our night like a light •ʲⁱᵏᵒᵒᵏ

By via_rai

51.3K 4.8K 3.7K

(tamamlandı) On yılı aşkındır süregelen dostlukları, bir gece ansızın sarhoşluğun verdiği etkiyle gelineceğin... More

bir numaralı süper gücüm; jeon jungkook
şeftali kokan bir öpücük
aklımın orta yerinde bir kasırga çıkarıyorsun
bir ikincisi, hatayı hata olmaktan çıkarır
geçmişte kalan çiçek çocuğu her şeyden fazla özledim
kokunu üstümden atamıyorum
yeniden ve hep seninle, son

eksik olan bir şey var, çünkü kalbim seni istiyor

5.6K 564 548
By via_rai

Bölümün içinde birkaç Fransızca cümle yer alıyor hepsini translate'den bakarak yaptım Fransızca bilgisi olan arkadaşlarım GÜLERSENİZ KESERİM

Günümüzden devam ediyor 👇🏻

Our Night Like a Light, 5. Bölüm

Jungkook esneyerek odasından çıktı. Bir bardak kahveye ihtiyacı vardı, ve bu gün ekstra iyi hissediyordu. Kalan tüm günlerin aksine. Belki bir tuvali aklındaki gibi doldurabilir ve sonunda yarım eserlerinden birine değil de, tamamlanmış, güzel olanların arasına koyabilirdi. Yüzünü sıvazladı ve kahve makinesine bir kapsül yerleştirdi.

Tam o sırada arkasında, salonda hareket eden gölge irkilerek sıçramasına neden olmuştu. "Jimin! Ne yapıyorsun? İşe neden gitmedin?"

Jimin uykudan henüz uyanmış yüzü ile Jungkook'a sırıttı. Korkunç görünüyordu, göz altı torbaları şişmişti ve gözleri küçücük kalmıştı. Saçları ise apaçi gibi görünüyordu. O da gerindi ve başını olumsuz anlamda salladı. "Bu gün tatil günüm... Jungkook, kahvaltı..."

Jungkook gözlerini devirip kahvesini aldı. "Kalk öyleyse. Git yüzünü yıka ve aynaya baktığında çığlık atmamaya çalış... Cidden, dün gece kaçta uyudun sen?"

O muhteşem tartışmalarının ardından eve geldiklerinde saat pek de erken sayılmazdı zaten. Jimin söylediğinie burun kıvırarak vestiyerdeki aynaya bir öpücük attı. "Jongin-shi ile konuştuk. Bana mesaj attı,"

Jungkook önüne döndü. "İyi yapmışsınız. Hortlağa benziyorsun."

Jimin omuz silkerek banyoya yöneldi. "Sen nasıl her sabah şöyle görünmeyi başarıyorsun ben anlamıyorum asıl... Güzellik uykusuna yatıyor da değilsin ki."

Söylentisi Jungkook'u gülümsetmişti. Dolabı açtı ve kahvaltı için birkaç parça şey çıkardı. Midesi pek fazla şey alacak gibi hissetmiyordu, bu yüzden Jimin için yeterli olanları masaya bıraktı ve birlikte birkaç şey daha hazırladılar.

Son derece tembel hissediyordu bu gün Jimin. Dünkü yoğun sinir yüklemesinden sonra nedense fazlaca tasasız uyanmıştı. Bir şeyleri kafaya takmıyormuş gibi görünmekte ustaydı.

Kahvaltı masasından oyalana oyalana kalktıklarında saat neredeyse öğlen 12'yi geçiyordu. Jungkook bile pek bir şey yememesine rağmen orada Jimin ile oturmuş ve dün geceki konulardan gülünç derecede kaçınmaya çalışarak saçma sapan şeylerden sohbet etmişlerdi. Halleri, uzaktan onları izleyen biri olsaydı eğer, kahkahalar atacak kadar vardı sahiden. En önemlisi de gören biri onların en yakın iki arkadaş olduğunu tahmin edemezdi bile...

Kanepenin üstündeydiler. Jimin güneş ışığından fazlaca mızmızlandığı için Jungkook'a güneşlikleri indirtmişti, esmer olan böyle evin içinin gündüz gündüz fazlaca boğucu olduğunu söylese de Jimin güzel bir film izleme ortamı oluşturduğunu ekleyip savuşturmuştu onu. Şimdi büyük ekran televizyonda, açtıkları filmin onuncu dakikasında ikisi de sıkıldığı için bir zamanlar yarım kalan How I Met Your Mother maratonuna devam ediyorlardı. Jimin'in favorisi ikinci sezondaki Swarley bölümüydü, ve Jungkook'un favorisi üçüncü sezonun Slapsgiving bölümüne gelene kadar izlemeye devam ettiler.

