kendimi kaldırıp pencereden atmak geliyor içimden."

Beth içini çekerek ev işlerinden kızarmış ellerini ovuşturdu. "Yakınmayı sevmem ama," dedi, "bence dünyanın en berbat işi bulaşık yıkamak ve ortalığı toplamak. Hem bu yüzden ellerim o kadar buruşuyor ki piyano da çalamıyorum."

"Hiçbiriniz benim kadar sıkıntı çekmiyorsunuz!" diye bağırdı Amy. "O küstah kızlarla okula gitmek zorunda değilsiniz. Dersinizi bilemediğiniz zaman kimse sizinle alay etmiyor. Kimse kıyafetlerinize gülmüyor. Kimse zengin olmadığınız için babanızı mumlayıp bu yüzden sizi küçümsemiyor. Burnunuz biçimsiz olduğu için de kimse sizinle dalga geçmiyor."

"Mumlamak değil mimlemek demek istedin sanırım," dedi Jo gülerek.

"Ben ne demek istediğimi gayet iyi biliyorum. Sadece sizin kelime hanenizi geliştirmeye çalışıyorum," dedi Amy. "Bu şekilde manalı sözler söylemene de gerek yok."

Geçmişteki güzel günleri hâlâ hatırlayan Meg, "Birbirinizle çekişmekten vazgeçin," dedi. "Babamız biz küçükken iflâs ettiği için hiç paramız kalmamış. Şimdi para sıkıntımız olmasaydı ne mutlu olurduk."

"Daha geçen gün, onca paraları olmasına rağmen birbirleriyle sürekli kavga eden Kingler'in çocuklarından daha mutlu olduğumuzu söylüyordun!"

"Evet Beth, aynen öyle söylemiştim. Eh, sanırım öyleyiz de. Çalışmak zorunda olmamıza rağmen eğlenmeyi biliyoruz. Jo şimdi çok matrak bir aile olduğumuzu söyler."

"Evet, Jo öyle argo kelimeler kullanır!" dedi Amy, halının üzerine uzanmış yatan Jo'ya bakarak. Bunun üzerine Jo birden oturup ellerini ceplerine sokarak ıslık öttürmeye başladı.

"Yapma Jo, bu erkek çocukların yapacağı bir hareket."

"İşte ben de onun için yapıyorum zaten."

"Kaba saba, erkeksi tavırlar takınan kızlardan hiç hoşlanmam."

Tam o sırada, barışsever bir kız olan Beth "Yuvalarındaki küçük kuşlar ne güzel anlaşırlar birbirleriyle," diye çok komik bir ifadeyle şarkı söylemeye başlayınca her iki kız da yumuşayıp gülmeye başladılar.

En büyükleri olan Meg hemen ablalık taslayarak onlara öğüt vermeye başladı. "İkinize de çok ayıp doğrusu," dedi. "Erkeksi tavırları bırakacak kadar büyüdün artık Josephine. Küçük bir kızken bu pek önemli değildi ama artık boyun uzadı. Saçlarını da tepende topluyorsun. Artık bir genç kız olduğunu unutmamalısın."

Jo hemen saçlarını tutan fileyi başından çekti ve kestane rengi saçları omuzlarından aşağı döküldü. "Genç kız falan olmak istemiyorum!" diye bağırdı. "Eğer beni değiştiren şey saçlarımı tepemde toplamamsa, yirmi yaşıma da gelsem iki kuyruk yaparım onları. Büyüyüp uzun eldivenler giyen Bayan March olmak zorunda kalmaktan nefret ediyorum. Erkek çocukların oynadıkları oyunlardan ve onlar gibi davranmaktan zevk alırken kız olmak yeterince kötü zaten. Erkek olmadığım için duyduğum hayal kırıklığını bir türlü yenemiyorum. Hele böyle günlerde bu daha da kötü bir durum gibi geliyor bana. Yani ben de gidip babamla savaşmak için canımı vermeye hazırken evde oturup yaşlı, bunak kadınlar gibi örgü örmeye çalışmak beni deli ediyor."

Bunları söylerken bir yandan da ördüğü asker çorabını havada sallıyordu.

"Zavallı Jo!" dedi Beth. "Çok kötü bir durum bu ama elimizden gelen bir şey yok. Sadece adını erkek adına çevirip bize karşı ağabey rolü oynayabilirsin."

Meg kardeşinin başını okşamaya başladı. Dünyadaki hiçbir bulaşık deterjanı onun elinin yumuşaklığını bozamazdı.

