Kaf Dağı'nın Ardında Biz Varız

By BeyzaErdem

1.5K 103 74

Ulaşılmaz olduğunu sandığın her yerde kendini bulacaksın. More

Giriş

1. BÖLÜM: "Mağaranın Esiri"

636 46 42
By BeyzaErdem

Birinci bölüme başlarken oy ve yorumlarınızı beklediğimi söylememek olmaz. Hepiniz yolculuğumuza hoş geldiniz.



1. BÖLÜM: "Mağaranın Esiri"



"Sizi kime benzetiyorum, bilir misiniz? Cellatların elinde gülerek, parça parça olmaya katlanan bazı kişilere!"

-Dostoyevski, Suç ve Ceza


"Ardından aralık kalan kapıya bakakaldı. Her akşam eve döndüğünde onunla buluşturan, sanki cennete açılan kapı... Anahtarlarını unuttuklarında sırtlarına dayanak olan kapı şimdi örtülmeye bile değer bulunmamıştı. Sanki birlikte terk edilmişlerdi; koca duvarların arasına sıkışmış, tüm renklerini kaybetmişlerdi.

Artçılarla sarsılıyordu vücudu. Bu olanları kaldıramayacaktı. Bir şeyler duymalıydı, bir sebebi olmalıydı! Keyfine göre bir sıcak bir soğuk davranamazdı. Hızla inip kalkan göğsü yanıyordu. Hayır, her zaman onun istediği olmayacaktı.

Koşarak evden çıktı. Duvara çarptığı kapının gürültüsünü işitmedi kulakları. Hızla merdivenlerden inerken titriyordu bacakları. Gök gürültüyle kükrerken kendini sokağa attı, sağanak yağmura esir olduğunda ancak fark edebildi ev terlikleriyle çıktığını. Tereddüt etmeden sokak boyu koşmaya devam etti. Arabası hala aynı yerdeydi. Farlar yanıyordu, içindeydi. Daha hızlı, daha da hızlı koşmaya başladı. Yavaşlasa olduğu yere yığılacaktı sanki.

Ulaştığında yağmurun yıkadığı arabanın kapısı açıldı ve o indi aşağı. Kordan farksız gözleri göründü. Bileğinden tutup çekerken siyah bir şemsiyeyi açıp başlarına siper etti. 'Ne yapıyorsun burada?'

'Artık kaçamazsın," diye cevapladı güçlü çıkan bir sesle. "Yeter. Bıktım usandım anlıyor musun? Ne söylemek istiyorsan açık açık söyle. Artık kaçma lüksüne sahip değiliz, dönemeyeceğimiz kadar ileri gittik. Bana bir sebep ver.'

Bir adım yaklaştı. Kirpiklerinin arasından bir damla süzüldü. Sıcak nefesi tenini okşadı. 'Duymak istediğin ne?'

'Sence?' Titreyen dudaklarını ısırdı. 'Beni sevdiğini duymak istiyorum! Benim gibi yanıp tutuştuğunu, tüm kuralları unuttuğunu...'

Başını kavradığında nefes kesildi, kelimeler silindi. Güzel yüzündeki ıstırap sesine de sinmişti. 'En başında aşık olmamamı bana sen söylemiştin.'

'Gerçeği kabul etmeyen, ne dediğini bilmeyen aptalın biriydim,' diye fısıldadı acı veren bir gülümsemeyle. Düşünmek istemediği itiraf dilinde çözümlenmişti.

'Nihayet... kaybettin.' Diğer eli de yüzünde yer ederken dudaklarını onunkilere bastırdı, şemsiye düştü, yağmur onları kucakladı."

Banyonun ışığı açıldığında telefonumu yorganın altına saklayıp gözlerimi yumdum. Kalbim hala az önce okuduklarımın etkisinde, kulaklarımda gümbürdüyordu. Çığlık atmamak için bir elimi ağzıma kapatıp ayaklarımı yorganın içinde savurmaya başladım. 130 bölümdür, üç yıldır bu sahneyi bekliyordum.