Bir yerden sonra ekrana bakarak kahkaha atan Jimin'e dönmeye başlamıştı Jungkook'un bakışları. Gözlerinin kısılışı güzel görünüyordu ve her güldüğünde aklından geçirmekten bıkmıyordu bu düşünceyi. Ve kahkaha atarken çıkardığı melodik ses favorisiydi. Jimin kendisinden habersiz olduğunda onu böyle izlemeyi ve aklındaki düşüncelere ket vurmaksızın özgürce hissedebilmeyi seviyordu. Onun bakışları kendisine döndüğü an, refleks gibi son veriyordu yaptığı şeye, Jimin aklından geçeni bile okuyabilirmiş gibi geliyordu çünkü bazen... Saçmaydı ama engelleyemiyordu. Bunu tekrarlaya tekrarlaya şimdiki hâle gelmişti işte ve aslında o gece sarhoşken geri adım atamayışına sebep olmuştu. Hep bir şeylerin üstünü kapatmıştı kendi içinde, Jimin'e karşı olan sahici düşüncelerini görmezden gelmişti her zaman. Açık bir kapı bile bırakmadan, acaba diye sormadan, koşulsuzca önce kendisi engellemişti hepsini. Saçma olduğunu biliyordu. Ve tüm o sıkıştırdığı şeylerin onu güçsüz anında böyle vuracağını ve sonrasında sarışın olanı pişmanlığa sürükleyecek şeyler yapacağını tahmin edememişti.

Bacaklarını kendine çekti ve Jimin'in ayaklarını uzattığı sehpanın üstündeki defteri kendine çekti. Spirallerinin arasına sıkıştırdığı kalemi parmaklarının arasına aldığında rastgele bir sayfa açtı, Jimin hâlâ ekrana bakıyor ve ara ara sahnelere gülüyordu. Barney her tokat yediğinde Jungkook'a dönüp böyle bir tokat iddiasına girmek istediğini söylüyordu, aslında bunu Slapsgiving bölümü dışında her slap bet bölümünde söylüyordu. Ki Jungkook bunun göründüğü kadar zevkli olmayacağını dile getirse de aslında Jimin'in neredeyse anca kendi avucuna denk olan elinin ağırlığından korkuyordu. Sonuç olarak bir Lily'e sahip değillerdi ve kimse tokat hakemi olamazdı, o yüzden Jimin'i bundan vazgeçiriyordu her seferinde. Sarışın olan nedense Jungkook'u sağlı sollu tokatlamak için fazlaca istekli görünüyordu, bunun sebebi içten içe ona hâlâ sinirli oluşu muydu emin değildi.

Kendi kendine başını sallarken rastgele bir sayfa açtı. Kurşun kalemi elinde yatay tutarken irisleri Jimin'e dönmüştü. Yan profilini çiziyordu. Jimin'in profilini her zaman beğendiği için ondan birçok kere modeli olmasını istemişti (daha çok öğrencilik yıllarında verilen ödevlerle boğuşurken). Yine de şimdi onu eskizlediğini fark etmemesi için defteri iyice kucağına çekti. Küçük bir karakalem çalışması olmuştu. Ve yine bir tokat sahnesine güldüğü halini zihnine kısaca fotoğraflayıp atlına resmetti. Ardından kaşlarını çattı ve sayfayı çevirip kalemin ucunu yassılaşmak için öylece karalamaya başladı. Sonra çizdiği eskizlerin üstünü de karaladı. Hatta gülerken olanın ilk önce dişlerinden birkaçını çürütüp kaşlarını birleştirdi.

"Ne yapıyorsun?"

"Hm?"

Jimin Oscar'ı eline almıştı. "Patlamış mısır yapsana."

"Sen de iyi alıştın bir şeyler yaptırmaya... Kalk kendin yap Jimin,"

"Ya, Jungkook. Ben yakıyorum her seferinde bir kere! Yapsan ne olur sanki?"

Jungkook umursamazca omuz silkti. "Git dolaptan hazırını al o zaman."

Jimin oflayarak yerinden kalktı. Dolapta bulduğu peynirli patlamış mısır pakedinin kenarlarından çekip mikrodalga fırına attı, iki dakika için düğmelere bastı ve paket içeride şişip mısırlar içinde patlarken beklemeye başladı.

