Çoban Yıldızı

By -madamyazar

212K 13.9K 13.6K

•roman | tamamlandı. Kitabın eski adı Maral'dır. Aslında kadın ve adamın hikâyesi bugün, tam burada başladı... More

Giriş
Karakter Tanıtımı
1.Bölüm: "Kalp Krizi"
2.Bölüm: "Tek Nefes"
3.Bölüm: "Mikrop Yuvası"
4.Bölüm: "Aynı Üniversite"
5.Bölüm: "Kestirme Yol"
6.Bölüm: "Alışveriş Arabası"
7.Bölüm: "Doğum Günü"
8.Bölüm: "Tablodaki Kadın"
9.Bölüm: "Ziyaret"
10.Bölüm: "Görücü Usulü"
11.Bölüm: "Paintball"
12.Bölüm: "Borç"
13.Bölüm: "Kurallar"
14.Bölüm: "Teselli"
15.Bölüm: "Gözyaşları"
16.Bölüm: "Çaba"
17.Bölüm: "Kabus"
18.Bölüm: "Yangın"
19.Bölüm: "Travma"
20.Bölüm: "Serenat"
21.Bölüm: "Asansör"
22.Bölüm: "Gitme"
23.Bölüm: "Gündoğumu"
24.Bölüm: "İlk Dans"
25.Bölüm: "Yeni Ev"
26.Bölüm: "Sürpriz"
27.Bölüm: "Kalp"
28.Bölüm: "Gökyüzü"
29.Bölüm: "Darmadağın"
30.Bölüm: "Boşluk"
31.Bölüm: "İyi Hissetmek"
32.Bölüm: "Zaman"
33.Bölüm: "Bedel"
34.Bölüm: "Milat"
35.Bölüm: "İyiki"
36.Bölüm: "Çığlık"
37.Bölüm: "Bal Porsuğu"
38.Bölüm: "Son Durak"
39.Bölüm: "Şimal"
40.Bölüm: "Bir Gün"
41.Bölüm: "Dağ Evi"
42.Bölüm: "Kutu"
43.Bölüm: "Müzayede"
44.Bölüm: "Uçurum"
45.Bölüm: "Büyük Gün"
46.Bölüm: "Yıkım"
47.Bölüm: "Nefes"
48.Bölüm: "Sevgi"
49.Bölüm: "Acı"
50.Bölüm: "Özlem"
51.Bölüm: "Teklif"
52.Bölüm: "Yanılgı"
53.Bölüm: "Elveda"
54.Bölüm: "İlk Gün"
55.Bölüm: "Sessiz Gemi"
56.Bölüm: "Karar"
57.Bölüm: "Yüzleşme"
58.Bölüm: "Aşk Yüzünden"
59.Bölüm: "Ruhların Dansı"
60.Bölüm: "Papatya"
61.Bölüm: "Işık"
62.Bölüm: "Kördüğüm"
63.Bölüm: "Merhaba"
64.Bölüm: "Geç Kalış"
FİNAL
VEDA
Özel Bölüm: "Kız İsteme"
Özel Bölüm: "Düğün"

Özel Bölüm: "Hoş Geldin"

2.6K 112 171
By -madamyazar

#MFÖTamOrtasındayım

#GripinDurmaYağmurDurma

*

" Benim küçük mucizem, aramıza hoş geldin. "

*

Özel Bölüm: "Hoş Geldin"

"Evet, çok güzel. Şimdi bezi açıyoruz. Beyler yardımcı olalım eşlerimize lütfen, Aras Bey daha dikkatli."

Aras elindeki çocuk bezini açmaya çalışırken -artık nasıl bir güç uyguladıysa- ikiye ayırdığında bayılmak üzereydim. Böylesine yetenekli bir insan nasıl çocuk bezi açmayı beceremezdi?

"Aras, düzgün yapsana!" diye çemkirdim ayaklarımı ovalarken. Aras delici bakışlarla yüzüme baktığında dirseğimin tersini gösterdim ona. "Rezil oluyoruz baksana, ne güzel yapıyor insanlar."

"Özür dilerim oyuncak bebeğin altını bezleyemediğim için." dedi sinir bozucu bir ses tonuyla. "Hem sadece biz rezil olmuyoruz, Mertler de var."

Başımı sola çevirip dişleriyle bebek bezinin paketini açmaya çalışan Mert'e baktım. Ekim tam anlamıyla çıldırmak üzereydi.

"Hocam bu bez yanlış gelmiş sanırım, fabrikaya geri gönderelim. Açma yerini yapmamışlar."

"Hızlı olmalısınız Mert Bey, çocuk pişik oldu. Aa bakın nasıl ağlıyor zavallı."

Mert ilk önce önünde duran oyuncak bebeğe sonra hocaya baktı. Ardından emin olamayıp bir daha bebeğe baktı ve Ekim'e döndü. "Ekim nerelere getirdin bizi ya? Şizofren bu kadın. Oyuncak bebeği pişik yaptı iki dakikada."

Ekim gözlerini sabır dilercesine kapatıp derin derin nefes aldı. "Şu çocuğu bezle." dedi sinirlerine hakim olmaya çalışırken. Mert, Ekim'e dil çıkarırken oyuncak bebeğin kafasını okşamaya başladı. "Şişhh, tamam ağlama babacığım. Kessene oğlum sesini, ağlama diyorum. Lan ağlamasana!"

Aras'la birbirimize baktığımızda hâlime şükrettim. "Tamam bir şey demiyorum, yap hadi bezle."

Aras'ın başını okşayıp öpücük attığımda sırıttı. "Her şey tamam ama bu nedir ya?" diye isyan etti sahte karnına bakarken. Daha rahat empati yapabilmeleri için baba adaylarına sahte karım takılıyordu.

"Söylenme hadi, öldü çocuk öldü."

Oflayarak tekrar oyuncak bebeğe döndü ve bezi takmaya çalıştı. Yardım edebildiğim kadar ederken aniden Aras'ın kafasına çarpan şey ile irkildim ve ufak çaplı bir çığlık attım. "Aras!"

"Ay, bacağı koptu çocuğumun. Şimdi ağlayabilirsin Sıddık Efe. Ağla babacığım ağla, bacağın koptu hakkındır."

Ekim, Mert'i çimdikleyip döverken ben Aras'ın kafasına bakmaya çalışıyordum. Kaşının kenarında ufak bir kızarıklık oluşmuştu bile.

