MODEL-2

By reredrumm

10.7K 1.3K 3.2K

Bazen bir bütünü görebilmek için onu parçalara ayırmak gerekir. Ve şimdi ben; elime aldığım her parça beni d... More

1.BÖLÜM: ÖLÜM BİZİ BAĞLAR
2.BÖLÜM: ANGELINA
3.BÖLÜM: HIRÇIN
4.BÖLÜM: BABA
5.BÖLÜM: ÇARK OYUNU
6.BÖLÜM: PARS
7.BÖLÜM: KİTAPLAR-1
7.BÖLÜM: KİTAPLAR-2
ÖZEL BÖLÜM-1: EMRE
9.BÖLÜM: ORCA
10.BÖLÜM: REHİNE
11.BÖLÜM: ÖLENİN İNTİKAMI
ÖZEL BÖLÜM-2: AZRA
MODEL-2 TANITIM VİDEOSU
12.BÖLÜM: BUZ PATENİ
13.BÖLÜM: YİĞİT
14.BÖLÜM: DEĞİŞİM
15.BÖLÜM: BİR UYANIK BİRKAÇ ÖLÜ
MÜZİK KUTUSU-1

8.BÖLÜM: TANIDIK HİSLER

566 52 97
By reredrumm

Merhaba!

Nasılsın? Hayat nasıl geçiyor?
Bunu sana sorup hiç cevaplamadığımı fark ettim. Bugün bir değişiklik olsun. Ben iyiyim. Sevdiğim insanlarla birlikteyim. Güzel bir manzaram var, onu izlemeye ve hayal kurmaya alıştım bile diyebilirim. Durağan ama keyifli bir vakit geçiriyorum ve bu geçirdiğim geçmiş birkaç ayı düşünürsek altın değerinde. Nefes almış ve toparlanmış hissediyorum. Hayat her zamanki gibi. Yarının ne getireceği hiç belli değil ama bugün tam da bu an burada olmayı sevdiğimi düşünüyorum. Ya sen?

Son bölümün üstünden uzun zaman geçti. Ben bu süreçte hiçbir şey yazamadım, düşüncelerim düğümlendi ve içimden hiçbir şey gelmedi. Bu süreçte sen ne yaşadın ne hissetttin bilmiyorum ama bu bölüm ikimize de iyi gelecek. Beklediğin için teşekkür ederim. Seni daha fazla burada tutmayacağım. Hadi, al tüm fikirlerini, hislerini ve satır aralarına gel...bekliyorum.

< Hayatın elleri var
O kadar uzun ki kolları
Herkese yetişiyor parmakları
Parmak uçlarındaki dikenli telleri görmüyor insan
Gözlerine inen dantelli perdeden
Kör bu insanlar, yazık çok yazık

Hayatın elleri var
Sarılıyor boğazıma
Beni özlediğinden sanıyorum
Ama yanılıyorum
Hayatın o kadar uzun kolları var ki
Boğuyor geceleri sanki

Hayatın elleri var
Ve öldürülen birileri
Hayatın kolları
Ve rehavetli yolları
Hayatın parmakları
Ve gözlerimin ıslak yolları
Ve hayat
Ve ölüm
Ve son. >

siirdekivirgul

GÜNÜMÜZ...

(Bölüm Şarkısı/1: The Heavy- Last Confession)

Zamanın yavaşladığını hissettiğim çok fazla anım olmuştu. Sadece ben ve avuçlarımdan akıp bacaklarıma, ayaklarıma, yerlere sinsice yayılan, kök salan saniyeler.

Ringde zaman yavaşlardı. Öyle bir yavaşlardı ki bir süre sonra kısa bir anlığına bile olsa saniyeleri yönetebiliyor olmanın verdiği hazla başa çıkamazdım. Kalabalıktan çıkan uğultu, rastgele haykırışlar, anlamlı tezahüratlar, kaos, her şey durulurdu. Sadece ben ve saniyeler.

Anka'ya bakarken zaman yavaşlardı. Gözleri gözlerimi bulduğunda olanlar akmakta olan zamanı karıştırıyordu. Ona bakarken yaratılışı ve evreni yeniden anlıyordum. Milyarlarca yıl sürmüş olan bu keşfe saniyeler yetişemiyordu.

Talya uykudayken usulca yukarı aşağı inen göğüs kafesini izlemek zamanı yavaşlatırdı. Saçlarını örmeye çalıştığımda ve bana o kurnaz aklından geçenleri süzmeden anlattığında o an duraksardı.

Tehlikede zaman yavaşlardı. Ölebileceğim hissi tanıdıktı. Birinin öldürüleceği hissi tanıdıktı. Bunlar hep tanıdık hislerdi. Bu anlarda zaman yavaşlardı ve ben kurtulurdum, kurtarırdım. Bu bir süper kahramanlıktan öte bayat bir şanstan ibaretti.

Son birkaç aydır başıma gelenler bunların zıttıydı. Ölüme tanıdıktım. Ölüme alışıktım. Zaman hep yavaşladı ve ben kurtuldum. Hiç kurtaramadım. Ahmet'i kurtaramadım.

Zaman seçici değildi. Yavaşlardı ve bunu iyi anlarda ve kötü anlarda yapardı. Her ne kadar saniyeleri avuçlarımda tutabilecekmişcesine kontrol ettiğim hissi bana kısa süreli bir tanrılık iç güdüsü bahşetsede olanların benden daha büyük olduğunu biliyordum. Bir tanrı, bir melek, bir güç, bir çekim sanki bana sevdiğim tüm güzellikleri doyasıya yaşamam ve anda kalmam için bu hissi bahşediyordu. Bir tanrı, bir şeytan, bir güç, bir çekim sanki bana acıyı anlamam, acıyı doyasıya yaşamam ve acının karşısında boyun eğmem için bu yavaşlamayı bahşediyordu.

Ölüme tanıdıktım. Ölüme alışıktım. Zaman hep yavaşladı ve ben kurtuldum. Hiç kurtaramadım. Aslı'yı da kurtaramadım.

Kapısı açık kalmış odaya girdiğimden beri saniyeler akmayı bırakmıştı. Neredeyse beş dakikadır içerideydim. Nefes alışverişim odanın sessizliğinde kulaklarımı tırmalıyordu. Kalp atışlarımı duyabiliyordum. Damarlarımdaki kanın akışını duyabiliyordum.

Yere oturmuştum. Hayır, yere yığılmıştım. Hemen yanımda Bora vardı. Başımı yavaşça Bora'ya çevirdim. Kafam hareket ettikçe beynim akıyormuş gibi hissediyordum. Görüşümü bulanıklaştıran gözyaşları en sonunda yanaklarımdan süzüldüğünde onu daha net görebildim. Bora'nın yüzü bembeyazdı. Kanı çekilmişti.

Titreyen ellerim kulağımdaki telefonu tutmamı güçleştiriyordu. Telefonunu açmıyordu.

"Hayır...hayır...hayır...kahretsin!"dedim hıçkırıklarımın arasından. Gözyaşlarım gözlerimden neredeyse hiç aralıksız akıyordu.

Hemen önümde yere oturmuş kadının donmuş suratına yeniden baktım. Açık kalmış kapıya bakıyordu. Bakışlarımı yeniden yüzünden aşağıya doğru kaydırdım. Kalbine saplanmış baltadan sızan kan halı kaplamayı boydan boya boyamış ve bana kadar gelmişti. Hıçkırarak ağlıyordum ve boğazımı dalayan acı nefes almamı güçleştiriyordu.

Genç kadına doğru kendimi sürükledim. Dizlerimin üzerinde birkaç adım atmıştım ki hemen yanımdaki Bora omzuma dokunup beni durdurdu.

"Kaya, dur..."dedi buruk bir sesle. Elinden kurtulmak için sirkelendim, genç kadına ulaşmam gerekiyordu. Bora yeniden beni durduracaktı ki buna gerek kalmadan duraksadım. Kulağımda tuttuğum telefondan tanıdık bir ses odaya dolmuştu.

"Günaydın."dedi Emre. Yeni uyanmış olmalıydı. Dudaklarım titriyordu, ona bunu nasıl söylerdim?

"Kaya?"diye seslendi hattın ucundaki adam. Ağladığımı anlamıştı. Dudaklarımı son kez sıkıca birbirine bastırdıktan sonra güçlükle araladım.

"Emre..." Boğazım düğümlenmişti. Konuşamıyordum.

"Kaya ne oldu?"diye sordu Emre, oldukça endişelenmişti.

"Emre ben bilemedim. Böyle olacağını bilemedim..."dedim. Kendimi konuşmaya zorluyordum. Her kelime ağzımdan dökülmeden önce boğazımı kesiyordu.

"Kaya ne oldu söylesene!"diye bağırdı Emre.

"Aslı..."dedim güçlükle. Derin bir nefes aldım ve hemen önümde kanlar içinde kalmış kadının cansız bedenine baktım.

"Aslı öldü."

(Bölüm Şarkısı/2: Ozbi- Bana Yol Söyle)

BİR HAFTA ÖNCE...

Yüzümdeki sırıtışı durduramıyordum. Anka'yı anlayamıyordum, bu bir gerçekti. Sözleri ve hareketleri birbiriyle çelişiyordu ama az önce o odadayken hissettiklerimi görmezden gelemezdim. Hislerimi paylaştığını biliyordum. Onu yeniden bulduğum günden beri adımlarımı doğruca Anka'nın üzerine doğru atıyordum. Onu istiyordum ve bunu her yerde söylemekten çekinmiyordum. Onu istediğimi bilmesini istiyordum ve muayne odasında gözlerinin içine bakarak geçmişimizde ne olursa olsun bugünümde yanımda onu istediğimi söylediğimde paniğe kapılıp utanmasını aklımdan çıkaramıyordum. Yanakları hafifçe kızarmıştı ve kendini odadan dışarı atmıştı. Bunu onunla tanıştığımızda da yapmıştı. Bunu beni kıskandığında da yapmıştı. Bunu yıllar öncesinde ona aşık olduğumda da yapmıştı.

Hemen yanımdan geçip giden hemşirenin çatılan kaşları gülümsememi soldurmuştu. Orta yaşlı kadın neden ona bakıp sırıttığımı anlamamış ve bundan rahatsız olmuştu. Doğrusu o an nereye baktığımı ve nereye gittiğimin tamamen bilincinde değildim. Dikkatimi toparlamak için derin bir nefes aldım ve etrafımı inceledim. Selin beni personel girişinde beklediğini söylemişti. Farkında olmadan hastaneyi uçtan uca yürümüş olmalıydım. Acilin karmaşasından uzaklaşmıştım, öyle ki koridorlar boşalmıştı ve bir süre sonra tek başıma kalmıştım. Hasta odalarının yanından tek tek geçiyordum.

Hemen ilerideki boş danışma masasının yanında duran sürgülü kapı aralandı ve içeri bir adam girdi. İş kıyafetine bakılırsa bir temizlik personeli olmalıydı. Oldukça uykulu görünüyordu, onu izlediğimi görünce başıyla selam verdi. Adama gülümseyip selamladım. İçeri girdiği kapı personel girişiydi ve kapının yanındaki mekanizmaya bakılırsa sadece kartla açılıyordu. Aramızdaki mesafeyi açmakta olan adamın cebinden sarkan kartı görmüştüm. Cebimdeki anahtarlığı çıkarıp biraz ileri attım ve şıngırtısını bastırmak için adama seslendim.

"Ağabey!" Adam duraksadı ve hemen arkasını döndü. Ona seslendiğimi kendi kendine teğit etmek için etrafta başka birinin olup olmadığına baktı ve ardından yeninden bana döndü.