"Önünde durma şunun. Kanser olursun,"

Jimin Jungkook'a dil çıkarıp fırının önünden çekildi. "İyi işte. Kurtulursun belki benden."

"Saçma sapan şeyler söyleme Jimin."

Jimin onu duymazlıktan gelerek fırındaki mısırı aldı, pakedi yırttı ve içindekileri bir kaseye boşalttı. Koltuğa geri oturduğunda Jungkook bir tanesi için ağzını açtı ama Jimin orta parmak çekerek ayaklarını uzattı.

"Cimrilik yapma."

"Kalk kendin yap Jungkook, elin iş görsün biraz!"

"Onun benim mısırım olduğunu biliyorsun değil mi?"

"Hiçbir şey sana ait değildir Jungkook. Hepsi tanrının bir nimeti."

"Ben ateistim, ver şunu."

Jimin Jungkook'un ağzına doğru iki mısır fırlattı ama ıskalamıştı. Sarışın, koltuğa düşen mısırları üç saniye kuralını ileri sürerek ağzına attığında diğeri ona yüzünü buruşturarak baktı. "Bak böyle yapacaksın," Bir mısırı havaya fırlattı ve ağzını açıp diline düşmesini sağladı. Jungkook küçük bir alkış tutmuştu.

"Nasıl yapıyorsun anlamıyorum," Kaseden iki mısır daha alıp Jimin'e fırlattı, yine havada yakalamıştı. Kıkırdadayıp çiğnerken esmer olan kaseden bu sefer kendisi için mısır aldı.

"Jongin akşam buraya gelebilir miymiş diye soruyor."

Jungkook duraksadı. "Gelebilir miymiş diye sana mı soruyor?"

Jimin omuz silkti. "Ben de anlamadım... Neyse. Güzel bir şeyler pişirmeme yardım et. Bak bu sefer sana yap demiyorum!"

"Bir de deseydin... Kendin yap ne yapıyorsan, sonra ikinizi de zehirlersin bir güzel."

Kaşlarını çatıp Jungkook'un dediği şeye kızarcasına "Senin Jongin'e garezin falan mı var ya?" diye sordu Jimin.

"Yoo. Ne alaka?"

"Var var! Dün gece de zaten bi' tuhaf tuhaf davrandın, konuşturmadın iki dakika..."

"Ne saçmalıyorsun Jimin? Gayet güzel konuştunuz ayrıca. Sen Jongin ile tanışmadan önce benim zaten arkadaşımdı o, hatırlatırım,"

"Bana garezin var o zaman öyle mi? Arkadaşının bana gitmesini isemiyor musun? O kadar mı kötüyüm gözünde, tuhaf tuhaf tavırlar..."

"Ya ne alakası var? Bazen durduk yere saçmalamaya başlıyorsun gerçekten..." Gergince bir bacağını diğerinin üstünden attı. "Sushi yapabiliriz belki akşama. Ya da her ne istiyorsan."

Jimin fazla uzatmayı seçmedi. "Sushi güzel."

"Tamam."

"Hm. Peki."

Birkaç saat sonra akşam üstü olmaya yüz tuttuğunda, Jimin güya Jungkook'a yemek için yardım edecekti ama banyoda tam tamına bir saat boyunca o koca çantasının içinden çıkardığı kıyafetlerden birini seçmekle uğraşmıştı. Jimin'in kendisine her fikrini soruşunda sinirleri bozuluyordu Jungkook'un. Kot ve tişört üstüne sanki aralarında zor bir seçim yaptıracak kadar fazla çeşidi vardı... Altı üstü Jongin gelecekti üstelik. Tanışalı henüz sadece bir gece olan birisi. Ve iki ay önce iki yıllık koca bir ilişkinin içinden çıkan biri gibi davranmıyordu hiç, gerçi o ilişki ve bitişinin mâl olduğu şeyler söz konusu olduğunda konu başka kısımlara gitmeye daha çok meyilliydi. Jungkook ona bir şey söylemedi ve kendi kendine süslenip durmasına izin verdi. Öylece izlemek ve Jimin'in yine şen şakrak hallerine bürünüşüne böyle kötü bir ruh haliyle eşlik etmek sinir bozucuydu. Umursamadığını biliyordu ancak sarışın olan bunu her gördüğünde daha da üstüne gitmeye yetecek küçük hareketler yapıyordu sanki. Jungkook'tan parfümünü kullanmak için izin istemek gibi... Bilerek yapıyordu bunu. Normalde herhangi bir eşyasını sormadan kullanacak kadar yakınken şimdi hiçbir şeyden haberi yokmuşçasına odasından bir şeyler kullanmanın uygun olup olmayacağını soruyordu masum bir sesle. Normal birisi, bunda takılacak herhangi bir şey görmeyebilirdi ama Jungkook görüyordu işte.

