MODEL-2

By reredrumm

10.6K 1.3K 3.2K

Bazen bir bütünü görebilmek için onu parçalara ayırmak gerekir. Ve şimdi ben; elime aldığım her parça beni d... More

1.BÖLÜM: ÖLÜM BİZİ BAĞLAR
2.BÖLÜM: ANGELINA
3.BÖLÜM: HIRÇIN
4.BÖLÜM: BABA
5.BÖLÜM: ÇARK OYUNU
6.BÖLÜM: PARS
7.BÖLÜM: KİTAPLAR-2
ÖZEL BÖLÜM-1: EMRE
8.BÖLÜM: TANIDIK HİSLER
9.BÖLÜM: ORCA
10.BÖLÜM: REHİNE
11.BÖLÜM: ÖLENİN İNTİKAMI
ÖZEL BÖLÜM-2: AZRA
MODEL-2 TANITIM VİDEOSU
12.BÖLÜM: BUZ PATENİ
13.BÖLÜM: YİĞİT
14.BÖLÜM: DEĞİŞİM
15.BÖLÜM: BİR UYANIK BİRKAÇ ÖLÜ
MÜZİK KUTUSU-1

7.BÖLÜM: KİTAPLAR-1

470 88 146
By reredrumm

Merhaba!

Bugün nasılsın? Umarım mutlusundur çünkü sen mutlu olmayı hak ediyorsun!

Bu bölümde çok fazla haklı ve haksız var. Hem de tüm haklılık ve haksızlık öznel! Dolayısıyla bir doğru ya da yanlış yok. Düşündüm ki durum böyleyken kimi neden haklı ya da haksız bulduğumuzu rahatça belirtebiliriz. Sence kim neden haklı, kim neden haksız? Bu konuda konuşmak için satır aralarında seni bekliyor olacağım.

Bunun dışında kurgu hakkında duygularını, düşüncelerini, tahminlerini, beklentilerini bile benimle paylaşmanı çok istiyorum. Yorumların beni etkiliyor ve kurguya yön vermese bile kesinlikle bana yön veriyor. Daha önce hiç yorum yazmadıysan bile bugün bir ilk olabilir. Gel ve konuşalım, bunu çok isterim.

İyi okumalar dilerim! xx

<Etrafta yalnızlıkla kaplı bir adayım şimdi. İçimde bir dünya insan var. O kadar çoklar ki her gün taşıyor içimden birileri. Yalnızlık okyanusunda boğuluyor hepsi. Etrafı yalnızlıkla kaplı bir adayım şimdi.>  siirdekivirgul

(Bölüm Şarkısı/1: Starsailor-Poor Misguided Fool)

Gökyüzü bana her zaman büyüleyici gelmiştir. Çocukken sabahları kafamı kaldırıp başım dönene kadar yükseğe baktığımda tepemde asılı duran tüm o mavilik bana dünyanın üstü mavi bir kavanozla kapatılıp içeri hapsedilmiş bir böcekten farksız olduğunu hissettirirdi. Uzunca bir süre şekli konusunda tartışılan bir dünya sekiz yaşındaki bana göre ters dönmüş çirkin bir böcekti ve düz dönene kadar da sadece tepesindeki mavi kavanozu görecekti.

Geceleriyse durum tersine dönüyordu. Dünya bir kavanoz oluyor ve bulabildiği tüm böcekleri avlayıp üzerine kapanıyordu. Zavallı dünya her şeyden bir haberdi. Yeniden güneş açtığında kendini üzerine kapandığı böceğin içinde bulacak ve her gün bunu tekrarlayacaktı. Sekiz yaşındaki Kaya gündüz ve geceyi belirleyen şeyin saatler ya da Güneş değil sadece bir kavanoz ve böcekler olduğunu anlamıştı. Güne kavanoz olarak mı böcek olarak mı başladığını bilirse o günü kontrol edebileceğine güveniyordu. Sekiz, yirmi ve otuz. Kaya'nın otomatik evrimi.

Yirmili yaşlarındaki Kaya'ya göre gündüz bir yana gece yaşanmalıydı. Boğucuydu ama yaşanmalıydı çünkü hemen sonrasında sabahı getirecek olan o boğuculuktu. Anka'nın hayatıma girmesi beni geceye aşık etmişti. Yıldızlar ayrı güzel ay ayrı güzeldi. Sayısızca kaldırımlarda gördüğüm gölgelerimiz bana biz gitmiş olsak bile her gece yürüdüğümüz kaldırımlarda sabaha kadar kalıp bizsiz dans ediyor gibi geliyordu. Çünkü aşk böyle bir şeydi. Kaldırımda takılı kalmış bir dans.

Otuzlu yaşlarındaki Kaya'ysa yeniden sekiz yaşındaki Kaya'nın zihnine düşüvermişti. Güne kavanoz olarak başlamıştı ama sabahı ters dönmüş bir böcek olarak bekleyecekti. Sekiz yaşındaki ve otuz altı yaşındaki Kaya'nın anlamadığı noktaysa hala aynıydı. Yıldızlar.

Onlar kurulan düzende yoktular. Sekiz yaşındaki Kaya'ya göre onların varlıkları tanrının yanlış bir matematik hesabından ibaretti. Otuz altı yaşındaki Kaya ise sorgulamadan sadece uzanıp yıldızları almak ve her birini cebime koymak istiyordu.

Anka'ya doğru uzattığım elim bir süredir havada asılıydı. Kolumu indirip Dinçer'in arabasının evden çıkmasını izledim. Öylece gitmesine izin veriyordum çünkü her ne kadar istemesem de Dinçer haklıydı. Burada kalamazdı ve ben hemen şu an onu buradan götüremezdim. Duyduğum her şeyi hazmetmem gerekiyordu ve beni o haldeyken köşede sessizce izleyen herkesin aksine ben hazmetmeyi gerçekten istiyordum.

Selin'in bana doğru yürüdüğünü fark ettiğimde gelmemesi için başımı iki yana salladım. Adımları yavaşlamış ve en sonunda durmuştu. Bütün olanları duymuştu ve bana bakışları farklıydı. Sanki ters döndüğümü görüyordu, öylece bakıyor ve tüm düşüncelerimi duyuyordu.

Arkamı dönüp Selin'i geride bıraktım ve bahçeye doğru ilerledim. Adım attıkça sessizlik kendini seslere açıyordu. Artık ayağımın altında ezilen çimenin sesi yerine birkaç adamın sesini duyuyordum.

Bahçeye geri döndüğümde herkesi bıraktığım gibi bulmuştum. Talihsiz bir açıklamayı yapmak için yaklaştığımı düşünen herkesin dikkati üzerimdeydi ama bunu yapmayacaktım. Olan biten her şey bir çocuk kitabına benziyordu. Resimleri vardı. Belki birkaç cümle. Açıklama aynıydı gerisi sadece hayal gücüne kalıyordu.

Adımlarım oldukça yavaştı, hiçbir acelem yoktu. Angelina'nın bir köşesine kıvrıldığı kanepeye doğru ilerledim ve yanında kalan boşluğa oturup arkama yaslandım. Angelina artık ağlamıyordu, sadece endişeli gözlerle bana bakıyordu. Onu hafifçe kendime doğru yasladım ve bir kolumu omzuna attım. Umursamaz bir tavırla beni izleyen diğerlerine döndüm, benimle konuşmak istediklerini biliyordum.

"Yüzünü asmayacaksın değil mi? Bunu yaptı Kaya. Bunu daha önce yine yaptı. Ne zaman başına bir şey gelse, incinse, zorlansa kaçtı ve her seferinde Pars'a gitti. Şimdi de Dinçer'i bulmuş Pars niyetine..."Bora'nın siniri geçmemişti ve öfkesi söylediği hiçbir şeyin faydası olmayacağının farkına varmasını engelliyordu. Söyledikleri umrumda bile değildi.

"Sesini yükseltmekten vazgeç artık. Yorgunum Bora. Çok yoruldum. Seninle kavga etmek istemiyorum."dediğimde Bora onunla alay etmişim gibi sinirle güldü.

"Birde bu yüzden benimle mi kavga edeceksin? Sen böyle biri değildin. Anka'yı çok seviyorsun tamam bunu görüyoruz ama benim tanıdığım Kaya biri korkunç bir hata yaptıysa bunu ona söylerdi. Tepki gösterirdi, arkasından koşmazdı. Bu benim tanıdığım Kaya değil."dedi Bora. Bu beni güldürmüştü. Selin'de bana beni tanıdığını söyleyip duruyordu. Herkes durmadan beni tanıdığını söylüyordu. Bu yanlıştı. Yıllar önce gördükleri Kaya bir yanılgıdan ibaretti.

"Şunu söylemekten vazgeçin. Beni tanıdığınıza bu kadar emin olmayın. On iki yıl önceki Kaya'yı tanıman bugün olduğum kişiyi tanıyor olduğun anlamına gelmiyor Bora."dedim. Sözlerim derin bir sessizliği beraberinde getirmişti. Bora başını salladı, oda gülüyordu ama benim aksime onun gülüşü duyduklarını komik bulduğu için değildi.

"Anka yüzünden kardeşimle tartışmayacağım. Bize bunu yapmasına izin vermeyeceğim."dedi Bora sadece. Oturduğu yerden kalkıp bütün gece Aslı'nın tek başına yudumlayarak yarıladığı içkinin şişesini aldı ve biraz uzaklaşıp çimlere oturdu.

"Benim aklım almıyor. Anka'yı nasıl böyle insanların çevresinde bulduk? O samimiyetsiz Dinçer denen adam, ağabeyi, Yiğit. Yiğit'e sempati duymak ne demek, olanları öylece nasıl unutabilir? Ben bile sürekli kabus görürken o nasıl arkasında bırakır?"dedi Erim. Bakışları Anka gittiğinden beri çimlerin üzerindeydi. Dinçer'i samimiyetsiz bulması başka bir zamanda beni mutlu edebilirdi ama şu an sadece duyup geçtiğim cümlelerden biriydi.

"Her ne olursa olsun söylediklerin çok yanlıştı ağabey. Lara Denkel'i karıştırmamalıydın."dedi Aslı. Yarım şişe kadar içmişti, sarhoş olduğunu görebiliyordum. Erim kafasını ilk defa kaldırdı ve Aslı'ya baktı. Hiçbir cevap vermeden başını yeniden çimlere doğru eğdi ama Aslı konuşmaya devam etti.

"Bana sorarsanız içinizde en kolay sinirlenen insan benim ama ben bile verdiğiniz tepkileri anlamıyorum. Anka Yiğit'e şans vermiş demek ki mantıklı bir sebebi var. Olmalı. Anka salak ya da saf bir kadın değil..."Aslı yerinde doğrulmuştu, oldukça uzun bir konuşmanın henüz başındaydı ki kalın bir erkek sesi cümlelerini ortadan ikiye böldü.

