Renkli Hayaller Balonu 🎈

By ecemervea

127K 2.3K 77

Kalbime söz geçirebilseydim eğer, onu sever miydim sanıyorsunuz? Sevmezdim. Kalbimi yerinden sökerdim, yine... More

Hayal
Rüzgar
Renk
2
3
4
5
6
7
8
9
10

1

11.3K 287 3
By ecemervea

Hikayemi anlatmaya; mutlu bir güne gözlerimi araladım, güneş gözlerimi delip geçerken gülümsedim gibi cümlelerle başlamamı bekliyor olabilirsiniz. Sizi hayal kırıklığına uğratmak istemem ama böyle bir şey hiç olmadı. Size anlatabileceğim mutlu bir "güne merhaba" anım yok maalesef.

Yıllarca penceresi bile olmayan bir odada yaşadığım için, o güneş hiç gözlerimi delip geçemedi. Uyandığımda hiç gülümsemedim çünkü her gece ertesi günü görememe umuduyla yumdum gözlerimi. Annem veya babam beni uyandırmak için odama gelip sarılmadı veya güzel sözler söylemedi. Aksine hep nefretle baktılar gözlerime, onlar da benim kadar -bir gün daha yaşadığım için- mutsuzlardı aslında. Sadece hiçbirimiz bunu dile getirmedik. Halbuki aynı şeyi istediğimizi bilselerdi, belki küçük bir ihtimal de olsa gülümserlerdi bana.

İçimdeki karanlığa rağmen beyaz tavanlar bana yol arkadaşlığı yaptı yıllarca. Evler değişti, tavanlar değişti ama o beyaz düz şeyin bana yaşattığı duygu hep aynı kaldı. Her sabah uyandım ve o tavanı izledim. Konuştuk bazen, yine sessizceydi ama iyi geldi. Beyazdı evet ve o beyazlığı bana hiçliğimi hatırlatıyordu.

Annemin yıllarca "sen kocaman bir hiçsin Hayal," dediğini yüzüme tekrar tekrar her sabah vuruyordu tavan arkadaşım. Ah, üzülmeyin. Sizin gibi boş hayallerin arkasına sığınıp yaşamaya çalışmaktansa gerçeklerle yüzleşerek yaşamak çok daha kolay oluyor emin olabilirsiniz.

"Şu tavanda ne buluyorsun Allah aşkına Hayal ya!"

Ev arkadaşımın gürültülü bir şekilde odama girmesiyle birlikte gözlerimi tavandan ayırmadan derin bir nefesi ciğerlerime doldurdum ve dudaklarımı birbirine bastırdım. Odanın kapısından beni izlediğini biliyordum. Birazdan yanıma yatacaktı ve tavanı izlemeye başlayacaktı. Bu artık sabah rutinlerimizden bir tanesi haline gelmişti. Ona bu tavanda ne bulduğumu elbette anlatmıştım ama onun ruhu o kadar güzelliklerle doluydu ki, anlamamıştı.

Yatağın sallandığını fark ettiğimde, tuttuğum nefesimi bıraktım ve ciğerlerime boktan havanın tekrar dolmasına müsaade ettim. Bu sırada Renk çoktan yanıma uzanmıştı. Benimle temas kurmamaya özellikle dikkat etmesinden ötürü mutluydum. Birçok konuda sınırlarımı zorlamaya meraklı olsa da en azından bu konuda hassas davranabiliyordu.

Bir dakika kadar beraber sessizce tavanı izledik. Bir yandan daha ne kadar sessiz kalmaya devam edebileceğini düşünüyordum, fakat bir yandan da sessizliğin tadını çıkarıyordum. Biliyordum ki eninde sonunda konuşacaktı. En sevdiği şey, neden baktığımı anlamadığı tavanda değişik şekiller olduğunu hayal etmekti.

Parmağını havaya kaldırıp tavanda bir noktayı gösterdiğinde, o muhteşem sessizliğin sonuna geldiğimizi anlamıştım ki Renk konuşmaya başladı. "Şurada tatlı bir iguana mı var sence?"

