PORTOLA VALLEY 2∣ Tamamlandı ♚

By bsrarikan_

167K 12.7K 2.9K

Dudakları dudaklarına değdiği an hayat boyunca beklediği anın bu olduğuna karar verdi.Vücudu alev alev yanıyo... More

♚Tanıtım♚
♚1.bölüm♚
♚2.bölüm♚
♚3.bölüm♚
♚4.bölüm♚
♚5.bölüm♚
♚6.bölüm♚
♚7.bölüm♚
♚8.bölüm♚
♚9.bölüm♚
♚10.bölüm♚
♚11.bölüm♚
♚12.bölüm♚
♚13.bölüm♚
♚14.bölüm♚
♚15.bölüm♚
♚16.bölüm♚
♚17.bölüm♚
♚18.bölüm♚
♚19.bölüm♚
♚20.bölüm♚
♚21.bölüm♚
♚22.bölüm♚
♚23.bölüm♚
♚24.bölüm♚
♚25.bölüm♚
♚26.bölüm♚
♚27.bölüm♚
♚28.bölüm♚
♚29.bölüm♚
♚30.bölüm♚
♚31.bölüm♚
♚32.bölüm♚
♚33.bölüm♚
♚34.bölüm♚
♚36.bölüm♚
♚37.bölüm♚
♚38.bölüm♚
♚39.bölüm♚
♚40.bölüm♚
♚41.bölüm♚
♚42.bölüm♚
♚43.bölüm♚
♚44.bölüm♚
♚45.bölüm♚
♚46.bölüm♚
♚47.bölüm♚
♚48.bölüm♚
♚49.bölüm♚
♚50.bölüm♚
♚51.bölüm♚
♚52.bölüm♚
♚53.bölüm♚
♚54.bölüm♚
♚55.bölüm♚
♚56.bölüm♚
♚57.bölüm♚
♚58.bölüm♚
♚59.bölüm♚
♚60.bölüm Son'ların Engin Sınırsızlığı Gözyaşıyla Kuşandı "final"♚
♚Özgürce Savruluş Töreni ♚

♚35.bölüm♚

2.1K 201 20
By bsrarikan_

Şüphe, içini parçalayarak kalbinde kanayan yarayı besliyordu. Odasına döndükten sonra soyunarak duşa girmiş, buz gibi suyun altında kımıldamadan beş dakika boyunca durmuştu. Uyuşan düşüncelerinin ayılmaya ihtiyacı varmış gibi!

Işıkları açmadan, pencere kenarında durup yirmi dakika boyunca Newcastle'ın semalarına baktı.Hiçbir şey düşünmek istemiyordu.İki saat önce hayatındaki yapbozun eksik parçaları birleşmişti.Yalnızca yüz yirmi dakika önce.Yaşananları kabullenmekte zorlanıyordu. Nelson Johansen'ın Larissa Nolan cinayetiyle bir bağı olabilir miydi?

Buz gibi bir bira açıp kutusundan içti. Susuz değildi, yalnızca midesine bir şeyler girsin gevşesin diye içiyordu. Çalışma masasının başına oturdu. Dashner ailesi için hazırlanan çalışma ofisinden bundan çok daha iyisi vardı ancak bu kilitli çekmeceli masa da işini görüyordu.

Kilitli çekmeceyi açtı, Teğmen Keaton Bradley'in Nolan cinayetiyle ilgili verdiği röportaj ve Ashton'ın doktora teziyle alakalı belgeler vardı. Belgeler, tıpkı iyi bir soruşturma raporu gibi titizlikle incelenmişti. Sarı renkli fosforlu bir kalemin kapağını açtı ve notlarını düzenlemeye koyuldu.

İşini bitirince köşedeki eski tip kasalı bilgisayarı açtı.Umduğu kadar iyi çalışmıyordu; ancak tek istediği daha net bilgilere ulaşmaktı.Telefonunu kullanarak riske girmek istememişti.Hadi ama bu külüstür hiç iyi çalışmıyordu.Kasaya hafifçe vurunca cızırtı daha da arttı. Muhtemelen, bir şey fanlara takılıyordu.Bir kere daha vurunca, cızırtılı ses kayboldu.Güzel.