"Aras acıyor mu? İyi misin?"

Aras bana cevap vermek yerine önündeki oyuncak bebeği aldı ve karnını tutarak ayağa kalktıktan sonra gidip Mert'i dövmeye başladı. Ekim de ona yardım ederken hoca ayırmaya çalışıyordu.

"Aras ne yapıyorsun? Sıddık Efe'yi babasız mı bırakacaksın? Ah gözüm!"

Mert'e acıyan bakışlar atarken onu nasıl kurtarabileceğimi düşünüyordum. Bütün kursa da rezil olmuştuk, bir daha hangi yüzle gelecektim bilmiyordum. Aniden aklıma gelen fikirle bağırmaya başladım. "Aaa! Aras! Aras buraya gel! Mercimek pişti, düdüklü ötüyor!"

Bir adet Oscar alabilir miyim?

Aras, Mert'in kolunu ısırmak üzereyken ani çığlığımla bakışlarını buraya çevirdi. Mert'i bir köşeye itip iki adımda yanıma geldiğinde inandırıcı olsun diye elini tutup tırnaklarımı geçirdim.

"Ne, ne oldu? Doğuruyor muyuz?"

Alıklığına göz devirecekken bütün kurs başımıza toplanmıştı. Herkes hep bir ağızdan doğru nefes alma şeklini gösterirken ben çığırıp duruyordum. "Aras, hadi gidelim! Hastaneye gidelim!"

Kafasında bebek beziyle bizi izleyen Mert, kurs hocasının omzuna bir tane yapıştırınca kadın yalpaladı. "Kız sen ne biçim hocasın? Doğurtsana çocuğu!"

Sahte doğumum bile olağanüstülüklerden ibaretti.

"Ben ne anlarım doğumdan? Benim işim eğitim vermek." dedi kadın panik bir ses tonuyla. Mert kadını bir kez daha ittirdi ve karşıma geçip nefes almaya başladı.

"Sıcak su ve bez getirin. Ikın Maral."

Ekim elini ben niye bu adamla evlendim der gibi kafasına vururken Mert'i dürttü. "Senin karın kadın doğum uzmanı biliyorsun değil mi?"

"Ama filmlerde böyle oluyordu." dedi Mert heyecanı sönerken. Aras'ın kolunu çimdikleyip bir kez daha bağırdım. "Hayatım, götürsene beni hastaneye! Hocam size de veda edeyim, malum geliyor sıpa. Biz daha uğramayız buralara, darısı sizin başınıza. Hadi Allah'a emanet."

Ben konuşurken Aras beni dikkatli bir şekilde kucağına almış, kapıya doğru yürümeye başlamıştı bile. Ekim ve Mert de eşyalarımı almış peşimizden geliyorlardı. Odadan ayrılacağımız sırada bütün ebeveynlere el salladım ve karşılığını aldım.

Aras korkuyla boncuk boncuk terlerken arabanın yanına gelmiştik bile. Acı çekiyormuş numarası yapmayı kestim ve Aras'ın gözlerine diktim gözlerimi. "İndir beni."

"Ne?"

"İndir beni, doğurmuyorum."

"Ne?!" diye bağırdı bir kez daha. Beni sakince yere indirirken bu numarayı nasıl yediğine yanıyordu.

"Kafan çok acıyor mu?" dedim saçlarını çekerek yaraya bakmaya çalışırken. Mert ve Ekim heyecanla buraya doğru koştururken Mert kafasındaki bezi düşürdü ve geri dönüp aldıktan sonra nefes nefese yanımıza geldi. "Doğdu mu? Nerede hani? Yediniz mi yoksa çocuğu?!"

"Evet yedim, seneye de doğururum artık."

Mert şaşkınlıkla elini ağzına götürdüğünde saflığından mı yoksa zekâ seviyesinin düşüklüğünden mi böyleydi, onu düşünüyordum.

"Sizin rezilliğini örtmek için yaptım, doğurmuyorum. Kocamın kafasını yarıyordun!" diyip bir tane koluna yapıştırdım.

"Sanki bilerek yaptım ya! Sıddık Efe'nin bacağının kopası varmış demek ki, gitti amcasının kafasına yapışıverdi."

Arabanın kapısını açıp ayaklarım kaldırıma denk gelecek şekilde oturdum ve soluklanmaya başladım. Ekim de aynı şekilde arka tarafa oturmuştu.

"Bir şeyler yemeye gidelim bari, acıktım ben."

"Buraya gelmeden bir saat önce yemek yediğimizi biliyorsun değil karıcığım? Benim gibi bir pis boğaz bile bu kadar yemiyor da hatırlatayım." dedi Mert bileğindeki saate vururken. Ekim, Mert'e sinir bozucu bir bakış atıp konuştu.

"Senin gibi bir pis boğaz iki can taşımıyor çünkü! Ben değil bebek acıktı."

"Tabi canım tabi, ben acıkınca da ben değil midem acıkıyor zaten." dedi sessiz sessiz. Ama pek tabi, söylediği şey duyuldu ve Ekim, Mert'e dil çıkarıp arabanın içine girdikten sonra kapıyı kapattı. Mert, Aras'a dönüp kolundan tuttu.

"Ocağıma erik ağacı dikecek bu kadın Aras, batacağım."

Aras, Mert'in elini kolundan çekti. "Koskoca şirketin var ne batması? Hem erik değil o çilek."

Mert burun kıvırdı.

"Olsun erik daha güzel, kütür kütür. Ay ben de aşeriyorum galiba, Ekim'in yanında dura dura ne hâle geldim!"

Benim ağzımın suyu akarken Mert söylene söylene arabanın çevresini dolandı ve arka koltuğa binip Ekim'in gönlünü almaya koyuldu. Bu sıra da Aras da şoför koltuğuna oturmuştu, arabayı çalıştıracağını anladığımda ayaklarımı içeri alıp kapıyı çektim ve emniyet kemerimi taktım.

"Ne yiyelim?" diye sordu Aras anahtarı çevirirken. Ekim ile sırayla söylemeye başladık.

"Lahmacun!"

"Köfte!"

"İskender!"

"Hamburger!"

"Roka salatası!" diye aniden yükseldiğimde herkes aynı anda bana baktı. "Öyle aniden çıkıverdi." dedim durumu toparlamaya çalışırken.

