apricity, nahyuck

By swandiel

1.1K 162 185

sonbaharın sunduğu acılı soğukluğun yarasını örten kış sıcaklığı sen oldun. 「na jaemin 🖇 lee donghyuck ... More

sonbahar yağmuru
hissiz çiçekler
yeşeren umut
cam kırıkları

sessiz kıkırtı

159 33 15
By swandiel

"hissetmek... son birkaç gündür kafamda dönüp dolaşan kelime. kimimiz dinlediği şarkıyla yaşadığı bir olayı bağdaştırıp her bir zerresinde şarkının sözlerini hisseder, kimimiz ise basit bir ritme bedensel olarak karşılık verip şarkıyı o şekilde hisseder. tıpkı birkaç gün önce benim yaptığım gibi. şimdi ise sadece düşünerek hissediyorum. iyi ya da kötü hissetmemizin nedeni düşündüğümüz şeylerdir. çünkü hissetmek düşünmekle başlar.

şündükçe kötü hissetmemin nedeni ise ellerimden kayıp giden geleceğime yalnızca acı dolu bir gülüş ile seyrediyor oluşum. ellerim bomboş, bacaklarım ise kendini tutamayacak kadar güçsüz. bedenimle beraber güçsüzlüğün doruk noktalarını yaşayan ruhum ise çaresiz..."

derin bir nefes verip günlerdir güncellemediğim bloguma oldukça çaresiz olduğumu belirten iletimi paylaşıp dizüstü bilgisayarı yanıma koymuştum. renjun, yanımda olmadıkları zaman sıkılmayayım diye bilgisayarını bana ödünç vermişti. gerçi ilgilendiğim pek söylenemezdi. gözümü açtığım günden beri geçirdiğim sinir krizleri, beni daha kötü bir duruma sürüklemişti. iyileşemeyeceğim düşüncesi beynimde defalarca yankılanırken, içimde büyüyen sinir duygusu dışarıya taşıyor ve yalnızca kendime değil çevreme de zarar veriyordum. yapılan sakinleştiriciler ise zavallı bedenimin yorgun düşmesini sağlıyordu.

günlerdir sakinleştiricilerin etkisiyle normalden fazla uyuyor ve öğünlerimi sesimi çıkarmadam yiyordum. her ne kadar itiraz etmek için içimde fırtınalar kopsa da vücudum buna izin vermiyordu. kendime yaptığım kötülük içimde büyüyor, yok olmak istiyordum. kendi dikkatsizliğim mi daha büyük kötülük yoksa yok olmayı istemem mi kestiremiyordum. sürekli geçirdiğim krizler çevremi etkilese de kendimi durduramıyordum ve sonrasında çektiğim pişmanlıklar daha çok yüreğime oturuyordu.

gözlerimi açtığımdan beri bacaklarımı hissedememem bir yana yaşadığım psikolojik sıkıntılar daha çok bunaltmıştı kafamı. iyisini düşünemiyordum. yürüyebilme umudunu kendi içimde yok etmiştim. arkadaşlarımın ve abimin desteği ne kadar moral olsa da kendimle barışamıyordum. kendimden bu kadar nefret ederken çevremin bana bu kadar destek veriyor oluşu daha çok ağlama isteğimi getiriyordu. kendimi korkunç biri olarak görüyor, çevremin bu korkunç birine verdiği desteğe anlam veremiyordum.

ben çoktan parmaklarımla oynayıp düşüncelere üzgün suratımla dalmışken odanın açılan kapısıyla başımı oraya yöneltmiştim. içeriye elindeki yemek tepsisiyle ve gülen yüzüyle giren hemşire yalnızca yemeğimi değil renjun ve jeno'yu da peşinden getirmişti. günlerdir gülmeyen yüzüm gülen insanları gördükçe daha çok düşüyordu. bunun farkına varmam kısa sürmediğinden çevremdekilerle göz teması kurmayı kesmiştim.