Sabırla e-postalarını kontrol etti, fazla bir şey yoktu, birkaç kapkaç davasıyla ilgili güncel önemsiz bilgi, Portola Valley polis biriminden bir rica ve diğer gereksiz elektronik postalar.

Acil yanıt gerektiren bir şey olup olmadığına baktı ve tarayıcıyı açtı. Yazılım programları, mektuplar, internetten indirilmiş makaleler ve pdf dosyaları 20 gigabaytlık bir alana yayılmıştı. Tanrım, hepsini tek seferde incelemesi mümkün değildi. Öncelik sırasına göre belgelere tek tek tıkladı.Lanet olası ekran donup duruyordu.Bunca lüksün içinde yeni bir bilgisayar almak çok da zor olmasa gerekti.

Parmaklarını touchpad'e hafifçe vurunca, fare imleci ekranda ani hareketlerle yeniden oynadı. Nelson Johansen ve Afgan-Sovyet savaşlarıyla ilgili bir arama yaptı. The Los Angeles Times'ın ön sayfasında bir fotoğrafı ve şu başlık gözüne çarptı: Bir Kahramanın Zafer Sarhoşluğu Mu?

Başını iki yana sallayarak okumaya devam etti. Gazete ve dergilerin daha fazla bilgi toplamasıyla gelişen hakikati takip etti. 'Bir ipucu' diye düşündü.Lanet olası küçücük bir ipucu.Katili cinayetleri işlemeye iten yegane şey.

Okumaya devam etti. Haberlerin hiçbirinde Bahar'ın adı geçmiyordu bu iyiye işaretti. Nelson Johansen 1989 yılında son bir röportaj vermiş, en sonunda basın mensuplarından onu biraz rahat bırakmalarını istemişti. Mahremiyet ricası kabul görmüşe benziyordu zira ailesi hakkında yeterli bilgi yoktu. Hoş bunu öğrenmek için daha farklı yolları deneyebilirdi.

Başını camdan yana çevirerek geceyi iliklerine kadar hissetti; tam sol göğsünün altında.Bağrında.Soluklarında can buluyor ciğerlerinde yankılanıyor, kanına karışıyordu gece.Bir günahı kefene dikerken hisleri tek bir isimde toplanıyordu.

Larissa Nolan nereden çıkmıştı, kesik baş cinayetleriyle ne ilgisi vardı? Tüm bunlar o Nelson denilen pezevengin başının altından çıkıyor olmalıydı.

Katil Nelson olabilir miydi?

Kızını bela çukuruna itmeyi isteyecek kadar şerefsiz olabilir miydi yoksa hala vicdan kırıntılarına sahip miydi?

Katili kendi eliyle yakalayacaktı.Bunu o kadar çok istiyordu ki elinin altındaki fareyi öfkeyle sıkarken eklem yerleri acımıştı.

İnternet sekmelerini birbiri ardına kapatıp geçmişi silmeden evvel, yerel haber sayfalarına göz atmayı ihmal etmedi. Basın kendilerine fazla yer vermemişti boy boy fotoğrafları yoktu isimlerine değinilmişti yalnızca. Neyse ki! Çavuş bunu gurur meselesi yapmıştı anlaşılan.

UBS'ye girerek Cinayet masası komiseri Darly Wiseman'ın hazırlık soruşturması başkanına gönderdiği raporu yarım saat içinde okudu. Yarısı boş içeriklerle dolu metinde ilgisini çekmiş gazete kupürlerinden alıntılara yer verilmişti. Brendan'a göre bu tür raporların emniyet genel müdürlüğü dışına çıkarılmaması gerekirdi ama belli ki kurallar esnetilmişti.

Bu da, eğer çalışanlar aptalsa hiçbir güvenliğin fayda etmeyeceği teorisini bir kez daha doğruluyordu. UBS'ye hala giriyor olması bile güvenliğin ne derece altlarda olduğunu simgeliyordu. Darly Wiseman emniyet teşkilatında çalışmamalıymış, dedi kendi kendine. E-postalarına istediği an ulaşabilmek için telefonunu açtı.İnternet erişimi sınırlıydı; ancak her daim temkinliydi.Eşofman altının cebindeki tek kullanımlık kartları yokladı.