Yüzümü buruşturmama engel olamadım ve gözlerimi tavandan ayırmadan "ne saçmalıyorsun ya," diye söylendim. Ben söylenmeye başlayınca o da gülmeye başladı. Ne yani, beni rahatsız etmekten keyif alıyor olamazdı, değil mi?

"Bir kere de gül be kadın!"

İsyanı sonucunda beni hipnoz eden tavandan gözlerimi ayırıp yatakta yan döndüm ve göz göze geldik. Bunu neden yaptığını biliyordum. Aslına bakarsanız, yıllardır benim için yaptığı bütün fedakarlıkların farkındaydım. Fakat, bunları ondan ben istememiştim ve karşılığında ona verebileceğim tek şey sevgimdi. Onu da göstermeyi beceremiyordum işte. O gülümsemem için karşımda kırk takla atarken benim tek yapabildiğim şey söylenmekti. O ağlarken ona sarılamıyordum bile ben.

Öylece bir süre birbirimize baktık. Aramızdaki sözsüz konuşmayı bölen her zamanki gibi o oldu. "Bugün annemle yemek yiyeceğiz biliyorsun değil mi? Lütfen bana unuttuğunu söyleme Hayal!"

Haklıydı. Genellikle böyle şeyleri atlardım. Tamam, size daha dürüst davranacağım. İnsanların fazla olduğu ortamları asla sevmezdim ve genelde Renk'in yaptığı programların hepsine bir bahane uydurup katılmayı reddederdim. En kolay bahanem ise "unuttum," demekti. Renk bu halime o kadar alışmıştı ki, sorgulamıyordu artık gerçek mi yoksa değil mi diye. Fakat, ısrarla her seferinde her programa beni dahil ediyordu yine de.

Bahane uydurmadığım ve asla unutmadığım tek program Ayten teyze ile olanlardı. O kadına o kadar şey borçluydum ki, asla ama asla ihmal etmezdim. O yüzden, kendimden emin bir şekilde "hayır, tabi ki unutmadım," diye yanıtladım en yakın arkadaşımın sorusunu.

Söylediklerim ve vücut dilim onu ikna etmeye yetmişti. Yüzünde kocaman bir gülümsemeyle yatakta doğruldu ve hızlı hızlı kapıya ilerledi. Tam çıkacağı sırada durdu ve tekrar bana baktı. Sabahtan beri fazla neşeliydi, bu dikkatimden kaçmıyordu ama söz konusu kişi Renk olunca neden neşeli olduğunu sorgulamazdınız. O hep neşeliydi.

"Unutmadan," dedi ve parmağını bana doğru uzattı "modunu bir an önce yükselt çünkü bugün yemekte bize enişten de eşlik edecek! Baldızını bu kadar suratsız tanımasını istemeyiz değil mi?"

Ne saçmalıyordu bu? Eniştem de kimdi? Bir sevgilisi olduğundan bile haberim yoktu. Tamam, bir sevgilisi elbette olabilirdi ama Ayten teyze ve ben aynı anda tanışmamalıydık.

Gözden kaybolmasına fırsat vermeden yataktan fırladım ve kolundan yakaladım. Tek kaşımı havaya kaldırıp "ne eniştesinden bahsediyorsun," diye çıkıştığım sırada, Renk kolunu tuttuğum elime bakıyordu. Ne yaptığımı fark ettiğim anda elektrik çarpmış gibi kolunu ona doğru ittim ve anında parmaklarıyla tuttuğum yeri örttü.

"Ç- çok uzun zaman olmuştu bana dokunmayalı."

Evet, öyle olmuştu ama şu anda konumuz bu değildi. Konumuzdan sapmasına müsaade edemezdim. "Konuyu değiştirme Renk, bir erkek arkadaşın var ve ben Ayten teyze ile aynı anda mı tanışıyorum?"

Sesimin tonunu kontrol etmem zor olmuştu ama yine de sakin kalabilmiştim.

Renk sahte bir kahkaha attı. "Pardon, yaptığım bütün programlara bir bahane bulan kim acaba? Eğer ki dört aydır bir tanesine bile gelseydin emin ol annemden önce onu tanıma fırsatın olurdu Hayal!"

Dört ay mı? O kadar olmuş muydu?