"Ben her şeyi yerim ama siz iki hanımefendinin bu saydığınız şeyleri yemesi mümkün değil. Çocuğumu boğacaksınız içeride." dedi Mert, Ekim'in hafif şişmiş karnını okşarken. Ekim aşağı yukarı beş aylık hamileydi, altıncı aya girmesine az kalmıştı. Bense bu koca göbeği sekiz aydır taşıyordum.

Aras kendi kendine karar verdi ve arabayı bir ev yemekleri lokantasına sürüp park etti. Kısa süre içinde bir şeyler yiyip hesabı ödemiş, restoranttan ayrılmıştık. Aras'ın güvenli kolları arasına girip Ekim'le Mert'e baktım. "Eve mi gideceksiniz?"

Ekim ne yapalım der gibi Mert'e baktığında Mert cevap verdi. "Gidelim, sen de yorulma daha fazla. Çocuk da şaşırmıştır içeride, bunlar ne deli dana gibi geziyorlar diye."

Ekim sırıtarak Mert'in koluna girdi. "Biz gidelim madem, siz ne yapacaksınız?"

Aras'a dönüp masum kedi bakışlarımı attım. "Biz yürüyelim mi biraz?"

"Yorulmadın mı? Ayakların şişiyor sonra."

"Yorulmadım o kadar, yürüyelim biraz. Ayaklarım şişerse bana masaj yapacak bir kocam var hem." dediğimde gülerek saçlarımı karıştırdı. "Hatta arabayı siz alın, yarın gelirken getirirsiniz." dedim Aras'ın cebinden anahtarı alıp Mert'e uzatırken. Mert asla itiraz etmeden anahtarı havada kaptı.

"Kaçta gelelim yarın?" diye sordu Ekim. Aras'a baktım. "Yarın yarım gün çalışacaksın değil mi?" derken bir yandan da Mert'i dürtüklüyordum. "Değil mi patron bey?"

Mert geri geri kaçarken başını salladı. "Evet evet, hiç gelmesin hatta."

"Mecbur geleceğim, kurul toplantısı var."

Onlar toplantı hakkında konuşmaya dalmışken ben şirketi ne kadar özlediğimi hissetmiştim. Hamile olduğumu öğrendiğimden beri Aras şirkette çalışmama izin vermiyordu. Ve ben, bu süreçte o nefret ettiğim kara kaplı klasörlere bile özlem duyuyordum.

"Neyse neyse, akşama doğru gelin. Hadi gidelim artık Aras." dedim Aras'ı iterken. Aras, Ekim ile Mert'e el salladıktan sonra yönünü çevirip parmaklarımı parmaklarına kenetledi ve bana bakarken elime bir öpücük kondurdu. Havanın temizliğinin ve onun yanında olmanın verdiği huzur ile gülümsedim.

Bir süre sessiz sedasız, yavaş adımlarımızın gölgeleri eşliğinde yürüdük, sahile çoktan varmıştık.

"Sence cinsiyeti ne?" diye sordum beklemediği bir anda. İlk beş ay bize kendini göstermemişti, biz de eski usül yapmaya karar verip doğumda öğrenmeyi tercih etmiştik. Ama, ben sebepsizce bir erkek olduğunu hissediyordum. Belki de, annelik içgüdüsüydü.

"Ne önemi var? Önemli ol-"

"Önemli olan sağlıklı doğması klişesine hiç girme. Ben de biliyorum sağlığın ne kadar önemli olduğunu. Sadece ne hissettiğini söyle." dedim lafını keserek. Bana bakıp manidar bir tebessüm yaydı yüzüne.

"Yani, bilmiyorum ama kız hissediyorum sanırım. Yemyeşil, kocaman gözlü bir kız çocuğu."

"Ne?" diye yükseldim kendimi tutamayarak. "Gerçekten, kız mı olsun istiyorsun?"

"İstiyorum demedim güzelim, hissediyorum dedim."

"Ben, erkek hissediyorum ama." dedim dudaklarımı büzerek. Aniden durup elimi bıraktı ve yönünü bana döndü. Naif elleriyle kibar bir şekilde çenemden tutarak kaldırdı başımı.

"İster erkek ister kız olsun, o bizim çocuğumuz. Cinsiyetinin ne olduğunun hiçbir önemi yok. Kız olursa zümrüt gözlü, senin gibi güzel, erkek olursa da benim gibi dünya yakışıklısı olacak." dedi böbürlenip havaya girerken. Gülerek omzuna bir tane vurduğumda aniden karnıma giren sancıyla ahladım.

"N-ne oldu? Geliyor mu bu sefer?"

"Bilmiyorum, ağrı girdi." derken Aras'ın kolundan tutunmuştum bile. Aras bana destek olup banka oturttu ve dizlerimin önüne çekip gözlerime bakmaya başladı. Elimi tutmayı da ihmal etmiyordu. Gözlerimi onunkilerle buluşturduğumda irislerinde kol gezen korkuya şahit olmuştum. Ölesiye korkuyordu bize bir şey olmasından.

"İyiyim, bir şey yok Aras. Sakin ol." dedim ellerini tutarken. Onun beni sakinleştirmesi gerekirken ben onu rahatlatmaya çalışıyordum. Sanırım Aras'ın hafif bir panikatak sorunu vardı ve ben bunu yaklaşık beş yıllık serüvenimizde yeni fark ediyordum. Bize bir şey olma korkusu onu bitiriyordu.

"Bak, iyiyiz." dedim elini karnımın üzerine getirirken. Tereddütle karnımı okşadı.

"Merhaba, ben baban." dedi ne diyeceğini bilemeyerek. Tam güleceğim sırada karnıma yediğim minik tekmeyle şaşırmıştım.

"Sesine tepki veriyor sanırım." dedim şaşkınlıkla. Karnıma eğilip fısıldadım. "Bana bak mercimek, daha beş haftan var. Tekme falan hiç hoş olmuyor, durduğun yerde dur bekle."

*

Ne kadar uyuduğumu kestiremezken komodinin üzerindeki telefona uzandım ve ekranı açıp saate baktım. On buçuğa geliyordu, Aras gideli iki saate yakın olmuş olmalıydı. Neden beni uyandırmamıştı ki? Ona kahvaltı hazırlayabilirdim.

Boş verip yorganı üzerimden attım ve müthiş bir tembellikle pandufları ayağıma geçirip banyoya yöneldim. Elimi yüzümü yıkayıp kuruladıktan sonra ayaklarımı yere sürüye sürüye odadan çıktım ve mutfağa girdim. Esra ortalıklarda görünmüyordu, okula gitmiş olmalıydı.