hemşire bana her zamanki gibi bir şeyler demiş ancak ona geri dönmemiştim. en sonunda şakacıktan kızgın ifadesini takınıp beni azarlamış ve afiyet olsun diyerek odadan ayrılmıştı. içeride renjun, jeno ve ben yalnız kaldığımızda etrafı saran sessizliğe ayak uydurmuştum. en sonunda renjun yanıma ulaşmış ve yatağımın boş kalan kısmına oturup yemek tepsisini kendine doğru çekmişti. jeno da yatağımın yanındaki koltukta yerini almıştı.

renjun, üzerinden duman çıkan çorbama kaşık daldırıp soğutmaya çalışıyordu. kendim yemeğimi yemek istemeyeceğimi bildiklerinden zorla bana yedirmeye çalışıyorlardı. başta fazlaca zorluk çıkarsam da sonradan alışmıştım. hatta işime gelmeye bile başlamıştı.

abim akşamları iş çıkışında yanıma geliyor ve tüm gece benimle kalıyordu. doktorumla en çok işli dışlı olan oydu ancak o da ne kadar burada zorla tutulacağımı bilmiyordu. gündüzleri ise en çok yanıma renjun ve jeno geliyordu. bazı günler yanlarında bazı arkadaşlarımı da getiriyorlardı. hepsinin gelmesini çok istiyordum ama burada olmamı sağlayan dert yüzünden yoğun çalıştıklarının farkındaydım.

ilk gün geçirdiğim krizin ardından göz yaşlarımın arasından dökülen cümlelerle renjun ve jeno daha çok üzülmüş ancak diğer arkadaşlarımıza da haber verip durumu halledeceklerini söylemişlerdi. nasıl yapacakları hakkında hiçbir fikrim yoktu ancak geldikleri her gün güler yüzleri hiç solmamıştı. bu büyük sıkıntı karşısında nasıl gülebildiklerini bilmiyordum ama içimdeki ses işlerin yokunda gittiğini söylüyordu.

renjun en sonunda kaşıktaki çorbaya üflemeye başlamıştı. nazikçe çorbayı içirirken sıcaklığı boğazımı yakıyor ancak sesimi çıkarmıyordum. en sonunda sessizliğe dayanamayan jeno boğazını temizleyerek dikkat çekmeye çalışmıştı. başımı ona doğru çevirmedim ancak ikisinin odaya girdiğinden beri yaydığı mutlu enerjiyi onları tanımayan insanlar bile fark edebilirdi.

"güzel haberi en son vermeyi düşünüyorduk ama paranın neredeyse toplandığını söylemek istedik." duyduklarımla kaşlarım havalanmış ve başımı hızlıca jeno'ya çevirip "cidden mi?" diye hızlıca sormuştum.

uzun zamandan sonra ilk defa böyle bir tepki veriyor olmam ikisini de mutlu etmiş olacak ki kocaman gülümsemelerini sergileyip başlarını sallamışlardı. onlarla beraber gülüp anın tadını çıkarmayı her şeyden çok istemiştim ancak yalnızca başımı geri yatırıp küçük bir tebessüm yerleştirmiştim yüzüme. buruk bir mutluluk ifadesini en iyi yansıtan tebessümdü.

"hem stüdyomuz elimizde olmuş olacak hem de sen tekrar yanımıza gelip bizimle beraber orada dans edeceksin." renjun sözlerini ağzıma tıktığı lokmayla beraber tıkarken dediklerinin hayalini düşlemeye başlamıştım.

eskisi gibi zamanı yok sayarak küçük ama anlamı benim için oldukça büyük olan stüdyoda dans etme arzusu içimde büyürken gözlerim dolmuş ancak gözlerimi yumarak göz yaşlarıma izin vermemiştim. mahvettiğim her şey gibi arkadaşlarımın mutluluğunu da mahvedemezdim. onun yerine olabildiğince gülümseye çalışmıştım. sahte göründüğünü biliyordum ancak göz yaşlarımı önlerine sermekten iyiydi.

