açan en güzel çiçektin gönlüm...

By veriah

245K 33.4K 33.6K

Sen kadar güzel kokan tüm çiçekleri mezarıma istiyorum. More

yüzü rastladığım tek çiçekti, 1
çünkü ben, onun için okyanuslar kadar ağladım, 2
lâkin bak, sıyrılamadığım sözlerine rağmen sağ elimle sol yanımı korudum, 3
karşınızdaki cesede dönmüş beden nasıl can bulur bilmiyorum, 4
mutlu sonla biten bir kitabın, en güzel satırları yaptım seni, 5
perişanım çocuk, anlatamam vaziyeti, 6
ancak senin bana şiir armağan etmene gerek yok ki, şiirlerime konu ol, kafi, 7
gülüşünü bir çiçek gibi yakama iliştirdim, 8
biri var, onun kalbinden geçebilmeyi dilerdim, 9
bir çocuk yetiştirdim yüreğimde, saksıdaki çiçekler gibi, 11
yüreğimin yettiğince, korkusuzca seviyorum, 12
boşuna uğraşıyorsunuz, düşmez bahar benim taşlanan ruhuma, 13
ben küllenmiş yangın yeri, sen o yangında inatla yeşeren her şey, 14
ateşinle cehennemde deli gibi yanmak, teninle cenneti tatmak istiyorum, 15

varlığını bildiğiniz birinin yokluğundan korktunuz, 10

15.6K 2.2K 1.4K
By veriah

O gün ben anlatacaklarımı anlattım, o da muhtemelen anlayacağını anladı, ama bunlar hiçbir halta yaramadı. Her zaman olduğu gibi yine yağmuru umursamadan tek başıma şemsiyesiz eve doğru yürüdüm. Ne o durdurdu beni, ne ben arkamı dönüp baktım. Oysa, oysa ben sanıyordum ki... Ne sanıyordum kim bilir? Durdurmamıştı işte. Ben de bir hafta boyunca dükkanına uğramamış, kapısından dahi geçmemiştim. Hayatım eskisi gibi okuldan eve, evden okulaydı anlayacağınız. Yalnızca bugün, baharın başlangıcıyla kasabanın çıkışına doğru kurulan panayıra gelmiştik, Jimin ile beraber. Havamda değildim elbette lakin Jimin'in ısrarlarını geri çeviremediğimi biliyorsunuz. Hele akşam saatinde yalnız başına asla yollayamazdım. Her ne kadar o bir erkek olsa da kalabalıkta ne olacağını kestiremezdik.

"Seokjin hyung! O ceketle terlemedin mi?" Ve ah, baharın başlarına gelmiştik gelmesine ama ben hâla Bayımın verdiği ceketi giyiyordum. Bunun yegane nedeniyse üşüyor olmamdı. Altında başka bir neden barınmıyordu. Uzandığımız çimlerden başımı kaldırıp ona doğru döndüm. "Yo." Sonrasında durdu ve kafasıyla dediklerimi onayladı. "Gerçi akşam olunca serinledi buralar." O da benim gibi çimlere uzanmıştı fakat cümlesinin devamında hızla yerinden kalktı. "Hadi birer bira alalım içimiz ısınır."

Bu konuda benden yüz buluyordu. Onu böyle yetiştirmemem gerektiğini biliyordum ama herhangi bir istediğini de reddedemiyordum. Şansımı denedim. "Olmaz, Jimin. İkimiz de içersek, panayır başımıza yıkılır." Astı yüzünü, tekrar devriliverdi yanıma. "Ama hyung! İkimizin de içmeye ihtiyacı var." dedi. Hayatım boyunca hep çatık duran kaşlarım daha çok çatıldı. Sırtımı çimlerden ayırdım, dikleştim ve sesimi az biraz yükselttim. "İkimizin de? İçmeye? İhtiyacı var? Ulan hadi beni geçtim, senin ne derdin var?" Gevşek hareketlerle kolunu başının altına yerleştirdi ve gökyüzüne bakındı. "İyi de ben 'benim derdim var' demedim ki." dedi. Dudakları kıvrım kıvrım kıvrıldı. Bariz yüksek sesle üfleyip gözlerimi devirdim ve kusar gibi dilimi dışarı çıkartıp öğürdüm. Sonrasında ağzımdan tam olarak şunlar çıktı: "Tch tch tch. Yazık... Sen kesin aptal olmuşsun."

