Bir Hatayı Düzeltmek / To Cor...

By ValoraThePardus

80.4K 5.7K 20.9K

Aynı ismi taşıyan kısa hikayenin olay örgüsünü biraz daha genişletecek bir mini-fic. Harry on yaşındayken ebe... More

1. Bölüm - Geri Dönüş
3. Bölüm - Merhamet Yok
4. Bölüm - Diagon Yolu'na Ziyaret
5. Bölüm - Sıradan Sohbetler
6. Bölüm - Doğum Günü Sürprizi
7. Bölüm - Aile Gezmeleri
8. Bölüm - Korkularınla Yüzleşmek
9. Bölüm - Bir Babanın Kederi
10. Bölüm - Suçluluk Meseleleri
11. Bölüm - Küçük Adımlar
12. Bölüm - Bir Rüyayı Yaşarken
13. Bölüm - Hogwarts Ekspresi Yolcusu Kalmasın
14. Bölüm - Şeker mi Şaka mı
15. Bölüm - Düşüş
16. Bölüm - Cesur Olmak
17. Bölüm - Eve Dönüş
18. Bölüm - Kayıp
19. Bölüm - Ödenecek Bedel
20. Bölüm - Fedakarlık

2. Bölüm - Sonraki Gün

4.6K 356 882
By ValoraThePardus

2. Bölüm – Sonraki Gün

Ne olduğunu bilmiyordu. Belki yataktandı, ya da oda fena halde küçük ve klostrofobik hissettiği içindi, veya evin çıkardığı her bir tıkırtı sesini duyabiliyor olmasındandı, ama Harry bir türlü uyuyamadı. Rahatsızlıkla yatakta, on yaşındaki bir çocuğa son derece uygun olan yatakta, azıcık dönse yere düşecekmiş gibi hissederek yattı. Gözleri karanlık tavanda bir oraya bir buraya dolaşarak odanın onun için çok küçük olmadığına kendini ikna etme çabasıyla odanın köşelerini ayırt etmeye çalıştı.

Aptallık ettiğini biliyordu. Yatak da oda da her şey de iyiydi. Tek nedeni ona dört kat büyük gelen bir yatakta yatarak ve Godric's Hollow'un tamamı büyüklüğünde bir odaya sahip olarak büyüdüğü için şu durumdan rahatsızlık duyuyordu. Yatakta tuhafça kıpırdandı, dikkatli bir manevrayla yüz üstü, her zaman uyuduğu pozisyona döndü. Gözleri açık, kulakları evin gece vakti çıkardığı tuhaf sesleri duymaya çalışarak yattı.

İlk sabah ışıkları perdeden sızarak odasını doldurduğunda memnun oldu. Kalkıp oturdu ve hemen ev cinlerinin kahvaltısını getirmesi için parmaklarını şaklatıyordu ki aklına geldi. Parmaklarından çıkan yüksek ses sessiz odada çınlarken irkildi. Hani olur da gerçekten ebeveynlerinin ev cinleri vardır belki diye bekledi. Ama ayaklarının dibinde, başları yere değecek kadar yerlere eğilen kimse belirmemişti. Karanlık Prens'in bu sabah kahvaltısında ne istediğini soracak kimse yoktu. Kimse çocuğun yemeğini tam istediği gibi getirebilmek için gerginlikle kulaklarını sıkarak bir pop sesiyle ortadan kaybolmuyordu.

Harry yatağının kenarında, gözleri boşluğa bakarak ve yalnızca uyuyan evin sessizliğini dinleyerek oturmaya devam etti. Duvardaki saate baktığında sabahın beşi olduğunu gördü. Kalbi hafiften yalpaladı. Hala evde olsaydı, bu saatte kalkmış antrenmanına başlıyor olurdu. Gözlerini sımsıkı kapayarak başını salladı. 'Ev değil, orası senin evin değil. Burası senin evin!' diye hatırlattı kendine.

Gözlerini ovuşturarak ayağa kalktı. Çıplak ayaklarla, kapıya gitti ve hafif bir gıcırtıyla yavaşça araladı. Ev sessizdi, sakinlerinin kalanı hala uyuyordu. Harry odadan çıktı ve etrafına bakındı. Bu evi hatırlıyordu, 'hayır, gerçekte bu ev değildi' diye düzeltti kendini, Voldemort'un onu Godric's Hollow diye kandırdığı sahte olanı hatırlıyordu. Hafızadan, tuvaletin iki kapı sonra olduğunu biliyordu. Sessizce yüzünü yıkamak için oraya döndü.

