Dancing With Devil.

By hagnetsu

37.6K 4.3K 4.9K

Onun zihni kirli ve elleri üzerimde, Oh, evet sen şeytansın ve beni de yakacaksın. Geceyi tutuştur, bu bizim... More

1.Bölüm
2.Bölüm
3.Bölüm
4.Bölüm
5.Bölüm
6.Bölüm
8.Bölüm
9.Bölüm
10.Bölüm
11.Bölüm
Şeytanın Kirpiklerinden Dökülen Küller.
Şeytanın Parmak Uçlarından Dökülen Küller
12.Bölüm
13.Bölüm (NSFW)
14.Bölüm
15.Bölüm
16.Bölüm
17.Bölüm
18.Bölüm
19.Bölüm
20.Bölüm|FİNAL.
Yıldızın dileği, gecenin ta kendisi|ÖZEL BÖLÜM
Şeytanın gölgesi değil, Sadece Xiao Zhan|ÖB.

7.Bölüm

1.6K 213 226
By hagnetsu

Evren, yaratıldığı andan itibaren alışagelmiş bir düzene sahipti. Geçmişten bugüne insanlar bu düzenin içinde yaşamaya çalışmış, hayatın her bir köşesine kendilerinden bir iz bırakarak hiç var olmamış gibi yok olmuştu.

Düzen buydu. Aldığın son nefese kadar acıları yüklenmek, verdiğin son nefesle tüm mücadelelerinin bir hiçmiş gibi yok olması.

İnsanların ruhları bu düzenin içinde birer ev gibiydi. Bazılarının bahçesinde çiçekler açardı, duvarları çeşitli renklerle boyanırdı ama içine girdiğiniz an çiçeklerin topraklarında başkalarının tohumları olduğunu görürdünüz. O evlerin duvarları kan kokardı, içinde sizin renginizi sömürüp duvarını boyamayı bekleyen insanları barındırırdı.

Bazılarının bahçesi taşlı yollardan oluşurdu. O taşlı yolların sizi götürdüğü her kapı başka bir günahı beslerdi. Kapıların ardında işlediğiniz günahları kimse görmezdi ama üzerine bastığınız her taş işlenilen günahların izini taşırdı.

Kimilerinin evi ise görkemle parlardı. Yıkılmazmış gibi sağlam görünür, her detayı özenle işlenilmiş ve temiz olurdu. Göz kamaştıracak kadar abartılarla süslenmişken, bakan herkes o bahçeye girmenin yasak olduğunu düşünüp sadece uzaktan izlemeye cesaret edebilirdi. Oysa o evlerin içinde tek bir eşya dahi olmazdı. Yalnızlık kokan duvarlar, harabeyi andıran hatırları ve kırılmış parçalarıyla oynayıp onları bir yapboz gibi birleştirmeye çalışan ruhları barındırırdı.

Benim bir evim yoktu.

Xiao Zhan'ın ruhu ise bu evlerden hiçbiri değildi.

Evren, tanrının yarattığı düzendi. Çünkü Xiao Zhan evrenin değil, kendi yarattığı düzene göre yaşardı.

Onun evi cehennemin ta kendisiydi. Alevlerin arasında, kimsenin gözlerini bile değdirmeyeceği bir görkemlikteydi. Tehlikeli olduğu her tarafından belliydi, ama bu içinde neler barındırdığını merak etmeye engel olamazdı.

Xiao Zhan'ın evi tamamen bir yanılsamaydı. Bunu benden başka kimsenin fark ettiğini sanmıyordum. Evin içi, dışını aratmayacak şekilde ağzı açık bırakacak şeyler barındırıyordu ama sadece onu gerçekten tanıyan birisi, içerideki tüm şeylerin birer oyun olduğunu anlayabilirdi. Bir labirent gibi, girdiğiniz her oda başka bir yere açılıyordu ve sizi götürmek istediği yere kolaylıkla kilitli kapılardan uzak tutarak sürükleyebiliyordu.

Ve insanlar onun yenilmez olduğuna inanıyordu. Onu hiçbir acının etkileyemeyeceğine, en ağır darbeleri bile dudaklarında sinsi gülümseme ile karşılayacağına koşulsuz bir şekilde inanıyordu.

Oysa o da herkes gibi bir insandı. Nasıl acıları olmazdı? Nasıl güçsüz düşmezdi?