"O adam Lara'yı öldürdü!"diye bağırdı Bora. Elinde tuttuğu içki şişesi Bora'yla birlikte titriyordu. Gözleri dolmuştu. O an Bora'nın öfkeden çok üzüntüyle dolu olduğunu fark ettim. O sadece üzgündü. Çok ama çok üzgündü.

Aslı'da Bora'nın bu kadar tepki vermesinin nedenini yeni anlamıştı. Alaycı bir gülümseme dudaklarında belirdi. Bu öylesine silik bir gülümsemeydi ki bir an gülüp gülmediğinden emin olamadım.

"İşte orada yanılıyorsun. O adam Lara'ya sadece aşıktı ama onu öldürmedi. Lara'yı sen bıçakladın ve sonrasındaysa Anka Azra'yı kurtarmak için onu öldürdü."dedi Aslı. Bora'nın da duyması için yüksek sesle. Bora'nın gözlerinden akan üzüntü bir anlığına sinire ve nefrete dönüşmüştü. Oturduğu yerden hışımla kalkıp Aslı'ya doğru yürüdüğünde Aslı kucağındaki yastığı bir kenara bırakıp meydan okurcasına ayağa kalktı. Bora Aslı'nın yanına yaklaşmıştı ki yumruklarını sıkarak havaya bir küfür savurdu ve yeniden oturduğu yere doğru yürüdü. Aslı çoktan kalkmıştı, oturmaya niyeti yok gibiydi ama vücudundaki alkol miktarı sadece bir anlığına yalpalamasına neden olmuştu.

"Yiğit suçlu ama Lara'yı öldürdüğü için suçlu değil!"dedi Bora'ya doğru bakıyordu. Ardından öfke dolu gözleri Erim'i buldu.

"Anka suçlu ama Yiğit'i Lara'nın yerine koymaya çalıştığı için değil. Tanrı aşkına ona söylediklerini kulakların duyuyor mu?"diye sordu Aslı. Yüzünü dramatik bir şekilde buruşturuyordu. Vücudunda bu kadar alkol olmadan da bu cümleleri kuracağına emindim ama nedense alkol onu olduğundan daha dramatik bir kadın haline getiriyordu.

Erim'in kaşları çatılmıştı. Bir süreliğine Aslı'nın söylediklerini düşünür gibi oldu.

"O kız kardeşini öldürdü Erim. Kendi elleriyle öldürdü. Onu kurtarmak için yapabileceği bir şey var mı yok mu bilmeden onu öldürmek zorunda kaldı. Sense yarasına öylece tükürdün!"diye bağırdı Aslı. Erim'i sinirlendirmişti. Ortamdaki gerginlik gittikçe artıyordu. Göz ucuyla olduğu yerden ağlayarak tartışmayı izleyen Bora'ya baktım. Gözle görülür bir şekilde acıdan kıvranıyordu. Bu iş canımı sıkmaya başlamıştı.

"Yiğit'i Lara'nın yerine koyması mümkün değil Aslı. Bu korkunç bir hata olur!"dedi Erim kendini savunmak istercesine. Aslı başını iki yana salladı.

"O gün orada Lara yerine Talya olsaydı sana onu hatırlatan her parçaya tutunurdun. O parça kahrolası Yiğit olsa bile!"dedi sadece. Erim kaşlarını çatmıştı, yeniden yerine oturdu ve geri kalan zamanda bir daha Aslı'ya asla bakmadı.

"Konuyu saptırmayı bırakın. Bunun kabul edilebilir bir yanı yok Aslı. Anka bizimle olmak istiyorsa Yiğit'le bir daha görüşmemeli."dedi Emre. Aslı Bora ya da Erim'dense ikizinin sözlerine daha çok önem veriyor gibiydi. Bakışları Emre'nin üzerindeyken yumuşadı.

"İyide olan olmuş bu saatten sonra ya biz ya O mu diyeceğiz? Saçmalamayı kes Emre."dedi Aslı.

"Görünen o ki sen de olanları unutmuşsun. Ben sana daha yakından hatırlatayım Aslı. Beni aldılar, ikizini. Bir ilaca bağımlı yaptılar ve sadece bir doz alabilmek için size karşı kullandılar. Kaçarsam seni öldürmekle tehdit ettiler. Kaya hapisteyken bana onu dövdürttüler, Anka'yı kovaladım, sizi izledim. Yiğit bana bunu yapanların içindeydi. Şimdi hatırlıyor musun?"dedi Emre ikizine meydan okurcasına. Aslı Emre'nin ağzından çıkan her bir kelimeyi yeniden yaşamışcasına sarsılmış görünüyordu. Normalde bir tartışmayı kazanmak için her şeyi yapabilecekken şimdiyse sadece susuyordu. Bakışlarını Emre'den aldı ve arkasına dahi bakmadan ön bahçeye doğru yürümeye başladı. Kısa bir süre içinde gözden kaybolmuştu. Emre de Aslı'nın peşinden gitmek için kalktığında bahçe daha boş görünüyordu.

"Ne yapacağız?"diye sordu Uğur. Erim'in oturduğu tekli koltuğun baş ucunda çimde oturuyordu. Bacaklarını karnına çekmiş başını koltuğa yaslamıştı.

"Bilmiyorum ama düşünmekten çıldıracağım."dedi Erim.

"Anka'nın bir bildiği vardır eminim ki..."dedi Uğur. Sözünü Erim kesmişti.

"Bu sefer yok Uğur. Bu sefer Anka ne yaptığını bilmiyor."dediğinde Uğur cevap vermedi, Aslı'nın aksine kimse Erim'le öylece tartışmaya girmezdi.

"Anka kaybolmuş görünüyor."dedi Angelina. Başımı yasladığım koltuk kenarından kaldırıp ona baktım. Angelina başını göğsüme yaslamıştı, yüzü Erim'e ve Uğur'a dönüktü.

"Ne demek istiyorsun?"diye sordu Uğur.

"Aradan yıllar geçti ve Anka her şeyle tek başına uğraştı. Başından neler geçtiğini, neler gördüğünü ya da nasıl hissettiğini kimse sormuyor. Kimse onu anlıyor gibi görünmüyor. O kaybolmuş ve kimse onu bulmaya çalışmıyor."dedi Angelina en sonunda. Erim başını iki yana salladı. Yüzünde alaycı bir gülümseme vardı.

"Bu senin anlayabileceğin bir konu değil. Sen Anka'dan bahsedeceğine önce Yiğit'le senin nasıl bir bağın olduğundan bahsetsene. Her şey olurken susup sinsice köşede ağladın şimdi bana Anka'ya kötülük yaptığımızı söyleyemezsin."dedi Erim, yeniden sinirlenmişti. Sarf ettiği cümleler Angelina'yı rahatsız etmemiş gibi görünüyordu ama ben rahatsız olmuştum.

"Onunla böyle konuşma."dedim sesimi yükseltmeden. Erim bu tepkime şaşırmış görünmüyordu.

"Sorun yok. O haklı, susmamalıydım."dedi Angelina . Doğrulmuştu, her şeyi anlatmak istiyordu ama karşısındaki adam son sözü söylemek için her şeyi yapardı. Erim ayaklandı ve Angelina tek bir kelime dahi etmeden evin içine girdi. Angelina, Erim'in bu davranışını beklemiyor olsa gerek yüzü asılmıştı.

Onu yeniden kendime yasladım ve başımı geriye yatırıp yıldızlara baktım. Gökyüzünden merakla burayı izleyen onlarca yıldızla göz göze gelmiştim. Alçılı olmayan kolumu havaya kaldırıp yıldızların içinden en parlak olana doğru götürdüm.

***

Sabahın ilk ışıkları bahçede varlığını hissettirmeye başlamıştı. Gözlerimi araladığımda çok zaman geçmeden bir süreliğine yeniden kapadım. Uyanmak istemiyordum ama hiçbir zaman yeniden uykuya dalabilen biri olmamıştım. Gözlerimi yeniden açıp bir süre masmavi gökyüzünü izledim. Bir kuşun söylediği şarkı kulaklarıma doluyordu. Kafamı kaldırıp bahçenin içinde kuşa bakınsam bile görememiştim. Kuş burada değildi.

Angelina'yı uyandırmamak için yavaşça kanepeden kalktım ve üzerimdeki battaniyeyi de genç kadının üzerine örttüm. Bahçede bizden başka kimse yoktu. Uğur ve Emre'nin binbir zorlukla taşıdıkları tüm kanepeler ve minderler hala bahçedeydi. Oldukça keyifli bir akşam sohbetinin geride bıraktığı bir iz gibi görünüyorlardı ama hepimiz durumun böyle olmadığını biliyorduk. Oturur pozisyonda uyuyakalmanın getirisi olan uyuşukluk bedenime yayılırken ayağıma giren krampla duraksadım. İki ayağımda aynı anda karıncalanmıştı. Yüzümü buruşturdum.

"Günaydın. Erkencisin."

Sesin geldiği yöne doğru başımı döndürdüğümde hemen evin girişine yaslanmış burayı izleyen Selin'i gördüm.

"Günaydın. Herkes nerde?"diye sordum yeniden. Bacaklarımdaki karıncalanma geçtiğinde Selin'e doğru yürümeye başlamıştım.

"Herkes evde, kimse daha uyanmadı. Dün uyuyakalmıştınız sizi uyandırmak istemedim."dediğinde yeniden Angelina'ya baktım.

"Gerçi onu kaldıracaktım ama Aslı onu orada bırakmamı söyledi."dediğinde kaşlarım çatıldı. Gösterdiği yere döndüğümde hemen kanepelerin biraz ilerisinde çimlerde yatan biri daha olduğunu gördüm. Bu Bora'ydı. Aslı'ya karşı dün sesini yükselttiği için Aslı ona böyle karşılık vermiş olmalıydı.

"Anladım, sağol."dedim. Selin'i geride bırakıp eve girecektim ki Selin kolumdan tuttu. Bu hareketi beni hazırsız yakalamışt.

"Haluk amirim seninle konuşmak istiyor."dediğinde duraksadım.

"Şimdi mi?"diye sorduğumda başını salladı.

"Bana uyanır uyanmaz çağır dedi."dediğinde derin bir iç çektim.

"Pekala."dedim. Selin hala kolumu bırakmamıştı.

"İzin verirsen tuvalete gideceğim."dediğimde genç kadın elini aniden geri çekti.

"Ah, tabii git."dedi. Gülümsedim. Selin'in yanından ayrılıp evin içinde dolandım. Emre salonda yatıyordu bu da Aslı'nın onu odaya almadığının bir işaretiydi. Onun dışında herkesin odasının kapısı kapalıydı ve Selin'in söylediği gibi kimse uyanmamıştı. Anka dışında herkes evdeydi ama evin içinde yürürken evin buna rağmen boş olduğu hissine kapılmıştım.

"Pekala Haluk Marin. Bakalım ne diyeceksin..."diye mırıldandım merdivenlere doğru ilerlerken.