Cümlelerimin hemen peşine Jimin'in gözleri parladı, aslında şaka yapmıştım ancak hiç beklemediğim bir yanıtla karşılaşıverdim. "Hey! O kadar belli mi? Demek ki cidden aptal olmuşum, sen bile anladığına göre." Söylediklerimde en ufak bir ciddiyet dahi yoktu ve bunu birden öğrenmek beni epey bir germiş, hatta şaşırtmıştı. "Nasıl ya? Kim o benim kardeşimin aklına giren?"

"Hyung," diye mırıldandı benden sonra "hadi içelim işte, bırak kim olduğunu. Hem çok içmeyiz, söz veriyorum. Zaten sen dirayetlisin, ben gibi tek yudumda uçmazsın. Lütfen." Zaten her an zıvanadan çıkmaya müsait bir yapım vardı. Bu teklifi ikinci kez bekliyormuşum gibi hemencecik kabul ediverdim. "Paramız çok az kaldı, bütün oyuncaklara binmesen ne olurdu sanki?" üfledim ve cebimden para çıkartıp devam ettim. "Bir votka iki de bira kap gel. Sadece bir tanesi sana."

**

Jimin'e bu konuda güvenmemeliydim değil mi? Hata yapmıştım. Birayla sarhoş olunduğu nerede görülmüştü ki iki yudumda kendinden geçebilmişti anlamıyordum. Ziyan olmasın diye onun yarım bıraktığı birasını da ben içiverdim öylece, sanki bana fazla değilmiş gibi. Fazlaydı çünkü artık başım dönüyordu ve ben panayırın her noktasında sarhoş sarhoş geziniyordum. Sonra, sonra birini gördüm. Gözlerimi iyice kıstım emin olmak için. Azıcık ilerimde kilolu bir adam duruyordu ve bayıma o kadar benziyordu ki, o olduğundan emindim neredeyse lakin birden kilo alması çok tuhafıma gitmişti. Zaten bir de kafam yerinde değildi ya şimdi görün macerayı. Yanına yürüdüm. Beni görünce hiçbir tepki vermedi, konuşmamı bekledi. Ah, tam bir rezildim. Konuştum.

"Ne olmuş size böyle, bayım?" dedim. Hayır hayır alkol yüzünden saçmalamıyordum. Anlamadan baktı, sesini çıkartmadı. Yüzünde beni tanımamış gibi bir ifade vardı. Bozuntuya vermedim, belki o da içmişti ve hatırlamıyordu. Bir kıkırdama döküldü benden. "Flört yahut eski sevgililer ayrıldığında iki katı daha yakışıklı olurlar ama siz çökmüşsünüz. Kilo da almışsınız." Karşımdaki adamın kaşları çatıldı. "Sarhoş bu herif." dedi yanındakine. Jimin de bana bir şey söylemek için sürekli araya giriyordu lakin elimle onu susturup devamlı konuşmuştum. "Başımıza iş çıkmasın, gidelim." dedi, Bayım. Dudaklarımı sarkıttım. "Ben size ne zaman zarar verdim ki, Bayım? Ama yanınızdaki kim? Onu her an ısırabilirim." sanırsınız o an kanımda alkol değil, kıskançlık geziyordu.

"Sen kimsin? Seni tanımıyorum bile." deyiverdi. O an başımdan aşağı kaynar sular döküldü. Son noktaydı bu. Beni tanımıyormuş gibi yapması sinirlerimi bozmuştu. Kıskançlıktan kanımı kaynatan o yanındaki adamın üstüne atladım. Jimin'in uyarılarını duymuyordum bile ki saniyeler sonra o da susmak zorunda kalmıştı çünkü Bayım da onun yüzüne yumruğunu geçirmiş, hepimizi bir kavganın ortasına sürükleyivermişti.