Ancak banyodaki aynanın önünde durduğunda fark etti; burada bir diş fırçası bile yoktu. Riddle Malikanesi'nde bırakmıştı. Sahip olduğu her şeyi, geride bırakmıştı; kıyafetlerini, ayakkabılarını, asasını, silahlarını, kitaplarını, Draco'yla eskiden oynadığı satranç takımını, hatta Draco'yu bile geride bırakmıştı. Hepsinden uzağa çıkıp gitmişti, tek gecede; Draco, Lucius, Bella ve...Harry duraksadı, bir zamanlar Babası olanın, Lord Voldemort'un yalnızca hatırası karşısında bile kalbi bir atışı kaçırdı.

Gözlerini kapadı ve burnunun kemiğini sıkmak için uzandı. Voldemort bugün uyanıp da Harry'nin gittiğini öğrendiğinde ne yapacaktı? Voldemort genelde her sabah kahvaltı için Harry'e altı gibi katılırdı. Bir saat içerisinde, Harry'nin onu terk ettiğini fark edecekti.

Başını kaldırıp aynaya baktı ve saçını kenara çekerek şimşek biçimli yara izini ortaya çıkardı. Lord Voldemort ne kadar kızardı? Ne yapardı? Harry sert bir hareketle saçını tekrar yara izinin üstüne bıraktı. Düşünmeyecekti. Zorunda kalana dek bunu düşünmeyecekti. Yara izinin acıyacağını biliyordu, Voldemort'un uzağında bile olsa acıyacaktı. Karanlık Lord'un ortadan kaybolmasına duyacağı kızgınlığın yara izini harekete geçirecek boyutta olacağını biliyordu. Ama bunun hakkında onun yapabileceği hiçbir şey yoktu, o yüzden endişelenmenin ne anlamı vardı?

Elinden geldiği kadar yıkanıp ağzını suyla çalkaladıktan sonra, odasına geri dönerek kapıyı ardından kapadı. Damien'ın yeniden boyutlandırılmış pijamalarını çıkardı. Kendi kıyafetlerini giyince bir miktar daha iyi hissetti. Pencerenin kenarına oturup dışarıda görecek az miktarda şeyi seyretmeyi tercih etti. Gece don yapmış, bahçelerde dolaşan tek tük kediler hariç tamamen ıssız olan caddelere baktı. Kardan geriye kalanlar kaldırımlar üzerinde birikmişti.

Kuşların bir ağaçtan öbürüne, cıvıl cıvıl seslerle uçmasını izledi. Başını soğuk pencerenin camına koydu ve hiçbir şey hakkında düşünmemeye çalışarak gözlerini boşluğa dikip oturdu. Bir süre sonra onları da kapattı.

Yara izinin karıncalanmaya başladığını da o zaman hissetti. Gözlerini kocaman açtı ve tam da şu anda, Voldemort'un Riddle Malikanesi'nde onu aradığını fark ederken kalbi küçük bir takla attı. Oturduğu yerde dikleşti, bir elini yara izine bastırırken diğeriyle pencerenin kenarını tuttu. Yavaşça ağrı başladı, hızlıca alevlenerek keskin bir yanma hissine dönüştü. Harry dişlerini sertçe sıktı ama istemsiz bir inleme kendine yol açıp dışarı çıktı. Yara izi Voldemort'un yanındayken böyle acırdı. Ondan bu kadar uzaktayken böyle acımasını beklemiyordu. Ses çıkarmamaya odaklanırken gözlerini kapadı, uyuyan ebeveynlerini veya küçük kardeşini uyandırmak istemiyordu. Her geçen saniyeyle, yara izindeki acı daha da kötüleşti, gittikçe daha kızgın yandı ve o kadar şiddetli ağrıdı ki midesine indi. Dünden beri hiçbir şey yememiş olması çok yerindeydi. Acı katlanılamaz bir seviyeye ulaşırken Harry dudağını ısırmasına rağmen inlemesini bastıramadı. Pencerenin kenarındaki tutuşu elini acıtmaya başlıyordu.

Daha fazlasını kaldıramayarak, Harry pencereden geriye doğru sendeledi, kör edici acı karşısında hızlı soluklar çekti. Yatağa doğru yalpalayıp üzerine düştü. Acı yoğunlaşmayı sürdürürken inlemeleri de daha yüksek seslere çıkıyordu. Gözleri hala sımsıkı kapalı halde, yastığına uzandı. Tutar tutmaz ısırdı ve ıstırap dolu bağrışlarını bastırdı. Hareketsizce yattı, inlemelerinin etrafını saran düzensiz nefes alış verişini kontrol etmeye çalıştı. Acı hiç dinmedi. Sona ermedi. Giderek daha ve daha kötüleşti, öyle ki en sonunda, Harry kendinden geçti.

xxx

Harry'i uyandıran kapıdaki tıklatma oldu. Kalbi göğüs kafesine çekiç gibi vurarak yerinden fırladı. Kocaman gözlerle bakışı odanın köşelerini gezdikten sonra nerede olduğunu hatırladı. Kalkıp oturmaya niyetlenmişti ki yara izindeki acı hemen ona neden yatağa yüz üstü serilmiş, kıyafetleri ve ayakkabıları üzerinde ter içinde kalmış halde yattığını hatırlattı. Acıyla yüzü buruşarak yavaş hareketlerle elini kaldırıp alnına dokundu. Yara izi parmaklarının altında alev alevdi.