Jongin geldiğinde bu sefer üçü birlikte balkondaki rahat köşedeydiler. Jimin Jungkook'un kıştan beri ortaya çıkarmadığı pufun içinde, bağdaş kurmuş bacaklarıyla küçük kalmış görünüyordu, onun aksine Jungkook ve Jongin üstünden taşıyordu neredeyse. Yemek yerine hafif birkaç meze ile eşlik etmeye karar vermişlerdi birilerinin yardım etmekten kaytarması üzerine. Aslında Jungkook'un aklına Jimin'e yakıştırdığı gibi, bir şeyler hazırlayıp içine birkaç parça zehir yerine geçebilecek temiz bağırsak ilacı koymayı düşünebilirdi ve ikisinin karın ağrısı tutup tuvalete koşturuşunu bir güzel izleyebilirdi. Fakat elbette ki böyle bir şey yapmak için hiçbir sebebi yoktu, üstelik Jongin gittikten sonra Jimin'in minare olmaktan uzaklaşan ishali ile kendisi uğraşmak zorunda kalırdı. Arkadaşının tam bir hastalık hastası olduğunu unutuyordu.

Daldığı düşüncelerden kendisine seslenildiği an çıktı. Aklından ne geçiyormuş gibi bir görüntü serdiğini bilmiyordu ama Jimin o an Jungkook'un kafasında kendi suikast planını hazırladığını şak diye görüyormuş gibi bakıyordu.

"Değil mi Jungkook?"

"Ne değil mi?"

Jimin gözlerini devirdi. "İlişki konusunda senin uzman olduğundan bahsediyorduk."

Bu sefer Jungkook gözlerini devirmek istemişti. "Yine mi bu konu?"

"Jongin-shi bile benimle hemfikir. Ayrıca bu kötü bir özellikmiş gibi söylemiyorum, şanslı olduğunu söylüyorum Jungkook-ah..."

"Değil mi? Üniversitedeyken her hafta başka bir kızla görüyordum, hâlâ değişmediğini bilmek şaşırtıcı."

"Yanımda gördüğün her kızla çıkmıyordum," Jungkook söylendi, Jongin ve o aynı üniversitenin faklı bölümlerinde okumuşlardı.

"Hey, cazibe katsayının yüksek olduğunu söylüyordum dostum,"

"Cazibe katsayısı mı? O da ne?"

Jongin Jimin'e sırıttı. "Benim uydurduğum bir şey . Jungkook görüntüsü itibari ile bunu ortalamanın üstüne çıkarmayı başarabiliyor mesela. Belki biraz kıvrak zekasını ve espri yeteneğini ortaya sererse elde edemeyeceği kişi kalmazdı,"

Jimin'in kaşları yukarı kalktı. "Vay canına. Bu... İyi bir gözlem?"

"Öyle," dedi Jongin. "Mesela ben, -eskiden- görüntü kısmını diğer ikisiyle kapatabiliyordum ve bu da beni yine ortalamanın üstü yapıyordu. Konu kızlar ve erkekler olduğunda şans her zaman yüzüme gülmedi elbette..."

"Şaka mı yapıyorsun? Diğer ikisine gerek kalmadan görüntün zaten o katsayıyı tavan yaptırırdı!"

Jongin mütevazı bir şekilde gülümsedi. "Tanrım, Jimin... Teşekkür ederim. Belki şimdi, bir parça öyle?.. Ama eski halimi bilmeden konuşma, o zaman tam bir-"

"Kazulettin."

"Jungkook!"

"Doğru söylüyor." Jongin yeni bir kahkaha attı. "Ve moda anlayışım epey berbattı. Neyseki o günler çabuk geçti..."

Jimin gülerken başını salladı. "Peki ya ben?" dedi sonrasında pepey heyecanlı bir sesle. "Benim cazibe katsayım kaç olurdu?"

Jongin elini çenesine koyup düşünüyor gibi yaptı. Jungkook'un yine third wheel gibi hissettiği dakikalara geçiş yapmışlardı. "Sen? Senin böyle bir katsayıda ölçülmene lüzum bile yok."

"O da ne demek?"

