Küçük Mucizeler Müzesi

By zihninardindakiler

4.9K 521 6.8K

Her ayın belirli bir günü bir olup rezil pijamalarla sokaklarda âdeta birer manken edasıyla yürüyen, gerçekli... More

1. Bölüm: Koltuk Altındaki Tüylü Kelepçe
2. Bölüm: Pijamalı ve Tehlikeli Bir Tarikat
3. Bölüm: Dantelli Ayşe ve Takımı
4. Bölüm: Ömeriye
5. Bölüm: Gizel Bakkal
6. Bölüm: Sıcak Karantina Günleri ve Sıcak Ayı Savaşları
7. Bölüm: Gidenler ve Kaybedenler
8. Bölüm: Seni Seviyorum
9. Bölüm: Küçük Mucizeler Pavyonu
11. Bölüm: Behzat Amca ile Evleneceksen Ge
12. Bölüm: Geçmişe Rastlandıran Şehir
13. Bölüm: Aşk Bir Sefalet Midir?
14. Bölüm: Liman Bulma Hikâyesi
15. Bölüm: Eskişehir Pavyonlarına Son Mektup...
16. Bölüm: Yeni Masallar, Eski Kâbuslara

10. Bölüm: Yıllar ve Yollar

483 32 811
By zihninardindakiler

Şey, merhaba.

Bu, bu hesapta attığım ilk yeni bölüm ve başlamadan önce çok zorlu bir heves testinden geçtim, her şeye sıfırdan başlayacak olmak çok garip ve zorlu. Sizden ricam, kendinizi gösterip, düşüncelerinizi belirtseniz çok güzel olmaz mı? Eski hevesimi geri istiyorum ve bu konuda bana yardımcı olabilecek sadece siz varsınız.

İyi okumalar ♡

🥂

Halestorm, Do Not Disturb
Sena Şener, Teni Tenime
Duman, İstanbul
Güney Marlen, Kokun Var Bu Evde
Yaşlı Amca, İstasyon
Mr. Big, Wild World

10. Bölüm: Yıllar ve Yollar

23.

An itibariyle, 23 yaşındayım. Bu zamana kadar yeni bir yaşa girmek hiç enteresan duygular beslememe neden olmadı, yaşayabildiğimce yaşadım ve geçtim ama ilk defa, önceki yaşlarımın bir köşede beni izlediğini ve ben önümdeki pasta mumuna nefesimi üflerken kulağıma bir şeyler fısıldadığını hissediyorum.

"Sen, ben olduğunda, ne kimsesizdik seninle, hatırlıyor musun?" dedi 15, omzunu Tuğçe'nin omzuna yasladı sonra, usulca ona baktı. 3 numara kesilmiş koyu kahve saçlarında çalıştığı inşaattan kalan tozlar vardı, çok yorgun görünüyordu. O olduktan sonra yaşadığım 8 yılda, hiç onun çocuk bedeni kadar yorulmamıştım. "Sonra bu kıvırcık geldi, bir sesten, nefesten çok daha fazlasıydı. Küçük kız kardeşin, ablan belki, belki hiç yüzüne dokunamadığın ama fotoğraflarından mimiklerini ezberlediğin annen... Birisi. Benken her ne kadar itiraf edemesen de, artık yalnız değildin işte."

Gözümün ucuyla usulca Tuğçe'ye baktım, ışıl ışıl yanan gözlerle bana bakıyordu. Zihnimin içi yıllarca geriye gitti, üstüne bir okul üniforması dikti, saçları artık daha uzun, daha lüle lüleydi. Benden aldığı ilk doğum günü hediyesi olan pembe pijama takımı paketli bir şekilde ellerindeydi ama öyle kimsesizdi ki gülüşleri gözlerine taşınamıyordu bir türlü. Gözlerimiz gülmeyi birlikte öğrenmişti.

"Sen, ben olduğunda, ne kadar olduğumuz yere ait değildik seninle, hatırlıyor musun?" dedi 16 avucunu Ayaz'ın omzuna bastırarak, gülüp ona alttan alttan baktı. Üzerinde kolsuz, bol bir üniforma vardı ve 15'in aksine zengin bebelerine benziyordu. "Sonra bir gün basket sahasına indin ve sahada topla resmen dans eden bir çocuk sana maskelerin ne kadar anlamsız olduğunu, gözlerin yanıyorsa eğer yanan bir evin ortasına çömecek olsan bile ağlaman gerektiğini öğretti. Merak ediyorum, 23; maskelerin hâlâ yüzünde mi yoksa onu hiç gerçekten dinledin mi?"

Yanan mumun ucunda dalgalanan alev, gölgesini gözlerime emanet ederken suratımda benden bağımsız buruk bir gülümseme oluştu. Ayaz oradaydı, 16'nın yanında... 17'nin, 18'in, 19'un, 20'nin, 21'in, 22'nin ve şimdinin. Ayaz hep buradaydı, eli hep omuzumda, kelimeleri hep kulaklarımdaydı. Onunla omuz omuza aştığımız ne kadar anı varsa hepsi gözlerimin önünden geçerken, çenem titrese de gülümsedim.

"Sen, ben olduğunda, ne kadar yaralıydık seninle, hatırlıyor musun?" dedi 17, üzerinde okul takımında giydiği üniforması vardı ama surat ifadesi oldukça mutluydu, Sıla'nın yanındaydı. Oyuncak steteskopunu onun boyununa sarıp sırıttı. "Neyse ki hayat karşımıza bir doktor çıkarmak için gecikmedi."

Lisede kafamın etini sürekli "DOKTOR OLCA'M BEN, DOKTOR OLCA'M BEN," diye yediği için, ona aldığım oyuncak steteskopa baktım. Muhtemelen o bu ayrıntıyı hatırlamıyordu bile, hoş, ben de çoktan unuttum sanıyordum ama 17 unutmamıştı. Dudaklarımı birbirine bastırdım. Güzel zamanlardı. 4 duvarlı bir kimsesizlik evinde büyüyen küçük bir çocuğun kafatasının içinde çiçekler açtıracak kadar güzel.

"Sen, ben olduğunda, ne kadar güçsüzdü içimizde birileri, hatırlıyor musun?" dedi 21, omzunu Murat'ın güçlü omzuna yaslamış, suratında gururlu bir ifadeyle ona bakıyordu ama bu gururun kaynağı kimdi bunu ben de bilmiyordum. Bana doğru döndü, ellerini ceplerine sokup gülümsedi ve yavaşça omuz silkti. "Pek güzel bir tanışmamız olmadı, adamdan viski istediğinde bir başkasının kafasında şampanya şişesi kırıyordu, evet ama... Yok ulan. Büyüdükçe odunlaşmışsın ha sen. Bulamadım Murat'a duygusal laf. Hayvan oğlu hayvan bir insan kendisi."

Muma doğru kendimi tutamadan güldüğümde, dışarıya verdiğim nefes mumun ucundaki alevi söndürmeye yetti ve bizimkiler hep bir elden alkışlayıp tezavurat yapmaya başladılar. Tam gülerek pastadan uzaklaşıyordum ki, 21 buçuk ve 22 cırıldadı. Bu, zihnimin bana "BOK YAPARSIN SEN ROMANTİZM" deyip geyik düdüğünü çalma şekliydi.

"YOK MU ULAN BİZE DE BEN SEN OLDUĞUNDA SEN BEN OLDUĞUMDA ZIRVASI, OROSPU ÇOCUĞU MUYUZ OĞLUM BİZ?" diye carladı 21 buçuk Ömer'in hemen arkasından bana el kol yaparken. Gülmemek için kendimi sıkıp ona inanamayan gözlerle baktım. Ne saçma bir hayal dünyam vardı benim amına koyayım. "Neyse, bende de Ömer'i tanıdın. Gerek var mıydı, he bence yoktu ama böyle arada kendini değersiz, çirkin, pis falan hissedersen kesinlikle uğraman gereken tek adres. Harika biri. Bozuk plak gibi aynı şeyleri tekrarlıyo' bazen ama ayarları plak değil, tüplü televizyon. Vur kafasına diyor başka şeyler. Hadi eyvallah, mutlu yıllar."

Kendimi tutamadan kahkaha atmaya başladığımda, bizimkiler bunu üzerlerine alınıp gülmeye başladılar salak oldukları için. Bana doğru yürümeye başladıklarında 22, onları yara yara Nesil'in yanına ulaştı ve onun kafasına bir menekşe saksısı yerleştirdi. Evet. Resmen. Saksısı.

"Senin ne haddine romantiklik lan amına koyduğumun yaşı ya," diye homurdandım, Allah'tan bizimkiler yüksek sesten duymamıştılar ama kafamın içi beni duyuyor ve tüm çirkefliğiyle bana yanıt veriyordu.

"Ne var ulan yarrak, çiçekler dalından, dal bağından, bağ saksıdan ayrılmasın dedik kaptık getirdik işte. NE ANLARSIN AŞKTAN SEVDADAN, NE ANLARSIN!"

"Siktir git amına koyayım rezil oğlu rezilsin ya."

Hüseyin22, bana yüzünü ornitorenk götünü andıran bir ifadeye sokarak tiksinen gözlerle baktı ve kolunu Nesil'in beline sardı. Ona düz düz bakarken duygusalbaby olarak başlayan bu hayali geçmiş yaşlarımın geri gelişinin nasıl bu hale geldiğini sorguluyordum. Kesin Rıfkı denen orospu evladı olaya el atmıştı. Şerefsiz it köpek.

"Neyse, seviyo'z he bu kızı. Duygularını daha çok belli ediyorsundur umarım, gerçi ben daha dün ayrıldım yanından ama... Ben niye geldim harbi ya. Boş adam turnusolu. Nesollika'yı öpüp gidiyo'm, sen de ye pastanı, iç limonatanı çok kalma anneeem, terlersen arkana bez koy annemmm..."

Güldüm, bu sırada bizimkiler de yanıma gelmişlerdi ve hayali geçmiş yaşlarım puf oluvermişti. Tuğçe öncelikli olarak yanaklarımı sıka sıka beni biraz öptü, olmayan gıdımla oynadı, sonra olmadığını fark edince sinirlenip bana bir tane vurdu ve gitti; hemen ardından Gizel geldi, OYYY, DEVAMLI MÜŞTERİM DOĞMUŞ, İYİ Kİ DOĞMUŞ, derken avucumun içine bir şey doldu. Çıkarıp baktığımda bunun 20 tl olduğunu fark ettim. Gizel hemen parmaklarımı avucuma geri kapadı ve, "Genç adamsın, lazım olur. Al kız arkadaşını getir benim bakkala, söz size yazmam 20 liradan fazla para..." dedi. Ben ona şoke olmuş şekilde bakarken, kendi kendine olduğu yerde zıplayıp sevinçle cırladı. "UYAKLARA, KAFİYELERE, CÖMERTLİĞE BAK! ŞAİR Mİ DOĞDUN ULAN KADIN!"

Geri zekâlıydı.

Hemen ardından gelen şahıs, evimizin direği, kurtlar vadimizin pususu, kalbimizin odunu Murat'tı. Gülerek ona baktığımda, elini bana doğru uzattı ve el ele sıkışıp şöyle bir sarıldık. Sırtıma halaydaki eşiymişim, okeydeki son anda bulduğu dördüncü kişiymişim gibi vurduktan sonra ayrıldı. "Kanka doğum gününmüş haberim şimdi oldu," dediğinde ona şok içinde baktım ama oldukça ciddiydi. Gülüp omzuma vurdu dostane bir şekilde. Dostane ayağına iyi dövüyordu beni bu arada. "'Nasıl oldu, kaç yaşına girdin?"

"23 kanka, bu erkek oğlu erkek ilgin için sağ ol..."

"Yani sağ ol da haber etseydiniz bir iki tane balon alırdım," dedi Murat suçu anında bize paslayarak. Sonra bir anda yüzünü garip bir ifadeye sokup, benden usul usul uzaklaşırken bağırmaya başladı: "E BANA HABER ETMİYO'NUZ Kİ, HABER ETMİYO'NUZ BANA..."

O, beni ağzım açık şekilde bırakıp gittiğinde yerini hemen Ömer doldurmuştu. Önce bir durdu, çapkın çapkın sırıttı ve üzerindeki gömleğe dokundu. Ben 'yine başlayacak cenabet cenabet konuşmaya' derken tam, bir anda gömleğine iki taraftan asıldı ve o şey ortaya çıktı.

Benim vesikalık fotoğrafımın basılı olduğu, üzerinde alevlerle BASGEÇ ADAM yazan tişörtü...

Gözlerim şok içinde büyürken, o benim bu hâlime bakıp anırarak gülmekle meşguldü. Ben daha bu olanın şokunu atlatamamışken başımdan aşağı kaynar suların döküldüğünü hissettim. İlk başta bunu, ehliyetimde basılı olan ve benden çok Lale Devri dizisindeki Sıtkı'ya benzeyen fotoğraflı tişörtten ve üzerine alevlerle yazılmış yeni lakabımdan zannederken, sonra fark ettim ki hayır, benim kafamdan ciddi ciddi kaynar sular dökülüyordu. "LAN!" diye bağırdığım gibi kendimi resmen fırlatırken bizimkiler at gibi kişneye kişneye gülüyordu.