Ben düşüncelere dalmış, durumu sorgularken, Renk konuşmaya devam etti. "Veya eğer ki akşamları gel biraz sohbet edelim dediğimde odana kaçmasaydın," dedi ve bir süre sessiz kaldı. "Yine dört aydır." Gözleri o kadar hayal kırıklığıyla doluydu ki, bir anda kalbimin üzerinde kocaman bir ağırlık hissettim.

Bir cevap vermemi beklemeden arkasını döndü ve gözden kayboluşunu izledim. Dört ay. Düşüncelerimin beni dört ay öncesine götürmesini istemiyordum. Hayır, bunu kesinlikle istemiyordum. Mutlu biri olmayabilirdim ama kendime özellikle mutsuzluklar yaratmayı sevmezdim. Hayat zaten yeterince mutsuz bir yerdi. Olanı kabul etmek bile zorken, bir de kendime ekstradan işkence edemezdim.

Geri geri giden ayaklarıma engel olmadan kendimi sert bir şekilde yatağa sırt üstü bıraktım. Şu an düşünmem gereken şey dört ay önce yaşanan şeyler değildi. Asıl düşünmem gereken arkadaşımı bunca zaman yalnız bırakmış olmamdı. Bunu nasıl fark edememiştim?

Eğer en yakın arkadaşınız sizin için birçok fedakarlıkta bulunurken, siz ona mutsuz olduğunda sarılamıyorsanız ve asla sevgisini gösteremeyen bir beceriksizseniz ona, onu dinleyerek destek olmayı denemeye çalışıyorsunuz. En azından ben öyle yaptım. Aslına bakarsanız sanırım bunca zaman sadece yaptığımı sandım.

Dört ay önce başımdan geçenleri size anlatmak istemiyorum. Sizde bir merak sezdiğimden ve bunu kullanmak istediğimden değil, beni yanlış anlamayın lütfen. Sadece hatırlamak beni tekrardan o güne götürüyor ve emin olun canım çok acıyor. Benim zaten can çekişmekten bitap düşmüş canımı tekrar acıtmak istemezsiniz değil mi?

Yatakta ne kadar sırt üstü öylece yattım bilmiyorum. En sonunda kapının kapanma sesini duyduğumda bakışlarım duvarımda asılı devasa siyah saate kaydı. Ayten teyze ile buluşmak için sözleştiğimiz saate yaklaşık bir saat kalmıştı. Bir an önce hazırlanmak zorundaydım yoksa geç kalacaktım. Ayten teyze onu bekletmemden hiç hoşlanmazdı ve bunun için Renk'in benden önce orada olmasının da bir önemi yoktu.

Siyah perdemi azıcık aralayıp havanın nasıl olduğunu kontrol ettim. Ocak ayının ortalarındaydık ve bir haftadır düzenli olarak kar yağıyordu. Soğuk havaları seviyordum. Karı hepsinden daha çok seviyordum. Hafifçe gülümsedim. Biraz da olsa keyfim yerine gelmişti.

Üstüme siyah kalçalarımı örten bol kazağımı, altıma da siyah kalın taytımı geçirdim. En sevdiğim ponponlu siyah beremi de taktığımda aynadaki yansımama baktım, hazırdım. Kapıdan çıkarken çantamı ve botlarımı elime alıp kapıyı çektim. Her yere geç kalmanın verdiği alışkanlıktan ayakkabılarımı hep apartmanın girişinde giyerdim.

Buluşacağımız restoran Renk ile birlikte yaşadığımız evimize oldukça yakındı. Hazır kar da yağıyorken yürümek en güzeliydi. Yaklaşık yarım saatlik bir yürüyüşün ardından restoranın olduğu alışveriş merkezine varmıştım. İçeri girerken saatimi kontrol ettim. Buluşmamız için henüz on beş dakika vardı. Bu süreçte birkaç mağaza gezmekten zarar gelmezdi. Ayten teyze birkaç dakika geç kalmama da bozulmazdı umarım diye düşünerek, kendimi gözüme kestirdiğim kitapçıdan içeri attım.