***

Evden çıktığımda hala kimse uyanmamıştı. Saat sabah altıydı dolayısıyla aralarından ilk uyanacak kişi olan Erim'in bile uyanmasına bir saat vardı. Kimseye görünmeden evden çıkmak beni rahatlatmıştı. Böylece Haluk'la görüşmeye gittiğimi kimseye açıklamak zorunda kalmamıştım. Selin'in attığı adres Haluk'un evi olmalıydı. Anka'nın evine oldukça uzak bir yerde oturuyordu. Oturduğu semtin resimlerine bakılırsa evi oldukça güzel olmalıydı. Kimsenin yanından bile geçmediği bir dosyayla ilgileniyordu, bizimle. Dolayısıyla para peşinde koşan bir dedektif değildi ve böyle bir evi karşılayamazdı. Öte yandan kariyerinde oldukça iyi yerlere gelmiş pilot kardeşi böyle bir evi karşılayabilirdi. İçimden bir ses Dinçer'le aynı evi paylaştıklarını ve orada bir ihtimal Anka'yı da görebileceğimi söylüyordu.

Anka'ya ne demem gerektiğini bilmiyordum. Geçmişi düşünerek onu yargılamak istemiyordum ama kendime engel olamıyordum. Angelina'ya yaptığımı ona yapmamakta kararlıydım. En azından bir açıklama yapmasına izin verecektim. Herkes ona karşı cephe almışken onu yapayalnız bırakamazdım.

Bunun yanı sıra dün Angelina'nın Anka hakkında söyledikleri kafamı karıştırmıştı. Sürekli bir açıklama bekliyor ama asla onu anlamıyordum. Bora'ya on iki yıl önceki Kaya olmadığımı söylemiştim ve Anka'nın da aynı Anka olmadığını atlayarak hareket ediyordum. Onunla eşitlenmek istiyordum. Yıllarımı onunla takas etmek ve yıllarını izlemek. Hislerini bilmek. Düşüncelerini duymak.

Onu bulmak için çabalarken bir şeyi hiç düşünmemiştim. Onun nasıl bir durum içinde olduğu.

Hep Ayliz'le birlikte hiçbir sorun çıkmadan teker teker kalan paranın peşindeki insanları bulduklarını ve tüm sorunları bir parmak şıklatırcasına kolayca çözdüklerini düşünmüştüm. Öyle olsa hiçbirimizin burada olmayacağını biliyordum ama bu gerçeği görmezden geliyordum. Angelina'nın söyledikleri bir yana Ahmet'in ölümü bana bu işin ne kadar büyük olduğunu göstermişti. Bu iş Anka'nın boyunu aşmıştı. Ayliz'den sonra Ahmet öldürülmüştü. Bariz bir şekilde yıkılmıştım ve toparlanamıyordum. Öte yandan Ayliz öldürüldükten sadece bir hafta sonrasında bizi bulmuştu. O da en az benim kadar yıkılmış olmalıydı.

Bunca korkunç olayın yanı sıra bilmediğim olaylar vardı. On iki yıl önce  tanıdığım Anka'ya ulaşmaya çalışmaktan vazgeçmeliydim zira ben bile on iki yıl önceki Kaya'ya ulaşamıyordum. Anka'yı bugün olduğu haliyle tanımalıydım. Yeniden tanışmalıydık.

Ve bir şekilde Anka'nın Yiğit'e bir şans vermiş olmasının mantıklı bir açıklaması olmalıydı. Angelina'ya bir şans vermiştim. Anka'ya da verebilirdim.

Adresin gösterdiği evin önünde arabayı durdurdum. Kendimi ister istemez evi süzerken bulmuştum. Civardaki evler gibi değildi. Daha sade ve şaşırtıcı bir şekilde daha samimi görünüyordu. Duvarları pembeydi, üç kattan oluşuyordu. Üç katıda evin duvarından boydan boya dolanan bir sarmaşık vardı. Evin bir bahçesi yoktu ama kapı kenarlarında iki küçük ekilmiş bir alan vardı ve diğer evlerde olmadığı için bunu bilerek yaptıklarını düşünüyordum.

Haluk'un evinin gösterişli ve soğuk durmasını beklerken bakmakta olduğum bina kafamı karıştırmıştı. Yan koltuğa bıraktığım telefonumu alıp Selin'in numarasını tuşladım. Telefonu ikinci çalışında açmıştı.

"Selin merhaba, ben galiba evleri karıştırdım..."dedim. Bir yandan da Haluk'un potansiyel diğer evlerine bakıyordum. Bu evin hemen aşağısında kalan bakımsız ev bir hayli onun olabilirdi.

"Pembe bir ev. Duvarında boydan boya sarmaşık var..."dedi Selin. Bir şeyler yiyor olsa gerek sesi boğuk gelmişti.

"Ah, şimdi gördüm. Teşekkürler."dedim ve telefonu kapattım. Demek gerçekten de evi burasıydı.

Arabadan inip etrafıma bakındım. Hemen ileride köpeğiyle yürüyüşe çıkmış genç bir çocuk vardı. Onun dışında site oldukça terk edilmiş görünüyordu. Eve doğru ilerlerken hemen ilerdeki sokağa park edilmiş arabayı gördüm. Bu Dinçer'in arabasıydı, burada olmalıydılar. Kendimi Haluk'u değil de Anka'yla konuşmaya gidiyor gibi hissediyordum.

(Bölüm Şarkısı/2: Barns Courtney-Glitter And Gold)

Evin kapısına doğru ilerlerken üzerimdeki oduncu gömleğinin kollarını kıvırıyordum. Evin tüm perdeleri kapalıydı. Güneş ısrarla camları yoklasada ne bir pencere ne de bir perde açıktı. Kapıya geldiğimde zile basmadan önce duraksadım. Yerde kocaman bir gülen yüzlü paspas vardı. Marin'lerin evi daha içine girmeden sinirlerimi bozmaya başlamıştı. Bir anda kapı açıldığında yüzümdeki gülümsemeyle yakalandım.

"Ne arıyorsun burada?"diye sordu Haluk. Gülümsemem kaybolmuştu. Toparlamak adına öksürdüm.

"Paspas..."dediğimde Haluk devamını beklediğini belirtircesine başını salladı.

"...tatlıymış. Beğendim."dedim en sonunda gülümsemeye çalışarak. Bu tepkim Haluk'u da belli belirsiz gülümsetmişti.

"Teşekkürler, içeri gel."dedi ve kapıyı aralık bırakıp yürümeye başladı. İçeri girip kapıyı kapattım ve Haluk'un peşinden ilerledim. Tüm odaların kapısı kapalıydı, bunun bilinçli olarak yapıldığı hissine kapılmıştım. Sadece Haluk'un girdiği odanın kapısı açıktı. Odaya girdiğimde kapıyı kapattı ve oturmam için bir koltuk gösterdi. Burası evin en büyük odası olmalıydı. Bir çalışma odasıydı, bir duvar dolusu kitap ve toplantı masasını andıran bir masa vardı. Masanın bir ucuna Haluk bir ucuna ben oturmuştum.

"Neden beni çağırdın?"dedim aniden. Burada çok fazla kalmak istemiyordum. Haluk oturduğu tekli koltukta arkasına yaslandı ve kollarını göğsünde birleştirdi.

"İyi bir başlangıç yapamadık. Sanki başından beri rakip gibiyiz. Böyle olmasını istemiyordum, söylediğim her şey için özür dilerim."dedi Haluk. Şaşırmıştım. Haluk Marin tuhaf bir adamdı. Bir dakika sonra ne yapacağını kestirmek imkansızdı.

"Bu konuşmayı Erim'e yapmalısın. Ona kötü davrandın."dediğimde başını salladı.

"Ona da yapacağım ama seninle başlamak istedim. Seninle bir anlaşma yapmak istiyorum."dedi. İlgimi çektiğini biliyordu. Hemen masada duran boş kağıda uzandı ve çekmeceden bir kalem aldı.

"Ne anlaşması?"dedim. Adam kağıda bir şeyler yazıyordu ama yazıyı okumak için oldukça uzaktaydım.

"Türkiye'nin en iyi adamlarıyla çalışıyorum. Her biri alanında en iyi ajanlar. Kaç paraya sizi satacağımız hikayesine hala inanmıyorum. Bana kalırsa yardımımızı reddetmemenizin iki nedeni olabilir. Birincisi gurur ikincisiyse Pars..."dedi adam. Kağıdı bana doğru itmişti. Masanın yarısında duraksayan kağıda doğru uzanıp kendime çektim.

"Pars mı?"diye sordum. Haluk başını sallamıştı. Kağıdı okumam için başıyla işaret veriyordu.

"Pars sizin yüzünüzden öldü. Size yardım etmek isteyen herkes ölüyor. Siz elinizde daha fazla kan kalmasını istemiyorsunuz."dedi. Ses tonunu bozmuyordu ama sürekli başıyla okumam için kağıdı gösteriyordu. Biçimsiz yazısına baktım.

'Dinleniyoruz.'

Kağıdı ona geri göndermem için eliyle işaret yaptığında kağıdı masada ona doğru ittim. Neler olduğunu anlamıyordum. Bir dakika önce yeni bir başlangıç yapmayı umduğum adam yeniden tüm beklentimi düşürüyordu.

"Sen ne dediğinin farkında mısın? Yeni bir başlangıç yapmak istediğini söyledin ve hemen ardından bize katil mi diyorsun? Manyak mısın be adam!"dedim. Sesim istemeden de olsa yükselmişti.

"Yalan değil, siz olmasaydınız Pars Raphel bugün hayatta olacaktı. Ben Pars değilim. Ben onun gibi dikkatsiz bir polis değilim. Ben en iyisiyim..."Haluk sinirli bir şekilde bağırıyordu ama yüzünde bir mimik yoktu. Kağıda yeniden bir şeyler yazıyordu. Kağıdı bana uzattığında bir yandan da konuşmaya devam ediyordu.

"...biz en iyisiyiz. Gece gündüz çalışıyoruz. Beni Pars'la karıştırarak hata edersiniz." dedi, bana değil uzattığı kağıda bakıyordu. Kağıdı alıp yerime oturdum.

'Benimle kavga et.'

"Ne yazıyorsun? Bu ne demek?"diye sordum kağıdı havaya kaldırıp Haluk kaşlarını havaya kaldırdı ve işaret parmağını dudağına götürüp sessiz olmamı işaret etti.

"Ben yazmıyorum. Asıl siz hepiniz kafanızda yazıyorsunuz. Sizin için çok şey yapabilirim. Sizi herkesten koruyabilir ve her şeyden kurtarabilirim..."Haluk kafamın karıştığını anlamıştı, konuşmaya devam ederken oturduğu yerden kalktı ve madalyonlarının asılı olduğu duvara doğru yürüdü. Bir madalyonu ters çevirdiğinde arka yüzüne takılmış bir dinleme cihazı olduğunu gördüm. Biri Haluk'un odasını dinliyordu.