Bu tayfa gerçekten hurdacıya 5 liraya bile okutulmazdı.

"LAN N'APIYO'NUZ AMINA KOYDUKLARIM?" diye bağırdım hafifçe kızaran etime, fülüte üfler gibi üflerken ama su haşlak değil sadece biraz sıcaktı. Ömer dizilerdeki kötü adam gibi bir edâyla bana doğru döndü, elinde çilekli sütü vardı. Dudaklarını pembe pipete yaslayıp muhtemelen havalı zannettiği bir yudum aldı sütten ama mental breakdown sırasında ağlayarak Sprite içen Ayaz'a benziyordu şu an.

"İtiraf et..." dedi yüzünde başarmış bir ifadeyle, ben hâlâ sırılsıklam bir hâlde yavru köpek mi yoksa Ismail YK mı bilemediğim bir şekilde ona bakıyordum. Bakışlarımda iğrenti vardı, bakışlarımda tiksinti vardı, bakışlarımda uçan bir tekme vardı ve inişi onun suratına yapacaktı. "Bu nadide, Prada'nın yeni sezonu için teklif verdiği tişörtü görünce başından aşağı kaynar sular döküldü mü, dökülmedi mi?"

Onun bu tuvalet yerine içine sıçılması gereken esprisine daha bir tepki veremeden ben, elinde muhtemelen kaynar suyu döktüğü leğen olan Murat, leğeni sol elinde geçirdiği gibi tokadı da Ömer'in enseye geçirmişti. Bu beni anlık olarak o kadar rahatlatmıştı ki tam şu an gidip Murat'ı alnından şakkadanak öpmemek için zor tutuyordum kendimi. Ömer birkaç saniyelik, Hollywood oyuncularına taş çıkartacak derecede bilinç kaybı rolüne girdi ve yüzüstü kendini yere serdi.

"Sen ne iğrenç bir adamsın oğlum ya, esprilerin senden de iğrenç elim ayağım titriyor şu an," dedi Murat, hâlâ Ömer'in esprisinin şoku içindeyken.

"Benim de kemerimi çözüp kendimi bulduğum ilk yere asasım geldi, öyle bir kötüydü," diye muhalefet oldu Ayaz oradan. Tuğçe, onun bu söylediğini duyar duymaz Hİİ'leyip boynuna onu boğmak ister gibi sarıldı. Ayaz'ın suratı yüksek basınçtan ağlamak üzere olan bebeklere benziyordu şu an.

"Öyle bir espriydi ki, şu kafamdan attığınız suyun içinde boğulsaydım keşke," dedim ağlamaklı bir sesle, yanıma gelip yanığımın olup olmadığını kontrol eden Nesil'in omzuna yaslanırken. Bu hâlime gülerek yüzümü sevmeye başladı. Bu beni gülümsetmişti.

"Ay zırıldanmayın, ZIRILDANMAYIN," deyip, tek destekçisi olan Sıla'ya -bu espriye bile hayvan gibi kendini yerlere ata ata gülmüştü- tutunarak ayaklandı Ömer, bir eli ensesinde olmak üzere. Gözleri hepimizi teker teker taradı, beni bulunca çapkın, limona bakan Kemal Sunal gibi bir ifade kazandı. Ona tiksinti dolu gözlerle bakarken, ıslak olduğumdan dolayı hâlâ ilkokulda altıma işediğim ve dakikalarca bahçedeki yapraklardan Tinker Bell misali elbise dikip dikemeyeceğimi düşündüğüm gün gibi hissediyordum.

"Keşke yapsaydım lan," dedim kendi kendime. O gün bunu yapsaydım yeni bir devir açabilirdim. En sonunda bu konuyu rahat bırakıp onlara doğru yeniden döndüğümde, Ömer'i tokatlayan Murat'ı ve çaresizce atasözleri-deyimleri sözlüğünü ona özetlemeye çalışan Ömer'i gördüm.

Birden Nesil benim yanımdan fırladı, ayaklarını kıçına vura vura onların yanına doğru koşmaya başladı. Bir anda Ömer'in suratına bir tokat geçirdi ve daha Ömer tepki vermeye kalmadan, tekrardan ayaklarıyla kıçını ilişki haline sokarak bana koşmaya başladı.

"KUSURA BAKMA, CANIM ÇOK ÇEKMİŞTİ..." diye bağırdı ona doğru. Bu, beylerbeyi Gizel'in ayaklanmasına neden olmuştu. Nesil'e bakıp, 'işte şimdi sıçtın' der gibi yüzümü buruşturdum.

"NE VURUYO'N LAN KOCAMA, NE AYAKSIN KARI? GÜCÜN ÖMER'E Mİ YETİYOR LAN, ÖMER'E Mİ YETİYOR?"

Gizel, elinde pasta bulaşmış çatalını Nesil'e doğrulta doğrulta söylemişti tüm bunları. Dudaklarımı birbine bastırıp gülmemek için kendimi sıkarken Gizel çoktan masanın tepesine çıkmış, muhtar adayı gibi konuşmalara başvurmuştu bile. Sıla ile Meryem onu izlerken deli gibi gülüyor, Tuğçe de Ayaz'a onu gösterip, "Bak çocuğum, bu abla mal," diyor ve Ayaz başını bir bebek gibi sallayınca öpücük niyetine onu öpüyordu. Murat hâlâ Ömer'le cebelleşiyordu, benim ise hissettiğim tek şey artık üzerimi değişmem gerektiğiydi.

Onları o curcunanın içinde bırakıp Ayazcığımın yanına gittim -çünkü antrenmanları nedeniyle yanında sürekli yedek kıyafeti olurdu. Benim ıslak hâlimi görünce, benim aksime İsmail YK'ya benzetmemiş ve resmen şefkat göstererek ağzımı yüzümü mıncırmıştı. En son sinirlenip kürek kadar eline bir tane geçirdim ve çantasının içindeki kıyafetleri alıp götümü kurtarmak üzere koşa koşa mekânın tuvaletine girdim.

Su, üst bedenimi sırılsıklam yapsa da altıma çok bi' dokunmuş sayılmazdı, bu yüzden pantolon değişme gereği duymadan çantasının içindeki krem rengi kazağı kaptım ve üzerimi değiştirdim. Kirli kazağımı koyabileceğim bir yer olmadığı için, bu Ayaz'ın dişlerini gıcırdatmasına neden olacak olsa da zumurlayıp çantasına koymuştum. Tam çişim yok ama işeyeyim ya, n'olacak, deyip tuvalet kabinine giriyordum ki, Murat'ın perperişan ettiği Ömer tuvalet kapısında belirdi ve beni tuttuğu gibi bizim malların yanına ışınladı.

"Ya Ömer mal mısın malak mısın amına koyayım ya," diye homurdandım kolumu çekerken, bu onun yüzüne bir sırıtma ekleyip, sırıtan ağzının üzerine de elini bastırmasına neden olmuştu. Şu an resmen bir emojiye benziyordu...

"Eğer seni sevmek mallıksa, alnı ak bir şekilde sevmek de malaklık oluyor. Ah, Hüseyin! Beni kemeraltına götür, etiket bas üstüme..."

Murat en sonunda kafasını kaldırıp ona şöyle bir baktı. Bu öyle bir bakıştı ki, kimliğine gerek duymadan anlaşılabiliyordu Trabzonlu olduğu. "Ya ben tüm bu senin yarrak ağızlılığına şahit olmak zorunluluğunda mıyım Ömer?"

Ömer, onun yanına yandan yemiş bir kuğu misali süzüle süzüle giderken, ayakları benim ıslatıldığım yeri bulunca göt üstü kayışı gerçekleşmiş bulundu ve Murat'ın kollarına doğru Can Yaman'ın üzerine düşen Özge Gürel misali savruldu. Ömer alttan, Murat üstten, bir süre birbirlerine şöyle bir baktılar. Şairane ve kitaplara konu olacak bir bakışmaydı bu. Hemen ardından Murat onu resmen yerde yuvarlayarak Gizel'e pasladı.

"Ben bu çocuk her rezil hareketler sergilediğinde kendimi Erdal'ı susturmaya çalışan Nurten gibi hissediyorum amına koyayım ya," diye homurdandı Gizel, yine de bunları söylerken Ömer'in yanaklarını sıkıyordu... Ömer, kısa kumral saçlarını şirin bir şekilde kaşıyıp ona alttan alttan öpücük attı. "Bu hikâyenin Nurten'i hani bendim ulan hayatımın pinti bakkal figürü?"

"Hem Nurten, hem bakkalım. Sen de vasıfsız çırak Kağan'sın. Zaten maaşını da vermiyo'm. Erdalcığım da vermiyordu kesin maaş... Ah, âşığım..."

Ömer, sanki utanma duygusu kendisinde varmışçaşına olduğu yerde ezilip büzülerek Gizel'e hafif bir tane vurdu. "Ben de sana aşkım..."

"Erdalcığım'dan bahsediyordum."

Bu defa mors olan Ömer olmuştu...

Onlara tiksintiyle bakıp canım manitamın dizlerine yattım. Olduğumuz yer bir mekânın terasıydı, bu defa garsonların bakışlarına maruz kalmamak için dünden Nesil burayı kapattırmış, biz de gelince öğrendik. Bunu öğrendiğimizde ben başta olmak üzere hepimiz duygusal toplar olmuştuk ki, Nesil, "Keyfime kapatmadım lan, sorunlu sorunlu hareketler sergiliyo'z her yerden atılıyo'z," demişti. Bunun üstüne Tuğçe, yelpazesini sertçe açmış ve ona kibirli diva bakışını atmıştı. İşin en garip kısmı ise adamla işimiz biter bitmez buraya gelmemiz ve şu an evimde koca bir kasa dolusu para olmasıydı. Hepsini siktir edip, kasayı alarak sabahın köründe yurtdışına kaçma düşüncesini kafamdan atamıyordum...

"Biraz yürüyelim mi?"

Kafamı hafifçe kaldırıp ona baktım, o da bana bakıyordu ve elleri hâlâ nemli saçlarımın arasındaydı. Ona bakarken kendime bir ayna tutamıyordum ama yüzümde ellerinin var ettiği çocuk bir gülümsemenin var olduğunu biliyordum. Çok garipti, bu gece beni ziyaret eden ne kadar yaşım varsa hepsi yalnızlıktan müzdaripti, eksikti. Eskiden olsaydı bu bana deli saçması gelirdi ama ondan önce eksik olduğumu onunla anlamıştım. Siz her ne kadar kendinize yetip kollarınızı gövdenize dolasanız, insanlara kafa tutsanız bile kalbiniz, göğsünüzle kavga etmek için birilerini sebep bellemek istiyordu.

Başımın üstündeki elini tutup ayağa kalktım ve onu da etrafında döndürerek kaldırdım. Tatlı bir şekilde kıkırdadığında, gözlerim bizimkilere dönmüştü; herkes manitacılık modunu açmış kendilerine özgün şekilde aşk yaşıyordu. Ömer'in elinde keçeli bir kalem vardı, o keçeli kalemle Gizel'in alnına bakkal şapkası çiziyordu; Ayaz, Tuğçe'nin iki bacak arasına sırtı dönük bir şekilde yatmıştı ve Tuğçe'nin hâlâ üzerinde olan kabarık, pembe elbisesi onun iki yanından resmen fışkırıyordu. Kolları Ayaz'ın boynuna sarılmıştı, Ayaz da onun kollarına yanağını yaslamıştı, gülümseyerek bir şeyler konuşuyorlardı.

Sıla, aramızda başı bağlanamayan tek kişilik olarak madem benden geçti Meryem ve Murat'ı yapayım, kafasında gibiydi, sürekli heyecanlı heyecanlı onlara birbirlerine ait bir şeyler anlatıyor, övüyordu. Bu kız benim bıraktığım işi bitirebilecek tek şahsiyetti. Bir anda çok gaza geldim ve onu deli gibi alkışlamaya başladım. Parmaklarını öpüp bana doğru üfledi.

Nihayet Nesil'e dönebildiğimde, bana 'hele şükür' der gibi bir bakış attı. Onu yanağından sertçe öpüp kolumu omzuna attım ve bu bir an için yalpalayıp kahkaha atmasına neden oldu. Ay, gecenin koynuna yanağını yaslamış, sabahın gelip canını almadan önceki kalp atışlarını dinlerken onu ne kadar sevdiğimi düşündüm. Gerçekten sevdiğimi ve bu, bir gece kadar kısa olacaksa bile ay gibi onun koynuna girip bitene kadar kalp atışlarını dinlemek istediğimi.

"İçinden söylediğin şeyleri dışından söyleseydin kapına köle olurdu ha bu kız," diyen Rıfkı it oğlu itinin sesi yankılandı kafamın içinde. Ona hayal dünyamdan bir nah çekip, onun bile sinirimi bozamayacağını bildirdim ama susar mı? Tabii ki susmadı. "Ne var lan, ne var? İçinden söylüyo'n söylüyo'n, duyan ben. Bana ne bunlardan Hüseyin mal mısın ya. Git kıza desene böyle böyle diye. Zorunda mıyım seni 'Nesil Git Başımdan' adlı eserlerini dinlemeye?"

Bu defa ona bir cevap vermeye tenezzül dahi etmeden, kafama sert bir tane geçirdim. Sustu. Güldüm. Böyle sustururlar adamı tirrrrek.