Telefonumu çantama koymaya çalıştığım sırada omuzumda şiddetli bir acı ve baskı hissedince olduğum yerde durmak zorunda kaldım. Çantamın içindeki her şey teker teker yeri boylarken, kulaklarımdan alev çıktığına yemin edebilirdim. Bana kimin çarptığına mı bakayım, yoksa eşyalarımı mı toplayayım karar veremiyordum. Önceliği karşımda sessizce duran kişiye küfür etmeye verdiğim sırada bakışlarım da bu kararı vermiş gibi havalandı.

Oradaydı. Karşımdaydı işte. Ben dört ay öncesini düşünmek, size anlatmak bile istemezken o tam karşımda bana bakıyordu. O gece özür dilemeden gittiği gibi şimdi de bana çarptığı için, eşyalarımın hepsinin yeri boylamasına sebep olduğu için özür dilemiyordu. O geceki gibi ruhsuzca bakıyordu suratıma.

Gözlerimiz kısa bir süre birbirine kenetlendi. Sonra onun kaşları beni tanımaya çalışıyormuş gibi çatıldı. İçimde büyüyen öfke yerini kocaman bir kırgınlığa bırakırken kendimi umursamaz davranmaya zorladım ve zor da olsa bakışlarımı ondan, çantama doğru çevirdim.

Yere eğilip eşyalarımı toplamaya başladığım sırada, benimle beraber eğildi ve yardım etmeye çalıştı. Hala konuşmamıştık, o da ben de. Bana yardım etmesine müsaade etmedim ve aramızdaki sessizliği ilk bozan ben oldum.

"Yardımınız için teşekkürler ama kendim halledebilirim."

Sanki bunu bekliyormuş gibi hiçbir şey söylemeden ayaklandı ve göz ucuyla ne yapacağını kontrol etmek için ona baktığında omuz silktiğini ve yürümeye başladığını gördüm.

Gözlerim yanmaya başladı, toparladığım eşyalar bulanıklaşmaya başladı. Hayır, ağlamayacaktım. Ben ağlamazdım. Ben ağlamayı çok uzun zaman önce bırakmıştım. Son kalan parçayı da çantamın içine attıktan sonra hızlı adımlarla alışveriş merkezinden çıkıp eve doğru yürümeye başladım. Tek istediğim simsiyah odamın içinde hiçliğimle baş başa kalmaktı. Ben bu alışveriş merkezine niye gelmiştim? Bir önemi yoktu aslında.

Nasıl yürüdüm, yürürken aklımdan neler geçiyordu bilmiyordum. Bembeyaz kar bile iyi hissettirmiyordu, karanlığı istiyordum. Ruhum şu an kapkaraydı.

Eve girdiğimde ayaklarım beni ilk olarak Renk'in odasına götürdü. Benden sakladığı uyku ilaçlarından iki tanesini alıp, hızlı bir şekilde mutfağa yöneldim ve tezgâhta duran içi yarım su dolu bardağımla iki ilacı da hiç düşünmeden mideme indirdim.

Çoğu zaman uyumakta sorun çektiğim için bu ilaçlara başvururdum. Bunun zararlı olduğunu biliyordum, fakat başka türlü de uyuyamıyordum. Renk bu işe bir dur demenin zamanı geldiğini fark ettiğinde evde büyük bir kriz kopmuştu. En sonunda karşımda beni kaybetmek istemediğini söyleyerek ağladığında pes etmiştim ve kendimi onun ellerine bırakmıştım. Odama girip bütün zulalarımı toplamıştı ve saklamıştı. Atladığı tek bir şey vardı, onu çok iyi tanıyordum. Benden bir şey saklarsa onu nereye koyacağını bilebilecek kadar iyi hem de. Her gece odasından ilaç çalıyordum ve anlamaması için yerine yenilerini koyuyordum. Bana kızmayın, beni buna o mecbur bıraktı.

Tamam, bir süre bu ilaçları bırakmayı denemiştim. Yaklaşık bir ay kadar, iki veya üç saatlik uykuyla okula gitmek zorunda kalsam da onun için denemiştim. Ta ki dört ay öncesine kadar. O kadar düşünmek istemiyordum ki, tekrardan o ilaçları kullanmaya başlamak zorunda kalmıştım.

