ATEŞPARE (+18)

By cerennmelek

43.9M 2M 6M

Korkmuyordum, ne karanlıktan, ne gürleyen gök gürültüsünden, ne de bana zarar verebilecek bir insandan. Çünk... More

ATEŞPARE
1.Bölüm: V
3.Bölüm: O PİTİ PİTİ
4.Bölüm: KANLI YÜZLER
5.Bölüm: ATEŞ PARÇASI
6.Bölüm: SOĞUK SAVAŞ
7.Bölüm: ŞEKİL DEĞİŞTİREN
8.Bölüm: KAYBEDİŞ
9.Bölüm: ESARET
10.Bölüm: KABULLENİŞ
11.Bölüm: TUTKULAR VE SAVAŞLAR
12.Bölüm: SAHTEKAR CİNAYETLER
13.Bölüm: MELEK YÜZLÜ ŞEYTAN
14.Bölüm: KARANLIK SIRLAR
15.Bölüm: OYUNBAZ UYKULAR
16.Bölüm: KURT MU KUZU MU
17.Bölüm: VEDALAR VE BAŞLANGIÇLAR
18.Bölüm: TANRININ CİLVESİ
19.Bölüm: YANGINDAN TAŞAN ATEŞ PARÇASI
20.Bölüm: KURTLAR SOFRASI
21.Bölüm: HİLEKAR DOKUNUŞLAR
22.Bölüm: KANLI PİYON
23.Bölüm: KANIŞLAR VE KAZANIŞLAR
24.Bölüm: SAHTE SEVGİLİLER
25.Bölüm: ALANGUVALARIN MUCİZELERİ
26.Bölüm: KÜÇÜK KIYAMET
27.Bölüm: ŞEHVETİN TEHDİTKAR CAZİBESİ
28.Bölüm: GEÇMİŞİN ESİNTİSİ
29.Bölüm: KIVILCIM
30.Bölüm: PERDELENEN KUŞKULAR
31.Bölüm: TEHLİKELİ SULAR
32.Bölüm: ATEŞ ÇIKMAZI
33.Bölüm: BÜYÜK PATLAMA
34.Bölüm: AZRAİL'İN PENÇESİ
35.Bölüm: YER ALTI
36.Bölüm: DOLAMBAÇLI HAYATLAR VE ÇARPIK OYUNLAR
37.Bölüm: KANLI MAKAS
38.Bölüm: SAHİPSİZ KİMLİKLER
39.Bölüm: MELEKLER VE ŞEYTANLAR
40.Bölüm: CANAVAR
41.Bölüm: MADALYONUN İKİ YÜZÜ
42.Bölüm: AŞKLAR VE ZAAFLAR
ÖZEL BÖLÜM
43.Bölüm: YALAN SANATI
44.Bölüm: DOMİNO TAŞLARI
45.Bölüm: TUTUKLU ZİHİNLER ZİNDANI
46.Bölüm: ACI KAN
47.BÖLÜM: LANETLİ MASKELER
48.Bölüm: VAHŞETİN ÇAĞRISI
49.Bölüm: AŞKA YENİLİŞ
50.Bölüm: GEÇMİŞİN KANLI SAHNELERİ
51.Bölüm: YANGINA DÜŞMÜŞ ATEŞ PARÇASI
52.Bölüm: ÜÇÜNCÜ İHTİMAL
53.Bölüm: İNSAN AVI
54.Bölüm: KOBRA'NIN ZEHRİ
55.Bölüm: ATEŞ HATTI
56.Bölüm: KAPANMAYAN DAVALAR
57.Bölüm: SANAT ESERİ
58.Bölüm: KATİL AVCISI
59.Bölüm: ALEV BEDENLERDEN KÜL RUHLARA
60. Bölüm: KAYBEDİLMİŞ ZAFER
61.Bölüm: RESİM HIRSIZI
62.Bölüm: HEZARPARE
ÖZEL BÖLÜM: ATEŞ ALANGUVA
63.Bölüm: İNTİKAM TİMİ
64.Bölüm: KIRIK YOK OLUŞLAR
65.Bölüm: İKİNCİ PERDE
66.Bölüm: CANAVARIN ÖTESİNDE
67.Bölüm: KÖTÜLÜĞÜN TOHUMU
68.Bölüm: GÜÇLÜ ADIMLAR VE KURNAZ SAVAŞLAR
69.Bölüm: GÜNAHKARLARIN SON GÜNAHLARI
ALINTI VE DUYURU
70.Bölüm: PANZEHİR
71.Bölüm: İSYAN
72.Bölüm: EN GÜZEL ZARAR
ÖZEL BÖLÜM: PUSAT
ÖZEL BÖLÜM: AYLİN
73.Bölüm: EFSANELER UNUTULMAZ
74.Bölüm: CANAVARI ANLAMAK VE ADALETİ ARAMAK
75.Bölüm: EN ZOR SAVAŞ
ÖZEL BÖLÜM: PUSAT
76.Bölüm: YIKIM VE KIYIM

2.Bölüm: KAOS

762K 32K 94.1K
By cerennmelek

Fictionist - City At War








Nefesim belli bir düzendeydi. Sert rüzgarlar bedenime bir dalga gönderirken, konumumu sağlamlaştırdım.

Gözlerim evin içini gözlüyordu, kulaklarımı gecenin içinde ses arıyordu. Tıpkı yırtıcı bir hayvan gibi.

Mutfağın ışığı yandı, esmer ve kısa boylu kadın mutfağa girmişti. Binanın dokuzuncu katındaydım, yangın merdiveninden katın pencerelerine atlamak çokta zor olmamıştı.

Dikkatli adımlar atarak, salondaki balkona girdim. Sessizce çift taraflı balkon kapısını açtım, içeri girdim sessizce.

Salondan, yatak odasına yürüdüm. Kapısı kapalıydı, yavaşça açtım. Kurbanımın arkası dönüktü. Kapıyı kapattım, kilidi çevirdim ve ona birkaç adım attım.

"Benim gitmem gerek, Sunay mesaj atmıştı." Dedi pantolonunu giyerken. Ona doğru yürümeye devam ettim.

Otuz yedi yaşındaki, kilolu adam gömleğine uzandı. Ona yakınlaşmaya devam ettim. Nefesimi ensesinde hissettiğinde güldü.

"Bende kalmayı çok istiyorum emin ol ama karım artık şüpheleniyor." Bana doğru döndüğü sırada, elim ağzına gitti. Ağzına yanımda getirdiğim bez parçasını tıkarken, belimdeki bıçağı çıkardım.

Bu şanslı kurbanım dolandırıcıydı. O yüzden bir tacizci ve uyuşturucu satıcısı kadar acılı ölmeyecekti. Yine de kan görmek istiyordum. 

Kalbinin hemen üstüne geçirdiğim bıçakla gözleri irileşti acıyla. Bağırdı ancak ağzına bastırdığım bezden çıkmadı sesi. Arkasındaki yatağa düştü. Dağınık yataktaki beyaz çarşafa hızla bulaştı kanın rengi. Çektim ve bir daha geçirdim. Bir daha ve bir daha...

Ta ki kalbinin etrafında V harfi çıkana kadar durmadım.

Tam beş dakika içinde, zarar gören organları yüzünden öldü. Telefonumu çıkartıp fotoğrafını çektim ve karşımdaki manzarayı izledim.

Öldürmek iyi hissettiriyordu.