"Buyrun?"dediğinde koşar adım yerdeki anahtarlığı aldım ve anahtarlığı avcumda saklayarak adamın yanına koştum. Adam büyük bir ilgiyle avcumu izliyordu.

"Anahtarlığını düşürdün ağabey."dedim adamın yanına yeterince yaklaşınca. Görebilmesi için avcumu adamın soluna doğru kaldırdım. Adam avcumdaki anahtarlığı incelerken üniformasının sağ cebinden neredeyse düşmek üzere olan kartı aldım.

"Yok, benim değil. Hasta yakınlarından biri düşürmüştür. Hemen şurada danışma var, masaya bırak sabaha kadar sahibi dönmezse ben kayıp eşya odasına götürürüm."dedi adam. Hafifçe gülümseyip anladığımı belli etmek için başımı salladım.

"Tamamdır. Kolay gelsin ağabey."

"İyi geceler, geçmiş olsun."dedi adam yanımdan ayrılmadan hemen önce. Adam koridordan kaybolana kadar arkasından baktım ve ardından personel girişine doğru ilerleyip elimdeki kartı mekanizmaya okuttum. Sürgülü kapı aralandığında soğuk hava üzerime hücum etmişti. Kapı doğrudan dışarı çıkıyordu. Etrafa göz atarken orada olduğunu görmediğim bir araba farlarını açıp kapadı. Siyah bir arabaydı ve sokakta bulabileceği en karanlık noktaya sinmişti.  Elimdeki kartı kapının önüne bıraktım. Takip edilmediğimden emin olmak için etrafıma bakınıp arabaya doğru koştum. Arabaya yaklaştıkça sürücü koltuğunda oturan Selin'i görebilmiştim. Kapıyı aralayıp kendimi sürücü koltuğunun yanındaki koltuğa attım.

"Merhaba İsmail ağabey."dedi Selin sırıtarak. Kaşlarımı çattığımı görünce güldü. Kartını çaldığım adamdan bahsediyor olmalıydı. Gülmediğimi fark edince dudaklarını birbirine bastırdı. Dudakları aralandığında tamamen ona dönmüştüm.

"Pekala, evden kafanı dağıtmak için çıktın. Sonra gecen nasıl hastanede bitti bilmiyorum ama kafanı en kısa sürede boşaltsan iyi edersin..."

"Gerçekten bilmiyor musun?"dedim imalı bir ses tonuyla. Selin ona inanmadığıma şaşırmıştı.

"Biliyorum tabii."dediğinde omuz silktim. Selin iç çekti, neden bu kadar suratsız olduğumu düşünüyor olmalıydı. Her ne kadar mutluluktan buraya gelene kadar gülümsediysem de bu gece hakkında içimde kötü bir his vardı. Selin'in anlatacaklarını merak ediyordum.

"Pekala, anlaşılan pek keyfimiz yok. Gidelim mi?"dediğinde başımla onayladım. Selin arabayı arka sokaklardan sürüyordu. Hastaneden uzaklaşırken arabayı bıraktığım yerde Anka, Aslı ve Seçkin'i görmüştüm. Anka'nın yüzü asıktı, oldukça mutsuz görünüyordu. Selin oturduğum yerde kıpırdandığımı fark etmişti.

"Meraklanma, aranız düzelecektir..."dedi Selin, dikiz aynasından Anka'ya bakıyordu.

"Tabii bir ruh hastası gelip sana geceye kadar sevdiğin kadını tersle deyip durmazsa."dedi. Kendine ruh hastası demesi hoşuma gitmişti, gülümsememe engel olamadım.

"Ruh hastası bunu bir kere daha isteyemez."dediğimde Selin başıyla onayladı.

"Söz veriyorum, ilk ve son. Zaten Anka'yla iletişimini çok zor düzeltiyorsun, bir daha bunu istemem. Sadece Cemal'in Anka'nın senin tarafından bile dışlandığını görmesi gerekiyordu."dedi, bakışlarını biran olsun yoldan ayırmıyordu.

"Nereye gidiyoruz?"diye sordum, yolu tanıyamamıştım.

"Burada elektronik cihazların çekmediği bir tepe var, orada daha rahat konuşuruz diye düşündüm."dediğinde yol biraz daha tanıdık gelmeye başlamıştı. Bahsettiği yeri biliyordum.

***

Tepeye varmamız yaklaşık otuz dakika sürmüştü. Arabayı ıssız ama oldukça rüzgarlı olan boş arazinin ortasına park etmişti. Arabanın farlarını söndürmeden arabadan indiğinde bende indim. Selin, kısa bir süreliğine hemen tepemizde duran dolunaya baktığında bende kendimi gökte asılı duran yıldızlara bakmaktan alıkoyamadım. Şehirden biraz bile olsa uzaklaşmak şehrin kirli ışıklarından arınmak ve yıldızları görebilmek demekti. Bunu biliyordum, burayı biliyordum. Burası küçükken yıldızları izlemeye geldiğimiz tepeydi. Bora, Emre, Uğur, ben. Saatlerce otların üzerinde oturup şehirde görünmez olan ve sadece buraya geldiğimizde ortaya çıkan yıldızları izlemek. Bu bizim için bir sihirdi. Buraya neredeyse otuz yıl sonra tesadüfen gelmiş olmak tuhaf hissettiriyordu.

Ben gökyüzündeki yıldızları izlerken Selin arabanın bagajından bir kutu çıkardı. Kutuyu arabanın kaputuna bıraktığında görebilmek için yanına gittim.

"Bu ne?"diye sordum genç kadının kutuyu açıp içinden bir kitabı çıkarmasını izlerken.

"Kendin öğren."dedi elinde tuttuğu kitabı bana uzatarak. Kitabı elime alıp arabanın kaportasına yaslandım.

Arabanın farları ve hemen tepemizde bizi izleyen dolunay elimde tuttuğum kahverengi deri karton kapaklı kitabı hemen hemen aydınlatıyordu. Kitabı avcuma yatırdıktan sonra diğer elimle istemsizce pürüzlü kapağına dokundum. Hemen ortasında büyük harflerle yer alan altın rengi bir yazı vardı. MODEL.

Bu kitabın ne olduğunu anında anlamıştım. Tanıdık bir hissi vardı, Anka'nın beni evine götürdüğü ilk gün söyledikleri zihnimi gıdıklıyordu.

"...Annemle yaşadığım yıllarda evde bir kitapla karşılaştım. Baskı değildi, elde yapılmıştı. Sayfalarında resimler vardı, bir çizgi romana benziyordu. Karakterler gerekli olmadıkça konuşmazdı bile. Vakit geçirmek için okuyayım dedim. Önceleri tesadüfleri önemsemedim ama kitabı yarıladığımda karakterlerin yaşadıklarımızla neredeyse aynı şeyleri yaşadığını fark ettim. Üstelik her ne kadar inkar etsemde bu karakterler bize benziyordu. Hayır, bu karakterler bizdik. Ya da biz bu karakterdik, işin doğrusu bunu ayırt edemiyorum. Ayliz kitabı okuduğumu gördüğünde her şeyi açıkladı. Bu annemin gençlik yıllarında yazdığı bir kitaptı. Mehmet'le gençlik yıllarında bir ilişkisi olmuştu, kitabı ona okutmuş. Sorun şuydu, kitap o korkunç geceyle bitmiyordu. Annem bir seri yazmıştı ve yaşadığımız her şey serinin sadece ilk kitabıydı. Ayliz yıllar içinde serinin diğer kitaplarını kaybetmiş. Onları bulamıyorum. Ayliz kitapları hatırlamıyor, sadece on iki yıl arayla serinin yeni kitaba geçtiğini söyledi ve on ikinci yılımızı dolduruyoruz..."

Elimde tuttuğum kitap serinin devam kitabı olmalıydı. Kapak pütürlüydü, kitabın kenarları yıpranmıştı. Dikkatli bakarsanız bazı sayfaların yandığını, bazılarının ıslanıp buruşarak kuruduğunu ve bazılarının kir içinde kaldığını sadece kitabın dışına bakarak söyleyebilirdiniz.

Kalın kapağı aralamadan önce Selin'e döndüm. Hemen yanımda kaputa yaslanmıştı ve gökyüzüne bakıyordu. Bu kitaba nasıl ulaştığını merak etmiştim, ona sormak istediğim onlarca soru vardı.

Bakışlarımı yeniden kitaba indirdim. Ellerim aklımdan önce davranmış ve kitabı çoktan aralamıştı. Elime her yeni kitap aldığımda yaptığım gibi sayfaları hızlıca geçtim. Beklediğim gibi  bu bir çizgi romandı. Sayfaları baştan sona hızlıca geçerken kendimi görebilmiştim. Herkesi az çok seçebilmiştim. Ürpermiştim. Bu korkunçtu.

İlk sayfayı çevirdim, ardından diğerini ve diğerini. Selin artık beni izliyordu, yüzümdeki ifadeyi görmezden gelemiyordu. Dehşete düşmüştüm. Yaşadıklarım yıllar önce çizilmişti, bu nasıl gerçek olabilirdi?

İlk sayfada Anka ve ben vardık. Bir arabanın içindeydik, sonraki sayfada bir uçaktaydık, sonrakinde kavga ediyorduk. Sayfaları çevirdikçe kabuslarıma geri dönmüştüm. Ahmet'in öldürüldüğü gece vardı, Ahmet'e oldukça benzeyen çocuğun portresine bakakalmıştım. Boğazım düğümlenmişti, silah sesleri yeniden kulaklarımdaydı. Sanki elimde bir kitabı değil, yeniden Ahmet'in cansız bedenini tutuyor gibiydim. Selin beni daldığım yerden çıkarmak için elini hafifçe omzuma koyduğunda gözlerimi kırpıştırdım.

"Bu kitap ne zamandır sende var?"dedim buz gibi bir sesle. Neden sorduğumu anlamıştı, başını hızla iki yana salladı.

"Kitabı bu olay yaşandıktan çok sonra buldum. Ahmet'in başına böyle bir şey geleceğinden haberim yoktu Kaya, yemin ederim."dediğinde yutkundum. Dişlerimi sıktığımın farkında bile değildim. Selin'e cevap vermeden sayfaları çevirmeye devam ettim. Cenaze, Hülya'yla tanışmamız, depodaki kaza ve hemen ardından yırtılmış bir sayfa. Bu eksik sayfa depoda bir kutunun içinde bulduğumuz sayfa olmalıydı çünkü hemen ardından Angelina'ya benzeyen bir kadın figürünün bir sandalyede bağlı resmi vardı. Sayfayı çevirmeye devam ettiğimde Aslı ve Seçkin olduğunu düşündüğüm iki insan gördüm. Seçkin'in kırmızılar içinde kalmış yüzü Aslı'ya bakarak gülüyordu. Sonraki sayfaları merakla çevirdiğimde afallamıştım. Siyaha boyanmış sayfada beyaz kalemle çizilmiş birkaç yıldız vardı. Bakışlarımı gökteki yıldızlara çevirmemek için kendimle savaşıyorum.

Sayfaları çevirdikçe olay döngüsünün daha kopuk olduğunu fark edebiliyordum. Çoğu sayfa yırtılmıştı ve kalan sayfalar bir anlam ifade etmiyordu. Kalan sayfalara göz gezdirirken net olarak aklıma kazınan birkaç sayfa vardı. Sayfalardan birkaçında bir depoya benzer loş bir oda vardı. Odada onlarca sedye ve sedyelerde onlarca farklı baygın insan. Bu insanların hiçbiri biz değildik.

Birkaç doktor vardı ama en çok bir doktor odadaki her biriyle ilgileniyordu. Sayfalardan çoğu sadece kırmızıya boyanmış ve bazılarıysa boş bırakılmıştı. Aklım allak bullak olmuştu. Ne hissedeceğimi bilemiyordum. Ne düşünmem gerektiği ya da ne söylemem gerektiği karmakarışık bir bulmacadan ibaretti.