Birazdan uykunun kollarına kendini teslim edeceğini anlayan ve bağımlısı olduğu ilaca kavuşmanın mutluluğunu yaşayan bedenim gevşemeye başlayınca küçük adımlarla odama ilerledim ve kendimi yatağa aynı sabah olduğu gibi sert bir şekilde bıraktım.

Düşünmemem gerekiyordu. Kesinlikle düşünmemem gerekiyordu. Gözlerimi ilk defa tavandan kaçırdım. Şu an değildi, şu an hiçliğimi yüzüme vurmasına değil, beni uyuşturmasına ihtiyacım vardı ve maalesef ki tavan arkadaşımın böyle meziyetleri yoktu. Kanıma karışmaya başlayan o minicik iki tane ilaca muhtaçtım.

Göz kapaklarım yavaşça kapanmaya başladığında belli belirsiz gülümsedim.

Karanlığı seviyordum. Beyazı sevdiğim kadar siyahı da seviyordum.

Siyah ne kadar gerçekliğimse, beyaz da hiç kurmadığım hayallerimdi.

*

"Sen beni deli etmeye mi çalışıyorsun acaba!"

"Hop! Sana diyorum uyansana."

"Ay bak dürtemiyorum da. En iyisi su dökeyim ben öyle uyandırayım."

Duyduğum ses oldukça tanıdıktı ama uyku da beni bir o kadar kendine çekiyordu. Gözümü açmak ve açmamak arasında gidip geldiğim sırada yüzüme çarpan buz gibi su ile bir anda yerimden sıçradım.

Görüş açıma bana öfke ile bakan bir çift göz girdiğinde zihnimde canlanmaya başlayan gerçekler bir anda ona çıkışmamı engelledi. Ben yemeği tamamen unutmuştum! Elinde kocaman sürahiyle duran ve öfkeli bir şekilde bana bakan kişi oldukça haklıydı ama yine de buz gibi suyla beni yıkamasına da gerek yoktu.

Kısacık, minicik bir an ona çıkışmayı düşünsem de bunu anlamış gibi iyice alevlenen gözlerini gördüğümde hemen olduğum yere sindim ve kedi yavrusu bakışımı atmaya başladım. Bir elini beline atıp konuşmaya başladığında, ne söylerse söylesin sessiz kalacağımı kendime hatırlatmaya çalışıyordum. Birazdan çılgın bir kıyamet kopacaktı. Şimşekler üzerime doğru gelmeye başlamıştı bile.

"Hayır ben anlamıyorum seni. Geleceğim diyorsun, unutmadım diyorsun ama yoksun!"

Durdu ve nefesini düzene sokmaya çalıştı.

"İnsan en azından gelmeyeceğini haber verir. Annem deliye döndü Hayal."

Bu konuda haklıydı. Eğer ki unutmasaydım veya unutmak zorunda bırakılmasaydım zaten orada olacaktım. Bunu ona anlatamazdım. Ne diyeceğimi, nasıl bir bahane uyduracağımı bilmiyordum.

"Ben sana artık ne diyeceğimi bilmiyorum. Biliyor musun, sanırım yoruldum Hayal. Seni anlamaya çalışmaktan çok yoruldum. Bedenen burada olmandan ama şu çekilmiş ruhundan bıktım!"

Sinirliydi. Gerçekten sinirliydi ve beni kırmaktan asla çekinmiyordu. Dediklerine alınmadım çünkü hepsi doğruydu. Yanında olduğumu sanırken, bana her şeyi anlatmasını isterken ona aslında hiçbir şeyi anlatmayan ve onu yalnız bırakan bendim. O her zaman elinden geleni yapan taraftı.

En sonunda konuşmayı başardığımda, daha doğrusu bana konuşmam için kısa da olsa bir alan bıraktığında "Ayten teyze çok kızdı mı," diye sordum.

Kaşlarını iyice çattı. "Bu kadar şeyin sonucunda bana söylediğin ilk şeyin bu olduğuna inanamıyorum. Bazen bana annem için katlandığını düşünüyorum Hayal."