Kapı açılmaya çalıştı ancak olmayınca zorladı. "Berat? Neden kilitledin kapıyı?" Odanın açık camından dışarı baktım, yangın merdiveni buraya çok uzak değildi. Dengemi bozmadan oraya ulaşmak zor değildi.

Camdan dışarı bir adımı attım, dikkatlice ayaklarımı pencerenin çıkıntısına sabitledim. Büyük bir adım atarak, yan balkonun tırabzanına bastım. Ondan sonra yangın merdivenine ulaşıp aşağı inmem sadece dakikalarımı almıştı.

Motoruma atlayıp oradan uzaklaştım. Eve gittiğimde yaptığım ilk iş etraftaki tüm kamera kayıtlarına ulaşmak oldu. Orada olduğum anları silip, önceki günün aynı dakikalarını yerleştirdim. Elbette bunu anlamaları zor olmayacaktı ama çıldıracaklardı. Nasıl tüm kayıtlara sızıp, değiştirecek teknolojide olduğumu asla akıl sır erdiremeyeceklerdi.

Bunu seviyordum; avlarımı öldürürken, polisleri ve ajanları hayretler içinde bırakmak çok eğlenceliydi. İnsanların akıllarıyla oynamayı seviyordum.






Sabah olmak üzereydi.

Bir haftadır Alanguva'nın mekanında çalışıyordum ve ilk tatil günümde yine bir cinayet işlemiştim. Akşamdan sabaha kadar çalıştığım için kusursuz cinayetler için pek vaktim olmuyordu. Gündüz öldürmek benim işim değildi, gece kirleri gizlerdi. Gündüz derse gidiyordum, Aşkın oluyordum.

Ateş Alanguva bir haftadır hiç mekanına gelmemişti. Onun hakkında yeni bilgiler edinemiyordum, hatta bir haftadır çok usluydum. Saatler önceki cinayeti saymazsak.

Ateş hakkında yeni bilgiler edinemesem de teorilerimi doğruluyordum o mekanda ve güvenlik sistemini ölçüyordum. Tahmin ettiğim gibi her şey kusursuzdu. Ateş olsa da olmasa da güvenlik had safhadaydı. Evi çok daha fazla güvenlikliydi. Bu adamı öldürmek gerçekten imkansızdı, sıradan insanlar için. V için değil.

Her gün panoya bir yeni bilgi ekliyordum ancak bu bilgiler yeterli değildi, daha fazlasına ihtiyacım vardı.

Barda öğrendiğim kadarıyla güvenlik sıkılaşacaktı bugün ve bu da Ateş Alanguva'nın özel misafirleri olacağını gösteriyordu.

Ya dostu gelecekti ya da düşmanı. Öyle bir adamla kolay kolay açık düşman olunmazdı ama bildiğim kadarıyla hatrı sayılır hasımları vardı. Beni kimin tuttuğunu bilmiyordum, işverenleri tanımazdım. Onlar da beni tanımazdı.

Kim gelirse gelsin işime yarayacaktı.







İhtiyar hala uyuyordu, artık eskisi kadar dinç değildi. Naz kahvaltı hazırlıyordu, Bahar'da ona yardım ediyordu.

"Bahar!" Sesimi duyduğunda yüzünde büyük bir gülümseme oluştu. Kafasını bana doğru çevirdi.

"Aşkın?"

"Sesimi de mi unuttun şaşkın kız?" Bastonu yoktu, bana doğru yürürken önündeki masaya çarpıp, düşecekti. Ondan önce davranıp masayı çektim, bana sarılmasına izin verdim. Bahar göremiyordu ama dokunmayı seviyordu. Bir tek Bahar dokunuyordu zaten yüzüme izinsizce.

"Hava soğuk neden ince giyindin?" Kısa çiçekli elbisesinin içinde çok güzel duruyordu. Bahar'ı ablama benzetiyordum. Yaşadığı tüm acılara rağmen hep gülüyordu. Bahar benim asla olamayacağım kadar yaşam doluydu.

"Güzel olmak istedim bugün, Deniz Ağabey beni yürüyüşe çıkartacak." Kalp hastasıydı da aynı zamanda ve yalnız bırakmıyorduk onu. En az ben ilgilenirdim onu ancak o en çok beni severdi.

Bahar'ın saçlarını okşadım. Parlatıcı sürmüştü dudaklarına, doğal sarı saçlarını açık bırakmıştı. Kanlı ellerimin hak etmediği kadar masumdu.

"Hadi masaya oturalım." Dedim ona dokunmadım ancak bir şey olur da düşer diye elimi belinin hemen arkasında tuttum.

Naz bizi izledi bir süre, insancıl tepkiler vermeme bayılıyordu.

"Patatesli börek kokuyor!" Bu kalın ses Deniz'den başkasının değildi. Ceketi vardı üstünde ve iç cebindeki kabarıklıktan anladığım kadarıyla polis kimliğini yanına almıştı. Silahı da görünmese de belindeydi.

"Bugün akşama kadar dinleneceksin diye biliyordum?" Dedim Bahar'ın yanına otururken.

"Öyle olacaktı ama şu V denen herif yine cinayet işlemiş. Nasıl bir zeka anlamıyorum ya, hiçbir şekilde ulaşamıyoruz. İpuçları hep yanıltıcı, bu adamı bulana kadar rahat yok bize." Ne kadar cinsiyetçilerdi insanlar, sırf mükemmel bir seri katilim diye erkek mi olmam gerekiyordu? Zekama hakaret sayarım.

Tabi yanıltıcı yöntemlerim yüzünden de erkek olduğumu düşünüyorlardı. Ancak o yöntemler olmasa da yine kimse V'nin bir kadın olduğunu düşünmezdi.

"Bari kahvaltı yap öyle git." Dedi Naz çayları doldururken.

"İhtiyar yok mu?" Diye soru Deniz.

"Yok, kahvaltıya gelmeyecekmiş."Deniz ayaküstü börekten bir tane ağzına attı.

"Çıktım ben kızlar." Dedi dolu ağzıyla ve Bahar'ın yanağından makas alıp merdivenlerden indi.

Bahar'ın yüzü düşmüştü, Deniz artık onu gezdiremeyecekti. Dışarı tek çıkmaktan korkuyordu, söylemese de anlıyordum. Çok savunmasız hissediyor ve kalp atışları yükseliyordu. Bu da kalbine daha çok zarar veriyordu.

Bugün derse gitmeyebilirdim.

"Karnını güzel doyur, çıkar çıkmaz acıkma." Sözlerimin ardından kafasını sevinçle bana çevirdi.

"Bende işe gideceğim yoksa gelirdim." Dedi Naz masaya oturarak.

Tarık ortalarda yoktu, bu iyiydi. Başımı şişirmekten başka bir şey yapmıyordu.

"Alışverişte yapabilir miyiz?" O kadar masumdu ki bu kızı geri çeviremiyordum.

"Bakarız." Naz onun tabağını doldururken, iştahla yedi önündekileri.

Börek çok yağlıydı ve yemedim, peynir ve yumurtayı tabağıma koyarken Naz söyleniyordu.

"Bir dilim börek o güzel fiziğini bozmaz!" Fiziğimin güzelliği için yediklerime dikkat ettiğimi sanıyordu.

Naz yorgun görünüyordu, söylemese bile yüzünden ve hareketlerinden anlaşılıyordu. "Hemşirelik gerçekten sana göre mi?"