Bir yandan yerde uzanan adama yumruk atarken diğer yandan Bayımın Jimin'e nasıl vurabildiğini düşündüm. Yapmazdı ki. Haklı da olsa haksız da, kimseye vurmazdı. Bir şeyler ters gidiyordu ve ben kavrayamıyordum. Sadece vurdum. Altımdaki adam da yüzümü tırmaladı. Karnıma saldırdı. Panayır saniyesinde karışıverdi. Biri geldi, omzumdan tuttu ve kaldırmaya çalıştı. Ancak içimde nasıl bir kin, kıskançlık, öfke ve özlem varsa tüm hıncını altımdaki adamdan aldım. Çığlık sesleri yükseldi alanda gezen insanlardan. Peşin sıra benim omzumdan tutan kişi nihayet kaldırdı bedenimi ayağa. Kendine döndürdü. Kollarımı sımsıkı tutarak sarsttı. "Napıyorsun sen?" diye bağırdı. Gözlerimi kıstım, hem şu an beni tutuyor olup hem nasıl Jimin'i dövebiliyordu bu adam?

"Şu ar damarı yırtık olan adamı dövüyorum, Bayım. Ama siz de Jimin'i fena benzetmişsiniz, tebrikler." dedim. Sonra sonra kafama dank etti her şey, gözlerim kocaman açıldı. "Bir saniye ya. Siz benim Bayımsanız, Jimin'i döven kim?" deyip hızlıca Jimin'e baktım. Yoongi hyung'da buradaydı. Onları ayırıyordu. Hayır bakın gerçekten o kilolu adam, benim Bayıma benziyordu. Karıştırmış olmam çok doğaldı. Bunun için ekstra dayak yiyemezdim. Jimin nihayetinde yerinden kalktı. Diğer adamsa özür dilememi bekler gibi bana baktığı vakit kafamı iki yana salladım. "Özür dilerim ama hiç sikimde değil." dedim ve tahmin edebileceğiniz üzere kaçtım. Yani kaçtık. Farkında değildim, refleksle Bayımın beni tutan kollarından tutup çekiştirmişim. Benimle birlikte kaçmıştı.

Alkolik ve sokakta yetişmiş bir genç olduğum ortadaydı. Zira Jimin de alkolik olmasa da sokakta yetişmişti. Böyle kavgalar bizim için bir hiçti. Arkama dönüp bakmadan koşmamdaki neden buydu. Jimin benden daha iyi bile kaçmıştır, emindim. Koştuk işte kısa süre. Atlattığımızı düşündüğüm ilk an herhangi bir duvarın arkasına saklanıp, yığıldık. Derin bir oh çekerek gözlerimi yumdum. Duvara kafamı yasladım. Şimdi soru yağmuruna tutulabilirdim.

"Napıyordun sen orada allasen?" sesi yükseldi yanımdaki adamdan, çok geçmeden.

"Olayı hatırlamıyorum."

"Nasıl hatırlamıyorsun? Demin gerçekleşti."

"Hatırlamıyorum işte. Sanrım o adam size benziyor diye tartıştım. Yok yok öyle değildi, adama hakaret etmiş olabilirim birazcık. Ama hayır onu da yapmadım. Bayım, cidden hatırlamıyorum zorlamayın."

"Dur bakayım. Sen içmişsin. Çocuk! Uslu durmaz mısın sen hiç?"

"Ben usluyum. Her an zıvanadan çıkmaya müsait bir yapımın olması benim suçum değil."

"Biraz büyüyebilirsin."

"Büyümek isteyen de kim?"

"Çocuk, zırvalama hadi. Neden bu kadar çok içtin anlat."

"İçmedim."

"İçmişsin, birde yalan mı söylüyorsun?"

"Ben yalancı değilim!"

"Gardını alıp durma, kuzum. Saldırmıyorum. O halde neden hatırlamıyorsun?"

"Konuşmak istemiyorum, Bayım."

"Ama ben konuşmak istiyorum. Mesela neden birilerini aramadın kavga vardı madem?"

"Çünkü numara ezberlemiyorum."

"Neden? Gurur mu yapıyorsun? Bu kibrin çok korkunç."

"Kibir? Gurur anlamındaki kibirden mi söz ediyorsunuz? Belki de bu zamana kadar numarasını ezberleyip aradığım insanlar cevap vermemiştir, Bayım. Belki birilerine imdat demişimdir de, kimse gelmemiştir yahut yardım eden herkese ayrı ayrı mahçubumdur? Hiç düşündünüz mü?"

"Ben, ben özür dilerim. Tamam şöyle yapalım, numaramı sana verebilirim. Ezberleyebilirsin değil mi?"