Uzun bir bölümdü ama daha ziyade kalbim bölümdeki gelişmeleri kaldıramadığından ara vererek okumuştum. Saat sabahın 4 buçuğunu bulmuştu. Babam Bulgaristan'a olan uçağına hazırlanmak için kalkmış olmalıydı. Mültecilerle alakalı çektiği belgeselin bir başka ayağını tamamlamak üzere gidiyordu. Bir önceki yolculuğundan ise bir hafta önce gelmişti. Yılın çoğunu bizden uzakta geçirmesine uzun zaman önce alışmıştık. Şanslı biriydi Yönetmen Bey. Annem iyi bir şirketin reklam müdürü olarak kazandığı sabit parayla eve ekmek getiriyordu. Babam da sanatsal görüşünü sunan kısa film ve belgeseller çekerek hayallerini yaşıyordu.

Okuduğum sahne tekrar aklımda belirdi, ağzımdan alçak sayılmayacak bir kıkırtı kaçtı. Babam banyodan çıkıp odamın kapısına geldiğinde ölü taklidi yapıyordum.

Yerinden kıpırdamadan öylece durdu. "Yine ne görüyor rüyasında..." diye mırıldandı. Sonra odasına geri döndü.

Tekrar nefes almaya başladım, telefonumu usulca komodinin üstüne bıraktım. Bu saate kadar uyumadığım için beynim ağırlaşmış, dengesinden şaşmıştı sanki. Sabah çok zor uyanacaktım, bitirmem gereken ödev ne olacaktı biliyordum ama bir şekilde yetişeceğimi umuyordum. Okulların açılmasına sekiz gün vardı. Bir şekilde biterdi test kitabı canım. Hem bu saatte çalışacak değildim, kitap okumamın ne zararı olacaktı?

Hayran kurgusu okumayı seviyordum. Toplumda yazarın özgün olmamasından tutup okuyan kitlenin de bir grup asosyal olduğunu söyleyen aşağılamalara rağmen hayran toplulukları dünyanın her yerinde birbirine destek vererek kalemlerini güçlendiriyor, yetenekli birçok yazar hayran kurgularından geliyordu. İnsanlar tutkuyla sevdiği bir şey bulduğunda zamanını ve benliğini adayabiliyordu ne de olsa. Tüm ilhamı gürül gürül akıyor ve yalnız edebiyatta değil, diğer sanat alanlarında da büyük yetenekler bu şekilde ortaya çıkıyor, bu şekilde kendilerini geliştiriyorlardı. İnternetten önce de hayranlar bir kitaptan, bir resimden, bir filmden etkilenip üretime geçiyordu. Asırlardır bir eseri beğenen insanlar onlara methiyeler düzüyordu. Kült haline gelen masallara yeni anlamlar vererek yazmak, efsaneleri günümüze uyarlamak çok eskilere dayanıyordu. Alıcı kitlenin nabzı hayranlardı. Filmlerde ve dizilerde rol alacak oyunculara karar verirken, senaryo yazarken hayranların ilgisi göz önüne alınıyordu.

Amatör bir yazarı okurken edebiyatın yeteneklerini erkenden keşfeden yetenek avcılarıydık biz okurlar. Kaliteli kalemlerin ellerinden tutan sponsorlardık.

Evet, saatlerce okuduktan sonra kendimi bu şekilde avuttuğum doğruydu ama söylediklerimin de arkasındaydım.

Zıt kutuplar gibi birbirlerine çekilen göz kapaklarıma daha fazla karşı koymayıp uyku kralının diyarına doğru yola çıktım. Rüyamda çamura bulanmış ıslak terlikler, parlayan bir Güneş ve açık kalan bir banyonun lambası vardı.

*

"Ayla duydun mu beni?"

"AYLA! Sana diyorum Ayla!"

"Nee?" diye homurdandım. Beni dürten kolundan kurtulup başımı yastığın altına gömdüm.

"Birce Hanım'a dün yaptığımız cevizli kurabiyeden götürmeyi unutma." Benden bir cevap gelmeyince yastığımı başımdan çekip aldı. "Ne dedim ben tekrar et."