Kapıda tıklatma bir kez daha duyuldu ve bu kez, kapının ardından yumuşak bir ses geldi.

"Harry? Uyanık mısın?"

Lily'di.

Harry nefesinin altından söylenerek sakarca kalkıp oturdu.

"Ah, bi' dakika...sadece bir dakika ver bana!" diye seslendi, hemen ayağa kalktı ve yara izi halen acıyla zonklamayı sürdürürken yüzünü buruşturdu.

Yatak çarşafını tuttu ve terle kaplanmış yüzünü silerek çektiği ıstırabın tüm izlerini yok etti. Nemli saçlarının yeni açılmış gibi görünen yara izini gözlerden gizlediğine emin olduktan sonra kapıya gitti. Açtığında Lily'nin sabırla bekliyor olduğunu gördü. Ona o kadar parlakça gülümsedi ki neredeyse Harry'i de gülümsetecekti.

"Günaydın." diye karşıladı.

"Evet, ee, günaydın." diye yanıtladı Harry.

"Üzerini değişmişsin," Lily başını salladı, "bakar mısın bir şuna, babanla kardeşin hala yatakta horlamakla meşguller ve sen kalkmışsın, temizlenmiş ve giyinmişsin."

İşte o zaman Harry gülümsedi ve manzara karşısında Lily neredeyse nefes almayı unutuyordu.

"Uyanıktım, o yüzden giyinebilirim dedim." diye geveledi Harry, tek omzunu silkerek.

"Kahvaltı birazdan hazır olur." dedi Lily, gereksiz bir şekilde merdivenlere, mutfağın olduğu alt kata işaret ederek. "Ben sadece kalktın mı ona bakmaya gelmiştim." derken gülümsedi ona, tekrar. "Sen...sen gelmek ister misin aşağıya?"

Harry dışarı çıktı ve ardından kapıyı çekti. Lily'le beraber yürüyerek aşağı inip koridora çıktı.

"Nasıl uyudun?" diye sordu Lily.

"İyi." diye geldi hemen otomatik cevabı.

Lily başını salladı.

"Biliyorum...tuhaf gelmiş olmalı, başka bir odada uyanmak."

Harry cevap vermedi ve aralarına garip bir sessizlik girdi.

"Ben bu sabah dünün yalnızca bir rüya olduğu korkusuyla uyandım." diye itiraf etti Lily usulca. "O yüzden kapına geldim, gerçekten orada olup olmadığını kontrol etmek istedim. İçeri girip de boş bir yatakla karşılaşmak istemedim." elini usulca onunkin etrafına sararak çocuğun başını kaldırıp ona bakmasını sağladı, "hala geri geldiğine inanamıyorum."

Harry ne diyeceğini ya da ne yapacağını bilmiyordu. Başka tarafa baktı, onun elinin içindeki eli gerildi ama Lily bırakmadı.

"Kahvaltı için istediğin özel bir şey var mı?" diye sordu Lily, çocuğu sağdaki ilk kapıya doğru yönlendirirken.

Harry başını salladı, tam olarak anlayamadığı bir sebepten ötürü korkunç derecede rahatsızdı.

Lily mutfağın kapısını iterek açtı ve içeri girdi. Daha eşiği henüz geçmişti ki kolunda bir çekilme hissetti ve aniden, oğlunun eliyle olan teması kaybetti. Dönüp Harry'e baktığında olduğu yerde kaldığını, kapının eşiğinde kocaman gözlerle mutfağa bakarak durduğunu gördü.

Kaşlarını çattı.

"Harry?" diye sordu usulca, "sorun nedir?"

Harry büyük bir çabayla başını salladı.

"Hiçbir şey." demeyi becerdi alçak bir sesle.

Kendini içeri girmeye, eşiği geçmeye zorladı. Ellerini sımsıkı yumruk yaparak içinden söylendi. 'Lanet olsun, Harry! Bırak şunu! Burada olmadı! Deli gibi davranmayı bırak!'

Kapıyı geçti ve mutfağın daha içine girdi. Odaya göz gezdirdi, gördüğü her bir şey karşısında midesi takla attı, olabilen her şey, en ufak detaya kadar, tam olarak hatırladığı gibiydi. Annesiyle babasının oturduğu aynı ahşap masaydı, aynı parıldayan tezgâhlar ve dolaplar, aynı fayans yerler ve kenarda duran o fırının ta kendisi.