Sorumun ardından şaşkınca yutkundu. İtiraz edip, işini sevdiğini söyleyecekti ancak bu koca bir yalandı.  Hemşireliğin bu kadar yorucu ve zor olduğunu bilmiyordu meslek seçimi yaparken. Gece mesaileri ve sürekli kan görmek ona uygun değildi.

"Evet, ne kadar istemiştim hatırlamıyor musun?"

"Bir şeyi çok istememiz, o şeyin bizim için iyi olduğunu göstermez." Hemşire olmak istediğinde vazgeçmesini söylemiştim ama ona küfür etmişim gibi davranmıştı.

"Sen ne anlarsın ki Aşkın? Senin bu hayatta gerçekten istediğin bir şey var mı? Sanmıyorum, vücudunda beynin dışında çalışan hiçbir şey yok." Bu dolaylı yoldan 'Kalpsizsin' Söylemiydi. Doğru söze ne hacet.

"Naz!" Dedi kızgınca Bahar.

"Haklısın öyleyim ve bundan çok memnunum. Sizin gibi aptal seçimler yapıp bir peri masalında yaşamaktansa, gerçek dünyayı seçiyorum ben."

"Sen bir robot değilsin! Sen insansın." Naz bu sözleri beni kırmak için söylemiyordu, zaten istese de kıramazdı. Bu sözleri artık hissizliğime dayanamadığı için söylüyordu.

Evet, biz insandık. Bu yüzden farklıydık. Hissiz zeki bir katil olmam beni insanlıktan çıkarmıyordu. Beni insan kılıyordu. Ne kadar bir canavara benzesem de...

İnsandık biz, onlardan farklı olmam yanlış olduğumu göstermezdi.

"Hepimiz aynı olsaydık dünya çok çekilmez olurdu." Seslice verdi nefesini. Daha fazla bir şey söylemek istemedi. Hadi ama bu dünyaya kiralık katil de lazımdı.

Bahar'la motora binemeyeceğim için taksiye binmiştik. Camı sonuna kadar açmış, sanki görebiliyormuş gibi dışarıya bakıyordu. Rüzgar yüzüne vurdukça gülümsüyordu.

Caddelerde dolaşırken, koluma girip duyduğu seslerle mutlu oluyordu. "Boğaza gidelim!"

"Alışveriş istemiyor muydun? Zaten sürekli rıhtımdasın."

"Olsun aynısı değil ki bu başka."

Şimdide boğaz kenarında oturmuştuk, ona aldığım pamuk şekeri yiyordu. Kısa boyu ve zayıf vücuduyla bir çocuk gibi duruyordu. Yüzündeki masum ifade güzelliğine duruluk katıyordu.

Boğazı yüzünde koca bir gülümsemeyle seyrediyordu, pamuk şekeri yedikçe mutlu oluyordu.

"Aşkın, Tarık senin çok güzel olduğunu söylüyor. Ama hiç gülümsemiyormuşsun, gerçi bende senin güldüğünü hiç duymadım. Her şeye sahipsin. Neden mutlu değilsin?" Her şey dediği gören gözler ve sağlıklı bir kalpti.

"Hayır, bir kalbe sahip değilim." Kalp kan pompalıyordu sadece, hızlı atmasının da yavaşlamasının da sebebi beyindi ama onun anlayacağı dilden konuşuyordum onunla.

"Aşık olmak istiyorum." Aşık olamazdı, yasaktı ona aşk. Kalbi kaldıramazdı.

"Yasak olduğu için istiyorsun."

"Hayır! Birini çok sevmek istiyorum ama o da beni çok sevsin. Çok merak ediyorum nasıl bir duygu olduğunu." Şu ona aldığım sesli kitap setinde fazla aşk romanı vardı sanırım. "Ölmeden önce aşık olmak istiyorum."

Ölmeyeceksin demek istedim ama diyemedim. Öleceksin dediğimi öldürüyordum ama ölmeyeceksin diyemiyordum kimseye. İşte tam buradaydı bana güçlerimin sınırlı olduğunu hissettiren çaresizlik.

Kibrimin boynu büküktü.

"Bu kadar romantik olma. Aşk çok saçma, bir şeyi beyninle beğeniyor ve ona zihninde anlam yüklüyorsun ve buna aşk diyorsun."

"Senin adında aşk var ya nasıl bu kadar soğuksun?" Diye söylendi. Ardından devam etti koca gülümsemesiyle. "Aşık olacağım, ölmeden önce." Kalp bulunamıyordu ve fazla vakti kalmamıştı.

Bu şekilde en fazla bir yıl daha yaşardı. O zamana kadar kalp bulunur muydu emin değildim.

Acılarını tahmin edebiliyordum, sürekli halsiz ve yorgundu kalbi yüzünden. Dünyası tamamen karanlıktı ama o kimsenin olmadığı kadar hayat doluydu. Yaşamayı seviyordu.

"Ablan çıktığında benimle daha az ilgileneceksin değil mi?"

"Seninle zaten çok ilgilenmiyorum Bahar. Hem çocuk musun sen? Ne bu sürekli ilgi istemek?"

"Ben seninle vakit geçirmeyi çok seviyorum, ablan çıktıktan sonra beni de yanınıza alır mısın? Sonuna kadar sizinle kalmak istiyorum, tabi ablan beni isterse." Sonuna kadar dediği, ömrünün sonuna kadardı.

Bir kelebeğe benzetiyordum Bahar'ı, kısacık ömrüne çok şey sığdırmaya çalışıyordu.

"Düşünmem lazım."

"Lütfen!"

"Olabilir ama söz vermiyorum!" Eli beni buldu, koluma dokundu ardından yanağıma çıktı elleri. Yaklaştı ve yanağıma sulu bir öpücük bıraktı.

"Bahar!" Dedim elimin tersiyle yanağımı silerken.  Gülerek önüne döndü.

"Bana etrafı anlatır mısın? Neler var etrafımda?" Dedi sevimli olmaya çalışarak.

"Karşında o çok sevdiğin boğaz var, buradan küçücük görünen gemiler var. Arkanda koca ağaçlar, çaprazında seyyar bir satıcı var.  Yan bankta sevgililer var, öpüşüyorlar." Yanağı kızarırken, sanki görebilecekmiş gibi tasvirlerimle kafasını çeviriyordu. Hayal ediyordu. "Çingene bir kadın önümüzden geçiyor, sepetinde çok güzel çiçekler var."

"Hangi renkler?"

"Kırmızı, pembe, mor... Rengarenk." Elini kalbine koydu. Yüzü gülüyordu ama canı yanıyordu. Belki yorulacak bir şey yapmamıştı ama dinlenmesi gerekiyordu.

"Artık gidelim mi? İşe gitmem gerek."

"Ama alışveriş yapacaktık?" Biraz daha zorlarsa onun için hiç iyi olmayacaktı.

"Söz başka bir zaman."

"Peki."














Bahar'ı bıraktıktan sonra mesai saatim gelmişti. Üstümü değiştirip bara geçtiğimde tam anlamıyla yetişmiştim. Selim Bey etrafta geziyor ve yavaş yavaş dolmaya başlayan mekanı kontrol ediyordu.

"Bu kokteylleri nasıl yapacağını biliyor musun?" Diye menüyü önüme itmişti Suat.

"Biliyorum." Baristalık yapacağım için çoğu içkinin nasıl yapıldığını araştırmıştım, sahte bir özgeçmişim vardı.