"Birce teyzeye bir şey götüreceğim işte dinliyorum seni," diye inledim. Annemin parfümünün kokusu burnuma ulaştı. İşe gidiyordu. Gözlerimi açmadan telefonumu bulmaya çalıştım. "Saat kaç? Niye uyandırdın beni?"

"Gitmem gerekiyor geç geleceğim. Abinle ablan da bugün antrenmanda olacak. Kurabiyeleri götürmek sana kalıyor. Unutma tamam mı?"

"Zaten her şeyi yapmak bana kalıyor," diye isyan ettim. "Saat daha yedi, değil mi? Sen uyanınca ben de uyanmak zorunda mıyım, mesaj atsan olmaz mıydı niye alacaklı gibi bağırıyorsun?"

"Ay tamam tamam," diyerek yastığımı geri bıraktı. "Gün içinde mesaj atamayabilirim diye..."

Palavra.

"Sen kaçta uyudun da böyle cadı gibi bağırıyorsun?"

Yastığı iyice başıma bastırıp, "Bencil kadın," diye boğuk bir sesle bağırdım.

"Huysuz yaratık. İyi, neyse gidiyorum ben," dedi odamdan çıkarken. "Unutmazsın değil mi?" diye ekledi şüpheyle.

"Düş yakamdan düş!"

Elbette saniyeler sonra Ayhan ve Dilhan da odalarından çıkıp gürültüyle konuşarak kahvaltı etmeye başladı. Ben de iki buçuk saatlik uyku kırıntılarımla, yazın son uykularını geçirme ümidiyle rahatsız bir uykuya tutunmaya çalıştım.

Tekrar uyandığımda saat 11'di.

Vaktinden önce uyandırılmanın intikamını almak için 12'ye kadar yatakta dönüp durduktan sonra saçlarımı toplayıp kahvaltı yapmak için kalktım. Yüzümü yıkadıktan sonra hazırladığım yumurtayı yerken bir yandan da bir şeyler izliyordum. Annemlerin bıraktığı bulaşıkları da makineye dizip odama döndüğümde derse başlamaya kararlıydım fakat birkaç gündür biriken döküntüleri toplamadan odaklanamayacaktım. Ama pek iyi gitmedi.

Annemin ıvır zıvır olarak adlandırdığı şeyleri seviyordum. Fi tarihinde tavana yapıştırdığım fosforlu yıldızlara iplerle sarkıttığım maket kuşlar ve sarı ışıklandırmalar eklemiştim. Kum rengi duvarlarda internetten çıkardığım tabloların ve sevdiğim resimlerin çıktıları asılıydı. Karışık masamın karşısındaki panoda arkadaşlarım ve ailemin olduğu fotoğraflar, şiirler, kitap alıntıları ve post itler vardı. Küçücük odaya üç masa lambası sığdırmıştım. Banker lambası denilen yeşil lamba masamdaydı. Komodinimde vitray lamba, pencerenin geniş eşiğinde lava lambası vardı. Yarım kalan günlükler, ejderha kafası buhurdanlığı, çeşitli amaçları olan yastıklar, yerde kıyafetler, raflarda ve cam kenarında yeşil kızlarımın saksıları, kitaplık dolusu kitap, koltuğun yanında kitap yığınları, masada kitaplar...

Kırık beyaz perdeleri açıp tülleri çektiğimde süzülen öğle güneşi ve alt mahalledeki inşaatın seslerine karışan bilgisayardan yükselen akustik müziğin eşliğinde işe koyuldum. Kıyafetlerimi dolaba yerleştirip kirli olanları banyodaki sepete taşıdım. Bitkileri suladım, masamı düzenlemeye geçtim. Kıyıda köşede kaldığını unuttuğum eşyalara dalıp onların hatıralarında kayboluyordum.

Masamı düzenlemekten vazgeçtim.

Test kitabımı alıp koltuğa geçtim. Müdür yardımcısı, yani matematik hocamız bir plana uymakta zorlandığımı fark etmişti. En azından on birinci sınıfa başlamadan önce şu test kitabını bitir Ayla,demişti. Bu kadarını yapabileceğimi ona kanıtlamak istiyordum. İyi bir öğretmendi.