Harry bakakaldı, bakışı fırının kapağına odaklandı ve yavaşça, çığlıklar başladı kafasında yankılanmaya. Kendi çığlıkları, yalvarıyor, babasından merhamet dileniyordu. Kendi yanık etinin o berbat kokusu neredeyse burnundaydı ve içinin düğüm düğüm olmasına, midesinin dönmesine sebep oluyordu. Cehennemi andıran onca hatırası içinden, bu en kötüsüydü ve yavaş yavaş, gözlerinin önünde yeniden hayat buluyordu.

"Harry? Harry? Ne oluyor...sorun nedir?" Lily yanında duruyordu, oğlunun verdiği tuhaf tepki karşısında kafası karışmıştı. Orada öylece, gözlerini bir şeye dikmiş duruyordu, nefes alışı gitgide sıklaşıyor, yüzünden renk çekiliyordu. "Harry? Harry?"

Birdenbire, Harry daldığı görüntülerden çıktı. Korkulu gözleri Lily'nin endişeli bakışıyla buluştu. Kolunu ondan çekti ve başını salladı, geriye bir adım attı.

"Özür dilerim," diyerek nefes çekti, "Yapamam. Ben...üzgünüm."

"Harry?" diye başladı Lily ama çocuk etrafında dönüp kaçar gibi mutfaktan çıktı. "Harry! Harry!"

Arkasından koştu, tam giriş kapısını çekip açar ve dışarı fırladığını görürken ona yetişti.

"Harry!"

Hemen arkasından koşarak kapıdan çıkıp buz tutmuş yoldan aşağı koşturdu, ama bahçenin sonundaki metal giriş kapısına vardığında, Harry gitmişti.

xxx

Lily caddeden aşağı doğru koştu, üzerinde hala geceliği vardı ama umurunda değildi. Bütün düşünebildiği Harry ve onu bulmaktı. Bütün mahalleyi, altı sokak ilerideki ufak parka kadar aradı, ama ona ait hiçbir iz yoktu. Panikten deliye dönerek, tekrar eve koştu, içeri girer girmez James'in adını bağırmaya başladı.

Kocası saçları tuhaf açılarda her tarafa bakar vaziyette, ela gözlerinde uyku kırıntılarıyla merdivenlerden paldır küldür aşağı indi.

"James! Gitti! Harry gitti!" diye hıçkırdı Lily.

James'in gözlerindeki bütün uyku yok oldu, kalan basamakları şimşek gibi indi.

"Ne oldu?" diye sorarak bilmeyi talep etti.

"Bilmiyorum!" diye ağladı Lily, "O...biz...biz konuşuyorduk ve...ve bir şeyi yoktu...sonra mutfağa girdik ve o...o birden...sanki...sanki bir şey onu korkuttu...o birden çok korktu James, gerçekten çok korktu...!" Lily kocasının kıyafetlerini yakaladı, panikten histerikleşmişti, "...koştu...özür diledi...üzgünüm bunu yapamam dedi ve...ve gitti...koştu, ben dışarıdaki kapıya  yetişene kadar...gitmişti....gitti!"

James Lily'i omuzlarından tuttu, onu sakinleştirmeye çalıştı.

"Tamam, Lily, sen yalnızca...lütfen yalnızca...sakin ol," diye bastırdı. "Sen burada Damy'le birlikte kal, ben çıkıp ona bakacağım. Çok uzağa gitmiş olamaz."

"Ben baktım!" Lily haykırdı, "Ben baktım, aradım onu, burada değil!"

"On yaşında daha," diye hatırlattı James, "cisimlenemez ki. Buralarda bir yerdedir, yakınlarda. Korktu sadece ya da...ya da fazla geldi...ya da başka bir şey," kalbi oğlunun kendi evinde, ebeveynleriyle birlikteyken böyle stres yaşadığını düşünerek sıkıştı, ama bu düşünceyi zihninin gerisine attı. Şimdi bunları düşünemezdi. "Sen burada kal ve sakinleş. Damy'nin seni böyle görmesini istemezsin."

Lily'nin ihtiyacı olan anahtar sözcükler bunlar oldu. Derin bir nefes aldı ve gözlerini kapadı, yanaklarından aşağı daha fazla yaş indi ama sakinleşmek için çabalıyordu. James dönüp üst kata fırlayarak ayakkabılarıyla cübbesini aldı. Hiç zaman kaybetmeden, hızlıca aşağı indi. Kapıyı açtı, Lily'e son bir kez daha cesaret verici bir bakış attıktan sonra fırladı, caddeden aşağı koşturarak oğlunu aramaya başladı.