"Günaydın Zehra Anne." dedim ağzıma bir tane salatalık atarken. Zehra Anne çaydanlığı masaya taşırken bana bakıp gülümsedi. "Günaydın kızım, iyi uyuyabildin mi? Nasılsın?"

"İyiyim, iyiyim de keşke beni de uyandırsaydın. Beraber hazırlardık kahvaltıyı."

"Olsun kızım, hallettim ben. Sen geç otur hadi, yorma kendini."

Ona gülümseyip bir sandalye çektim ve sakince oturdum. Zehra Anne, bana en az Aras kadar iyi bakıyordu. Çok sıcakkanlı, dünya tatlısı bir insandı. O günleri atlatması hiç kolay olmasa da evlatları ve kendi için geçmişini geride bırakmayı başarmıştı. O da sandalye çekip çayları koyarken Esra saçlarını karıştıra karıştıra bu mutfağa girdi.

"E sen okula gitmedin mi?"

"Yenge ne okulu ya? Parti var bugün." dedi masaya otururken. Zehra Anne kolunu çimdiklediğinde acıyla bağrındı. "Kızım kalkıp yüzünü yıkasana! Lap diye oturulur mu masaya?"

Esra gözlerini kısıp annesine bakarken ayağa kalkmıştı bile. Her ne kadar rahatsızmış gibi davransa da annesinin bu tavırları onu memnun ediyor, bir evlat olduğunu hissettiriyordu.

Çaya uzanmaya çalışırken elime yediğim hafif tokatla ben de ahlamıştım. "Çay yok sana. Süt ısıttım."

"Ama ben süt içmek istemiyorum ki. Süt içe içe sütleştim Zehra Anne, çay içmeyi özledim. N'olur bir bardak içeyim." dedim yalvarırken.

"Olmaz kızım, ısrar etme. Aras kızar sonra bana."

"Söylemezsek bilmez, hem o kim terbiyesiz de annesine kızıyor! N'olur n'olur n'olur!"

"Tamam, " dedi ikna olduğunda. "..sadece küçük bir çay bardağı."

Hevesle başımı sallayınca gülerek açık bir çay koydu ve önüme itti bardağı. Bu sırada Esra da saçını toplamış yüzünü yıkayıp gelmişti. Kısa süre içinde kahvaltımızı etmiştik. Saat on bire gelirken mutfağı toparlayıp salona geçtik. Esra kaytararak koltuğa oturduğunda televizyonu açmıştı bile. Fırsattan istifade hemen yanına oturdum.

"Ne izliyoruz? Komik bir şeyler aç." dedim iyice yayılırken. İşin tuhaf yanı Zehra Anne bize kızması gerekirken yanımıza oturmuş bizimle televizyon izlemeye koyulmuştu.

"Niloya açayım mı?"

"Evet!" diye bağırdığımda dik bakışlarla bana bakıp bir anda gülmeye başladılar. "Bence de evet." dedi Zehra Anne.

Esra televizyonda kanalı ararken telefonumun titremesiyle masanın üzerinden aldım ve kulağıma götürdüm. "Alo?"

"Güzelim, ne yapıyorsunuz?"

"Niloya izliyoruz." dediğimde Esra Niloya'yı bulmuştu bile.

"Niloya mı izliyorsunuz?"

"Evet, Aras kaçırıyorum. Söyle çabuk." dedim bakışlarımı televizyondan çekmeden. Aras gülüp beni cevapladı.

"Bir şey istiyor musun gelirken?"

Niloya'nın yediği çileklere gözüm takılmışken benden bağımsız dudaklarımdan, "Çilek." sözcüğü dökülmüştü. Vicdansız öyle güzel yiyordu ki.

"Çilek mi? Dün aldığım çileklere ne oldu?" diye sordu anlam veremeyerek.

"Akşam yedim ben onları, gelirken al sen. Hep kaçırdım senin yüzünden,  hadi kapatıyorum. Öptüm." diyip telefona öpücük attıktan sonra kapatıp koltuğa iyice yayıldım ve Niloya'yı izlemeye koyuldum.

Ne kadar süre izlemiştik bilmiyorum ama gözlerim istemsizce dolmuştu. Hamilelikten dolayı bütün hormonlarım alt üst olmuştu. İşin tuhafı Esra ve Zehra Anne de ağlıyordu. Ben burnumu çekerken anahtar sesiyle Aras'ın geldiğini anlamıştım.

"Ne oluyor burada?" diye içeri girip kumandayı aldı ve televizyonu kapattı. Ekranın ışığı söndüğünde daha da ağlamaya başlamıştım. "Niye ağlıyorsunuz siz? Hadi Maral'ı geçtim, anne, Esra?"

"Niye beni geçiyorsun? Ben ağlayamaz mıyım?" diye bağırdım ağlamaya devam ederken.

"Hayatım çizgi film izliyorsunuz, neden ağladınız?" diyip dizlerimin önüne çöktü.

"Aras, " dedim burnumu çekerken. "..mutfak bezleri neden sarı?"

"Ne?" diye bir tepki verdi anlamayarak. "Çizgi film izleme adı altında ne yapıyordunuz siz?"

"Neden mor değil?" diyip ağlamaya devam ederken aniden durdum ve elindeki poşeti çektim. "Çilek aldın mı?"

Aras gülmek ve gülmemek arasında gidip gelirken ben ağlamayı kesmiştim, Esra da ayağa kalkmıştı. Poşetteki çilekleri koklayıp kokusu ile bile doyarken yerken nasıl mutlu olacağımı düşünemiyordum bile.

"Zehra Anne saat öğleni geçmiş, hazırlıklara başlayalım mı?" dedim Zehra Anne'ye dönerken. Başını sallayıp koltuktan kalktığında Aras da ne yapacağım sizinle der gibi gülerek ayağa kalktı ve elini bana uzattı. Koltuktan destek alırken elini tutup ayağa kalktım, poşeti almayı da ihmal etmemiştim. Aras'ın kolları arasına girerek mutfağa yöneldim ve kâseye biraz çilek koyup yıkadıktan sonra masaya oturdum. Aras karşıma oturup beni izlerken ben hunharca çilek yiyordum.