"Sana gelince Amy," diye devam etti Meg, "kendini beğenmiş, şımarık bir kızsın sen. Tuhaf bir hava vermeye çalışıyorsun kendine. Bir an önce kendine bir çeki düzen vermezsen, büyüdüğünde tam bir kibirli kaza benzeyeceksin. Garip, yapmacık tutumlar takınmadığın zamanlar gerçekten nazik biri olmayı başarıyorsun. Ama saçma sapan lafların Jo'nun argo sözleri kadar çirkin bir etki bırakıyor, bana inan."

"Demek sence Jo erkek, Amy de kibirli bir kaz gibi," dedi Beth. "Peki söyler misin, ben neye benziyorum?"

"Sen sadece çok tatlı bir kızsın," diye karşılık verdi Meg içten bir tavırla. Kimse de itiraz etmedi bu sözlere.

Sözün burasında, genç okurlarımız bu kızların nasıl göründüklerini merak edebilir diye düşünüyorum. Size, lâpa lâpa karın yağdığı bu aralık ayında, odalarında çıtırdayarak yanan ateşin başında oturmuş, örgülerini ören bu dört kardeşin görünüşlerinden de kısaca bahsedeceğim.

Oturdukları oda eski, rahat ve çok sade eşyalarla döşeli bir yerdi. Yerde solmuş bir halı, duvarlarda da birkaç resim vardı. Raflar kitaplarla doluydu. Evin pencerelerinden kasımpatları ve kış gülleri görünüyordu. Sıcacık ve sevimli bir havası vardı odanın.

Dört kardeşin en büyüğü olan Margaret on altı yaşındaydı. Dolgun vücudu, iri gözleri, koyu kumral gür saçları ve biçimli ağzıyla çok güzel bir kızdı. Bembeyaz, biçimli elleriyle de çok övünürdü.

On beş yaşındaki Jo ise zayıf ve uzun boyluydu. Hızla büyümeye başlamıştı. Kadınsı tavırlar onu çok rahatsız ediyordu. Sert çizgileri olan bir ağzı, karikatürlerdeki gibi bir burnu vardı. Gri gözlerinden hiçbir şey kaçmazdı. Bu gözler aynı zamanda onun ruh hâlini, kızgın mı, neşeli mi yoksa düşünceli mi olduğunu çok güzel yansıtırdı.

Elizabeth ya da herkesin çağırdığı adıyla Beth, on üç yaşında, utangaç tavırları, yumuşak saçları, ürkek bir konuşma tarzı olan bir kızdı. Çok huzurlu bir hâli olduğundan babaları onu "huzurlu küçük hanım" diye çağırırdı. Bu ad ona çok yakışıyordu.

En küçükleri olan, on iki yaşındaki Amy kendisinin dünyadaki en önemli kişi olduğunu düşünüyordu. Mavi gözlüydü, sarı saçları omuzlarından aşağı lüleler halinde dökülürdü. Solgun benizli ve zayıf bir kızdı. Kendisine bir hanımefendi süsü vermeye çalışıyordu. Kızların karakter özelliklerini ise daha sonraki bölümleri okurken öğreneceğiz.

O sırada duvar saati altıyı vurdu. Beth ocağın önünü süpürdükten sonra ısınması için getirdiği bir çift terliği ateşin önüne koydu. Bu eski püskü terliklerin ortaya çıkması annelerinin gelişini haber verdiği için kızların üzerinde tatlı bir etki yaptı ve hepsi onu karşılamak üzere üstlerine başlarına çeki düzen vermeye başladılar. Meg öğüt vermeyi kesip lâmbayı yakmaya gitti. Amy bile ona söylenmediği hâlde sallanan koltuktan kalkmıştı. Jo ne kadar yorgun olduğunu unutmuş, terlikleri ateşe yaklaştırarak ısıtmaya çalışıyordu.

"Bunlar çok eskimiş," dedi, "anneme yeni bir terlik alsak iyi olur."

"Ben bir dolarımla alırım," diye atıldı Beth.

"Hayır ben alacağım!" diye haykırdı Amy.

"En büyüğünüz benim..." diye söze başladı Meg ama Jo kararlı bir tavırla onun sözünü kesti: "Babam burada olmadığına göre evin erkeği ben sayılırım ve babam giderken bana anneme göz kulak olmamı tembihlediği için terlikleri de ben alacağım."

Beth, "Dinleyin," dedi birden, "hepimiz anneme birer Noel hediyesi alabiliriz. Kendimize bir şey almasak da olur."

"İşte tam sana yakışan bir teklif!" diye atıldı Jo. "Peki ne alabiliriz?"

