güneşin oğlu geceye tutulmuş]...

By staywnini

46.5K 6.5K 2.8K

"Beni sevmiyorsun." Kana bulanmış ellerinden tekini farkında olmadan sarı tutamlarının arasından geçirdi. O b... More

giriş // melez kampının önemli isimlerini tanıyalım
1 // apollon'a adanan patates kızartmaları
2 // ben seni unutmak için sevmedim
3 // sen canımı yakmazsın
4 // kehanet babamın işi, senin değil
5 // jongin'in gülümsemesi
6 // benimle güvende olurdun
7 // yeraltı yolcuları
8 // zalim ebeveyn apollon
9 // sarışın
10 // halhal
11 // sarışın melezlerle sehunun dertte olan başı
12 // kimse özlemek zorunda kalmamış
13 // jongdae'nin hançeri
14 // kayınpeder ile sevgi dolu karılaşma
15 // senin gibi korkak olmayacağım
16 // dik dur, yüzleş, senin bir yüreğin var
17 // bir gecede ne kadar kalp kırılabilirse o kadar
18 // nasıldı jongin'in gözleri
19 // içimdeki çiçekler bırak solsun ben yenisini ekerim
20 // sana yenik düşmekten dizlerimdeki yaralar iyileşmiyor
21 // sarı laleler ve beyaz güller
22 // tilkinin kürkçüye olan aşkı bitmez elbet bulur dükkanı
23 // ne kadar siyah olursan ol güneşim sensin benim
25 // arka cebimizde taşımamız gereken hançerler
26 // yaraların için başkalarına gitme ben sararım hepsini
27 // ailem sensin
28 // jongin'in gözlerini ezberlemek
29 // bana ne yaptığını buldum
30 // tanrılar iyi ebeveynler değildir
31 // tanrının tanrılara inanmayan oğlu
32 // (m)inseok'un yeni kitaplığı
33 // seni seviyorum diyebilenler ve diyemeyenler

24 // yixing herzaman haklıdır

1.1K 183 82
By staywnini

Bölüm 24 // Yixing Herzaman Haklıdır


Jongin'den

"Senin bir tane bile siyah şortun yok mu gerçekten Nini'm?" 

Gün birden kulübeme damlayan ve abimle ortak kullandığımız dolabın altını üstüne getirmeyi kendine görev bilmiş olan bir Afrodit oğluyla başladı. Herzamanki gibi bütün oda erkenden uyanmış, kahvaltıya hazırlanıyorduk.  Bizim aksimize Yixing çoktan uyanmış, süslenmiş ve odamıza damlamıştı bile. Daha yüzümü bile yıkamamıştım, bana siyah şortum olup olmadığını soruyordu. "Nereden bileyim, vardır belki. Karıştırma dolabı Yixing."

"Karışmış karışacağı kadar zaten. Jongdae'nin kıyafetleri ineğin ağzından çıkmış gibi duruyor." Abim dağınık olabilirdi ama ben değildim, gayet düzgündü kıyafetlerim. En azından kampta sürekli kaldığımız için koca bir dolap sadece ikimize hak görülmüştü de başka kardeşlerimizle kullanmak zorunda kalmıyorduk. Kimsesizlik arada işe yaramıyor değildi yani.

"Ne yapıyorsun tam olarak tanrılar aşkına?"

"Seni biraz sert çocuk gibi göstereyim dedim ama my little ponny'den hallice bir moda anlayışın var. Jongdae'ninkilerden mi giydirsem?" Sabah sabah başına taş düşmüştü herhalde. "Yixing, iyi misin birtanem nereden çıktı bu? Ayrıca abim benden iki beden daha küçük giyiyor saçmalama."

Elleri belinde, bir avucuna turuncu tişörtümü sıkıştırmış bir halde arkasına, bana döndüğünde hala amacını çözebilmiş değildim. Herzamanki rahat hali yoktu üstünde, tedirgin gibiydi. Bir şeyler tersti, ne zaman düz olacaktı acaba? "Yixing," dedim temkinli bir ifadeyle. "Bir şey mi oldu?"

"Jongin'im ya," Sanki bunu söylememi bekliyormuş gibi tişörtü bir kenara fırlattı (babasının malı sanki) ve yatağa, oturmakta olan benim yanıma çöküverdi. Kardeşlerimin hepsi yavaş yavaş terkediyordu odayı, Jongdae de Baekhyun ile antreman için daha erken kalmıştı. Bir an yine benlik bir olay mı var diye korkmadım değil, belalar gelip beni bulmayı severdi sonuçta. "Ben hiç öğrenmemem gereken bir şey öğrendim. Çatlayacağım." 

Bu endişeli hali beni de gerdi. "Birine bir şey mi oldu yoksa?" Yarı tanrı olduğumuz için devamlı ölümle iç içeydik zaten, fakat son günlerde göreve giden melez olmamıştı. Sevdiğim herkesin şu an kampta olduğunu kendime hatırlatıp bu tür bir ihtimali kafamdan attım. "Ne öğrendin?"