"...elinizde benden daha iyi bir yardımcı yok. Bunu görmen ve Erim'e anlatmanı istedim. Birlikte çalışmalıyız ve Erim'i benimle birlik olmasına sadece sen ikna edebilirsin..."Haluk madalyonu düzeltmiş odanın içinde yürüyordu. Oturduğum koltuğun kenarına basıp hemen tepemdeki duman dedektöründen de madalyondakine benzeyen bir cihaz çıkarttı. Cihazı dedektöre geri koyup yere indiğinde bende cihazın saklanabileceği yerlere bakıyordum. Kütüphanenin yanında asılı duran saksıların içindeki cılız ışığı görmüştüm. Aynı cihazın sensörsüz hali masanın altında ve yüksek ihtimalle kütüphanedeki kitapların içinde de vardı.

"Ben seninle anlaşmak için kılımı bile kıpırdatmam!"dedim. Haluk sonunda anladığım için sevinmişti. Devam etmem için elini havada salladı.

"Bu iş hepinizin boyunu aşar. Ahmet'in katilini ararken kendinizi öldürteceksiniz. Bu işin peşini bırakmalısınız. Erim bu işi tek başına halledebilir."dedim yeniden. Haluk kağıda yazdığı yeni cümleyi bana göstermek için masanın diğer ucundan kağıdı havaya kaldırdı.

'Benimle evin arkasındaki serada buluş.'

Haluk kağıdı okuduktan sonra başımla onayladığımı görünce derin bir nefes aldı. Bir yandan gözüm madalyona takılmıştı. Neden odası dinleniyordu? Daha da önemlisi onu kim dinliyordu?

"Sen zeki bir adamsın Kaya Sözeri. Erim'i benimle ortak olmaya ikna edersen bir daha kimsenin canı yanmaz."dedi Haluk. Eliyle gitmem için odanın kapısını gösteriyordu.

"Sana bir şans verebileceğimi düşünmüştüm. Buna değmezmişsin. Sen kendini beğenmiş götün tekisin!"dediğimde Haluk'un kaşları çatılmıştı. Bu tepkisi beni gülümsetmişti. Keşke ona son cümlenin öylesine olmadığını ve içimden geldiğini söyleyebilseydim!

"Teklifimi iyi düşün! Sonunda yola geleceksin, bana muhtaçsınız!"dedi Haluk.

"Cehenneme git!"dedim ve odadan çıktım.  Haluk'ta hemen peşimden odadan çıkmıştı, beni kolumdan tutup çekiştirerek yürümeye başladığında bozuntuya vermeden peşinden gittim. Evin dış kapısına doğru geldiğimiz yoldan geri çıkıyorduk. Sessiz evin dinamiği değişmiş gibiydi, biz içeri girerken tüm kapılar kapalıydı ama içerde olduğumuz yirmi dakika birkaç kapının açılmasına yetmişti. Burada Haluk'tan başka kim olduğunu merak ediyordum.

"Anka burada mı?"diye sordum kendime engel olamadan. Haluk işaret parmağını dudağına bastırdı ve cevap vermeden evin çıkışına kadar yürüdü. Evden çıktığımızda sırasıyla sokağın girişindeki ve kapısının önündeki kameralara baktı. Kolumu bırakmıştı, benden ayrı evin arka tarafına yürümeye başladığında onu takip ettim.

Son bir saat içinde olanları anlamakta güçlük çekiyordum. Haluk dinleniyordu ve bunun farkındaydı. Dinlendiği için bana odada kötü davranmıştı ve işin doğrusu tanıştığımızdan beri hepimize kötü davranıyordu. Onu dinleyen kişi her kimse Haluk'un bize kötü davrandığını biliyordu ama işin aslı bu değil gibi görünüyordu. Hemen karşımda duran sera bana umut vermişti.

Evin önünde hiçbir yeşillik görmemek bana bahçelerinin olmadığını düşündürmüştü oysa küçücük bile olsa arka tarafta bir alanları vardı ve Marin kardeşler bu alanın tamamını kapatacak bir sera yapmaya karar vermişlerdi.

Haluk seranın kapısını açtı ve yeniden etrafına bakındıktan sonra içeri girdi. Kendime engel olamamıştım, kapıdan içeri girmeden önce defalarca kez etrafıma bakındım. Kimse yoktu, var olan kimse de seranın buğulu muşambalarından görünecek gibi durmuyordu.

Kapıyı arkamdan kapattım, içeriye gün ışığı birkaç delikten sızsa bile oldukça karanlıktı. İçeride birkaç sıra bitki vardı. Buraya ne ektiklerini anlamamıştım, oldukça bakımsız görünüyorlardı. Bitkilerden birine yaklaştım ve yaprağına dokundum. Bu kadar canlı ve yeşil görünen bir bitki elimde yalnızca toz bırakmıştı. Bu canlı bir bitki değildi.

Kafamı kaldırıp sıralarca ekili cansız bitkiye baktım. Burası bir sera bile değildi.

"Burası neresi? Anka nerede?"diye sordum aniden. Seranın içinde ilerliyordum. Haluk'tan ses çıkmıyordu.

"Dinçer'in arabası yerinde yoktu, gitmiş olmalılar."dedi Haluk. Seranın içinde duran bir dolabın başında duruyordu. Ona doğru ilerledim.

"Seni kim dinliyor?"diye sordum.

"Ekibimden biri."dedi gülerek. Hala dolabın içindeki bir şeye bakıyordu. Neye baktığını görmek için kafamı uzatmıştım ki Haluk dolabı kapatıp bana doğru döndü. Orada her ne varsa bana göstermek istemiyordu.

"Haklıydınız. Başından beri. Erim bana kaç paraya satın alınabileceğimi sorduğunda ekibimden birinin satın alındığını ve kullanıldığını öğreneli haftalar olmuştu. Erim çok farklı biri. Benim bunu anlamam haftalarca sürdü ama O...ilk görüşte söyledi."dedi Haluk. Sesindeki bastıramadığı hayranlık beni şaşırtmıştı.

"Ne diye beni çağırdın?"diye sordum. Açıkça ne olduğunu anlamak istiyordum ve Haluk'un bu tavırları beni çileden çıkarmak üzereydi.

"Seninle bu zamana kadar hiç konuşamadım. Haluk Marin olarak. Konuştuğun adam çizmem gereken bir tablodan ibaretti. Ben bu değilim, size öyle davranmak istemedim ama zorundaydım. Dinlendiğimi keşfettiğimde Anka sizi toplayıp Türkiye'ye dönmüştü. Bunu kimseye danışmadan yaptı oysa ki onunla aylardır olanları araştırıyorduk. Bilirsin işte, Ayliz'in ölümünün arkasında kimlerin olduğunu ve kitapların kimlerin ellerinde olabileceğini. Anka bana danışmadan sizi getirdi. Bunu bende yapacaktım ama önce ekibimdeki çürüğü kesip atmalıydım. Araştırdıkça basit bir çürük olmadığını anladım. Bir planım var ama bunu sen olmadan yapamam."dediğinde kaşlarım çatıldı.

"Bak, ekibinde bir çürük varsa üzgünüm. Onu yakalasan bile kime bağlı olduğunu bulamazsın ve ben bu konuda sana yardım edemem. "dedim.

Birini satın almak bir toprak satın almaktan farksızdı. Toprağa bakarsanız ürün alacağınız bir tarlanız bile olabilirdi ama bu emek istiyordu. Bir tarlayı yakmaksa birkaç saniyenizi alabilirdi ve altındaki toprak hala sizin olurdu. Haluk topraktan kurtulamayacağını anlamıyordu, ne yaparsa yapsın bir suça karışan iki kişinin arasında hep bir bağ olurdu. Sahip ondan kurtulmak için tarlasını yaksa bile toprak hala altta dururdu. Bunu biliyordum çünkü hayatım boyunca birçok toprağı ben almıştım. O çürüğü bulsa bile kime çalıştığını bulamayacağını biliyordum çünkü beni kimse bulamamıştı.

Erim'in her zaman iyi bir itibarı olmamıştı. Tıpkı benim de bir zamanlar olmadığı gibi. Erim'in oğlu olmak onun için çalışmak demekti. Ben Erim'e kalbimdeki sonsuz sevgiden başka bir bağla daha bağlıydım. Bunu kimse görmezdi ama biz görürdük. Bizim bir suç bağımız vardı. Kimse bunun için eskide kaldı diyemezdi. Bu bir lekeydi ve yapılan her iyilik sadece lekenin üzerinden geçen bir renkli fırça darbesine benziyordu.

Hayatı anlamaya çalıştığım süreçte Erim'in yörüngesinde dönüp durmuştum. Para kazanmak için yapıyor ve kazandıkça fazlasını yapıyorduk. Bu yörüngede durmak yoktu. İnsanları soyuyorduk. Oysa dolandırıcı olmadığımızı düşünüyordum çünkü soyduğumuz insanların da bizden bir farkı yoktu. Onlar da bir başkasını soyuyordu. En azından ben bunu düşünerek ruhumu vicdanımın gazabından koruyordum. İşler her zaman düzgün ilerlemezdi ama dışarıdan bakan biri bu soygun oyununun kusursuz olduğunu düşünmeliydi. Kusurlar içeride düzeltilmeliydi ve bu her zaman bir ölümle sonuçlanırdı. Kusurları düzeltmek için toprak alırdım, bir süre eker ve sonra tarlayı yakardım. Elimde verimsiz bir toprak kalırdı ve sorun da burada başlardı. Toprak kalırdı. Her zaman kalırdı.

İşlenen bir suç tutkala benziyordu. İki tarafı da hayat boyu birbirine bağlıyordu ama kimsenin anlamadığı bir gerçek vardı. Bir taraf keşfedilirse diğer taraf yok olurdu. Kimse bulunamazdı çünkü bir tarafın denklemden çıkması diğer tarafı başka bir kimlikle yeni bir hayata başlatırdı.

Arkamı döndüm ve bugün burada olabilmemi sağlayan sayısız yeni kimliği düşünmemeye çalışarak seradan çıkmak için birkaç adım attım. Öğreneceğim gerçeklerin bize yardım edeceğini düşünüyordum ama bu sadece bir bilgiden ibaretti. Burası bir zaman kaybıydı.

"Ekibinde çürük olanın sadece ben olduğumu mu sanıyorsun?" Haluk'un cümlesiyle duraksadım. Yeniden ona döndüm.

"Ne demek istiyorsun?"diye sorduğumda Haluk bakışlarını sahte bitkilerden aldı. Bana bakıyordu, gözlerimin en içine.

"Çark döndü Kaya. Bunu nasıl gözden kaçırırsın?"diye sordu. Ses tonunda bir sitem vardı. Başımı iki yana salladım.

"O çark kendi kendine döndü."dedim. Yeniden arkamı dönecektim ki Haluk bitkilerden birine uzanıp bir yaprağı kopardı. Bu bitki gerçekti.

"Yanılıyorsun. Çarkı biri çevirdi ve ben kim olduğunu biliyorum."dedi. Başımdan aşağı kaynar sular dökülmüş gibiydi. Söylediklerinde haklılık payı olabilir miydi? Haluk Marin onunla hiç tanışmadığımı söylemişti. Onu tanımıyordum, yapabileceklerini bilmiyordum.

