Dancing With Devil.

By hagnetsu

37.5K 4.3K 4.9K

Onun zihni kirli ve elleri üzerimde, Oh, evet sen şeytansın ve beni de yakacaksın. Geceyi tutuştur, bu bizim... More

1.Bölüm
2.Bölüm
3.Bölüm
4.Bölüm
5.Bölüm
6.Bölüm
7.Bölüm
8.Bölüm
9.Bölüm
11.Bölüm
Şeytanın Kirpiklerinden Dökülen Küller.
Şeytanın Parmak Uçlarından Dökülen Küller
12.Bölüm
13.Bölüm (NSFW)
14.Bölüm
15.Bölüm
16.Bölüm
17.Bölüm
18.Bölüm
19.Bölüm
20.Bölüm|FİNAL.
Yıldızın dileği, gecenin ta kendisi|ÖZEL BÖLÜM
Şeytanın gölgesi değil, Sadece Xiao Zhan|ÖB.

10.Bölüm

1.5K 192 318
By hagnetsu

Etrafımdaki her şey aynıydı.

Tribünler yine ağzına kadar dolmuş, sohbetlerin ve yapılan tezahuratların gürültüsünü geniş alana yayıyordu. Gökyüzüne tekrar gece hakimdi. Tüm yıldızlar yerlerine geçip geceyi ihtişamla aydınlatıyor, benim tarafımda olduklarını belli ediyorlardı. Spot ışıklarıysa yine etrafı sabahmış gibi aydınlatıyordu.

Yine bu sahada var gücümle koşuyordum.

Şeytanın gölgesi ile yaşadıklarımızdan sonra uzunca bir süre kendime gelmeyi beklemiştim. Zihnimdeki sis dağılıp tüm mantığımı yüzeye çıkardığındaysa Xiao Zhan'ın neden öyle bir şey yaptığını anlamış ve onu getirdiğim çaresizlik karşısında sadece alayla gülmüştüm.

Geçen defa yaptığı gibi zihnimi bulandırmak, maç sırasında onu düşünmemi sağlayıp oyuna odaklanamayarak tekrar bir hata yapmamı istemişti.

Ama bu defa başarılı olmamıştı.

Ayağımın altında yuvarladığım topu sert bir şekilde karşımdaki kaleye yollayıp rahatça gülümsedim. Skor tabelası attığım golle değişirken tribünlerden kulakları sağır edecek kadar yüksek sesler geliyordu ama hiçbirini duyamıyordum.

Xiao Zhan gergince etrafındakilere bağırırken dikkatimi başka hiçbir şey çekemezdi. Cehennemin dumanlarını taşıyan gözleri öfkeyle harmanlanmıştı. Saçlarından süzülen terler koşmaktan kızarmış yüzünü yıkıyor, zihninde yaşadığı kontrolsüzlüğü ve endişeyi bedenine taşıyarak dışa vuruyordu.

Dikkatini toparlayamıyordu. Planıma boyun eğmekle kalmamış, kendi hazırlığı tuzağa düşmüştü.

Bunun farkındaydı ve gözlerini inatla benimle buluşturmuyordu. Alaylı sözler söylemiyor, ona karşı yaptığım ataklardan kaçmak dışında hiçbir şey yapmıyordu. Kendi ininde nasıl şeylerle düğümlendiğini bilmiyordum ama o düğümün nasıl boğazına sarıldığını görebiliyordum. Nasıl aklını toparlamasına izin vermeyişini, öfkesini, tedirginliğini, zihninde attığı çığlıkları görebiliyordum. Boynundaki düğümden kurtulmaya çalışsa bile nasıl daha da körleştirdiğini görebiliyordum.

O ipi sıkarak boğulmasını sağlayacak kişi bendim.

O bana hiçbir zaman acımamıştı. Acımamayı öğretmişti.

Birbirimizi büyüttük, birbirimize öğrettik.

Ama hiç sevgiyi öğrenmedik birbirimizden.

Xiao Zhan dizlerine yasladığı ellerini yumruk haline getirip doğruldu ve yerine geçerek atışın yapılmasını alt dudağını dişleri arasına alarak bekledi.

Topun hareketi ile aynı anda koşmaya başlamıştık. Cheng ona doğru atak yapan Yuchene ufak bir bakış atmış, ayağındaki topu arkaya doğru döndürerek ondan pas bekleyen Xiao Zhan'a atmıştı.

