güneşin oğlu geceye tutulmuş]...

By staywnini

46.3K 6.4K 2.8K

"Beni sevmiyorsun." Kana bulanmış ellerinden tekini farkında olmadan sarı tutamlarının arasından geçirdi. O b... More

giriş // melez kampının önemli isimlerini tanıyalım
1 // apollon'a adanan patates kızartmaları
2 // ben seni unutmak için sevmedim
3 // sen canımı yakmazsın
4 // kehanet babamın işi, senin değil
5 // jongin'in gülümsemesi
6 // benimle güvende olurdun
7 // yeraltı yolcuları
8 // zalim ebeveyn apollon
9 // sarışın
10 // halhal
11 // sarışın melezlerle sehunun dertte olan başı
12 // kimse özlemek zorunda kalmamış
13 // jongdae'nin hançeri
14 // kayınpeder ile sevgi dolu karılaşma
15 // senin gibi korkak olmayacağım
16 // dik dur, yüzleş, senin bir yüreğin var
17 // bir gecede ne kadar kalp kırılabilirse o kadar
18 // nasıldı jongin'in gözleri
19 // içimdeki çiçekler bırak solsun ben yenisini ekerim
21 // sarı laleler ve beyaz güller
22 // tilkinin kürkçüye olan aşkı bitmez elbet bulur dükkanı
23 // ne kadar siyah olursan ol güneşim sensin benim
24 // yixing herzaman haklıdır
25 // arka cebimizde taşımamız gereken hançerler
26 // yaraların için başkalarına gitme ben sararım hepsini
27 // ailem sensin
28 // jongin'in gözlerini ezberlemek
29 // bana ne yaptığını buldum
30 // tanrılar iyi ebeveynler değildir
31 // tanrının tanrılara inanmayan oğlu
32 // (m)inseok'un yeni kitaplığı
33 // seni seviyorum diyebilenler ve diyemeyenler

20 // sana yenik düşmekten dizlerimdeki yaralar iyileşmiyor

1.1K 186 62
By staywnini



Bölüm 20 // Sana Yenik Düşmekten Dizlerimdeki Yaralar İyileşmiyor


Jongin'den

"Ben sana kurban olurum Jongin'im, geçecek hepsi." Yixing saçlarımı okşarken dizlerimi iyice kendime çektim ve başımı kucağına biraz daha yerleştirdim. Afrodit kulübesi artık dert yanma ve kafa dağıtma mekanım olmuştu. İçeri girdiğiniz anda birileri mutlaka gelip size el kremi uzatıyor, bugün çok güzel göründüğünüzü söylüyordu. Chanyeol sevgili yaptı yapalı yalnız yakalayamıyorduk onu, abimeyse bu konuda dert yanamazdım. Yixing benim Sehun kasırgasından kaçtığım tek limanımdı.

"Öğlen yemeğinden sonra o toprakla ilgilenirken başında beklemek zorundayım." Aksi aksi burnumu çektim. Utanmasam ağlayacaktım ki, ağlardım da. "Ekime geçmediğimiz için Mina da yanımızda olmayacak, ne yapacağım ben?"

"Gerekmedikçe hiç konuşma, bırak işini yapsın. Süslü şeyler söylemeye kalkarsa da kanma sakın tamam mı?" Beyaz parmakları arasından sarı tutamlarımı geçirip taramaya devam etti saçlarımı. Yanlarını kazıttım kazıtalı sert çocuklar gibi görünüyordum ama işin aslı tek bir adamda yerle bir olacak kadar sallantıdaydım. Sehun temellerimi öyle bir sarsmıştı ki, hâlâ yerine oturmayan bir şeyler vardı. İnsan insanı on yedi yaşında böyle üzer miydi?

"Ne güzel büyümüş ama değil mi, canıma kastı mı var anlamadım hiç. Tenine baktıkça ağlayasım geliyor." Akıllanmaz biri olduğumdan bunu düşünmem yetmiyormuş gibi bir de dillendiriyordum. İstemsiz olarak iç çektim, Yixing de karşılık olarak saçımı çekti.

"Öyle olmuş biraz, ama sen daha güzel büyüdün Jongin. Bırak da sana randevu ayarlayayım." Bir de bu vardı. Aslında birkaç kere ayarlamasına gerçekten izin vermiştim, hepsi iyi insanlardı. Ancak ben iyiyi falan istemiyordum, belamı istiyordum sadece. Evet, belamı.