Biraz daha bir şeyler okuyup uyumaya karar verdiğinde elinde hala elle tutulur bir şey yoktu. Birasının kalanını tek seferde bitirdi ve her daim yanından ayırmadığı ufak not defterini kenara itti. Artık o gün ipucu ortaya çıkmayacak, kayıtsız halinin derinliklerine ilham verici mesleki yıldırımlar düşmeyecekti.

En sonunda bilgisayarı kapatıp yatağa uzadı, tavana bakarak olayın yaşadığı geceyi hissetmeye çalıştı. Larissa'nın ürkek adımlarını, yüzüne vuran soğuğu, katilin güç gösterisini ve genç kadına saldırışını...

Olay yerine bir kez daha gitmek isterdi. Kar kokusunu iliklerine kadar hissetmek. Ancak adli tıpçılardan sonra çoğu şeyin değiştiğine emindi. En sevdiği laf şuydu: Geride bıraktığın kanıt esas kanıtı siler. Ve katile dair bakması gereken yer kesinlikle burası değildi. Ama neresiydi?

Yorganı üzerine çekti. Saat üçe gelirken hala uyanıktı. Dışarıda kopan fırtınanın uğultusu kulaklarına dolarken babasını düşünmeye başladı. John Rex Wilder hakkında ne biliyordu ki? Neredeyse hiçbir şey... Müthiş bir görsel hafızaya sahip olduğunu ve çok iyi bir baba olduğunu biliyordu. Peki ya koca?

Kendisini övmeyi seven, dışa dönük harika resimler çizen güzel bir kadın. Annesi...Emily Varines. Ve yarım kalmış bir aşkın yegane temsilcisi Doktor Giselle Hector.

Tarafını seçmeliydi.

Odadaki saat tik taklı uçlarını beynine saplarken Larissa Nolan'ı Nelson'un öldürebilme tezinin çürüklüğüne karar verdi.Bunda bir yanlışlık vardı.Bir eksiklik.

Sırtını yastığa yaslayarak oturdu, komodinin üzerinde birkaç tarihi roman vardı. İçlerinden birini aldı.Uyku peşinden sessiz adımlarla, usul usul geliyordu; yarım saate kalmadan kitabı göğsüne yasladı ve gözlerini yumdu.

*

Malikanenindışında, rüzgar fundalığın sonsuz genişliğini acımasızca kırbaçlıyor, gribulutlar gecenin karanlığında gökyüzünde sürükleniyordu.

Rüzgarın savurduğu dallar penceresine vururken sağ tarafına döndü, uyuyamıyordu. Onun derin ela gözlerini düşünmekten ve büyüleyici kelimelerini defalarca tekrar etmekten boğuluyormuş gibi hissediyordu.

Kendi kendine homurdanarak sabahlığını kaptı, nota kağıtlarının aynen bıraktığı gibi durduğuna emindi. Sabahlığı omuzlarının üstüne alarak hissettiklerini zihninden uzaklaştırma umuduyla koridora çıktı.

Alt kata inip ikiz kapılara ulaştığında bedeni gerilmiş bir gitar teli gibi titriyordu. Kütüphanenin şöminesi söneli bir hayli olmuştu, tüyleri ürperdi.Tanrı aşkına, hangi akla hizmet buz gibi havada üstelik de yabancısı olduğu bir evde yalın ayak dolanıyordu acaba?

Hırsız gibi temkinli adımlarla Steinway marka kuyruklu piyanonun karşısındaki yerine oturdu.Onu utandırmayacaktı. Kendisi için bunca fedakarlığı göze almış birinin ondan istediği kişi olmaya çalışacaktı.Omuzlarını dikleştirerek bakışlarını nota kağıdında sabitledi.Önce bir tuşa dokundu eller, sonra birine daha...

C-major dizelerini gözlerini kapadığında parmakları tuşların üzerinde içgüdüsel olarak akıyordu.Ezberden olabildiğince hızlı çalmaya çalıştı. Biri sondan, biri ortadan, diğeri en baştan.İhanetin ateşi göğsünü yakıyordu.Tanrım, geçmişi ona söylemeyi nasıl atlardı? Bu kesinlikle önem taşıyordu.

