(Jieun)
"N Seoul Kulesi'ne gitmek için fazla süslü değil misin sence de?"
Jungkook'un baştan aşağıya beni süzen bakışları mor topuklu botlarımda takıldı. "O botlarla asla merdivenleri çıkamazsın ama seni kucağıma alayım diye özellikle seçtiysen orası ayrı."
Omuz silkip arabanın kapısına yaslandım ve siyah deri ceketinin altından sarkan siyah-gri kareli gömleği, siyah jean pantolonu ile oldukça havalı görünen Jungkook'a "Sanki sen böyle görünmek için özenmemiş gibi davranıyorsun," diyerek burun kıvırdım.
"Etkilendin mi?" diye göz kırptığında dudak büküp bir süre düşünüyormuş gibi bakışlarımı üzerinde gezdirdim.
"Eh işte," dedim umursamaz bir tavırla. "Biraz daha uğraşırsan belki."
Başını hafif önüne eğerek çıkık ön dişleri görünene dek gülen Jungkook, Bayan Kang'ın elindeki piknik sepeti ile birlikte bahçeye çıkmasıyla dikkatini büyükannesine yöneltti.
Bayan Kang'ın piknik sepetini Jungkook'un eline tutuşturmasını ve birkaç saniyeliğine benimle göz göze geldikten sonra Jungkook'un sırtını ovup gülerek bir şeyler söylemesini izledim. Bu mesafeden onları duyamasam da Bayan Kang'ın oldukça neşeli göründüğünü söyleyebilirdim.
"Jieun! Birbirinize iyi bakın, erken dönün!"
Bana seslenip el sallayan Bayan Kang'a aynı içtenlikle karşılık verdim. "Merak etmeyin, hava kararmadan döneriz!" diyerek sevinçle el salladım. Pamuk yanaklı kadını kendi büyükannem gibi sevmeye başlamıştım. Bay Kang ise tıpkı büyükbabam gibi mesafeli olsa da bana olan şevkat dolu bakışlarını fark edebiliyordum.
Yüzümde yer edinen buruk gülümseyişi Jungkook'un bana doğru ilerlemesi ile birlikte sildim.
"Hadi sen geç, ben bunu bagaja koyup geliyorum."
Ağır adımlarla sürücü koltuğunun hemen yanına yerleşip emniyet kemerimi dikkatli bir şekilde taktım ve sıkıntılı ruh halimi gidermek için saçlarıma taktığım mor ipten örgü tutamı ile oynamaya başladım.
Jimin'i göreceğim için -daha doğrusu Jimin'i hoşlandığı kız ile birlikte göreceğim için- huzursuz hissediyordum. Jimin'e ilk kez bir arkadaş gibi bakmayı deneyecek, zamanla bu histen kurtulacaktım. Hem Jungkook'un bu konuda bana yardımcı olacağından şüphe duymuyordum. Beni ağlamanın eşiğinden nasıl kurtardıysa yine aynısını yapabileceğine inanıyordum.
Düşüncelerimi bölmeme sebep olan, sürücü koltuğunda yerini alan Jungkook, gözünün önüne düşen serseri saçlarını kulağının ardına sıkıştırıp dikiz aynasını kendine doğru çevirdi ve görüntüsünü kontrol etti. Egoist beyimizin yansımasını oldukça beğendiği apaçık ortadaydı. Yüzüne yayılan çapkın gülümseme bunu kanıtlar nitelikteydi.
"Seninle ilk kez bir gezintiye çıkıyoruz, nasıl hissediyorsun?"
Arabayı çalıştıran Jungkook bana doğru kısa bir bakış attı, dudakları yukarı doğru kıvrılmıştı.
Ne dememi bekliyordu ki?
Yolun sonu, Jimin'i kaybettiğimi açıkca gözlerimin önüne serecekti.
"Oraya gitmek için can attığım söylenemez," dediğimde başını olumlu bir şekilde salladı. "Ben de öyle düşünmüştüm," dedi gülüşü derinleşerek. "Eve erken dönüp Sünger Bob izlemeye devam ederiz belki? Hmm?"
"Bir süre sonra esnemeye başladın. Sünger Bob sevdiğine emin misin?" diye sordum. Burun kıvırsam da bu konuşma nedense içten içe huzursuzluğumu gideriyordu.
"Omzunda uyuyakalan kız mı söylüyor bunu?"
Omuz silkip geriye doğru yaslandım.
"Yanımda sürekli esneyen biri olunca ister istemez uykum gelmiş olmalı." diyerek kendimi savundum fakat bu kez gülümseyişimi gizleyememiştim.
"Gül sen tabii, yatağına kadar seni taşıyayım derken kollarım koptu."
"Pizzanın tümünü bana yedirmeye çalışırken kuş kadar olduğumu söylüyordun ama," diye sitem ettim. "Hem ben seni sarhoşken tam iki kez odana kadar taşıdım."
"O yüzden bugün tüm merdivenleri sen kucağımdayken çıkacağım."
"Fırsatçı," diye homurdandım. "Seni öldürmemi istiyorsun herhalde."
"Cık!"
Dilini üst damağına dayayarak çıkardığı olumsuz sesle birlikte radyoyu açan Jungkook, kısa yolculuğumuz öncesinde mırıldandı.
"İsteklerim çok başka."
.....
N Seoul Kulesi'ne giden merdivenlerin bitiminde araçların park edilmesi için ayrılmış kısımdan merdivenlere doğru yürüdük. Diğerleri ile burada buluşacağımız için yalnızca sararan ağaç ve çimlerle kaplı alanın ortasından kuleye doğru uzanan taş merdivenleri ve kulenin bulutlarla kaplı gökyüzü ile bir bütünmüş gibi görünen ucunu incelemekle yetiniyordum.