Nesil bana gülerek garip garip baktı ilk ama sonra karşısındakinin ben olduğumu hatırlayınca umursamadan elimi çekiştirerek yürümeye devam etti. Mekândan uzaklaşıp koruluğun içine daldığımızda, pek konuştuğumuz yoktu ama havada dolanan huzur her nefes aldığımda bedenimde bir tur atıyordu. Elimi biraz daha sıkı tuttu ve parmaklarını parmaklarımın içinden geçirdi. Bir konuşmaya hazırlanır gibiydi ama bu konularda pek iyi olmadığı için sıçacağını da düşünüyor gibiydi...

"Beni bilirsin, pek sevmem böyle konuşmaları ama..." Olduğu yerde durup bana döndü, ben de içimdeki ciddi ortamlarda gülen orospu çocuğunu susturup tam olarak ona dönmüştüm. Elimi alıp sol göğsünün üzerine koydu. "Tüm kalbimle iyi ki doğdun, iyi ki o gün o devasa hediye paketinin içine girdim, iyi ki varsın diyorum. Yeni yaşın ne getirir bilmiyorum, hangi yollardan geçirecek bizi bu yıllar... Sadece hayatın karşına çıkaracağı, iyi ya da kötü fark etmeden, ağlarken, gülerken, bazen o masum küçük çocukken, sonra ayağa kalkıp tekrardan kendilerinin ve başkalarının kahramanıyken... Her anında, kim olursan ol seninle yaşamak istediğimi biliyorum." Aynı anda yutkunduğumuzda, gölgesini onun üzerine bırakan dalı geriye doğru itti şiddetli rüzgâr, sanki onu daha net görmemi istiyormuş gibi. "Sadece... İyi ki."

Alt dudağını ısırarak elimi kalbinin üzerine bastırdım. Göğsünden çıkıp avucuma dolan hisler, avuç içimdeki kader çizgilerine hapsolurken, "Kalp atışların gülümsüyor." diye fısıldadım, tıpkı kalp atışları gibi gülümseyen bir sesle.

"Yanındayken yüzüm de."

Rüzgâr geri çekilmişti, ağacın dalları artık ikimizi de gölgede bırakıyordu. Kollarımı omuzlarına dolayıp, ona sıkıca sarıldığımda; sanki bunu bekliyormuş gibi anında kolları belimi buldu. Ben küçük bir çocuktum, ayaklarım beni yaşım gibi hissettirebilecek yolları arıyordu; bir gün buldu ama üzerinde yürümeye başlayınca o yolun aslında benim çocuk kafamın yarattığı cennet olduğunu ve aslında cennetin de cehennemin de sadece kafamızın içinde bulunduğunu fark ettim. Uzun bir süre kafamın içinden uzakta yaşadım, dış dünyayı tattım, tanıdım ama hiç gerçek beni tanımalarına izin vermedim. Acımalarından korktum belki, belki o yolları görmelerinden ve beni tekrardan yürümem için ikna etmelerinden, tekrardan yapayalnız kalıp kafamın içindeki yollara vurmaktan korkuyordum kendimi. Ne olursa olsun, benim korkum her zaman kendi kafamın içindeydi ve bu çok büyük bir tehlikeydi ama kafamın içine sızmaya başlamıştı.

"Bazen..." dedi benden ayrılmadan, boğuk bir sesle. Elini belimden kaldırıp sürüye sürüye kafama kadar getirdi. "O kadar uzun süre susuyorsun ki, burada neler bağırdığını çok merak ediyorum."

Burnumdan sert bir nefes verip gülerken, "Tehlikeli bölge," dedim sırıtarak. "Ama istersen saçlarımı karıştırabilirsin..."

"Kesinlikle saçlarını seviyorum," dedi kafasını arkaya atıp bir kahkaha patlatırken. Bu yüzümdeki gülümsemenin genişlemesine neden oldu. "Her zaman parlak ve yumuşacıklar. Bazen gerçekten Dalin reklamındaki o kızın sen olduğunu düşünmüyor değilim..."

"Sen beni prenses, peri mi sanıyorsun?" dedim sesimi incelterek. Bu tekrardan bir kahkaha atmasına ve saçlarımdaki eliyle bana bir tane vurmasına neden olmuştu.

"Salaksın biraz ama kendini çok sevdiriyo'n," dedi yanağımdan çapkın çapkın makas alırken.

Kaşlarımı kaldırarak ona muzip bir bakış attım. "Beni seviverce'n gari,"

"Seni öpüverce'm."

"Lütfen..."

Parmak uçlarında yükselip, yanağıma ŞAKKK diye kocaman bir öpücük kondurmasıyla ikimizin de gülmesi bir oldu. Birleşik ellerimizi ayırmadan kolumu onun omzuna attım ve yavaş yavaş yürümeye devam ettik. Koruluk güzeldi, insanın içi huzur doluyordu, doğa yeşil falan filan da benim aklıma hâlâ ayı faciamız gelip duruyordu... Her ne kadar o ayı harika bir şey yapmış olsa da zihnim bunu bir travma olarak not etmişti ve en ufak bir seste ölümüne topuklayabilirdim şu an.

"Bana bir hediye vermek ister misin?"

Hayır, bu soru doğum günü olan bana değil, herhangi günlerinden birini yaşayan ezik sevgilime aitti. Ona yolun ortasında, toynaklarıyla trafik lambalarını indiren bir zürafa görmüş gibi bakarken, kaşlarımı kaldırdım. Birbirimize karşılıklı mal gibi bakıyorduk şu an.

"Doğum günü olan benim ya kız Nesollika," dedim unutmuş olduğu bir gerçeği ona hatırlatmak istercesine.

"Bunun bana hediye vermeni önleyen kısmı nedir?" dedi alayla, bakışlarından ağzında bir bakla olduğu belli olduğundan, durup çıkarmasını bekledim.

"Ne vereceğim?"

Bir an durup birbirimize boş boş baktık. Sonra bir anda suratlarımıza doğru kahkaha attık. "Çünkü malsınız," dedi Rıfkı denen beyaz atletli iç ses figürü, kafamın içinden. Elimi kaldırıp kafama doğru getirdiğimde, anında susmuştu. Güldüm. Sivrisinek gibiydi amına koyduğum ya.

"Leyla ile Mecnun dizisi senin için neden bu kadar özel?" diye sordu meraklı gözlerle yüzümü incelerken. Parmaklarını karnında birleştirmiş, beklenti dolu gözlerle alttan alttan bana bakıyordu ve ne kadar tatlı olduğunu asla inkâr falan edemezdim...

"Hediye bu sorunun cevabı mı?" dedim gülerek.

"Evet ama hayır yok, ben Taylor Momsen konser bileti alacağım, dersen de hayır diyemem..." Bu soru karşısında ona olan bakışlarımı görünce, burnunu kırıştırarak güldü. "Aman be..."

"Bunu neden bu kadar merak ediyorsun?" diye sordum bıkmış bir sesle çünkü defalarca kez sormuştu ve ben de onu sürekli geçiştirmiştim, bir dizinin bendeki anlamını merak etmesi açıkçası biraz garip geliyordu. "Dizi işte. Leyla ile Mecnun'u izleyen herkes çok sever, hiç sevmeyenine rastlamadım."

Kaşlarını kaldırdı. "Senin için özel bir anlamı yok yani?"

Durdum, Leyla ile Mecnun'u ilk izlediğim zamanı düşündüm. 14 yaşındaydım, yalnız ve kimsesiz, yetimhanede yaşayan herhangi bir çocuktum. Bir ailem yoktu, aslına bakılacak olursa sanırım hiç kimsem yoktu. Yalnızca ileri tarihte baltalanacak ama o zaman tutunmaya inatla devam ettiğim hayallerim vardı. İlk bölümünden son bölümüne kadar, tek bir dakikasını bile kaçırmadan izlemiştim; o bir saat 15 dakikalık bölümler bana sanki o mahalledeymişim, bir gemi bekliyormuşum, her eve kapıdan değil pencereden giriyormuşum ya da gerçek bir Mecnun'muşum gibi hissettirirdi. Bir ailem varmış, denizler benim evimmiş gibi... Bir diziden çok daha fazlasıydı benim için; bir aileydi, bir evdi, bir gemiydi kaptanının ben olduğum. Yaşım artık 14 değil, 23 olsa bile hâlâ ne zaman bir gemi sesi duysam sırtımda pullu bir ceket beliriveriyordu.

"Dizi işte," dedim en sonunda konuştuğumda, gözlerimi kırpıştırarak. "Güzel diziydi."

O tam ağzını açmış, bu dediğime bir tepki verecekti ki, bizimkilerin bize seslendiklerini duyduk. Sakın yanlış anlamayın, "Hüseyin! Nesil!" gibi falan değil. Ömer ellerini dizlerine vura vura, "LAN BİZİM SITKI'YI YİYEN ADAM PEŞİMİZİ BIRAKMADI, GÖRDÜN MÜ HERİFİMİ ALDI GÖTÜRDÜ TENHALARA YİYOR KATIR KUTUR YİYOR, DİŞLERİNİ DE NESİL DENEN KARIYLA KARIŞTIRIR ARTIK! HÜSEYİN! AY MURAT ÖLDÜ, BAK DAĞ GİBİ ADAMDI! HEPSİNİ GEÇTİM BASAMADAN GEÇTİ GİTTİ YA!" diye bağırıyor, Murat kafasını ağaçlara vura vura sabır dileniyor, Ayaz çantasında bulduğu kazağım nedeniyle polisi aramak üzere, Tuğçe bir köşede asortik asortik kendini yelliyor, Gizel, Ömer'e ondan hiçbir bok olmayacağını söylüyor, Sıla ve Meryem de bu hallerine katıla katıla gülüyorlardı.

"Bu Ömer ne kadar mal ya," diye homurdandı Nesil gözlerini devirip gülerken, "Makas ellerimi onun gözlerine saplayıp seni görmesini engelleme vakti geldi artık..."

Yüzümü buruşturdum. "Yapma, yoksa daha çok hayal kurar ve her hayalinde ona basıyor olurum..."

Kahkaha atıp öğürdü. Birlikte bizimkilere doğru yürümeye başladığımızda Ömer'i görmeniz gerekiyordu, dizlerini göğsüne çekmiş, ayaklarını götünün altına koymuş hâlde Murat'ın kucağındaydı ve ellerini iki yana açmış Kuran hatmediyordu. Tam yeni bir duayı bitirmiş, olduğumuz tarafa üflüyordu ki, göz göze geldik ve şok içinde kendini yere fırlattı. Murat'ın belindeki kemeri çıkarıp onu meydan dayağına çekmesine son 10 saniye falandı şu an...

"AAAAAŞŞŞKIIIIMMMMM!!!!"

"HOŞT ULAN AMINA KOYDUĞUMUN!" diye bağırdı Nesil bir anda önüme geçip, beni 1 buçuk metrelik bir etten duvarın arkasına saklarken.

"NE HOŞTU, DÖN KÖYÜNE, KÖYÜNE DÖN! SEN KİMSİN Kİ SEVENLERİ AYIRACASIN, BENİ BAĞIMLI OLDUĞUM BU İLLETTEN KURTARACASIN? SENİN RÜTBEN NE? SEN ASKERE GİTSEN, HAYIR YANİ SEN ASKERE GİTSEN BİR KERE TAMAM MI, SENLEN GİDENLER ASTEĞMEN OLUR SEN ANCA ASTBULAŞIKÇI OLURSUN, AMA DUUUUR, DUR SEN DAHA TUVALET DE FIRÇALAYACASIN!"

Herkesin ağzı aralıklıydı şu an, şoke olmuş şekilde, öylece Ömer'e bakıyorduk. Nesil ağzını açıp taramalıya bağladığında daha fazla bu muhabbete katlanamayacağımı fark edip kulaklarımı tıkadım ve bizimkilerin yanına doğru topuklamaya başladım. Sadece pastayı kesmek için kullandığımız büyük masanın üstü, shot bardakları ve içki şişeleriyle doluydu. Bu görüntü içimdeki alkoliğin dişlerini gıcırdatmasına neden olmuştu. Uzun zamandır deli gibi dağıtmıyordum ve iyi gelebilirdi.

"Bu kimin fikriyse çat diye öpesim geldi," dedim kollarımı sıvarken, ardından durdum. "Umarım Ömer'in fikri değildir lan."

Bizimkiler gülerken, onların yanına oturdum ve shot bardağını yanındaki limonla birlikte aldım. Limonu ısırıp, yüzümü buruşturmaya kalmadan bardağı kafama diktiğimde, tadını bırakarak boğazımdan akan içkinin bana verdiği zevki hissettim. Bizimkilere dönmeden, limonun kalan diğer yarısını da ısırıp ikinci bardağı götürdüğümde vücudum ısınmaya başlamıştı ama istediğim bu değil, uzun zamandır tatmadığım sarhoşluk hissiydi. Bardağı ağzımdan uzaklaştırıp ıslak dudaklarımı yaladım.

"Hüso'yla içki içiş tarzımız acayip benziyor, tek fark benim kafamın ikinci bardakta uzaya taşınıyor olması," dedi Sıla kahkaha atarken, ardından bardağını bana doğru uzattı. Dediğine gülüp bardaklarımızı tokuşturdum.