"Kim?"diye sorduğumda gülümsedi.

"Ekibimdeki çürüğü yakalayacağım ama bunun için bir kanıta ihtiyacım var. Senin de bir kanıta ihtiyacın olacak ve benim elimde bu kanıt var. Ne diyorsun, beni dinleyecek misin?"dedi yeniden. Ona doğru yaklaştım.

"Kim?"diye sorduğumda Haluk başını iki yana salladı. Aramızda kalan birkaç adımı kapatıp koca adamın yanına gittim ve onu sağlam elimle yakasından kavrayıp hemen arkasında duran dolaba sertçe yasladım. Sargılı elimi boğazına hafifçe bastırıyordum.

"Seninle dahaca tanışmamış olabilirim ama bir şeyi atlıyorsun Haluk Marin. Sen de daha benimle tanışmadın."dedim. Haluk'un boğazını sıkmıyordum ama adam kızarmaya başlamıştı. Gözünde en ufak bir korku belirtisi bile yoktu. En başından beri yoktu. Korkmuyordu, hiçbir şeyden, hiçkimseden. Bu ürkütücüydü.

"Öyle mi dersin Kaya? Ya da Orca mı demeliydim?" Haluk'u yakalarından tutan ellerim gevşemişti. Bu sadece Haluk'u gülümsetti.

Orca. Bu ismi uzun süredir duymamıştım.

"Benimle tanışmadın derken ciddiydim. Tıpkı beni Pars'la karıştırmamanı söylediğimdeki gibi."dedi Haluk. Onu bırakıp birkaç adım geriledim.

Çarkın kendi kendine çevrildiği fikrine inanmam gerekiyordu. Aksine inanmak cesaret istiyordu ve ben bu yola girmeye cesaret edemezdim. Haluk yalan söylemiyordu.

"Ekibindeki hain Selin mi?"diye sorduğumda Haluk bir kahkaha patlattı.

"Hayır bunu da nereden çıkardın?"diye sordu. Bunu cevaplamak basitti.

"Ekibinden başka kimseyle konuşmadım. Aslına bakılırsa ilk Selin benimle konuştu. Bu işle çok ilgili duruyor ve sürekli ağzımdan laf almaya çalışır gibi yem atıyor..."Ben konuştukça Haluk'un yüzündeki sırıtış artıyordu.

"Hayır, o kişi Selin değil. Daha önce görüp görmediğinden de emin değilim...hayır görmüştün. Angelina'ya saldırıldıktan sonra evinizde kalan üyelerden biri..."O gece evde karşılaştığım insanları hatırlamaya çalışıyordum.Zihnimde beliren anla duraksadım. Angelina'yla mutfağa doğru giderken bizi korkutan o adam...

"Ekibindeki sarışın adam mı?"diye sordum aniden.

"Evet, nereden anladın?"diye sordu Haluk, şaşırmıştı.

"Sadece şanslı bir tahmindi."dedim sadece. İşin aslı böyle değildi. O gün tuvaleti kullanmak için evin içinde olduğunu söylemişti. Yeniden düşündüğümde nasıl bu kadar aptal olabildiğime inanamıyordum. O gün kapı sürekli kilitliydi ve anahtar sadece Selin'de vardı. O da saatler sonrasında nöbeti devralmak için gelmişti.

"Çarkı kimin çevirdiğini sormayacak mısın?"diye sordu Haluk. İçimde biriken cesaret yeniden uçup gitmişti.

"Bu çok zor biliyorum ama buna bir dur demezsen her gün daha çok çürüyeceksin."dedi Haluk. Kastettiği çürüyüş ben değildim. Kastettiği ekibimde daha fazla çürük olacağıydı.

"Ne kadar eminsin?"diye sordum. Haluk cevap vermeden önce derin bir nefes aldı.

"Selin araştırdı ve bana emin ol bir şeylerden emin olmasaydı bunu ortaya atmazdı bile..."dedi Haluk.

"Bunu kim neden yapar? Birimizin öleceği yazıyordu açık açık. Kim neden çarkı çevirir?"diye sordum. Bunu Haluk'a değil kendime sormuştum.

"Nedenini bulamadık, ama kim olduğunu biliyorum. Çarkı çeviren kişi..." Başımı iki yana salladım. Haluk şaşkınlıkla sustu.

"Söylemeni istemiyorum. Nedenini öğrenmeden kimin yaptığını bilmek istemiyorum."dedim.

"İyi de kim olduğunu bilmeden neden yaptığını nasıl öğreneceksin?"diye sordu Haluk. Haklıydı. Sadece benim baktığım pencereyle onunki aynı değildi ve herkes kendi gördüğünün haklılığıyla sınanıyordu.

Nedenini bilmeden bunu yapanı öğrenirsem vereceğim tepkiden korkuyordum. Bu iyi olmayacaktı, bunu görmüştüm. Angelina'da bunu yaşamıştım ve Anka'yla hala yaşıyordum. Birbirimize ince ipliklerle bağlıydık ve ben bir yolunu bulmadığım sürece bu isim sadece bizi birbirimizden tamamen ayıracaktı.

"Sen bu yüzden varsın. Bana en iyisi olduğunu söylerken de şaka yaptığını sanmıyorum. Bana bu işi kim yaptıysa nedenini bulmamda yardım edeceksin. Karşılığında bende senin bulmaya çalıştığın kanıtı bulmanda yardım edeceğim."dediğimde Haluk tepki vermedi. Söylediklerimi tartıyor olmalıydı. Kısa bir sessizliğin ardından Haluk gülümsedi. Bunu kabul etmişti.

"Cemal'in kime çalıştığını bulamayacağımı düşündüğünü biliyorum ama buna gerek yok Kaya. Çünkü biliyorum, kime çalıştığını biliyorum. Kitaplarda her şey yazıyordu..."

"Ne kitabı?"diye sorduğumda Haluk dudaklarını birbirine bastırdı.

"Kafan karıştı biliyorum. Gece olduğunda Selin seni alacak. Sana her şeyi daha detaylı anlatacaktır. Böylesi daha güvenli..."

"Selin neyin nesi? Nasıl bu kadar şey biliyor?"

"Selin hayatımda gördüğüm en zeki kadın. Çok genç biliyorum, nasıl bunca şeyi yapabildiğine çok şaşırıyorum. Bana ulaştığında daha emniyetteki işinin ilk haftasındaydı, yirmili yaşlarına yeni girmişti. Bana Anka Denkel hakkında her şeyi anlattı, sizleri anlattı ve bu dosyayı almamı söyledi. Başta ilgilenmemiştim ama ne zaman  Dinçer birkaç yıl önce beni Anka'yla tanıştırdı o zaman bu dosyayı almaya karar verdim. Bu bir tesadüf olmak için fazla Kaya. Beni anlıyor musun? Anka'nın Selin bana onu anlattıktan günler sonra hayatıma girmesi bir tesadüf olamazdı. Bu bir işaret diye düşündüm. Selin'le görüştüm ve en sonunda kabul ettim..."

"Dur bir saniye. Seni Anka'nın dosyasını alman için ikna eden Selin miydi?"diyerek durdurdum. Koca adam başıyla onayladı.

"Kimse bilmez ama beni size getiren Selin'di. O yıl kariyerimin en iyi yılıydı. Tek başıma tamı tamına otuz yıl öncesinin cinayet dosyasını kapattım. Bunu sadece altı ayda yaptım, inanabiliyor musun? Kendi ekibimi kurmama izin verilmişti. Kurduğum ekiple o kadar sağlam ilerliyordum ki neredeyse her ay yıllardır kapatılamayan dosyalardan birini kapattım. Selin bu işe yeni başlamıştı, heyecanlıydı. Yetenekli olduğunun da farkındaydı ve o zamanda bulabileceği en iyi şef bendim. Şansını denedi ve ben de ona bir şans verdim..."

"Yıllardır bu dosyada uğraşıyorsan neden hiçbir şey bulamadın?"diye sorduğumda Haluk başından beri bu soruyu bekliyormuşcasına gülümsedi.

"Bulamadığımı kim söyledi?"dediğinde kaşlarım çatıldı.

"Şunu yapmayı kes, bir şey söyleyeceksen söyle!"dedim bağırarak. Haluk bu tepkime gülmüştü.

"Bunun yeri burası değil. Selin seninle gece yarısı olduğunda her şeyi tek başına konuşmak istiyor."dediğinde yumruklarımı sıktım. Benimle neredeyse alay ediyordu.

"Ben anlamıyorum..."dediğimde Haluk başını ileri geri salladı.

"Haklısın. Bir şeyleri açıklamayı beceremiyorum. Kafanı karıştırmış olmalıyım..."dediğinde bende onun lafını böldüm.

"İyide neden Anka? Neden bizim hikayemiz? Neden bizi araştırdı? Eminim milyonlarca çözülmemiş davanız vardır. Bu mantıklı gelmiyor."dediğimde Haluk yeniden gülümsedi.

"Ona güvenini sorguluyorsan bunun boş bir çaba olduğunu söylemeliyim. Bunu ben de çok uzun zaman düşündüm. Selin'e sorduğumda bana hikayenizi Pars Raphel'in ölümüyle gördüğünü ve ilgisini çektiği için henüz bir polis olmamışken araştırmaya başladığını söyledi. O kız nasıl diyeyim sana...takıntılı gibi. Bir konu ilgisini çektiğinde yakasını bırakmıyor. Yıllardır birlikte çalışıyoruz ve neler yapabildiğini gördüm. O çok özel biri hepsi bu."dedi Haluk.

Haluk haklıydı. Selin özel biriydi. Hayatım boyunca içinde tutku olan insanları merak etmiştim ve Selin hakkında Haluk'tan duyduklarım beni çocuksu bir heyecana itelemişti. Onun hakkında öğrendiklerimin benim için yeterli olmadığını hissediyordum. Onu bize yardımcı olabilecek en yetenekli kişiydi ve ben onu daha yakından tanımalıydım. Onun gibi birine sahip olmak kesinlikle işimize yarayacaktı.

"Bak Kaya...yaşayabileceğin en iyi hayatı yaşayamadığını biliyorum. Her gün hayatta kalmaya çalıştığını ve bunu yaparken kararlar almak zorunda olduğunu biliyorum. Sana  yardım edebilirim. Bunu kanıtlamama izin ver. Bu savaşta yalnız olmak zorunda değilsiniz. Beni yanına al ve bana her şeyinle güven. Bu savaşı sana kazandıracağım hemde sadece birkaç ay içinde, hiçbir kayıp vermeden."

Haluk'un varlığı veya yokluğu bize hiçbir yarar sağlamadığı gibi bir zarar da sağlamamıştı. Ona şans verebilirdim. Söyledikleri ilgimi çekmişti, aklımdan binlerce senaryo geçiyordu. Çoğu kötü sonla biten senaryolardı ama yine de söylediği her şey ilgimi çekiyordu. Onunla ortak çalışmaya dünden razıydım ama onun bunu bilmesine gerek yoktu.