"Harika o zaman, bugün hafta sonu ve çok kalabalık olur. Yardıma ihtiyacın olursa seslenmen yeter."  Kafamı olumlu anlamda sallayarak geçiştirdim onu. "Selda hala gelmedi, başına bir şey mi geldi acaba?" Beni unutup kendi kendine konuşmaya başlamıştı.

Dün çıkarken Selim Bey'le konuşurken görmüştüm onu, beden dilinden izin istediğini anlamıştım. Ama Selim Bey'i birazcık tanıdıysam izin vermediğini ancak ısrarlara dayanamayıp geç gelmesine müsaade ettiğine emindim. Tabi bunları Suat'a söylemeyecektim.

"Mesaj atmayı dene." Beni de aldıkları o saçma grupta her haltı konuşuyorlardı nasıl olsa.

"Atsam mı ki?" Diye çekingence kıstı gözlerini. "Yanlış anlamasın?" Burada çalışmak yetmiyormuş gibi bir de Güzin ablalık mı yapacaktım?

"Bence doğru anlar." Yanakları pembeleşirken kafasını eğdi. O kadar beğeniyorsa, müşterilerle flörtleşmeyi acilen bırakmalıydı. Kıskandırdığını sanıyordu ancak itiyordu kızı kendisinden. "Eğer aptalca davranmaya devam edersen, onunla olma şansın yok olacak."

"Çok mu belli?" Hayır, ben fazla dikkatliyim meslek gerekçesi olarak.

Yıkanmış bardakları kuruturken, bir de laf yetiştirmeye çalışıyordum.

"Neyden korkuyorsun ki bu kadar?"

"Ya hayatında biri varsa?" Selim'in bakışları üstümüzdeydi.

"Bu kadar çene çalmak yeter, Selim Bey kötü kötü bakıyor." Arkasını döndü ancak göremedi.

"Nerede ki?" Çaprazımızda duran aynayı başımla işaret ettiğimde gözleri irileşti.

"Nasıl fark ettin oradan bize baktığını?"

"Dikkatliyim dedim ya." Ağzı açık kalmıştı. Arkasını döndü, yerdeki kasaları kaldırdı. "Ve hayatında biri yok."

"Ha?" Diye bir tepki verdi ardından gözleri parladı.

"Nereden öğrendin?"

"Öğrenirim ben." Aslında öğrenmemiştim, sadece onu gözlemeyip anlamıştım. Tabi bunu söyleyerek Suat'ı aptala çevirmenin bir mantığı yoktu. Sonuçta bir gün şüpheli durumuna düşecektim burada. Arkamda iz kalmamalıydı.

"Çok şirin ama bir o kadar da ürkütücüsün." Dedi kısık sesle ama ben buydum. 

İçerisi her geçen dakika daha da dolarken, korumalar yine her köşedeydi. Ve tam da tahmin ettiğim gibi ilerleyen saatlerde içeri Ferda Alanguva ve hala kim olduğunu bulamadığım o sarışın kadın girdi. Özel localardan birine geçerlerken hemen garsonlar başlarına pervane olmuştu. Buraya sık geliyor gibilerdi.

Ferda ve yanındaki kadının görünüşlerini inceledim, karşımdaki müşterinin siparişlerini alırken. İki güzel kadın da çok süslenmişlerdi, keyifleri yerinde olacak ki bolca kahkaha atıyorlardı. Büyük mekan şimdiden ağzına kadar dolmaya başlamıştı ancak locaların yüksek olması işimi kolaylaştırıyordu.



İlerleyen dakikalarda içeri Yade Şafak girdi, kızları samimice öperek yanlarına oturdu.  Hemen ardından ise Arhan Kırgız gelmişti. Takım elbise değil de bu sefer üstünde sade bir kot ve tişört vardı. Kolundaki saat bu mesafeden bile pahalılığını konuşturuyordu. Etrafa attığı çapkın bakışları da fark edilmeyecek gibi değildi.

Birazdan Pusat Kıraç ve Ateş Alanguva'nın geleceğine emindim. Arhan Kırgız'ın hemen ardından iki koruma localarının hemen gerisinde durmaya başlamıştı.

"Yeniler misin?" Üç gündür aynı yerde oturan adama döndüm, her akşam geliyordu. Ve etrafı incelemelerinden, bir işin peşinde olduğunu anlamak çok zor olmamıştı. Koruma olmadığına emindim, daha çok bir casus gibiydi. Kıstığı gözleri ölüm saçıyordu.

Bir katili nerede görsem tanırdım.

Kadehini yenilerken konuşmaya başladı. "Ne zamandır burada çalışıyorsun?"

"Bir haftadır." Uzattığım bardağı dövmeli parmaklarıyla kavradı. Gözaltları çok koyuydu, dişleri ve soluk teni bir bağımlı olduğunu gösteriyordu. Elmacık kemiğinin üstündeki dövme, onu daha da çirkinleştirmişti.

Zaten bu lanet yerde günlerdir sarhoşlarla uğraşıyordum. Gerçi mükemmel bir koruma sistemi vardı, çalışan ya da müşteri fark etmez herhangi bir saygısızlık gördüklerinde anında atıyorlardı. Yine de bu heriflerin iğrenç olduğu gerçeğini değiştirmiyordu.

Ve Ateş Alanguva giriş yapar.

Diğer müşterilere yönelirken, Ateş Alanguva ve yanından ayırmadığı Pusat Kıraç'ı inceledim. Benimle birlikte onları inceleyen biri daha vardı, önümde duran serseri. Aptal, çok belli ediyordu.

Pusat bir şeyler söylüyordu, Ateş'te onu dinliyordu yürürken ancak bakışları etraftaydı. Pusat konuşurken, Ateş kafasını bara doğru çevirdi. Büyük ihtimalle karşımdaki aptal adamı fark etmişlerdi ve ilerleyen saatlerde icabına bakacaklardı.

Arkadaşlarının olduğu locaya geçip oturdular, başköşeye Ateş otururken kardeşi de hemen yanındaydı. Çok parıltılı ve kaliteli duruyorlardı.

Ateş ve Ferda birbirlerine fazlasıyla benziyorlardı. Göz renginden saç rengine kadar ancak Ferda çok yumuşak yüz hatlarına sahipti. Boyu da bir hayli kısaydı, bir altmış anca vardı topuklularını saymazsak.




Masalarına giden pahalı şişelerin haddi hesabı yokken, Ateş Alanguva'nın çok içmediğini fark etmiştim. Aynı şekilde yaveri Pusat'ta çok az içmişti.

Masadakilerin keyifleri oldukça yerindeydi. Adını bilmediğim sarışın ve Yade dans ediyordu. Ferda asık suratla onları izliyordu. Demek Ateş Alanguva kıskanç bir ağabeydi ancak altında farklı şeyler olduğuna neredeyse emindim.

Selim Bey sık sık, barı kontrol ediyordu ve her seferinde bana takdir dolu bakışlar atıyordu. Bir haftada yıldız elemanı olmuştum sanırım ama çalışmamdan çok fiziğim yüzündendi bu durum.

Ateş Alanguva onu ilk görüşümün aksine sadece siyah bir pantolon ve tişört giyinmişti. Üzerindeki deri ceketi çıkartalı çok oluyordu. Parlak gözleri her daim kısıktı etrafı incelerken, kemikli yüz hatları onu daha da sert yapıyordu. Öne doğruldu, kadehin dibini görürken diliyle dudağını yaladı ve yanındaki Pusat'a bir şeyler söyledi.