"Bu kitabı nerede buldun?"diyebildim. Selin çantasından çıkardığı sigara paketindenn bir sigara çıkarıp yaktı.

"Cevap ver."dediğimde sigarasından ilk nefesini almıştı.

"Birkaç gün önce karakola gönderildi. Daha doğrusu Haluk amirime."dedi havadan sudan bahsedercesine.

"Kim bırakmış?"diye sordum kitabı hassas bir bebek tutuyormuş gibi tutuyordum.

"Bir silüet, kameralarla oynamışlar. Yüzü görünmüyor. Koca bir hiçlik, nereden geldiği ve nereye gittiği..." Selin'in dudaklarına götürdüğü sigarayı tutup buruşturdum. Genç kadının kaşları havaya kalkmıştı. Sigaranın yanmakta olan ucunun elimi yaktığını görünce sigarayı bıraktı ve bende sigarayı avcumda tamamen buruşturup yere attım.

"Sen bir gözsün. Her yerdesin, her şeyi görüyorsun, duyuyorsun ve biliyorsun. Buna inanmamı mı bekliyorsun?"dedim adeta tehditkar bir sesle.

"Sana neden yalan söyleyeyim?"dedi. Ona inanmayışım ve hatta sözlerini sorgulayışıma oldukça şaşırmış, neredeyse alınmıştı.Eli yeniden çantasındaki paketine uzanacaktı ki bileğini kavradım. Sadece saniyeler içinde diğer eliyle belinde taşıdığı tabancasını çıkardı ve başıma dayadı.

"Bileğimi sıkıyorsun."dedi tabancayı kafama bastırarak. Bileğini tutan elimi gevşettim.

"Kafama tabanca dayadın."dediğimde omuz silkti.

"Eşit sayılırız."dedi. Bu kadar meydan okuyor olması beni çileden çıkarıyordu. Kısa bir süreli sessizlik olmuştu.

"Pekala..."dedi Selin tabancasını kafamdan çekip beline yerleştirirken. Kolunu bıraktım ve ondan birkaç adım uzaklaştım.

"Bir anda gerildin anlıyorum. Bu hazmetmesi zor bir şey. Az önce oldukça korkunç şeyler gördün ve korkmuş olmalısın. Ama sadece saldırmaya yer arıyorsun çünkü bilinmezlik içinde yüzüyorsun. Açıklayacağım, önce sakinleşelim."dedi, bir bana bir elimdeki  kitaba bakıyordu. Sakinleşmem imkansızdı ama buna inanması için rol yapacaktım. Sessizliğimi gören Selin derin bir nefes aldı.

"Bu kitap karakola geldi. Amirime. Ondan önce kitabı ben buldum ne olduğunu anlamıştım, Anka daha önce bize bir seriden bahsetmişti ve ben de kitabı sakladım. Amirime uzunca bir süre söylemedim..."

"Neden? Amirine güvenmiyor musun?"diye sordum iğneleyerek.

"Korktum. Bu öyle bir işki bazen kendine bile güvenmiyorsun. Haluk amirime güveniyorum ama korktum. Hata yapmaya yer yok Kaya. Ondan önce inceledim, sahte olup olmayacağını, kimin gönderebileceğini, aklına gelebilecek her türlü ihtimali araştırdım. Amirime söylediğimde bunu Anka'yla paylaşmak yerine ilk önce seninle paylaşmamı söyledi. Demek ki güven her hamlenin motivasyonu değilmiş."dedi Selin en az benim kadar iğneleyerek.

"Bütün bunlar ne demek? Doğru düzgün bir yazı bile yok. Sadece resimler. Üstelik çoğu da bir anlam ifade etmiyor. Bu yetmiyormuş gibi kitabın koca bir bölümü yırtık."dedim yakınarak.

"Bilmiyorum. Günlerdir gözüme uyku girmiyor. Bu resimlerin, şekillerin, insanların ne anlama geldiğini bulmaya çalışıyorum. Eğer bu kitapta zarar görmemiş sayfaları çözebilirsek kimseye zarar gelmez Kaya. Bu büyük bir hazine avı. Haritasını çözersek bizi doğrudan bu işin başındakilere götürebilir."dedi Selin heyecanla.

"İyi de nasıl? Bütün bunları nasıl yorumlayabiliriz?"diye sordum kitabı göstererek. Aklım allak bullak olmuştu.

"Birlikte. Birlikte üstesinden gelebiliriz. Bundan sonra ne planlıyorlarsa biliyoruz, o sayfalar elimizde. Eğer onu çözersek önleyebiliriz ve bu süreç içinde Cemal'in hain olduğunu ispatlamak için bir delil elde etmiş oluruz..."

"Cemal'in hain olduğunu nasıl ispatlayacaksın?"

"Sen o işi bana bırak. Herkes kendi haininden sorumlu."dedi özgüvenle. Haklıydı. Herkes kendi haininden sorumluydu. Kendi hainimden sorumluydum. İsmini bile öğrenmeye korktuğum hainimden.

***

Bütün gece uyuyamamıştım. Uykum vardı, var olmalıydı. Oldukça zor ve yorucu bir gece geçirmiştim ama beynim bir türlü uyumama izin vermiyordu. Durmaksızın düşünüyordum. Selin'i, kitabı, içindeki simgeleri. Sürekli olarak bir anlam bulmaya çalışıyor ve ne zaman bir şeyleri anladığım hissine kapılsam sadece dakikalar sonrasında  kendimi bir ahmak gibi hissediyordum.

Güneşin doğuşuna yakın eve dönebilmiştim, evde sadece dışarda nöbet tutan Haluk'un ekibinden tanımadığım insanlar uyanıktı. İçlerinden biri Angelina'nın bahçede olduğunu söylediğinde içeri girmeden bahçeye ilerlemiş ve genç kadını bahçedeki koltukta uyurken bulmuştum. Eve dönmediğim ve ona haber vermediğim için endişelenmiş olmalıydı. Ayaklarını hafifçe kaldırıp koltuğun ucuna oturmuş ve çıt bile çıkarmadan düşüncelere dalmıştım.

Sessiz geçen on dakika sonunda hafif bir kapı tıklatılması sesi duydum. Bunun bir yanılgı olup olmadığını anlamak güçtü, Angelina'yı uyandırmamaya dikkat ederek kanepeden kalktım ve eve doğru ilerledim.

(Bölüm Şarkısı/3: Röyksopp- Here She Comes Again)

Kapıyı araladığımda karşımda Seçkin'i bulmuştum. Bakışlarını küçük yaramaz  bir çocuğun suçluluğuyla ayakkabılarına indirmişti. Kapının açıldığını fark edince neredeyse nefesini tutmuştu. Kapıyı tamamen aralayıp ellerimi kapının iki yanına koydum.

"Burada ne işin var?"diye sorduğumda Seçkin bir eliyle ensesini kaşıdı. Diğer elinde tuttuğu kapüşonluyu görebilmiştim. Açık gri büyük beden kapüşonluya baktığımı görünce gülümseyip bana uzattı.

"Bunu dün kızlar arabamda bırakmış. Bende işe gitmeden bir uğrayıp sahibine bırakayım dedim. Yani Aslı'ya...buralarda mı?"diye sordu mahçup bir ses tonuyla. Kapüşonluyu elinden alıp omzuma attım.

"Neden senin arabanla geldiniz, bir sorun mu çıktı?"diye sorduğumda sorusunu cevaplamayacağımı anlamış olsa gerek kapıdan içeriyi görebilmek adına boynunu uzatıyordu ki vücudumla kapıyı daha çok kapladım.

"Daha güvenli olur diye düşündüm. Araban hala hastanenin otoparkında. Bugün almaya geldiğinde hastaneye de uğra eline bir bakayım."dediğinde sargılı elime baktım.

"Tamam olur, hırka için sağ ol."dedim. Kapıyı kapatacaktım ki Seçkin öne atıldı.

"Bir şey soracağım!" dedi heyecanla. Cevap vermeyişimi bir 'evet' olarak algılamış olsa gerek konuşmaya devam etti.

"Sizin ev ne zaman boş olur, ne zaman dolu olur?"
Sorduğu sorunun absürtlüğünü yüz ifademden anlamış olsa gerek mahçup bir gülümsemeyle açıkladı.

"Ona göre size ne zaman gelip gelemeyeceğimi planlayacağım da..."dedi ensesini kaşıyarak.

"Müneccim değilim Seçkin, sen beni ara gelmek istediğin zaman."dediğimde istediği yanıtı alamadığı için tatmin olmayan adam dudak büzdü.

"Bildiğini biliyorum."dedi aniden. Böyle bir cümleyi hiç beklemediğim için kalakaldım.

"Ne?"

Kafamın karıştığını anlamıştı. Hem utangaç hem de kendinden emin görünüyordu. Doktor Seçkin'in bulmaca gibi sözleri sabah çekilecek çile değildi.

"Biliyorsun işte, anladın yani. Bende sana senin bildiğini biliyorum diyorum. Bildiğini bildiğimi bil diye."dediğinde yüzümü buruşturdum. Ne diyordu böyle? Sarhoş olabilir miydi? Oysa ki oldukça normal görünüyordu. Üstelemek istemiyordum.

"Aynen."dedim ve elimle selam verip kapıyı kapatmak için hamle yaptım. Seçkin yeniden öne atıldığında kapıyı kapatma girişimimden tamamen vazgeçtim. Gidecek gibi durmuyordu.

"Kızlar yok mu? Bir selam vereyim ayıp olmasın..."dedi yeniden içeri bakmaya çalışarak. Kaşlarım çatılmıştı.

"Uyanmadılar."dediğimde mutfak tarafından hole doğru ayaklarını sürüyerek ilerleyen Aslı ve hemen arkasından Bora göründü.

"Senin kızın uyanmış ama."dedim kapıdan çeklip görebilmesi için. Bora'dan bahsediyordum ama Seçkin ilk olarak Aslı'yı fark ettiği için bunu yanlış anlamış ve sırıtmıştı.

Aslı kimin geldiğini görebilmek için adımlarını hızlandırmış ve Bora'yı geride bırakmıştı. Üzerinde oldukça bol bir pijama vardı. Saçlarını tepeden bağlamıştı ve oldukça kaba olduğunu düşündüğüm siyah çerçeveli geniş gözlüğünü takıyordu. Oldukça bitik ve rahatsız görünüyordu. Akşamdan kalmaydı ve baş ağrısından kıvranması an meselesiydi. Bir bana bir de kapıya yaslanmış sırıtarak ona bakan adama bakıyordu.

"Neden bana bakarak gülüyor?"diye sordu Aslı bana. Seçkin hemen oracıkta değilmiş gibi sadece benimle konuşması beni güldürmüştü. Seçkin bundan rahatsız olmuş gibi görünmüyordu.

"Günaydın, bir uğrayıp nasılsın diye bakmak istedim. Daha iyi hissediyor musun?"diye sordu Seçkin cevap vermeme izin vermeden.

"Sen kimsin?"diye sordu Aslı. Seçkin'i nereden tanıdığını çıkarmaya çalışıyor gibiydi.

"Anladım, benden utandın. Buna gerek yok, hepimiz sarhoş olduk. Benim için sorun yok..."

"Dün ne yaşadık bilmiyorum ve seni de hatırlamıyorum dostum. Her ne yaşadıysak ciddi bir şey değildi, kusura bakma..."dedi Aslı. Yanıma kadar gelmiş ve bana yaslanıp kollarını etrafıma dolamıştı. Seçkin'e döndüğümde genç adamın yüzündeki hayal kırıklığını görebiliyordum. Oldukça kısa sürede ifadesini toparladı.