"Bütün bunlar benim için çok yeni. Sana ve ekibine..."Haluk'un yüzü düşmeye başlamıştı.

"...elimden geldiğince uyum sağlayacağım."dediğimde yüzündeki sırıtışa kayıtsız kalamadım. Bu küçük seranın içinde canlı olan ve olmayan hiçbir bitkinin burada başlayan dostluktan haberi yoktu. Benim bile.

"Ben gitsem iyi olacak. Erim'e öğleden sonra döneceğime söz vermiştim."dediğimde Haluk beni kolumdan yakaladı. Kolumu geri çektim. Bugün insanların bunu aniden yapmaktan vazgeçmeleri gerekiyordu.

"Bekle. Senden bir şey isteyebilir miyim?"diye sordu. Zaten ona yardım ederek istediğini yapacaktım. Şimdiyse biri bitmeden yeni bir şey mi isteyecekti? Bir an için ona gereğinden fazla arkadaş canlısı yaklaştığım hissine kapılmıştım.

"Aslında bir başka isteğini yapmakla meşguldüm ama iste."dediğimde beni duymazdan gelerek devam etti.

"Anka'ya Yiğit konusunda diğerlerinden daha anlayışlı davranacağını biliyorum. Bunu yapma."dedi bir çırpıda.

"Neden?"

"Cemal bu durumdan şüphelenir. Senin de herkes gibi ona tepki göstermen lazım. Anka'yı yalnızlaştırmalısınız ki o da çalıştığı kişilere bu haberi versin..."Haluk'un sözünü yarıda kestim.

"Bunu yapmam. Ona kendini kötü hissettirmeyeceğim."dediğimde Haluk derin bir iç çekti. Zor biri olduğumu düşünüyor olmalıydı. Zor biri olabilirdim ama istediği şey benden daha zordu.

"Bunu yapmanın senin için zor olacağını biliyorum Kaya. Cemal bugün sizin evde nöbette olacak. Anka'nın yalnız kaldığını görmeli. Sadece geceye kadar sabret. Selin'i dinleyene kadar sabret."dedi. Yüzündeki çaresizlik hissini anlayabiliyordum. Bu onun için önemliydi.

"Üzgünüm Haluk, bunu yapamam."dedim. Yeniden çıkmak için kapıya yönelmiştim ki Haluk atıldı.

"Sadece Selin'le konuşana kadar bekle. Sonrasında her şeyi düzeltmene yardım ederim. Anka beni dinler."dedi.

"Pekala geceye kadar bunu yapacağım. Tek bir dakika fazla değil."dedim arkamı dahi dönmeden. Söyledikleri beni rahatsız etmişti. Kapıdan çıktıktan sonra geldiğim yoldan geri gidip arabaya doğru ilerledim. Zihnimde Haluk'un sesi yankılanıyordu.

'Sonrasında her şeyi düzeltmene yardım ederim. Anka beni dinler.'

"Anka beni de dinler hıyarağası!"diye söylendim arabanın sürücü koltuğuna otururken. Arabaya bindiğim gibi yan koltukta unuttuğum telefonumdan bir mesaj sesi geldi. Telefonu kaldırıp ekrandaki isme baktım.

GÖNDEREN: ERİM SERTER

Geç kaldın! Neredesin sen?

Mesaja cevap vermeden telefonu geri koltuğa bıraktım ve arabayı çalıştırdım.

(Bölüm Şarkısı/3: Lord Huron-Secret Of Life)

Yol boyunca Haluk'un dediklerini aklımda çevirip durmuştum. Ona güvenirsem sadece aylar içinde bu işi bitirebileceğini söylüyordu. Yıllardır bu işin üzerinde çalışıyordu ve kat ettiği yol bir sona yakındı. İçimde bu ortaklığın benim için kârlı olduğunu söyleyen ses şimdi suskundu.

Öte yandan çarkla ilgili söylediği her şey aklıma kazınmıştı ve bunun ağırlığı başımı ağrıtıyordu. Yıllar öncesinde tehdit edildiğimiz için birbirimizin arkasından onlarca oyun oynamıştık ama bu farklıydı. Hiçbir zaman bir ölümden sorumlu olacağımızı bilerek davranmamıştık. Yaşanan her şeyi hatırlıyordum ama bu öyle değildi. Bu çok farklıydı. Kim olduğunu bilmeden nedenini nasıl bulacaktım? Haluk gerçekten bunu bulabilir miydi?

Toprak yolda benden başka bir araba daha vardı. Kullandığım arabanın aynısından bir tane daha. Bu bizimkilerden biri olmalıydı. Boş yolda sinyal verip arabayı evin girişine doğru kırdı, kapıda duran adamlara selam verip içeri girdi. Boş yolda bile kurallara uyabilecek sadece bir kişi tanıyordum. Bu Anka'ydı. Dün evden Dinçer'in arabasıyla ayrılmışlardı ve sabah çıkarken Anka'nın arabasını diğer arabaların yanında görmüştüm ama o kendi arabasıyla dönüyordu. Bu tuhaftı.

Biraz daha hızlanıp peşinden arabayı evin girişinden içeri soktum. Adamlara selam vermediğim için başta ikisi de silahlarına uzansa da sonradan beni tanımış olsalar gerek öylece girmemi izlemişlerdi. Anka arabayı diğer arabaların yanına koymamıştı, gidecekti. Buraya kalmak için gelmemişti. Arabamı arabasının arkasına park edip aceleyle içinden indim. Anka beni fark etmişti, tedirgin görünüyordu.

"Anka?"diye seslendim yanına doğru hızlı adımlarla giderken. Dün korkunç bir gün geçirmiştik. Gece evden ayrılırken yüzündeki hayalet ifadeyi unutamıyordum. Tek istediğim ona sarılmak ve her şeyin yoluna gireceğini söylemekti.

"Merhaba."dedi sadece. Arabasına yaslanmış evin girişine bakıyordu. Yanına geldiğimde durdum, Haluk'un dediklerini unutmamıştım. Benden bu kadar zor bir şeyi istiyorsa iyi bir nedeni olmalıydı.

"Burada ne arıyorsun?"diye sordum. Sesimde onun için endişelenen tınıyı duyduğunda yüzünü bana çevirdi. Makyaj yapmamıştı. Saçlarını örmüştü, üzerindeyse spor kıyafetleri vardı. Buraya antrenmana gelmiş olmalıydı.

"Erim çağırdı. Antrenman için."dedi bakışlarını yeniden kapıya çevirmeden önce.

"Nasıl hissediyorsun?"diye sordum. Paramparça olmalıydı.

Angelina haklıydı. Onu dinlemiyorduk. Onu kimse dinlemiyordu. Bu kalbini kırıyor olmalıydı. Kendimi suçlu hissediyordum.

Anka bu soruyu beklemiyor olsa gerek kaşlarını çattı. Bu kadar sakin olmam onu şüphelendirmişti.

"Bilmem."deyiverdi sadece. Ona doğru yürüdüğümü fark ettiğinde yüzünde oluşan gerginliği atmıştı. Kendime engel olamadan elimi ona götürdüm. Yanağına dokunup başını hafifçe kendime doğru döndürdüm. Her an ağlayabilecek gibi görünüyordu ama içimden bir ses gözlerinde tek bir damla yaş bile kalmadığına emindi. Gözlerinde umut vardı. Dün gece Yiğit'i tanıdığını söylediğinde tepki verdiğimi hatırlıyor olmalıydı. Tıpkı o giderken peşinden koşup bunu çözebileceğimizi söylediğimi hatırladığı gibi. Bu yüzden ümitli olmalıydı. Herkesten önce beni yanına çekebileceğini biliyordu. Kimse yanında değilse bile ben her zaman yanında olurdum. Ben onun ilk, son ve hatta en sağlam kalesiydim.

Göz ucuyla evin kapısında bekleyen Selin'e ve hemen yanında duran Cemal'e baktım. İkisi de bizi izliyorlardı. Elimi Anka'nın yanağından çekip aşağı indirdim ve yumruk yaptım. Bunu yapmak beni korkutuyordu. Anka yıkılacaktı.

"Bilmem mi? Bilmelisin. Biz nasıl bok gibi hissediyorsak sen de öyle hissetmelisin. Sen bize ihanet ettin. Sen bana ihanet ettin Anka. Buraya artık bir parçası olmadığın ekibinle antrenman yapmaya mı geldin? Yoksa bize seni affetmemiz için yalvaracak mısın?"dedim tükürürcesine. Anka'nın gözlerindeki ışığın yavaş yavaş sönüşünü izliyordum. Sahip olduğu son cesareti az önce geri vermemek üzere ben ödünç almıştım.

"Ben buraya konuşmaya gelmedim. Sadece antrenman yapacağım."dedi. Sinirlenmişti, dişlerini sıkıyordu. Hiçbir şey söylemeden ilerledi, beni geçebilmek için bana çarpmıştı. Güçlükle yutkundum. Arabasının aynalarından Cemal'i ve Selin'i görebiliyordum. Dişlerimi sıktım. Bütün bu saçmalığın iyi bir sebebi olsa iyi olurdu. Aksi takdirde Haluk'un gözündeki morluğu daha iyileşmeden tazeleyecektim.

***

Üzerimi değiştirip yanlarına gitmem neredeyse yarım saatimi almıştı. Tek elimi kullanamamak her şeyi zorlaştırıyordu. Ayaklarımı sürüyerek kapıdan içeri girdiğimde beni ilk gören Erim oldu. Yüzünden ne kadar mutsuz olduğunu görebiliyordum. Bunun nedeni hemen birkaç adım ötesinde Aslı'yla çalışan Anka olmalıydı. Ona kızgınlığını yanlış kelimelerle ifade etmişti, bu onu yiyip bitiriyordu ama Erim kalın kafalı biriydi. Gidip Anka'dan özür dilemeyecekti.

"Neredesin sen? Kimseye haber vermeden gitme lüksün yok!"diye bağırdı Erim. Ellerimi teslim olur gibi havaya kaldırdım.

"Hava almaya çıktım, Selin'e söylemiştim aslında."dediğimde Erim kenarda duran iki eldiveni bana fırlattı. Bir tanesi bacak arama geldiğinde acıyla yüzümü buruşturdum.

"Biliyorum. Selin söyledi."dedi ardından.

"O halde ne diye bağırıyorsun?"dedim. Yere düşen eldivenlerden birini alırken bir yandan da odayı inceliyordum. Burası evin bodrum katıydı. Tüm katı titizlikle düzenlenmişti. Yerlerde lastik kaplama vardı, duvarlarda yer yer kum torbaları ve yumruk topları asılıydı. En köşede küçük bir ringi bile vardı. Hemen önümde raflarda onlarca farklı spor malzemesi vardı. Buradaki toplam aletle bir spor salonu açabilirdi.