Xiao Zhan, şeytanın aynadaki yansıması, o bir ev değildi.

Cehennem onun asıl eviydi. O, bir odaydı.

Görkemlikler ve abartılar arasında gözleri kör olmuş insanların göremeyeceği, karanlıkta tek başına kalmış ve hiçbir merdivenin ya da koridorun sonunun o kapıya çıkmadığı kilitli bir oda. O odanın içinde gerçek Xiao Zhan'ın hatırları, acıları, kahkahaları, gözyaşları, zayıflıkları ve nefreti vardı.

Karanlıkta, o odayı cehennemin alevleri ile yakıp kül etmeye çalışıyordu. Kilitli olan her kapının bir kilidi vardı ve şeytanın gölgesinin bu hayattaki en büyük korkusunun o kapının kilidini ellerimde görmek olduğunu biliyordum.

Oysa şu an gözlerine bakarken onu o odanın içinde gördüğüme yemin edebilirdim. Elimde bir anahtar yoktu ama sanki kapı içeriden yanlışlıkla açılmıştı ve ben o aralıktan onu izliyordum. Onunla orada, odadaydım.

Sıcak nefesi tüm yüzümü yalarken sağa doğru bir adım atıp ondan uzaklaşarak bedenimi ona doğru döndürdüm. "Tüm yıldızlar sessiz değildir." dedim.

Neden böyle bir şeyi söylediğimi bilmiyordum ama o an bilsin istedim. Tüm yıldızlar sessiz değildi. "Sadece yıldızları herkesten farklı bir gökyüzüne sahip olanlar duyabilir."

Söylediklerim ile gözleri tekrardan parlamaya başlarken, aralıklı duran odanın kapısının tamamen kapandığını tekrar içeriden kilitlendiğini gördüm.

O odaya bir gün girecektim, ama o gün bugün değildi. O kapılarını bana açmayacaktı, ben kendim anahtarı bulup izinsiz bir şekilde en beklemediği anda girecek ve o odadaki her şeyi başına yıkarak cehennemini alt üst edecektim.

"Ya gökyüzünde yıldızlar yoksa Tilki?" elindeki toz bezini ve temizlik eşyalarını bana uzatırken sakin bir şekilde sordu. İkimizde aramızda hiçbir şey yokmuş gibi normaldik.

Bilmiş bir şekilde gülümseyerek elindekileri aldım, masanın üzerine yığılmış olan kitapların tozunu almaya başladım. "Yıldızsız bir gökyüzü yoktur."

Dudaklarının kenarı hafifçe kıvrılırken yüzüne anlamadığım bir ifade yerleşmişti. Omuzlarını silkip temizlediğim kitapları sıralarına göre ayrımaya başladı. "Peki."

"Ne yani, karşı çıkmayacak mısın?"

Kaşlarımı kaldırarak şaşkınca ona sorduğumda kafasını iki tarafa hafifçe sallayıp kıkırdamıştı. "Karşı çıksam bile kabul edecek misin ki prenses?"

"Hayır."

Suratındaki eğlenen ifade daha da büyürken boğazından gelen garip bir ses tonu ile tekrar kıkırdadı. Kahkaha atmak istiyor ama kendisini zor tutuyormuş gibi görünüyordu. "Bu yüzden karşı çıkmıyorum. Ben senin gibi çocukça uzatmam prenses, sen ise benimle aynı düşündüğün konuda bile mücade etmek için tersini savunursun."

Elimdeki tozlu bezi acımadan ucundan tutup koluna vurdum. "Bana prenses deme sikik!"

Gözlerindeki ışıltılar gökyüzündeki yıldızlardan bile fazlalaşmıştı. Keyifli bir şekilde sırıtırken kelimeleri uzatarak konuştu. "Tamam, üzgünüm prenses."

"Xiao Zhan!"

O, kucağında topladığı kitaplarla hızlıca kaçarken elimde tuttuğum kalın kitaplardan birini arkasından sinirle fırlattım ama kılpayı bir şekilde kaçarak tamamen boş olan odadanın içerisinde yankılanan bir kahkaha patlattı.

Az önce normal iki kişiymiş gibi konuşurken, tekrar birbirimize girmemiz iki saniye bile sürmemişti. Zehirli dilini yeniden beni sinir etmek için kullanmış, karşısında köpürmemden zevk alıp kendisini gözlerindeki dumanların arasına saklamıştı.

