sessiz kıkırtı

158 32 15
                                    

"hissetmek... son birkaç gündür kafamda dönüp dolaşan kelime. kimimiz dinlediği şarkıyla yaşadığı bir olayı bağdaştırıp her bir zerresinde şarkının sözlerini hisseder, kimimiz ise basit bir ritme bedensel olarak karşılık verip şarkıyı o şekilde hisseder. tıpkı birkaç gün önce benim yaptığım gibi. şimdi ise sadece düşünerek hissediyorum. iyi ya da kötü hissetmemizin nedeni düşündüğümüz şeylerdir. çünkü hissetmek düşünmekle başlar.

şündükçe kötü hissetmemin nedeni ise ellerimden kayıp giden geleceğime yalnızca acı dolu bir gülüş ile seyrediyor oluşum. ellerim bomboş, bacaklarım ise kendini tutamayacak kadar güçsüz. bedenimle beraber güçsüzlüğün doruk noktalarını yaşayan ruhum ise çaresiz..."

derin bir nefes verip günlerdir güncellemediğim bloguma oldukça çaresiz olduğumu belirten iletimi paylaşıp dizüstü bilgisayarı yanıma koymuştum. renjun, yanımda olmadıkları zaman sıkılmayayım diye bilgisayarını bana ödünç vermişti. gerçi ilgilendiğim pek söylenemezdi. gözümü açtığım günden beri geçirdiğim sinir krizleri, beni daha kötü bir duruma sürüklemişti. iyileşemeyeceğim düşüncesi beynimde defalarca yankılanırken, içimde büyüyen sinir duygusu dışarıya taşıyor ve yalnızca kendime değil çevreme de zarar veriyordum. yapılan sakinleştiriciler ise zavallı bedenimin yorgun düşmesini sağlıyordu.

günlerdir sakinleştiricilerin etkisiyle normalden fazla uyuyor ve öğünlerimi sesimi çıkarmadam yiyordum. her ne kadar itiraz etmek için içimde fırtınalar kopsa da vücudum buna izin vermiyordu. kendime yaptığım kötülük içimde büyüyor, yok olmak istiyordum. kendi dikkatsizliğim mi daha büyük kötülük yoksa yok olmayı istemem mi kestiremiyordum. sürekli geçirdiğim krizler çevremi etkilese de kendimi durduramıyordum ve sonrasında çektiğim pişmanlıklar daha çok yüreğime oturuyordu.

gözlerimi açtığımdan beri bacaklarımı hissedememem bir yana yaşadığım psikolojik sıkıntılar daha çok bunaltmıştı kafamı. iyisini düşünemiyordum. yürüyebilme umudunu kendi içimde yok etmiştim. arkadaşlarımın ve abimin desteği ne kadar moral olsa da kendimle barışamıyordum. kendimden bu kadar nefret ederken çevremin bana bu kadar destek veriyor oluşu daha çok ağlama isteğimi getiriyordu. kendimi korkunç biri olarak görüyor, çevremin bu korkunç birine verdiği desteğe anlam veremiyordum.

ben çoktan parmaklarımla oynayıp düşüncelere üzgün suratımla dalmışken odanın açılan kapısıyla başımı oraya yöneltmiştim. içeriye elindeki yemek tepsisiyle ve gülen yüzüyle giren hemşire yalnızca yemeğimi değil renjun ve jeno'yu da peşinden getirmişti. günlerdir gülmeyen yüzüm gülen insanları gördükçe daha çok düşüyordu. bunun farkına varmam kısa sürmediğinden çevremdekilerle göz teması kurmayı kesmiştim.

hemşire bana her zamanki gibi bir şeyler demiş ancak ona geri dönmemiştim. en sonunda şakacıktan kızgın ifadesini takınıp beni azarlamış ve afiyet olsun diyerek odadan ayrılmıştı. içeride renjun, jeno ve ben yalnız kaldığımızda etrafı saran sessizliğe ayak uydurmuştum. en sonunda renjun yanıma ulaşmış ve yatağımın boş kalan kısmına oturup yemek tepsisini kendine doğru çekmişti. jeno da yatağımın yanındaki koltukta yerini almıştı.

renjun, üzerinden duman çıkan çorbama kaşık daldırıp soğutmaya çalışıyordu. kendim yemeğimi yemek istemeyeceğimi bildiklerinden zorla bana yedirmeye çalışıyorlardı. başta fazlaca zorluk çıkarsam da sonradan alışmıştım. hatta işime gelmeye bile başlamıştı.

apricity, nahyuckΌπου ζουν οι ιστορίες. Ανακάλυψε τώρα