"Valla ben pastaya düşmüş durumdayım, orospik Hüseyin için o kadar tantananın içinden pasta aldık o hâlâ lıkır lıkır şunu içem, bu limonu ısıram, şunu fondip yapam, Nesil'le fingirdeşem..." Ağzındaki pastayı yutar yutmaz, frambuaz rengine boyanan ağzıyla bana doğru tükürdü Tuğçe. "Karaktersizsin ooooğlluuum!"

"Ay şunu da fondip yapam," dedim onu taklit edip, elime gelen ilk bardağı kafama diklerken.

"Bak, dedim ben size," dedi Tuğçe yüzünü buruşturarak. O sırada kapıdan içeri birbirlerini perişan eden ikili, Ömer ve Nesil gelmişti. Nesil'i elinden tutup kendime çektim.

"Ay Nesil'le fingirdeşem..."

"Şrofsoz orspo çocuğo,"

"Ney ney?"

Pastayı yutmakla cebelleşirken, bana gelişine vurdu bir tane. "ŞEREFSİZ OROSPU ÇOCUĞU!"

Tam shot bardağını kafamın üzerine koymuş, HURRRRAAA diye Hintliler gibi dans etmeye başlamıştım ki, Ayaz Tuğçe'yi tutup kendine çevirdi. "Takmayınız onu divam, açınız Sprite, Sprite açınız!"

"Ya Ayaz sen de manyak mısın nesin nerenin yürüyen sponsorusun sen ya," diye patladı Tuğçe en sonunda hepimizin iç sesi olaraktan. Masanın üstüne çıkıp onu alkışlamaya başladığımda, Nesil ve Murat da LAN MASA KIRILACAK, diye bağırıp beni döve döve masanın tepesinden indirmişlerdi ama ben onu davasında yalnız bırakmadan, bu zorlu anımda bile alkışlamaya devam etmiştim.

"Alacağın olsun senin de, gece 3'te açık kalmış musluk," diye posta koydu bana Ayaz küsüşlü bakışlarla.

"Konuşma lan oradan, sabaha karşı çekilen sifon sesi,"

"ALLAH'IM BAŞLADILAR GENE BEN FENALAŞIYORUM." deyip kendini 2.80 sandalyeye attı Murat. Hepimiz bir anda ona doğru dönüp, kafasına akbabalar gibi üşüşüp kahkaha atmaya başlayınca Ömerimsi bir cırlamayla kalkıp kaçmaya başlamıştı...

Güldük, içtik, sonra yine güldük, sonra biraz daha içtik. Ayaz hâlâ Sprite'a sadık bu arada, yanlış anlaşılma olmasın ama içeceğine bu defa Votka katmayı kabul etti. Ve size yemin ederim, en çok uçan o şu an.

"BU ŞEHİR RAKIYLA YAŞAAARRRR BU ŞEHİR CİGARAYI ÇEKEEEEEEEER," diye bağırarak kendini oturduğu pufta yatar pozisyona getirdi, kolları yukarıdaydı ve sallıyordu, bir yandan da Tuğçe'yi sarsıyordu, Tuğçe de onun bu hallerine hayvan gibi gülüyordu. "BU ŞEHİR GÜNDÜZÜ YAŞAAAR BU ŞEHİR HER GECEYİ SEVEEEER! BU ŞEHİRİN ADAMI SÖVER, BU ŞEHİR KADININI DÖVEEEER!" Son cümleyi söylediğinde durdu, hıçkırarak yüzünü buruşturdu tiksinti dolu bir ifadeyle. "Amına koyayım bu şehirin."

Tuğçe, bir anda üstün elastik bir hareketle oturduğu pufun üzerine çıktığında, AHAHAHAHAHAH AYAZ İLE BOYLARINIZ ANCA EŞİT AHAHAHAHAH esprisini yapmamak için dilimi kanatana kadar ısırmam gerekti. Parmağını Ayaz'a doğru kaldırdı ve onu işaret ederek bağırdı: "YARDIR ADAMIM!"

Ayaz, onun bu söylediklerinden gaz alarak uçan kuşa Okan Bayülgenlik taslarken ortama Ömer giriş yaptı. Elinde kocaman bir gitar vardı, aslında kocaman değil öylesine bir gitardı ama bu kafayla bana gayet de kocaman gelmişti. Ne çok kocaman dedim ya. Kocaman kocaman kere kocaman.

Milleti ite kaka, düşe kalka kendi yerine oturabildiğinde aramızda kafası en az gidik olan Gizel ellerini çenesinin altına bastırmış, onu izlemeye başlamıştı. Aşırı masum bir bebek gibi durduğundan, "Lan bayan," diye takıldım ona, bana dönüp boncuk boncuk mavi gözleriyle bakınca da çenemle Ömer'i işaret edip sırıttım. "Bakışlarından aşk damlıyor gibi duruyo'. Yoksa sen hâlâ bu adamdan ümitli misin..."

"Kes ulan sesini, kahpe kuma!" diye bağırdı ayakkabısını çıkardığı gibi kafama fırlatırken. Attığı ayakkabıyı havada tutup ona sırıttım. "Ayakkabı fırlatma taktiği benim, bakkal..."

Ömer'in ciddi olduğu tek anlar şarkı söylerkenki anları olduğu için, o gitarı kucağına çeker çekmez Gizel hepimizin yanına teker teker gelip ciddi ciddi hepimizi susmaya davet etmişti. Murat'ından Sıla'sına kadar herkes körkütük sarhoştu, ben de midemdeki tanıdık bulantıyı hissediyordum ama bu defa o bulantıyı kullanmayı tercih etmiştim: Gizel'i susmazsa suratına kusacağım konusunda bilgilendirerek...

Nesil'in yanına kayladığımda, Ömer daha önce hiç duymadığım bir şarkının melodisine giriş yapmıştı. Nesil'e baktım. Uzun, kumral saçları rüzgârla uçuşuyordu, üşüdüğü belliydi ama muhtemelen kafası pek yerinde olmadığı için buna takılamıyordu. Yine de yarın olunca hasta olmaması için pufun üzerindeki iki poları alıp üst üste omuzlarına attım, irkilip bana doğru bakınca da bedenini tam olarak bana döndürüp sardım.

"N'apıyo'n gene lan Karlitom?" dedi gülerek ve kendini bir bebek gibi geriye doğru attı. Söve söve onu geri kaldırıp sarma işlemlerini tamamladım ve bir mumya gibi yanıma diktim. Bu ilişki gerçekten git gide daha da garip bir hâl almaya başlamıştı.

"Böyle romantik hareketleri bu kadar odunsu yapabildiğin için günün birinde Oscar'a layık görüleceksin, inanıyorum," dediğinde ona yandan yandan bakıp güldüm, ardından bir anda yanağından öptüm. "Odun olduğum kanaatine nereden vardın benim küçük, gergin ve bebeksi mumyam..."

O da beni öptü. "Gergin ve bebeksi mumyan sana biraz kurban olur,"

"Aşklandım..."

Burnunu kırıştırmalı güldü. "Ben de. Midem bulanmadan keselim şunu..."

Ömer, şarkının tatlı melodisine girdiğinde kollarımı bacaklarımın etrafından geçirip başımı onun omzuna yasladım. O da yüzünü saçlarımın üzerine bıraktığında, bizimkilerden Murat, Sıla ve Ayaz kalkmış dans ediyor, Tuğçe ile Meryem de mal gibi onları izliyorlardı. Sonra Tuğçe elini Meryem'e uzatıp onu dansa kaldırdı ve diğerlerinin roman havası dansına inat düzgün bir şekilde tangolarını yapmaya başladılar...

"Meryem, düzgün dön lan karı," diye diye dans ediyordu Tuğçe, kırmızı kafalı ve aslında Murat ile dans etmesin gereken partneriyle. Çenemle onları Murat'a işaret edip buradan oraya doğru suratına tükürdüm. Bana götünü döndü.

"Ayrılık öldürür sanki katil," diye şarkıya girdi Ömer, gözleri Gizel'deydi, yüzlerinin arasında çok az bir mesafe vardı ve ikisi de birbirlerine gülümsüyorlardı. "Boş bir lunaparkta gezen şair. Yalnız gidilmiş bi' tatil, evi özler gibi özledim seni... Yalınayak koşarım ben aşka, yoksa basarım yine bağcıklara. Dikenler batsın ayağıma, gülü sevenin yolu kanlı olur..." Elini gitardan ayırmadan, öne doğru meylederek onun burnuna ufak bir öpücük kondurdu. Aşırı tatlılardı şu an. "Binumara ziyan sahnesi, bir Kızılok şarkısı gibi; biraz nahif, biraz romantik, çok sevdim ben de..."

Gizel'le ellerini aynı anda kaldırdılar, el ele tutuşup birbirlerine doğru şarkının sözlerini bağırmaya başladılar: "GÜLEBİLİRİM HER GÜLÜŞÜNE, ÖLEBİLİRİM HER GİDİŞİNE! YAŞIYORUM SANKİ GELİŞİNE, GEÇİRİR DERTLER ÜST ÜSTE. YALNIZIM, KEDERLER İÇİNDE. DELİRİRİM KOKUN VAR BU EVDE ÇOOOOK!"

Nakaratı bağıra bağıra tekrar ettikten sonra, şarkıyı bitirdiklerinde hepimiz deli gibi alkışladık onları yerlerde sürüne sürüne. Aşırı soft bir ortam vardı şu an. Tam Murat'ı bacağından dürtmüş, LAN ZAMAN KOŞU BANDINDA BACAK YAKMA ZAMANI, SEN HÂLÂ BU KIZA YÜRÜYEMEDİN, diyecektim ki, Gizel bir anda diz çöktü.

Hepimizin bakışları onu odak noktası hâline getirirken, Ömer şok içinde ona bakıyordu lan benim mal karı yine n'apıyor ya, der gibi. Sıla ellerini çırpıp cırlarken, ben de coşkuyu alttan alttan verdim. Elleri kaldırdık, üzerimizde GizelBakkal Spor formaları varmış gibi deli bir coşkuyla tezahürat yapmaya başladık. Tam şu an holigandık, tam şu an takımımız uğruna camı çerçeveyi indirebilirdik, tam şu an sezon başlangıcındaki Fenerbahçe taraftarı kadar ümitliydik.

"GİZEL BAKKAL OLEY, GİZEL BAKKAL OLEY, GİZEL BAKKAL OLEEEEEY!"

Ömer şok, biz beklenti içinde ona bakarken bir anda arka cebinden kırmızı bir kutu çıkardı. Derin bir nefes aldı ve bir anda kutuya yukarıdan asılıp açılmasına neden oldu. Böylece alyanslar da gözümüze ilişmiş olmuştu.

"Ömer, artık evlenmeliyiz."

Ve Ömer ölü böcek misali yere yapışır.

🥂

Ruhunun çocuk yanını kaybetmek istemeyen herkeste, büyümenin garip sancısı vardır. Bu, kendine ait doğum günlerinde, yine kendine palyaçoluk yapan küçük bir çocuğun hikâyesi. Büyük bir çocuğun. Yaşı büyüdü, 20'lerinin içinde kendini ve olduğu kişiyi bırakmadan, herkes kadar gerçekleşmeyen hayallerine rağmen büyümemeye çalışırken zaman onu bir kadının kokusuna mecbur hâle getirmişti.

O gün büyüdüğünü fark etti.

Hastanenin rahatsız edici kokusu, yüzünü buruşturmaması için kendini sıkmasına neden oldu. Ömer, ayılmış olsa bile gözlerini açmamak konusunda son derece ısrarcıydı. Baş ucunda Gizel duruyordu, arkadaşlarından bazıları hastane odasının banyosunda ayılmaya çalışıyor, bazıları onların düğünü hakkında plan yapıyordu. Hüseyin, Nesil, Tuğçe ve Ayaz ayılmaya çalışan gruptayken; Sıla ve Meryem düğün planı yapan kişilerdi. Murat ise olduğu yerde durmuş, öylece Ömer'in yüzünü izliyordu. Ayıldığını anlayan tek kişi oydu.

"Alt tarafı evlenme teklifi ettim, bu konu bizim aramızda zaten geçmişti. Neden bayıldı ki? Çok saçma değil mi?" diye homurdandı Gizel stresli stresli tırnaklarını kemirirken. Sıla onun yanına gitmiş, heyecanlı heyecanlı kafasındaki düğün organizasyonunu anlatırken banyodakiler de ıslak suratlarla çıkmışlardı. "Gerçekten böyle doğum gününü sikeyim," diye homurdandı Tuğçe esnerken.

Ayaz, saçlarını kaşıyarak ağlamaklı sesiyle konuştu: "Ben Sprite ile çok mutluydum. Bizi ayırdınız. Onu aldatmam için baskı uyguladınız. Kafam... Canım kafam. Kafamın içinde kazı çalışması var."

"Az susun oğlum, ne vik vik çift çıktınız, ağzınızı açıp bi hoh yapsanız süt kokusu saracak etrafı," diye homurdandı Hüseyin onlara bakmadan başını ovarken. Artık sarhoş değildi ama şiddetli bir ağrı başında geziniyordu.