Şamdanlarıngölgesindeki parmakları tuşları itinayla okşarken, nabzı hızlandı.Çok farklıbir deneyimin eşiğindeydi.Kayalıklarla bezeli uçurumun hemen kenarındahissediyordu kendini.Hatta öyle ki çalkalanan denizin tuzlu tadı dudaklarınavuruyordu.Aşağıdaki sivri kayalıklara dalga üstüne dalga çarpıyor, köpüklerinihavaya saçıyordu.

Gri bir sis bulutu piyanonun etrafını kuşatırken ipek geceliği rüzgarda salınıyordu.Dizgin vurulmamış hisleri tatminkarlığın eşiğindeydi.Yavaşça döndü. Adam oradaydı, Ciğerleri Gökyüzü Dolan Adam işte karşısındaydı.Tıpkı Redwood City'de gördüğü gibi. Lacivert takım elbisesi içinde ona bakıyordu. Sanki...dudaklarında buruk bir tebessüm asılıydı.

Bakışları ise cilalanmış bakır taşı gibi donuktu.İç çekti, keşke yüzünü daha iyi görebilse ve o ela gözlerden hangi düşüncelerin geçtiğini okuyabilseydi; oysa katran karası gökyüzünden kopmuş bir gölgeydi.

Adam uzaklaşmak için bir hamle yaptığında, usulca yerinden kalktı ayakları uçurumun kenarına doğru bir hamle yaptı.İkisi de hakikatten kaçamayacağını biliyordu.Gelgitler ayın acımasız çekimine nasıl karşı koyamıyorsa, o da adamın hipnotize edici bakışlarına öyle karşı koyamıyordu.

Rüzgar daha sert eserken cılız bedenini hırçın dalgalara katmayı denedi.Ama o an tuhaf bir biçimde korkacak hiçbir şeyi olmadığını, adamın onu bırakmayacağını biliyordu.ASLA terk etmeyeceğini.

Ta ki adam beklemediği bir anda ona sokularak yumuşak bir darbeyle onu uçurumdan itinceye kadar...Sarp kayalıkların kenarında sendelerken, yeşil gözler kahverengiye dönüştü. Afganistan'da savaşın ortasında bir başına bırakılmış kederli bir yüze...Kederli çığlığı kulaklarını tırmalarken nota kağıtları başından aşağı savrulan Giselle'ye.

*

Uzaktan gelen melodinin tanıdık sesi hem güzel hem de sarsıcıydı.Tutku yağmuru düşen gözkapakları aralandı.Her nota ruhunun girdabında savruluyordu.Müziğin insanı alıp götüren bir etkisi vardı.

Notalar inip kalkan göğsünde yankılanırken bütün her şey geride kalmış; içindeki tonlarca ağırlık hafiflemeye başlamıştı.Sezgileri genç adamı yanıltmıyordu.Ay Işığı Sonatı'nı andıran enfes bir parçaydı bu. Bir su perisi notalarla raks ediyor olmalıydı.Yerinden usulca kalkarken hatalı birkaç nota kulağına çarptı.Kusursuz olan kesinlikle müzikti müzisyen değil.

Uykusu kadar yalnızlığı da bölünen Brendan, aklını meşgul edecek daha farklı bir kitap bulma maksadıyla koridora çıktı.Bunun o su perisini görme isteğiyle bir alakası yoktu.Öyle ki ikisi de kendi cehennemlerinde yansa umurunda olmazdı.

Şarkı tutkulu kreşendoya tırmanırken,  merdivenlerin sonundaki çift kanatlı kapıya ulaşmıştı bile. Güçlü parmakları bronz kapı koluna dokunduğu anda müzik aniden duruverdi.

Elini korla temas etmişcesine hızla geri çekti.Ürkütücü sessizlik gecenin bağrına tutunan bir ebriyoyu andırıyordu. Kapıları yavaşça aralayıp bir gölge gibi içeri süzülürken kendi nefes nefese soluğu dışında başka hiçbir sese meydan bırakmıyordu.

Açık teni, oval yüzü ve uzun kirpikli yeşil gözleriyle doğal bir zarafetin temsilcisi işte karşısındaydı.Ufak tefek vücudunun biçimli duruşu, seçkin havasıyla, soylu bir leydiyi andırıyordu.Tanrım, başını salladı kadının varlığı canını acıtıyormuş gibi gözlerini kıstı.