İşte bu doğru değildi. Ayten teyzenin yeri bende çok ayrı olabilirdi ama Renk ile mukayese bile edilebilecek bir konumda değildi, olamazdı. Renk benim annemdi, Renk benim babamdı. Renk benim şu hayatta sahip olamadığım her şeydi.

İtiraz etmek için dudaklarımı araladığımda, elini havaya kaldırdı ve beni susturdu. "Annem içerde seni bekliyor. Üzerini değiştir ve içeri gel. En azından ona bir açıklama yapman gerekiyor."

Sadece başımı sallayabildim. Odanın kapısını sertçe çarptığında tek endişem kalbinin bana karşı olan kapısını öyle kapatmış olmasıydı. Şu hayatta tek sahip olduğum şeyi kaybetmekten ölesiye korkuyordum. Ölmekten korkmuyordum ama onu kaybetmekten çok korkuyordum.

Pijamalarımı gözüme kestirsem de Ayten teyzeye saygısızlık yapmamak adına yeni bir tayt ve kazak giyip saçlarımı birazcık kuruttum. Eğer içeri ıslak saçla gidersem, onları ekmem dışında bir de bu saçlar neden ıslak diye azar işiteceğimi de biliyordum.

Derin bir nefes alıp odanın kapısını açtığımda içerden televizyon sesi geliyor olması biraz da olsa rahatlamama neden oldu. Büyük olasılıkla Ayten teyze televizyonda bir programa takılmıştı ve beni azarlayacak çok da fırsatı olmayacaktı.

Salondan kafamı uzattığımda aslında hayallerimden çok da uzak bir durumda olduğumuzu fark etmek vücudumun karıncalanmasına neden olsa da odamın kapısındayken tuttuğum nefesimi bıraktım ve yavru kedi bakışımı yüzüme tekrardan yerleştirdim.

Ayten teyze bir anneydi. Renk onun öz kızı olabilirdi belki ama o, o kadar güzel yürekli bir kadındı ki kendi kanından, canından olmayan bir kızı bile öz kızı gibi sevebiliyordu. Eğer, sevgisiz büyümüş bir insansanız bunun ne kadar kıymetli bir şey olduğunu anlayabilirsiniz.

"Aytoşum."

Sesimin titremesine engel olmak çok zordu. Dedim ya, Ayten teyze bir anneydi ve bilirsiniz anneler her şeyi anlar. İsterseniz dünyanın en iyi oyuncusu olun ve rolünüze kendinizi deli gibi kaptırmış olun, bir anneyi kandıramazsınız.

"Seni eşek sıpası! Neredesin Hayal? Seni o kadar merak ettik ki, arıyoruz açmıyorsun da. Sen benim yüreğime mi indirmek istiyorsun?"

Elimi ona doğru uzattım ve "tamam sakin ol Aytoşum, uyuyakalmışım işte. Hem ben seni ne zaman ektim bir düşün. Affet bu seferlik bu minnoş kızını işte," dedim bir çırpıda.

Bir süre ne cevap vereceğini düşündü. Aklından geçenleri yüzünden okuyabiliyordum. Ayten teyzenin kabinde o kadar kötülük yoktu ki, bütün iyiliği yüzüne yansımıştı resmen. Eliyle oturduğu koltuğun boş kısmını işaret etti ve oturmam için bana zaman tanıdı. Yanına oturduğumda bana dokunmayacağını biliyordum ama söylediği şeylerin hoşuma gitmeyeceğinin de bir o kadar bilincindeydim.

"İyi değilsin Hayal, bunu görebiliyorum kızım."

Evet, yine başlıyorduk. Yüzüme sahte bir gülümseme yerleştirmek için kendimi zorladım. "İyiyim Aytoşum onu nereden çıkardın bakalım?"

"Kızım sen beni çok hafife alıyorsun, bozuluyorum ama. Senin bu halini görmemek için kör olmak gerekir."

Öyle miydi sahiden? Ben her zaman böyleydim. Tamam, dört aydır daha çok düşünceli ve içine kapanık biri haline gelmiştim biliyordum ama bu zaten hali hazırda olduğum kişiyi de değiştirmiyordu.

"Sen onu kızına söyle bence. Az önce bana demediğini bırakmadı kendisi."