"İstemiyorum."

"Bak işte bu kibrin bir ateşe dönüşse, cehennem kenara çekilir, çocuk."

"İstemiyorum, Bayım. Kimseden merhamet dilenmem ben. İster kibir deyin ister başka bir şey."

"Kibrin yüzünden bir gün pişman olacaksın."

"Belki de pişmanımdır?" diye mırıldandım çok ama çok kısıkça. Bu kibrim değil miydi beni susturan zaten. Lakin kısık söylemem hiçbir işe yaramamış olacak ki:

"Kabul ediyorsun yani." dedi, Bayım.

"Bilakis; ben kibirli olamayacak kadar kibirliyimdir aslen." bu süre zarfı boyunca hiç ona bakmamış, sadece gözlerimi yumup soluklanmıştım. Sonrasında cümlemin bitişiyle kafamı Bayıma çevirdim.

Tahmin edileceği üzere bir tek bana bakıyordu. Gözlerimiz buluştu, ellerini üstüne sildi. Başlarda bu hareketini anlamıyordum lakin sadece iki üç hafta evvel aynısını ben de yaşadığımda, artık onu anlayabilmiştim. Zaten şimdi de terleyivermişti avuçlarım. Ben de üstüme sildim onun gibi.

"Neden öyle bakıyorsun?" dedi.

"Nasıl bakıyorum, bayım?"

"Gözümün en içine. Çok mu seviyorsun yoksa?" durdum, bu sefer aleladele verilmesi gereken bir cevap mıydı vermem gereken? Hazır cevaplarımdan mı sunmalıydım ona? Hayır. Ama kendimde sayılmazdım. Dudaklarımdan hangi cevap çıkacağını ben dahi kestiremiyordum o an.

"Çok değil de, bi sizi."

Şaşırdı. Neyine şaşırıyordu ki bunun? Tek onu sevmeme mi, yoksa söylememe mi? "Ah, Bayım. Sevdiğimiz insanları günü gelince içimizde öldürmek zorunda kalırız. Yani benden pek umutlanmayın, sizi de öldüreceğim." dedim hemen peşine.

"Beni içinde öldürecek misin, bana bakarken gözlerin titriyor be çocuk. Öldürebilir misin?"

"Gözlerimin titremesi doğal. Nefret ettiklerime de böyle bakarım."

"Çok mu nefret ediyorsun peki benden?"

"Yani çok değil de, bi sizden."*

"Hah." diye güldü. "Sarhoşsun. Muhtemelen bunları şu an uyduruyorsun."

Onun aksine başka başka konuştum. "Beni seviyor musunuz, Bayım? Bir insan olarak yahut nasıl anlamak isterseniz." Yüzüm gözüm ateş atıyordu, emindim ki yanaklarım da kıpkırmızı olmuştu. Ha bu arada içince daha rahat konuşurdum. Bayımsa bu halimden yararlanıp "beni neden terk ettin" dememişti hiç. Bakın bunu ayındığımda hatırlamamayı geçin, ölsem bile unutmam. O, aslen şahane birisiydi.

"E-elbette. Elbette ben insanları severim." Kafasını aşağı yukarı salladı panikle.

"Ama beni sevdiğinize inanmıyorum. Yani sevmek bu mu? Ben, ben anlamıyorum, olamaz. Sevmek; birbirinden bir şeyler saklamak, arkasından iş çevirmek yahut kalbini bir rendeden geçirecek kadar paramparça etmek demek değildir ki. Nasıl benim incinmeme izin verdiniz öyleyse?" dedim, koskoca bir hayalkırıklığıyla. "Ben sizi seviyordum ve, ve mutluydum. Evet korkuyordum pek çok şeyden ama mutluydum. Bu mutluluk ikimize de yeterdi, Bayım."

"Anlamadım." dedi hayretler içinde. "Ben sana ne etmişim, çocuk?"

'Beni kendinize âşık ettiniz. Bu da beni incitti.' demek istedim. Ama onun da dediği gibi, ben kibirli bir çocuktum. Diyeceklerimi tekrar yuttum. Mesela şeyi de söyleyemedim o gece. 'Hikayemi çaldınız. Benim dillendiremediğim sırlarımı saçtınız her yana.' sadece konuyu değiştirdim.