İki saat hayallere dalarak da olsa hafife alınmayacak kadar ilerlemiştim. Sude mesaj attığında Twitter'da dolaşıyordum. No. 708'e gitmek istiyordu. Sevinçle kabul ederek hazırlanmaya başladım.

No. 708 ikimize de yakın olan, yıllardır öğrencilerin mesken edindiği bir kafeydi. Eski bir evdi esasında. Sahibi vasiyetinde bu amaçla kullanılmasını istediğinden evlatları kafeyi açmış, kazancını da öğrenci okutmaya ayırmış olan cömert zenginlerdi. Ödünç alabileceğiniz kitaplar, ders çalışabileceğiniz bir üst katı vardı. Bu yüzden test kitabımı da almıştım. Krem keten pantolon ve düğmeli su yeşili bluz giydim. Lenslerimi takmaya üşendiğim için büyük camlı gözlüklerimle çıkmıştım.

Kurabiyeleri hatırladığımda durdum. İç çekerek kilitlediğim kapıyı geri açtım. Güzel bir büyük kaseye alıp tekrar çıktım. Asansörle ikinci kata indim.

Birce teyze yazın başında çocuklarıyla bizim apartmana taşınmıştı. İlkokula bu yıl başlayan porselen bebekleri kıskandıracak ikiz kızları vardı. Kuş tüyü gibi sarı saçları, tombul yanakları, mavi gözleriyle ilk görüşte aşkı tatmıştım. Bir de bir oğlu vardı ama henüz görmemiştim. Apartmanımızda komşuluk sıkı fıkı değildi. Gelip giderken karşılaştıklarımı hal hatır sorup küçük sohbetlere zorladığımda komşuluk bayrağını, dalgalandığı tepeyi koruyan son asker gibi hissediyordum. Annem uzun saatler işte olduğundan diğerleriyle ilişkiyi geliştiremiyordu ama Birce teyzenin tek başına üç çocuk büyütmesi ve ikisinin ikiz olmasından dolayı ona karşı bir şefkat duyuyordu.

Annem de dört çocuğu tek başına büyütmüştü neredeyse. Yaşlarımız yakındı. Gülay ablamdan iki yıl sonra Ayhan ve Dilhan çift yumurta ikizleri doğmuş, bir yıl sonra da haber vermeden ben gelmiştim. Babam o sıralar İstanbul içinde çalışmış, annem de işten ayrılıp bize bakmıştı. Yeterince büyüdüğümüzde annem son sürat kariyer hayatına geri dönmüştü.

Zillerine bastığımda çok geçmeden Birce teyzenin, kızlarınınkinin kopyası olan sarı başı kapı aralığında görünmüştü. "Ayla! Hoş geldin yavrum."

"Hoş buldum Birce teyze," dedim dişlerimi göstererek gülerken. Narin bir kuşu andırıyordu. Çok güzel bir kadındı. Genlerini gen havuzunda kahramanca savunup dünyaya, getirdiği güzel çocuklarıyla bulunduğu katkıdan ötürü ona minnetlerimi sunmamak için kendimi zor tutardım. "Annemle dün kurabiye yapmıştık."

"Ay ne zahmet ettiniz aşk olsun," dedi başını yana eğerek. Uzattığım kaseyi aldı. "Çok güzel görünüyorlar, ellerinize sağlık. Bizimkilerin yine aklı gidecek."

Topuklarımın üstünde sallandım. "Afiyet olsun. Onların keyifle yediğini düşünmek beni mutlu ediyor."

"İçeri davet edeceğim ama bir yere gidiyorsun sanırım," dedi üstümdeki kıyafetleri inceleyerek.

Başımı salladım. "Bir dahaki zamana artık."

Birce teyzenin eteği hareketlendi, kapıyla arasında bir bıcırık göründü. "Aaa geveze abla gelmiş! Koş Işık!" Sesi apartman boşluğunda yankılandı.

Başımı geri atıp kahkahalara tutulurken Birce teyze kızardı. "Şşt Oya, çok ayıp! O ne biçim söz?"

"Ne oldu ne oldu?" diye seslenen Işık nefes nefese giriş yaptı. "Ayla ablaa!"