Bir süre hepsi ciddi ciddi bu sorunun cevabını düşündüler. Sonra Meg birden, kendi güzel ellerine bakarken aklına gelmiş gibi, "Ben anneme bir çift güzel eldiven alacağım," dedi.

"Bence sağlam bir çift bot almak daha faydalı," dedi Jo.

"Ben dantelli mendillerden almayı düşünüyorum," dedi Beth gülümseyerek.

"Ben de bir şişe kolonya alırım," dedi Amy. "Annem kolonya sever, üstelik çok pahalı da değil. Böylece kendime boya kalemleri alabilmek için de biraz param kalır."

"Peki bu aldıklarımızı anneme nasıl vereceğiz?" diye sordu Meg.

"Masanın üzerine koyarız, sonra da paketleri açarken gizlenip onu izleriz. Doğum günlerimizde nasıl yapardık hatırlamıyor musunuz?"

Beth, "Ben," dedi, "sıra bana gelecek ve ben büyük sandalyede oturururken hepiniz hediyelerimi verip beni öpeceksiniz diye çok korkardım. Hediye almak ve öpülmek beni sevindirirdi ama paketleri açarken hepinizin başımda seyrediyor olması beni öldürürdü."

Ellerini arkasında kavuşturmuş, bir aşağı bir yukarı gezinen Jo, burnunu havaya dikerek "Anneme şimdilik bir şey söylemeyelim," dedi. "Kendimize bir şeyler almak için çarşıya çıkmış gibi yaparız. Sonra ona sürpriz yaparız. Meg, yarın öğleden sonra alışverişe çıkmalıyız. Ayrıca Noel gecesi oynayacağımız piyesi de unutmamalıyız. Daha çok işi var."

"Bundan sonra ben bir daha katılmak istemiyorum bu gösterilere," dedi Meg, "böyle şeyler için artık büyüdüm."

Bu sırada anneleri gelmişti.

Kapıdan girmeden önce tatlı bir sesle, "Nerede benim sevgili kızlarım?" diye seslenerek geldiğini haber verdi.

Bayan March aslında güzel bir kadın değildi ama çocuklar annelerini hep güzel gördükleri için, dört kız kardeşe göre de soluk kurşunî renkli mantosu ve başında modası geçmiş şapkasıyla kapıda duran bu kadın çok güzeldi.

"Nasılsınız kızlar?" diye sordu. "Bugün neler yaptınız bakalım? Çok işim olduğu için öğle yemeğine gelemedim. Arayan soran var mı Beth? Senin nezlen nasıl Meg? Jo, sen pek yorgun görünüyorsun. Küçük hanım, buraya gel de anneni öp bakalım."

Sonra ıslak mantosunu çıkarıp sıcacık terliklerini ayağına geçirdi. Sallanan koltuğuna oturup Amy'yi kucağına aldı. Yorucu bir günün en güzel saatlerini yaşamaya hazırlandı. Kızlar ellerinden geldiğince onu rahat ettirmeye çalışıyor, çevresinde dört dönüyorlardı. Meg, hemen çay sofrasını kurmaya başladı. Jo, eşyalara çarparak ve değdiği her şeyi devirerek sandalyeleri yerleştirdi, odunları taşıdı. Beth oturma odası ile mutfak arasında gidip geliyordu. Amy ise rahatça oturduğu yerden ellerini kavuşturmuş, herkese emirler yağdırıyordu.

Sofranın başına toplandıklarında, neşeli bir sesle, "Yemekten sonra size bir müjdem var!" dedi anneleri.

Birden hepsinin yüzü aydınlanmış, gülmeye başlamışlardı. Beth sevinçten elindeki sıcak çörekleri yere düşürmüştü. Jo peçetesini havaya fırlatarak "Babamdan mektup gelmiş!" diye bağırdı.

"Evet," dedi Bayan March, cebine sanki orada bir hazine saklıymış gibi vurarak. "Babanızdan uzun bir mektup aldım. Sağlığı yerindeymiş. Kışı korktuğumuzdan daha kolay atlatacağını umut ediyor. Hepimizin Noel'ini kutluyor. Ayrıca her birinize de bir şeyler yazmış."

Kız kardeşler hep birlikte sevinçle bağırdılar.

"Mektup cepheden geliyor," dedi anneleri.

"Babam hiç de genç ve sağlıklı bir adam sayılmaz," dedi Meg, "bu durumda savaşa katılması büyük bir kahramanlık."

"Ne sandın?" diye atıldı Jo. "Ben hemşire olarak bile savaşmaya hazırım! Babamın yanında olur, ona yardım ederdim."

"Babam ne zaman dönecek anne?" diye sordu Beth titrek bir sesle.