Ben cevap beklerken içeriye karman çorman saçlarıyla Chanyeol girdi. Bakışları fıldır fıldır etrafı tararken Yixing ile anında göz teması kurmuşlardı, gerçekten de bir şeyler oluyordu. "Jongin'e söyledin mi?" dedi hemen, sonra da koca adımlarla yanımıza gelip yatağımın yanına çömeldi. "Tam söylüyordum Chan."

"Ne oluyor size be?" Zaten günlerim Sehun yüzünden yeterince gergin geçiyordu, bir de sabah sabah bu iki delinin halini hiç çekemeyecektim. Chanyeol bile Baekhyun'u bırakıp geldiyse başımıza taş yağacaktı sanırım. Lafımla birlikte aynı beyin hücresini paylaşıyormuşcasına derin nefes aldılar. "Biz dün Chanyeol ile ormanda yürüyüşe çıkmıştık. Akşam yemeğinden sonra."

"Sonra gülüşme sesleri duyduk, bir tanesi epey tanıdık olduğu için gidip bakalım dedik. Minseok'tu Jongin, of." Yixing sıkıntıyla lafını yarıda kestiğinde devam etmesi için Hermes oğluna baktım. "Bir nehir nimfasıyla birlikteydi, epey samimi bir halde hem de." Sonra söylediği şeyin yükünü omuzlarından atmış gibi derin bir nefes verdi, Yixing de ona eşlik etti. Şoktan ağzım açık bir halde yüzlerine bakıyordum. Ne dediklerinin farkında mıydılar?

"Öyle bir şey olduğundan emin misiniz?" En büyük kerizliğim olan iyimserlik kartımı kullandım ancak fayda etmeyecek gibiydi. Chanyeol başını olumlu anlamda aşağı yukarı sallarken eyvahlar olsun dedim. Kyungsoo ile hiçbir zaman olmayacaklarını her fırsatta dillendirseler de ikisini birbirinden ayrı asla düşünmemiştim, kimse düşünmemişti. Bazen bizden gizli bir ilişki içinde olduklarını bile düşünürdüm, birbirlerine o kadar bağlıydılar ki. Biz epey küçükken, Minseok oldukça zor bir dönemden geçmişti.  Kampa yeni gelmişti, kimseyle konuşmuyordu ve dolayısıyla biz ne olduğunu pek bilmiyorduk. Ancak herkes kavga etmelerini beklerken Kyungsoo ona yaklaşmış, kapmtan biri yapmıştı. İşin aslı Minseok devamlı Zeus oğlunun hayatını kurtardığını söyler ama asıl nedenini bilmeyiz. Bu nedenle ondan başkasıyla olacağını aklımın ucundan bile geçirmemiştim.

"İnanmıyorum, Kyungsoo öğrendiğinde ne tepki verecek? Biz gün yüzü görmeyecek miyiz?" Daha dün abim dünya barışını bizim tayfanın getireceğini söylemişti ama yanılıyordu. Zeus ve Poseidon oğulları birbirine düşerse ancak dünyanın sonunu getirirdik biz. Bahtsızlık seviyemiz öylesine yüksekti ki, kimsenin normal başlayan bir tane bile ilişkisi olmamıştı. Delirecektim artık.

"Bilmiyorum, bu adamlar birbirine aşık değil miydi, ne olacak şimdi hiç anlamadım." Chanyeol pembe saçlarını biraz daha karıştırıp iyice odanın zeminine çöktü. "Ben başımıza bunun geleceğini biliyordum. Biri yirmi iki, diğeri yirmi üç yaşında koca adam. Hala en yakın arkadaşçılık oynuyorlardı." dedi Yixing dertli dertli. Bir yerde haklıydı, sırf babalarından dolayı devamlı inkar halinde olmaları bir yere kadar götürürdü. 

"Nehir nimfası olduğuna göre suda tanıştılar demek ki, bizimle tanışmaya da getiremez ne saçma iş bu." Bir kere nimfa sudan bile çıkamazdı ki. Poseidon oğlu olduğu için bu ona koymazdı tabii ama garipti işte. Her şey bir yana arkadaş grubumuz bunun yüzünden parçalanırsa dert dolu sepetime bir yenisi daha eklenecekti. 

"Bütün iştahım kaçtı, Kyungsoo'nun yüzüne bakarak kahvaltı nasıl yapacağım şimdi?" Ekip olarak kötü günleri geride bırakmıştık. Sırada daha kötü günler vardı.