Üstüme atılmaya çalıştığında kapının önünde diz çöküp sarıldım. "Merhaba hanımlar. Geveze abla kurabiyelerle geldi."

'Işık ılık süt iç' ve 'Oya okula koş' çığlıklar atarak zıplamaya başladı. "Benim şimdi gitmem gerekiyor ama sonra görüşürüz," dedim başlarını okşayarak.

"Söz mü?" diye sordu Oya çekinerek.

"Söz," dedim gülerek. "Yani inşallah, söz."

Işık kaşlarını çattı. "Bir şey yapmayacağı zaman abim de öyle söylüyor."

Elimi ağzıma götürdüm. "Hii! Olur muymuş öyle şey? Asıl yapmak istediğinde kullanırsın bu kelimeyi."

Şüpheli gözlerle annelerine baktıklarında Birce teyze başıyla onayladı. "Abiniz hata etmiş." Başından savmak istemiş diyememişti.

Tatlı çekirdek aileye veda ettikten sonra tramvayla No. 708'e gittim. İşlek bir caddedeydi, çevredeki birçok liseye yakındı. Tanıdıklarınızla yolunuzun kesişme ihtimali yüksekti. Fakat şamata yapılacak bir yer değildi. Koyu sohbetler dışarıdaki masalarda dönerdi. Okul çıkışında gelip bir şeyler yediğimiz, arkadaşlarla beraber yazılılara çalıştığımız çok olmuştu. Üç katlı ahşap kaplamalı duvarları, berjerleri, ceviz masaları vardı.

Sude on beş dakikaya geleceğini söyleyen bir mesaj atmıştı. Kasadaki kafe müdürüne selam verip yukarı çıktım. Her zaman oturduğumuz masanın olduğu köşe, camın yanında gün ışığı alan bir yerdi. Yaz boyu gelmediğim için burayı çok özlemiştim. Yolda dinlediğim şarkıyı ıslık çalıyordum.

Her zaman oturduğumuz masada bugün biri vardı. Cama dönmüş sokağı seyrediyordu. Beynimde ışıklar yanıp sönmeye başladı. Bir ses fısıldadı. Hayallerinin erkeği.

Bir gürültü koptu. İhtişamlı bir karnaval etrafımda gösteri yapıyor, konfetiler yağıyordu. Beyaz kumaştan uzun afişler açıldı. Üstlerinde büyük harflerle, 'hayallerinin erkeğini kazandın!'yazıyordu.

Altın sarısı saçları darmadağın, sanki Güneş'e dönen ayçiçekleri... Gök mavisi gözleri en kıymetli mücevherler gibi göz alıcı. Gizemli bir aurası var, utanmasam yanına oturacağım. Buğday teninde gözenek bile yok. Burnunun kemiği daha önce kırılmış gibi ama ona öyle çok yakışıyordu ki... Geniş omuzları, uzun parmakları, dudaklarının kıvrımı... Elmacık kemikleri, mükemmel çenesi... En çok da gözleri beğendiğim şekildeydi. Sakin bakışlı, kusursuz badem şekilli gözleri en dikkat çeken detaydı.

Kaderdi değil mi? Aynı gün ve saatte burada olmamız bir rastlantı olamazdı. Hele her zaman oturduğum yere oturması? Yıllardır aşkı tatmamış kulunun dualarını kabul etmişti yüce Allah'ım. Sude ne hayırlı arkadaştı! Canım annem iyi ki yanlışlıkla doğurmuştu beni. Daha önce veya sonra doğsam bugün meydana gelmeyebilirdi. Rahmetli Makbule nineye de teşekkür ediyorum, oğullarına da... Onlar bu kafeyi kurmasa onunla bir ömür karşılaşmayabilirdim.

Baktıkça gözlerim ve ruhum temizleniyordu adeta. Bir insan bütün fiziksel ideallerimi nasıl tepeden tırnağa taşıyabilirdi? Bu çocuk ne türden bir sanatsal açılımdı? Böyle birinin yeryüzünde, hatta tam karşımda oturduğuna inanamıyordum. Bir dakika, burada olduğuna göre uzakta oturuyor olamazdı. Belki okulu civardaydı. Kalbim boğazımda atıyordu. Onunla konuşmak istiyordum. Sesini merak ediyordum. Onu tanımak...