Rüzgarla birlikte içim ürperirken bana doğru esen rüzgarın önünü kesen Jungkook, kemikli elleriyle kollarımı tuttu.
"Hırkan nerede?"
"Çantamda."
"Arabadan alıp geleyim."
Jungkook beni olduğum yerde bırakıp araca doğru ilerlerken aklıma gelen şeyle birlikte kaşlarımı çatıp alt dudağımı ısırdım.
Hayır, koskoca çantayı salondaki koltuğun üzerinden almayı unutmuş olamazdım.
"Jungkook!"
Bana doğru dönüp yüz ifademe karşılık onun da kaşları çatılırken bana doğru birkaç adım atıp başını yana doğru yatırdı. "Sakın, unuttum deme."
Mamasını halıya boca eden Çoko'nun takındığı bir ifadeyle Jungkook'un tedirgin haline karşın suçlu bir tavır sergiledim. Suçlu ve pişman.
"Ama unuttum."
Dudaklarımı büküp bakışlarımı aşağıya indirdim. Şimdi mor botlarımla daireler çizdiğim zemine odaklanmıştım. Bu halime kıyamazsa üşüyen kişi ben olmazdım.
"Al tamam, benim ceketimi giyin."
Sahiden işe yarıyordu.
"Ama sen üşüyeceksin." dedim başımı kaldırmadan. "Ben başımın çaresine bakarım."
"İyi o zaman, sen bilirsin. Teklif ettim sonuçta."
Kafamı anında yukarı kaldırıp Jungkook'un ciddi ifadesine hayretle baktım ve birkaç saniye yaşadığım şokun geçmesini bekledim. Hemen sonrasında kaşlarımı çatıp kollarımı göğsümde kavuşturdum.
"Bir kere daha sorsan ölür müydün?"
"Prensip meselesi. Yalnızca bir kez soruyorum."
Deri ceketine sıkı sıkı sarılan Jungkook dudaklarını birbirine bastırdı. Bunu her yaptığında yanaklarında minik çukurlar oluşuyordu.
Çok az sevimliydi.
Birazcık.
"Tamam, senin olsun ceketin." diyerek somurttum. Birkaç saat dayanabilirdim soğuk havaya bence.
Yanıma yaklaştığını hissettiğim Jungkook'a bakmamayı sürdürürken bileğimi saran parmaklar beni kendine doğru çekti. Bakışlarımız buluştuğunda bileğimi saran parmakları ceketinin yakalarını kavradı. Ceketi üzerinden yavaşça çıkaran Jungkook, onu sırtımdan geçirip kollarımı içine geçirmemi izledi.
"Ceketlerime göz koyduğunu düşünmeye başlayacağım artık." derken gözleri kısıldı. Dudaklarında kocaman bir gülümseyiş ile birlikte ceketin fermuarını çekti ve bakışları yeniden beni buldu.
"Aslında çok güzeller." diye itirafta bulundum. Tarzını gerçekten beğeniyordum. "Ama niyetim kesinlikle ceketlerine çöreklenmek değil."
"İnanıyormuş gibi yapacağım," diye gülümsedi ve onunla birlikte ben de.
"Öyle yapmalısın."
"Peki, ısınma sorununu ortadan kaldırdığımıza göre bir şey soracağım," diyen Jungkook saçlarımı kulağımın ardına sıkıştırıp dikkatle bana baktığında birbirimize çok yakın olduğumuzu henüz fark ettim ve beraberinde tuhaf bir hisse kapıldım. Jimin dışında ilk kez birinin bana bu kadar yakın olmasına izin veriyordum ve bu biraz tedirgin hissettiriyordu.
"Sor bakalım," diyerek bir-iki adım geriye doğru ilerledim.
"Diğerleri bizim sevgili olduğunuzu düşünmeliler değil mi?"
"Hayır," dedim. "Sadece birbirimizi tanımaya çalıştığımızı düşünecekler."
"Nasıl yani?" diyerek kaşlarını çatan Jungkook'a "Şöyle: Birbimizden etkilenmişiz ama henüz bir ilişkimiz yok diye bilmeliler. Yani işler iyi giderse sevgili olabilme ihtimalimiz var gibi davranmalıyız."
Jungkook dudaklarını ıslattıktan sonra derin bir nefes aldı.
"Böylece Jimin seni elinden kaçırmak istemeyecek ve bir anda sana aşık olacak öyle mi?"
Gözlerimi devirip Jungkook'a saydırmak için dudaklarımı araladım fakat hiç-bir şey söyleyemedim. Kalbim kabul etmese de Jungkook'un haklı olduğunu biliyordum.
Az önce aramızda açtığım mesafeyi kapatan Jungkook çenemden tutup bakışlarımızı buluşturduğunda öfkeyle dolmuştum. Ama bunun kendime yönelik olduğunu biliyordum.
"Sana söz veriyorum, onu unutacaksın. Sana bunun için yardım ediyorum."
"Jungkook!"
Taehyung'un sesine karşılık önümü kapatan Jungkook'un omzundan sağa doğru kafamı yatırdım.
Jimin, YuBi, Taehyung tamamdı da MiNa denilen şu kız neden buradaydı?
Ben geldim 💜
Ortalığı biraz karıştıralım 😁
Hesabımı Euphoria ile keşfeden var mı merak ettim ♡ Varsa diğer kurgularıma da beklerim. Özellikle House of Cards 🤟🏻
Yeni bölüm için;
Oy sınırı:500
Yorum sınırı:500