--

Aşırı stresli, Yixing- Yeol ve ben arasında olmak üzere bol bakışmalı bir kahvaltının ardından kendimi yemekhanenin dışına attım. Minseok bütün süre boyunca oldukça normaldi, Kyungsoo da öyle. Henüz hiçbir şey havaya uçmamıştı, en büyük gündem hala Junmyeon ve abim olduğundan kimse bizim panik halimizi de farketmedi. Chanyeol kendi ağzına koyacağı şeyi yanlışlıkla Baek'e uzattığında bile fazla tepki almadı, diken üstünde oturanların sadece biz olması çok daha dehşet vericiydi.

Bu nedenle dışarı çıktığımda rahatladım. Bugün Mina veya Sehun olmadan bahçedeki güzel, yeşermeyi bekleyen tohumlarla vakit geçirip kendimi motive etmeyi planlıyordum. Kendimle baş başa kalamıyordum ne zamandır, sürekli bir duygu karmaşasının içinde olmaktan yorulmuştum artık.

"Elindeki ne öyle Kyungsoo?" Diğerlerinin planları ne bilmiyordum, ancak yemekhanedeyken onda olmayan bir kutunun çıkarken elinde olması abimin sormasıyla benim de dikkatimi çekti. "Nereden çıktı birden bire?"

"Oh, bu mu?" Kutuyu kaldırdığında üzerinde bir pastane ismi olduğunu gördüm. "Yemekhanenin buzdolabına koymuştum. Sehun'un geçmiş doğum günü pastası."

"Normalde her sene şehirde kutlardık ama bu sene gidemedik. Şansımıza kampa geldi." Senelerdir Sehun dünyamın merkeziydi fakat bir kez olsun doğum gününe şahit olmamıştım, hangi gün olduğunu da bilmiyordum açıkcası. Minseok rahat bir tavırla Kyungsoo'ya katılırken aklımdan bunlar geçti, halbuki düşünmem gereken asıl şey bu Poseidon oğlunun aklından neler geçtiğiydi.

"Anladım, kutlamaya mı gidiyorsunuz?" İkisi de anlaşmış gibi başını salladı. Baekhyun'un göz devirdiğini gördüm. Bu biraz üzücüydü. Sehun benim aksime Baekhyun'u gerçekten seviyordu, aralarının düzelmesini dilerdim.

"İki kişi keyifli olmaz, ben de geleceğim." dedi Yixing öne atılarak. Ona sen delirdin mi bakışlarımdan bir tane gönderdim, o da işine bak şeklinde karşılık verdi. Sanki hergün Sehun'un arkasından sallayan o değilmiş gibi böyle bir şey demesi herkesin aklında soru işareti uyandırmıştı eminim fakat sorgulamadık. Çünkü Yixing'i sorgulamanın bize düşmediğini artık öğrenmiştik. O herzaman haklıdır, haklı değilken bile. "Sen bilirsin, güzel olur."

"Chanyeol de benimle geliyor." Uzun hermes oğlunun kolunu tuttuğu gibi onu sevgilisinden ayırdı. Baekhyun'un saniyesinde kaşları çatılmıştı fakat söz konusu Yixing olunca o bile itiraz edemiyordu. "Ben ne alakayım şimdi?"

"Ve Jongin de. Biz üçümüz geliyoruz." Chanyeol ile aynı anda itiraz etmek için ağzımızı açtık, iki elinin de işaret parmağını kaldırıp dudaklarımıza koydu. "İsterseniz siz de gelirsiniz." Baekhyun ve Jongdae'ye hitaben konuştuğunda abim başını iki yana salladı. "Bunun doğru olduğunu düşünmüyorum."

"Böyle bir şey yapar mıyım sizce ben? Aziz mi sandınız beni?"

"Kimse seni aziz sanmıyor Baekhyun." Genişçe gülümseyip bir bana, bir de Hermes oğluna baktı sonra. "Ama biz üç aziz olarak gideceğiz, zaten canım pasta çekiyordu."

"Yixing yapma." Usulca fısıldadım. Gitmem çok saçma olurdu, gitmemiz. Biz onun hiçbir şeyi değildik, Sehun kalp kırıklıkları dışında hiçbir şey vermemişti bana. "Çok istiyorsanız Chanyeol ve siz gidin, benim gitmem gerçekten saçma olur."

"Bana itiraz edilemeyeceğini ne zaman öğreneceksin Nini'm?" Bana öyle bir baktı ki ayaklarına kapanıp haklısın efendim, dememek için zor tuttum kendimi. Nefret ediyordum üzerimizde kurduğu bu güçten. "Ben senin için iyi olmayan hiçbir şey istemem. Gidiyoruz dediysek gidiyoruz."

"Geliyor musunuz gelmiyor musunuz kardeşim?" Minseok konuştuğunda ona sen sus, zaten ortalık karışık diye bağırasım geldi. Sehun'un yanında olmayı geçtim şu an Zeus-Poseidon oğullarının yakınında bile bulunmayı istemiyordum zaten. "Geliyoruz, geliyoruz."