Yuchen ile aynı anda şeytanın gölgesinin peşine takılıp sıkıştırmaya başladık. Yuchen onun ayağından topu almaya çalışırken ben biraz daha uzakta durmuş, bana doğru geldiği an topa atılmak için hazır bir şekilde beklemeye başlamıştım.

Dakikalar sona yaklaştığımızı gösterirken kanımda hissettiğim adrenalin midemin düğümlenmesine neden oluyordu. Şampiyonluğun getireceği tatminlik hissinin ne kadar yakınımda oluğunu biliyor, heyecanla Xiao Zhan'ın bana karşı atak yapmasını bekliyordum.

Yuchen'i atlatmak için sağa doğru yöneldiğinde yardım için oraya koşan Jiyang'la karşılaşmış, ikisinin arasında çaresiz bir şekilde sıkışmıştı. Gözlerindeki ışıltılar titrerken bana doğru atak yapmaktan başka çaresinin olmadığının farkındaydı.

Cheng şeytanın gölgesine koşsa bile süreye yetişemezdi. Oyun boyunca takımdaki herkes o kadar yavaş koşmuştu ki, top yakalamaktan ve engellemekten başka hiçbir şey yapamamıştılar. Takımın beyni Xiao Zhan'dı fakat maç boyunca düzgün düşünememiş ve takımını doğru yönlendirememişti.

Ağaçlarından ateşler dökülen bahçenin kapısı olan dudakları hafifçe gerildi, gözlerindeki ışıklar birbirlerine dağılmamak için sıkıca tutundu ve şeytanın gölgesi Jiyang ile Yuchen'in arasından sıyrılıp bana doğru koşmaya başladı.

Adımları bastığı her yere küllerini saçarak izini bırakıyordu. Gözlerindeki dumanlar tüm ifadelerini saklıyor, saçları topa vurduğu her bir darbede havalanıyordu. Sonmuşçasına bana doğru var gücüyle dudağındaki hafif gerilme ile koşuyordu.

Ciğerlerim tüm havayı içine doldururken dudaklarımı ıslattım ve aynı şekilde attığım her adımda çimleri dağıtacak kadar güçlü bir şekilde ona doğru koşmaya başladım. Jiyang hala onu bırakmamış, peşinden koşmaya devam etmişti. Saniyelik bir bakışmadan sonra anlaşmış bir şekilde aynı anda hareket ettik.

Jiyang arkadan bir hamle yapınca şeytanın gölgesi sağ ayağındaki topu sol ayağına alıp bana yan bir bakış attı. Ayağındaki topa atılmadan önce arsızca sırıtıp, güçlükle birbirlerine tutunan ışıltılarını dağıtmak için sadece onun duyabileceği bir şekilde fısıldadım.

"Hey, Xiao Zhan. Daha sonra benim de senin tadına bakmam için yanıma uğra."

Karanlığa gömülen gözleri söylediklerimle hiddetle bana dönerken suratımdaki gülümseyi daha da büyütüp ayağındaki topu aksayan adımları arasından aldım. Jiyang bana doğru koşmasını usataca engelliyordu ve önümdeki kalede bana engel çıkaracak kimse yoktu. Kalecileri tamamen fiyaskoydu.

Alt dudağım dişlerimin arasındayken ayağımdaki topu sertçe kaleye yolladım ve kulakları sağır edecek kadar yüksek çıkan sesleri gülümseyerek karşıladım. Midemdeki burukluk hızla çözülmeye başlamış, omuzlarımda hissettiğim yük ve gerginlik hızlıca yok olmaya başlamıştı.

Göğsümü delmek ister gibi atan kalbimin sesi kulaklarımdaydı. Jiyang mutlulukla saçlarımı karıştırıp omzuma birkaç kere vurarken aynı şekilde gülümsemeye devam ettim ve kendi aralarında kutlama yapan takım arkadaşlarımdan biraz uzaklaşarak asıl görmeyi istediğim kişiyi aramaya başladım.

Bitmişti.

Kazanmıştım.

Şeytanın gölgesi onu bıraktığım yerde dikiliyordu. Göğsü aldığı derin nefesler yüzünden hızlıca inip kalkıyor, yumruk haline getirdiği elleri beyazlaşmış bir şekilde sarkıyordu. Saçlarından süzülen terler sahada verdiği mücadelenin kantı gibi teninde süzülüyordu. Her ne kadar bedeni dik dursa da, karanlığında boğduğu gözlerinde hiçbir ışıltı yoktu. Dağılmamak için birbirlerine tutunan o ateş parçaları sönmüş, cehennemin yollarını karanlıkta bırakmıştı.