Şimdi etrafı inceleyeceğine emin olarak, bakışlarımı yine önüme çevirdim. Buraya bakıyordu, hem de çok derin. Onları incelediğimi anlamış mıydı? İmkanı yoktu, karşımda duran serseriye bakıyorlardı.

Ancak kendi üstümde de hissettim o keskin bakışları. Her şeyden habersiz bir çalışan gibi davranırken bara yaklaşan Selda'yı fark ettim. Koşar adımlarla geliyordu, aceleyle barın arkasına geçti.

"Selam." Dedi direkt işinin başına geçerek.

"Selam." Ateş Alanguva bakışları hala üzerimdeydi. Ya şüphelenmişti benden ya da etkilenmişti. Etkilendiğine o kadar emindim ki. Ancak Ateş Alanguva istediği kadını elde edebilecek bir adamdı, neden küçük bir çalışanı beğensin ki?

Cevap basitti, erkekler aptaldı. Ancak Ateş Alanguva değişik bir şeylere sahipti, dikkatli ve zeki bir adamdı. En başta, Cebonoyan'ın lideriydi.

Hala adını öğrenemediğim sarışın, elini uzattı ve Ateş'e eğildi. Mini elbisesinden taşan göğüslerini buradan dahi fark edebiliyordum. Kadın Ateş'i etkilemeye çalışıyordu. Kaçamak bakışları ve sık dokunuşları bunu çok açık ediyordu. Ateş ise ifadesizdi, her şeye karşı.

Hadi Ateş, biraz insan ol da açıklarını yakalayalım. Bu kadar kusursuz olamazdı.

Sarışın afetin sözleri arından ayağa kalktı ve birlikte locadan ayrıldılar. Ancak Ateş ayrılmadan önce Pusat'a başıyla barı işaret etmişti, Pusat'ta kafa sallamakla yetinmişti.

Ateş Alanguva sarışını üst kattaki odasına götürürken ne yapacaklarını bilmek için o camın arkasını görmeye gerek yoktu. Yine de Ateş çok tepkisizdi her şeye karşı, bu onu çözmemi zorlaştırıyordu.

Ateş'in locadan ayrılmasının hemen ardından Arhan Kırgız, Ferda'nın yanına yakınlaşmıştı. Ferda'nın uzun süredir asık olan yüzü gülerken, Yade'de onlara bir şeyler anlatıyordu.

Barda oturan serseri ayaklandı gitmek için çıkışa yöneldi ancak iki iri koruma onu engelleyip içeri tarafa götürdüler. Aşağı indiriyorlardı adamı. Pusat locadakilere bir şeyler söyledi ve ayağa kalktı, korumaların ardından parmaklarını kıtlatarak indi. Yüzündeki ifade hoşuma gitmişti.

Eh tek psikopat ben değildim.

Aşağıya inip sorgu yöntemlerini izlemem gerekiyordu. İçimden bir ses direk öldüreceklerini söylüyordu.

Dolaptaki azalmış biralara göz gezdirdim. Tam zamanıydı.

"Selim Bey gelirse ben depoya bira almaya gittim. Beni idare et." Dedim Selda'ya.

Seyrek kirpiklerini kırpıştırarak kulağıma yakınlaştı.

"Taşıyabilecek misin? Erkeklerden biri gitsin."

"Kol kaslarımı boşuna yapmadım, hallederim ben." Dedim gülümseyerek ve barın iç tarafındaki kapıdan aşağı indim.

Aşağı kata inen birçok merdiven vardı ancak ben sadece iki tanesini biliyordum ve aşağı tarafı çok görme şansım olmamıştı. Bodrum kat bir labirent gibiydi.

Yerini çok iyi bildiğim depodan bir kasa bira aldım ve biraz daha içine yürüdüm bodrumun. Ses burada çok boğuktu, ancak ileriden gelen bağırış seslerini işitiyordum.

Sessizce ilerledim koridorda ve sola dönüp başka bir koridora çıktım. Koridorun sonundaki odaydı, sesler gittikçe artıyordu. Kapısı açıktı, hayalet adımlarla biraz daha yaklaştım. Yukarı kattan gelen yüksek ses onları duymamı engelliyordu.

İlerledim ilerledim ve durdum karanlıkta, duvara sindim. Loş ışıkla dolu odayı gözetledim. İki koruma odanın köşelerinde duruyordu. Bar serserisi şimdiden epey dayak yemiş bir şekilde sandalyede oturuyordu. Karşısında Pusat Kıraç, dirseğine kadar katladığı gömleğiyle ve ateş saçan gözleriyle çok korkunç duruyordu.

Ve beklemediğim biri daha vardı.

O kadar şaşırdım ki, nefesimin yavaşlığını kontrol edemedim ve karşımda bana arkası dönük duran adamın duruşu dikleşti. Ateş Alanguva tam karşımda, arkası dönük bir şekilde duruyordu. Çok emindim o kadınla yukarı çıktığına, gözden kaçırdığım bir şey olmalıydı.

Ama nasıl mümkün olurdu gözden kaçırmam?

"Şahin mi gönderdi seni buraya? Senin gibi bir embesili gönderecek kadar beyinsizleşti mi bu adam?" Diye kükrüyordu Pusat.

"İşi bitir Pusat." Diyor Ateş Alanguva, kalem kıran bir hakim gibi. Öyle soğuk ki sesi, karşımdaki adamın benden daha azılı bir katil olduğunu anlamam çok sürmüyor.

"Durun lütfen!"Diyor yüzü kanlı serseri. "Beni o göndermedi, beni Erhan Akbaş gönderdi."

Ateş Alanguva beni fark etmişti. Bunu vücudunun milimlik bir dönüşünden, kulağını adeta bir kedi gibi arkaya doğru dikişinden anlamıştım. Hatta ilk nefesimi kontrol etmeyi başaramadığım an fark etmişti beni.

Yapacak çok bir şey kalmıyordu bana, aptala yatıp saf kızı oynamaktan başka.

"Devam et, leşini de Şahin'in kapısına at. " Dedi Ateş ve Pusat belinden çıkardığı silahla, serserinin tam alnına ateş etti. Bende o sırada bilerek geriye doğru bir adım atarak, hemen karşımda duran bidonu devirdim. Adamın alnında bir delik vardı artık. Pusat'ın hızla kapıya dönmesi ancak Ateş'in bakmaya bile teşebbüs etmemesinden beni fark ettiğine emin olmuştum.

Arkamı döndüm, hızlı adımlarla uzaklaşmaya başlarken beklediğim o sesi duydum. "Dur." Korumalarından birini ya da yaverini gönderebilirdi ama kendi gelmişti.

Durdum, hemen arkama dönmedim. Yüzüme korkak küçük bir kız ifadesi takıldım. Elimdeki kasayı sıktım ve yavaşça arkamı döndüm.

Ateş Alanguva yakınlaştı bana, tam karşımda duruyordu.

"Ne yapıyorsun burada?" Beni inceliyordu, büyük ihtimalle benim de bir casus olmamdan şüpheleniyordu. Titreyen ellerime baktı, aldığım hızlı nefeslerle göğsüm sıkça şişiyordu.

"B-ben sadece bu kasayı almak için inmiştim." Ateş Alanguva bana biraz daha yaklaştı. Açık kahve gözleri yaka kartıma gitti.