"Bence Tosbik'in çok hüzünlü bir hayatı var." dedim çilekleri birer ikişer yerken. Ani duygu değişimlerim, bana ergenliğimi hatırlatıyordu.

"Öyle mi?" dedi munzur munzur sırıtırken. Başımı salladım. "O salak Niloya'nın peşinde sürükleniyor garibim."

Aras kahkaha atmaya başladığında dik dik ona baktım. Dalga geçilmeyi çekecek havada değildim. "Hemen kalk bu masadan, Tosbik'in acıklı Küçük Emrah hayatına gülemezsin."

Aras şok olurken ben oldukça ciddiydim. "Gidip babamı al, ben hazırlık yapacağım."

"Şimdi geldim daha, hem akşama çok var. Bir şeyler atıştır-" derken çileğime uzanmaya kalkmış ve eline bir şaplak yemişti. "Sana kalk dedim."

Aras bana kötü kötü bakıp ayağa kalktı ve çileğimden bir tane alarak kaçtı. Gülerek diğer çilekleri de yedim ve kâseyi tezgâhın üzerine bırakıp salona geçtim. Zehra Anne ve Esra temizliğe koyulmuşlardı. Salonun köşesinde duran kasetçalara bir klasik müzik koyup açtım ve karnıma doğru seslendim.

"Bana bak bunların hepsi senin için mercimek. Senin annen asla Mozart, Beethoven dinleyecek biri değil, her şey senin iyiliğin için. Yoksa şu an deli gibi Azer Bülbül, İbrahim Tatlıses dinlemek istiyorum. Ben senin için buna katlanıyorsam sen de hayırlı bir evlat ol."

Kollarımı sıvayıp diğerlerine yardım etmeye koyuldum. Temizlik vaktiydi.

*

Son tabakları da alıp bahçeye doğru yürürken kulağıma neşe dolu kahkaha sesleri geliyordu. Babam, Serkan ile Belinay ve de pek tabi, minik oğulları Sıddık Can, Amy ile Ozan, Mert ile Ekim, Zehra Anne, Esra ve biz. Kısacası herkes bahçemizde neşeyle sohbet ediyordu. Tabakları masaya koyduğumda diğerlerine sesleniyordum.

"Hadi gelin."

Ekim, diğerlerini bekleme gereği duymadan atıştırmaya başlamıştı bile. Mert, Belinay ve Serkan'ın henüz bir yaşına basmamış oğluyla oynuyordu.

"Pişt, bana bak ekşi yüz. Niye gülmüyorsun sıpa? Babana çektin değil mi? Suratsız herif, anana benzesen yedi yirmi dört sırıtırdın."

Mert çocuğu havada gıdıklayıp güldürmeye çalışırken herkes bir bir masaya yerleşmişti.

"Mert, Can'ı sallama. Karnı yeni doydu, her an bir kaza olabilir." diye uyardı Belinay, Serkan'ın yanındaki yerini alırken.

"Bir kere gülsün bırakacağım. Hadi gül, agu bugu. Amanın Can mıymış bunun adı? Gülersen sana mama veririm."

"Bu deli niye çocuğu güldürmeye çalışıyor?" diye sordu Amy tabağına bir şeyler alırken. Aras gülüp cevap verdi. "İddiaya girdik. Güldüremezsin dedim, güldürürüm dedi. Güldürürse onun işlerini yapacağım bir hafta."

Aras'a gözlerimi belertirken bir yandan da Mert'e bakıyordum. Ozan kahkaha atıp Mert'e seslendi.

"Gülmüyor işte, sevmedi seni çocuk. Bırak da yemeğe gel."

"Kim sever o maymunu?" dedi babam salatayı kaşıklarken. Her fırsatta laf sokuşturmaktan asla vazgeçmiyordu. Ama Mert'in bunlara pek aldırdığı söylenemezdi.

"Hadi gül bir tane amcana. Agu bugu, agu bugu. Ya ben daha bunu güldüremiyorum, kendi çocuğumu nasıl güldüreceğim? Ekim doğurmasan mı sen Sıddık Efe'yi?"

Ekim, Mert'e baygın bir bakış atıp son gaz yemeye devam etti. Asla hiçbir şeyi umursamıyor, sadece yiyordu.

"Mert yemeğin soğudu gel hadi, havalandırma çocuğu midesi bulanacak." diye bir kez de ben uyardım.

"Bir şey olmaz. Sıddık Can, hadi gül. Gülsene lan deli etme adamı!"

Sıddık Can bir anda Mert'in kafasına kustuğunda Esra çayını Ozan'ın suratına püskürmüştü. Ekim'in lokması boğazında kalmış, Aras kahkahalara boğulmuştu.

"Ne biçim çocuksun sen? Halkalı Belediye Çöpü gibi miden var."

Minik bebek bir anda neşeyle kahkaha atmaya başladığında Mert'in gözleri parladı ve kafasındaki kusmukları umursamadan Sıddık Can'ın yanaklarına öpücükler kondurdu.

"Aras efendi duy duy! Nasıl gülüyor şebek! Aferin lan kerata, hak ettin bir kutu sütü."

Mert buraya doğru gelip bebeği bir anda Aras'ın kucağına bıraktı ve Ekim'in yanındaki sandalyeyi çekip oturdu. Aras kucağında bomba varmış gibi şok olduğunda ben dikkatle onu izliyordum. Eline bebek almaktan mümkün olduğunca kaçınıyor, incitmekten çekiniyordu.

Bebek Aras'a baktığında Aras ne yapacağını bilemeyerek Sıddık Can'a el salladı. "Merhaba küçük şey."

Merhaba demesini falan beklemiyorsundur umarım kocacığım.

"Belinay çocuğumuzu al Aras'tan, uzaylı görmüşe döndü." diye dalga geçen Serkan'a gözlerimi kısıp bakarak korkuturken benim cevap vermeme gerek kalmamış, bebek gülümseyen bir yüzle Aras'ın keskin yüz hatlarına bakmaya başlamıştı.

Aras tebessüm ederek bir süre sadece Sıddık Can'ın çehresine baktı. Hayatında ilk defa canlı bir bebek görüyor gibi heyecan doluydu. Parmaklarını minik göbeğine sürttüğünde bebekten daha da yüksek kahkahalar duyuldu. Herkes yemeğe boğulmuşken ben hayranlıkla Aras'ı izliyordum. Bebek güldükçe o daha da gülüyordu ve bu, kalbime amansız bir kıpırtı, heyecan yayıyordu.