"Jimin-ah, sen baştan aşağı... Tanrının özbeöz oğlu gibi falansın."

Jimin yine meloik bir kahkaha ile Jongin'in omzuna vurdu hafifçe. "Aman tanrım, o da ne demek?.."

"Görüntü ya da kişilik olarak tüm cazibe katsayı standartını yerle bir edersin... O demek."

İnanmıyormuş gibi başını salladı. "Abartıyorsun,"

"Hayır, abartmıyorum. Dürüst olmak gerekirse Jungkook ile bu kadar zamandır arkadaşken aranızda nasıl hiçbir şey olmadı, aklım almıyor."

Bu dediği Jimin'in yüzündeki mayhoş gülümsemeyi yavaştan silmişti ve Jungkook bacağının üstüne yasladığı elindeki bardağı hafifçe sıkmıştı. Jimin ortamı toparlamaya çalıştı. "Biz hiç birbirimize o gözle bakmadık, o yüzden."

"Nasıl biri sana o gözle bakmaz, onu anlayamıyorum işte..."

"Bu biraz rahatsız edici olmaya başladı. Jimin tanıştığı herkesle bir ilişki içinde olmaya müsait mi demek istiyorsun?"

Jongin, Jungkook'un suçlayıcı bir tavırdan uzak rahatça söylediği kelimelere gözlerini büyüterek baktı. "Ah, tabii ki hayır! Sadece, demek istiyorum ki, Jimin... Eşsiz biri gibi değil mi? Arada herhangi bir engel yoksa biri nasıl ondan etkilenmeden devam edebilir, bunu anlayamadığımı söylüyorum sadece."

Jungkook'un kulağa saldırgan olarak gelen ama yalnızca onun düşüncelerini içeren cümlesinin aksine Jimin genişçe gülümsedi ve Jongin'in rahatlamasına sebep oldu. "Çok tatlısın. Teşekkür ederim, ama gerçekten o kadar etkileyici biri sayılmam. İlk görüş izlenimini genelde kısa sürede mahvederim ve birileri beni gerçekten tanıdığında hiç o gözle bakma yoluna girmezler..."

"Ah, yanılıyorsun... Sanırım sana bunu aksini kanıtlayan kişi olacağım, hm?" Söylediği şey, eğer Jimin gülümsemeye devam etmeseydi epey gerici olabilirdi, neyseki ortam hâlâ yumuşak sayılırdı. "Ama sahiden de cazibe katsayın birilerini her saniye başından almaya yetecek kadar yüksek..."

Jimin arkasına yaslandı ve birasından bir yudum aldı. "Hâlâ abartıyorsun. Ünlü olduğun göz önüne alınırsa o katsayı benimkinden kat ve kat yüksek bir kere." Ardından durdu ve meraklı bir şekilde sordu. "Hatta senin gibi birinin tek başına olduğunu düşünmeyeceğim için yaklaşmazdım bile hiçbir zaman, yani o anlamda... En son ne zaman bir ilişkin oldu?"

"Bu doğru değil!" Gözlerini kıstı. "Ve, gerçekten uzun zaman önceydi."

"Hm?"

"Geçen ay çıktığım kişi ile işlerimin yoğunluğu yüzünden ayrılmak istedim, ama bilirsin ya, aslında bu bir bahaneydi." Dedi burnunu kırıştırarak hafifçe utangaç bir halde. "Ve ayrıldık. Evet, galiba bir ay önceydi."

"Bir ay? Huh, bu çok da uzun bir zaman sayılmaz... Jongin-shi, kaç yaşındaydın sen?"

"Ben mi? 24,"

Jimin'in kaşları havaya kalktı ve ağzı hafifçe aralık kaldı. Küçük bir homurtuya benzer gülme sesi Jungkook'tan gelmişti, haline kahkaha atmak istedi esmer olan ama dilini ısırdı. Çok sevgili flörtü hakkında öğrendiği yeni bilgi onu bir miktar şaşırtmış gibiydi. Jimin dudaklarını yaladı. "Demek 24,"

"Neden? Sen kaç yaşındasın? Aman tanrım, yoksa hyung mu demem gerekiyor?"

Jimin gergince güldü. "Sanırım evet?.."

"Ah, bu olamaz..." Şaka yaptığı belliydi. "Çok küçük görünüyorsun ama..."

"Bunu genelde hep söylerler. Ama göründüğünden daha büyüğüm, inan bana."

"25? 28?"

"27," dedi Jimin gülerek.