O, piyano taburesinde otururken yüzünde anlaşılması güç bir ifade vardı.Soluk soluğa kaldığı hızla inip kalkan göğsünden anlaşılıyordu.Çıkardığı melodik sesler içine huzur tohumlarını ekmişti.Meleklere ilahiler okuyacak kadar masum bir huzurdu bu.

Kütüphanedeki varlığını fark etmemesi için son derece dikkatli davranarak ağır adımlar eşliğinde raflardan birine yaslandı.Onu ihtiyatla izlerken, bakışları örgüden firar etmiş karmaşık buklelerinden, beyaz ipek geceliğinin tül katlarından aşağıya inip çıplak ayaklarına kadar uzandı.Bu haliyle genç bir kadından çok ufak bir kız çocuğunu andırıyordu.Onun bu masumluğu bedenine akıp giden ilkel bir heyecan yolladı.

Heyecan demişken... Birinin bu kıza yetişkin bir erkeğin evinde nasıl giyinmesi gerektiğinden bahsetmesi şarttı.Her defasında kıl payı kurtulduğu ateşin yalnız kaldıkları her an, onu yakmak için alevden dilleriyle etrafını sardığını ve ateşin kendisinin bile artık kontrol edemeyeceğini tane tane anlatması hiç de fena olmazdı.Ya da bırakalım öylece kalsın ve küçük kıvılcım cehennemin göbeğine çekilerek kendini yaksın.

Genç kadın usulca yerinden kalkıp erişebileceği mesafeden uzakta bir raftan eski cilt bir kitabı almak için parmak uçlarında uzanınca, konuşmaktan ve ağzını açarsa dağılıp parçalara bölünmekten korkarak gizlendiği yere sinip nefesini tuttu.Tırnakları yenmiş parmaklar kitap sırtlarını şefkatle okşuyordu.Kitabı yüzüne yaklaştırdı ve derin bir nefes çekti.Tanrım, kitap kokusuna bayılıyordu kuşkusuz.

İç çekti, onu birçok kere -çıplak da dahil olmak üzere-farklı biçimlerde görmüştü ; ancak daha önce geceliğiyle hiç görmemişti.Loş ışıkta saçları güneşte doymuş bal rengi gibi ışıldıyordu.Avuç içleri terliyor elleri ona dokunmak için adeta tutuşuyordu.

Raflara sıralanmış bir dizi şamdandan yayılan ışıklar siluetini mükemmel bir şekilde ortaya çıkarıyordu. Özellikle de iyice belirginleşen ufak göğüslerini...

Onu baştan çıkaran asıl şey ise dişlemeye devam ettiği alt dudağının manzarasıydı.Elindeki kitabın eski bir aşk romanı olduğuna bahse girerdi.

Aralarındaki kısa mesafeyi içgüdüsel olarak kapamıştı, ona yaklaştıkça gözleri tutkunun ışığıyla parlıyordu. Derin bir nefes aldı.Sahaflarda duymaya alışık olduğu koku genzine doldu.Belki de Bahar'ın bollaşan örgüsünden kurtulan saçlarının yaydığı kokuyu içine çekmişti.Hangisi olursa olsun harika bir andı.

Burun deliklerinde fırından yeni çıkmış kek esintileri yaratan kokuyu içine çekerken gözlerini kapama isteğiyle dolup taşıyordu.Kokular her zaman en son unutulurdu çünkü.Hisleri ifşa eder ve mantığı bir paçavra gibi savururdu.

"Aradığınızı bulabildiniz mi Leydi Jones?"

Sesten o kadar irkilmişti ki, ayağının üzerinde sıçradı ve önündeki ahşap raflara doğru sendeledi.Kalbi duracak gibi olmuştu. Sanki birisi birden vücuduna yüksek voltajla elektrik akımı vermiş gibi hissediyordu.Solgun renkteki şamdanların ışığı odayı dolduruyor,elindeki kitabın saman rengi sayfalarını ısıtıyordu.Ela Gözlü, Soylu, Çenesi Gamzeli ona böyle bakarken paragrafları anlamak kolay iş değildi.