Bir süre sadece Aras'ı ve kucağındaki minik bedeni izledim. Kendi yemeğime döndüğümde Amy boğazını temizleyip dikkati kendine çekti.

"Sevgili aile sakinleri, " diye lafa girdiğinde bir şey söyleyeceğini anlamıştım. Gözlerinde müthiş bir parıltı, heyecan vardı. Aniden aklıma gelen şeyle kendimi tutamayıp bağırdım. "Hamile misin?!!"

Amy ve Ozan'ın gözleri nasıl bildiğimi anlamayıp kocaman olurken herkes Amy'ye bakmaya başlamıştı. Gözleri istemsizce dolarken sakince başını salladı ve beni onayladı.

"Gel buraya kalkamıyorum! Sarılacağım!"

Amy sandalyesini ittirip yanıma geldi ve bana kocaman sarıldı. Sonra tek tek herkesle mutluluğunu paylaştı ve yerine oturup bir kez de Ozan'a sarıldı.

"Ekim listene biri daha eklendi, gitgide uzuyor." dedim yemeğime devam ederken.

"Kendiniz doğurun bana ne, iyi ki bir doktor olduk." dedi tüm agresifliğiyle. Mert, Ekim'e bir omuz attığında gülüyordu. "Aman aksiyon işte, fena mı oluyor?"

Bu çocuğun akıl sağlığından şüpheliyim.

"Geri zekâlısın Mert." dedi Serkan suratına tükürürcesine. "Doğum kadar zor bir şey mi var hayatta?"

"Tecrübe mi ettin?" dedi Mert dalga geçip gülerken.

"Hayır, ama Can'ın doğumunda Belinay'ın yanında ben dokuz doğurmuştum. Çok zor ama aynı zamanda dünyanın en güzel hissi."

Aras, can kulağıyla Serkan'ı dinlerken Serkan, Belinay'ı kolları arasına alıp saçlarından öptü. "O ilk koku, ilk hissiyat o kadar mükemmel bir şey ki, gözlerimden yaşlar boşalmıştı. Baba olmak bu kadar güzelse, kim bilir anne olmak nasıldır."

Ekim'in eli refleks olarak karnına gittiğinde Mert'inki de karnına gitmişti. Gözlerimi devirmeden edemiyordum.

"Baba olmak, " dedi Aras yutkunurken. "..nasıl sorumluluklar getirdi sana? Ya da ne gibi endişeler? Hayatın nasıl değişti?"

Bunları sorarken asla benimle göz göze gelmemişti, korktuğunu anlayayım istemiyordu. Ben zaten biliyordum, fakat onunki korkudan ziyade onlara yetemem düşüncesinin zihnine ektiği tohumlardı.

Babam aniden kolunu sırtıma doladığında irkildim. "Baba olduğunda, " diyip bana baktı ve gülümsedi. "..ilk önce, dünyanın en mutlu insanı olduğunu hissedeceksin. Sonra yavaş yavaş, bütün hayatın çocuğundan ibaret olacak. Düştüğünde onunla beraber ağlayacak, canı yandığında onunla beraber sızlanacaksın. Sen o olacaksın, düştüğünde kaldıracak, dizini yaraladığında üfleyecek ve gerektiği yerde ona tüm desteğini sağlayacaksın. Çünkü, baba olmak bunu gerektirir, biraz fedakârlık, biraz diğerkâmlık."

Aras bir kez daha tereddütle yutkunduğunda bu sefer göz göze gelmiştik. "Sen mükemmel bir baba olacaksın, hiçbir şeye inanmadığım kadar buna inanıyorum ben." dedim ona destek verircesine. Bir kez daha kucağındaki minik bedene baktı, Can yine gülümsüyordu. Sonra gözlerini gözlerime mıhladı ve kapatıp açtı sakinlikle. Tebessümüm tüm yüzüme yayılmıştı.

Mert dudaklarını büzüp Ekim'e baktı. "Sanırım ben mükemmel bir baba olamayacağım Ekim, doğurma şu çocuğu."

*

Aniden karnıma giren sancıyla gözlerimi araladığımda ses çıkarmamaya çalışıyordum. Aras uyanırsa oldukça korkardı, telefonumun ekranını açıp saate baktığımda gece dört olduğunu görmüştüm. Yavaşça yerimde doğrulduğumda sancı gitgide ağrıyordu. Dişlerimi dudaklarıma geçirdiğimde ağzıma gelen metalik tad, onları parçaladığım anlamına geliyordu. Nefes almaya çalışarak yorganı üzerimden attığımda altımda hissettiğim ıslaklıkla şok olmuştum.

"A-aras, " dedim ışığı açarken. "..Aras kalk, su."

Aras büyük bir tembellikle gözlerini açtı ve yorganı üzerinden atarken terlikleri ayağına geçirdi ve ayağa kalkıp kapıya doğru yürümeye başladı.

"Nereye gidiyorsun?" diye sordum inlemelerim arasından. O kadar büyük bir sancı vardı ki karnımda her an bayılıp kalabilirdim. Aras cevap vermeden kapıdan çıkıp gittiğinde telefonu açmaya çalıştım. Ama sancılarım buna izin vermiyordu.

"Aaa!" diye bir çığlık attığımda Aras'ın elinde su bardağıyla yanıma geldiğini görmüştüm.

"Al iç birtanem." dedi bardağı bana uzatırken.

"Aras ne saçmalıyorsun? Suyum geldi suyum!"

"Geldi işte, al iç." dedi suyu burnuma sokarken. Bir çığlık attığımda korkan gözlerle bana baktı. "İçmedin ki daha, neden kızıyorsun? Al bir tadına bak."

"Aras, suyum geldi! Doğuruyorum, mercimek geliyor!"

"Mercimek?" dedi anlamayıp kafasını kaşırken. "Gecenin köründe mercimek mi yapayım?"

"Aras!" diye bağırdığımda irkildi. "Doğuruyorum aptal!"

"N-ne, ne? Do-doğuruyor musun?" dedi jetonu nihayet düştüğünde. Ben hele şükür diye düşünürken Aras ne yapacağını bilemeyerek dolabın kapağını açtı ve doğum çantasını alıp kapıdan fırladı.

"Beni unuttun geri zekâlı! Aaa!"

Aras aynı hızla geri dönüp beni kolları arasına aldı ve sakin adımlarla yürümeye başladı.