"parayı nasıl toplayabildiniz? zorlu olmadı mı?" ağzımdakini yutmuş ve renjun'in yeni bir lokma tıkmasına izin vermeden hızlıca sorumu yöneltmiştim. tatsız hastane yemekleri içimi baysa da alışmıştım ancak asla hoşlanamamıştım bu yemeklerden.

"özel ders vermeye başladık diyelim." jeno bakışlarını tepsimden bana doğru çevirip konuşmaya devam etmişti. "çalışan aileler çocuklarını gün içinde bırakacak kişi bulamayınca bizde eğlenirler diye düşünüp çocuklarına özel ders vermeye başladık."

renjun'in ağzıma tıkayacağı lokmadan bu sefer kaçamamıştım. ağzıma tıktığı lokmanın ardından söze o devam etmişti. "talep o kadar fazlaydı ki neredeyse koca bir sınıfı dolduracak çocuğumuz var." ikisi aralarında gülüşürken onlara bu sefer içten bir tebessüm yollamıştım.

"onlara senden de bahsettik hepsi sen hastaneden çıkınca seni bekleyecek ve beraber dans edeceksiniz." gözlerimi şaşkınca büyültmüştüm. böyle bir şeyi beklemiyordum. boğazım düğümlenirken o anlara tanıklık edemediğim için üzülmüş ancak bu sefer dışarıya yansıtmamıştım. kim bilir belki de içime umut dolmaya başlıyordur diye düşünerek tekrar anlattıkları şeyleri dinlemeye başlamıştım.

bana stüdyoda yaptıkları etkinliklerden bahsetmişlerdi. bazı çocukların komik sakarlıklarını, bazılarının ise gerçekten iyi bir dansçı olabileceklerinden bahsetmişlerdi. hatta beni oldukça merak eden çocuğun videosunu bile izletmişlerdi. minik kolları ve minik bacaklarıyla etrafta koştururken uzun saçları da onunla beraber hopluyordu. etrafa gülücükler saçarken kızaran yanakları daha da sevimli gözükmesini sağlıyordu.

renjun ve jeno'nun anlattıklarıyla keyfim yavaş yavaş yerine geliyordu. o an için gerçekten iyileşip o küçük çocuklarla birlikte olmak istemiştim. yemeğim çoktan bitmiş ikilinin konuşmalarını dinlerken ve arada bir iki kelime de olsa onlara katılırken göz kapaklarımın ağırlaştığını hissetmiştim. yemekten sonra aldığım ilaçlar uykumun gelmesini sağlıyordu. kendimi tamamen uykunun kollarına bırakmadan önce duyduğum şey renjun ve jeno'nun kahkahası olmuştu.

- ' ✧ ' -

yüzüme vuran güneş ışıklarıyla gözlerimi aralarken eskisi kadar yakmadığını hissedebiliyordum. günler birbirini kovaladıkça mevsim geçişleri kendini belli ediyordu. hastaneye ilk geldiğimde yüzümü kavuran güneş şimdi yalnızca ısısını benimle paylaşıyordu.

yavaşça yatağımdan doğrulup canımı acıtmamaya çalıştırarak gerindim. yalnızken çok sıkıldığımdan biraz daha uyumak istesem de olmayan uykum gözlerimin daha çok açılmasını sağlamıştı. yavaş hareketlerle yatağımdan kalkmıştım. odamdaki kişisel lavaboya ilerleyip sanki odada biri varmış gibi kapıyı arkamdan kapamıştım.

aynaya doğru ilerlerken solan cildimle karşılaşmam yüzümü anlık olarak düşürse de en güzel gülüşlerimden birini yüzüme yerleştirip aynada bir süre kendimi incelemeye başlamıştım. yüzümden daha çok boynumun aşağısındaki morluklar ve kızarıklıklar daha çok belirginleşmeye başlamıştı.

derin nefesler alıp suyu açmıştım. her zaman parlayan esmer cildimin bu halini görmek bana işkence gibi geliyordu. suyun soğuk tarafını çevirim ne kadar acıtacağını bilsem de yüzüme buz gibi soğuk suyu çarpmaya devam etmiştim. üzülmek için bir sebebim yoktu bu yüzden umudumun ellerimden kayıp gitmesini izleyemezdim. bu kötülüğü kendime yapamazdım.