Jongin bir ıslık çaldı. "Yaşça büyükler her zaman daha fazla ilgimi çekmiştir..."

Jimin kıkırdayıp ona küçük bir yastık fırlattı. Jungkook dakikalardır telefonuna bakıyordu ama aslında söylenenlere kulak asıyordu. "Bir süre sonra sana ajussilik taslayıp öğüt vermeye başlayacak," dedi ilgisizce.

"Hiç de bile!"

"Öğütlerine her zaman açığım, Jimin-ah,"

"En yaşlınız benim. Düzgün konuşun benimle..."

"Aramızdaki 9 ayı yaş olarak saymıyorum ben," dedi Jungkook dudaklarını büzerek. Jimin'den bir yıl küçük görünüyordu kimlikte ama aslında arada sadece 9 ay vardı.

"Hey. 9 ay 9 aydır. Senden 9 ay daha tecrübeliyim, bana saygı duy."

"Peki ya sen?" diye konuyu değitirdi Jongin. "En son ne zaman biriyle çıktın Jimin-shi?"

Jimin daha fazla gülümsedi ve ellerini ona doğru salladı. "O konuya hiiiiç girme,"

"Neden? Kötü müydü?"

"Fazlasıyla!.. İki yıldır çıktığım adamın şu an bir bebeği var ve ayrılmamızın üstünden iki ay geçti. Sen düşün neler olduğunu..."

Jongin başını salladı. "Pekala... Geçelim bunu. Sanırım aramızda en hızlı olan yine Jungkook."

Jungkook kaşlarını büktü. "Bana hep iftira atıp duruyorsunuz, cidden derdiniz ne?.. İkinizden de uzun süredir kimse ile birlikte değilim."

Jimin Jungkook'a tuhaf bir gülüş attı. "Hm, tabii... Ciğerini biliyorum ben senin."

Jungkook ona cevap vermek yerine içeceğini yudumladı. İkisi arasındaki sessiz atışmayı fark edemeyen Jongin bu sefer farklı bir soru sordu ve bu, Jungkook'un içtiği şeyi boğazına kaçırmıştı.

"Peki en son ne zaman öpüştün?"

Öksürükleri dikkati kendine çekerken Jimin ona kaşlarını çattı, eğer yalnız olsalardı iyi bir küfür yerdi kendisinden. Ama soru onu da afallatmıştı. "Öpüşmek?"

İkisinin de aklında beliren şeftali için gittikleri ağaç amansızca gözlerinin önüne gelmişti. Jungkook kulaklarının kızardığını hissetti.

"Oscar ile tanışmak istiyordun sen, değil mi Jongin-ah? Görmek ister misin?"

"Şimdi mi? Olur-"

"Tamam. Uyuyordu ama uyandı galiba," içeri doğru kısa bir bakış attı.

"Siz devam edin," dedi Jungkook Jimin'den önce ayaklanırken. "Ben odama gidiyorum, bir şey olursa seslenirsiniz."

Cevap vermelerine fırsat kalmadan odasına doğru yol aldı. Jimin arkasından bir süre ifadesizce baktı ve o da Oscar'ı almak için ayaklandı.

Önlerindeki birkaç saat, Jimin'in üşüdüğünü söyleyip balkondan salona geçmeleri ve Oscar ile ilgilenmeleri ile geçmişti. Jongin sürekli gülümsüyor ve ona iltifat ediyordu, Jimin aslında böyle sözlere alışık bir insan sayılırdı ama her iltifat aldığında küçük bir sessizlikle gülümsemek ile yetiniyordu, ve bunun kabaca olup olmadığını düşünerek geçiyordu dakikaları.

"Tatlı bir çocuk gerçekten," dedi Jongin gülerek Oscar'ı Jimin'e verdiğinde. Jimin onu onaylayıp Oscar'ı Jungkook'un onun için yaptığı, guguklu saatten bozma küçük klübeye yerleştirdi. Bunu ne zaman tavan arasından çıkardığını bilmiyordu ama önüne daha iri bir geçiş açıp içerisini Oscar için düzenlediğinden beri Oscar içinde durmaya bayılıyordu. Artık bir saatten çok küçük bir klübeyi andırıyordu, Jimin bunu gördüğünde ufak bir çığlıkla Jungkook'a teşekkür etmişti. Normal bir zamanda olsalar sevincinden boynuna bile atlayabilirdi- aslında Jungkook bunu beklemişti, ama o gülümseyerek Oscar'ın yeni evini incelemeye başlamıştı. Oğlunu kabullendiğini görmek ve herhangi bir alerji yüzünden şikayet edip durmaması Jimin'i sevindirmişti.