Abimin bakışlarından bu duruma itiraz etmek istediğini, ancak konuşmaya hakkı olmadığı için sustuğunu anlayabiliyordum. İşin aslı gerçekten de Yixing'e olmaz, Jongin gitmesin demesini isterdim. Onunla Sehun hakkında konuşmayı ne kadar istersem isteyeyim bunu asla yapmayacaktı. Suçlu hissettiğini biliyordum, kendini asla affetmeyeceğini de. Ancak ben onu affetmiştim, üç sene önce bana ne kadar pişman olduğunu yeterince kanıtlamıştı. Bir daha böyle bir şey yapmasını istemiyordum, keşke anlasaydı. 

Yixing elimi tutup beni çekiştirirken kimse bir şey demedi böylece.  Jongdae'lerle vedalaşıp önde kaos ikilisi, arkada dış kapının mandalları Hades kulübesine doğru yola koyulduk. O kulübeye en son girdiğimde bana elimi tutmak istediğini söylemişti, aslında başka birçok yalan daha söylemişti fakat en can yakanı buydu. Yürürken düşündüm, Sehun bana sadece bir yalan söylediğini söylemişti o gece. Bana kalırsa söylediği hiçbir şey doğru değildi. Bilmiyordum.

"Ben tamam da, Jongin'i getirmemiz ne kadar mantıklı Yixing?" Chanyeol elini Afrodit oğlunun elinden kurtarıp cebine soktu. Gözü bir taraftan da önde yürüyen ikilideydi. Eminim Baekhyun'a bir şey söyleyemediği için çatlıyordu ancak söyleyemezdi. O kadar fevri bir elemana böyle bir şeyi çaktırmak yangına benzinle yaklaşmaktan farksızdı. 

"Çocuğun arkadaşı yok, gidelim işte." Sesi herzamanki gibi tatlı tatlı olsa da gözlerindeki parıltılar beni bir şeyler bildiğine dair şüpheye düşürüyordu. Tuttuğu elimi baş parmağıyla okşadı. "Hem kendisi bizimkine güller vereceğinden bahsetmemiş mi? Fırsat tanıyoruz işte."

"Sehun bu fırsatı haketmiyor." dedim sitemle. 

"Herkes bir fırsatı hakeder." Sürekli bana Sehun'u kötüleyen bu oğlana ne olduğunu anlamıyordum. İylik elçisi kesilmişti, hem de bana ne kadar zarar verdiğini bilenlerin başını çekmesine rağmen. Ona güvenim sonsuzdu, dediğim gibi, Yixing herzaman haklıdır. Yine de bunu yapmasının nedenini algılamakta zorluk çekiyordum. Sorgulamam bitmedi fakat çekip gitmedim de, zaten istesem de beni bırakmazdı. "Şu patlamaya hazır bombalar da gözümüzün önünde olsun. Minseok pat diye sevgili yaptım derse Hades kulübesinin çatısı kasırgadan uçabilir."

"Of, biz ne zaman sonsuza kadar mutlu yaşayacağız?"

"Yarı tanrısın sen, böyle bir şey mümkün mü?" Haklıydım, Chanyeol de bunu biliyordu. Ancak öldüğümüzde, o da iyi bir melezsek Elysium'da rahat ederdik. Ölüm gerçekten de benim için kötü bir şey gibi gözükmüyordu artık, oraya Jongdae ile el ele gideceğimi biliyordum çünkü. 

Lafımın üstüne kimse daha fazla bir şey demedi. Çok da uzakta olmayan kasvetli kulübeye kısa sürede vardık. Kapının önüne vardığımızda Kyungsoo durup kutunun içinden pastayı çıkardı ve Minseok da üzerine beş tane mum dikti. Sehun'un uğurlu sayısı olduğunu biliyordum. Bunu bildiğim için kendime kızdım, kimden duymuştum acaba? Cebinden çıkardığı çakmakla tek tek yakışını izledim, ardından içeriye girmeye hazırdık. İmkanı varmışcasına daha da gerildim.

"Şarkı falan söyleyecek miyiz?" Chanyeol sorduğunda Kyungsoo başını iki yana salladı. "Sehun böyle şeylerden hoşlanmaz, sadece girelim işte." Tanrılara şükürler olsun ki hoşlanmıyordu. 

Kapıyı çalmasını bekledim fakat direk girmeyi tercih ettiler. Ben hala neden burada olduğumu sorgularken çoktan kendimi kulübenin içinde bulmuştum bile. Ne görmeyi bekliyordum bilmiyordum, uyuyordu.

Zaten neredeyse bomboş bir kulübeydi, ancak Sehun'u yorganının altında uyurken bulduğumda var olan diğer tüm eşyalar da kayboldu sanki. Herkes çoktan kahvaltısını yapmıştı ama o uyuyordu. Hava sıcaktı, üzerinde yorgan vardı. Beyaz teni, yüzündeki huzurlu ifade ve alnına düşmüş olan saçlar canımı çok yaktı.  Koskoca adam olduğunu düşünmüştüm onun, şimdi yanıldığımı anlıyordum. Küçücük bir çocuktan farksız görünüyordu.