Anka burada düzenli olarak çalışıyor olmalıydı. Vücudunun güzel bir şekilde kaslandığını görebiliyordum. Yıllar önce onunla ne zaman çalışsak vücudu güçsüz olduğu için çok zorlanırdı. Bu yüzden Anka'ya hep güçtense strateji odaklı hamleler öğretirdim. Çalışmayı bırakmamıştı. Üzerinde kalın bir kazak yerine bir sporcu sütyeni olduğunda kaslarını daha net görebilmiştim. Bakışlarımı Anka'dan alıp eldivenime verdiğim sırada elimde olmadan hafifçe gülümsedim. Bu çok çekiciydi.

"Ne gülüyorsun?"diye çıkıştı Erim. Gülümsemem solmuştu. Bir kol omzuma atıldığında irkildim. Bu Uğur'du.

"Ben şampiyonu alayım koçum uygun mudur?"diye sordu Erim'e. Erim başıyla onayladığında beni boş bir alana doğru çekiştirdi.

"Aman diyeyim, Erim şu an saatli bomba gibi. Patlayacak yer arıyor."dedi Uğur. Sessiz olmak için üzerime doğru eğilmişti. Üzerinden akan terler tişörtüme yapışıyordu. Yüzümü buruşturup onu kendimden ittim.

"Çekil şurdan leş gibi terlemişsin!"dedim. Uğur'u ittiğim elim sırılsıklam olmuştu.

"Kusura bakma ağabey bir saattir hiçbir şey yapmadan yatıyorum ondandır."dedi alayla. Boynundan akan teri üzerime doğru sirkelediğinde istemsizce küfür ettim. Uğur'un kıkırdaması Erim'in dikkatini çekmişti. Erim tam bir şey diyecekken Uğur elimden eldiveni aldı ve içine sıkıştırılmış bandajı çıkartıp elime sarmaya başladı. Erim'den gerçekten çekiniyor olması beni güldürmüştü.

Uğur sağlam olan tek elime bandajı sararken diğerlerini izledim. Aslı ve Anka bir köşede çalışıyorlardı. Çalışmaktan çok kavga ediyor gibi görünüyorlardı. İkisininde antrenmanlarda birbirlerinin minderine bu kadar sert vurmazdı çünkü Erim bir sakatlık çıkmasını istemezdi ama bugün işler farklı görünüyordu. Aslı'nın bu kadar sert davranmasının nedeni Anka'ya olan öfkesini bu şekilde dile getirmeyi seçmiş olması olabilirdi. Her ne kadar dün Anka gittikten sonra onu korumak için herkese kafa tutmuş olsa da sabah uyandığında bunları unutmuş olmalıydı.

Hemen yanlarındaki küçük ringde Emre ve Bora senkronize birkaç hareket çalışıyorlardı. İkisi de terden sırılsıklam olmuştu. Zihnimde tek bir kişinin sesi yankılanıyordu. Haluk. Bu odadaki biri çarkı çevirmişti ve herkes onlarca farklı nedenle bu pozisyona adaydı. Dişlerimi sıktım, tüm vücudum gerilmişti. Biraz daha düşünürsem kimseye eskisi gibi bakamayacak ve herkesi kendi içimde suçlayarak kendimden uzaklaştıracaktım. Bakışlarımı onlardan alıp hemen ileride Erim'in gösterdiği birkaç hareketi yapan Angelina ve Hülya'ya verdim. Uzun süredir çalışıyor olmalıydılar. Angelina'nın güçsüz vücudu titremeye başlamıştı, yüzü kıpkırmızıydı ve acı içinde görünüyordu ama tek bir ses çıkarmadan hareketlere devam etmesi hoşuma gitmişti. Öte yandan Hülya o kadar zorlanmıyordu. Hiç terlemediğini de hesaba katarsak yeni gelmiş olabildiğini düşünüyordum. Uğur onlara baktığımı anlamıştı.

"Çok tatlı değil mi?"diye sordu. Bandajı bitirmişti. Eldiveni elime geçirdiğinde bir yandan da kızlara bakıyordu.

"Hangisi?"diye sorduğumda Uğur gözlerini devirdi.

"Hülya tabii ki!"dedi. Eldivenimi de takmıştı. Yere baktığımda ayaklarını çapraz yaptığını gördüm, içimden gelen onu düşürme isteğine karşı koyamadım. Omzuna sertçe vurduğumda ayakları birbirine dolandı ve yere düştü. Sırıtarak yerde kızgın bir ifadeyle bana bakan Uğur'a bakıyordum.

"Yapmasana ağabey kız bakıyor!"dedi gülümsemeye çalışarak. Hülya Uğur'a doğru güldüğünde Uğur'da ona gülüp eliyle selam verdi.

"Kalk ayağa aptal aşık tüm gün seni bekleyemem."dedim. Uğur havada salladığı elini indirip ayaklandı.

"Tek elin var kaşınma istersen."dediğinde sargılı elimi arkama alıp diğer elimle çenesine vurdum. Uğur afallamıştı.

"Ulan sen şimdi görürsün!"dedi Uğur, yüzüne gelen ikinci bir yumruktan kaçmıştı. Karnıma vurduğunda kahkaha attım. Uğur'da sırıtıyordu. Sağa eğilip çenesine alttan vurdum.

"Dur ulan dişlik takmadım! Bu dişler porselen! "dedi çenesini sıvazlarken. Bunun doğru olmadığını biliyordum. Uğur geri çekilip kıvrak bir hareketle bana vurmaya çalıştığında başımı eğdim. Yıllar öncesinde ne zaman birlikte çalışsak dikkatimi kaybedene kadar sürekli aynı hamleyi yapardı. Çenemi ıskalayan yumruğu yeniden şansını denerken gözlerimi devirdim.

"Sen nasıl maç kazanıyordun bu taktikle? Rakibin bir kere maçını izlese tüm hareketlerini ezberleyebilir."dedim. Yıllar önce yaptığı gibi önce sağ ve hemen ardından sol kroşe savurmuştu ve bunun hemen arkasından tekme atmaya çalışacaktı. Uğur ayağını tekme atmak için savurduğunda sağına doğru yanaşıp yeniden çenesine vurdum.

"Ruh hastası, yıllar önceki taktiklerimi mi hatırlıyorsun?"dedi Uğur.

"Sen buna taktik mi diyorsun?"dedim gülerek. Bir sonraki hamlesi kesinlikle birkaç adım geri çekilip beni üstüne çekmekti. Uğur geri çekilmek için geriye doğru bir adım attığında üzerine gidip onu şaşırttım.

"Üç direk bir tekme iki adım sağ bir adım ileri..."dedim Uğur'un sular seller gibi ezberlediği ve benim dışımda karşısına çıkabilecek herhangi birini yere serebileceği hareketlerinin sırasını dışımdan sayarken.

"Siktir ordan oynamıyorum!"dedi Uğur, gülmesi bana az önce gelecek hareketlerini tamı tamına eksiksiz saydığımı düşündürüyordu. Keyifle gülümsedim.

"Gerçekten ne çöp hafızalı adamsın ağabey, önemli bir şey olsa unutursun benim hareketlerimin sırasını mı aklında tutuyorsun?"diye sordu şaşkınlıkla. Omuz silktim.

"Ringe çok zaman geçirdim Uğur, sadece oradayken yaşadığımı hissediyordum. Bu benim tutkum. Hem her maçında seni izledim. Sürekli aynı hareketleri yapacaksan bunun bana sökmeyeceğini bilmen lazım."dediğimde Uğur dudağını büzdü.

"Bugün pek alçak gönüllüsün..."dediğinde sırıttım ve yeniden omuz silktim. Bu konuda alçak gönüllü davranmama gerek yoktu, özellikle de Uğur'la konuşurken!

"Ben bir şampiyonum ve asla yenilmem."dediğimde Uğur başını iki yana salladı.

"Seni yenebilecek birini tanıyorum."dedi. Tam kim olduğunu soracaktım ki başıyla hafifçe odanın ilersindeki Anka'yı işaret etti. Yüzümdeki gülümseme kısa bir süreliğine donmuştu. Anka onu izlediğimizi fark ettiğinde gözlerini kısa bir süreliğine Aslı'dan ayırıp üzerimize çevirdi. Aslı bunu fırsat bilip Anka'yı köşeye sıkıştırmıştı. Bakışlarımı onlardan aldım ve Uğur'un da dikkatini dağıtabilmek adına başka şeyler düşündüm. Aklıma ilk geleni söylemek sadece sözlerimi kulaklarım işitene kadar mantıklıydı.

"Karşında benim olduğuma şükret eğer Ahmet'le bir gün dövüşmek zorunda kalırsan..."duraksadım. Kurduğum cümle ağır gelmişti. Kalbimdeki alevi yutkunarak söndürmek istemiştim. Uğur'un da en az benim kadar yüz ifadesi donakalmıştı. Bakışlarımı yere çevirdim.

"Üzgünüm, bu senin için zor olmalı."dedi Uğur. Yüzündeki şefkat dolu ifade bana kendimi daha çok acınası hissettiriyordu.

"Sorun yok."dedim gülümsemeye çalışarak.

"Bakıyorum evcilik oyununuzda çay ikramına geçmişsiniz. Nedense oyun arkadaşın sıkılmış gibi görünüyor Uğur."dedi Erim. Yanımıza gelmişti. Göz ucuyla Angelina ve Hülya'ya baktığımda su içiyor olduklarını gördüm, ara vermişlerdi.

"Kaya'yı pataklıyordum, soluklanmak istedi ondan durduk."dedi Uğur düz bir ifadeyle.

"Seni pataklıyor muydu?"dedi Erim inanamamış gibi. Gülümsedim.

"Adam tek elle bile çift elle oynadığı gibi oynuyor. İnsana kendini kötü hissettirmek için yaratılmış gibi."dedi Uğur şakasını anlamayan Erim'e. Erim gülümsedi ve anladığını belirtircesine başını salladı.

"O zaman gel bakalım Kaya Bey. Seninle birde ben çalışayım. Bakalım tek elin olmadan beni yenebilecek misin?"dedi Erim. Bütün antrenmanlarımı Erim'le yapmıştım ve yıllar sonra onunla çalışacak olmak beni heyecanlandırmıştı. Onu yenebilirdim ama iki elim olmadan bu çok zor olacaktı. Yine de başımla onayladım.

"Uğur sen kızlarla ilgilen. Angelina'nın tekmelerinde hata var, her hareketini izle ve düzelt ki kendini sakatlamasın. Hülya'da torbada yumrukları üzerinde çalışabilir."dedi Erim Uğur'a. Uğur Hülya'ya doğru bakıp sırıttı.

"Tamamdır ben hallederim."dedi, tam yanımızdan ayrılacaktı ki Erim hafifçe Uğur'u tişörtünden tuttu.

"O yavşak gülüşünü suratından hemen siliyorsun."dedi Erim sertçe. Uğur'un gülümsemesi anında silinmişti. O yanımızdan uzaklaşırken Erim'in gözleri üzerindeydi.