"Demek bir çevirmensin,"

"Evet. Yani, olabildiğim kadar,"

"Mükemmel hallettiğine eminim. Nasıl Fransızca konuştuğunu duymak istiyorum aslında..."

"Hm?" Jimin kendisine beklentiyle bakan gence döndü. Bir anda nedense utanmış gibi hissediyordu.

"Benim için konuşabilir misin? Birileri konuşurken duyduğumda hep çok zor bir dil gibi geliyor kulağa..."

"Yani, zor sayılır... Ne demeliyim?"

İkisi de bağdaş kurmuş bir halde kanepenin üstünde birbirlerine dönüktüler. Jongin birkaç sanine için düşündü. "Mesela... Merhaba?"

"Slaut,"

"Çok tatlısın,"

Jimin gülümsedi. "Tu es si gentil." Son söylediği kelimeyi dilinde adeta döndürerek söylemişti ve bir şekilde boğazdan söylenmemesine rağmen öyleymiş gibi çıkıyordu. Sesinin muhteşem bir kıvraklığı vardı.

"Vay canına. Gerçekten yerlisi gibi konuşuyorsun," Durup gözlerine baktı ve devam etti. "Dün gecen nasıldı?"

"Comment s'est passé votre dernière nuit?"

Jongin devam etti. "Ben uyuyabildiğimi söyleyemem..."

"Je ne peux pas dire que je peux dormir."

"Aklımda hep sen vardın."

"Tu étais toujours dans mon esprit." Jimin duraksadı ama devam etti. Her bir cümlede Jongin'in bakışları derinleşiyordu ve bu onu tuhaf hissettiriyordu.

"Fransızca konuşunda çok seksi oluyorsun."

Jimin gülümdemesine engel olamadı. "Tu es si sexy en Français."

"Seni öpebilir miyim?"

Yutkundu, ama devam etmesini bekler nitelikte kendine bakan gözlere bakarak konuştu. "Puis-je vous embrasser?"

Söyler söylemez daha fazla bakmaya devam edemiyormuş gibi bakışlarını çevirdi, gözlerini tavanda gezdirdi ve arkasında, klübesinin kapısından kendilerini dikizleyen Oscar'a baktı. Jongin dibinden gitmiyordu. Ve elini koltuğa yaslayıp kendisine doğru uzandığını hisseder hissetmez nefesini tuttu.

Başı refleks olarak ona dönmüştü, burunları birbirlerine çarptı. Onu öpecekti. Onu öpecekti ve Jimin öylece kalakalacaktı. Kalbi hızlıydı, yine de bunun nedeninin Jongin mi yoksa Jungkook'un kanepesinde oldukları için mi olduğunu bilmiyordu. Jongin'in nefesini kendi dudakları üstünde hissediyordu ve gözleri de tam olarak soluklarının çarptığı yere bakıyordu.

Jimin buna bir son vermek için yerinden kalkacağı sırada küçük bir sesle kapı açıldı. Jungkook odasından çıktığı gibi bakışları ikisinin üstüne düşmüştü.

Jimin onu görür görmez Jongin'i itti, Jongin ne olduğunu anlayamadan Jungkook araya girdi

"Böldüm mü?"

Jimin hızla başını salladı. "Hayır. Böl-bölmedin. Galiba... Jongin-shi, sanırım gitsen iyi olacak."

Jongin kaşlarını kaldırdı ama garipser gibi değildi, sadece ne olduğunu anlayamamıştı. Jungkook gelir gelmez panikleyişi gözünden kaçmamıştı. Belki de en yakın arkadaşının böyle bir şeye şahit olmak üzere olması onu germişti. Başını anlayışla salladı ve kalktı. Jimin onu kapıya kadar geçirdiğinde mahçup hissediyordu.

"Üzgünüm... Gerçekten, sadece sanırım..."

"Hey, sorun değil." Jongin elini Jimin'in omzuna koydu. "Sorun değil elbette. Ben biraz hızlı davrandım sanırım, yani sadece biraz önce kötü bir ilişkiden çıktığını söyledin ve... Ah, tanrım, üzgünüm. Sadece- sen o kadar tatlı ve güzelsin ki ne yaptığımın farkında olamıyorum." Son söylediklerini kelimelerini kısıtlamaya çalışmadan, öylece bırakıvermişti. Jimin'in yüzünde bıraktığı ifadeye bakarken dilini ısırdı.