toparlandığımdan emin olup suyu kapamış ve yüzümü aynayla yeniden buluşturmuştum. inat olsun diye yüzüme yerleştirdiğim kocaman gülümseme kahkahaya dönüşmüş, odamın içinde yankılanıyordu. yüzümü güzelce kurulamış ardından odadaki küçük dolaptan gri bir eşofman ve beyaz bir tişört çıkartmıştım. içimi karartacak renklere yer vermediğim dolabın kapağını kapatıp annemin son bir haftadır her gün olduğu gibi başucuma bıraktığı çiçek buketini elime almıştım.

telefonumdan rastgele bir şarkı açıp sesi sonuna kadar açmıştım. yalnız olduğum odanın içinde yankılanan şarkımla beraber çiçek buketimi okşuyor, şarkıya eşlik ediyordum. bu sefer mutlu hissedeceğim şarkıyla güne başlamak yerine yavaş bir şarkıya eşlik ederek başlamıştım. şarkı söylemek şüphesiz beni mutlu ediyordu ancak şarkıların hepsini kendim için söylüyordum. olduğum bu garip durup kendimi yalnızlığa itse de ben kendimi şarkılarda buluyordum.

ziyaretime gelen birkaç arkadaşım dışında sürekli olarak yanımda annem vardı ve o da bir haftadır gün boyu yok oluyor, akşamları ben uyuklarken saçlarımı nazikçe okşuyordu. tek umudum kendim olurken yalnız kaldığım şu günlerde kendimi şarkılarda bulup neşeleniyordum. bugün yavaş bir şarkı açsam da keyfim oldukça yerindeydi ancak mutluluğumu kendi içimde yaşamak biraz üzüyordu.

düşünceli bir şekilde şarkımı söylemeye devam ederken başımı odamın büyük camına çevirmiştim. güneş her ne kadar kendini belli etse de mavi gökyüzündeki yerini pamuk arkadaşlarıyla paylaşmıştı. odam fazla üst katlarda olmadığından hastane bahçesini rahatlıkla göz önüne seriyordu. fazla insanın olmaması dikkatimi çekmişti. uyandığımdan beri sessizliğin hakim olması bugün yoğun olmadığını kanıtlıyordu. belki de karşı odadaki çocuk iyi dileklerimi duyup kendini sakinleştirmeyi başarmıştı.

ben düşüncelere dalmışken şarkım çoktan sona ermiş ben de bakışlarımı pencerenin önünden çekip telefonuma yönlendirmiştim. canım oldukça sıkılıyordu. hastanenin yoğun olmamasını göz önünde bulundurarak belki koridorlarda dolaşabilirdim. her ne kadar hastane ortamı olsa da etraftaki hemşirelerle sohbet etmek veya yardımcı olmak hoşuma gidiyordu. tamamen yalnız kalıp kendimi boşluğa sürükleme fikri hiç benlik değildi.

yatağıma iyice yerleşirken odaya güler yüzüyle giren hemşireye ben de gülümsemiştim. her zamanki neşesini benden esirgememiş ve içinde ilaçlarımın da bulunduğu tepsiyi yemek masasıyla beraber önüme çekmişti. gelen hemşire orta yaşlı ve kısa boylu şirin bir kadındı. ilk geldiğimden beri ben dahil diğer hastalara arkadaş gibi yaklaşmaya çalışıyordu. bugün aramızda geçen havanın gitgide soğuması muhabbetinden sonra dediği şey dikkatimi çekmişti.

"karşı odaya yeni gelen çocuk da güz gibi esip gürlüyor sonrasında da kedi gibi hiç sesi çıkmıyor çözemedim gitti." dediğiyle gülümsemiş ve merakımı biraz daha arttırmıştım.

"buraya alışınca eminim ki iyi olacaktır aranız." yerimden doğrulup kurduğum cümleyle başını onaylar anlamda sallamıştı.