Konuşmaya çalıştı ama nutku tutulmuştu.Bir gecede ateşe ikinci defa bu denli yakın olmak...Üstelik de yalnızken.Tanrı yardımcısı olsun. Hem ateş basmış hem de üşümüştü. Ciğerleri tuhaftı, sanki dünyada onları doyuracak yeterli miktarda oksijen kalmamış gibiydi.

Sırf onun yakınında olmak bile titremesine yetiyordu.Dört buçuk gece önceki piyano derslerinden sonra adam onu öyle ateşli bir biçimde öpmüştü ki...Bu öpücük, zihninden bir an olsun çıkmamış arzu dudaklarını kemirmişti.

Şimdiyse, hiç zahmetsizce yalın ayaklarıyla onun dünyasının el değmemiş yerlerine basıyormuşçasına, incecik bir geceliğin içinde hassas ve korunmasız hissediyordu.

"Ben..." diye solurken elindeki kitabı titrek elleriyle rafa yerleştirmeye çalıştı,kitap diğerlerinin yanında düzensizce kaydı.

Adamın, kendisini hep olur olmadık durumlarda yakalamak gibi nadir bir yeteneği vardı. Bir daha ki yüz yüze gelişlerinde kendisiyle gurur uymasını istemişken, işte şimdi burada ipek geceliği ve çıplak ayaklarıyla duruyor, hizaya girmeyen saçları haylaz bir kız çocuğu gibi omuzlarından aşağı dökülüyordu.Tek sorun adamın göz bebeklerine yansıyan mumun titrek aleviydi; gözlerinin rengi erimiş yeşim taşı gibi görünüyordu.

"Notaları ezberden çalmaya çalışıyordum."

Sıcak nefes arkasına geçti, rafa koyduğu kitabı düzeltirken eli omzuna değdi sarsıcı temastan irkildiğinde Çenesi Gamzeli onun duraklamasını fırsat bilerek kurumuş dudaklarını ıslattı ve  iyice sokulup sır verme havasında,"Hiç de fena sayılmazdı." dedi.

Ah, kendine adamın dürüstlüğü için şükretmesi gerektiğini söyledi.Tonlarca hata yaptığını biliyordu.En azından kendini gerçek bir piyanist gibi hissetmeden evvel, gözünü açmıştı.Usulca ona doğru döndü.

Açık gri uzun kollu bir tişört ve daha koyu renkte bir eşofman altı giymişti.Bir adam çuval bile giyse iyi görünebilir miydi? Bu resmen haksızlıktı.Tanrı aşkına, saçları dağınıkken ne kadar da yakışıklı göründüğünü unutmuştu.Tutkuyla yoğunlaşan göz renginin olgun incire benzediğini, kıvrılmış kirpiklerinin uçlara doğru eşsiz kıvrımını...Yeni duş almış olmalıydı duş jelinin kokusu ruhuna doldu.Etrafındaki binlerce kitaba bakarak iç çekti.

"İnsan," deyip yutkundu.Yutkunurken boğazı yandı."Şahane eserlerin arasında Tanrının bahşettiği ömrün yanı sıra okumak için ikinci bir ömrü olsun istiyor."

"Leydi Jones kitap kurdu olduğunuzu inkar etmiyorsunuz demek?"

Birbirlerine o kadar yakındılar ki sesi kalbinden yankılanıyor sandı.Dudakları minik bir tebessümle kıvrıldı.

"Asla etmiyorum Bay Walker."

"Anlaşılan Dashner ailesi de doyumsuz birer koleksiyoncuymuş." En eski ciltlerin olduğu üst rafları gösterdi. "Vay canına şunlara baksana kitapların pek çoğu antika denilebilecek kadar eski. Redwood City'de bile böylesini göremezsin."

Adamın hiddetli, şehvet dolu gözlerinin içine bakarken, vücudunun ortasında merak uyandırıcı bir erime duygusu hissetti...Yüzünün inceliğini, buğulu gözlerini çevreleyen koyu renk kirpiklerini yüreğine iliştirmek hem tatlı hem de acıydı.Gözleri dolgun dudaklarına takılınca, vücudu baştan ayağa ürperdi, bütün benliğini bir alev sardı.Bu dudakları kendi dudaklarının üstünde yeniden hissetmek istiyordu. Savunmasızdı ve dikkati tek bir şey üzerinde toplanmıştı. Tehlikeli bir şey.