"Beni takip et Aşkın." Dedi, cümlenin sonundaki ismime dilini damağına vurarak baskı yapmıştı. 

"A-ama Selim Bey beni görmezse kızabilir." Korkudan saçmalıyormuş gibi görünüyordum.

Ateş Alanguva zeki ve dikkatli olabilirdi ancak benimle boy ölçüşemezdi. Gözlerini kısarak, kafasını yana yatırdı, kabul gerçekten ürkünç bakışları vardı. Bir katil olmasam ondan korkabilirdim hatta.

"Peki o zaman." Dedim bakışlarımı kaçırarak.

O yanımdan geçip farklı bir koridora saptığında bende peşine takıldım. Bana zarar vermeyi düşünmüyordu, beni çözmeye çalışıp, ağzımı kapalı tutacağımdan emin olacaktı sadece.

Birkaç daha koridor değiştirdiğimizde buranın tam anlamıyla bir labirent olduğuna ikna olmuş ve her yeri zihnime kazımıştım. Buradan başka şeyler çıkacağına da emindim, bu şekilde tasarlanmasının bir nedeni olmalıydı.

Ve bir asansörün önüne geldik, Ateş arkasını dönüp bana baktı ve hala elimde tuttuğum kasayı fark etti. "Ne yapacaksın odama mı çıkaracaksın kasayı?" Demek odasına çıkıyorduk.

"Şey burada da konuşabiliriz değil mi?" Saf ve korkak Aşkın.

Ateş Alanguva çok değişik gözlere sahipti, çok güçlüydü gözleri. İnsanları çabucak manipüle edebilecek zeki bir adamdı. Sadece gözlerine bakmak bunları anlamak için yeterliydi. Çünkü bu karşımdaki gözler, benim gibi bakıyordu.

Bakışlarından etkilenmiş gibi elimdeki bira dolu kasayı taşımakta zorlanıyormuş gibi yere bıraktım. Kol kaslarımı saklayamazdım, fark etmiş olabilirdi.

Asansöre bindiğinde, bende peşinden girdim. Dört tuş vardı, numaralar yazmıyordu sadece renk vardı tuşlarda. En üsteki etrafı siyah halkayla çevrili tuşa bastı ancak bunu başparmağıyla yapması ve beş saniye beklemesi katın, parmak izi korumalı anlamama yetiyor.

Beni fark etmişti ve ölüm emrini pekala gözlerim önünde vermeyebilirdi. Bilerek yapmıştı, kim olduğumu dahi bilmeden. Karşımdaki karışık adamın hareketlerini çözemezken, bir bilmecenin içine düşmek V'yi oldukça memnun etmişti.

Şuan çıktığımız kat odası olmalıydı, en üste odası vardı. Asansör içinde olmalıydı, giriş katta bir asansör görmediğime emindim. Hizasına bakılırsa, koridorlardan birinde olabilirdi.

Geniş asansörde, bir adım önümde duran adamı inceledim, bir tilki sinsiliğinde, hissettirmeden.

Dik duruşu, geniş omuzları ve mükemmel bir fiziği vardı. Adama dair kötü hiçbir şey yoktu ve bu çok saçmaydı. Kimse mükemmel değildir. Karşımdaki adamın da elbet bir kusuru vardı, onu öldürmeme yetecek bir kusur.

Cebonayan gibi karanlık bir topluluğun başında olması yeterli değildi. Ben gerçek bir kusur arıyordum. Zayıf yönünü bulmuştum bile, ailesiydi. Ailesi de diğer her şey gibi büyük bir bilinmezlikteydi. Hayran kalınası bir koruma sistemi vardı, asla belli bilgilerin ilerisine geçemiyordum.

Ateş Alanguva, öldürülmesi imkansız bir adamdı. İşte bu yüzden bu kadar cezp ediciydi bu iş. Evet o da bir insandı, şuan sessizce bir silah çıkartıp nefesini hemen kesebilirdim ancak yapamazdım. Yakalanmam on dakika sürmezdi. Uykusunda bile öldürülmeyecek bir adamdı, buna emindim.

Karşımdaki adamın zekasından ve sezilerinden kuşkum yoktu. Güçlüydü, onu öldüreceksem beni asla fark etmemeliydi.

Asansör durduğunda tam da tahmin ettiğim gibi koca bir odaya açıldı. Stüdyo bir daire gibiydi. Koca bir çalışma masası, içki dolapları ve deri koltuk takımları. Mekanın tüm diğer yerleri gibi burasının da mimarisi oldukça iyiydi.

Ateş Alanguva'nın hemen ardından odaya bir adım attım. Hemen ardından asansör sessizce kapandı.

İlk defa öldürülen bir insanı görmüştüm sözde ve çok etkilenmiş görünmeliydim.

Ateş odanın ortasındaki koltuk takımına yönelirken bende bir süre bekledim, çekiniyormuş gibi yavaş adımlarla onu takip ettim.

Tekli koltuğa oturdu ve karanlık gözleri beni tekrar inceledi.

"Su iç."

"He?" Diye gelişi güzel bir tepki verdim.

"Dolaptan su al ve iç, titriyorsun." Titreyen ellerimi yumruk yaptım, saklamak ister gibi ve birkaç adım sağımda duran mini barı açtım. Küçük şişe suyu aldım ve titreyen ellerimle zar zor ağzıma götürdüm.

Suyu içtikten sonra şişeyi çöpe attım ve beni dikkatle izleyen adama döndüm.

"Otur." Ne kadar da kaba bir adamdı. Yaklaştım, tam karşısındaki tekli koltuğun ucuna gergince oturdum.

Beden dili okuyabildiğine emindim. Şuan ölesiye korkmuş ve heyecanlı görüyordum.

"Beni tanıyor musun?"

"T-tanıyorum efendim." Bakışlarım yerdeydi.

"Ne zamandır çalışıyorsun burada?"

"Bugün tam bir hafta oldu."

"Güzel." Dedi arkasına yaslanarak. "Aşağıda ne gördün?"  Beni sınıyordu. Kafamı kaldırıp, korkmuş şekilde gözlerine baktım.

"B- " Konuşmaya başlamıştım ki böldü sözümü.

"Hiçbir şey, aşağıda hiçbir şey görmedin." Rahat ve kendinden emin tavrı sinir bozucuydu. Tam da şuan V'yle tanışmasını o kadar isterdim ki.  "Kaç yaşındasın?"

"Yirmi iki."

"Daha çok gençsin. Okuyor musun?"

"Evet, efendim."

"Ne okuyorsun?" Nüfusuna mı geçirecekti beni acaba?

"Boğaziçi, bilgisayar mühendisliği." Bu dürüstlük başıma çorap örmezdi umarım. Ancak hakkımda araştırma yapacağına emindim. Ben söylemesem de hakkımda her şeyi öğrenecekti, daha doğrusu öğrendiğini sanacaktı. O sadece benim izin verdiğim kadarıyla beni öğrenebilirdi.

"Çokta zekiymişsin. Şimdi söyle, aşağıda ne gördün?" Ona istediğini verecektim.

"Bir adamı öldürdünüz." Güldü, gerçekten keyif alıyormuş gibiydi. Ancak güzel yüzündeki gülüşün ardındaki hastalıklı adamı hissediyordum.

"Yanlış cevap Aşkın. Tekrar sormak istiyorum, beni tanıyor musun?"