Onlar birbirlerine girdiğinde, Murat fırsat bu fırsat hepsini tuttuğu gibi odadan dışarı attı. Koridorda Gizel'in "ULAN KOCAM BAYILMIŞ, YAPTIĞINIZ MUHABBETLERE BAK, AĞZINIZA SIÇARIM!" cırıltıları, Ayaz'ın Sprite'a sadık bağırtıları, Nesil'in "Sizin ben kafanızı sikeyim," fısıltıları ve Hüseyin'in en son kendini tutamadan konuşan tokatları yankı yapıyordu. Diğerleri ise bir köşeye çekilmiş, gülerek, "Mal bunlar amına koyayım," deyip onları izliyordu.

Murat gözlerini devirip kapıyı kapattı ve Gizel'in az önce oturduğu sandalyeye oturdu. Ömer hâlâ gözlerini açmamıştı. "Kes numarayı," dedi gülüp, esneyerek, "Gittiler."

Ömer anında tek gözünü açıp ona baktı. "Vallaha mı?"

"Hee, sesleri duymuyor musun?"

Ömer derin bir nefes alıp, gözlerini tavana doğru döndürdü. Bir süre hastane odasının düzgün bir şekilde beyaza boyalı tavanını izledi, bir yandan da parmaklarını kıtlatıp duruyordu. Gerginken sürekli yaptığı bir hareketti bu.

"Evlenmekten bu kadar korktuğunu düşünmemiştim," diyerek sessizliği ortadan ikiye bölen isim Murat oldu, yüzünü avuç içine yaslamış ona bakıyordu ve açıkçası tüm bu durumdan pek bir şey anladığını söyleyemezdi. Sadece, bilsin istiyordu. Yanında olduğunu. O söylemeden.

"Konu evlilik değil ki," dedi Ömer, tekrardan derin bir nefes aldı; kırılan hayallerinin bir kıymık gibi içine gömüldüğünü hissetti.

"Peki konu ne?"

Ömer bir an için ona doğru döndü, arkadaşının gözlerine baktığında göz bebeklerine yansıttığı zaman dündü, ertesiydi, yıllar öncesiydi ama şimdiydi de. Ellerini iki yanından kaldırıp karnında birleştirdi, şu an gerçekten küçük bir oğlan çocuğuna benziyordu. Murat usulca gülümsedi.

"Ben çocukken annemin kasetleri vardı," dedi olduğu yerde hafifçe doğrulup, sırtını yatak başlığına bastırarak. "Çok severdi Erkin Koray'ı, Barış Manço'yu, Cem Karaca'yı... Beni kucağına oturtur, dinletirdi hep. Ben de ara sıra onun kasetlerini bozardım. Kızmazdı, yenisini çıkarır ve bozduğum kasedi biraz daha bozmamı ister gibi elime verirdi." Onu ilgiyle dinleyen Murat'a bir saniyeliğine bakıp, tekrardan önüne döndü. "Bunu sürekli yapardık, bazen eşlik ederdi, o kadar güzel bir sesi vardı ki... Sonra ben de eşlik ettim bir gün artık ezberlediğim şarkılardan birine, sözlerini hâlâ hatırlıyorum..." Durdu, söyleyecek gibi oldu ama ardından annesinin hatırasının onun canını yakacağını bildiğinden bundan vazgeçti. "Neyse... Resmen kafayı yemişti sevinçten. Ne güzel bir sesim olduğunu söyleyip duruyor, evin her yerinde benimle şarkı söylüyordu. Yemin ederim, Murat, sana yemin ederim gülmeyi unutmuş bir insanın ağlamayı lügatından silmesi için onu, kasetlerini görmesi, billur gibi sesini duyması yeterliydi. Öyle güzeldi, öyle güzel yaşıyordu ki..."

Yutkundu. Boğazındaki ağırlık, annesinin bedenini giyinmiş küçüklüğüne ve büyüklük hayallerine aitti.

"Ama öldü."

Ölüm soğuğu, odayı pençeleri altına aldığında artık yatağın üzerindeki adam 23 yaşında değil, 13 yaşındaydı ve kendi kendine yetmeyi annesinin öldüğü yılki doğum gününde kendinin palyaçosu olarak öğrenmişti. O günden sonra hiç büyümeyeceğini düşünmüştü, çünkü 'büyüyünce' diye başlayan her hayali annesiyle kurmuştu ve o kadın artık yoktu. Bir insanı, bir insandan öte bir hayal, bir anı, bir kavram hâline getirdiğinizde ve o insan nefes almayı kestiğinde, hayatınızdan gidip bir avuç toprağa gömülen şey sadece bir insan değil, her şeyiniz oluyordu.

"Sonra, hiçbir kasedin anlamı kalmadı. Babamın şirketinde işim hazırdı, zengin çocuğuyum zaten ben, hayallerimi gerçekleştirmek için uğraştıysam da babam hep engel oldu; boş, dedi, olmaz dedi, hâlâ çocuk gibi aynı hayalleri kuruyorsun. Ben de madem hâlâ küçüğüm ve hayallerimi gerçekleştiremiyorum, o zaman büyüyünce gerçekleştiririm dedim." Bir anda gözlerinden yaşlar akarken, deli gibi gülmeye başladı. "Bugün, evlenecek kadar büyükken... Şu hâlime bak. 'Büyüyünce' diye başlayan hiçbir hayalimi gerçekleştiremedim. O gittiğinden beri hayal bile kurmuyorum." Durdu ve onu izleyen Murat'a baktı. "Büyümek böyle bir şey mi?"

Murat ona doğru elini uzatıp omzunu sıktı, bu defa kelimelere başvurmasını gerektiğini bildiğinden, "Sen büyümenin içindeki çocuğu infaz etmek olduğunu falan mı sanıyorsun?" dedi abi şefkati taşıyan bir sesle. "Aslında haklısın, insanlar büyümeyi hep böyle anlattılar çocuklara. Küçükken, büyüdüğümde hiç hayal kuramayacağımı, hata yapamayacağımı, sadece o yaşıma kadar kurduğum hayatı devam ettirmekle yükümlü olacağımı zannederdim. Böyle değil ki bu işler, büyümek diye bir şey yok aslında. Yürümek ve daha fazla yürümek var. Yıllar değil yollar var, yaşlar değil sokaklar, insanlar değil duraklar var. Sen sadece yeni bir yola giriyorsun, bu senin yeterince yürümüş olduğunu göstermez. Senin dünyana biçilmiş sokaklar bitene kadar yürüyecek olmasaydın, herkes belli bir yaştan sonra intihar etmez miydi?"

Ömer ona baktı, çenesi ve dudakları titriyordu. Murat güldü, ardından kollarını kaldırdı. "Gel hadi..."

Birbirlerine, birbirlerinin dünyasına biçilmiş yollar bitene kadar hep birlikte yürüyecekmiş gibi sarıldıklarında, Ömer burnunu çekti. "Sanırım artık büyümekten korkmuyorum," dedi yanağını Murat'ın omzuna bastırıp, yaşlı kirpiklerini kırparak.

"Ve artık yeniden kasetlerin anlamı var."

🥂

"Ben dedim sana," dedi Nesil, oturduğu yerde yayılıp Gizel'e bakarken. "Bu çocukla evlenecek olsan, kendi düğününe itiraz eder, bu kadın duvak giymiş, ben duvağın diğer tarafında Hüseyin var sanıyordum, der dedim. Olmaz oğlum bu çocuktan. Hazır baygınken kaç..."

Gizel, ona tip tip bakıp onu mezeleyince Nesil sırıttı. Tam Gizel de ağzını açmış, ona laf yetiştirmeye başlayacaktı ki odanın kapısı açıldı ve Murat dışarı çıktı. Bize, yüzünde kendiliğinden var olan -gerçekten böyle doğduğunu düşünüyordum- tiksintiyle bakarken, omzunu kapının kirişine yaslayıp esnedi. "Bizimki ayıldı, birbirinden mal insanlar topluluğu,"

Gizel, onu ittiği gibi içeri girdi ve "HERİFİMMMMMM" nidalarıyla Ömer'in yatağına çöktü. Ömer olduğu yerde şokla bacaklarını kendine çekip, "Bismillahirrahmanirrahim," diye mırıldanırken, Gizel malı ona sarılıyordu. En sonunda Ömer de şoku atlattı ve ona sarılıp muçu muçu öptü.

"Öffff Ömer'i görünce tadım tuzum kaçtı şu an, ne güzel baygındın çok iyiydin öyle ya," diye takıldı Ayaz ona, Ömer de o bunu der demez Gizel'in arkasından ona nah çekmişti. Ayaz sırıtarak Ömer'e öpücük attı.

"Dua et real kadınımlan çok soft bir sahne içerisindeyiz şu an yoksa 8mile filmindeki Eminem gibi götümü açar osururdum sana."

Ayaz, onun bu dediğine inanılmaz içten bir şekilde öğürdü. Hatta bu öğürme o kadar içtendi ki az daha yanlışlıkla kusuyordu. Nasıl kusmadı derseniz, midesinin bulandığını ve ortamıza kusacağını anladığımda yüzünü iki yandan tutarak, "OĞLUM KENDİNE GEL LAN," demiş ve ona bir tane geçirmiştim. O da gözlerini Adanalı Fiko gibi kırpıştırıp kendine gelmişti. Yine bir sahneyi kurtardım, alkış efektim nerede?

"Gerçekten geri zekâlısınız," dedi Murat kollarını birleştirip, gözlerini devirirken. 'Mood' kelimesi bir insan olsa kesinlikle o olurdu.

"ÖMER, ŞİMDİ BEN ŞIK DEYİNCE ŞU MALLARA SAĞIR OLUYORSUN."

"TAMAM KADINIM."

"ŞIK."

"SAĞIRIM."

"BENİMLE EVLENİR MİSİN?"

Ömer, sanki sormamış gibi, öylece onun yüzüne bakmaya devam etti. Bekledik, bekledik, bekledik... Hâlâ sanki hiçbir soru sorulmamış gibi, öylece kıza bakıyordu. Gizel en sonunda ona hafif bir tokat atınca, gözlerini irileştirerek olduğu yerde sıçradı.

"LAN CEVAP VERSENE, ZEKÂDAN YOKSUN YÂRİM!"

"Aşkım sağırdım ya o an."

"Bana sağır olma, Hüseyin'e bas bana, deme yeter," diye posta koydu Gizel. Onun inadına Ömer'e bir öpücük attığımda, Nesil ve Gizel az daha beni katlediyordu amına koyayım. Onların elinden zar zor kaçtığım gibi kendimi koltuğa, divamın kollarına attım ve, "KOLAYSA BURADA HOR GÖRÜN LAN, KOLAYSA BURAYA GELİN!" diye bağırdım.

"Sakin ol aşk özütü damlam, yanımda güvendesin..." dedi Tuğçe onlara tehlikeli tehlikeli bakarken. İkisi de geri adım attıklarında keyifle sırıttım ve onun beline sarılıp gıdısından öptüm. Bu sefer de 'nasıl gıdımdan öpersin' başlıklı bir konuşmayla o beni dövdü. Bugün dayak yemek benim kaderimdi.

"Evet de lan sen de, uğraştırma, kök saldık hastaneye alt tarafı bi' evlenece'n," dedi Ayaz içindeki Behzat amcayı uyandırırken. Ömer ona Ulan İstanbul Hayati gibi bir bakış atıp, artık mustakbel karısı sayılan şahısa döndü.

"Benim sana 'hayır' demek gibi bir ihtimalim var mı, hayatımın pinti bakkalı? Yüksek dağlarda açan çiçeğim, senin altında doğdum, senin altında..." Olduğum yerde doğrulup ona en oturaklısından bir şamar atınca, ilkokulda yapılan İstiklal Marşı yarışmalarının kendini yırtarak kazanan minik yarışmacısı modundan çıkıp Gizel'e döndü tekrardan. "Tabii ki evet ulan Türk yapımı Rus sevgilim."

Gizel daha bir tepki vermeye kalmadan, hepimiz aynı anda 'sonunda bitti' anlamına gelen nefesler verip siktir olup gittik odadan. Çok geçmeden onlar da sarmaş dolaş ve aşktan sarhoş olmuş hâlde geldiklerinde Ömer'in çıkışını yapıp hastaneden çıktık. Aşırı derecede uykum vardı, kusmuş olsam bile alkol beni tam anlamıyla terk etmemişti ve başım çatlayacak gibi ağrıyordu. Şu anda yapmak istediğim tek şey evime gitmekti.

Herkes evine gitmek üzere kiraladığımız arabaya bindiğinde, şoför koltuğunu Murat'a kitlemiştik, umarım Muhittin abinin çoktan bizi bırakıp gittiğini söylememe gerek yoktur, ve bunun için bize tiksinti dolu nadide bakışlarını hediye etmişti. Gözlerimi arabada gezdirince Meryem'in, Sıla'nın dizlerinde uyuyor olduğunu fark ettim, Nesil de benim omzumda dalmak üzereydi. Herkesin gözlerinden uyku akıyordu ve Ayaz bu sabahki antrenmanına nasıl yetişeceğini düşünüp fenalıklar geçiriyordu.

"Hazır Meryem uyumuşken size söylemem gerekenler var," dedi Sıla ama size yemin ederim o kadar siklenmedi ki, o bunu dedikten sonra hepimiz inadına yapıyormuş gibi hep bir ağızdan horladık. Türlü türlü, saçma sapan hareketlerle Meryem dışında hepimizi aktif hâle getirdiğinde perişan hâlde ona baktım. Bu kızdaki yaşama sevincini ara sıra ödünç almam gerekiyordu.