"Sehun, uyan haydi. Biz geldik!" Kyungsoo neşeli bir sesle bağırdı dostuna. Biraz kıpırdandı, fakat uyumaya devam etti. Revirde ona baktığım günlerden biliyordum, uykusu pek ağır değildi. Bu nedenle Minseok da bağırdığında gözlerini açmıştı. "Bak, ayağına doğum günü getirdik."

Siyah gözleri duyduklarıyla birlikte gün yüzüne çıktığında ne olduğunu kavramaya çalışan bakışlarını tedirgince seyrettim. İlk önce birkaç kez gözlerini kırpıştırdı, ardından oturur pozisyona geçip yüzünü ovuşturdu. Tişört giymiyordu, tahminlerimi kanıtlar nitelikte zayıflamış göğsüne bakmamış olmayı diledim. Biraz şaşkın, bolca da uykulu gözleri ilk önce elinde pastayla dikilen arkadaşını buldu. Yanağında yer etmek için can atan bir tebessüm görür gibi oldum, sonra bizi farketti.

"Jongin?" Bunu hiç beklemediğini daha ne kadar belli edebilirdi bilmiyordum ama haksız da değildi. Ben de beklemiyordum. Bana öyle saf saf bakarken ne desem bilemedim, neyse ki Yixing imdadıma yetişti.

"Biz de geldik farkındasın değil mi Hades oğlu? Aşk olsun." Benimki soruyordu ancak Sehun gözlerini benden ayırmadı. Çok daha fazla gerildim haliyle, ne yapsam bilemedim ve işaret parmağımı kaldırıp pastasını gösterdim. "Mumların eriyor Sehun." dedim demek istediğim başka birçok şey varken. Böylece şaşkın bakışları nihayet hedefini değiştirdi. Üzerinde yeni uyanmışlığın, muhtemelen biraz da beni görmenin şaşkınlığı sürerken yorganını bir kenara itip ayağa kalktı.

 "Nereden çıktı ki şimdi bu?" Mumlarının başında durduğunda ilk önce soran gözlerini Kyungsoo'ya dikti. Gözlerine bakabildiğim için beni kutlamalıydınız çünkü porselen gibi parlıyordu. Neredeyse tüm kulübe kör olacaktık, Chanyeol hariç. Alakasız bir şekilde güneş gözlüğü takıyordu. "Doğum gününü kaçırmıştık, pasta alalım dedik hiç olmazsa. Yixingler de bize eşlik etmek istedi."

Eşlik etmek isteyen tek kişinin Yixing olduğunu kimse söylemedi. İtiraz etmek istedim, ancak gözlerinin parladığını görmek canıma dokundu. Nedense gerçekten oraya isteyerek geldiğimizi sanmasını istedim o an, küçücük bir çocuk gibi görünüyordu. Sehun benim için birçok şeyi aynı anda olabilirdi ama en çok kampa ilk geldiği zamanlardaki haline dönüştüğünde kalbim kırılıyordu. Çünkü ona geri dönülmez bir şekilde, on üç yaşındaki bedenindeyken aşık olmuştum. On üç yaşındaki Sehun'a kıyamazdım, benim başlangıcım ve sonumdu.

Yüzünde ufak bir tebessümle epey erimiş olan mumlarını üfledi. Odada herkes alkışlarken ben ellerimi arkaya sakladım, göz göze geldik. Tanrılara inanmadığını bilmesem o an dua ettiğini düşünürdüm, ancak Sehun kendi babasına bile dua etmezdi. "Teşekkür ederim." dedi peltek sesiyle hepimize tek tek bakarak. Yixing omuz silkti, Chanyeol ise genişçe güldü. Ben öylece durmaya devam ettim, ayaklarımın tutmuyor olma ihtimali büyüktü.

"Nice güzel yaşlara." Minseok kollarını açtığı gibi kucakladı dostunu. Ardından Kyungsoo da pasta kutusunu bir kenara bırakıp aynı işlemi gerçekleştirdi. "İyi ki doğdun, seni çok seviyoruz." Benim yapmak istediğim ama asla yapamayacağım şeyleri gözümün önünde yaparlarken içim gitti. Ben hiç ona seni seviyorum diyememiştim, öyle içten sarılamamıştım. Haksızlıktı. Hepsinden çok seviyordum seni, sana bunları söylemek benim hakkım.

"Geçmiş doğum günün kutlu olsun Sehun." Chanyeol de, biz üç dış kapının mandallarından olaya katılan ilk eleman oldu. Yanlarına adımlayıp Sehun'a ufak bir sarılma verdi. Böyle biriydi o, kolay uyum sağlardı. İlk başta gelmek istememesinin nedenini de Baekhyun'a bağlıyordum açıkcası, hiçbirzaman Sehun'a kötü bir şey dediğini duymamıştım.

