Caelia, çok sevdiği bahçesinde uzunca bir süredir yürüyüşteydi. Sessizlik hakimdi bedenine, garip bir huzur kaplıydı yüreği.
En doğal haliyleydi bugün.
Ne taç vardı başında ne kılıç vardı belinde. Yüzü renklendirilmemişti, çiçek özleriyle.
Ronestia ise en arkadaydı. Ne kılıcı vardı yanında ne onu güçlü gösteren yüzükleri...
Anlamaya çalışıyordu, bu direnişin sebebini.
Caelia adım attıkça yeşeren çiçekleri, cıvıldayan kuşları, onu selamlayan rüzgârı seyrediyordu koyu grileriyle...
"Orman Gülü..."
Caelia başını sesin geldiği yöne, ağaçların arasına çevirdi. Eski bir dost ziyaretiydi bu.
Prenseslik zamanlarından kalma.
Uzun boylu adam kraliçesine yaklaşıp reverans yaptı.
Caelia ona gülümserken adamın elindeki eski kitaba uzandı. İtiraz etmeden verdi Asiusmus.
"Hala yazıyorsun belli ki..." dedi kraliçe.
"Ondan sonra yazmam demiştin. Oysa insan bu. Duygulardan beslenir ruhumuz. Acı, kalemine güç olmuş demek ki..."
"Evet. Öyle oldu diyelim. Kalemim acımdan, aşkımdan beslendi. Durmadı, durmayacak Orman Gülü."
"Durmasın da zaten. Mürekkebin bol, duyguların korkusuz olsun." dedi kraliçe kitabı uzatırken...
"Bir akşam şiirlerini duymayı isterim Asius."
"Elbette Orman Gülü. Onur duyarım."
"Ömrünüz uzun, iktidarınız kuvvetli, gücünüz daim olsun kraliçem. Doğa Ana'nın kabullenişi her daim üzerinize olsun." Dedikten hemen sonra uzaklaştı Asiusmus.
Zümrüt Kraliçe ise yönünü çiçek bahçesine çevirdi.
Ronestia ise anlayabilirmişçesine daha çok yaklaştı ikizine, onu görebileceği ama fark edilmeyeceği şekilde.
Büyükçe bir ağacın gövdesinin arkasından izlemeye devam etti.
Sanki çiçeklerle konuşuyor gibiydi ikizi, hiç ses çıkmıyor ama birbirlerini anlıyorlar gibi.
Bir bütünü oluşturmuşçasına dans ediyorlar misali.
Caelia'nın eline aldığı mor çiçeğin, hangi çiçek olduğunu bilmiyordu, ince köklerini sanki Caelia bir yaşam kaynağıymışçasına onun ellerine sarılışını gözünü dahi kırpmadan izledi.
Caelia onu toprakla buluşturmak için açtığı küçük çaplı çukura doğru uzatırken çiçek ısrarla köklerini ayırmıyordu kadının güzel ellerinden.
"Toprağı mı sevmedin? Ben bir şans versen iyi anlaşacağınızı düşünüyordum aslında. Hem toprakta senin leziz bulacağın bir sürü besin var..."
'Çiçekle mi konuşuyordu gerçekten?' diye düşündü Ronestia. Fakat çiçek inanılmaz bir şekilde köklerini çözerek Caelia'nın onu bırakmasına izin verdi.
"Sakın üzülme. Ben her gün seni ziyarete geleceğim." diye konuşmaya devam ederken toprağı elleriyle toparlayarak çukuru doldurdu.
"Biraz da su verelim sana." dedikten hemen sonra avuçlarından su dökmeye başlamıştı.
Nereden almıştı suyu? Etrafta hiç kova yoktu.
Doğa'yla ne kadar da uyumluydu. Güçlerini bu şekilde kullanabilmesini kim öğretmişti ona?
Annesinin ömrünün sonuna kadar bizzat kendisinden ders almıştı ama o gücüne hâkim değildi. Birçok kez kılıçlarına sığınırdı o yüzden.