"Geçen gün Meryem dışarı çıkmıştı markete," dedi, Meryem duymasın diye ona aramızdan birinin kulak üstü kulaklıklarını takmış ve ninni açmıştık. "Geldiğinde yüzü resmen kireç gibiydi ve ağlıyordu. İlk birkaç dakika konuşmak istemedi, ağladı ama sonra anlatırsa ona yardım edebileceğimizi söyleyince anlattı." Kaşlarım çatıldığı sırada arabanın yüksek sesli bir uğultu eşliğinde hızlandığını fark ettim, bu kalbime kocaman bir ağırlık koyulmuş gibi hissettirirken Murat'a bakamadım. Ona gerçekten o kadar çok üzülüyordum ki bazen.

"Meryem'in pavyondan kalma bir sapığı varmış, onu yeniden takip etmeye başlamış sanırım. Adam hakkında bildiğim tek şey adı ve Meryem'den öğrendiğim kadarıyla kafes dövüşlerine çıktığı. Bu işi acilen halletmemiz lazım, kız korkudan titriyor biz evde yalnızken. Çok kötü oluyorum."

Herkes hep bir ağızdan sustuğunda, şu an hepimizin Murat'tan bir tepki beklediğini biliyordum. Gözlerimi kaldırıp ona baktım, dikiz aynasından göz göze geldik. Bakışlarında dolanan öfke o kadar ağır ve o kadar yoğundu ki, bir an için ürpermedim desem yalan söylemiş olurdum. "Akşam buluşalım," dedim onun çektiği gözlerini tekrardan bana döndürmesine sebebiyet vererek. "Adamı araştırırım, planı yaparız, olur mu?"

Kafasını belli belirsiz sallamaktan başka bir tepki vermedi. O dakikadan itibaren kimse konuşmadı, kalbimdeki ağırlığın ikizinin bu arabada olan herkeste var olduğunu biliyordum şu anda. Araba evimin önünde durduğunda, Nesil ile indik. Kafam karışıktı, kaynağını tam olarak saptayamadığım gibi önleyemediğim de bir acı düşüncelerimden kaburgalarıma doğru akıyordu ama bir his daha vardı. Neydi bu, korku mu?

Birini gerçekten kendini kaybederek sevince, hayattaki en büyük korkun onu kaybetmek oluyordu. Ben elinde bir hiçlikle doğan bir çocuktum, ailemdeki çoğu kişi gibi. Ve eğer bir gün onları kaybedersem, bu evde yaşadığım kadını kaybedersem, hiçbir şeyi olmadan doğan küçük çocuğa dayatılan yaşam kadar zor olurdu nefes almak.

Üzerimdeki montu çıkarıp portmantoya asarken cidden ağlamak üzereydim, Nesil'e hiç bakmadan oturma odasına doğru ilerledim ve üzerimdeki kazağı bir çırpıda çıkarıp attım. Meryem'e çok üzülüyordum, Murat'a çok üzülüyordum, çocuk olmasına izin verilmeyen herkese çok üzülüyordum, kendimi kaybederek sevdiğim kim varsa kaybetmiştim ve artık korktuğum kendimi kaybederek sevmekti birilerini. Duygular insanlara bazen çok ağır gelir, ne üstesinden gelebilir ne altından kalkabilirsin; öylece senin bir parçan oluşunu izlerken artık eskiden olduğun kişi değilsindir ama hâlâ bunu kendine itiraf edecek gücün yoktur. Birçok duygunun altındaydım, üstesinden gelemiyordum, altından kalkamıyordum, benden bir parça oluşunu izliyor ve kendimden yavaşça uzaklaşıyordum. Kanepeye oturup, koltuğun kenarında duran içki şişesini kafama dikerken istediğim tek şey aniden bastıran bu kaybetme korkusuna bir çözüm bulabilmekti. Ya da ağlamak. Sadece ağlamak.

Nesil'in gölgesi odanın içine düştüğünde, şişenin son damlaları dudaklarımın kenarından taşmayı ihmal etmeden boğazımı ıslatmıştı. Topuklu ayakkabılarının tok sesi gitgide daha da yakınımda çınlamaya başladığında şişeyi dudaklarımdan uzaklaştırıp kırılmasını umursamadan evin bir köşesine fırlattım. Ağaran günün ilk ışıkları onun yüzünü loş bir şekilde aydınlatırken bana yaklaştı, yaklaştı ve tam önümde durup ellerini omuzlarıma koydu. Ellerinin sıcaklığı yutkunmama neden olurken, sol elinin parmaklarını omuzlarımdan boynuma, oradan da dudaklarıma getirdi. Gözlerimi indirip alt dudağımda oyalanan, tırnakları siyaha boyalı beyaz parmaklarına baktım, ellerine ve ardından da son durak olarak yüzüne. O da gözlerini dudaklarımdan çekerek gözlerime baktığında, elini dudaklarımdan uzaklaştırıp sakallarıma getirdi. Teması kalbimin hızlanmasına neden olurken, beni yaklaşan yüzüyle beraber gelen uzun saçlarının gölgesine altına aldı ve hisler kadar yumuşak ama şiddetli bir şekilde öpmeye başladı.

Gerçekten sevdiğin birine dokunmak, herhangi bir ten sürtüşmesinden ya da öylesine bir yan yanalıktan çok daha fazlasıydı, bunu onunla öğrenmiştim. Bacaklarını iki yanıma bastırıp tam anlamıyla kucağıma çıktığında, onu tek çaremmiş, hayata karşı elimde kalan son kozummuş gibi kendime bastırdım. Sol elinin tırnaklarını sakallarımın içine doğru tenime gömünce ellerim kalçalarına doğru indi, üst dudağımı emip ağzımın içine doğru inlemesine neden olan bu hareketim, kalçalarını tutup kendime bastırmam ve bedenlerimizin arasında bir milim mesafe bırakmamama neden olmuştu.

"Bazı şeylerden çok korkuyorum," dedim dudaklarımız ayrıldığında burnumu burnuna bastırarak. Gözlerini sıkıca kapatıp tüm ağırlığını üzerime verdi. "Bu yoldan çok korkuyorum, bu yıldan çok korkuyorum, kollarımın seni tutamamasından, ellerimin yine bir zamanlardaki gibi hiçliğe uzanmasından çok korkuyorum. Gelecekte geçmişe rastlamaktan çok korkuyorum, bir gün bu eve gelirsem olmamandan çok korkuyorum." Derin bir nefes alarak gözlerimi tavana çevirdim. "Keşke bir yolu olsa,"

"Ben var oldukça, senin için," dedi nefes nefese, yüzümde patlayan soluğu bedenimin istemsizce kasılmasına neden olurken, içimde biri vardı ve tüm bunlar bir alışkanlığa, bir bağımlılığa dönüşmeden önce onu itip aksi yönünde nefesi kesilene kadar koşmak istiyordu. Başkalarının duygularından değil, kendi hissettiklerinden korkuyordu çünkü biliyordu, her kim olursa olsun ona kendisi kadar büyük bir zarar veremezdi.

"Bu kadar zor olmamalıydı." dedim çenemi onun omzuna yaslarken.

"Bunu bizim seçtiğimizi inkâr edemezsin," dedi Nesil, çenemi yasladığım omzunu silkerken. "Ve biliyorum, yine de bundan pişman değilsin. Hiç olmadın. Olmazsın." Belindeki ellerimi yavaşça sırtına doğru çıkarıp, ona ondan güç alır gibi sarıldım. Tüm bu karmaşanın içinde, kulağımızda hiç umursamadığımız ama varlığını hissettiğimiz ölümün nefesiyle bile ona sarılmak hâlâ küçük bir çocukmuşum gibi hissettiriyordu. "O geceye özel olduğunu sanmıştım," dedim aniden konuyu değiştirip, yüzümü iki göğsünün arasındaki çukura bastırırken, "Bu çocuk gibi hissetme durumunun."

Yanağımın yaslı olduğu göğsüne yürüyen gülüşün adım seslerini işittim. Gülüp, çenesini saçlarımın arasına bastırdı. "Sevdiğim tek çocuksun sanırım," Kafamı kaldırıp ona alayla baktım. "Bana çocuk muamelesi mi yapıyorsun şimdi?" Güldü, o an gözlerinde gördüğüm duygu bir sevgilinin gözlerindekinden çok başkaydı. Çok şefkatli, çok yumuşak... Çok anaç? Parmaklarını sakallarıma gömerken, "Öylesin," diye mırıldandı. "Kendine yalan söylemelerin, bu bitmeyen neşen, aşamadığın korkuların, bazen mızmızlıkların... Ve saflığın. Garip gelecek ve muhtemelen bunu ilk kez benden duyuyorsun ama, hayatımda tanıdığım en saf adamsın. Çocuk kalmışsın biraz, buna izin vermedikleri içindir belki."

"Bu kadar görme," dedim derin bir nefes alarak ve tüm ışıklar kirpiklerime asılıyormuş gibi gözlerimi kapattım. "Buna gerek yok."

Güldü, burnunu burnuma yasladı ve parmaklarını göz kapaklarıma götürüp asılarak gözlerimin açılmasını sağladı. Ona baktım. "Bazen çok körsün," dedim parmak uçlarımı onun kirpiklerinde gezdirerek, "Ama bazen, bir gün ben karanlıktan ibaret olsam bile ışıklarımı yakabileceğini düşünüyorum." Güldüm. "Bu da senin zehirin olsun."

Gözlerinde kayan yıldızlar yüzünün samanyolunu ateşe verirken, tam yeniden dudaklarımız birleşecekti ki telefonum zarıl zarıl çalmaya başladı. Evet, zarıl zarıl. Ben en fazla bu kadar süre romantik olabiliyo'm kusura bakmayın valla.

Telefonumu arka cebimden çıkarıp ekrana baktığımda Sıla'nın aradığını gördüm. Nesil de görmüş olacak ki, "Ben bu kızın dününü, bugününü, yarınını seveyim, Karlos ve Yaren'e döndük şunun yüzünden!" dedi sinirle kucağımdan kalkarken. Gülmemek ve aynı zamanda da Sıla'ya sövmemek için kendimi o kadar sıkıyordum ki küçük bir domuzcuğa dönüşmüş haldeydim şu an.

"Kızım senin benim seks hayatımla zorun ne lan?" diyerek telefonu açtığımda Nesil de çoktan salona çıkmıştı. İlk başta bir ses gelmedi, ardından gürültülü bir su püskürtme sesi duydum ama şu an felfena sinirli olduğum için buna gülemezdim.

"Kanka özür dilerim..."

"Doğru söyle, biz yakınlaşınca bildirim falan mı geliyor sana?"

Sıla, hayal kırıklığı içinde Hİİ'ledi. "Yazıklar olsun, öyle bir şey olsa hiç arar mıyım seni? Gider rehberinde kim varsa teker teker ararım bu beyefendiyi aramayınız, şu anda meşguldür, diye. Çok kırdın beni şu an..."

Gülüp başımı ovdum. "Tamam, konuşma çok... Niye aradın ulan bu saatte, kargalar daha bokuyla bakışmamış günahım ne benim? NİYE ARIYORSUNUZ LAN BENİ?"

Gülüp, cıkladı. "Kızma hemen benim agresif aşkım... Murat ile konuştuk da, hazır Meryem uyuyorken birkaç saate buluşup halledelim diyor. Yerinde duramıyor ve çok da haklı. Plan işlerine en kafası çalışan sensin, yeterli bilgiyi birkaç saat içinde toplayabilir misin? Murat da araştırıyormuş bir şeyler."

Keyfim tekrardan kaçarken, ensemi kaşıyıp başımı salladım. "Hallederiz. Bir duşa girip çıkayım, başlarız araştırma yapmaya."

🥂

Nesil ile birlikte, bizimkilerle buluşacağımız mekâna giriş yaptığımızda, saat öğlen 12 buçuktu ve bu da demek oluyordu ki onlar bilmese gerçekten az vaktimiz vardı. Ömer gevşeklik yapmaya bile fırsat bulamadan oturduğumuzda, birbirimize öpücük attık, sarıldık, biraz küfür ettik falan. En sonunda başımıza gelen garsonu içeceklerimizi sipariş verip gönderdiğimizde, hepimiz bir anda birbirimize doğru meyletmiştik.

"Müzik yüksek sesli ama kimse duymaz değil mi lan?" dedi Gizel etrafa huzursuz bakışlar atıp, Ömer'in koluna girerken. Ona bakıp güldüm. "Bundan daha sessiz yerlerde dolandırıcılık planları yaptık kızım biz, kendine gel biraz,"

Anında gülerek baş parmaklarını kaldırdı. "İkna oldum. Evleniyorum bu arada."

Parmaklarımı şıklatıp, işaret parmağımla onu gösterdim seni hınzııır, der gibi. "Teşekkürler hayatım ikna olduğun için,"

Sarı saçlarını savurup şen bir kahkaha attı. "Rica ederim. Evleniyorum bu arada."