"Ne ettimse kendime ettim, Bayım. Saçmaladım işte. Sizin bir şey yaptığınız yok. Tehlikeyi de atlatmışızdır sanırsam. Ben gidiyorum, iyi geceler."

Ayaklandım. Gidecektim lakin bileğimden tutulduğum için durmak zorunda kaldım. Bekledim onun da ayağa kalkmasını. Karşıma dikildiği vakit kaşlarımı havaya dikip bir nevi soru sordum. Dudaklarını araladı. Tam bir şey söyleyecekken gözleri kocaman açıldı ve sağına soluna baktı. "Bekle! Sarang nerede?" dedi büyük bir telaşla. Elini çekti bileğimden ve arkasını döndü. "Sarang yok Sarang nerde?"

"Ne Sarang'ı, Bayım? Ben sizi gördüğümden beri Sarang'ı hiç görmedim." ben bunları söylerken daha çok panik oldu, Bayım.

"Onun için geldik zaten panayıra. Ne yani? Sarang kayıp mı şimdi?"

**

Birinin başına bir şey gelir korkusunu ilk defa tadıyordum. Hele ki o daha çok küçüktü. Kendini koruyamazdı ki. Ne yaptığımızı bilmeden yaklaşık yarım saat, koşarak Sarang'ı aradık. Bayımın defalarca ayağının dolandığına ve yalpaladığına şahit oldum. Yoongi Hyung'u arayıp "siz de bakın etrafa" demek gelmiyordu aklıma. Hadi o şoktaydı ve düşünemiyordu, ya ben? Kibrim değil lakin bu aptallığım başıma iş açacaktı. Jimin ile Yoongi'yi aramak aklıma ancak, Taehyung hyung telefonunu çıkarttığında ve onlara sorduğu sırada gelebilmişti. Aldığımız habere göre Sarang, başından beri Yoongi hyung ve Jimin ile berabermiş. Öğrendiğinde biraz rahatlasa bile yanlarına giderken çenesinin dahi titrediğini gördüm. Ona fazla ilişmeden arkasından yürüdüm.

Bir haftadır uzaktık; burnumda tütmüştü, tümüyle Bayıma hasrettim evet. Ve az evvel birlikte bir şeyler konuşmuştuk. O an bunun farkında değildim lakin tekrar uzaklaştığımız vakit anladım ki Kim Taehyung ile geçirdiğim tek bir saniye bile benim hikayemin en hakikatli parçasıymış. Pişman oldum. Keşke, dedim içimden. Keşke daha çok konuşsaydık, keşke o kısacık zamanı durdursaydık böyle uzaklaşmazdık tekrar. Evet farkındayım, bizi bu hale sokan bendim; benim gururum, benim korkaklığımdı. Gururluydum, çünkü 'evet seni kullandım, evet hikayeni çaldım' cümlesini onun o güzel dudaklarından duyarsam, bir daha ona gidemezdim. Korkaktım, çünkü içimdeki tüm duyguları yeşerten, daha önce hiç tanık olmadığım hayatı ve sevgiyi bana sunan bu adamın bana zarar verdiğini, beni zehirlediğini duymaktan, ve sonrasında ondan nefret etmekten korkardım. Yine sustum. Bu gece de sustum her şeye. Varsın kandırılayım istedim. Duymayayım o zehirli cümleleri istedim. Kandırılayım, onu öyle bilmeyeyim; uzak kalmak kâfi.

Bahsedilen yere geldiğimizde Bayım, kardeşine kavuşmuştu. Sarıldı ona. Nasıl korkmuştu bir görseniz. Tanrımın ona bu korkuyu bir daha yaşatmamasını umdum. O, sevdiklerini kaybetmek nedir bilmezdi. Bunu şu kısacık anda anlayabilmiştim. Tanrım...Umarım ona rahmet ediyorsundur. Bu acıyla yaşayamayacak kadar güçsüzdür, baksanıza hâline. Zira o da benimle aynı fikirdeydi sanırsam. Kardeşinin saçlarını ufak ufak öpüp ona bir şey çaktırmadı, korkusunu sezip korkmasını istemedi. Hemen bıraktı sarılmayı, yoksa o küçük cimcime anlardı halini. Yanıma geldi. Orada onlarca insan vardı bizleri tanıyan, tanımayan. Pek umursadığı söylenemez çekti kendine bedenimi, sarıldı. Yemin ederim bir başkasının merhametine değişmezdim, şu sarılışını. Hatta, hatta bana yaşattığı korkuyu, kalbimi lime lime etmesini bile bir başkasının merhametine değişmezdim. Çok tuhaftı.