"Sanırım yanlış anladın. Dün gece beni zor bir durumdan kurtardınız..."

Seçkin konuşmaya devam ederken Aslı adamın yüzündeki morlukları ve ardından kendi vücudundaki morluklara bakındı. Kafası karışmıştı.

"...tekrar teşekkür ederim. Seçkin ben, Seçkin Birman. Yandaki evde oturuyorum."dedi Seçkin elini sıkması için Aslı'ya uzatmıştı. Aslı adamı kuşkuyla süzdükten sonra uzanıp elini sıktı. Bunu izlemek dün gece yaşananları hatırlayan biri olarak beni oldukça eğlendirmişti.

"Aslı Serdek. Yardımcı olabildiysek sevindim."dedi Seçkin'e gülümseyerek. Bu Seçkin'in saniyeler öncesinde yerle bir olan egosunu biraz olsun düzeltmişti.

"Oldun...yani oldunuz.""

"Görüşürüz Seçkin."dedi Aslı mutfağa doğru yönelmeden hemen önce.

"Görüşürüz Aslı."dedi Seçkin bir elini havaya kaldırıp yeniden indirdiğinde Aslı yanımızdan uzaklaşmıştı.

"El mi sallayacaktın?"dedim alaycı bir ses tonuyla. Seçkin dudaklarını birbirine bastırdı.

"Onu görünce ne yapacağımı şaşırdım..."Buraya Aslı'yla karşılaşabilmek için geldiği çok açıktı ama yine de eli ayağına dolanmıştı.

"Anlıyorum ama biraz ağırdan almak isteyebilirsin. Aslı farklı bir kadın, bu kadar istekli olman onu kaçırabilir."dediğimde Seçkin kafasıyla onayladı.

"Biliyorum. Biliyorum ama hey, sen de Aslı için 'kızın' dedin. Demek sende aramızda bir şey olacağını düşünüyorsun ki bu benim için çok önemli çünkü Aslı'yı iyi tanıyor olmalısın...demek ki bir şansım olabilir..." Seçkin hararetle konuşurken Bora kapının hemen arkasındaydı. Gülmemek için alt dudağımı ısırdım.

"Kaya, bu düşündüğüm kişinin sesi mi?"diye sordu Bora şaşkınlıkla bana bakarak. Kapıyı aralayıp kafasını kollarımın altından uzattı ve anında yüzüne bir sırıtış oturdu.

"Doktor Seçkin! Adamım! Nasılsın?"dedi Bora beni kenara itip iki yana açtığı kollarıyla Seçkin'in üzerine gidiyordu. Seçkin kötü geçmişleri nedeniyle karşısında Bora'yı görünce irkilmişti. Bora genç adama sıkıca sarılıp birkaç kere omzuna vurdu.

Seçkin 'kızın' derken Aslı'dan bahsetmediğimi yeni anlamıştı. Bora'ya çaktırmamaya çalışarak bana doğru gözlerini devirdiğinde sırıtarak omuz silktim. Bora yanlış anlaşılma yüzünden kendini oldukça kötü hissediyordu dolayısıyla Seçkin'i görünce böyle bayağı bir tepki vereceğini biliyordum ama Seçkin'e 'adamım' diye hitap etmesi oldukça gülünçtü. Her şey tam da olmasını beklediğim gibi ilerliyordu.

"İyiyim...adamım. Sen nasılsın?"dedi Seçkin sahte bir gülümsemeyle. Bora adamın dibine kadar girmişti.

"Seni gördüm daha iyi oldum. Yüzüne ne oldu böyle?" diye sordu Bora. Adamın yüzüne dokunarak çürüklere ve birkaç dikişe bakıyordu. Her dokunduğu yer adamın canını yakıyordu ve en sonunda adam Bora'dan uzaklaşmak zorunda kaldı.

"Tır çarptı."dedi Seçkin sırıtarak. Bora'nın kafası karışmıştı. Seçkin tam konuşacakken hemen arkamızdan gelen kadın sesi kelimeleri ağzına tıktı. Hepimiz elinde bir bardak suyla salonun girişindeki duvara yaslanmış burayı izleyen Aslı'ya bakıyorduk.

"Çok saçma. Belli ki kavga etmiş. Hatta baya birkaç kişi hırpalamış."dediğinde daha fazla gülmeme engel olamadım. Seçkin'in gerginlikten bayılacağını düşünsem bile genç adam beni şaşırtarak kahkahama eşlik etmişti. Durumun ne kadar absürt olduğunun farkında olmayan Bora ve Aslı bizi izliyordu.

"Seni en son ben dövdüm sanıyordum..."diye mırıldandı Bora. Seçkin'in gülümsemesi donmuştu. Bu sefer Bora güldü.

"Şaka yapıyorum adamım! Seni korumam altına aldım bir kere, ömür boyu koruman olabilirim. Benim gözetimimde kimse seni dövemez!"dedi Bora yeniden Seçkin'e sarılarak.

"Dövmüşler ama..."dedi Aslı suyunu yudumlamadan önce.

"Şakayı bırak bu nasıl oldu? Bir sorun mu var?"diye sordu Bora ciddileşerek. Seçkin sırasıyla bana, Aslı'ya ve Bora'ya baktı ve gülümsemeye çalışarak cevapladı.

"Yirmi kişilerdi..."diye başladığında gülmemek için yeniden alt dudağımı dişledim. Bora ilgiyle dinliyordu.

"Buna kim nasıl cürret eder! Kimlerdi hatırlıyor musun? Hepsine gününü göstereyim, benim adamıma bulaşmak neymiş görsünler!"dedi Bora. Seçkin'in omzunu sıvazlıyordu.

"Teşekkürler...gerek kalmadı ben hallettim..."dedi Seçkin.

"Kim geldi?" merdivenlerden gelen Uğur'un uykulu sesini duyabiliyordum.

"Şikayetçi oldun mu?"diye sordu Aslı.

"Serseri bir tip değilsin ki nerden girdin kavga dövüşe? Doktor adamsın böyle işlere bulaşayım deme bak..."dedi Bora eş zamanlı olarak. Kimse Uğur'u cevaplamamıştı ve bu Uğur'un adımlarını hızlandırarak yürümesine sebep olmuştu.

"Şşt tazmanya canavarı, kim geldi diyorum?"diye seslendi Uğur Aslı'ya yeniden. Aslı Uğur'u görmemezlikten geliyordu. Uğur sinirle soluyup kafasını hemen Bora ve benim aramdaki küçük boşluğa soktu. Seçkin'i görür görmez sırıttı.

"Günaydın komşu, allık yakışmış."dedi Seçkin'in sol yanağındaki morluğu göstererek.

"Sırası değil Uğur ciddi bir olay olmuş. Yirmi kişi Seçkin'e saldırmış."dedi Bora ciddiyetle. Uğur bunu duyunca kahkaha attı.

"Yirmi kişi mi?"dedi kahkahasının arasından.

"Ne gülüyorsun? Ya adamın başı bizim yüzümüzden derde girdiyse?"diye azarladı Bora Uğur'u.

"Ben bu olayı biraz daha farklı biliyorum Bora'cığım."dedi Uğur pis bir sırıtışla. Seçkin gözlerini kocaman açıp bana baktığında bir ilgim olmadığını belirtmek için dudak büzdüm.

"Nasıl yani?"dedi Aslı.

"Benim gitmem lazım işe geç kalıyorum."dedi Seçkin aniden.

"Tamam ama akşam yemeğe bekliyoruz. Yemek sözüm vardı sana."dedi Bora.

"Şey...ben bilemedim."

"Bekliyoruz."dedi Bora yeniden.

"Pekala. Akşam görüşürüz."dedi Seçkin yanımızdan ayrılmadan hemen önce. Kapıyı kapatıp Uğur'a döndüm.

"Nerden biliyorsun?"

"Dün uyuyamamıştım. Angelina'yla bahçede sohbet ediyorduk, sonra Anka ve Aslı döndü. Seçkin'in bıraktığını görmüştüm. Anka'ya ne olduğunu sorunca anlattı."

"Ne olmuş?"diye sordu Aslı, meraklanmıştı.

"Anlatmak olmaz izlemeniz lazım, bilgisayarımda videosu var. Hayatınızda izleyebileceğiniz en komik videoyu izleyeceksiniz. Özellikle şuradaki."dedi Uğur Aslı'yı göstererek.

"Videoyu nerden buldun?"diye sordum.

"Selin attı."

"Tabii ya, Selin."dedim başımı iki yana sallayarak.

"İçeri geçin bilgisayarımı alıp geliyorum."dedi Uğur yanımızdan ayrılırken.

"Aslı? Ne diyor bu?"diye sordu Bora.

"Bilmiyorum, her zamanki gibi saçmalıyor işte."dedi Aslı salona yürürken. Herkes salona geçtiği sırada ben de bahçeye doğru ilerledim. Angelina uyanmış etrafına bakıyordu.

"Günaydın."dedim gülümseyerek. Uykudan kalktığında kendine gelebilmesi biraz uzun sürebiliyordu. Etrafını izleyen boş bakışları sesimi duyduğu anda bana döndü ve genç kadının yüzüne sıcak bir gülümseme oturdu.

"Günaydın. Seni merak ettim, dün antrenmanda olanlardan sonra nasıl hissettin tahmin bile edemiyorum. İyi misin?"diye sordu. Angelina'yla çoğu zaman İngilizce konuşurduk ama şu an Fransızca konuşuyordu. Kimse ne konuştuğumuzu anlasın istemiyor olmalıydı. Bir yandan da kanepede doğrulup oturabilmem için bana yer açıyordu. Bacaklarını karnına çekti ve çenesini dizlerine yasladı. Yanına oturdum ve arkama yaslanıp başımı ona çevirdim.

"Açıkcası bilmiyorum Angel. Anka'ya ringde söylediklerim aklımdan çıkmıyor. Bunu onu incitmek için kasten söyleyip söylemediğimi düşünüp durdum ve böyle bir ihtimal dahi bana kendimi bok gibi hissettirdi. Herkesin Anka'nın üzerine yüklenmesi seni üzdü biliyorum. Ne de olsa Yiğit'le ilişkisi olan tek kişi Anka değil. Onu korumak zorunda hissetmiş olmalısın..."Angelina elini elimin üstüne koyup beni susturdu.

" Onu kasten üzmek istemiş olman seni bu kadar yıpratıyorsa düşündüğün kadar da kötü biri değilsin. Orada Anka'nın ben olamayacağımı söylediğinde haklıydın. Bu Anka'yı oldukça etkilemiş ve kırmış olmalı çünkü sen onunla doğmuş olabilirsin ama benimle büyüdün ve bu onun için sindirmesi zor bir şey. Beni her gördüğünde yerimde onun olması gerektiğini düşünüyor olmalıdır, sadece burada olarak bile ona neler kaybettiğini hatırlatıyorum. Anka bu konuya çok duygusal yaklaştığı için görmekte zorlandığı bir şey var.  Evet, haklısın Anka ben olamaz ama ben de Anka olamam. Beni ne kadar sevdiğini ve değer verdiğini biliyorum. Çok şey paylaştık Kaya, yılları, işleri, kişileri, hayalleri paylaştık. Benimle birlikte geçirdiğin senelerin yarısını bile Anka'yla geçirmedin ve buna rağmen sana bakınca Anka'yı görüyorum. O kadar derinlerine işlemiş ki! Bunu nasıl göremez aklım almıyor. Ben senin yapraklarınsam o kadın senin köklerin. Seni yaşatan her şey O, ben sadece dışından görünen yüzüm. Sana yalan söyleyemem Anka'ya tamamen ısınamadım. Belki de bunca yıl boyunca onun yüzünden nasıl paramparça olduğunu yakından gördüğüm için bilmiyorum. Seni korumak istiyorum..."Bir elimi Angelina'nın omzuna koydum ve gülümsedim çünkü söyleyeceklerini tahmin edebiliyordum. Onu bu kadar iyi tanıyor olduğumun farkındaydım ama beni bu kadar iyi tanıyor olduğunu sürekli unutuyordum.