Lily dönüp üst kata, dosdoğru Damien'ın odasına çıktı. İçeri girdi, kapının arkasına asılı saten geceliği eline aldı ve hızlıca hala uyuyan yedi yaşındaki oğlunun yanına giderek yatağının başucunda çömeldi.

"Damy, Damy, tatlım uyan." dedi, usulca sallayarak onu uyandırdı.

Çocuk uykulu uykulu seslerle uyandı, gözlerini ovuşturdu.

"Anne?" diye mırıldandı.

"Hey, Damy, ne dersin, kahvaltıya Ron'lara gidelim mi? İster misin?" diye sordu, elinden geldiği kadar sakince. Sesi yine de titremişti ama Damien fark etmek için hem çok ufak hem de çok uykuluydu.

Yatakta kalkıp oturdu, hala gözlerini ovuşturarak esnedi.

"Ron'lara mı?" diye sordu.

"Evet, hadi bakalım. Kalk gidelim, eğlenceli olur."

Lily çocuğu kucağına aldı, geceliği yataktan sıcak ayrılmış çocuğun üzerine gelişigüzel sararak terliklerini bir eline aldı. Hızlıca şömineye gidip, hareketlerindeki tuhaflığı saklayamadan bir tutam uçuç tozunu atıp Kovuk'un ismini bağırdı.

xxx

Lily, Godric's Hollow'dan dört sokak aşağıda James'le buluştu. Birbirine bağlı sokaklarda gözleri buluşurken, ikisi de hızlıca karşıdan karşıya geçip birbirine koştu.

"Var mı hiçbir şey?" diye sordu Lily gerginlikle.

"Hayır," James cevapladı ağırca, nefesi havada görülebiliyordu. "Sen ne yapıyorsun burada? Damy nerede?"

"Molly'e bıraktım." diye cevap verdi Lily, "Evde öyle oturamazdım, çıkıp Harry'e bakmam lazımdı." diye açıkladı.

James sabah güneşinin parlak ışığında gözlerini kısarak, bakışını sokakların üzerinde gezdirdi.

"Anlamıyorum," dedi, "nereye gidebilir?"

"Sence...sence...oraya gitmez...değil mi" Lily korkusunu dile getirmekte zorlandı, ama James'in onu duymaya ihtiyacı yoktu, ne düşündüğünü biliyordu.

"Ona dönmez." dedi James, sesinde öyle bir ikna olmuşluk vardı ki Lily'i bir kerede sakinleştirdi. "bakmaya devam edelim. Burada olmak zorunda." James tekrar caddede yürümeye başladı, Lily de yanındaydı. "Onu bulamazsak, geri döner Remus'la Sirius'u şebekeden arar, Dumbledore'la iletişime geçeriz," James pozitif kalmak için, pes etmemek için, bir planları olması için mücadele ediyordu. "Bir şey olmayacak, Harry'i bulacağız. Onu bulacağız."

Lily başını salladı ve adımlarını hızlandırdı, gözleri bir o yana bir bu yana fırlayarak her köşeyi taradı.

xxx

Harry'nin hiçbir yerde olmadığını kabul edip Godric's Hollow'a geri dönmeleri bir saatten fazla sürdü. James de Lily de sessizlik içinde, yenik düşmüş ve kalpleri kırık halde, biraz sinirden biraz da Aralık soğuğundan titreyerek eve yürüdü. İkisinde de birbirine destek olacak, hatta boş sözler bile verecek cesaret yoktu. Sonunda bahçe kapısına ulaşıp açtılar.

Evin giriş basamaklarında umutsuzluk içerisinde aradıkları çocuk oturuyordu. Harry kapının önünde oturmuş, başını eğmiş, dirsekleri dizlerinde, elleri kavuşturulmuş halde annesiyle babası kadar yorgun ve mağlup görünüyordu.

James ve Lily, şaşkınlıktan gözlerini kırpıştırarak oldukları yerde kalakaldılar. Harry başını kaldırıp onlara baktı, ama tek kelime etmedi. Bakışını kendi ellerine düşürdü, sanki onların gözlerinin içine bakamıyor gibiydi.

Lily koşup onun önünde dizleri üzerine düştü. Kollarını sımsıkı etrafına sardı.

"Oh, Tanrı'ya şükürler olsun!" diye fısıldadı Harry'nin boynuna, "Tanrı'ya şükürler olsun, bir şeyin yok." onu bıraktı ve geriye çekilip yanaklarını ellerinin içine alarak ona baktı. "Bir daha asla yapma bunu bana." dedi çatallı bir sesle, talebi sanki çaresiz bir yalvarış gibi geliyordu kulağa.

Harry gözleri aşağıda, onun ıslak yeşil gözleriyle buluşmayı reddederek sadece başını salladı.

James de yanına gelip çömeldi. Endişeli ela bakışı Harry'nin başını kaldırmasına neden oldu.