Neden sarıldığını anlamadım başta. Sonra sayıkladı her şeyi. "Bilir misin bir söz vardır. 'Siz bir kıymık batınca parmağınıza, yeri göğü yıkansınız. Ama ben dünya başıma yıkılınca, kalkıp usulca saçlarını toplayanım' diye. Ne kadar da sen ve ne kadar da ben, değil mi çocuk? Aramızda sekiz, bilemedin dokuz yaş var, ama sen ne kadar güçlüymüşsün öyle. Ben sadece yarım saatte öldüm ölüm dirildim. Ya sen?" dedi kısık sesiyle.

"Zaten ölü olanlar hiçbir şey hissetmez ki, Bayım. Siz yaşıyordunuz, yaşıyorsunuz. Ondan böyle oldu. Lakin ben ruhu olmayan, cesede dönmüş bir bedenim sadece. Bunu size hep söyledim. Sevdiğiniz biri öksürse, sizin canınız yanar değil mi? Bende öyle olmuyor işte. Öksüren kendisi için öksürmüştür, ayağı taşa değenin kendisi düşecektir, ağlayan kendisine ağlayacaktır; ölen ölmüştür, ben de onunla gömülmem, bu böyledir. Sadece kendime ağlar, kendime üzülürüm. Kibirciyim ya size göre, aslında hayır. Bencilim. Bazıları şey der 'ben de çok çektim, halinden anlarım' sonra işte derdine ortak olur güya. Oysa ben kimseye arka çıkmam. Kim bana çıkmış ki ben çıkayım, öyle değil mi? Sanıyorsunuz ki siz; ben iyilik meleğiyim, inanın insanlar ve dertleri umrumda değil. Ha ben birine ciddi anlamda zarar verdiysem kendimi affetmem, ama benimle alakası olmayan şeyler için kimseye de arka çıkmam. Benim derdim bana yetmiyor muymuş? Velhasıl demek istediğim; evet içimde kaybettiğim ailem için büyük bir özlem ve öfke var amma zaten ben de ölüyüm. Bu özlemle öfke sizin sandığın gibi her an benimle olmuyor. Ara sıra uğruyor ve ben o kadar alışığım ki acıya tebessüm edip geçiyorum çoğunluk. Ağlıyorsam da onlar için değildir. Yine kendim içindir. Lakin bakın; siz öyle değilsiniz. Yaşıyorsunuz, ruhunuz capcanlı. Sevdikleriniz hep var, hep etrafınızda. Sahip olduğunuz birini ilk defa kaybedecektiniz belki de. Varlığını bildiğiniz birinin, yokluğundan korktunuz. Aramızdaki farkı şimdi daha iyi anlıyorsunuz değil mi?"

Durdu ve bana bakındı sadece. Bir süre düşündü, taşındı. Sonra tuttu en alakasız soruyla geldi. "Yani ben şurada ölsem, kendisi için öldü mü diyeceksin? Yoksa varlığımı gördüğün için yokluğumdan mı korkacaksın?"

"Bayım, bakın," dedim çok ciddi tonda. "Bunlar şimdi konuşulacak şeyler değil. Merakınız geçecekse eğer şunu söyleyebilirim; bence, bana kalırsa insanlar birisi öldüğü için ölmez. Yani nihayetinde uçuyor ve kurtuluyorlar. Lakin kalanlar sadece gidenin yokluğuna ağlar. Onsuz kaldığı için. Onu özleyeceği için. Gideni pek düşünmezler anlayacağınız. Eğer kör kütük birine sevdalansam, zannetmiyorum öldüğü için ağlayacağımı. Kendim için ağlarım." söylediklerimden zerre pişman değildim. Mantıklı da buluyordum. Bu kadardım ben. Kimse beni düşünmüyorsa ben kendimi dibine kadar düşünürdüm. Benim benden başka kimim vardı? Herkes kendi derdindeydi.

"Yanlış düşünüyorsun."