"...ama bunu seni Anka'dan uzaklaştırarak yapamam. Az önce Anka'yı korumak zorunda hissetmiş olmalısın dedin. Seni korumak için Anka'yı da korumam lazım. Bir harabe olmak istiyorsanız bile bu Dinçer'den, Yiğit'ten ya da bir başkasından kaynaklı olmamalı. İnan bana üzüldüğünü görmeyi sindirmek benim için çok zor oluyor ama senin için en iyisini istiyorum ve her ne kadar seni paramparça ediyorsa da senin için en iyisi Anka..."O kadar hararetli konuşuyordu ki onu durdurmak zorunda kaldım.

"Oldukça zor günler oluyor, bazen ne hissedeceğimi, ne söyleyeceğimi, ne düşüneceğimi bilmiyorum. Seninle ..."dedim. Bu sefer lafı bölen Angelina olmuştu.

"Çok gergin bir geceydi, önce şu Dinçer denen ürkünç herif sonra Yiğit. Önce senin sonra Anka için çok kötü hissettim. Dinçer'le Anka'nın ilişkisi aklını karıştırmış olmalı, bana kalırsa Anka o tuhaf herifi çok seviyor ama bu düşündüğün gibi bir şey değil. Sen ve ben gibiler. Aralarında duygusal bir yakınlık yok sadece yıllarca birbirlerine bela olmuşlar..." Angelina ne zaman benimle ciddi bir şey konuşacak olsa gözlerini gözlerimden ayırmazdı ve eğer dikkatimin dağıldığını fark edecek olursa avuçlarını yanaklarıma koyup kafamı kendine çevirirdi. Bakışlarımı kaçırdığımı fark ettiğinde elleri yüzüme uzanmıştı.

"Yiğit desen her zamanki gibi adıyla bile her şeyi yıkmaya yetti. Herkes kendi nedenleriyle bir anda Anka'ya yüklendi. Çok zor olmuş olmalı, herkesi karşısına almak otobanda ters şeritte gitmek gibi. Anka'ya kusursuz biri gibi yaklaşmayı kesmeniz gerekiyor. Aklınızın ucuna bile gelemeyecek bir nedeni olabilir, vardır da. Diyelim ki Yiğit'i hayatına alarak hepinizin dediği gibi korkunç bir hata yaptı. Hata yaptıysa bile bunu ona göstermek sizin göreviniz değil mi? Onu yalnızlaştırma, en azından sen. Bu çok yıkıcı Kaya. Lütfen Yiğit'i kaldıramadığın için Anka'ya kendini değersiz hissettirmeye çalışma, en azından benim için..."

Beni korumak istiyorsa Anka'yı da kollaması gerektiğini söylemişti. Bu cümleyi bu günden sonra sık sık düşünür olmuştum. Doğru söylüyordu, tüm duygularım Anka'ya inkar edemeyeceğim bir halde bağlıydı.

Angelina'nın Anka hakkında bu kadar yapıcı düşünüyor olması beni etkilemişti. Hislerini ve düşüncelerini bu kadar açıkca paylaştığı her gün ona daha çok saygı duyuyordum. Saf bir kalbi vardı ve bu benim çok eskiden kaybettiğim bir özellikti. Yiğit için Anka'nın üzerine bu kadar sertçe gitmemin tek nedeni Haluk'tu ve bu durumu zaten düzeltecektim ama yine de Angelina'yla bu konuyu konuşmak bile bana Angelina'nın oldukça taraflı olduğunu göstermişti. Tarafı bendim, benim iyiliğimdi.

"Çok iyi birisin, biliyorsun değil mi?" dedim. Angelina hiç böyle bir cevap beklemiyordu. Önce kaşları hafifçe çatıldı. Hemen ardından gülümsedi.

"Sen birde onu eski ev sahibime sor."dediğinde güldüm. Eski ev sahibiyle sürekli kavga ederdi. Yaşlı adam Angelina'nın evinde vakit geçirmek istediği arkadaşlarından hoşlanmaz ve buna engel olmaya çalışarak Angelina'yi çıldırtırdı.

"Bunu sürekli yüzüme vurma ama bazen seninle karşılaştığım için ne kadar şanslı olduğumu düşünüyorum. Sen bir insanın isteyebileceği en iyi arkadaşsın Angel."

"Sen birde onu içkiyi bırakmaya çalışırken düzenli gittiğim terapist grubuma sor."dedi yeniden gülerek.

"Yiğit konusu bir yana Dinçer'e ısınamadığını duymak güzel oldu..."dedim hafifçe sırıtarak. Angelina gülüp elime vurdu.

"Anka'nın da benim hakkımda böyle şeyler söylediğine eminim. Angelina'yı sevmiyorum, hiç ısınamadım, hatta belki Kaya'yı Angelina'dan kıskanıyor bile olabilirim..."dediğinde başımı iki yana salladım.

"Sanmıyorum ama eğer sana karşı önyargısı varsa bile bu senin yüzünden değil. Anka seni değil senin onun yokluğunda yıllarca benimle vakit geçirmiş olduğun gerçeğini kıskanıyor. Kendini belki yapraklarımı görünce yabancı hissetmiş olabilir ama dediğin gibi kök aynı kök."dedim göz kırparak.

"Bam! İtiraf!"diye bağırdı Angelina. Şaşkına dönmüş suratımı gösteriyordu.

"Az önce dediğin her şey Dinçer'e olan hislerinin nedenleri. Kendi kendine itiraf etmiş oldun..."dediğinde kaşlarımı kaldırdım.

"Angel diyorum ama bazen şeytan olduğuna inanmıyor değilim."dediğimde keyifle güldü.

"Hem Yiğit hem Dinçer konusunda terapini tamamlamış bulunuyorum. Yeniden bekleriz."dedi sırıtarak. Angelina'yla konuşmak dün gecenin baskısını kısa bir süreliğine bile olsa üzerimden almıştı.

"Sen nasılsın? Nasıl hissediyorsun?"diye sordum.

"Tüm bu antrenman olayları beni hem bedenen hem ruhen çok zorluyor. Doğrusunu söylemek gerekirse biraz gerginim. Sizi hayal kırıklığına uğratma düşüncesi bende baskı yaratıyor ama bu güzel. Biliyorum daha çok olmadı ama şimdiden kendimi güçlü hissetmeye başladım..."

"Birisi antrenman yapmayı çok seviyorum mu dedi ben mi öyle duydum?"

Angelina'yla aynı anda üzerimize doğru yürüyen Uğur'a döndük. Uğur'da Fransızca biliyordu ve Angelina bunu bilmiyor olsa gerek genç adamın bir anda konuşmaya dahil olmasına şaşırmıştı. Uğur kısa sürede yanımıza gelmişti, Angelina'yla aramızda yer olmamasına rağmen aramıza oturdu. Daha doğrusu üzerime oturdu.

"Neden Fransızca konuşuyorsunuz?"diye sordu.

"Çok gizli devlet sırları konuşuyorduk."dedi Angelina.

"Hazır mısın bugüne?"diye sordu Uğur Angelina'ya.

"Bugün ne var ki?"diye sordum.

"Birkaç silah kullanmayı göstereceğim Hülya ve Angelina'ya. Poligona gidiyoruz."dediğinde Angelina başıyla onayladı.

"Eğitmen sen misin?"diye sordum alayla.

"Tabii, beğenemedin mi? Silahlar öyle ringde yumruk sallamaya benzemez şampiyon akıllı ol."dedi Uğur geri alayla. Haklıydı, bir silah ve bir yumruk dünyanın en haksız kavgasıydı.

"Antrenör sensin öyle diyorsan öyledir." dedim bir çırpıda. Uğur içimizde en az maça çıkanlardan biriydi. Genelde sadece herhangi birimiz maça çıkamayacak olduğunda onun yerini almak için maç kabul ederdi ama buna rağmen tüm antrenmanlara katılır ve Erim'i hepimizden daha çok dinlerdi. Taktiklerini sürekli olarak değiştiremiyor olması onları bilmediği ya da öngöremediği anlamına gelmiyordu. Erim bunun farkındaydı ve bu durum Uğur'u içimizdeki en iyi öğretmen yapıyordu. Angelina ve Hülya'yı biraz olsun gelecek günlerin kaçınılmazı olan tehlikelere hazırlayabilirdi. Tıpkı zamanında Anka'yı hazırladığı gibi.

Uğur Angelina'ya doğru birkaç adım attı ve Fransızca konuşmayı sürdürdü. Bakışlarındaki şefkat oldukça tanıdıktı.

"Çekinmene gerek yok Angelina. Seni mükemmel olman için çalıştırmıyorum, kimsenin senden böyle bir beklentisi olamaz. Hatta aksine çalıştıkça ne kadar fazla hata yapabileceğini göreceksin. Mükemmel olmadığını göreceksin. Korkmanı anlıyorum, her birimiz aynı evrelerden geçtik diye sana masal anlatmayacağım çünkü bu öylece olup biten bir evre değil. Yetersizlik hissi hala ensemizde, sadece bununla başa çıkmaya...hayır bu hisle yaşamayı öğrenmeye çalışıyoruz. Hepsi bu." dedi genç kadına. Angelina Uğur'dan bu denli içten sözlee duymayı beklemiyordu. Uzun süredir nefes almıyormuşcasına birkaç derin nefes aldı ve onu anladığına dair kafa salladı.

"Her adımında yanında olacağım."dedim. En az Uğur- hatta ondan daha fazla- ona destek olmak istiyordum. Angelina'yla birlikte yıllar geçirmiştik, ne düşüneceğimi, ne hissedeceğimi ve hatta çoğu zaman ne yapacağımı iyi biliyordu. Aramızdaki bu güçlü bağın birkaç bayağı cümleye ihtiyacı olmadığını söylerdi. Onu sevdiğimi, her zaman onun yanında olduğumu, ona güvendiğimi duymaya ihtiyacının olmadığını söylerdi. Ben yine de zaman zaman bunu dile getirmeyi seviyordum çünkü bazen insanın ne duymaya ihtiyacı olduğundan bile haberi olmuyordu.

"Biliyorum çocuklar, teşekkür ederim." dedi Angelina. Kollarını iki yana açtığında ona ilk ulaşan Uğur, ardından ben oldum. Oracıkta öylece durmuş sarılırken hemen bahçenin girişinden gelen Bora'nın sesi Uğur'un yapmak üzere olduğu şakayı yarıda böldü.

"Ah be Angelina, sen daha el kadar çocukken..."

"Gelin yiyecek bir şeyler hazırladım!"

"Ne yaptın bize hanım?"diye seslendi Uğur. Bora gözlerini devirdiğinde gülümsedim.

"Tost."

"Tamam, geliyoruz."dedim sarılarak oluşturduğumuz yumağın içinden çıkarak.

(Bölüm Şarkısı/4: Tepki- Zehirli Melodiler)

"Anka'yı gören oldu mu?"diye sordu Aslı, Bora'nın hemen arkasında durmuş bir peçeteye sardığı tostu yiyordu.

"Acile hırkanı almaya gitmiştir belki."dedi Uğur alayla. Aslı'nın bu cümleye sinirlenmesini bekleyen Bora, Uğur, Angelina ve ben kendimizi birkaç sinirli iğneleyici söze hazırlamıştık ki Aslı belli belirsiz sırıttı.