"Uğur'un üzerine neden bu kadar gidiyorsun?"diye sorduğumda Erim omuz silkti.

"Antrenmana kendini vermekte zorlanıyor ve o kız da bu işi hiç kolaylaştırmıyor."dedi Erim Hülya'yı işaret ederek.

"Uğur o kıza karşı gerçekten bir şeyler hissediyor."dediğimde Erim başını salladı.

"Bu korkunç. Kız Uğur'un kadın versiyonu gibi. İkisi güçlerini birleştirirse artık bir değil iki Uğur olacak ve buna hazır değilim."dedi Erim. En sonunda gülümsediğini görmüştüm.

"Hadi bakalım, seninle çok işimiz var."dediğinde dudaklarımı birbirine bastırdım. Uzun bir antrenman olacaktı.

***

Erim'le neredeyse bir saat kadar hiç durmadan çalışmıştık. O buradaki kimse gibi değildi. Hareketleri sadeydi. Paniklemez ve asla gereksiz bir hamle yapmazdı. O kusursuzdu. Onunla aramızdaki tek fark onun bunu dile getirmemesi ve benim bununla övünmemdi.

Sırılsıklam terlemiştim. Sadece bir elimi kullanabiliyor olmak Erim'in karşısında beni dezavantajlı bir konuma getirmişti. Maç yapmamıştık ama yine de hareketleri yapmak kolumu oldukça zorlamıştı. Bir saat sonrasında Erim'de en az benim kadar yorulmuş ve terlemişti. Birlikte esneme hareketleri yapıyorduk. Ayaklarıma doğru eğilmiştim, Erim bir başka hareket için doğrulmamı söylediği sırada bir kadın ayakkabısı gördüm. Doğrulduğumda hemen karşımda dikilen Anka'nın yüzü bembeyazdı.

"Şampiyonu alabilir miyim?"dedi Anka. Saatlerdir ilk defa sesini duyuyordum. Gülümsemem solarken o çoktan ringe tırmanmıştı. Anka bu soruyu Erim'e sormuş ama sorunun cevabını beklememişti. Kimsenin onunla konuşmak istemediğini biliyordu.

"Yoruldum. Başkasıyla yaparsan daha iyi olabilir."dedim. Göz ucuyla kapıdan burayı izleyen Cemal'e bakıyordum. Erim'le çalışmaya başladığımda kapıda bekleyen diğer adamla nöbet değiştirmişti. Ringden inmek için ilerliyordum ki Anka yolumu kesti. Gözlerinde inatçı bir kıvılcım vardı. İstediğini almadan beni kesinlikle bu ringden indirmeyecekti.

(Bölüm Şarkısı/4: San Holo- Hold you)

"Benimle dövüşmek zorundasın."dediğinde kaşlarım çatıldı. Anka gayet ciddiydi. Boğazım kurumuştu. Aklından geçenleri bilmiyor olmak beni heyecanlandırmıştı. Güçlükle yutkundum.

"Tamam."dedim onunla birlikte ringin ortasına geçerken. Bakışlarımı yüzünden alamıyordum. Saçları terden sırılsıklam olmuştu, vücudunda Aslı'nın darbelerinden kalma kızarıklıklar vardı. Neden bunu yapıyordu?

O ringde onun karşısındayken sanki bir ay öncesine geri dönmüştüm. Onunla konuşuyordum ama o beni duymuyordu. O beni bugün de duyamazdı. Gece yarısına kadar.

Sargılı elimi yeniden arkama alıp diğer elimi çeneme götürdüm. Anka emin adımlarla üzerime geliyordu. Çeneme bir yumruk salladığında kaçmadım. Hiç zaman kaybetmeden yüzüme bir diğerini indirmişti. Şaşkınlıktan ne yapacağımı bilmiyordum. Neden bu kadar sert davranıyordu?

Baldırıma doğru gelen tekmesinden kaçıp onu omzundan ittirdim. Anka sadece birkaç adım sendeledikten sonra yeniden üzerime geldi. Bana vurmak istiyordu. O halde bana vurması gerekiyordu.

Bir eliyle karnıma yumruk attıktan saniyeler sonrasında tüm gücüyle yüzüme doğru gelen kroşeye karşı gözlerimi bile kırpmadım. Anka nefes nefese kalmıştı. Geriye çekildiğinde ağzımda biriken kanı kenara tükürdüm.

"Hey, küçük biraz yavaş ol."dedi Uğur, herkes rahatsız olmuştu. Anka bir kabustan uyanmış gibi duraksamıştı. Benimse içimde biriken hayal kırıklığı ve öfke gün yüzüne çıkmış ve Anka'yı sarmalamıştı.

"Hadisene!"diye bağırdım Anka'ya avazım çıktığı kadar. Sinirden dişlerini sıkıyordu. Tereddüt etmeden üstüme atladığında birlikte yere düştük. Sargılı elimi son anda alttan kurtarabilmiştim. Anka bacaklarını bacaklarıma doladı ve iki elimi de sertçe yere bastırdı. Sargılı elimi bastırdıkça dişlerimi daha sert sıkıyordum. Ben zorlandıkça o daha çok bastırıyordu.

"Kes şunu!"diye bağırdı Erim. Ringe girecekti ki ona bağırdım.

"Sen karışma!"

Anka elimi daha sert bastırırken ağzımdan acılı bir inilti firar etti. Vahşi bir hayvandan daha tehlikeliydi çünkü avını yakalamıştı ama onu öldürmek değilde sadece ona acı çektirmek istiyordu. Kulağıma doğru eğildiğinde gözlerimi kapadım.

"İstemesen sana bir yumruk bile atamam. Kimse atamaz. Neden karşılık vermiyorsun?"diye sordu. Gözlerimi açtığımda yüzünün hemen birkaç nefes ötemde olduğunu gördüm.

"Çünkü sana sinirliyim..."Anka sağlam elimi bırakmış sadece sargılı olana bastırıyordu.Cümlemi dahi tamamlayamadan acıyla inledim.

"Seninle muhattap olmak istemiyorum!"diye bağırdım sinirle. O kadar yüksek sesle bağırmıştım ki bir saniyeliğine sesimin tüm evde yankılanıyor olduğunu hayal ettim. Sözlerim Anka'nın yüzündeki sinirli ifadeyi bıçakla ortadan ikiye bölmüştü. Gözleri dolmuştu, ellerini elimden çekti. Bu pes ettiğini gösteriyordu. Tereddüt bile etmeden yeniden kulağıma eğildi.

"Angelina'ya Yiğit konusunda bir şans verdin. Bana neden vermiyorsun? Açıklamama bile izin vermedin."dediğinde dudaklarımı birbirine bastırdım. Anka bir elini göğsüme koymuş diğer eliniyse bandajlı elimin üzerine nazikçe bırakmıştı. Parmaklarını parmaklarıma dolamamıştı ama elimi tutuyor gibiydi.

"Angelina'yı dinledin. Ona bir şans verdin kahrolası! Herkes bir yana sen beni anlamalıydın. Sen beni dinlemeliydin Kaya. Onunla hiçbir şey olmamış gibisiniz. Neden bana bir şans bile tanımıyorsun?"diye sordu yeniden. Cemal gördükleri karşısında şüphelenmiş olmalıydı. Anka'nın hemen bütün bu yaptıklarına bir son vermesi gerekiyordu. Onu nasıl durduracağımı biliyordum ama kendimi nasıl durduracağım hakkında bir fikrim yoktu.

"Çünkü sen Angelina değilsin!"dedim sakince. Anka'nın yanaklarından süzülen bir damla yaş yüzüme düşmüştü. Bir süre bakışları yüzüme kilitlendi, sanki bana bakıyor ama beni görmüyordu. Boynundaki ipi tek eliyle söktü ve bandajlı elime bıraktı. Üzerimden hızlıca kalktı ve koşar adım ringden inip merdivenlere doğru gitti. Bense hala ringde yatıyordum. Bir süre gözlerimi kapattım. Derin bir nefes aldım ve ona Angelina olmadığını söylemenin bana içten içe verdiği keyfi düşündüm. Gözlerimi açtığımda çoktan dehşete kapılmıştım. Birlikte geçirebileceğimiz bunca seneyi çöpe attığı için kızgındım ve içimde bir yerlerde benim kadar acı çekmesini istiyordum ve az önce bu istek dışıma taşmıştı . Bu bencillikti, bunu yapamazdım. Korkunç bir hata yapmıştım. Olduğum yerden hızla kalktım, herkes hala bıraktığım konumdaydı. Koşar adım ringden kendimi aşağı attım. Tam merdivenlere yönelmişken Angelina önümü kesti.

"Tanrım, o kadın deli mi neden böyle bir şey yaptı? Elin acıyor mu?"diye sordu. Endişeli gözlerini elime indirdikten kısa bir süre sonra sargılı elime dokunmak için atıldığında geri çekildim.

"İyiyim, gitmem lazım."dedim yeniden. Angelina'yı ve az önce neye şahit olduğunu bilmeyen diğerlerini geride bırakıp merdivenlerden üst kata çıktım. Nefes alamıyor gibi hissediyordum. Bir baskı ciğerlerimi büzüştürüp atmış gibiydi. Dışarı çıktığımda Anka'nın arabasının yerinde olmadığını gördüm, gitmişti. Bu sadece bana kendimi olduğumdan da iğrenç hissettiriyordu.

Bu bölümü okurken nasıl hissettin?

Kaya, Haluk'a güvenmeli mi?

Karakterlere bir soru sorma şansın olsa hangi karaktere ne sorardın?

7.Bölümü çok uzun olduğu için iki bölüme ayırıp yazdım. İlk kısmın yeri ayrı ama ikinci kısmı yazarken çok eğlendiğimi söylemeliyim, keyifle okuyacağına eminim...Yarın bölümün ikinci kısmını yayınlamak istiyorum ama senden gelecek bir cevaba da ihtiyacım var. Ne dersin, yarın yeniden buluşur muyuz satırlarda?

Continue Reading

You'll Also Like

3.6M 85.8K 62
🔞+18 içerik vardır, 18 yaşından küçük ve rahatsız olanların okumaması tavsiye edilir.🔞 Elini bacak aramdaki sıcaklığa soktu.Kadınlığıma dokunduğund...
7 Numara By Beril Sancar

Mystery / Thriller

11.1K 958 8
Sevdiği adamla geçirdiği bir gece sonucu hamile kalan Umay Uzel, Yiğit Ali'yle evlenir. Kocasının da onu sevdiğini düşünerek sürdürdüğü evliliğini ve...
111K 8K 62
Sessizlik. Yalnız kalmak istediğimi söylemiştim sadece ona. Sadece sessiz olmasını! Neden dediğimde susmadın? Şimdi yoksun. Bu senin tercihindi!
412K 12.7K 38
Bebeğine bakamayacağını düşünen bir anne bebeği gizlice babasına bırakıp kaçarsa? Bir kapı zili ile hayatı alt üst olan bir mafya ? Sizce bu ikisini...