"Mutlu yıllar Hades oğlu." Yixing sarılmak yerine uzaktan kutlamayı tercih etti, bir de gidip sarılsa iyice aklından şüphe ederdim zaten. Yeterince garip davranmıştı. Hala tuttuğu elimden beni kendine çekip yanaklarımızı birbirine dayadı. "Biz Nini'mle pasta yemeye geldik." Sehun bu dediğine sadece gülümsedi, ardından bana baktı. Pasta yemeye gelmediğimi biliyordu.  Neden buradaydım peki? Doğum gününü kutlamayacağım Sehun.

"Doğru, ben pastayı keseyim. Sehun sen de üstüne bir şey geçir." Kyungsoo bıraktığı kutuyu geri almak üzere eğildi. Kutunun altına sıkıştırılmış paket halinde çatal, bıçak ve tabaklar vardı. "Ayrıca artık kahvaltılara gelmelisin, zayıfladın iyice."

"Sabaha doğru uyuyakalıyorum, yetişmek zor oluyor." Dolabına doğru yürüyüp kendine bir tişört seçerken neden uyuyamadığını belki de beş yüzüncü kez sordum kendime. Neyi vardı? En yakın arkadaşlarına söylemeyecek kadar mı önemliydi bu? Delirecektim gerçekten. Ayakta durmaktan yorulduğum için hemen altımızdaki kilime oturdum, Chanyeol ve Yixing de beni taklit etti. Ardından Minseok da gelip oturdu, ona bakmak bile gerilmeme neden oluyordu. "Neden uyumuyorsun oğlum, bir sıkıntın varsa çözüm arayalım."

"Çözümü olan bir şey olduğunu sanmıyorum." Gelip tam karşıma, gözlerimin içine bakacak şekilde oturdu. Gelirken Kyungsoo'nun tabaklara koyduğu iki dilim pastayı da getirmişti. Birini benim, diğerini Yixing'in önüne koydu. Hades kulübesinde, en yakın arkadaşlarımla doğum günü pastası yiyeceğime inanamıyordum. Hayatımı koca bir komedi filmine çevirsem eminim herkes sinirden bolca gülerdi.

Yixing kendi pastasını kucağına alıp yemeye başlamıştı bile. Kyungsoo da kalan tabakları alıp hemen Minseok'un yanına oturdu. Önceden gayet sıradan olan bu davranışları sabahtan beri üçümüze o kadar batıyordu ki Chanyeol'ün daha aldığı ilk lokma boğazına kaçtı. Sırtını patpatlamak zorunda kaldım. "Belki Jongin'e anlatmalısın, bir şeyler biliyor olabilir." dedi can dostum, bugün sanki beni öldürmeye ant içmiş gibi. Kimseye çaktırmadan kolunu çimdiklerdim, aldırmadı bile.

"Sadece gördüğüm kabuslar uyutmuyor, Jongin'lik bir durum yok." İsmimi öyle bir söyledi ki yanaklarımın yandığı belli olmasın diye koca bir pasta dilimini ağzıma tıktım. Çilek ve vanilyalıydı, çok severdim. Tıpkı onun dudaklarının tadını da sevdiğim gibi, tecrübelerim çok kısa bir zamanı kapsasa da güzeldi ve unutmamıştım. Çünkü tam olarak böyle bir aptaldım, pastayı bile onunla bağdaştıracak kadar aptal ve aşık. Keşke biri bana tam şu an yumruk atıp bayıltsaydı da sussaydı zihnim.

"İki haftadır uyuyamıyorsun. Seni çok etkileyecek bir şey oldu da bize anlatmıyor musun yoksa Sehun?" Kyungsoo keşke bunu yanlarında biz yokken sorsaydı. Belki söylerdi o zaman, şimdi bizim yanımızda konuşacağını hiç sanmıyordum. Düşündüğüm gibi de oldu. Başını iki yana sallayarak, "Hayır, sıradan yarı tanrı rüyaları işte." dedi. İnanmıyordum, Sehun'a bir şey olduğuna emindim. Fiziksel değildi, canımı sıkan da buydu. Bedenini ne kadar hasar alırsa alsın iyileştirebilirdim ancak ruhuna hiçbir şey yapamazdım. Hiç dokunamadığım kalbi yetkilerimin dışındaydı.

"Umarım yine baban seni rahatsız edip durmuyordur." dedi Zeus oğlu bu sefer. Gözündeki kalın çerçeveli gözlükleri ve alnına dökülen saçlarıyla gözüme aile danışmanı gibi görünüvermişti. Kyungsoo gittikçe ablasına daha çok benziyordu. "Onu görmeye gerçekten artık biraz bile katlanamıyorum, bunu bildiğinden uğramıyor düşlerime."