Ömer ona bakarken, daha fazla kendini tutamayıp yüzünü avuçladığı gibi yanağını hayvan gibi öptüğünde Gizel de yumuş yumuş olup ona sarıldı. Onlara divakâr bakışlarını atarak, "Aloooo!" dedi Tuğçe, Gizel anında kurulup ona cins cins baktı. "Burada plan yapıyoruz, sikiş başlasın diyoruz, bunların hâline bak! ULAN ALO!"

Hepimiz onun bu dediğine gülerken, Sıla, "Amaaaan," dedi iki işaret parmağını birbirine sürtüp. "Bırak yaşasınlar aşklarını kız, baksana kafe cicim ayı kokuyor şu an!"

Murat, gözlerini devirdi. "Benim çok sevgili canım arkadaşlarım, siz boş konuşmadan tek bir saniye geçiremiyo'nuz mu?"

Ayaz işaret parmağıyla Murat'ı gösterdi. "Kendisine katılıyorum. Nadir anlardan, not geçilsin..."

Bu defa da Ayaz ve Murat boş bir muhabbetin içine çekilmeye başladığında, onları susturmaya çalışırken bu defa da ben uzay boşluğunu kıskandıracak bir tartışmanın arasında kaldım. "Ulan ne demek Ozon tabakası delinecek diye deodorant sıkmamak, diğer türlü de benim burnum deliniyor, Ozon zaten sikilmiş sikileceği kadar bari burnuma sahip çıkalım!" diye bağırdım. Evet, şu an Ayaz'ın bana tarafından deodorant sıkmayan bir akrabasına saydırıyordum ve o kadar kurulmuştum ki karşıma çıksa tek yumrukta Allah'ıyla kavuştururdum kendisini.

"Oğlum kimden bahsediyo'nuz amına koyayım?"

"Ya yok mu bizim Fahrettin dayı, o işte!"

"EEEEE SİKECEĞİM ŞİMDİ HA!"

Bu defa bu boş muhabbeti bölen kahramanın ismi Tuğçe'ydi. Murat onu alnından öperken, o da delikanlımsı bir hareketle onun elini sıkmıştı. "Sen divasın diva," dedi Murat onu sarsa sarsa tebrik ederken. Tuğçe de, "Canımsın, kanımsın," demiş ve elini sol göğsüne sertçe vurmuştu. Şu an resmen bir delikanlılık tiyatrosunun içinde savruluyorduk...

Karadutlu çayımdan bir yudum alıp, en sonunda anlatmaya başladım.

"Adamımızın adı Fikri. Fikri Demirkol. Hatta dövüştüğü yerde ona sadece 'Demirkol' diye hitap ediyorlarmış, bunun ciddi ciddi çok fiyakalı olduğuna falan inanıyor... Neyse. 36 yaşında, 2 yıldır kafes dövüşü yapıyor, bundan öncesinde de inşaatla falan uğraşmış ama baktı ki dövüşte para var, bırakmış işi mişi.

"Şu soyduğumuz pavyonun sürekli müşterisiymiş, sosyal medya profillerinde o pavyon konum etiketli bayağı bir fotoğrafı var ama Meryem gittikten sonra hiç uğramamış gibi gözüküyor. Dövüştüğü yer normal kafes dövüşlerinden bile çok daha underrated bir yer, hiçbir dövüş iki kişiden biri ölmeden bitmiyor ve hâliyle bu zamanında büyük haber olmuş, şu anda aslında mühürlü olan bir yerde izinsiz çalışıyorlar yani. Adamın bu akşam dövüşü var, 2 yıldır çıktığı herkesi indirdiğinden gelecek olan kim var kim yok herkes parasını bu adama basmış. Rakibini de araştırdım. Gariban, 18'li yaşlarda, çelimsiz bir çocuk. Annesinin ilaçlarını alamadığına dair bir şeyler paylaşmış Twitter hesabından zamanında ama el tutan olmamış, bu çocuk da son çareyi dövüşte buldu muhtemelen ve bu gece eğer onun çıkmasına razı gelirsek ölecek."

Ben anlatmaya devam ediyordum ki, Sıla atladı. "Ama çocuğun son şansının bu olduğunu söyledin. Şimdi hiçbir şansı kalmamış olmuyor mu?"

Ona gözlerimi bayıp, inanamıyormuş gibi baktım ve elimdeki çantayı kaldırdım. "Bu çantada dünkü soygundan, çocuğun o ringe çıkıp imkânsız ama kazanırsa alacağı para var. Tabii ki de onu ortada bırakmak gibi bir şey düşünmedim, ne saçmalıyorsun?"

Hepsi bir anda beni öpmeye başladıklarında, çok fazla tükürüğe maruz kalan yüzüm beni onları itmeye itti ve, "Tamam lan, durun," dedim gülerek. Ama durmuyor, bana tezahürat yapmaya devam ediyorlardı... Salaklardı ama tatlılardı işte.

"Tahmin edersiniz ki bu çocuğun hayatında en değer verdiği insan annesi. Bu kardeşiniz de tam da bu noktada kadının numarasını buldu, akşam haber vereceğim ve annesi gelip çocuğu götürdüğünde Murat yerine çıkmayı teklif edecek. Ben de o sırada bu çantayı evlerine koyar yanınıza gelirim. Tamam mıyız?"

Hepsi bir elden beni alkışlarken, Murat'ın bir anda alnıma yapışmasını beklemiyordum...

Onların sevgi yumağından ayrılıp, Murat'a baktım. Yüzü gülüyordu ama gözlerine baktığımda, bu gece o adamı paramparça edebileceğini görebiliyordum. Gerçekten güçlü bir adamdı, bu sadece kollarından ibaret de değildi; öfkesi bu işlerde ona daha da yardımcı oluyordu ama korkmadan edemiyordum. Ya yapamazsa, diye düşünmeden edemiyordum.

"Planı hazırladık, tamam," dedim gergin bir sesle, sakalımı kaşırken. "Peki ya yapamazsan? Bir antrenmana ihtiyacın yok mu?"

Onun daha bir şey demesine kalmadan, Ayaz atladı: "Adam daha dün gece 7 tane izbandut gibi güvenliği indirdi, ne zaman bir işimiz olsa milletin içinden geçiyor, cidden bu mu antrenmansız kanka..."

Bizimkiler hep birlikte kafalarını sallayıp ona arka çıktıklarında, Murat sertçe burnunu çekip omuzlarını ileri geri hareket ettirdi. "Yüzüne rönesans çizeceğim... Bende."

Onlara baktım ve bir vay be, demeden duramadım. Bundan yalnızca birkaç hafta öncesinde, hayatındaki tek enteresan ayrıntı her ayın belirli bir günü sokaklarda rezil pijamalarla bir manken edasıyla yürümek olan bir gruptuk, sonrasında birisi çıkmış ve âşık oldum demişti; ilk önce tüm bu savaş aşk içindi, âşıklar içindi, şimdi ise elimiz kime değer, gözümüz kimi seçerse kötü durumda olan onun için kuşanıyorduk farklı kimliklerimizi. Tuğçe bir pavyonda resmen şarkıcılık yapıyordu, havaya doğru bir hohlasa süt kokusu etrafı saracak olan Ayaz bir yeraltı mafyasıydı, Murat planlarda dövme işlerini üstleniyordu, Ömer sürekli kadın kılığındaydı, Gizel zaten yerli ve milli bakkalımız oluvermişti, Sıla cilve işlerindeydi, Nesil ve ben tam bir kimlik tutturamamıştık. Hayatımız tehlikedeydi, daha kısa süre öncesinde bir ayı gözümüzün önünde bir insanı yemişti, silahlı baskın yapmıştık, peşimizde adamlar vardı, elimdeki çantada olan paralar dünkü soyguna aitti ve daha niceleri...

Çok garip okuması, değil mi? Yaşarken pek umursamadık ama.

Oradan çıktığımızda bana hediyelerini vermişlerdi. Tuğçe'nin hediyesini gördüğümde gerçekten bayılacağım sanmıştım çünkü bu, son model mat siyah bir motordu, at kadardı ve bir süre buna verilen alternatif parayı düşünüp, "Kanka yürü git geri ver şunu kiminse," falan demiştim ama oldukça ciddiydi. Beni durdurup, mekânın tuvaletinde ona diktirdiğim kraliyet elbisesini giydi ve birlikte motora atlayıp tur attık. O dünyanın en güzel delisiydi.

Sıla'nın hediyesi, Ali Atay imzalı gıcır gıcır bir basgitardı; akorlarının yanına sıkıştırdığı bir fotoğraf bizim hep birlikte ve hepimiz gülerken çekilmiş bir portrait fotoğrafımızdı. Ona sıkıca sarılıp kafasını ağzıma soktum ve bu tantana bitince istediği şarkıyı çalacağıma söz verdim.

Ayaz yanıma gelip bana sıkıca sarıldı, hediyesini vermeden önce bunu yapmayı akıl eden tek kişiydi bu arada. Kulağıma doğru, "Seni çok seviyorum lan Sprite'lı dondurmam," deyip elime bir hediye paketi tutuşturdu, hayli büyük bir paketti. Kaşlarımı kaldırarak pakedi ilk başta dikkatlice açmaya çalıştım, olmayınca da daralıp yırttım. Ama hediyesini görünce gözlerimin yanmasına engel olamamıştım.

Bu kocaman, rengarenk bir uçurtmaydı; heybetli püskülleri vardı ve çocukken hayallerimi süsleyenden bile güzeldi. Bunu nereden bulmuştu, nasıl yaptırmış ya da yapmıştı bilmiyordum ama uçurtmanın tam ortasında ilk tanıştığımız zamanlarda çekildiğimiz bir fotoğraf vardı. Uzaktan bakınca, bir uçurtmadan çok uçurtma şekli verilmiş bir çerçeveye benziyordu ama öyle değildi. Anlatması mümkün değildi, çok güzeldi. Ona sıkıca sarıldım ve, "Uçurtmalar kadar," diye fısıldadım kulağına doğru.

Ömer'in hediyesi... Buna hazır mısınız bilmiyorum. Elinde, zar zor taşıdığı, kocaman bir hediye paketiyle geldiğinde bir yandan gülüyor bir yandan ona cins cins bakıyordum. Kan ter içinde hediyeyi bana verip, "Al lan şunu, ağzıma sıçtı getirene kadar," dedi ve alnındaki teri sildi. Paket elimdeyken açılamayacak kadar ağır olduğundan bir yere yasladım ve paketi açtım.

Bu, Leyla ile Mecnun'daki Leyla'nın mezar taşıydı.

Ne kadar güzel, değil mi? Ömer'den beklenmeyecek kadar ince bir düşünce, aşırı tatlı yani. Ben tam, "YA ÖMEEEER," diye ona doğru dönmek üzereydim ki, sırıttı. "Arkasını çevir lan hayatımın aşkı."

Arkasında 'bunun üzerinde ne basarsın bana...' yazıyordu. Ağzım göğsüme gelene doğru açılırken, Ömer malı sırıtarak omzuna atladı. "İYİ Kİ DOĞDUN ULAN HERİFİM!"

Son olarak yanıma gelen kişi, Nesil'di. Ona bakarken kaşlarımı kaldırıp güldüm, o da güldü ve arkasından bir kutu çıkardı. Bana vermeden hemen önce, "Sen söylesen de söylemesen de," dedi kafa tutar gibi. "Sadece bir diziden ibaret olmadığını biliyorum..." Kutuyu benim elime verip, kendisi ben tutarken kapağını açtı ve içinden çıkan, beni anlık şoka sokan o şeyi, Hırsız Yavuz'un siyah deri eldivenlerini ve siyah kasketini aldı. Kasketi yavaşça kafama taktığında fazla duygu yüklemesinden gerçekten ağlamak üzereydim... "Ve, seni seviyorum. İyi ki doğdun Hırsız Yavuz."

"Sana şiir okumam lazım." dedim eldivenleri ellerime geçirip, onun ellerini tutarken.

Parmaklarını eldivenli parmaklarımın arasından geçirdi. "Ve televizyon çalmamız."

"Tüm bunları bir bankta yapmamız lazım ama."

Derin bir nefes aldığında, aynı anda gülümsedik. "Önümüzde bir adam, gemilere el sallar mı?"

🥂

"Merhaba, Gülben Hanım ile mi görüşüyorum?"

Şu anda başka bir hatla aradığım telefonun diğer ucundaki kişi, Murat'ın yerine geçeceği çocuğun annesiydi. Bizimkiler Meryem hariç olmak üzere hep birlikte dövüşün yapılacağı yerdeydiler. Ben de kadının evine doğru yürüyordum ve telefonuma yeni çıkmıştı.

"Evet, benim. Buyrun?"

Kadının sesi o kadar tatlıydı ki, ciddi ciddi bir an adımlarım durur gibi oldu, biz olmasak çocuğunu da kaybedecekti, zaten hastaydı ve onu dünyaya bağlı tutan belki de hiçbir şey kalmayacaktı. O an, ilk defa bizi ne kadar sevdiğimi düşündüm.

"Merhaba Gülben Hanım, ben Alpcan Memiş. Oğlunuzun dövüştüğü yerd-"

Bir şeyin kırılma sesi duyuldu, muhtemelen elinde bir bardak su vardı ve onu yere düşürmüştü ama o an o kadar korktum ki, adımlarım da kadın gibi duraksadı. "Oğlumun dövüştüğü yer mi?" diye resmen bağırdı kadın güçsüz bir sesle, onu kandırmak her ne kadar tanımasam da kalbimi çok acıtıyordu o an ama yapabilecek hiçbir şeyim yoktu.