Kartlardan yapılmış bir ev, içinde biz. Sonu gözükse de, yakında yıkılacak olsa da..

Yine emniyetsiz, yine tehlikeli. Çok kötü, neden böyleyiz?

Yine de ona acımıyordum. O bana saldırırken, geri duramazdım. Özellikle her saniye saçlarımdaki renk bir bıçak gibi her telimi kırmaya devam ederken hiçbir şey yapmadan duramazdım. Tedirgin olmasını sağlamalıydım, korkutmalıydım.

Elindeki kitapları raflara yerleştirdikten sonra yenilerini almak için masaya geri döndüğünde derin bir nefes aldım ve tüm harflerimi bileyip dilimin ucuna bağladım. "Kardeşinin yıldönümü cumartesiydi değil mi?"

Kitapları üst üste koyan elleri laflarımdan sonra duraklamıştı. Kaşları hafifçe çatılırken dibinde cehennemin yattığı gözlerinden tüm şeytanlarının suratları teker teker geçti. Zihninde bunu neden sorduğumu anlamaya çalıştığını biliyordum. İkimiz de bunu boş yere sormadığımı biliyorduk.

Xiao Zhan, her sene kardeşinin yıldönümünde mezarına giderdi. O gece, renkli ışıklarla mezarın etrafını aydınlatıp yanına aldığı mini bir hikaye ile tüm geceyi kardeşinin mezarında ona hikaye okuyarak geçirirdi. Güneş doğana kadar oradan ayrılmazdı ve o gece suratında hiçbir maske olmazdı. Cehennemindeki tüm ateşler sadece o gün söner ve her yerin kül olmasına izin verirdi.

Suratındaki ifade neden bunu sorduğumu anladığında anlık bir şekilde kararmıştı. Tehlikeli bir ifade ile parlayan gözleri gözlerimle buluşunca korkusuzca ona bakmaya devam ettim. "Yibo.. sen-"

"Sadece sordum." dedim omuzlarımı silkerek. Tamamen yalandı, onu uyarıyordum.

Sadece sözlerim ile karşımda karmakarışık bir hale bürünüyorken, bana kaybettiği anda onu en can alıcı yerinden vurarak parçalayacağımın farkındaydım. Bugüne kadar elimdeki bu kozu hiç kullanmamıştım çünkü şeytanın gölgesi hiçbir zaman beni bu kadar zorlamamıştı. Gözlerinin içinde yatan cehennem, ateşlerini yaşadığı endişe ile daha da tutuştuturken gözlerindeki dumanlar çoğalmıştı.

Dudakları hafifçe iki yana kıvrılrıken, yutkunarak adem elmasının sertçe hareket etmesine neden oldu.

"Bazen," dedi kısık bir sesle. "Bazen senin düşündüğüm gibi olmadığını düşünüyorum." gözlerindeki dumanların arasından belli bellirsiz bir şekilde görünen ateşin ne olduğunu göremiyordum.

Hayal kırıklığı? Nefret? Acıma? Üzüntü? Yıkıcı?

"Ama sonra öyle bir şey söylüyorsun ki, öyle bir bakıyorsun ki düşündüğümden daha korkunç olduğunu anlıyorum. Sürekli bana kötü olduğumu söyleyip duruyorsun ama aynalardan kaçıyorsun. Neden kaçıyorsun Yibo? Göreceğin canavardan mı korkuyorsun?"

Elindeki kitapları masaya bırakıp, gövdesini masanın üzerinden bana doğru yaklaştırdı. "Sürekli bir şeylerden kaçıyorsun, bir şeylerden korkuyorsun. Kendinden nefret ediyorsun ve herkes senin gibi hissetsin istiyorsun. Çünkü sen bencilsin. Kendine karşı olan şeylerin yüzünden beni etkileyemiyorsun . Ben senin gibi korkak değilim, bana istediğini yapmakta özgürsün."

Onun gibi masaya eğilip gözlerimi gözlerine sabitledim. "Bana canavar mı diyorsun? Sen şeytanın tekisin Xiao Zhan. Benden bir farkın var mı ki? Bu oyunu başlatan kimdi? İlk kim çirkinleşti!? Sana ilk defa ağladığımda ve son vermen için yalvardığımda karşımda gülen kimdi?! Sakın kendi yaptıklarını unutup beni yargılama."