"Üç büyüklerin melezleri hep böyle iç karartıcı konuları mı konuşuyor gerçekten?" Yixing'e biz çok iyi konulardan mı konuşuyoruz diye sormak istesem de bir şey demedim. 

Minseok gözlerini devirdi. "Bahsedecek aşk hayatlarımız veya eğlenceli ebeveynlerimiz olmadığı için üzgünüz Yixing." Keşke böyle bir şey demeseydi, her şeyden haberimiz olduğunu bilse muhtemelem demezdi de.

"Olmadığına emin misin Minseok?" Yixing elbette bu dediğine susmadı. Nefesimi tuttum, Chanyeol de bir eliyle kolumu tuttu. Yok, herzaman fevri biri olduğunu biliyordum ama bu sefer sonumuzu getirmek ister gibi bir hali vardı bu Afrodit oğlunun. "Bir şey mi ima ediyorsun?" dedi Minseok, tavırları rahattı. Hiç de suç üstü yakalanmış gibi değildi açıkcası. Kyungsoo'ya baktığımda oralı olmamış, pastasını yemeye devam etmişti. 

"Bilmem, belki ediyorumdur."

Güldü. "Sesinle beni etkin altına almaya çalışıyorsan daha çok beklersin."

"Ben etki altına almam, biliyorsun." Güzel gülüşlerinden bir tane vermekte gecikmedi o da. İşaret parmağını pastasının kenarındaki kremaya daldırıp kaldırdı. "Siz girersiniz. Hergün yakın arkadaşın olduğum için şükretmek yerine burada beni kışkırtıyorsun, hiç hoş değil." Sonra kremalı parmağını burnuma sürdü. Ben ne alakaydım şimdi?

"Aşkım niye yaptın şimdi bunu?" Sitemle suratına baktım. Oturan herkes güldüğünde niye yaptığını anlamıştım aslında. Ortamın atmosferini değişmesini iyi biliyordu, sanki kendisi karıştırmamış gibi. "Seni daha tatlı yapmak istedim Nini'm."

"Lavabonu kullanabilir miyim?" dedim Sehun'a dönüp. Yüzünde var olan minik tebessüm pastalı burnumla göz göze geldiğinde biraz daha büyüdü. Buna güldüğü için ona kızamadım çünkü çok güzel gülüyordu. Bana hep böyle bakacaksa sonsuza kadar böyle de dolaşırdım, herkes biliyordu. Zeus bile. "Tabii, yerini biliyorsun zaten." Yani, diğer kulübelerin aksine Sehun'unki çok büyük bir yer değildi. Apollon kulübesi gibi elliye yakın meleze ev sahipliği yapmak için inşa edilmemişti.

Pastamı bir kenara bırakıp ayağa kalktım ve hemen karşımda, kapısını görmekte olduğum lavaboya yürüdüm. Üzerimde Yixing'in nereden çıkardığını bilmediğim siyah bir şort ve tişört vardı.İçeriye girdiğimde bakacak pek bir şey olmadığını düşündüğümden direk musluğu açmıştım. Sonuçta banyolar ortak olduğundan burada Sehun'un varlığını hissetmek zor olmalıydı. Öyle olmadığını burnumu temizleyip, başımı kaldırdığımda farkettim. Diş fırçası ve macunu vardı, bir de çıkardığı güneş ve ay desenli küpelerini aynanın önüne bırakmıştı. Siyah havlusu, yine siyah olan tarağı ve en önemlisi, aynanın kenarına bantla yapıştırdığı fotoğraf. 

Sehun'un bu tür insanlardan olduğunu düşünmemiştim, yani annesi ve kız kardeşinin fotoğrafını aynasının camına yapıştıracak türden. Sarı saçlı, çok güzel bir kadın vardı. Sağına Sehun, solunaysa küçük kız kardeşi oturmuş, ikisi de annelerine sarılıyordu. Sehun kampa döndüğünden beri yüzünde asla görmemiş olduğum, hatta belki öncesinde bile görmediğim kocaman bir gülümsemeyle kadraja bakıyordu. Yine siyahlar giymişti fakat annesi öyle parlıyordu ki bunu çok geç farkettim. Güneşimin güneşiydi bu kadın, içimi ısıtmıştı bu düşünce.

Orada daha ne kadar öylece durup fotoğrafı seyrettim bilmiyorum. Söz konusu o olunca zaman kavramını yitiriyordum. Ancak kapı tıklatıldığında olması gereken süreyi aştığımı anlamıştım. "Jongin, her şey yolunda mı? Düşmedin değil mi? Yerler biraz ıslaktı."

"Oh, hayır. Çıkıyorum şimdi."

"Pekala, müsaitsen kapıyı açabilir miyim?"

"Ne?" Cevabımı beklemeden, zaten küçük olan alanın kapısını açıp birden içeriye girdiğinde şok oldum. "Çıkıyordum ya Sehun, neden geldin?" dedim biraz panikle. Hiç hesapta yokken birden dibimde bitivermesi kalbimi hızlandırmıştı.