"İyi misin, oğlum?" diye sordu James sessizce.

Harry başını salladı ve gözlerini yeniden yere düşürdü.

James'le Lily endişeli bir bakış paylaştılar.

"Donuyorsun," dedi Lily, elleriyle Harry'nin kollarını yukarı aşağı ovarak, "hadi, içeri girelim."

Harry gözlerini kapadı, sanki kendini çok nahoş bir şey için hazırlar gibi, sonra yorgunca ayağa kalktı. Lily ve James onu salona yönlendirdi ama Harry koridorda durdu, bir adım daha atmayı reddetti.

"Harry?" diyerek ona döndü James, "sorun nedir?"

Ama Harry başını salladı.

"Hiçbir şey," dedi James'e ama hala ona bakmıyordu. Gözleri sağ omzuna sabitlenmişti. "Sadece...aç değilim." arkasındaki basamaklara dönüp baktı, "ben...odama çıkacağım."

Döndü ve merdivenleri tırmanmaya başladı. Lily ona doğru hamle etti ama James elini tutarak onu durdurdu.

"Git Damy'i al," diye fısıldadı, "ben Harry'le konuşurum."

"Ama..."

"Tamam, ben halledeceğim." James usulca onu salona, şömineye doğru çevirdi. "Sen git Damy'i getir."

Lily zoraki hareketlerle salona geçerken James merdivenlerden yukarı çıktı. Harry'nin kapalı kapısı önünde durup bir saniye kendini sakinleştirmek için harcadı. Kapıyı tıklattı, birkaç saniye bekledikten sonra açtı. Harry yatağında oturuyordu, yüzünde kaybolmuş ve süngüsü düşmüş bir ifade vardı. Görüntü James'in kalbinin acı verici bir şekilde sıkışmasına sebep oldu. İçeri girdi ve gelip yanına oturdu.

"Ne olduğundan bahsetmek ister misin?" diye sordu. "Neden dışarı koştun?"

Harry başını salladı, gözlerini tekrar kapadı. James sıkılı çenesinde seğiren kası görebiliyordu. Uzanıp, yavaşça kolunu çocuğun omuzları etrafına sardı ama bütün yaptığı onun daha fazla gerilmesine sebep olmaktı.

"Anlıyorum," dedi James yumuşakça, "bütün bunları hazmetmek, geri gelmek, hepsi çok büyük şeyler." elini Harry'nin sırtına götürdü, "geçecek, Harry." rahatlatmak için sırtını sıvazlamaya başladı. "Neyin içinden geçtiğini biliyorum..."

"Hayır, bilmiyorsun." dedi sessizce, kelimelerinin altında yatan bir sertlik de vardı.

James sessizleşti, on yaşındaki oğlunun ani soğuklaşması karşısında donakalmıştı. Önemsemeyerek, başka bir zaman analizini yapmak üzere arka plana, zihninin en gerilerine itti.

"Haklısın, bilmiyorum." dedi, "yalnızca hayal edebilirim ki bu da senin şu an yaşadıklarının yakınına bile yaklaşamaz." Harry'nin biraz gevşediğini gördü, omuzlarından bir çeşit gerginlik akıp gitti. "Ama zamanla kolaylaşacak, söz veriyorum. Hepsi daha kolay olacak." elini Harry'ninkinin üzerine örttü. "Biz buradayız, annen de ben de. Seninle birlikteyiz ve seni bir daha asla yalnız başına bırakmayacağız. Sadece yavaştan almamız gerek, adım adım, günbegün üstesinden geleceğiz."

Harry işte o zaman ona baktı, aynı Lily'ninkiler gibi olan yeşil gözleri James'inkilere kilitlendi.

"Biliyorum," dedi alçak bir sesle, "sadece...her şey...her şey biraz...fazla..."

"Anlıyorum," diyerek hemen başını salladı James, "bizi affet, Harry, eğer annenle ben çok üstüne geliyorsak," dalgınca gülümsedi, "senin geri gelmenle bizim tüm hayallerimiz, tüm dileklerimiz gerçek oldu. Bizi biraz..." doğru sözcüğü aradı, "...fazla heyecanlı yapabilir. Sana fazla gelirsek, sadece geri çekilmemizi söyle yeter, bir daha asla kaçıp gitme öyle."

Harry başını salladı.

"Kaçmayacağım," dedi sessizce, "özür dilerim." diye aceleyle ekledi sonuna.

James gülümseyerek çocuğun dağınık saçlarını okşamak için uzandı.

"Özür dileme," dedi, "biliyor musun, ben senin yaşındayken, annem ve babamla kavga ettiğimde, evin arkasında bir yerde, çok iyi bir nokta var, oraya saklanırdım. Sana sonra gösteririm. Kendi başına kalmak istersen, oraya gidebilirsin."