"Kimin umrunda? Neyi değiştirecek bu? Ben bu yaşıma kadar böyle geldim, böyle daha sağlıklı yaşadım. Canıma böyle böyle kıymadım. Bu benim yaşam felsefem yani." deyiverdim yanıt olarak. "Şimdi bu konuyu kapatalım. Ben şuraya oturup dinleneceğim. Çok koştuk. Gelin siz de dinlenin. Sonra evlerimize dağılırız." teklifini öne sürdüm, Bayıma. Arkamı döndüm Jimin'e bakmak için. Çimenlere uzanmış yatıyordu. Karanlıkta anlamamıştım başta fakat sonradan alnındaki resmi anca seçebilmiştim. "Yuh!" dedim. Çünkü cidden Jimin'in bile isteye yapmayacağı şeydi bu. Yoongi hyunga baktım. "Hyung, bu ne?!"

"Jimin alnına dövme yaptırmak istedi. Sarhoş olduğunu anladığım için pişman olacağını biliyordum. Engel olmaya çalıştım. Dinlemedi. Zaten panayırda dövmecinin ne işi var, hint kınası tezgahını tatto dükkanı zannetti. Tutmadım ben de. Zaten o da arabamı çizmişti. Ben de onun alnını boyadım, ödeştik." dedi kıkırdayıp. Dudaklarımı ısırdım ve kaşlarım çatıldı. Jimin onu öldürürdü, gözünü dahi kırpmazdı. "Hyung, onun suratını dağıttın sen. Ödeşmesi mi kaldı?"

"Bugün dayak yemesinden kurtardım. Onu ona sayın, bunu da arabamı çizmesine."

Elimi alnıma vurdum. "Sen bilirsin hyung, başın dertte." dedim. Sonra oturmak için salıncağa bindim. Jimin orada uyuyordu. Başında Sarang ve hyung vardı. Bayım da benimle birlikte geldi. Bu salıncak normal salıncaklar gibi değildi. Dönme dolap gibiydi ama öyle de değildi. Yanımdaki salınacağa oturdu o da. Derin bir nefes verdim rahatladığımı hissettiğimde. "Seokjin, beş dakika oturalım sonra kalkalım. Bak insanlar biniyor, çalıştırırlar bu şeyi." dedi Bayım ben yerime iyice kurulurken. "Çalışsın, Bayım. Eğleniriz." dedim omzumu silkeleyip. Aklım yerinde olsa ondan uzaklaşırdım. Şu an yaptıklarıma da bakın hele... Geçen gün postayı koyan ben değildim sanki.

Biraz sessiz süren beklemenin ardından kemerlerimiz halloldu ve sonra salıncaklarımız yukarı kalktı. Döndük durduk. İndiğimde kusacağım garantiydi. Yine de anı yaşamak deyimine uydum. Gözlerimi kapayıp kollarımı açtım havaya doğru. Özgürce uçtum. O gece çok eğlendim. Mesela şey yaptım, elimi ona uzattım. "Tut beni, hyung!" diye bağırdım. O da gülümsedi ama endişeliydi de salıncaktan sarktığım için. "Düşeceksin çocuk, dik dur!" dedi. Ancak ben ısrarcıydım elimi tutması konusunda. "Ben ne zaman ayağa kalktım ki düşeyim, Bayım. Tutun işte. Kötüye bir şey olmaz." deyip böyle bir dram yarattım. İşe de yaradı.

Pes etti o da. Tuttu elimi. Salıncak durana kadar döndük durduk. O an aklımda dönen tek bir soru vardı. Ben bu adamdan nasıl uzak kalacaktım?

Bölüm sonu.

Continue Reading

You'll Also Like

26.3K 2.9K 33
Sosyal anksiyete, diğer insanlar tarafından olumsuz yargılanma ve değerlendirilme korkusudur, yetersizlik, aşağılanma, utanç, ve depresyon duyguların...
3.1K 215 8
Prensler her zaman bir prenses'e mi aşık olmalı? Disney series -1-
4.5K 396 36
İnsanları denek olan kullanan bilim adamı yanlış adamı esir almıştır. Kendi eliyle bir canavar yaratmıştır. Bir mafya bu canavarı esir alıp aşık olmu...
340K 43K 41
bir ipe bağlanmayı öğretmek fwb texting / düzyazı slowburn⚠️