"Sana teşekkür etmek istedim, başka nerede seni Yixing'siz yakalarım bilemediğimden geldim aslında. Kusura bakma." Alnına dökülen tutamları geriye atıp doğrudan gözlerime baktı. Bacaklarım titremiyor olabilirdi ama onların yerine bütün iç organlarım titriyordu şu an. "Teşekkür edecek ne yaptım?" Ve sen ne ara böyle kibar bir insan olmuştun Oh Sehun? Sana güllerini istemediğimi söyledim.

"Buraya zorla getirildiğinin elbette farkındayım fakat," Farkında olması güzeldi. Kulübesine girmek bile yeterince saçma hissettirmişti beni. Bir de, konuyla alakasızdı ama tam şu an dudaklarına yapışmak istiyordum. Mahçup görünürken öyle tatlıydı ki, beni şimdi öpüverse itemezdim bile.  "Yine de uyandığımda, mumları yanan pastanın ardında seni görmek güzeldi. Bunun için teşekkür ederim."

"Önemli değil, sadece pasta yedim işte." Bizi ilk gördüğünde yüzünde oluşan gülüşe zarar vermeye kıyamadığımdan evet, Yixing'in zoruyla geldim demedim. Nasıl olsa biliyordu, üstüne basa basa söylemek anlamsızdı. "Hayır. Benim için önemliydi."

Ne desem bilemedim. Neden beni utandırıp duruyordu ki? Ne hakkı vardı buna şimdi? "Pekala, rica ederim öyleyse. " Dediğim şeye genişçe gülümsedi, neredeyse hemen yanımızdaki fotoğrafı hatırlatacak kadar geniş bir gülümsemeydi bu. Elimde değildi, iyi hissettim. Çok iyi hissettim. O kadar ki, neredeyse ben de kendimi bırakıp gülecektim. O an porselen yüzündeki her şey çok güzel görünüyordu, mor gözaltları hariç.

Zarar gelmez, çoktan buradayım diyerek iki elimin de baş parmağını kaldırıp uykusuzluğunun izlerine bastırdım. "Ne yapıyorsun?" dedi bana biraz şaşırarak. Cevap vermedim, konuşursam utanabilirdim. Bunu neden yaptığımı da bilmiyordum zaten, iyice kaybetmiştim kendimi. Fakat yaptım işte, güzel yüzündeki tek kusuru da ortadan kaldırmaya koyuldum. "Sana teşekkür etmeye geliyorum fakat bana yine yardım ediyorsun, güllerimi nasıl vereceğim sana böyle Jongin?" Baş parmaklarım kömür karası gözlerinin hemen altında, diğerleri ise şakaklarındayken bana ismimle seslenmeseydi keşke. Yeniden sustum. Verecek bir cevabım yoktu. Bir süre sessiz kalması, işimi yapmama izin vermesi yeterliydi ancak bunu yapmadı.

"Seni ilk defa siyah giyerken görüyorum."

...

"Ama bence renkli kıyafetler daha çok yakışıyor."

...

"Senin bileceğin iş tabii."

...

"Pasta güzel miydi? Ben oldukça beğendim."

...

"Doğum günümü uzun zamandır annem ve içerideki iki deli dışında kimse kutlamamıştı." 

...

"Güzel bir sabah oldu benim için."

...

"Teşekkür ederim." Ben sustukça konuşup durdu, gülümsememek için kendimi çok zor tuttum. Daracık yerde, ben gözaltındaki morlukları silerken ve o bana minnet dolu gözlerle bakarken bir an için kim olduğumu unuttum. Onun da kim olduğunu unuttum. Zihnimde güzel bir anı olarak kalması için ne gerekiyorsa yaptım, öyle de oldu.

O zamanlar bilmiyordum ama sonradan Yixing'e, beni o gün oraya getirdiği için teşekkür edecektim. Hep dediğimiz gibi, Yixing herzaman haklıdır. Sizden bir şey yapmanızı istiyorsa onu yapın.

---

yorumlarınız bana iyi geliyor

Continue Reading

You'll Also Like

13K 556 19
Yan daireden gelen sesler gün geçtikçe artıyordu. Artık dayanılmaz bir hale gelmişti. Her gece başka bir kadın girip çıkıyordu...
95K 7.3K 45
Uyuşturucu bağımlısı bir kadın ve ona aşık olan Kerem Aktürkoğlu. • º • º • º • º • º • º • º • º • º • º • Başlangıç - 08.06.24 Bitiş - 1...
9.9K 697 14
"Çocuklar ikinizi de üzmek istemem ama ev sahibi sadece evli çift arıyor üzgünüm."
11.6K 1.5K 28
"Olmuyor, yapamıyorum sensiz. Aklımı karıştırıyorsun."