"Nesillerdir burada olduklarına eminim.Pekala, çok geç oldu sanırım artık gitsem iyi ola-"

Onun yanından geçip giderken,adam kolunu tuttu ve hafifçe çekerek kızı durdurdu.Kolunu kibar ancak sertçe onun tutuşundan kurtarmaya çalışırken, arkasındaki kitaplığa çarptı.Tanrı aşkına, bu herif onun sahibi mi sanıyordu kendini? Soğukkanlılığı son demlerinde geziniyordu. Kontrolünü kaybetmek onun yanındayken çocuk oyuncağıydı. Zihninin terazisi şaşmıştı özenle dizdiği mantık vagonları birbirinin üstüne devriliyordu.Tek kaşını kaldırdı.

"Ne yaptığını sanıyorsun?"

O an anladı, ruhuna binlerce çengelli iğneyle iliklenmişti adam.O sökülürse dikiş tutar mıydı kanayan yerleri? Kapana kısılmıştı.Başını geriye yatırarak sorgularcasına yüzüne baktı.Aradaki boy farkını yok etmek için kafasını tamamen eğmişti.Ela gözleri çevreleyen kirpikler kuyunun dibine istiflenmiş ok gibiydiler.Onları zifiri karanlıkta bile görebilirdi. O an alkolün kokusunu aldı sarhoş muydu?

Kısmen kızarmış gözleriyle tepeden tırnağa kendisini süzerken iyice belirginleşen göğüslerinin üzerinde ancak acı verici olarak tabir edilebilecek uzunca bir süre oyalanınca huzursuzca kıpırdandı.O gözlerde yaşadığı gecenin izlerini kitap gibi okuyabiliyordu.

O gözlerin ötesindeki başka bir şeyi daha gördü; derinliği.Ya da belki o öyle sanıyordu.Belki de ifşa olan kendi gözleriydi.Belki de adam onun tüm sırlarına hakimdi. Korkularına. İsteklerine. Zihninde hayat bulamayan kelimeler taslak sayfalar olarak çoğalırken birden Bahar'ı kafa karışıklığı içinde bırakan kelimeler döküldü dudaklarından.

"Sana bir şey anlatmamı ister misin? Tam olduğumuz yerde aşkı bulanların hikayesini?" Bu kez o delici gözlerde yalnızca kendi aynasını gördü.Alt dudağını dişleyerek başını salladı.

"18 y.y'da genç lord ve genç leydilerin tanışıp evliliğe adım atmaları için balolar düzenlenirmiş.Genç hanımlar günlerce sosyeteye takdim edileceği bu özel gece için hazırlanırlarmış. İşte böyle gecelerden biri de bu malikanenin büyük salonunda düzenlenmiş."

Romantik tarihi kurgu okumayı severdi; pekala bayılırdı.Adamın ağzından dökülen şiirsel anlatıma hayran kalmıştı o sevimli bilgiç tavrını bozmak istemeyerek sessizliği seçti.

Çenesi Gamzeli, gördüğü ilgiden memnun bir ifadeyle genç kızla salınırken sözlerine devam etti."Evet ne diyordum? Kızlarını bu özel davete hazırlayan annelerin gözleri o gece de gecenin gözde bekarı genç kontun üzerindeymiş ne var ki genç kont hiç bir kıza bakmıyormuş."

Tanrım, başının döndüğünü hissetti her anlamda yoğun bir geceydi uzun geceliğinin etekleri yerleri süpürüyor; kanat takmış ayaklarının ona doğru çekilmek yerine geri çekilmesi gerekiyordu;ancak adamın üzerinde bıraktığı girdapta kayboluyordu.

"İlk dansı genç kontun açmasını bekleyen çiftlerin sıkılmaya başladığı bir anda kontun gözleri parlamış ; misafirler gözlerini kapıya çevirdiklerinde sarı tuvaletinin yakasında kırmızı gülleri bulunan genç bir hanımın içeriye doğru süzüldüğünü görmüşler.Kont yerinden kalkarak salonun ortasına ilerlemiş ; anneler ve genç çiftler salonun etrafında halka şeklinde dizilerek kontu ve kim olduğunu bilmedikleri genç kızı nefeslerini tutarak izlemeye koyulmuşlar.Kızın duru güzelliği kontun aklını başından almış yaptıkları valsin son olmayacağını bilerek başıyla selamladığı kızın eline zarif bir öpücük kondurmuş. Kont karşısındaki genç kızın saçlarındaki kırmızı güller bile bu güzelliğin karşısında sönük kalır diye düşünmüş ne var ki genç kız bir baronun kızıymış.Kontun bu kızla dans etmesini uygun bulmayanlar olmuş."