"Sadece buranın sahibi olduğunuzu biliyorum efendim."

"Beni tanımadığın için bu kadar rahatsın zaten karşımda." Aslında hiçte rahat görünmüyordum, hatta kendimi role o kadar kaptırmıştım ki bayılabilirdim bile.

Ellerim ucunda son nefesini verirken bende rahat hissedecektim.

Karşımdaki bir diktatördü.  İnsanların ölüm emrini gözünü kırpmadan veren ve masumları tehdit eden gerçek bir kötüydü.  Artık onu öldürmek daha rahat olacaktı.

Cebonayan'da yapılanlardan emin değildim, hiçbir bilgi sızmıyordu ancak karşımdaki adamın iyi olmadığına emindim.

Ne kadar ileri gideceğini merak ediyordum tam da şu anda, ona karşı gelip bir masumu öldürecek mi diye görebilirdim ve buradan onu öldürerek dahi çıkabilirdim. Ancak planımı tehlikeye atamazdım. Her şey kusursuz olmalıydı.

"Tekrar soruyorum aşağıda ne gördün?" Bana öldürücü bir dikkatle bakan kahve gözlerine baktım. Hem parlak hem de bir o kadar ışığı soğuran karanlık gözlere. Böyle bir tezatlığa ilk defa şahit olan gözlerimi kırpıştırdım.

"Beni korkuttuğunuz için ağzımı kapalı tutacağım ama bu aşağıda birini öldürdüğünüz gerçeğini değiştirmeyecek." V kahkahalar atıyor zihnimde.

Sözlerime şaşırdı, aslında şuan kumar oynuyordum. Beni işten çıkartması da çok olasıydı ama yapmayacaktı.

Eli, çenesindeki kirli sakalda gezindi yavaşça. Bu kadar dikkatli yüzümü incelemesi rahatsız ediciydi. Güzelliğimin farkındaydım ve etrafımda sıkça beğeni dolu bakışlar alıyordum ama bu bakış onlar gibi değildi. Güzelliğimi seyretmek için değil, içimi görmek içindi bu bakışlar.

"Ağzını kapalı tutmasan ne olacak ki? Beni hapse mi attıracaksın?" Bunu yapamayacağıma emindim eğer gerçekten masum bir kız olsaydım. Büyük ihtimalle ben polise gitmeden, karakolun önünde beynimi dağıtırdı adamlarından birine. Polise anlatsam bile elimde bir kanıt yoktu ve karşımdaki adam çok güçlüydü. İşte Ateş Alanguva gücüne güveniyordu.

Ama yerine oturmayan taşlar vardı. Bu konuşmayı kendi yapmayabilirdi, o iri adamlarından birine yaptırabilirdi. Kendi benimle konuşmayı seçmişti çünkü on dakika yedi saniye önce ölüm emrini verdiği adam gibi bir casus olabilirdim.

"Adalet sistemi olan bir ülkede yaşıyoruz." Dedim V'nin zihnine küfür eder gibi, karşımdaki adamın beni tam anlamıyla aptal bulmasını sağlayarak.

"Cesaretinin yüreğinden mi yoksa aptallığından mı geldiğini merak etmiştim de. Cevap çok açıkmış."

V gülüyordu.

Aşkın'sa aptal gibi karşısındaki adama bakıyordu.

"Beni işten çıkartacak mısınız?"

"Hayır, devam edebilirsin. Eğer istiyorsan." Odada bir sessizlik oluşurken karşımdaki adam hala beni inceliyordu.

"Gidebilirsin."Kibirli piç. Ayağa kalktım, arkamı döndüm ve asansöre birkaç adım attım. "Kolların.." Omzumun üstünden ona baktım. "Bira kasası taşımaktan mı kas yaptın?" Düşündüğüm gibi şüphelenmişti.

Elbette şişik, kocaman kaslarım yoktu. Ancak sert ve belirginlerdi çoğu kadın kollarına göre. Ve Ateş Alanguva dikkatli bir adamdı.

"Spor yapıyorum, dışarısı genç kadınlar için korkunç bir yer. Sonuçta her an bir cinayete şahitlik edebiliriz." Sus artık V! Adam şüphelenecekti.

Yüzünde mimik yoktu ancak gözlerinde eğlence parıltıları vardı, demek beyefendiyi eğelendiriyordum.

Altımda kanlar içinde, acı çekerken de çok eğlenecekti.

Önüme döndüm ve asansörün düğmesine bastım. Anında açılan kapıdan içeri girdim ve aşağı indim.

Neden bir asansör göremediğimi, indiğimde anlamıştım. Locanın arka tarafındaki koridorlardan birindeydi. Burayı inşa eden mimarın akıl sağlığı pek yerinde olmamalıydı.

Bara geri dönerken yüksek müzik sesi başımı ağrıttı. Renkler daha parlak, sesler beynimin içindeydi. İlaçlarımı almalıydım.

Selim Bey kaşlarını çatmış bana bakıyordu, yanıma geldi. Kulağıma doğru eğildi, vücudum yakınlığından kasılırken ne dediğini anlamaya çalıştım yüksek müziğin ardında.

"Neredeydin? İşinin başından bu kadar uzun süre ayrı kalamazsın." Yirmi beş bir olmuştu toplam.

"Büyük patron konuşmak istedi." Şaşkınlıkla kırpıştırdı gözlerini.

"Ateş Bey mi?" Kafamı olumlu anlamda salladım. "Benimle gel, yalan söylemek hiç hoş bir şey değil küçük hanım."

Herkes bir yerlere çekiştirip duruyordu ve bu can sıkıcı olmaya başlamıştı. Ah be V, bu hallere düşecek kadın mıydın?

Biz barın arka tarafındaki koridora geçerken Ateş Alanguva'da inmişti. Locada sarışın kadın yoktu, locaya değil de çıkışa yönelirken barın önünden geçti ve o sırada koridora girişimizi görmüş olmalıydı.

Çalışanların dinlenme odasına girdiğimizde, dışarıdaki yüksek sesteki müzik artık rahatsız etmiyordu.

"Buyurun Selim Bey?"

"Ateş Bey'in burada benim dışında bir çalışanla sohbet etmesi görülmüş şey değil." Ben bu cümlede buram buram kıskançlık seziyorum. Sanırım Selimcik tahtının sallanmasından korkuyordu. Bu aptallıkla nasıl müdür olmuştu acaba?

"Sohbet etmedik, beni bir konuda uyardı." Karşımdaki adamın kaşları biraz daha çatıldı, sanki mümkünmüş gibi. Alnı bir ağacın gövdesi gibi kırış kırış olmuştu. Mimik yapmayı acilen bırakmalıydı yoksa kırkına gelmeden

"Uyarılacak ne yaptın?"Kapının önüne düşen gölgeyi sezdi gözlerim, kulaklarım bir nefes sesi işitti. Kapının arkasında biri vardı.

Sessiz kalışımla biraz daha sinirlendin. "Bak aşkın Ateş Bey çok sert bir adamdır, eğer onu sinirlendirecek ufak bir hareket yaptıysan kendini kapının önünde bulursun."

"Ben Ateş Bey'i sinirlendirecek bir şey yapmadım." Karşımdaki herif korkudan titriyordu Ateş Alanguva'nın karşısında.

"Bu işe ihtiyacın varsa uslu dur Aşkın. Ateş Bey'i tanımıyorsun, affetmesi yoktur." Uyarı dolu bakışlarıyla birkaç adım yaklaştı bana.