"Eğer hasta olmazsa, daha aylarca buraya gelemez. Orada kalıp görevini yerine getirmeye çalışacaktır. O kendiliğinden ordudan ayrılmadıkça biz de onu buraya çağırmayacağız. Hadi şimdi gelin de oturup mektubumuzu okuyalım."

Hepsi ateşin çevresine toplandılar. Anneleri büyük koltuğa yerleşirken Beth de hemen onun ayaklarının dibine çömelmişti. Meg'le Amy de koltuğun iki yanına yerleştiler. Jo ise mektupta kendisini duygulandıran bir şey olduğunda kimse görmesin diye yüzünü koltuğun arkasına saklamıştı.

Bayan March mektubu okumaya, kızlar da onu merakla dinlemeye başladılar. Mektupta, savaştaki askerlerin içini dolduran yuva özleminden, katlanılan güçlüklerden ve tehlikelerden hiç bahsetmemişti babaları. Çok neşeli ve umut yüklü bir mektuptu bu. Kamp hayatı ve savaş haberleri, canlı bir dille ve uzun uzun yazılmıştı. Yine de sonuna doğru kalbinin, kızlarının özlemiyle dolu olduğu anlaşılıyordu. Şöyle diyordu babaları: "Onlara kendilerini çok sevdiğimi söyle ve hepsini teker teker benim için öp. Gece gündüz onları düşünerek dua ettiğimi anlat. Kızlarımın sevgisi benim için en büyük kuvvettir. Onlara kavuşabilmem için aradan daha uzun yıllar geçmesi gerekiyor. Yine de bu bekleme dönemini çalışarak değerlendirebileceğimizi de unutmasınlar. Eminim dediklerimi hatırlıyor, seni hiç üzmüyor ve üzerlerine düşen görevleri yerine getiriyorlardır. Zayıflıklarıyla kahramanca çarpışarak bir gün onları yeneceklerine inanıyorum. Üstelik bunu o kadar güzel bir şekilde başaracaklar ki döndüğümde, küçük kadınlarımı her zamankinden daha çok seveceğim ve onlarla gurur duyacağım."

Mektubun burasında herkes burnunu çekmeye başlamıştı. Jo da burnunun ucundan süzülen küçük bir yaş damlasından hiç utanmamıştı. Amy o lüle lüle saçlarının karmakarışık olmasına hiç aldırmayarak yüzünü annesinin omzuna gömdü ve ağlamaya başladı.

"Ben çok bencil biriyim!" dedi. "Ama artık, babamı hayal kırıklığına uğratmamak için iyi bir insan olmaya çalışacağım."

Meg de heyecanla, "Hepimiz daha iyi olmaya çalışacağız!" diye atıldı. "Ben dış görünüşüme çok önem veriyorum. Çalışmayı da hiç sevmiyorum. Artık bu kusurlarımı düzeltmeye çalışacağım."

"Ben de babamın istediği gibi küçük bir kadın olmaya çalışacağım. Kaba davranışlarımdan vazgeçeceğim." Babası döndüğünde, Jo tam onun istediği gibi biri olmalıydı.

Kızların dördü de âdeta büyümüşler, çocukluktan çıkıp birer "küçük kadın" olmuşlardı. Yaramazlık ve hırçınlık yaptıkları günler geride kalmıştı. Onlar artık anne ve babalarının istediği gibi çalışkan, dürüst, sakin, görgülü ve sevecen, genç birer kız olacaklardı.

O sırada, "Yarın sabah yastıklarınızın altına bakmayı unutmayın çocuklar," dedi Bayan March. "Orada size yol gösterecek kitapları bulacaksınız."

Continue Reading

You'll Also Like

58.8K 2.3K 21
Yeraltından notlar gerçek dünyadan kendini soyutlamış bir kişinin iç çatışmalarını ve hezeyanlarını konu alır. Bu roman Dostoyevski'nin daha sonra ya...
VAZİFE By ALGON

Historical Fiction

7.5K 480 22
Osman bey Alaeddine vazife vermişdir. Ama bu vazife onların planladığı gibi olmaz ve başka kötü şeyler olur
16.1K 441 5
İngiliz centilmen Phileas Fogg, üye olduğu kulüpteki arkadaşlarıyla 80 günde dünyanın etrafını dolaşacağına dair iddiaya girer. Uşağı Parisli Passepa...
15.9K 423 13
Maksim Gorki'nin bu kısa romanı, hayatının çocukluktan yetişkinliğe geçiş dönemini anlattığı ünlü üçlemesinin birinci kısmını oluşturur. Otobiyografi...