Zaman geçtikçe daha fazla harap oluyor. Tekrar yıkılmamasına imkan yok.

Hiçbir şey söylemeden uzaklaşıp kafasını salladı. "Pekala, dediğin gibi olsun. Aptal."

Xiao Zhan önündeki kitapları alıp sessizce uzaklaştığında hiçbir şey söylemeden kütüphaneyi temizlemeye devam ettik. İkimiz de güneş batana kadar anlamış gibi konuşmadan kitapları sıralamış, neredeyse kütüphanenin yarısının tozunu almıştık. Ortamdaki gergin hava dakikaların peşinde sürüklenip tekrardan sakinliğe bırakmıştı.

Xiao Zhan ve ben böyleydik. En kötü kelimelerin, en kötü kavgaların sonunda bile hiçbir şey olmamış gibi davranabilirdik. Birbirimiz karşısında bir dengemiz yoktu, ama asla işin tamamen büyüp aramızdan birinin bu dengesizliğin ucundan düşmesine izin vermiyorduk. Kelimelerimiz zehirliydi, ama öldürmeden önceki noktaya getirsek bile öldürücü darbeyi vurmuyorduk. Yumruklarımız güçlü olsa bile birimizin bayılmasına izin vermiyorduk. Kayıplarımızın bedenili en hassas noktalarımızdan vursakta, ruhumuz çatlasa da parçalanmasına izin vermiyorduk.

"Tilki," dedi şeytanın gölgesi saçlarını daha da dağıtırken. İkimizin de üstü başı toz olmuştu. "Bugünlük bu kadar yeter."

Alışkanlık oldu, son gelince bir yararı olmayacak. Öyle olsa bile,umut etmeye devam ediyorum.

Elimdeki toz bezini masaya bırakıp derin bir nefes verdim. "Pekala. Yarın devam ederiz."

Xiao Zhan açtığım pencereleri kapatırken gülümsedi ve bana döndü. "Dışarıda çok fazla yıldız var. Çatıya çıkıp izlemek ister misin?"

Eve gitmek istemiyordum. Eve gidersem annemin beni tekrar ceza aldığım için azarlayacağını biliyordum. Ertelemek istiyordum, annemle yüzleşmek istemiyordum. "Olur." dedim sessizce.

İkimizde çantalarımızı alıp yavaşça kütüphaneden çıktık. Xiao Zhan kapıyı kilitleyip telefonunun ışığını açarak karanlık koridorun aydınlanmasını sağlamıştı. Elindeki anahtarlığı avucunda tutarken önde o, arkasında ise ben yavaş adımlarla çatıya doğru çıkmaya başladık.

Elindeki anahtarlıktan çatıya açılanı bulup yuvaya yerleştirdi. Yüzündeki yaramaz ifade ile kapıyı açıp önden geçmem için bana yer açtı.

Adımlarım yüksek olan çatıyla buluşunca, rüzgarın serin havası tüm yüzümü yalayıp geçti. Hava rahatsız edecek kadar soğuk değildi ama rüzgarın etkisi ile tüm tüylerim ürpermişti.

Başımı havaya kaldırıp her zamankinden daha fazla yıldıza kucak açmış olan gökyüzüne baktım. Bazıları tüm ihtişamları ile dikkati üzerine çekerek parlarken, bazıları küçücük bir ışıkla gökyüzünde asılı durup varlıklarını göstermeye çalışmaya devam ediyordu.

Şeytanın aynadaki yansıması kapıyı ardınan kilitleyip çatıda daha yüksek bir alana çıkan taşın üzerine çevik bir hareketle tırmandı. Işıldayan gözleri bana dönerken hafifçe gülümseyip bana doğru elini uzattı.

"Elimi tut, seni çekeceğim."

Alayla gülümseyip taşa doğru yaklaştım. "Öyle mi? Bana elini tuttuğun an bırakacakmışsın gibi geliyor."

Gözlerini devirip yoğun dumanlarını bana sabitledi. Sesi ciddiydi. "Elimi tut. Söz seviyorum, düşmene izin vermeyeceğim."

Derin bir nefes alıp ayağımı büyük taştaki oyuklaran birine yerleştirerek bana uzattığı elini kavradım. Söylediği gibi elimi sıkıca tutup, yukarı tırmanmamda bana yardım etti ve sinir bozucu gülümsemesi ile bana baktı.