Harry başını kaldırıp James'e baktı, önce şaşkınlıkla, sonra da kafası karışarak.

"Sen...sen burada mı büyüdün?" diye sordu.

"Evet, burası annemle babamın eviydi," diye anlattı James ona mutlulukla. "Senin büyükanne ve büyükbabanın evi." diye düzeltti. "Nesillerdir Potter ailesine ait."

Harry tekrar gözlerini uzağa çevirdi ve başını salladı. James'in, duyduğu haber öyle çok hoşuna gitmiş gibi görünmemesi dikkatini çekti. Aslına bakılırsa morali bozulmuş gibiydi.

Alt katta can bulan şöminenin sesi odaya ulaştıktan sonra, basamaklarda ayak sesleri yankılanmaya başladı. Az sonra, Harry'nin odası açılmış ve Damien koşarak içeri girmişti.

"Baba! Baba! Bak Ron bana ne verdi!" heyecanla yanına geldi, elinde tuttuğu mavi ve altın renklerinden kartı havada sallıyordu.

"Bir Çikolatalı Kurbağa kartı." diye heyecanlanmış taklidi yaptı James, "vay canına, Damy, çok havalı! Kim çıktı?"

"Nicky Flames!" diye anons etti çocuk.

James güldü. Yanında oturan Harry'se, kaşlarını çatarak dönüp ufak çocuğa baktı.

"Nicholas Flamel mi demek istiyorsun?" diye düzeltti.

Damien elindeki karta baktı, sonra tekrar Harry'e baktı.

"Ron adı Nicky dedi."

Harry gülümsedi, gözleri her zamanki zümrüt yeşilliyle parladı. İçlerinde ufak bir munzurluk ışığı yanmıştı."

"O zaman Ron bir salak."

Damien'ın ağzı açık kalırken gözleri büyüdü.

"A-oh! Sen kötü bir söz söyledin." dedi parmağıyla onu işaret ederek.

"Hayır, söylemedim." Harry kaşlarını çattı.

"Evet, söyledin," Damien başını salladı, "annem o kelimenin kötü bir söz olduğunu söylüyor."

Harry başını çevirip James'e baktı, iki çocuğa bakarken yüzünde kocaman bir gülümseme vardı. Harry'e göz kırptı.

"Ben bir şey dediğini duymadım," diye fısıldadı, "annenin, ama, kulakları çok daha iyi işitir."

Harry nasıl tepki vereceğini bilemezmiş gibi göründü ama kardeşi çabucak dikkatini çekti.

"Senin Çikolatalı Kurbağa kartların var mı?"

"Çikolatalı Kurbağa mı?" diye sordu Harry, sanki hayatında hiç duymamış gibi, "eee, hayır, yok."

Damien hayal kırıklığına uğramış göründü. Etrafında dönüp koşarak kapıdan çıktı. Harry yan odanın kapısının açılıp çekmecelerin karıştırıldığını duyabiliyordu. Hemen sonra, Damien koşturarak tekrar içeri girdi, elinde bir kutu kart vardı. Hepsini Harry'nin kucağına bıraktı.

"Bende çok var," dedi, "Ron birkaç tane verdi, Neville de iki tane verdi ama gerisini ben kendim biriktirdim."

Harry yirmiden fazla, her biri ünlü bir cadı veya büyücüyü anlatan kartlara göz gezdirdi.

"İyi..ymiş."

Harry kutuyu geri verdi ve Damien gururla elinden aldı. Ufak çocuğun yüzünden bir şey geçer gibi oldu, elindeki kartlara düşünceli bir şekilde dokundu. Tekrar Harry'e ve sonra kartlarına baktı. Birini alıp ona doğru uzattı.

"Bir tanesini alabilirsin, istersen."

Harry şaşırmış göründü. Kartı gözledi.

"Ne için?" diye sordu.

"Topluyorsun." dedi Damien, sanki dünyanın en basit şeyiymiş gibi, "herkes toplar."

Harry başını salladı.

"İstemiyorum."

Damien elini geri çekti ama yine de o kartı bir elinde, gerisini diğerinde tutmaya devam etti. Harry omzunda James'in elini hissetti.

"Bence Damien senin de biriktirmeye başlamanı istiyor." dedi sessizce, gülümseyerek.

Harry tekrar karta baktıktan sonra yedi yaşındaki çocuğa baktı. Elini uzattı.

"Tamam ver o zaman, sen mutlu olacaksan." derken iç geçirdi.

Damien geniş bir sırıtmayla ona kartı verdi.

"Yarışalım, bakalım kim en çok kartı toplayacak!"

Harry gözlerini devirdi.

"Sen kazandın desem olmuyor mu?"

Damien başını salladı.

"O hile yapmak olur."