Boğazına bir ip bağlayıp, nefesini kesene kadar durmamak istiyordum. Ellerim karıncalanıyordu bu istekle, ellerimi yumruk yaptım.

Kapıdaki iri gölge biraz daha yaklaştı ve önce siyah ayakkabıların ucu göründü. Hemen ardından da Pusat'a ait o iri beden.

"Bir sıkıntı mı var Selim?" Duyduğu sesle hızla arkasını döndü.

"Yok efendim, bir arzunuz mu vardı?"

"Sana yok." Bakışları beni buldu. "Senin mesain bugünlük bitti, git güzelce dinlen. Ateş'in emri." Ses tonundaki sertlik ve tehditvarilik yok sayılmayacak cinstendi. Son cümlesini Selim'e bakarak söylemişti.

Üstündeki tişörtü değiştirmişti Pusat ancak aşınmış parmak boğumları az önceki cinayetin emaresini yaşıyordu.

Selim şaşkınca bir bana bir Pusat'a baktı. "Tabi efendim." Dedi az önceki tüm beylik hareketleri yok olurken.             

"Güzel, şimdi işinin başına dön." Selim hızla odadan çıkarken Pusat Kıraç'la yalnız kalmıştık. Gözlerini kısmış, iri cüssesiyle bana yukarıdan bakıyordu.

Baktı baktı baktı, sanırım bu bakışlarından korkup titremem gerekiyordu. Pusat'a çokta oynamaya gerek yoktu, patronu kadar zeki olmadığı kesindi.

"Ortalarda çok dolanma, işin dışında ki şeylere kafayı yorma. Anlıyor musun?" Beni takip edeceklerdi, zararsız olduğuma emin olana kadar.

"Ateş Bey bir de sizi mi gönderdi beni tehdit etmek için?"

Madem bu kadar tedirginlerdi, neden öldürmemişlerdi beni de?

Vicdanlı katildi sanırım bunlarda, bendenler. V kıs kıs gülerken, Aşkın onun ukala hallerine artık hakim olamıyordu. Bu kadar uysal kızı oynamak fazla gelmişti.

V kaos istiyordu.

Güldü Pusat ama bu çok sinir dolu bir gülüştü. "Seni tehdit ettiğimizi mi sanıyorsun? Öyle olsaydı bırak konuşmayı, karşımda adını unuturdun küçük kız." Unutmayayım da Ateş'in işini bitirdikten sonra celladına da bir el atayım.

















***

Elimdeki elmayı dişlerken, bacaklarımı salladım. İhtiyarın sesi artık çekilmez geliyordu, yaşlandıkça huysuzlaşıyordu.

"İşler nasıl Alanguva'da?" Soruyu soran, çaprazımdaki koltukta oturan Tarık'a çevirdim başımı.

"İşler kesat, kriz hepimizi vurdu." Sözlerimle yüzünü buruşturdu.

"Bak tamam hiçbir işine karışmadık bugüne kadar ama en azından planının taslağını anlat. Belki yardımcı oluruz."

"Yapacağın en büyük yardım çeneni kapatmak olur."

"Dikkatli olmalısın, çok dikkatli." Dedi ihtiyar her zamanki ciddiyetiyle. "Karşındaki adamın zekasını ve kurnazlığını küçümseme sakın. Cebonayan'ın lideri, ömrü boyunca o koltuğa oturmak için hazırlandı.  Gençliğine aldanma sakın, unutma sende çok gençsin ama V'sin. Sen eğitimli ve güçlü olabilirsin ama o adam aklının alamayacağı eğitimler aldı bugüne kadar." Aldı, dedi ihtiyar. Onun bildiği, benim bilmediğim bir şeyler vardı.

"Tüm gücüme, araştırmalarıma rağmen Cebonayan'ın amacını öğrenemedim. Korkutucu bir gizlilik duvarı var ve o duvarı aşamıyorum. Söyle ihtiyar, bildiğin ne varsa söyle.

"Bildiklerim dosyadakilerden fazla değil." Dedi ancak hiç yapmadığı bir şey yaparak gözlerini kaçırdı.

"Beni kandıramayacağını sende biliyorsun. Anlayacağımı bildiğin halde devam ediyorsun, yine ne çoraplar örüyorsun ihtiyar?"

Yerinden doğruldu.  "Senin başına mı çorap öreceğim? Kendine gel Aşkın, beni yeni mi tanıyorsun?" Hayır ihtiyar, seni çok iyi tanıyorum.

Suçlu hissetmemi sağlayarak kendini haklı çıkarmaya çalışıyordu.

Kurcalamadım, üstüne gitmedim daha fazla.

Deniz girdi salona, ceketini çıkardı. Saçları dışarıdaki yağmurdan ıslanmıştı. Yorgunca boş koltuğa çöktü.

"Ne bu halin serseri?" Diye huysuzlandı ihtiyar.

"Serseri mi ben polisim ihtiyar!" Bayılıyordu mesleğiyle hava atmaya.

"Yüzünü göremiyoruz artık." Dedi Tarık.

"Bende kendi yüzümü göremiyorum. Boş olduğum her an gebermiş gibi uyuyorum." Dedi kısa siyah saçlarını karıştırarak.

"Ortalık fazla karışık şu sıralar." Dedi ihtiyar. Ne yapmaya çalıştığını anladığımda sırıttım.

"Evet, V asla durmuyor. Tamam, adam katil falan ama öldürdüğü herkes azılı şerefsiz." Dedi Deniz öfkeli bir tonda. "Sempatizanları artmasın diye medyaya düşürmemeye çalışıyor teşkilat, yine de hayranı çok. Medya işin içinde olsaydı para ödülü bile gelirdi şimdi."

"Öldürdükleri şerefsizse bırakın öldürmeye devam etsin." Dedi Tarık gözlerimin içine bakarak.

"Bu ülkenin bir sistemi var, polisi, askeri ve adaleti var. Bir serseri çıkıp, kahramanlık yapamaz." Dedi sert sözleriyle Deniz. V'den nefret ediyordu.

Öyle miydi sahi? Var mıydı adalet?

Adalet olsaydı V doğamazdı.

V, Aşkın'ın haykırışlarında doğmuştu. V sadece Aşkın'ın değil, birçok kadının haykırışında doğmuştu.

O haykırışlar bitmedikçe kinlenmişti V, güçlenmiş ve daha da acıkmıştı şerefsizlerin kanına.

V çok güçlüydü.


İnstagram: Cerennmelek

Continue Reading

You'll Also Like

3K 329 5
çocuk gibi inanıyorum kendi yalanlarıma. morgtaki'nin dönmeyeceğini bile bile bekliyorum... - 21.12.19 - 10.06.20 / 04:34
918K 39.5K 35
İnsan ne dilediğine dikkat etmeli, zira kalbinden geçen iyi ya da kötü hiçbir dilek gerçekleşmeden peşini bırakmaz, derler. Ben, ölüm diledim. Bir ö...
1.6K 362 13
İhanetinin bedelini canıyla ödeyecek avcının yasak elmaya aşık oluşu. Peki yasaklar çiğnenecek, cehennemin kapıları aralanacak mı? Mary'nin her sabah...
220 58 4
🍃Küçüklüyünden bu yana yaranan yaraları sarmak için atdığı her adımda dahada yaralar yapan bir kızın hayatından bahsediyor.Sizden tek birşey istiyor...