"Ben verdiğim sözleri tutarım Tilki."

"Aman ne büyük marifet," sessizce mırıldanıp onu umursamadan bedenimi yere bıraktım. Kirlenmek umurumda değildi, yeterince toz içinde kalmıştım zaten.

Başım soğuk betonun üzerindeyken, Xiao Zhan benim gibi kendisini yere atarak hemen yanıma uzandı. Bir kolunu başının altına alırken, sağ bacağını sol bacağının üstüne atmıştı.

Yıldızlar gökyüzünü karanlığına hapsetmemek için yemin içmiş gibi parlıyorlardı. Dudaklarım ışıltıları karşısında kıvrılırken şeytanın gölgesinin bakışlarını üzerimde hissettim.

"Yıldızları gerçekten seviyorsun." dedi kısık bir sesle.

"Yıldızları en çok kaydıkları zaman seviyorum." dedim ona yandan bir bakış atarken. Gözlerindeki parıltılar kendilerini sakin bir ifadeye bırakmıştı.

"Neden?"

"Yıldızlar sessiz değildir çünkü, unuttun mu?" bakışlarımı ondan çevirip gökyüzüne sabitledim. "Benim gökyüzümdeki yıldızlar acılarım, hayallerim. Hayallerim parlayarak beni karanlıkta bırakmıyorlar. Acılarım orada, gökyüzümde asılı duruyorlar ve hafifte olsa, güçlü de olsa parlıyorlar. Gökyüzümden kayıp yok olmayı bekliyorlar. Beni var eden onlar. Karanlıkta kalmama izin vermiyorlar. Kayan yıldız hayallerimde olsa, acılarım da olsa, sırlarım da olsa fark etmiyor."

Derin bir nefesi içime çekip devam ettim. "Sahip olduğum tek şey yıldızlarım. Onlarla mutlu olamayacaksam, neye tutunacağım?"

Üzerimdeki bakışların yoğunluğunu iliklerime kadar hissedebiliyordum ama gözlerimi gökyüzünden ayırmadım. Gözlerine bakmak istemiyordum, onunla karşılaşmak istemiyordum. Rüzgardan bağımsız bir ürperti ensemden süzülürken sessizce yutkundum.

"Bazı gökyüzülerin yıldızları olmaz," dedi yine. "Çünkü onlar acılarını da, hayallerini de tutuşturup küllerinin geceye gömülmesine izin vermişlerdir. Onlar yıldızlara değil, geceye tutuklardır."

Gözlerimi yavaşça ona döndürdüğümde, gözlerinde sivri tırnaklarını bileyen şeytanı ile karşılaştım. Parılayan gözlerinde kül olmuş yıldızların şekli asılıydı. Dudakları hafifçe kıvrılmış, bakışları karanlığın ardında saklı bir ifadeye bürünmüştü.

Xiao Zhan, şeytanın aynadaki yansıması, yıldızsız sonsuz geceye sahip gökyüzünün sahibi. Onun gökyüzünde şafak gözlerindeki ateşin yansımasıyla sökerdi, güneşe yer yoktu. Gözlerinin dibinde yatan şeytanla beraber tüm yıldızlarını tutuşturmuştu, gökyüzünü yakmıştı. O geceyi istiyordu. Gökyüzümdeki yıldızları söküp şeytanıyla beraber yakmak, beni kendi gecesine hapsetmek istiyordu.

Yine de korkuyorum. Ya son geldiğinde yanımda hayalin bile olmazsa?

Y.N: Neredeyse 2klık bir bölüm oldu. Umarım hoşunuza gitmiştir.

Yorumlarda ya da twda ficimle karşılaşınca gereksiz mutlu oluyorum slösskks sevdiğiniz ve desteklediğiniz için teşekkür ederim 🥺❤️

Gazi ettiğim parmaklara kaçıyorum,
Bb.

Continue Reading

You'll Also Like

60.8K 5.4K 62
Byun Baekhyun'un tek suçu, katiline âşık olmaktı.
15.6K 2K 42
Tehlikeli bir yakışıklılığa sahip Seul başmeleği Jongin, vampir avcısı Kyungsoo'ya bir iş teklifi etmişti.
52.8K 6K 65
Evlenmek isteyen Xiao Zhan Gaysen olur programına katılır.
265K 18K 42
credits to: soothighs translate: chanmami