"Olmaz, insanları boşu boşuna ümitlendirip üzemem. Canım başka şeyler istediğinde de kamptan çıkıp buluyorum zaten gerek yok." Yixing'in de benden farkı yoktu ki, bana neden akıl vermeye çalıştığını anlamıyordum. Sadece benim aksime kimseye takılıp kalmamıştı o, sadece âşkı istemiyordu. Bizzat Afrodit'in oğluydu ve istemiyordu işte. Ben ise Apollon gibi playboy bir tanrının oğluyken salak gibi âşık olmuştum. Hiç adil bir dünyada yaşamıyorduk.

"Ben senin seviştiğine de inanmıyorum, gidip başkalarının koynunda Sehun diye ağlıyorsundur kesin." Söylediği şeye hıhlayarak kucağından kalktım ve kollarımı göğsümde birleştirerek ters ters baktım yüzüne. "Hiç de bile, öyle bir şey yapmadım." İşin aslı birkaç kere yapmıştım, ama epey geçmişti bunların üzerinden.

"Sen bana yalan söylenilmeyeceğini ne zaman öğreneceksin acaba Nini'm?" Yemek vakti iyice yaklaşmıştı, Yixing de farketmiş olacak ki söylenmeye devam ederken ayaklandı. Ben de ona ayak uydurup kalktım. Afrodit çocuklarının kulübesine ne zaman gelsem kendimi çok bakımsız hissediyordum, sadece biz konuşurken bile koridordan elinde maşayla en az on kişi geçmişti.

Dostumun uzattığı elini tuttuğum gibi dışarıya, diğerleriyle buluşmaya çıktık. Abimi, Chanyeol'ü ve Baekhyun'u antreman kulübesinden aldık. Kyungsoo kulübesinden, Minseok ise yine neresi olduğunu bilmediğimiz bir yerlerden çıkıverdi ve yemekhaneye gittik.

Sehun'u bir Ares oğluyla yemek yerken gördüm, Baekhyun bunu görünce sinirlendi. Bense üzüldüm.

Sehun gerçekten beni sadece üzer olmuştu.

--

"Ben gideyim öyleyse, bahçe için hazırlanan alana." Gergince tepsimi döküp dostlarıma baktım. Hepsinin suratında endişeli bir hâl vardı, neredeyse Baekhyun'da bile. Ancak hepsinden daha endişeliydim. Sehun bahçenin yerini biliyor muydu? Kheiron söylerken dinlemiş miydi, çünkü uyuyor gibiydi? Bilmiyorsa gidip ben mi söylemek zorundaydım? Bunun gibi şeyler...

"İyi olacak, biraz toprak ve iskelet askerlerden zarar gelmez." Chanyeol yan bir gülümsemeyle bana omuz attığında ben de güldüm. Sonra gözüm sessizce yanımda dikilen abime kaydı, ona baktığımı farkedince büyükçe gülümsedi bana. Başını da sorın yok dercesine salldı. Onun da bu konu hakkında bir şey söylemeye çekindiğini biliyordum, fakat gülümsemeyle kıvrılmış dudakları benim için yeterliydi.

"Haklısın," dedim bu yüzden ondan aldığım cesaretle. "Öyleyse kamp ateşinde görüşürüz!" Ancak güven veren bu görüntüye sırtımı döndüğüm an yüzümdeki gülümseme soldu. Şimdi Sehun'u bulmalı, bahçenin yapılacağı alana götürmeliydim. Yemekte oturduğu masaya baktım, orada değildi ama birlikte yemek yediği çocuk hâlâ bir şeyler yiyordu. Hızlı hızlı yanına gittim.

"Merhaba," diye girdim cümleye hemen. Adını bilmiyordum, Ares çocuklarını sevmezdim zaten. "Sehun'un nereye gittiğini biliyor musun?"

Çocuk kaşıkladığı pudinginden başını kaldırıp bana baktı. "Ne yapacaksın ki Sehun'u?" Kaşlarını kaldırıp ukala ukala suratıma bakması sorduğum soruya beni pişman etmişti bile ama yapacak bir şey yoktu. "Sana mı kaldı ne yapıp yapmayacağım?" dedim kaşlarımı çatarak. İyi biri olmam bu kampta bazılarına benimle böyle konuşabilmek için cesaret veriyordu, farkındaydım.

"Baekhyun'un arkadaşısın diye karşılık vermeyeceğim sana Jongin." Kaşığını masaya bırakıp arkasına yaslandı. Beni küçük görüyordu ama bir bakıma haklıydı, onunla kavga edemezdim. Neyse ki arkamda kapı gibi savaşçılar vardı. "Bir görevi mi ne varmış, yerini aramaya gideceğini söyledi."