"doğru diyorsun. hadi yemeğini soğutmadan bitir ilaçlarının saatini de geçirme. bir sürü işim var benim." dediğiyle gülümseyip onu onaylamıştım. kapıyı kapatırken yemeğime dönmüştüm ve asla sevemediğim yemeklerden zorla da olsa yemeye başlamıştım.

sıkılmaya başladığımı hissederken elimi telefonuma götürmüştüm. nadiren fotoğraf attığım sosyal medya hesabımda dolaşırken aylardır girmediğim uygulama dikkatimi çekti ve belki sıkıntım gider diye düşünüp uygulamaya girdim. çoğu kişi bir konu hakkındaki görüşünü veya anılarından bahsediyordu. uzun süredir üye olamama rağmen bir paylaşım yapmamıştım. belki ilerleyen günlerde sıkıntımı alır diye tanımadığım bir sürü insanla düşüncemi paylaşma fikrini aklıma kazıdım ve günün öne çıkan iletilerini okumaya başladım.

yaklaşık yarım saat önce güncellenmiş olan bir ileti dikkatimi çekmiş ve okumaya başlamıştım. hissetmekten bahsediyordu ancak bu kadar güzel bir duyguyu depresifçe kaleme alış şekli kaşlarımı çatmama sebep olmuştu. yemeğimi bitirmek üzereyken yorum yapacağım yeri bulup yavaşça düşüncelerimi yazmaya başlamıştım. okuyup umrunda olacağını düşünmüyordum ama fikrimi belirtmek istemiştim.

"düşünmek sandığın kadar kötü hissettirmez insana. aksine yeni ufuklar keşfedersin ya da hiç tanımadığın insanlarla en derinden hissedebileceğin anlamlar çıkarırsın. ruhun ise hislerinle birlikte çiçek açar, ruhunun güzelliği bedenine şifa olur."

yorumumun güzel olduğunu düşünüp göndermiş telefonumu kilitlemiştim. her gün içtiğim ilaçları yeniden mideme yollarken bundan bıktığımı fark etmiş ve bir an önce iyileşmeyi tekrardan aklıma koymuştum. buradan çıkışım tahminime göre daha erken olacaktı.

yemek yedikten sonra bastıran ağırlıkla kendimi bırakmak istemiştim ancak hastanenin boş olması işime gelir düşüncesine kapılarak ayaklarımı yerle buluşturmuştum. dişlerimi hızlıca fırçalamış ve üzerime çeki düzen vererek kendimi hastane koridoruna bırakmıştım. gerçekten de boştu. etrafta ne hasta vardı ne de hemşire. karşı oda bile sessizliğe gömülmüştü. bir an içim tüm hastanenin beni terkedip başka hastaneye kaçtığını düşünsem de kendime gülüp adımlarımı boş koridorda atmaya başlamıştım.

adım attıkça kendini belli eden bacak ağrılarıma aldırış etmemiş ve yüzümdeki gülümsemeyle boş koridorun tadını çıkartmaya başlamıştım. yavaş adımlarımla koridorun sonuna gelmiştim. kafamdaki düşünceler susmuyordu ancak beni rahatsız edecek türden değildi bu yüzden bu seferlik kafamın kendi kendini yormasına izin vermiştim. eğer karşımda biri olsaydı onunla sohbet edebilir veya anlatacağı şeyleri dinleyebilirdim. ancak bugün tamamen kendimle baş başa kalacağım aşikardı.

çabuk sıkılan bir insan olmaktan nefret etsem de koridorun sonundan geriye doğru odama adımlamaya başlamıştım. bu sırada karşıdan elinde boş tepsiyle birlikte siyah saçlı ve uzun boylu tahminen benim yaşlarımda olan genç benim olduğum yöne doğru adımlıyordu. muhtemelen boş tepsiyi nereye koyacağını bilmediğinden etrafa bakınıyordu.

hem yardım etmek amaçlı hem de konuşabileceğim biri olduğunu düşündüğümden beni fark etmesi için elimi sallamıştım. beni görünce ilk başta ona el saldığımı anlamamış ve arkasına bakmıştı. ona el salladığımı anlaması biraz uzun sürse de kendine el salladığımı anlayınca gülümsemiş ve yanıma doğru adımlamıştı.