Konuyu kendi üzerimden başka yöne çekmenin en iyi yolu Renk ile olan arkadaşlığımıza girmekti. Ayten teyze bizi o kadar önemsiyordu ki, bazen "çocuklar siz çıkın ben sizin yerinize sizin arkadaşlığınızı idare ederim" diyecek sanıyordum. Söylediğim cümle ile oturduğu yerde dikleşti. Görev başarıyla tamamlanmıştı.

Ya da ben öyle sanmıştım.

"O cadı görmüyor senin bu hallerini değil mi Hayal?"

Evet, kesinlikle ben öyle sanmıştım.

Gözlerimi zor da olsa devirdim. Eğer ki şu anda bu oyunculuğu sergilemeyi başaramıyor olsaydım hüngür hüngür ağlayabilirdim. Neyse ki, istediğim zaman biraz da rol yapabiliyordum. "Benim bir şeyim yok dedim ya Aytoşum. Neyi anlayacak o cadı acaba? Her zamanki Renk işte."

"Sen kaç bakalım Hayal. Nereye kadar kaçacaksın merak ediyorum. O cadıya da söyleyeceğim seninle daha çok ilgilensin."

Bir anda yerimden sıçrayıp ona doğru döndüm. "Aman Aytoşum, lütfen o cadıyı benim başıma salma. Gerçekten iyim ben bak hem gülümsüyorum da."

Sanırım biraz fazla abartmıştım, Ayten teyze oldukça ciddi bakıyordu yüzüme. O öyle bakınca gülümsememi iyice genişlettim. O sırada Ayten teyzenin bakışları kapıya doğru dönünce ben de eş zamanlı olarak oraya döndüm. Gelenin Renk olduğunu düşündüğüm için yavru kedi bakışımı yüzüme tekrar yerleştirdim ve savaşmaya hazır hale geldim.

Fakat gelen Renk değildi.

Renk olması için her şeyi yapabilirdim, ama değildi işte.

Oydu, bu nasıl olabilirdi bilmiyorum ama oydu.

Yine oradaydı. Karşımda duruyordu. Aynı donuk bakışlarıyla, aynı çatık kaşlarıyla ve kalbimde bıraktığı kırgınlığı sızlatacak şekilde beni hatırlamaya çalışır haliyle oradaydı. Halüsinasyon görüyor olmalıydım. İki tane uyku ilacı bünyeme fazla mı gelmişti? Onun şu anda burada, benim evimde olma ihtimali yoktu. Kesinlikle şu an gerçek olamazdı. Evet, hayat acımasızdı ama bu kadar da olmamalıydı.

"Ah gel oğlum, bizim kaçağı bulduk."

Ayten teyzenin cümlesini duyana kadar yaşananların bir hayalden veya halüsinasyondan ibaret olduğuna emindim. Fakat, sonrasında dudaklarından dökülen kelimeler bunun ancak ve ancak bir kabus olacağının kanıtı gibiydi.

"Hayal kızım, Rüzgar ile tanışın. Kendisi Renk'in erkek arkadaşı."

Continue Reading

You'll Also Like

ZEMHERİ By yudumsucan

General Fiction

81.7K 4K 12
Zemheri babası tarafından zorla evlendirilen bir kızdı. Akay ona yıllarca aşık bir adamdı. Zemheri Akay'ı sevecek mi?
Leyla By Jutenya_

General Fiction

1.3M 76.8K 37
İhanet kategorisinde 1. Sırada Adam dehşetler içerisinde karısını izliyordu. Karısı kırdığı aynanın sivri bir parçasını almış. Boğazında tutuyordu...
GELECEK By VeraHare

General Fiction

39.7K 1.8K 13
Tüp bebek merkezinde tüplerin karışması sonucu kocası yerine hiç tanımadığı bir adamdan hamile kalmıştı Mahru. #1İhanet/24.5.2024 #1Mahru/24.5.2024 #...
861K 51.2K 68
"Hiç bir aile karesinde yerim yokmuş ki benim" Ben Buse. Buse Yalın olarak doğmuştum ve şimdi Buse Gamzeli olarak ölecektim. Bu ruhu ölmüş, bedeni ya...