Evet, tam da tahmin ettiğim gibi Sehun Kheiron'u dinlememişti. Minseok onun büyüdüğünden bahsediyordu ama bana eski hâlinden hiç de farklı gelmiyordu açıkcası. Ares oğluna cevap vermeden koşarak yemekhaneden çıktım. Mina'ya sormaya gitmiş olabilirdi, ancak kızı yemek yerken gördüğümü hatırlayınca bu şıkkı eledim.

Çıkalı çok fazla olmamış olmalıydı, bu nedenle fazla düşünmeden yürüyüp etrafıma bakınmaya başladım. Onunla baş başa olma fikri beni dehşet gerse de dışarıya belli etmeyecektim, bu nedenle hareketlerimi ağırlaştırdım ve adımlarımı daha yumuşak bastım yere. Çok geçmeden tüm yeşilliğin içinde simsiyah kıyafetleriyle ormana doğru yürüyen bedeni gözüme ilişmişti. Gerçekten yapacağımız bahçenin orada olduğunu mu düşünüyordu? Orman değil, Kheiron'un kulübesinin arka kısmındaki alana yapacaktık. Ofladım. İşimi zorlaştırmaktan başka bir işe yaramıyordu.

"Ormanda değil!" diye seslendim o uzaklaşmaya devam ederken. Adını dudaklarıma almaya çekiniyordum, bu nedenle sesimi duyduğu gibi bana dönmesi işime geldi. Döndüğü anda da bayılacak gibi oldum, hayır. Bayılamazsın Jongin. "Ben nerede olduğunu biliyorum, buraya gel."

Bakışlarındaki şaşkınlığın rahatlamaya dönüşünü gördüm. Boş boş bakmazken gerçekten de çok güzeldi, kalbimin sıkıştığını belli etmemeye çalıştım. Elleri cebinde yanıma yaklaşırken Olimpos dağında oturan her tanrıya akıl sağlığım için dua ediyordum.

"Üzgünüm." dedi yanıma vardığında. Direk olarak gözlerimin içine bakıyordu, elini ensesine atıp hafifçe kaşıdı. "Muhtemelen Kheiron yerini hepimize söylemişti?"

"Evet, söyledi." Oyalanmadan yürümeye başladım, hemen yanımdaydı. Of, koca adam olmuştum ama bununla nasıl başa çıkacağımı hâlâ bilmiyordum. "Dinlemedin sanırım." Konuşmak istemiyordum, yine de iğneleme yapmadan da duramayacaktım, sorumsuzun tekiydi.

"Geceleri uyuyamıyorum, Kheiron çağırdığında bir iki saatlik uykuylaydım." Şaşırtıcı bir şekilde bana açıklama yaptığında omuz silktim. Cevap vermeyecektim, ancak içten içe merak da ettim. Neden uyuyamıyordu? Hasta mıydı? Görünürde bir şeyi yok gibiydi ama bakmadan bilemezdim, muhtemelen zaten bilmemem gerekiyordu. Seni ilgilendirmez Jongin.

"Bugün sadece toprağı hazır hâle mi getireceğim?" dedi yürümeye devam ederken tatlı, peltek sesiyle. Böyle bir ses o bedenden nasıl çıkıyordu sahiden? "Evet." Yanımızdan geçen bir kardeşime el salladım, cevaplarımı ne kadar kısa tutarsam o kadar iyiydi.

"Pekâlâ, zorluk çıkarmayacağım." Ona varlığın başlı başına bir zorluk demedim. Alana vardığımızda güneş tepeden yavaş yavaş inmeye başlamıştı. Hızlıca bir etrafa baktım. Kheiron tüm aletleri birkaç koliye koyup kenara bırakmıştı. Ekim yapacağımız toprak epey büyüktü, işimiz bittiğinde etrafını kaplayacağımız beyaz çitler de kolilerin hemen yanında duruyordu. Hephaistos kulübesindeki melezlere yaptırmış olmalıydı hepsini.

"İşte, toprak burası. Sen işini yap, bir iki güne de tohumları seçip ekime geçeceğiz." Ellerimi arkamda birleştirip hafifçe parmak uçlarımda yükselirken yüzüne bakmadım. Bakma niyetinde de değildim, kenarda bir yere oturup o işini yaparken zamanın geçmesini dileyecektim.