"Yavuuz!" Omzuma çarpan kuvvetle yana doğru savruldum. Karnaval buhar olup uçtu. Uzun ve düz siyah saçları olan kız benim boylarımdaydı. Yolunu kesmişim gibi gözlerini devirdikten sonra istikametine devam etti. "Çok beklettim mi aşkım?" Her zaman oturduğumuz masanın ikinci işgalcisi oldu.

Gözlerimdeki pembe filtrenin camları tuzla buz oldu. Böyle birinin sevgilisi olmadığını düşünerek ilk yanlış adımı atmıştım. Ses çıkarmadan yanımdaki masaya geçtim. Çantamın kopçasını kolumdan çıkaracak takatim kalmamıştı.

En azından onunla konuşup rezil olmamış, daha derine batmadan sevgilisi olduğunu öğrenmiştim. Gerçi sevgilisi olmadan da bana bakacak diye bir şey yoktu veya tanıdığımda onu seveceğimi bilemezdik. Vücut hijyenine dikkat etmeyen biri olabilirdi. Belki kelime dağarcığı çok kısıtlıydı ve küfür ederek konuşuyor, imla hatalarıyla yazıyordu. Amaçsız yaşayan, ödevlerini başkalarına yaptıran bir serseri de olabilirdi. Belki yaşlılara saygısı yoktu. Ya da berbat bir kişiliği vardı, annesinin cüzdanından para çalıyordu. Yerlere tükürüyordu.

Güzel yüzünü böyle harcadığı aklımda canlanınca gülmeye başladım.

Hayal alemine öyle derin dalmıştım ki dakikalar hızla geçmişti. Kızın sözleriyle dünyaya döndüm.

"Kâtip Çelebi'ye gidince bizi unutmazsın değil mi? Kolejde kim bilir ne güzel kızlar vardır..."

Kâtip Çelebi Koleji benim gittiğim okuldu.

Gözlerimi hüsranla yumdum. Bir daha görmesem onu unutacağıma emindim ama haftanın beş günü aynı çatıda olursak ne olacaktı? Hayal gücüm çığırından çıkacak ve onu idealize etmeye, sevebileceğim biriymiş gibi düşünmeye başlayacaktım. Ama sevgilisi olan biri kesinlikle sınır dışıydı. Öyle birine bakmayacağımı bilecek kadar iyi tanıyordum kendimi. Güzel bir yüz neydi ki? Cansız bir nesne olarak beynime kazıyacaktım onu. Sevebileceğim biri olarak değil.

"Melike..."

İlk defa işittiğim sesi beni baştan aşağı ürpertti. Sesi niye güzeldi ki? Yüzüyle hayat yarışında yeterince öne geçmemiş miydi? Bu sesle, bu tınıyla aptal biri olamazdı. Allah'ım aklımı kaçıracağım, bunu bana neden yapıyorsun? Neden ağzından çıkan kelime kız arkadaşının adı olan birini karşıma çıkardın?

"Bu oyuna ne zaman son vereceksin?"

Bıçak gibi sert, insanı ciddi olmaya zorlayan bir tonlamayla konuşmuştu. Yüzü bana dönük oturuyordu ama başımı kaldırmaya korktum. Bir yabancının karışmaması gereken bir şey vardı aralarında. Konuşmalarının kalanını dinlemek için telefonumu karıştırıyormuş gibi davranmaya başladım. İyi ki kulaklıklarımı kulaklarımdan çıkarmamıştım.

"Ne demek istiyorsun Yavuz?" diye şaşaladı Melike.

Hala bakış açımda olan Yavuz sırtını koltuğa yasladı. "Bugüne kadar etrafımda dolaşmana yeterince göz yummadım mı?"

Gergin sessizlik öyle ağırdı ki diğer her şeyi duyulmaz etti. Birbirlerine nasıl gözlerle baktıklarını merak ettim.