Caelia, sulama işlemini de bitirmişti. Başını çevirerek etrafına bakınmaya başlamıştı.
Ronestia, hızla kendini bir gölgeye dönüştürerek gizlendi. Ağacın büyük gövdesinin yanında süzülen koyu gri duhan vardı şimdi.
Bilinç dışı bir şekilde gerçekleşmişti bu. Daha önce hiç kendisi tam anlamıyla gölgeye dönüşmemişti.
Eşyaları ya da vücudunun sadece küçük bir kısmını gölgeye dönüştürebiliyordu.
Fazla güçlü hissediyordu. Tamamen karanlığa aitmiş gibi.
Sınır tanımaz Gölge Kraliçe, ona fısıldayan gölgeleri duyabiliyordu. Kanında süzülen duhanı hissedebilir haldeydi. Sonunda cismine kavuştuğunda derin nefesler alarak ağaca tutunma ihtiyacı hissetti. Boynunda hissettiği rahatsız edici karıncalanma hissiyle elini boynuna sardı. Bir kaç saniye içinde düzensiz nefesleriyle birlikte karıncalanma da geçmişti. Dikeldi. Yeni bir dövme oluştuğunu anlamıştı. Yanına gelen yaşlı bir büyücüyü farketti. Zümrüt-Güneş meleziydi.
"Aks-i Künbed-i Hadra..." dedi büyücü Zümrüt Kraliçe'ye bakarak. Ronestia döndü ve adamın ne diyeceğini bekledi.
"Yeşil Gökkubenin yansıması...O, Doğa Ana'nın veliahtı; yansıması, ödüllendirip kabul ettiğidir. Bu toprakların mahremi, kutsalıdır."
Ronestia'nın bakışları kardeşini buldu tekrar. Onun bu denli sevildiğini, ki bu sevgi miydi başka bir şey mi bilmiyordu, yeni öğreniyordu.
Yaşlı adam, yüzünde içten bir gülümsemeyle Ronestia'ya baktı. Titreyen elini kadının koluna koydu.
"Aphaea'da 18 farklı arena var..5 saray,3 kale meydanı, lav arenası, geçit meydanı ve 8 farklı şehir merkezi. Buralar, kardeşlerin kardeşleri öldürdüğü bölgeler güzel kızım. Kanlı arenalara dönen yerler. Zaman akar, tarih yazılır, okların ucu bugüne döner. Siz, güzel kızım, sen ve kardeşlerin tarihin en son sayfalarını yazacaksınız. Kimse bilmez, kanla sulanır mı Aphaea. Gelecek daha yazılmamıştır, şuana bağlıdır. Sen, güzel kızım. Sen bilmezsin yüreği...Ana seni öyle yaratmıştır."
"Tanrıça Aphaea değil mi?"
Adam umursamadı onu devam etti konuşmasına.
"Öğreneceksin, öğreneceksin kızım. Amma yüreğinde hissettiğin ilk şey acı olacak, yavrucum. Ah canım yavrucum."
Yaşlı adam elini uzatıp Ronestia'nın siyah saçlarını okşadı.
"Hatalar yaptın, güzel kızım. Bir sürü hatalar hem de. Acın bunların bedeli olacak. Güzel kızım. Ana sana şans verecek. Doğru yolu seçersen. Yüreğin de seni kabul edecek."
Adam elini çekti. Ve uzaklaştı. Kafası karışmıştı Ronestia'nın. Düşünceleri susmuş gibiydi. Adımlarını saraya yönlendirirken birçok soru vardı aklında.
⚜
⚜
*Aks-i Hadra: Yeşil yansıma.
** Ronestia, ilk defa gücünü refleks olarak kullanıyor yardım almadan, bu yüzden boynunda dövme oluşuyor. Dövme aşağıdaki gibi. İskandinav Mitolojisindeki 9 Diyarı temsil ediyor.