İlk toprağa, sonra da bana döndü. "Gidebilirsin Jongin, yanımda durmak zorunda değilsin." dedi ardından. Ben ona bakmazken kafasını eğip yeniden gözlerimizi buluşturdu ve omuz silkti. "Kheiron'a söylemem."

"Olmaz." dedim kaşlarımı çatarak. Ne zannediyordu ki, beni de kendi gibi hiçbir şeyi umursamayan biri mi? Ben de yanında durmaya bayılmıyordum, ancak sorumluluk sahibi biriydim. Ses tonunun tavsiye verir gibi çıkması da cabasıydı, gerçekten oturup sinirden ağlayacaktım şimdi. "Kheiron'a söylemeyince, ben işimin başında gözükmüş olmuyorum. Sadece sana söylenileni yap." Beni düşünmek sana kalmadı. Zaten hiçbir zaman da düşünmedin.

"Öyleyse çabuk olacağım." Sert ses tonum onu biraz bile etkilememişti, arkasını dönüp sürülecek toprağa şöyle bir baktı. Bu sırada ben de biraz geri çekildim. Ayağını yere sertçe iki kere vurdu, ne yaptığını anladığımda biraz heyecanlanmıştım. Bunu ilk defa görecektim çünkü. "Uyanın," dedi tok bir sesle. Yüzünü göremiyordum ancak arkadan da yeterince etkileyiciydi. "Bana hizmet etmeniz için sizi yeryüzüne çağırıyorum."

Sonra topraktan bir el çıktı, sadece kemiklerden oluşan bir el. Onu birkaç tanesi daha izledi, iskeletler teker teker belirirken ağzım beş karış açılmış bir hâlde önümdeki manzaraya bakıyordum. Bu, çok, nasıl desem...tanrısal bir görüntüydü. Emrine âmade askerlerinin olmasından bahsediyorduk. İlk önce elleri çıkıyor, arından onlardan destek alarak tüm vücutlarını dışarıya veriyorlardı. Savaşlarda Sehun'un karşısında savaşsam, bu görüntü bile koşarak kaçmam için yeterli olurdu.

Kısa bir sürenin ardından toplam yedi asker tamamen çıkıp karşısında dikildiler. Sehun ellerini cebine sokup birkaç saniye yüzlerine baktı, ben hâlâ olduğum yerden kıpırdamamıştım. Nasıl alışabilmişti ki böyle bir görüntüye? "Bu toprağı ekime hazır hale getireceksiniz." İşaret parmağını uzatıp hemen üstlerinde olduğu alanı gösterdi, ardından malzemelerin olduğu koliyi. Anlatıyordu ama, askerler nasıl anlıyordu ki? Kemikten başka hiçbir şey değildiler. Gerçekten korkunçtu. "Kullanacağınız malzemeler burada." Hepsi hazırlanmış gibi başlarını aynı anda sallayıp işe koyuldular, buraya kadar bir sorun yoktu. Ancak askerler arkalarını döner dönmez Sehun sendeledi, sonrasında bozuntuya vermemeye çalışırcasına diklense de gözümden kaçmamıştı.

Elbette, dedim kendi kendime. Onlara gücünü veren Sehun'du, kolay gibi gözükmesini sağlıyordu ancak bedenini nasıl yorduğunu tahmin edebiliyordum. Geri geri gidip çimenlere çöktüğünde iç çektim. Beni ilgilendirmezdi, sonuçta onun göreviydi bu. Seni ilgilendirmez Kim Jongin! Duydun mu beni?

Gözlerimi onun üzerinden çekip yeniden askerlere baktım. Hipnoz olmuş gibi toprağı sürmeye başlamışlardı, muhtemelen biz yapmaya kalksak hem çok yorulur, hem de daha uzun vaktimizi alırdı. Ancak şimdi de bunların hepsini aslında Sehun yapmıyor muydu? Of, sanki zihnimi duyuyormuş gibi oturur pozisyondan yatış haline geçtiğinde iyice canım sıkıldı. Siyah saçları çimlere dağıldığında Kheiron'un beni bu yüzden görevin başına koyup koymadığını merak etmiştim. Sehun'a yardım etmemi mi istiyordu?

Birkaç dakika daha kendime hakim olmayı başardım. Sonuçta ne kadar yorulduğu veya acı çektiği beni ilgilendirmezdi. Hatta biraz ötedeki kütüklere oturup ondan uzaklaştım bile, gerçekten neredeyse görmezden gelecektim. Neredeyse. Ancak yapamadım işte, kalbim zihnime dava açacaktı yanına gitmeseydim.