Hafiçe çattığı kaşları ile bana bakıyordu. Gözlerindeki kargaşa ve yoğunluk dumanlarının arasında gizlenmişti, göremiyordum ama bakışlarındaki ağırlık göğsümdeki yangını harlamaya yetmişti bile. Az önce omuzlarımdan kalkan tüm ağırlık bakışları ile tekrar çökmüş, eskisinden daha da fazla olan ağırlığı nefesimi kesmişti.

Kazanmıştım, ama karşımdaki gözlere bakarken kazanmanın getirdiği kibiri bile hissedemiyordum. Kaybetmiş gibiydim. Kaybettiğim oyun değildi ama bir şeyleri kaybetmiş gibiydim.

Dudağımdaki gülümseme yavaşça solmaya başlamış, nefeslerim ağırlaşmıştı. Şeytanın gölgesi ağır gözlerini üzerimden çekip soyunma kısmına doğru yürümeye başlayınca ardından sertçe yutkundum. Zihnimdeki ses onu umursamamamı, ağlenceye katılıp tıpkı onun yaptığı gibi küstahca eğlenmem gerektiğini söylüyordu. Xiao Zhan'a karşı sonunda galibiyeti almıştım ve onu parçalama sırası bendeydi. Göğsümden boğazıma tırmanan ateşini dinlemek yerine her zaman yaptığım gibi onu cehenneminde yalnız bırakıp karanlığına bir parça da ben ekmeliydim.

Şeytanın tarafına geçemezdim. Şeytana ulaşmak için yakıcı ateşlerde yanmak, kül olmak gerekiyordu.

Şeytan kurtarılamazdı. Şeytan, onun için yanıp külleri ile çıkışın yolunu çizecek kimseye sahip değildi.

Şeytan, cehenneminde ateşin dalgaları ile tek başına mücadele etmeye mahkumdu.

Bu yüzden herkesin yaptığı gibi şeytanın gölgesine arkamı dönmüş, geriye bir kere bile bakmadan onun tersine doğru yürümeye başlamıştım. Zihnim onu kaybıyla tek başına yüzleştirdiğim için durulurken, göğsümdeki ateş Xiao Zhan'ı acımasız şeytanları ve birbirine girmiş zihninin ortaya çıkardığı diğer şeylerle baş başa bıraktığım için ateşini ruhuma kadar ulaştırmaya başlamıştı. Çaresizlikle açılan boşluklarımı onunla doldurmaya çalışan tarafım tüm yuvalarını göğsümdeki ateşte yakıyordu.

Hepsi ateşin dilinde aynı şeyi haykırıyordu.

Şeytanın aynadaki yansıması beni kırmıştı, toplamıştı, dağıtmıştı, yeniden toplanmıştım, ağlamıştım, gülmüştüm, ağlatıp güldürmüştü.

Düşmüştüm, düşürmüştü. Ayağa kalkmıştım, ayağa kaldırmıştı. Duygularımın birer köpek balığı gibi gezdiği denize beni atmış, ardımdan atlamış, kulaç atmayı öğretmişti. Batmamayı öğrenmiştim, batmamıştım. Zihnimi karşıma dikmişti, dikilmiştim, bir köşede durup beni izlemişti.

Ama her zaman benimle olmuştu. Gölgesini dibin üzerine tutmuş, dibe düşmeme izin vermemişti. Gölgesini bir ilüzyon gibi kullanmış, diğerlerine beni sakladığı bile olmuştu.

Ve şimdi onu yalnız bırakıyordum. Orada değildim. O dibe düşüyordu, suçluluk yüzünden belki de kendi ateşiyle kendisini yakıyordu, zihnindeki şeytanlarla savaşıyordu, cehenneminde dumanlarının arasında yanık parmak uçlarıyla oynuyordu. Onunla değildim.

Jiyang'ın yanına gidip üzerimi değiştirmiş, hiçbir şey olmamış gibi konuşulanları dinleyip herkes gibi kalabalık bir şekilde kutlamanın yapılacağı yere doğru yürümeye başlamıştım.

Etraf oluk oluk insan kaynıyordu ama kendimi yalnız hissediyordum. Alıştığım gözlerin ağırlığı çoktan geride kalmıştı.

Çeşitli sohbet konuları konuşuluyor, gülüşmeler havada uçuşuyordu ama hiçbir şeyi duymuyordum. Gürültülerin arasında fısıldasa bile anında duyabileceğim sesi çoktan geride bırakmıştım. Duyduğum tek şey bende bıraktığı yangınının çığlıklarıydı.