"Beni bırakacağını mı söylüyorsun? Bir hata mı yaptım?" dedi telaşla.

Sevgili değiller miydi? O halde Melike neden ona aşkım diyordu? Yoksa Yavuz aralarındaki ilişkiyi inkar mı ediyordu?

Melike'nin sesi kat boyu duyulacak kadar yükseldi. "Hayır, sana yetecek kadar iyi olabilirim."

"Sessiz ol," diye uyardı Yavuz.

Ama Melike üstü kapalı tehdidini yok saydı. Sandalyesinden kalkıp Yavuz'un ayaklarına sarıldı. "Senin için her şeyi yaparım. Ölürüm! Yemin ederim! Ne olur beni bırakma!"

Hıçkırıklara boğulmuştu. Diğer masalardan yadırgayan uğultular yükselirken ben de gözlerimi kaldırdım. Şimdiye kadar dinlediklerimden Yavuz'un, sevgilisini acımasızca ortada bırakan berbat biri olduğu çıkıyordu. Bir şey daha vardı. Adını tam koyamıyordum ama Melike gözyaşları ve aşktan gururunu ayaklar altına alan sözlerinin ötesinde Yavuz'a kafa tutuyor gibiydi. Bakışları çaresizlikten çok, bu kadar olay çıkardım, sıkıysa beni reddet, diyordu.

Kısacası hafife alınmaması gereken bir ikiliydiler. Nasıl insanlar olduklarını, ne düşündüklerini anlamak pek kolay değildi.

"Demek beni karşına alıyorsun," dedi Yavuz sakince. Sesinden gülümsediği anlaşılıyordu. "Her şeyi yapabilir misin?"

Melike hızla başını salladı. "Ne istiyorsan," dedi tekrar yerine otururken.

Yavuz masaya eğilerek ona yaklaştı. Sesini duyulmamak için kısık tutuyordu ama öyle bir kulak kesilmiştim ki hiçbir faydası yoktu.

"Bu gece babanın Mercedes'ini kaçır. Ah, bir de içmeni yasakladığı Pinot Noir'i de getirmeyi unutma. İyi bir kutlama ancak böyle olur, öyle değil mi?"

Gözlerim fal taşı gibi açıldı. Pinot Noir muhtemelen bir içkiydi. Ama araba kaçırmak? Hangi ara Netflix gençlik serisinin bir parçası olmuştuk? Bu yaşta el alemin arabasını kaçırıp içki çalan yarın ne yapmazdı? Melike'ye üzülmeye başlamıştım. İnsanları yanlış yola sürükleyen, kötü birine aşıktı. Koştuğu şartı kabul edecek miydi?

Çantasını kaptığı gibi arkasında bir rüzgar bırakarak gittiğinde cevabımı almıştım. Birkaç saniye sonra kahvesini bir dikişte bitirip masadan kalkan Yavuz da istediğini almış olmalıydı.

Okullar açılmadan bu olaya şahit olduğum için şanslı olduğumu düşündüm. Eğer ilk karşılaşmamız okulda olsaydı, her şeyden habersiz beni çok üzebilirdi. No. 708'de Yavuz'la karşılaşmam yine bir nevi kaderdi. Hayatımın aşkını bana getiren değil, beni güzel bir canavardan koruyan bir kader.

Continue Reading

You'll Also Like

1.5M 65.1K 62
Aile problemleri yüzünden evden kaçmış ve kendi ayakları üzerinde durmaya çalışan, aynı zamanda sinir hastası olan Pare, ucuza gelsin diye ikinci el...
74.1K 173 20
Türkçedir kısa sex bölümleri içerir
3.3M 121K 67
Berdel'e kurban gitmiştim. Hiç tanımadığım, bilmediğim bir adamla evlendiriliyordum. İkiz erkek kardeşim yerine ben hayatta kalmıştım, ben yaşamıştım...
95.4K 9.5K 19
*avareyim,asudeyim,yorgunum bilmiyorum,neden sana vurgunum? -bir mahalle hikâyesi- 18/05/2023 " Dökme yüzünü." dedi. Yüzüne vuran kızıl ateşlere ba...