Omzunun üstünden genç adama bakarken keşke daha yeterli ışık olsaydı diye geçirdi aklından.

"Fakat genç kont hiç kimseyi dinlememiş gece boyu dans ettiği güzelin isminin Jessica olduğunu öğrenmiş ve o geceden sonra William ve Jessica tüm engellere rağmen aylarca mektuplaşmışlar;genç kont tüm ailesini karşısına alarak Jessica ile evlenmiş. Toprakların tek varisi olduğundan kontluk kendisinde kalmış;fakat Jessica aileye kabul görmemenin burukluğunu yıllarca yüreğinde taşımış."

Redwood City'de gördüğü siyah beyaz eski fotoğraf karesini düşündü.Fotoğraftakiler William ve Jessica olabilir miydi? Meraklı gözlerle baktığında kendini içgüdüsel olarak adama biraz daha bastırdı, omuzları onun göğsüne iyice yapıştı kendini tutamayarak "Peki ya sonra ne olmuş?" diye sorduğunda kalbinde patlayan bombaların haddi hesabı yoktu.

"Jessica ve William içinde bulunduğumuz bu malikanede aşklarını filizlendirip Redwood City'de ise çocuklarıyla taçlandırmışlar.Yetmişli yaşlara geldiklerinde ise aynı gün hayata veda etmişler ve ölene dek birbirlerine sadık kalmışlar."

Ölene dek sadık kalmanın nasıl bir his olduğunu düşündü.Şimdiki nesil ölene dek değil öğlene dek bile birbirine sadık kalamıyordu.Eski balo salonu şimdiki kütüphanenin ortasında öylece durdular.

"Yani Kont William ve Kontes Je-"

Neyi soracağını tahmin etmişti sözünü keserek "Kont William ve Kontes Jessica'nın kim olduğunu merak ediyorsun ve bu malikaneyle ne ilgisi var diye düşünüyorsun öyle değil mi?" diye hislerine tercüman oldu.

Terli avuç içlerini omzuna bastırdı "Gerçeklere tutunmamın faydası olur diye düşünüyorum."

"Kont William benim büyük büyük babam dolayısıyla Kontes Jessica da büyük büyük annem olur." dediğinde tek kaşı çoktan havalanmıştı.Verdiği şaşkınlıktan garip bir haz alarak sözlerine devam etti.

"Dashner ailesiyle çok eskiden beri tanışırız Santa Clara'daki balo büyük annem ve büyük babam için bir dönüm noktasıydı."

Okunmayı bekleyen kitaplar ; ruhunda üflenmeyi bekleyen yaralar vardı.Yaralanan ruhunun şifasıydı ciğerleri gökyüzü dolan bir adamın parçalanan ruhu.

O ruh ölümsüzdü.

O ruh arafın kapısıydı.

Bölüm parçası ; Dmitri Shostakovich_The Second Waltz 

Dikkat Turuncu 'ı es geçmeyin lütfen!

Continue Reading

You'll Also Like

21.1K 320 3
İki küçük diş izi konacaktı, bedenime. Ruhuma ise karanlığını bırakacaktı. 🌹 Bazı insanlar gerçekten tersten işlerdi. Kimisinin duası kabul olurdu...
14.2K 1.7K 11
●◌Tüm haklar terliğmin altında saklı
2M 88.7K 68
Aile problemleri yüzünden evden kaçmış ve kendi ayakları üzerinde durmaya çalışan, aynı zamanda sinir hastası olan Pare, ucuza gelsin diye ikinci el...
2M 105K 42
*Wattys2021 Romantizm Kazananı* Çağlar 27 yaşında, sorumluluk almayı sevmeyen bir adamdı. Abisi ve yengesinin ölümünün ardından hem yetim hem de öksü...