"Nesi hile ki?" diye sordu Harry.

"Öyle işte." diye ısrar etti Damien.

Harry tartışmak için ağzını açmıştı ki odasının kapısı tekrar açıldı, bu sefer gelen Lily'di, ellerinde büyük bir tepsi taşıyordu. Harry'e gülümsedi, gözleri onunkilerle buluşurken yumuşadı.

"Yatakta kahvaltı güzel olur dedim."

James ayağa kalkıp ona yardım etti, tepsiyi elinden aldı. Yatağın üstüne koyduğunda Harry'nin midesi görüntü karşısında guruldadı. Kızartılmış ekmekler, sahanda yumurta, pastırma ve portakal suyu vardı. İki tabak de ortasına bal damlatılmış krep duruyordu.

Lily gelip Harry'nin yanına otururken, James de Damien'ı kucağına aldı ve onunla birlikte, tepsinin diğer tarafına oturdu. Lily eliyle Harry'nin saçlarını geriye taradı.

"Aç olmadığını söyledin biliyorum," diye başladı, "ama belki bir şeyler atıştırabilirsin?"

Harry tepsiye göz attı, midesi gürültüyle ses çıkardı.

"Eminim o kadarını yapabilirim." derken gülümsedi.

Lily boş bir tabak alıp her şeyden azar azar koyarak Harry'e verdi. Aynısını Damien için de yaptı. James bir tabak alıp karısı için hazırladıktan sonra kendine de aynısını hazırladı.

Harry hayatında hiç, yatakta kahvaltı yapmamıştı. Gözlerini diğer üçlünün üzerinden geçirdi, yatağında keyifle oturmuş, mutlu mutlu kahvaltılarına yumulmuşlardı. Harry bu sahne karşısında büyülendiğini hissetti. Bir de gelmiş burada bütün geceyi, yatağın onun için ne kadar küçük olduğunu düşünerek geçirmişti ve şimdi bütün ailesi üstüne doluşmuş, her biri bir köşede, mutlulukla kahvaltı yapıyorlardı.

"Düşünüyordum da," diye başladı Lily, "odanı yeniden dekore edebiliriz," parlak gözleri Harry'ninkilerle buluştu, "bilirsin, böylece burayı misafir odasından tamamen senin odana dönüştürebiliriz."

Dürüst olmak gerekirse Harry'nin daha az umurunda olamazdı ama ağız dolusu yumurtayı yuttuktan sonra başını salladı.

"Olur, tamam."

"İstediğin renkleri seçebilirsin," diye devam etti Lily, "Damy de aynısını yaptı, gerçi babanla ben müdahale etmek zorunda kaldık, fosforlu turuncu istiyordu."

Harry gülümsedi.

"Fosforlu turuncu, ha?" diye sordu Damien'a başını sallayarak, "eğlenceliymiş."

Lily güldü.

"Evet, eh, yaratıcılığa saygımız sonsuz, ama odanın da odaya benzemesi gerek güneşin çekirdeğine değil." diye alay etti.

Damien mutlu mutlu krepini yiyordu, diğerlerinin ne hakkında konuştuğunun farkında bile değildi. Harry ona baktı ve dudaklarının köşelerini bir gülümseme çekiştirdi.

xxx

Yazarın (Benim) Notu: Kısa sayılabilecek bir bölüm ama ne düşünüyorsunuz? Harry'le empati kurmak en azından bu bölümlerde çok kolay ve insana hissettirdikleri açısından da çok zor aslında. Bu serinin insana verdiği çelişkili hislerden hep hoşlanmışımdır..

Bir de daha pratik bir yorum yapmak istiyorum: 10 YAŞINDAKİ ÇOCUĞUN ODASINA KAPIYI TIKLATARAK GİREN EBEVEYNLER?!! BİZDE NEREDEEEEEE..hayaller godric's hollow, hayatlar sarıyer..ya da nerede yaşıyor ve yaşatılıyorsanız.

Continue Reading

You'll Also Like

454K 21.6K 44
Harry, Voldemort'suz yeni hayatına alışmaya çalışır. Ama bazen geçmişiniz geçmişte kalmayı reddeder. Karanlık Prens Üçlemesi'nin ikinci cildi. H/G AU...
302K 11.5K 160
Avatar hakkında bildiğiniz ya da bilmediğiniz her şey! Okurken bilmeniz gereken temel şeyler: 1- Küçük bir ipucu: ATLA, Avatar the Last Airbender'ın...
201K 20.7K 125
Roses are red Violets are blue
922K 49.8K 65
Ya Kılkuyruk, Voldemort'a Potter'ların saklandıkları yeri söylemeseydi, ya bunun yerine Harry'i ona götürseydi ne olurdu? Karanlık Prens Üçlemesi'nin...