Ona dönemezdim, ona dönüp karşımda kendisiyle yüzleşirken onu izleyemezdim. Eğer gözlerim değseydi ışıltısını söndürmüş gözlerine, şeytanın gölgesinin yaptığı gibi sakince kalamazdım. Yıldızlarımı onunla beraber söndürürdüm.

Omuzları titreseydi karşımda, onun yaptığı gibi nasıl dik tutacağını ona söyleyemezdim. Kemiklerimi sonradan kıracağını bilsem bile ona sarılırdım. Ateşiyle kollarımı yakmasına izin verirdim. Günahlarına sarılırdım, günahlarına bulanırdım, günahım olmasına izin verirdim.

Ateşi sevemezdim.

Şeytanı sevemezdim.

Şeytanı sadece yangını severdi, ateşinde yakmak için. Cehennemindeki yolları karanlıktı, ben karanlıktan korkardım. Yolumu bulamazdım, kaybolurdum, zehirli dumanları arasında boğulurdum.

Bu yüzden göğsümdeki ateş yüreğimi cayır cayır yakarken, sonunda kül olmayı kabullenip derin bir nefes aldım. Shu Lan siyah saçlarını savurarak geldiğimiz evin bahçesinde dans ediyor, bedenini kıvrakça sallandırıyordu.

Adımlarım hızlıca ona yönelirken titreyen ellerimi birkaç kere sıktım ve karşısına geçip sağ elimi Shu Lan'a uzattım.

"Birlikte dans edelim mi?"

"Yibo? Benimle konuşmak istemeyeceğini düşünmüştüm."

Shu Lan çenesindeki gamzeyi belli edecek şekilde gülünce alt dudağımı hafifçe sarkıttım. "İstemiyorsan giderim."

"Hayır, hayır!" gece karası saçlarını düzeltip ona uzattığım eli tuttu ve gülümsedi. "Dans edelim."

Shu Lan ile eski günlerdeki gibi tekrar dans ederken yaptığımın ne kadar saçma olduğunun farkındaydım. Ruhumda açılan her boşluk kendisini şeytanın gölgesi ile tamamlamaya çalışırken kendimi unutmam lazımdı. Zihnimi bastırmam lazımdı. Xiao Zhan kimseyi sevmezdi. Beni acımadan ateşinin arasına alır, küllerimin dahi kalmadığından emin olana kadar zevkle yakardı.

Bu yüzden Shu Lan ile dans etmiş, atıştırmalıktan yemiş ve bahçedeki minderlere konuşup tüm arkadaşlarımız ile uzunca sohbet etmiştik. Göğsümdeki ateşi bastırması için kaç bira kutusu bitirdiğimi bilmiyordum ama ateş oldukça küçülmüştü, çaresizce parlamaya çalışıyordu.

"Xiao Zhan neden kutlamalara gelmiyor acaba?" dedi Jiyang ensesini okşarken.

"Geçen seferki kutlamaya gelmedi mi?"

Kaşlarımı kaldırarak sorduğum soruya Jiyang omuzlarını silkti. "Hayır. Sadece kupayla fotoğraf çektirip alandan ayrıldı. Kutlamada da burada değildi, genelde gelmiyor."

"Ah!" Shu Lan omzumdaki kafasını kaldırıp bahçedeki kapıya dikti. "Geldi işte."

Dipte yuvarlanıyoruz, elimi tutup benimle sonu görür müsün sen de? İzin verir misin yaralarına sızmama?

Gözlerim bahçe kapısından giren bedeni görünce şaşkınlıkla büyüdü. Omuzları hafifçe düşmüş olan kişi, sahada bıraktığım kişi ile aynı değildi.

Özenle şekillendirdiği saçları bu defa alnına dağınık bir şekilde dökülüyordu. Her zaman dik tuttuğu omuzları hafifçe düşmüş, herkese geldiğini ve ne kadar güçlü olduğunu kanıtlamak istercesine attığı sert adımları tutuklaşmıştı. Her zaman sinsi bir ışıltıya sahip olan gözleri karanlığa gömülmüştü. Gülümsemese bile yukarıya kıvrılan dudak kenarları düz bir çizgi halini almıştı ve göz pınarları kızarmıştı.

Adımları hemen önümde durunca yere diktiği gözlerini kaldırdı ve omzuma başını yaslamış olan Shu Lan'a baktı. Göz kenarları kısılırken, dudaklarının kenarına belli ile olmayan ufak bir gülümseme konmuştu. Gülümseme denmezdi, yansıma gibiydi.