"Anne! Torun geliyor anne! Esra uyan!" diye bağrınırken bir yandan da bana nefes aldırmaya çalışıyordu. O kadar büyük bir acı çekiyordum ki konuşacak hâlim bile yoktu.

Zehra Anne ve Esra da uyandığında saniyeler içinde evden çıkıp arabaya binmiştik. Aras şoför koltuğuna geçmeye çalışırken Esra onu engelleyip öne oturmuş ve abisine benimle beraber arkaya binmesini söylemişti. Aras arkaya binip başımı kucağına aldığında panikten ne yapacağını şaşırmış vaziyetteydi.

"Telefonu çıkar, Ekim'i ara." dedim çığlıklarım arasından. Bu durumda bile olayları şekillendirmeye çalışıyordum. Aras titreyen elleriyle telefonu çıkarıp Ekim'i aradı ve hoparlöre verdi.

"Alo?" diye telefonu açan uykulu Mert'le çok işimiz vardı.

"Mert, Ekim'e ver telefonu." dedi Aras sakinleşmeye çalışarak.

"Ekim uyuyor."

Gerçekten mi?

"Uyansın o zaman! Doğuruyorum!" diye bağırdığımda Zehra Anne korkuyla bana bakmıştı.

"Ekim, kalk doğuruyormuşsun." dedi Mert, Ekim'i uyandırmaya çalışırken. Ekim'in mırıltılı sesini duyabiliyorduk. "Ne? Doğuruyor muymuşum?"

"Evet, öyle diyor Maral."

"Ben doğuruyorum ben! Ekim, yetiş çocuğum geliyor."

Ekim'in şu an şaşkınlıktan gözlerini belerttiğini ve Mert'in elinden telefonu çektiğini tahmin edebiliyordum. "Ne demek doğuruyorum? Ne zaman başladı sancılar?"

"On ya da on beş dakika ön- Aaa!"

"Tamam, tamam sakin. Derin derin nefes alıp ver, ben hazırlanıyorum. Geleceğim merak etme."

"Sen gelmezsen- Aaa! Doğurmam!" diye bağırdığımda Aras gözlerini büyüterek bana baktı. "Benim çocuğum senin eline doğacak Ekim."

"Bir saat, bir saate gelirim. Hatta yarım saat, dayan sadece."

"Tamam, tamam iyiyim. Dayana- Aa! Dayanırım, dayanırım. Çabuk ol, n'olur." dedim yalvarırcasına. Acıdan gözlerimin önü buğulanmıştı, Aras'ın eline tırnaklarımı geçirmiş kanatmıştım. Ekim'le vedalaşıp telefonu kapattığımda Aras nefes egzersizleri yaptırmaya çalıştı bana.

"Ekim ne dedi? Sakin! Sakiniz!" dedi kendi bağırırken. Gözlerimdeki yaşlar gitgide artarken Aras'ın parmaklarını parmaklarıma doladım.

"Aras, " dedim burnumu çekerken. Aras büyük bir istekle bana bakıp ellerime öpücükler kondurdu. "Söyle Çoban Yıldızı'm, söyle birtanem."

"Aras, çok erken, daha çok erken." dedim ellerini daha sıkı tutarken. Sesimi, yaşadığım acziyet ve çaresizlik esir almıştı. Onun gözlerinde de gördüğüm çaresizlik beni daha da bitirmiş, mahvetmişti. "Korkuyorum, çok korkuyorum."

"Hayır, hayır korkmak yok. Korku yok, biz o doğumhaneden üç kişi çıkacağız. Söz veriyorum sana zümrüt gözlüm, tosun gibi bir çocuk getireceksin dünyaya."

Kalan bütün enerjisini bana verip kendi, güçsüzlüğüyle savaşmaya devam ederken hastaneye varmıştık. Aras benden önce inip acile girdikten sonra doktorlar ve sedye ile beraber geri döndü. Kısa süre içinde doğumhaneye alınmak üzere beni hazırlamışlardı.

"Bizimlesin değil mi?" dedim Aras'ın ellerini sıkı sıkı tutarken. "Sizinleyim, sizinleyim tabi. Kimim var başka, sizinleyim sevgilim."

Ekim kıyafetlerini giymiş, emirler yağdırırken hep beraber doğumhaneye girmiştik. Aras ve ben daha önce bu konu hakkında konuşmuş, doğuma girmesinin benim için daha iyi olacağına kanaat getirmiştik. Onun için kolay değildi, ama desteğini benden asla esirgemiyordu.

Aras sağ tarafıma geçip eldivenli elini eldivenli elimle birleştirdi ve bana güven dolu bir bakış atıp alnımdan öptü. Şimdi, çok daha güçlüydüm.

"Evet, başlıyoruz Maral." dedi Ekim maskenin gizlemediği tek yer olan gözlerini bana dikerken. Başımla onayladığımda bana bakıp sakince yapacağım tek şeyi söyledi.

"Ikınabildiğin kadar ıkınacaksın, uykun gelirse sakın gözlerini kapatma. Sadece ıkın ve güzel günleri düşün. Düğününüzü düşün, Aras sen de Maral'a güzel şeyler anlat. Evet, hadi bakalım. Ikın Maral."

Acımı umursamamaya çalışarak bütün gücümle ıkındığımda Aras'ın avuçlarına tırnaklarımı geçiriyordum ve o asla sesini çıkarmıyordu.

"Lahmacun!" diye bağırdı aniden. Anlam veremeyerek ona baktığımda ıkınmaya devam ediyordum. Hemşire de bir yandan karnıma baskı uyguluyor, bebeği itiyordu. "Ne bileyim?! Güzel şeyler anlat dedi, lahmacun seversin sen. Menemeni düşün, böyle sulu sulu. Buharı üstünde, sıcacık ekmek banıyorsun. Yanında da çay, ne içeriz be!"

"Olsa da yesek! Aaa! Ekim n'oluyor?"

"Başı göründü, aynen devam et. Ikın Maral, ıkın güzelim ıkın."

O kadar yorulmuş ve terlemiştim ki saçlarım yüzüme yapışmıştı. Aras çaresizce bir şeyler anlatmaya devam etti. "Sence Galatasaray, Fenerbahçe maçını kim alır? Bence Fener alır."