"Rezil olduğumu ya da kötü hissettiğimi düşünüyorsan yanılıyorsun. Kamera görüntüsünü izlerken sadece eğlendim. Emin ol sarhoşken erkeklerle bundan daha saçma şeyler yapmışlığım oldu..."dedi Aslı Uğur'a doğru.

"Ne gibi?"diye sordu Emre, yüzünü buruşturmuştu. İki elinde de market poşetleri vardı. Sesimizi duyunca ön kapıdan girmek yerine bahçeye yürümüş olmalıydı.

"Markete mi gittin?"diye sordu Bora şaşkınlıkla. Emre bir süre daha meraklı bakışlarını ikizinin üzerinde oyaladıktan sonra Bora'ya döndü.

"Hayır, Erim ağabey gitmiş. Dönüş yolunda karşılaştık."dedi Emre elindeki poşetleri omzuna astığı sarı bezle kapıda dikilen Bora'ya uzatırken.

"Sen nerden bu saatte?"diye sordu Aslı.

"Şirkete uğramam gerekti."dediğinde Aslı tostunun son parçasını da ağzına tıkıştırıp kaşlarını çattı.

"Kerem düşündüğün kadar zeki değil mi yoksa?"diye alay ettiğinde ikizi gözlerini devirdi.  Sürekli göz devirdiklerinin farkında değillerdi ama sadece bu özellikleri bile onların bir şekilde birbirleriyle bağlantılı olduklarını ele veriyordu.

"Hayır Aslı, hala tüm yetkileri Kerem'e verdiğim için pişman değilim."dedi Emre. Kimse neyden ve kimden bahsettiklerini anlamamıştı.

"Ama olacaksın."dedi genç kadın içeri girmeden hemen önce.

"Anka nerede? Dün eve geldi, hala uyuyor mu?"diye sordu Angelina herkesin anlayabileceği bir dilde.

"Anka bu saate kadar uyumaz. Sabah evden çıkarken oda evin etrafındaki ormanlık alanda yürüyüş yapabilmek için telefonda Haluk'la tartışıyordu."dedi Emre.

"Sen gideli ne kadar oldu?"diye sordum.

"Üç saat kadar."dedi Emre. Cebimden telefonumu çıkarıp Anka'yı aradım. Telesekretere düşüyordu.

"Siz yemeğinizi yiyin ben bir Anka'ya bakacağım."dedim. Endişelenmemeye çalışıyordum ama elimde değildi. Ondan haber alamamaktan nefret ediyordum. Yıllar boyunca Anka'dan tek bir haber bile alamamış ve bununla başa çıkmanın bir yolunu bulmuştum ama buraya geldiğim süre boyunca ona bu kadar alışmışken haber alamamak ciğerlerimde bir baskı oluşturuyordu.

"Oda mı bizimle burada yemek yiyecek?"diye sordu Bora neredeyse tiksinti dolu bir sesle.

"Onun evinde kalıyorsun. Onu görmek istemiyorsan anahtarı vereyim bizim evde kal."dedim sakinliğimi koruyarak. Selin'e verdiğim sözün kullanma tarihi geçmişti dolayısıyla Anka'nın nedenlerini bilmeden onu suçlamayacak ve bu denli suçlanmasına göz yummayacaktım. Bora sözlerime alınmış gibi görünüyordu.

"Ben gidince de Yiğit şerefsizi kaldığım odaya yerleşir. Kardeş kardeş yaşarsınız ne dersin Kaya?"dedi Bora. Kapıdan birkaç adım dışarı çıkmıştı. Bağırmıyordu, sesi öfkeli değildi ama yüzündeki bu tehditkar ifadeyi tanıyordum. Bu her an kavga etmeye hazır olduğunun işaretiydi. Sabah sabah ona vurmak istemiyordum.

"Bak, bu kadar çok tepki göstermenin nedenlerini anlayabiliyorum. İnan bana. Ama bazen nedenini anlamak söylediklerine ya da yaptıklarına onay verdiğim anlamına gelmiyor."dedim omuz silkerek.

"Senden onay beklediğimi mi sanıyorsun? Sen kimsin de senden onay almam gerekiyor?"dedi Bora. Sesini yükseltmiş, üzerime doğru birkaç adım atmıştı. Bunu gören Uğur, Bora'yla aramda kalan Angelina'yı yanına çekti ve bende Bora'ya doğru birkaç adım attım. Onu alttan almak sadece daha çok üste çıkmasına neden olmuştu, öyleyse alttan almayacaktım.

"Bana baksana, senin derdin ne?"dedim. Elimi omuzlarına koymuş, parmaklarımı tenine sıkıca bastırmıştım. Bora silkelenip bir küfür savurup ellerini göğsüme koyduğunda dişlerimi sıktım.

"Anka senin için birkaç yıllık biri, ben senin kardeşinim! Benimle o hain yüzünden tartışamazsın!"diye bağırarak beni itti Bora. Boynundaki damarları görebiliyordum.

"O zaman kardeşim gibi davran!"diye bağırdım. Bora sinirle gülerek başını iki yana salladı.

"Senin derdin Anka'yı anlamak falan değil! Sen sadece yokluğunda muhteşem kadınına kimler dokundu bunu bilmek istiyorsun. Yiğit'te bu kervandadır belki, değil mi?" Bora açıkça beni kışkırtıyordu. Bunun son bulması gerekiyordu.

"Ne dediğini bilmiyorsun."dedim başımı iki yana sallayarak.

"Asıl sen o orospuya..."Bora'yla aramdaki boşluğu sadece iki büyük adımda kapattım ve koca adamı yakasından kavrayıp kendime çektim. Yüzünü yüzüme yaklaştırmıştım. Ona vurmamak için kendimle savaşıyordum. Bora'nın yakasını sıkıca kavrayan parmaklarımı o kadar sıkıca kenetlemiştim ki boğumlarım bembeyaz kalmıştı. Elimdeki sargı gerildikçe geriliyordu. Sinirden titriyordum, bunu Bora'da fark etmişti. Kafasını sola çevirip kulağıma eğildi.

"Siktir git Kaya. Anka'yı da al, Yiğit'i de al, siktir git."dedi ne fısıltı ne de yüksek bir sesle. Bora'nın yakasını kavrayan ellerimi gevşettim.

"Kes!"diye bağırdı kalın bir erkek sesi. Herkes aynı anda Emre'nin durduğu yerin hemen arkasında duran ağacın izin verdiği kadarıyla görünsn kafalara baktı. Erim ve hemen yanındaki Selin attıkları birkaç adım sonrasında tamamen görünmüşlerdi. Ne kadar zamandır burada olduklarını bilmiyordum ama bütün konuşmayı duymuş gibi görünüyorlardı.

"Kavga etmek isteyeniniz varsa çıkıp dışarda edebilir. Gürültü patırtı istemiyorum. Anlaşıldı mı?"diye sordu Erim, Bora ve bana bakarak. Cevap vermemiştik.

"Anlaşıldı mı?"diye yeniledi kendini.

"Anlaşıldı."

"Anlaşıldı."

Kimseye bakmadan, bir açıklama dahi yapmadan oradan ayrıldım. Hızla Erim'in yanından geçtim ve evin dışından ön kapıya doğru yürümeye başladım. Bir yandan da elimdeki telefondan Anka'yı arıyordum.

"Kaya bekle, seninle geleceğim!"diye bağırdı Emre. Koşup bana yetişmesi kısa sürmüştü.

"Hepiniz alçaksınız! İki yüzlüler! Bırak ya!"diye söylendi Bora arkamızdan.

"Kes sesini!"diye uyardı Erim bu sefer oldukça tehlikeli bir sesle. Birkaç saniyeliğine gözlerimi sıkıca kapattığım sırada Emre bana güç vermek istercesine koluma hafifçe dokundu.

Birlikte kimseye bir şey söylemeden evden çıktık ve bulunduğumuz evle Seçkin'in evini çevreleyen ağaçlık alana doğru yürüdük.

"Haklısın. Anka'yı dinlemeliydik."dedi Emre. Hemen yanımda hızlı adımlarıma ayak uyduruyor ve benim gibi sürekli etrafına bakınıyordu.

"Anka'nın nereye doğru yürüdüğünü hatırlıyor musun?"diye sordum Emre'nin kurmaya gebe olduğu tüm 'haklısın' cümlelerini savuşturmak için. Haklıydım ve hepsi buydu. Bunu kimsenin yüzüne vurmayacak, hakkında konuşmayacaktım.

"İşte şuradan girdi."dedi Emre. Parmakla işaret ettiği çalılığa baktım. Çalılık hafifçe yan yatmıştı. Ancak bir tavşanın geçebileceği yere nasıl olmuşta sığmıştı?

"Sen tavşan mısın be kadın?"diye söylendiğimde Emre tebessüm etti.

"Hep böyle habersiz uzun yürüyüşlere çıkıyor mu?"diye sordum yeniden.

"Evet, hep çıkar."diye yanıtladı Emre hiç düşünmeden. Anka'yı nasıl oluyor da günlük rutinine kadar tanıyabiliyordu? Emre yüzümdeki rahatsız olmuş ifadeyle birlikte alabora oldu.

"Sophia söylemişti ondan biliyorum."dediğinde başımı salladım. Buna inanmamıştım ama üstelemeyecektim. Çalılığa ellerimi daldırıp dalları kenara ittim ve geçebilmek için kendime yer açtım. Hemen sonrası yer yer sık yer yer seyrek bir ağaçlık alandan ibaretti.

Bir süre sohbet etmeden etrafımıza bakınarak yürüdük. Anka'dan hala bir iz yoktu. Telefonumu çıkarıp mesaj sekmesinden Haluk'u buldum. Emre duraksadığımı fark edip yavaşlamıştı. Göz ucuyla telefon ekranıma baktı.

"Kime mesaj atıyorsun?"diye sordu.

"Haluk'a."dediğimde ikimizde aynı anda kalakaldık. Bunu sanki her zaman yaptığım bir şey gibi yapmıştım. Aklıma gelen tek kişi sadece Haluk olmuştu. Bu durum oldukça ironik gelmişti ama Emre'nin de benim gibi bıyık altından gülümsediğini görünce duraksadım. Haluk'la kurduğum bir günlük anlaşmadan kimsenin haberi yoktu. Emre tam bir şey diyecekken hiç bozuntuya vermeden mesaj yazmaya devam ettim ve konuyu bir başka yere çektim.

"Şirkette bir sorun mu var, niye sabahın köründe gittin?"diye sordum.

GÖNDERİLEN: HALUK MARİN

Anka'dan haber alamıyorum. Nerede olduğunu biliyor musun?

"Piyasayı sallayacak yeni bir ürün üzerinde çalışıyoruz. Ben çok ilgilenmiyorum ama işler yolunda mı diye kontrol etmek istedim..."

Emre soruma neredeyse balıklama atlamıştı. Konu iş olduğunda- özellikle de kendi işi olduğunda- dikkatini çekmek çok kolaydı. Emre hararetle anlatmaya devam ederken yazdığım mesajı yollayıp yürümeye devam ettim.

"İç tasarımını yıllar önce kabaca yapmıştım ama sadece arşivlerimde duran bir hayal ürününden ibaretti. Genel müdürüm beş yıl önce ürün fikirlerimi bulmuştu. O zaman bu proje üstüne çalışmak istediğini söyledi. Yapılması imkansız bir şey olarak gördüğüm için bütçe ve kaynak ayırmamıştım ama yıllar içinde o adam için imkansızın bir sınır olmadığını görünce tasarımım üzerinde çalışmak için bir ekip kurmasına izin verdim. Bir prototip çıkarmışlar, onu denemek için gittim. Meğerse o kadar yıldır zaten benden gizli araştırıp bilgi topluyor ve insanlarla konuşuyormuş..."