"tepsiyi nereye koyacağımı bilmiyordum herhalde sen biliyorsundur?" başımı sallayıp beni takip edebilmesi için önden yürümeye başlamıştım. ağır adımlarıma ayak uydurmuş ve beni takip etmeye başlamıştı. en sonunda tepsilerin koyulduğu yere geldiğimizde boş tepsiyi uzatmış ve bana dönmüştü.

"teşekkür ederim." gülümseyerek söylemesi beni sevindirse de konuşmayı kesmek istemiyordum. gün boyu sıkıldığım koca hastanede çok arkadaşım yoktu ve ben sıkıntımı bir türlü atamıyordum.

"rica ederim." konuşmayı sürdürmek için işin garipliğini göze alarak sözlerime devam etmiştim. "uzun zamandır buradayım ama seni ilk defa görüyorum."

"aslında arkadaşım için birkaç gündür buradayım. gündüzleri başka bir arkadaşımla gelip onunla kalıyoruz." geldiğimiz yöne doğru beraber adımlarken sohbeti kesmeyip devam etmesi beni sevindirmişti.

"birkaç gündür dediğine göre karşı odamda kalanlar siz olmalısınız." konuşmanın tuhaflaşmaması için içimden dua ederken işler garipleşmeden sözlerine devam etmişti.

"başka yeni gelen hasta var mı bilemiyorum ama büyük ihtimalle." cevaplarken ortam yeniden sessizleşmiş bu sırada çoktan odalarımızın önüne gelmiştik.

"evet öyleymiş. ben rahatsızlık vermeyeyim daha fazla." gülümseyerek odamın kapısını açacakken karşımdaki gencin sesiyle duraksamıştım.

"rahatsızlık vermedin aslında..." biraz duraksamış ve elini siyah saçlarına daldırmıştı. "sıkılmış görünüyordun içeride bir arkadaşım daha var eğer istersen gelebilirsin." gülümseyip başımı hızlıca sallamıştım. içimdeki merak daha da artarken hâlâ adını öğrenemediğim çocuk çoktan kapıyı açmıştı. birileriyle konuşmaya oldukça ihtiyacım vardı ve ben bu fırsatı kaçıramazdım.

beni önden geçirip kendisi de girince arkasından kapıyı kapamıştı. bu sırada elindeki telefondan gözlerini ayıran bir çift şaşkın göz bana doğru bakmaya başlamıştı. yanında derin bir uykuya dalmış olan beden ise hemşirenin dediği gibi kedi gibi sakin duruyordu. onca bağırışın ardından bir eser kalmamış, sanki duyduğumla gördüğüm farklı insanlar gibiydi.

siyah saçlı çocuk arkamdan gelmiş ve şaşkınca bakan bedene nasıl karşılaştığımızı anlatınca şaşkınca bakan bakışlar yerini sıcacık bakışlara bırakmış ve bir gülümseme sunmuştu. ayağa kalkıp bana selam vermişti.

"merhaba! ben renjun." ben de gülümseyerek ona kendimi tanıtmış ve sorar bakışlarla adını bir türlü öğrenemediğim siyah saçlı gence bakmaya başlamıştım. o da ne olduğunu sorar gibi yüzüme bakmaya başlayınca adının renjun olduğunu öğrendiğim çocuk onu dürtmüş ve sonradan anlar gibi başını sallayıp kendini tanıtmıştı.

"ben de jeno." gülümsemiş ve yeni kişiler tanıdığım için sevinmiştim. renjun oturmam için yanındaki yeri pat patladığında yanına adımlamış ve oturmuştum. uzun süre ayakta durduğumdan oturunca anladığım bacaklarımın ağrısıyla istemeden yüzümü buruşturmuştum.

"ne kadar süredir buradasın?" renjun merakla sorduğunda ortamın garip havasını yumuşattığı için içimden teşekkür etmiştim.