"Ne?! Aaa!" diye bağırdım. Bir yandan ıkınıyor bir yandan Aras'a cevap yetiştiriyordum. "Ne demek Fenerbahçe kazanır? Galatasaray kazanacak, doğurmam bak! Galatasaray kazanacak!"

"Şaka şaka, ne Fener'i şaka! Ikın sen, Galatasaray birinci olacak."

Eldiveni yırtmış Aras'ın eline bütün gücümle kuvvet uyguluyordum. Bağrınıp çığırırken aniden içeri giren Mert'le donakaldım.

Doğumumda bari rahat bırak be adam!

"Mert ne yapıyorsun? Çık dışarı! Hemşire Hanım çıkarın." dedi Ekim hemşirelere Mert'i işaret ederken.

"Bir kere Beşiktaş birinci olacak. Prova olsun diye geldim hayatım, doğumda şok yaşamam. Bundan âlâ fırsat mı olur?" diyip yanıma koştu ve sol elimi de o tuttu. "Ikın bakalım Peri Masalı, ıkın da çıksın bebek. Yeter yattığı, iyi tatil yaptı sıpa."

"Çok güzel Maral, az kaldı." dedi Ekim beni cesaretlendirmeye devam ederken. Mert'in elini de sıkmaya başladığımda o da benim gibi bağırıp çığırıyordu. "Bağırma!" diye uyardı Ekim.

"E canım yanıyor, beygir gücü var bu kızda. Aaa!"

Ben acıyla bağırıp ikisinin elini de paramparça iterken az kaldığını hissesiyordum. Birazdan, anne olacaktım. Mert de benimle beraber ıkınırken artık gücüm kalmamıştı.

"Ikınsana kız, bacakları içeride mi kalsın bebeğin? Hadi bir iki üç, ııı!"

Aras, Mert ve ben son bir kez güçle ıkınıp bağırdığımızda kulaklarımız ağlama sesiyle dolmuştu.

"Aras, " dedim bütün duyguların harmanlanmış olduğu sesimle. "..Aras ağlıyor bu doğar doğmaz. Acıktı mı ne oldu? Gazı mı var yoksa?"

Ekim bebeği avuçları arasına alıp gülmeye başladığında Mert elimi bıraktı ve yutkunarak bebeği işaret etti. "O-o kan mı?"

Sorusunun cevabını bile alamadan yere yığıldığında hiç kimsenin umrunda değildi. Ekim sakince kordonu kesti ve Mert'i ayağıyla ittirerek küçücük şeyi kollarım arasına bıraktı. O an, o kadar benzersiz o kadar eşsizdi ki, kelimelerim bunu anlatmak için kifayetsiz kalırdı.

"Arasnaz'a merhaba diyin, beraber bit ayıklayacaksınız." dedi Ekim gülerken. Dolan gözlerimle simsiyah gözlü kızıma baktım. Gözlerini Aras'tan almış olması, bu hayata bir sıfır önden başlamış olması demekti.

Anne, duyuyorsun beni hissediyorum. Görüyor musun peki? Minik kelebeğin, anne oldu. Kollarım arasındaki bu bebek, hayatımdaki en anlamlı şeylerden biri artık.

"A-aras, bu minik şey bizim mi?" diye sordum inanamayarak. Sesim titriyordu.

"Sanırım." dedi Aras burnunu çekerken. Şu an hissettiğimin bin katını hissettiğine emindim, bir duygu seline kapılmış gidiyorduk. Gözlerimi kucağımdaki şaşkın bakan minik bedenden çekip Aras'ın ağlamaktan kızarmış gözlerine diktim. Yaşları, bebeğimizin kumral saçlarına dökülüyordu. Göz pınarlarımdan bir yaş sessizce süzülüp çenemde kaybolurken onunla aynı anda dudaklarımızı araladık.

"Zühre."

Zühre. Minik bebeğimizin hayatına devam edeceği isim buydu. Artık Aras'ın iki Çoban Yıldızı vardı. Bir gökyüzüne iki Çoban Yıldızı, sığar mıydı? Evet sığardı, öyle güzel sığardı ki gözyaşlarınızı tutamazdınız.

Gözlerimi aşık olduğum gece karası gözlerden çekip yeni sevgilime çevirdim. Açıkla deseler, tek kelime konuşamaz, sadece gözyaşı dökerdim. Kulağına eğilip sessizce fısıldadım.

"Benim küçük mucizem, aramıza hoş geldin."

*****

Bölüm sonu ♣

Ben geldimmm, hem güleceğiniz hem duygulanacağınız bir bölümle hem de. Çok tuhaf duygular içerisindeyim. Siz ne hissediyorsunuz?

Üzülerek söylüyorum ki, bu Çoban Yıldızı'nın son özel bölümüydü 💔. Bu kitabı yazmak eğlenceli, hüzünlü ve hissettirdiği bütün duygularla mükemmeldi. İlk yazı deneyimimdi, asla unutmayacağımdan adım gibi eminim. Siz de unutmayın, unutturmayın.. Ara sıra gelin, bir daha okuyun ve yorum yapın ki ben de tekrar okuyayım 💛

Asıl vedamız böyle olacak bu kitapta, ama Hüzün Yağmuru Senfonisi ile sizlerle olacağım. Giriş bölümünü okumayan kalmamıştır herhalde :) Pazar günü ilk bölümü atacağım, lütfen oy ve yorumlarınızı esirgemeyin pamuk şekerlerim 😇💜

Bana destek olan herkese sonsuz kez teşekkür ederim, minnettarım hepinize 💚

İyi ki varsınız.

Seviliyorsunuz

Hoşçakalın.. İyi geceler dilerim..

Continue Reading

You'll Also Like

1.9M 131K 30
Onların kaderi yıllar önce yaşanmış tek bir gece sayesinde birleşti. Bir anda karşısına çıkan ve peşini bırakmayan Atmanlı aşireti genç kızın bütün s...
632K 36.3K 20
Bakıyordu adam. Kara saçlarına, yeşil gözlerine, beyaz tenine, güldüğü için yanağında oluşan o ömürlük çukura... İçi yana yana bakıyordu. Hasreti ile...
24.2K 1.2K 17
26.02.2016 Unutmaya mahkûm bir kadın... ve kadının ayakları altına ruhunu seren bir adam.
826 122 10
22 yaşında olan genç bir kadının en sevdiği tarafından uğradığı ihanet, aşağılanma ve en önemlisi bunların hepsinin bir gün unutulup hayata kalındığ...