"Evet, haberiniz yok muydu?"

"Siz benim oğlumdan mı bahsediyorsunuz? Ahmet Han Yıldız?"

"Evet, bugün ilk dövüşüne çıkacaktı..."

Bir yandan olayı profesyonel bir şekilde idare ediyordum ama diğer yandan kadına inme inecek diye ödüm kopuyordu. Şükür ki kadın o kadar da kötü değildi sağlık açısından, en azından şimdilik. Benden adresi aldığında, ben de neredeyde varmış sayılırdım. Telefonun içinden kadını aradığım kartı çıkarıp kendiminkini takarken, kadının evini gören bir ağacın arkasında çıkmasını bekliyordum.

Sönük olan lambalardan birisi yandığında, kadının kapıya yaklaştığını anladım ve etrafıma bakındım. Eskişehir gerçekten küçük ve insanın içini açan bir yerdi, evet ama her yerin bir ara sokağı, bir rutubetli mahallesi oluyordu. Burası oralardan bir tanesiydi, in cin top oynuyordu ve sokağın köşesinde variller vardı. Daha fazla incelemeden ağaca sindim, kadın gözümün önünde kapıdan çıkıp gitti.

Zaten güçsüz olan kapıyı açıp çantayı içeri koymak en fazla 5 dakikamı almıştı, gerçek hattımı telefonuma takıp bizimkileri aradım ve hallettiğimi söyleyip alt sokakta bıraktığım motoruma atladım. Burası dövüşün yapılacağı yere yakın olduğundan, kadın da muhtemelen yarım saat içinde orada olurdu.

Dışarıdan lüks, beş yıldızlı bir otel gibi görünen yere girdiğimde yandaki adama bir bakış atıp yanıma gelmesini sağladım, gelince de biletimi uzattım ve dövüşü izleyeceğimi söyledim. Tipik bodyguard tipli adam, beni garip bölmelerden soka soka dövüşün olduğu yere götürünce, geri dönüp bölmenin kapağını tekrardan üzerimize kapattı. Böyle anlatınca fare deliği kadar bir yere girdiğimizi sanabilirsiniz ama hayır, burası resmen başka bir dünyaydı; ağır alkol ve sigara kokusuna karışmış ter kokusu, destekleyip parayı bastırdığı adamın adını haykıran herifler ve... Aaa, bizimkiler!

Onların yanına gittiğimde, bir köşede öylece durmuş beklediklerini gördüm. "Her şey tamam mı? Adamı görebildiniz mi?" diye sordum yanlarına varır varmaz, beni fark edince hemen tarafıma döndüler ve her nedense bir hasar alıp almadığımı kontrol falan ettiler. Maldılar, ben hasar alacak bir şeyin içine bilr girişmemiştim...

"Adam muhtemelen içeride, hazırlanıyor," dedi Murat, bir yandan da saatine bakıyordu. "Ama sen kadına adresi düzgün verdin, değil mi? Başlamasına az kaldı ve oğlunu oradan indirmesi pek mümkün durmuyor."

Kadına adresi en ince detayına kadar vermiş, bizimkilerden duyduğum kadarıyla şu kapıdaki bodyguarddan bile bahsetmiştim, şu an önemli olan tek şey zamandı. Eğer kadın geç kalırsa dövüş zaten başlamış olacaktı ve biz bu duruma nasıl müdahale edebilirdik ki?

Derken, kadın geldi.

Nasıl mı anladık?

Tam bir klasik Yeşilçam, karısını başka adamla basan adam sahnesiydi. Kadın bir anda, bölme üstüne kapanınca dizlerinin üzerinde yere çöktü ve, "AHMET! AHMET'İM! NE YAPTINIZ OĞLUMA?" diye deli gibi feryat etmeye başladı. Kalbimin ezilmesine engel olamadım ve ilk önce görevlilerin, sonra da Ahmet'in yanına gelişini izledim. Kadın ağlayarak Ahmet'in yüzünü avuçlarının arasına aldı, bir şeyler söylerken artık Ahmet de ağlıyordu. Hep birlikte onlara doğru yürümeye başladığımızda muhtemelen dövüşleri düzenleyen adam da arkasında Rambo gibi adamlarla geliyordu.

"Ne oluyor burada?" dedi adam, Ahmet ve annesinin yanına geldiğinde. Ahmet gözlerini kaldırıp adama bakamadı, şu anda nasıl bir ikileme maruz kaldığını görebiliyordum. Murat daha fazla dayanamadan yanımızdan ayrılıp adamın yanına gitti ve Ahmet ile annesini uzaklaştırıp, dövüşe kendisinin çıkmak istediğini söyledi.

Profesyonel bir dövüş olsaydı, eminim bu daha zor olurdu ama zaten üzerlerinde polis korkusu vardı, bir de bununla uğraşamazlardı. Murat artık yanımızda değil, hazırlanmak için içerideydi ve 10 dakika içinde başlayacaktı dövüş. Yumurtanın göte dayandığını hissettiğimde bizimkilere dönüp ağlamaklı bir sürat ifadesiyle sordum. "Oğlum çok korkan bir tek ben miyim lan?"

Sanki bunu dememi bekliyorlarmış gibi hep bir ağızdan ağlamaklı sesler çıkararak baygınlık geçirmeye başladıklarında, dediğime bin pişman hâlde geri döndüm ringe. Korkma, diye fısıldadım kendi kendime ama cidden korkuyordum. Korkma. Korkma. Korkma.

Kafesin kapıları açıldı, ilk olarak Murat girdi ama seyirciler, onu değil Ahmet'i görmeyi beklediği için şaşkınlık nidaları çıkardılar. "PARÇALA ONU!" diye bağırdı Nesil omzuma tırmanıp, kolunu ona ringe doğru uzatarak. Sadece o değil, tüm izleyenler gibi hepimiz boğazlarımız yırtılırcasına bağırıyorduk.

"MURAT, ADAMA FOCUSLAN, FOCUSLAN ADAMA, DE Kİ SİKİMLE YÜZLEŞ!"

"IY ÖMER ÇOK İĞRENÇSİN! MURAAAT! TEAM MURAT LAN TEAM MURAT!"

"POTAYI GETİREYİM, SOK ADAMI İÇİNE!"

"BEN SAHNELERİN DİVASI, SEN RİNGLERİN BABASISIN!"

"LAN AYICIĞIM YAPAMAYACAK DA KİM YAPACAK?! ÖLDÜR ONU, İÇİNDEN GEÇ!"

Ve daha niceleri... Murat kafesin diğer kapısından giren Fikri'ye baktı, o girer girmez kollarını iki yana kaldırmış ve seyircisiyle kucaklaşmıştı. Yüzümde iğrenti dolu bir ifadeyle bu sumo güreşçilerine benzeyen adama baktım, kaytan bıyıkları vardı, pek bir kas kütlesine sahip değildi ama gerçekten, hayvan gibiydi. "Gerçekten hassiktir.com," dedim adamı görünce, hemen ardından bu dediğime kızıp zıpladım ve boğazlarımın acımasına sebebiyet verecek şekilde bağırdım: "MURAT, START TO SİKİŞ AŞKIM!"

Düdük çaldığında, adam Murat'a yumruğunu uzattı ama Murat ifadesiz gözlerle yumruğuna bakmaktan başka bir tepki vermemişti. Fikri güldü, bunun onu sinirlendirmiş olduğu belliydi ve ne yapacaksa artık daha erken yapacak olduğu da belliydi. Bir anda Murat'a uzattığı yumruğunu, daha maçın başında olmalarına rağmen suratına atmaya kalkıştığında, Murat sanki aklını okumuş gibi yana doğru çekildi ve adamın boşluğa düşen koluna sağlam bir tekme indirdi.

Adamın kolundan gelen ses, benim kulağıma gelecek kadar şiddetliydi ve sarsılmış olduğu çok belliydi ama pes etmedi, ayrıldılar. Kafesin iki farklı köşesinde durup dinlenirlerken, kendimizden geçmiş gibi tezahürat yapmaya devam ediyorduk ve Murat ile Fikri birbirlerine öyle bir bakıyorlardı ki bu gecenin sonrasından ikisinden birinin yaşamayacağı çok belliydi.

Adam tekrardan düdüğünü çaldığında, bu defa bir durup birbirlerinin etrafında döndüler. Fikri kendi yaptığı hareket geçenkinde boşa gittiğinden, bu defa ilk atağı onun yapmasını bekliyordu ve bu çok belliydi. Murat güldü, ona doğru hafif bir yumruk salladığında, Fikri bu oltayı yemiş ve onu kolundan döndürmüştü. Tam dirseğiyle karnına bir hamle yapacaktı ki, Murat ayaklarını onun dizlerine bastırıp adamın resmen omuzlarına çıktı ve ayağıyla göğüs boşluğuna sert bir darbe indirip yere düşmesine neden oldu; artık onun üstündeydi ve işte şimdi gerçekten başlıyordu.

Adamın zaten yaraladığı kolunu tam dirseğinden kırıp, adamın kolunu kendi kafasının etrafına doladığında bu defa adam her ne kadar acı içinde olsa bile onun boşluğuna sert bir tane geçirdi ama bu onu bir saniyeden fazla duraksatmadı bile. Gözü hiçbir şeyi görmüyormuş gibiydi, sanki şu anda bu adamı imha etmeye kurulu bir mekanizmaydı. Kafasını adamın bizzat kendi koluyla sıkıştırmaya devam ederken, bir anda elindeki eldivenleri attı ve sargılı elleriyle adama her darbesinde suratında yeni bir yarığın açıldığı yumruklar atmaya başladı. Adam artık hiçbir şey yapamıyordu, tek yaptığı olduğu yerden dayak yemekti ve yattığı yer komple kan içinde kalmıştı.

Murat bir anda yüzünde beliren sinsi gülümsemeyle elini şortunun cebine attı, siyah bir pilot kalem çıkardığında adam ona zarar vermeye çalışıyordu ama üzerinde öyle bir kuvvet sahibiydi ki pek hareket edebildiği söylenemezdi. Kalemin kapağını açıp, adamın yüzüne bir şeyler çizmeye başladığını fark ettiğimde ağzım kocaman açılmıştı. "Lan bu yüzüne resim çizeceğim derken ciddiymiş!" diye bağırdım şok içinde. Bizimkiler de en az benim kadar şoke olmuş hâlde ona bakarken, Murat resmi bitirip, adamın yüzündeki yarıklardan birine parmağını sokunca, Gizel çat diye bayıldı.

"Bakalım resmin ne kadarına sadık kalabileceğiz?" dedi Murat, parmaklarını adamın etinin içine sokup etini çizdiği resmen göre yırtarken. Adam ölüyormuş gibi bir çığlık attı, artık yüzü kandan resmen seçilmiyordu ve Murat yine de devam ediyordu. Bir süre daha etini bu şekilde yırtıp, adamın ağlamasına, ardından susmasına çünkü muhtemelen yarı bayılmış olmasına sebebiyet verdikten sonra, dudaklarını okuyabildiğim kadarıyla, "Bu kadar yeter." dedi ve kalktı, adamı yüzüstü döndürüp bacaklarından çekti, tüm gücüyle havaya kaldırdığında artık ağzım cidden yerin altında falandı. Adamı bir anda resmen bir bez parçasıymış gibi yere çaldığında, yüzündeki kemiklerin kırılma seslerini buradan bile duyabiliyordum.

Kalktı, adam bayılmış hatta belki de ölmüştü. Elindeki kıpkırmızı olan sargıları çıkarıp atarken kafasını esnetiyordu. "Bu saatten sonra Murat bana küfür ettiğinde hünkarımdır, yapar, diyeceğim," dedim şoke olmuş bir şekilde onu izlerken. Hepimiz aynı şekilde ringe bakıyorduk ve Gizel hâlâ baygındı...

"İnsan değil lan," dedi bizimkilerden biri ama kimin dediğini seçemeyecek kadar şok içindeydim şu an.

Murat tam kafesin kapısını açıp, çıkıyordu ki, bir anda bir şey oldu. Bizim geldiğimiz bölme resmen üzerimize yıkılır gibi açıldı.

Hepimizin gözleri o tarafa döndüğünde, silahlarını hepimize doğrultmuş gelen polis ekibini gördüm.

"Gerçekten ben bizdeki şansa sokayım ya!"

🥂

Seviyorum aksiyonu... İyi gecelerrr düşüncelerinizi belirtin şütten🖤

Continue Reading

You'll Also Like

2M 119K 64
Ulaş: Ev alma, komşu al demişler. Işık: Öyle mi demişler. Ulaş: Öyle demişler. Alacağım seni kendime. Mecburuz.
349K 22.4K 23
17 Yıl sonra gerçekleri öğrenen Bade, yıllardır onu arayan abilerine giderse. Azıcık dram. Bolca eğlence. Bolca aksiyon. Bir tutam da kaos. Daha...
187K 9.3K 20
Staj yaptığım hastanede karışan o kız çocuğu bensem?
1.1M 34.2K 19
"Bana cehennemi yaşatmana rağmen, sen benim cennetimsin Meira." Fantastik değildir, karanlık aşk türündedir. DİKKAT! Bu kitapta cinayet, psikolojik...