Anka'yı aradığımız arazi evi çevreleyen bir ormanlık alandı. Yürüyüş yapmak için düz bir alanın olmaması ve sürekli bir çukur ya da tümsekle karşılaşmak beni daha çok endişelendirmişti. Düzlük bittiği için en yakındaki ağaca tutunup eğimli topraktan yukarı tırmandım. Emre'ye de gelebilmesi için elimi uzattığımda genç adam elimi tutup kendini yukarı çekti.

"İyiymiş, ürün nasıl bir şey?" diye sordum. Bir yandan sürekli telefonumu kontrol etmem ilgisini çekmiş ama küçük sorum yeniden ilgisini dağıtmıştı.

"Bir lens. Gördüklerini kaydedebiliyor. Kendini kocaman bir kamera gibi düşün, sen nereye bakarsan orayı kaydetmiş oluyorsun..." Emre kaşlarımın kalktığını görünce gururla gülümsedi, insanların bu tepkiyi vermesini seviyor gibiydi.

"Bu çok büyük bir icat Emre! Dünya çapında ses getirecek bir olay. Vay canına! Tebrik ederim!"dedim heyecanla. Numara yapmıyordum, anlattığı kadarıyla gerçekten de imkansızı başarmışa benziyordu. Yüzünde tatmin olmuş bir ifade vardı.

"Sağ ol. Markete çıkarmadan önce geliştirilmesi gerekiyor tabii. Daha hazır değil, ürün çıkmadan önce yüzlerce prototipte test ediyoruz ve bu daha ilki. Bugün denediğim lens göze en fazla on dakika uyum sağlayabiliyor ve kaydın görüntü kalitesi oldukça düşük. Bunlar çözülmesi gereken büyük sorunlar ama yine de başardık diyebilirim."dediğinde bakışlarım Emre'nin kızarmış gözlerine kaydı.

"Tebrik ederim, bu mükemmel bir haber." dedim Emre'nin omzunu sıvazlayarak. Emre'nin telefonuyla telefonuma aynı anda mesaj sesi gelince irkildik. Tahminimce Anla eve dönmüştü ve evden biri onu aramayı bırakabileceğimizi haber veren bir mesaj atmıştı. Ben elimdeki telefonu yüz hizama getirirken Emre de cebinden kendi telefonunu çıkardı.

GÖNDEREN: HALUK MARİN

Benim çocuklar eve doğru yürürken görmüş. Sorun yok.

"Anka eve dönmüş hadi biz de geri gidelim." dedim. Emre'nin bakışları hala telefon ekranındaydı.

Benim yüzüme bir rahatlama yayılırken Emre'nin yüzünde gördüğüm bunun tam tersiydi.

"Ne oldu?" diye sordum.

"Tanımadığım bir numara mesaj attı. Haluk'un tuhaf ekibinden adı Selin olan kız. Sana bir şey sormamı istiyor." dediğinde kaşlarım çatıldı. Selin neden Emre'ye yazmıştı? Daha doğrusu Selin neden bana bir şey sormak için Emre'ye yazmıştı. Bir şeyler karıştırıyor olmalıydı.

"Neymiş?" diye sordum tedirginlik içinde. Emre tedirgin olduğumu anlamıştı.

"Anlamadım. Kaya'ya kitabı sor yazmış sadece." dediğinde birkaç saniye nefes almayı bıraktım. Selin ne yapmak istiyordu? Emre'ye kitaptan bahsetmemi istiyorsa bunu bana kendi söyleyebilirdi o beni zor durumda bırakmayı seçmişti. Bir an Selin'e karşı öfke ve nefretle doldum.

"Neyden bahsediyor? Ne kitabı?" diye sordu Emre. Bu konuyu kapatmama asla izin vermeyecekti.

"Pekala, biraz şöyle oturalım mı?" dedim hemen yanımızda duran büyük taşı göstererek. Emre başıyla onaylayıp taşa oturduğunda ben de diğer ucuna oturdum. Meraklı gözlerle beni izliyordu. Derin bir nefes aldım. Gördüklerimi kendime bile açıklayamazken toparlayıp Emre'ye anlatmak çok zor olacaktı.

***

Emre dönüş yolu boyunca sessizdi. Söylediklerim onun için havada asılı duran bir komplo denizi gibiydi. Bölük pörçük bir katliam planını avuçlarımın içinde tutuyor gibi hissediyordum ve şimdi bu hissi onunla paylaşıyordum.

Kitabı görmek ve incelemek istemesine şaşırmamıştım. Ona kitabı gösterecektim çünkü sayfaların anlamını tek başıma çıkarabilmem mümkün değildi. Selin'de bunun farkında olmalıydı. Müttefik istiyordu ve Emre bulabileceği en iyi müttefiklerdendi. Yine de beni böyle zor durumda bırakmasına hala sinirliydim.

Sessizce ağaçların arasından geldiğimiz yöne doğru yürüyorduk. Ev yenide görüş açımıza girmişti.

"Bu nasıl mümkün olabiliyor? Nasıl her şeyi bilip yönetebiliyorlar? Aklım almıyor, bu delilik." dedi Emre. Bakışlarını yerden ayırmıyor arada bir önüne çıkan küçük taşlara sertöe vurup etrafa saçıyordu.

"Biri tanrı olduğunu düşünüyor." diyebildim sadece. Emre alayla gülümseyerek başını iki yana salladı.

"Biri tanrı olduğunu düşünmüyor Kaya. Biri çoktan tanrı olmuş. Üstelik bu kişi Ayliz bile değil." dedi. Emre'nin bu cümleleri yüzüme soğuk su gibi çarpmıştı. Haklıydı. Kitabı gören, okuyan herkes bir tanrıydı ve bu bir tanrılar savaşıydı.

Telefonum çaldığında Emre'yle daldığımız derin boşluktan geri hayata doğru çekildik. Ekrandaki ismi okudum. 'Doktor Seçkin'

Aramayı cevaplayıp telefonu kulağıma götürdüm. Seçkin'in sesi kulaklarıma dolmadan hemen önce telaşlı sesler gelmişti. Hastanede olmalıydı.

"Pansuman için ne zaman geleceksin?" diye sorduğunda kolumdaki saate baktım. Saat dokuza geliyordu.

"Öğleden sonra gelirim." dediğimde kısa bir süre sessizlik oldu.

"Öğleden sonra yokum. Bir saate kadar gel halledeyim." diye sordu.

"Hastanedeki tek doktor sen misin, ben de başkasına yaptırırım." dedim keyifsiz bir sesle.

"Kim olduğunu bilen tek doktor ben değilim ve bir haber sızdığında elini nasıl bu hale getirdiğini insanlara açıklamak istersen tabii buyur yaptır." dedi Seçkin aynı keyifsizlikle.

"Tamam bir saate ordayım." dedim. Onu göremiyor olsamda bu ani karar değiştirişimin onu eğlendirmiş olduğunu hissetmiştim.

"Bekliyorum." dedi telefonu kapatmadan önce. Emre meraklı gözlerle ona da anlatmamı bekliyordu.

"Doktor Seçkin. Elime pansuman yapacaktı, yanına gitmem gerekiyor." dediğimde Emre başıyla onayladı.

"İstersen benim arabamla git."dedi cebinden çıkardığı anahtarı avcuma bırakırken. Anahtarı avcumda sıktım ve başımla onayladım.

"Kitaptan kimseye bahsetme olur mu? Ne yapmam gerektiğini bilmiyorum Emre." dediğimde Emre anlayışla başını salladı.

"Bir yolunu bulacağız, ben yanındayım." dedi Emre. Yüzündeki rahatlatıcı ifade için minnettardım.

"Kitabı odamdaki kasaya koydum. Şifresini biliyorsun." dediğimde Emre başıyla onayladı.

"Görüşürüz. Dikkatli ol" dedim evin girişinde yanından ayrılırken. Arabaya doğru ilerlerken göz ucuyla Emre'yi izliyordum. Kapının girişinde nöbet tutan ekibe başıyla selam verip elleri cebinde kapıya doğru yürümeye devam etti. Onu izlediğim dakikalar içinde ona kaldırabileceğinden fazlasını mı yüklediğimi düşünüp durmuştum. Sırrı biriyle paylaşmanın üzerimdeki yüzü hafifleteceğini düşünmüştüm ama durum hiç böyle olmamıştı. Cebimden telefonumu çıkardım.

GÖNDERİLEN: SELİN (HALUK)

Bunu bir daha yapmayacaksın.

Mesajı gönderip arabaya bindim. Dikiz aynasından Emre'nin eve girişini izledikten hemen sonra arabayı çalıştırdım. Anka'nın evini ana yola bağlayan toprak yola çıktığımda bir mesaj sesi geldi.

GÖNDEREN: SELİN (HALUK)

Bana teşekkür edeceksin. Demedi deme.

Gözlerimi devirip telefonu yan koltuğa hafifçe fırlattım. Selin'i anlamak imkansızdı. Belki de bu yüzden ona güvenmiştim. Aklından geçenlerle yarışamadığım için en azından eşlik etmek istiyordum. Bu oyunu onun kurallarına göre oynuyordum ama buna bir son vermem gerekecekti. Belki de onu gözümde çok büyütüyordum.

(Bölüm Şarkısı/5: Run The Jewels- Run The Jewels)

İstanbul güzeldi. İnsanı her zaman olduğundan daha iyi hissettiren havası, serin suyu, rengarenk geceleri, durmak bilmeyen koşuşturmacası, zengin geçmişi ve fakir geleceğiyle İstanbul çok güzeldi.

Arabanın camını aralayıp havayı içime çektim. Dünya'nın neresine gidersem gideyim hava hiçbir zaman İstanbul'da kazandığı o keskin kokuya sahip değildi. Bu kokuyu her insan ruh haline göre kolayca farklı biçimlerde tanımlayabilirdi. Mutlu biri için Dünya'nın en güzel kokusuydu İstanbul ama kırgın, kızgın ve hatta yitik biri için leş kokmaktan öteye gidemezdi.

Neredeyse yirmi dakikadır yoldaydım ve her ne kadar aklımı kitaptan almaya çalışsamda bunu yapamıyordum. Gördüklerim gözlerimin önünden bir türlü gitmiyordu. Orada gördüğüm loş oda bir bilim kurgu filminden kesilmiş gibiydi. Gerçek dışı, merak uyandıran ve ürkütücü.

Odada birbirine ne yakın ne uzak duran sedyeler ve sedyelerin üzerinde yarı baygın yatan her yaştan, her ırktan onlarca insan. Yanı başlarında ilacın onlarca farklı formu. Haplar, iğneler, serumlar, tüpler...Başlarında bir doktor olduğu hissine kapıldığım beyaz önlüklü bir silüet ve elinde siyah bir dosya.

Bu görüntü kitabın işleyişine göre bizimle ilgili ve hatta belki de başımıza gelecek bir olaydı. Bu olaydan sonra kitabın çoğu sayfası yırtılmış olsa bile birkaç ürkünç çizim daha vardı ama hiçbiri dikkatimi bu esrarengiz çizimden alamıyordu. Bu çizime olan ilgimin nedenini birkaç saat öncesinde kitabı Emre'ye anlatırken çözmüştüm.

Bunun nedeni ilaçlardı. Bir sedyede baygın bir şekilde ilaca bağımlı yaşayan o çizimler bana beni hatırlatıyordu. Tıpkı yüzünde geçmişin verdiği acı su yüzüne çıkan Emre gibi.

Babamın ben henüz bir çocukken üzerimde denediği ilaçları düşünüyordum. Adını bile bilmediğim onlarca kimyasal. Bir deney faresinin acıklı yaşamıyla küçüklüğümün detek farklı yanı benim herhangi bir fare değil de dünyadaki en değerli deney faresi olmamdı. Sağlıklı bir erkek çocuğu.