Karanlığa gömülü olan gözleri bana dönünce sertçe yutkundu. Tırnakları avucunu sarmış, gözlerinin derinliklerinde olan ışıltılar belli belirsiz parlıyordu.

"Yibo, konuşabilir miyiz?"

Sesindeki hafif titreme göğsümdeki ateşi bir anda her zerremi yangına katacak kadar harlamıştı. Aldığım tüm nefesler kesilirken, hafifçe gülümsedim. Xiao Zhan beni sevmeyecekti. O bana acımazdı. Bunu kendime hatırlatmayı her şeyden çok istiyordum.

"Bir şey söylemek istiyorsan söyle," dedim umursamazca.

"Önemli. Baş başa konuşmamız lazım." Dişlerinin arasından ağır sesiyle konuştuğunda yaptığım tek şey omuzlarımı silkmek oldu.

"Söyleyeceksen burada söyle, yoksa git."

Gözlerindeki dumanlar daha da yoğunlaşırken, düğümlerin atılmaya başlandığı boğazımı temizledim ve gözlerimi gözlerine diktim. Bana karşı acımasızdı, her zaman olduğu gibi şimdi de bunu kanıtlayacaktı. "Eğer senden isteyeceğim şeyi değiştirmem için geldiysen, kararım kesin."

Bana karşı acımasızdı. Bana karşı hiçbir şeyi kabul etmezdi.

"Ama eğer diz çöküp yalvarırsan düşünebilirim."

Xiao Zhan'ın gözlerindeki ışıltılar bir saniyeliğine o kadar fazla parladı ki, anlık bile olsa ateşlerinin arasında diz çökmüş bir şekilde kendisini mahveden şeytanını görmeme izin verdi. Çığlık çığlığaydı, ateşlerin arasında yanıyordu, kül oluyordu ama yok olmuyordu. Yalnızdı, savaşıyordu ve kaybediyordu.

Onu parçalıyordum.

Hayal kırıklığı ve acıyla bana baktığı o saniye boyunca zamanı geriye almak istedim. Zamanı geriye almak, onun peşinden soyunma odasına gitmek istedim. Hissettiğim suçluluk ve acı aynı darbeleri sırtıma indirirken bir tarafım onun bu halinin bir yanılsama olduğunu, kendisini toparladığı an acımasızca elindeki her kozu kullanacağını haykırıyordu.

Xiao Zhan ona karşı yaptığım hiçbir şeyi kabullenmezdi.

Herkes söylediğim ile alayla kıkırdarken şeytanın gölgesi birkaç saniye anlamadığım bir ifade ile yüzüme baktı, hemen ardından ise gözlerini gözlerimden ayırmadan hafifçe titreyen çenesi ile herkesin ortasında önümde yavaşça dizlerinin üzerine çöktü.

Ve ona karşı yaptığım bu hamleyi sessizce kabullendi.

Bana onun acımasız ve nefret dolu olduğunu haykıran tarafım bu hareketi ile kurşun yemişe dönerken, Xiao Zhan gözlerini gözlerimden ayırmadan kendisini daha da karanlığına gömdü.

"Lütfen," dedi güçlükle. Kelimeler dilinden dökülürken güçsüzdü. "Lütfen bana acı ve o şeyi değiştir Yibo."

Sende yok olmaya hazırım.

Y.N: Bunu yazana kadar çektiklerimi bir ben bir allah bilir.

Hate kısmının %98'in, bitirdik dostlarım, şimdi lovea doğru yardırcaz ve sonra herkes köyüne dağılacak.

ben kaçar bb.




















Continue Reading

You'll Also Like

265K 18K 42
credits to: soothighs translate: chanmami
145K 13.1K 31
Xiao Zhan küçüklüğünden beri sorun çıkarmayı seven bir çocuk olsa da üstü kapatılabilecek şeyler yaptığı sürece ne kadar yaramaz olduğunun hiçbir öne...
382K 39.3K 46
Okulun en güçlü alfası Kim Taehyung'un kurdu okula gelen yüzyılın deltasıyla birlikte tuhaf davranmaya başlamıştı. Okula gelen Delta'nın amacı ise ço...
4.1K 357 33
chanyeol: sonra sen döndün ona aşık olduğunu söyleyince de o benim sevgilim diyemedim senin için her şeyi yaparım bunu biliyorsun senin aşk acısı çe...