"Teşekkür ederim... Sorun sende değildi, sorun bile yoktu, yani, sadece bir an tuhaf oldu... Anlatabiliyorum değil mi?"

"Elbette! Sorun yok hm? Bunun için aramızın soğumasını istemiyorum."

"Hayır! Her şey iyi. Ben üzgünüm,"

"Olma, Jimin-ah. Senden gerçekten hoşlanıyorum."

Sanki bu yeni bir itirafmış gibi ve öncesinde hiç belli etmiyormuş gibi Jimin duyduğunda irkildi, neyseki söylediğini tekrar ettirecek bir refleks çıkmamıştı dudaklarından. "Ben..."

"Herhangi bir şey söylemek zorunda değilsin. Sadece bil, yeter. Henüz çok yeni farkındayım ama söylemek istedim,"

Jimin zoraki bir şekilde gülümsedi. "Sanırım bir ilişki için zamanım olmayacak ama, teşekkür ederim Jongin-shi."

"Ona daha sonra karar veririz, olur mu? Seni sıkmak istemiyorum. Akışına bırakalım gitsin sadece, ve bir dahaki sefere seni öpmek için eğildiğimde ne hissettiğine daha net karar verebilirsin?" Göz kırptı, gülümseyerek ve ciddi olmayan bir şekilde söylemişti ama nedense Jimin'in içindeki bir şeyi daha fazla gerdi. Karşılığında herhangi bir şey söyleyememişti bile. Jongin ellerini kotunun ceplerine koydu ve parmak uçlarına doğru yükseldi. "Görüşürüz öyleyse? Seni arayacağım,"

"Olur, görüşürüz..."

Ve gitti. Jimin arkasından bakarken ne hissettiğini bilmiyordu ama kesinlikle olması gereken şeyler yerinde yoktu. Kalbinde birtakım eksiklikler vardı- Jongin'e karşı. Ve bu gün gibi ortadaydı. Buna rağmen neden onunla flört ettiğini kendine sorduğunda, ezilmiş ve küçülmüş hissetti, bu berbat bir histi. Kalbinin kimi istediğini biliyordu ve bunu kapamaya çalışmak nafileydi.

İçeri girdiğinde Jungkook'un balkondaki bardak ve şişeleri topladığını gördü. "Jongin gitti mi?"

Jimin salonun ortasında kaldı. Öylece Jungkook'a bakıyordu, ve az önce odasından çıktığı anki şok ifadesi yerine oldukça rahat görünüşü nedense boğazını kurutmuştu. Jungkook her zamanki Jungkook'tu ve sadece tabak çanakları topuyordu. Yavaşça başını salladı, nedense sesi çıkmamıştı.

"Aranız nasıl? Şimdiden bir şeylere başlamadınız öyle değil mi? Böylesi fazla hızlı olurdu,"

Bu söylediklerinde herhangi başka bir anlam aramak için yüzünü inceledi ama hayır, Jungkook yeterince bir arkadaş edası ile soruyordu. Mutsuz ya da tasalı bile görünmüyordu. "Hayır," dedi bu sefer kısaca.

Jungkook yarı yolda durdu ve elindeki tabakla Jimin'e döndü. "Acele etme. Olursa eninde sonunda olur zaten... Ama yine de rahat olabilirsin, Jongin gerçekten iyi biridir." Gözleri ile Jimin'i taradı ve mutfağa doğru ilerlemeye devam etti. "Onunla mutlu olabilirsin,"

Jimin cevap vermedi. Jungkook'un söylediği şeyleri- Jongin'i düşünmüyordu bile. 

Continue Reading

You'll Also Like

22.8K 708 24
Her bölüm birbirinden bağımsız oneshotlar içerir.... {Çeviri...} ∞Thank you for the permission @Teaddict14 / Oneshots #10/ Translate #15/ Jikook #475...
113K 10.6K 29
Doğu ve Kuzey kabileleri bir evlilik ile bağlanmak üzere idi. Jimin ise en değerlisini Doğu kurdunun tekine yem etmişti.
103K 12K 38
(jikook) Jimin uzaklaşan adım sesleriyle birlikte tamamen rahatlayıp geri çekileceği sırada bir anda yüzlerine patlayan flaşlarla ikisi de neye uğrad...
41.1K 1.4K 1
Bir tarafı, kardeşini becermek istediği için kendinden utanmış mıydı? Evet. Bu, her şeyi daha heyecan verici ve cazip hale getirdi mi peki? Yine eve...