Emre anlattıklarımo dinlerken önce dehşete kapılmış, ardından da anıların içinde kaybolmuştu. Emre'yi alıkoyduklarında onu kendilerine bağımlı hale getirebilmek için kullandıkları ilacı hatırlamış olmalıydı. Tek bir dozunu bile kaçırmamak için ne denilirse yapmaya hazır olduğun, hislerini uyuşturup baskılayan ve öl ya da öldür zihniyetine sokan o ilacı.

Böyle bir istismara maruz kalmak insanın ruhunda kolay kolay kapanmayacak, zaman zaman ltihaplanarak kendini hatırlatacak bir yara açıyordu. Emre'nin ne yaşadığını benden başka belki de kimse anlayamazdı. Çünkü bu yara tanıdık hislerin bütünüydü ve kokuyordu. Bu kokuyu sadece tanıyanlar diğerlerlerinden ayırt edebiliyordu.

Çocukken bir oyun olarak girdiğim ve bir daha içinden hiç çıkamadığım bu batakta o resimden farksız bir haldeydim. Baygın, korkak, ümitsiz.

Düşünceli bir şekilde camdan dışarı baktığım sırada gelen korna sesiyle ürktüm. Önümdeki araç oldukça ilerlemiş ve ben bunu fark etmediğim için ilerlemeyerek zaten tıkanık olan trafiği daha çok karıştırmıştım. Arabayı ilerlettim ve nerede olduğumu anlayabilmek için etrafıma baktım. Hastanenin en fazla dört blok arkasındaydım.

İlerleyişim kısa sürmüş ve arabalar yeniden durmuştu. Camı daha çok aralayıp hemen yanımda duran motorcu çocuğa seslendim.

"Kaza mı olmuş?"diye sorduğumda genç çocuk kafasını sağa sola salladı ve ardından sesini duyurabilmek için kaskının siperliğini araladı.

"Yok ağabey, ilerde dizi seti var. Karavanlar, ekip arabaları falan yol kenarında hep. Ortalığın ağzına sıçmışlar."dedi genç çocuk. Başımla onayladım. Demek bu yoğunluğun sebebi bir dizi setiydi.

"Tamam sağ ol."dedikten sonra sağa sinyal verdim. Yakınlarda boş bir park yeri görürsem kalan yolu yürüyerek gitmek en mantıklısı olacaktı. Hemen birkaç yüz metre ötede duran paralı park yerine yaklaştım. Girişteki görevli sağa sinyal verdiğim an park etmeye niyetlendiğimi anlamış olsa gerek koşarak yanıma gelmişti.

"Sen in ağabey, arabayı ben çekerim."dedi benden en fazla iki üç yaş küçük olduğunu düşündüğüm adam.

"Tamam, teşekkür ederim."dedim ve eşyalarımı alıp arabadan indim. Semt korna sesleri ve egzoz kokusuyla dolmuştu. Kaldırımda ilerleyen kalabalığa karışıp yürümeye başladım. Hastaneye ara sokaklardan da gidebilirdim dolayısıyla hemen setin biraz ilerisindeki ara sokağı dönmek için gözüme kestirmiştim.

Sete yaklaştıkça şehrin telaşı ikiye katlanıyor gibiydi. Güneş gözlüğümü saçlarımın arasına tutturup kaldırımı işgal eden setin uyduruk bariyerlerine baktım. Derin bir iç çekip yürümeye devam ettim. İnsanlar kaldırımdan yürüyemedikleri için yolun bir kısmını işgal ediyorlardı.

Bende kalabalığa uyum sağlayıp kaldırımdan yola inmiştim ki karavanların izin verdiğince setin içini görünce duraksadım. Yolun ortasında bir anda öylece durmamı beklemeyen kadın çantasıyla beni itip söylenerek önüme geçti. İnsanları neredeyse durdurarak bariyerlere doğru ilerledim. Kameralar karşısındaki adamı tanıyordum. Bu dün gece Seçkin'e saldıran hasta yakınlarından biriydi. Yüzünde makyajla kapatılmaya çalışılmış morluğu görünce yanılmadığımı anladım.

Hemen arkasında durduğum karavandan sarkan bir adam içeriyi oldukça ilgiyle süzdüğümü fark etmiş olsa gerek bana seslendi.

"Kime baktın?"

"Şuradaki adam oyuncu mu?"diye sordum. Adam parmakla gösterdiğim yere baktıktan sonra oldukça saçma bir şey sormuşum gibi beni baştan aşağı süzdü.

"Evet, Tankut'tan bahsediyorsun Yeni isimlerden, çok sağlam çocuk. Çok büyük hayran kitlesi var, genelde genç kızlar tabii ama tutunacak gibi duruyor bu piyasada..." Adam hararetle Türkiye'nin en yeni yüzünü övüyordu ki lafını böldüm.

"Dün kavgaya mı karıştı?" diye sorduğumda yüzünü buruşturdu.

"Evet, dün gece sokakta üstüne saldırmışlar. Memleket ne hale geldi, sokakta yürürken üstüne saldırıyorlar..."

"Tabii öyledir, memlekette manyak çok." diye mırıldanıp yürümeye devam ettim. Demek ki dün olanları herkese farklı anlatmıştı. Bir de tanınıyorsa ne diye böyle bir magandalığın içine bulaşmıştı?

"Memlekette manyak çok..." diye mırıldandım sinirle.

***

Hastaneye geldiğimde sokaktaki telaştan biraz olsun sıyrılmıştım. Acilen değil de normal girişten girdiğim için Seçkin'i nerede bulacağıma dair bir fikrim yoktu. Danışmaya yaklaşıp çalışan kadına doğru eğildim.

"Merhaba." Genç kadın başını evrakların arasına gömmüştü. Çok meşgul ve oldukça sinirli görünüyordu ama beni görünce yüzünde bir tebessüm belirdi.

"Merhaba, nasıl yardımcı olabilirim?" dedi ilgiyle.

"Doktor Seçkin'i nerede bulabilirim?" dediğimde genç kadın kaşlarını çattı.

"Birkaç tane Seçkin isminde doktorumuz var. Branşını ya da soyadını hatırlıyor musunuz?" diye sorduğunda gülerek başımı iki yana salladım. Daha önce soyadını söylemiş olmalıydı ama bir türlü aklıma gelmiyordu. Bu gerçekten de komikti çünkü Seçkin hakkında bildiğim tek şey bu hastanede çalışan bir doktor olmasıydı.

"Kaya!" diye seslendi bir adam. Arkamı döndüğümde Seçkin'in hemen ileride başka bir doktorla konuştuğunu gördüm. Bana seslendikten sonra beklemem için hareket yapmış ve adamla konuşmasına geri dönmüştü.

"Seçkin Birman." dedi genç kadın.

"Teşekkürler." dedim kadına doğru. Kadın yeniden evraklara gömülmüştü, bense cebimde titreyen telefonu çıkardım. Emre arıyordu. Seçkin'i ve hararetli konuşma içerisinde olduğu kendinden daha yaşlı bir başka doktoru süzerken telefonu cevapladım.

"Efendim?"

"Buldum!" dedi Emre heyecanla.

"Ne oldu?"

"Kitabı incelerken bir şey fark ettim. Çizilen doktorun önlüğünde bir amblem var. Daha doğrusu bir amblemin çeyreği var. Tam sayfanın en altında kalıyor ama bu bir amblem eminim. Biraz araştırdım, bu Seryel Hastanesi'nin amblemi..." Hemen sağımda bulunan hastane broşür standındaki ambleme ve yazıya baktım. 'Seryel Hastanesi'.

"Aklıma bir şeyler geldi, inanması güç biliyorum ama yine de söylemeden edemeyeceğim. Şu Seçkin denen eleman..." Emre 'Seçkin' dediği an hemen karşımda duran adama bakma ihtiyacı hissettim. Ona baktığımı görünce konuşmasını bölmeden bana baktı ve gülümsedi.

"Sence kitaptaki o olabilir mi? Bunca şeyden sonra yan komşumuzun o hastanede bir doktor olması bir tesadüf olamaz gibi geliyor. Araba olayı, dünkü kavga falan derken ben biraz kıllandım."dedi Emre. Aklımdan geçen her şey Emre'nin şüphelerini destekliyordu. Kitaptaki karakterin özellikleri karşılayan bir adamın hemen yanımızdaki evde oturuyor olması imkansız bir tesadüftü. Seçkin'in sabahki tavırlarını düşündüm. Bana 'bildiğini biliyorum' demişti ve evin ne zaman boş olduğunu sormuştu. Kitabı bulduğumu öğrenmiş olabilir miydi? Bu açık bir tehdit miydi? Evin boş olduğu bir zamanda kitabı çalmayı planlıyor olabilir miydi? Hakkında hiçbir şey bilmediğim bu esrarengiz adam sürekli tuhaf tesadüflerde karşımıza çıkıyordu. Ahmet'e saldıranların arabasını satın almıştı. Dünkü kavgadaki adamın aktör olduğunu görmüştüm. Onu da tutmuş olabilir miydi? Seçkin bir yalan hatta hayatımız için bir tehdit olabilir miydi?

"Ben seni daha sonra arayacağım." dedim ve telefonu kapatıp yüzünde çarpık bir gülümsemeyle üzerime doğru yürüyen Seçkin'e gülümsedim. Üzerindeki beyaz önlüğünü ve önlüğün hemen solunda kalan hastane amblemini süzdükten sonra bakışlarımı yüzüne kaydırdım.

"Seçkin Birman...ben seni tanımıyorum. Ama sen beni çok iyi tanıyor gibi görünüyorsun..."diye mırıldandım Seçkin'in duymayacağı kadar alçak bir sesle, yüzümdeki gülümsemeyiyse başından beri hiç bozmamıştım.

İlk sahne hakkındaki duygu ve düşüncelerini bu satıra bırak! 👀

Yaşadığın her şeyin bir kitabın konusu olduğunu öğrensen ve kitap eline geçse geleceğini kitaptan okur muydun? Neden?

Bora ve Kaya'nın arası gittikçe açılıyor. Sence kim haklı?

Seçkin Birman hakkında ne düşünüyorsun?

NOT: Model karakterleriyle ve benimle sohbet edebileceğin, sorular sorabileceğin bir çalışma paylaştım. Hiç görmediysen göz atmayı unutma, sohbette her zaman senin için bir yer var. Gördüysen de yeniden gel, yeni sorularını duymak istiyorum. Seni orada görmeyi sabırsızlıkla bekliyorum.

Gelecek bölümde görüşmek üzere.
Seni seviyorum.
Mutlu kal! xx

Continue Reading

You'll Also Like

KUZGUN By sarekus1

Mystery / Thriller

5.4K 664 23
"Bu yaşta bu zeka, bu merhametsizlik sanki büyümüşte küçükmüş gibisin." Gülmüştü, bilseydi babasının onun nasıl yetiştirdiğini belki az bile derdi. ...
7.4K 280 21
Bir gecede her şey altüst oldu.Hırsız çetesi tarafından kaçırılan genç bir kız, hiç bilmediği karanlık bir dünyanın içine çekiliyor. Ama bu, sadece h...
2.8M 216K 38
*14 Kasım 2023 güncellemesi* İlerleyen bölümlerde yorumlarda birçok spoi ile karşılaşabilirsiniz. Her ne kadar uyarı geçsem, o yorumları silsem de ma...
İHTİLÂF By Emine

Mystery / Thriller

15.8K 1.9K 3
Tutmak için çıldırdığım elleri vardı. Öpmek için delirdiğim gözleri. Bir kez olsun dokunmak için feryat ettiğim çehresi vardı. Asla vazgeçemeyeceğim...