"yaklaşık bir ay diyebilirim." biraz duraksamış ve devam etmiştim. "normalde evden ilaçlarımı almaya devam edecektim ama belirtilerim ilerleyince doktor burada tedavi olmamı uygun gördü." renjun anladığını belli eder bir şekilde başını sallamış ve hemen söze girmişti.

"sanırım fazla rahatsızlık verdik umarım rahatsız olmamışsındır." hızlıca başımı iki yana sallamıştım.

"hayır aksine şu an konuşabildiğim birileri olduğu için mutluyum. gün içinde yalnız kalıyorum çünkü."

"istediğin zaman buraya gelebilirsin hem jaemin için de iyi olur." jaemin dediği kişinin yatakta uyuyan çocuk olduğunu anlamam uzun sürmemişti. uykusu çok derin olmalıydı. rüyasında ne görüyor tabii ki bilemezdim ama arada çattığı kaşları güzel bir rüyayı temsil ediyor olamazdı.

"jaemin'e ne oldu?" merakımı gidermek için aniden sorduğum soru ne kadar doğruydu bilemezdim ama her şeyden çok merak ediyordum.

ikisinin de beraber anlattığı olay korkunçtu. bu kadar çok sevdiği şeyden bir kaza yüzünden ayrı düşmesi onu yıpratmış olmalıydı. sevdiğimiz bir şeyin elimizden alınması olduk körü bir durumken bunun kendi hatan olduğunu düşünmek ayrı bir yıpratırdı insanı. jaemin'in üzüntüsünü ve üzüntüsünü dışarıya vuruş şeklini anlamaya çalışmıştım. kesinlikle benim yapacağım bir şey değildi ancak onu mutlu edebilirdim.

ikiliyle daldığım sohbet baya ilerlemiş aralara küçük kahkahalar bile eklenmişti. saatin nasıl geçtiğini anlayamamış hâliyle odada bir kedi gibi derin uykuya dalan jaemin'i unutmuştuk. akşam güneşi odayı doldurmaya başlarken açılan bir çift parlak gözden habersiz sohbetimizi sürdürmüştük.

konuşmamız gitgide komik bir hâl almaya başlarken ılık akşam güneşi kendini iyice odanın içinde belli etmişti. uzun zamandır ilk defa birileriyle bu kadar çok konuşuyordum ve bu oldukça iyi hissettirmişti. saat kaçı gösteriyordu bilmiyorduk, zaman kavramı kahkahalarımız arasında kaybolmuştu. bir süre sonra hepimiz tanıdık olmayan bir kıkırtıyla jaemin'e dönmüştük. bakışlarımızı fark eden jaemin, benimle göz göze gelmiş ve aniden örtüsüyle yüzünü gizlemişti.

merhabalaar bölüm çok ani gelişti aniden aklıma ne geldiyse yazdım bu yüzden mantık hatası olduysa kusura bakmayın umarım hoşunuza gitmiştir ve bolca yorum yaparsınız❤️

nahyuck'u çokça sevin❣️

Continue Reading

You'll Also Like

33.8K 1.9K 32
Kızın sesini duyunca Alaz'ın omuzları gevşedi. "Öldüm, Asi." Gözlerini kızın yüzünde dolaştırdı. "Sensiz geçirdiğim her gün biraz daha öldüm." Asi al...
54.2K 2.8K 42
Komşunuz Barış Alper Yılmaz olursa ne mi olur?
303K 29.3K 40
jeon: içtiğim boktan sigaraların seni bana getireceğini biliyor olsaydım, çoktan ciğerlerime siktiri çekmiştim. for ne jupiter.
205K 8.4K 38
ʜᴇʀ şᴇʏ ꜱᴀʟᴀᴋ ᴋᴀʀᴅᴇşɪᴍɪɴ ʏᴀʟᴀɴıʏʟᴀ ʙᴀşʟᴀᴅı... ꜱɪᴢ: ᴅᴇʟɪᴋᴀɴʟıʏꜱᴀɴ ᴋᴏɴᴜᴍ ᴀᴛᴀʀꜱıɴ!