İlk önce kendime uzunca küfrettim, sonraysa oturduğum yerden kalkıp usulca yanına gittim, gözleri kapalı ve kaşları çatıktı. Neden bedeni daha başlar başlamaz böyle çökmüştü?

Dizlerimin üzerinde, hemen başının ucuna çömeldiğimde varlığımı hissedip gözlerini açtı, bir anda beni böyle yakınında göreceğini eminim düşünmemişti. Gözlerinde ufak bir dalgalamma gördüm, sanırım bu yüzdendi. Kendimi savnumak adına konuştum. "Yorgunluğunu alacağım, kıpırdama."

"Ben iyiyim Jongin." Elimi uzatıp alnına koyarken dediklerine aldırmamaya çalıştım. Onu düşündüğümü bilsin istemiyordum, görev gereği olarak yardım edeceğimi sansın yeterdi. Cevap vermedim bu yüzden, gözlerimi de gözlerinden ayırdım. Hâlâ bana baktığını hissetsem de geri bakmayacaktım. İster istemez geçmişin anıları bedenimi sardı, ancak öncekinin aksine bir şeyler çözmek ister gibi bakmıyordu bana. "Bu kadar iyi bir insan olmak zorunda değilsin, özellikle bana karşı."

Dediği şey sinirlerime dokunmuştu. "Nasıl biri olup olmayacağımı senden öğrenmeyeceğim, hiç iyi bir örnek değilsin çünkü." Onu orada bırakıp gidesim geldi ancak bakışlarımı elimden ayırmadım. Alnına dokunduğum gibi yorgunluğunu hissetmiştim, bu iş onu dehşet yoruyordu. Daha on yedisindeyken nasıl savaşlarda kullanıyordu onları acaba? Şimdiye daha da güçlenmesi ve yorulmadan gücünü kullanabiliyor olması gerekirdi. Mantığıma hiç yatmamıştı bu durum.

"Haklısın, üzgünüm." Mırıldanarak zift karası gözlerini örttü. Ona yardım etmemle birlikte rahatladığını hissedebiliyordum, çatılı kaşları kısa süre içinde düzeldi ve yüz kasları gevşedi. Neredeyse huzurlu görünüyordu, başında ağlamamak için zor tuttum kendimi. Ona duyduğum sevgi canımı yakıyordu, başında böylece oturmak, alnına dokunmak...hepsi o kadar ağır geliyordu ki bana. Ancak ağlamak istememin nedeni bu değildi. İstiyordum çünkü tüm acıma rağmen başında durmak güzeldi, kar beyazı tenine dokunmak güzeldi.

Çünkü yükünü hafiflettikçe canım acıyor, aynı zamanda da iyi hissediyordum kendimi.

"Üzgün değilsin," dedim fısıldayarak. Revirde ona baktığım günleri hatırlatmıştı bu an bana, o zamanlar üzgün olduğunu söylerken biraz olsun gerçekliğine inanıyordum. Aptalın tekiydim, hâlâ öyleyim. "Sen hiçbir şeye üzülmezsin. Bunu biliyorum."

Uykuya mı dalmıştı anlamıyordum ancak gözleri kapalı, cevap vermeden öylece yatmaya devam etti. Hemen yanımızda iskeletler toprağı sürerken ben de usulca elimi alnından çektim. Sehun ile ilgili garip bir şeyler vardı, yüzünü incelerken bundan biraz daha emin oldum. Oldukça sağlıklı görünüyordu ancak bu kadar yorulması normal değildi. Uyuyamadığı için miydi acaba? Yarı tanrılar büyüdükçe güçlerine olan hâkimiyetleri de artardı. Ben mesela, eskiden olsa sadece alnına dokunarak yorgunluğunu alamazdım ki. Sehun'da durum neden farklıydı? Kullanılmayan güçler körelir miydi?

Daha fazla yüzüne bakmaya dayanamayınca ellerimden destek alarak baş ucundan biraz uzakalaştım ancak kalkıp gitmedim. Uyumuş gibiydi, askerlerin o uyurken de çalışıyor olması etkileyiciydi. Dizlerimi kendime çekip başımı yasladım ve onları izlemeye başladım. Ben düşüncelerimle boğuşurken bahçe sürülmeye devam etti, güneş battı ve Sehun uyudu. Bir ara bir şeyler mırıldandığını duydum ancak öylesine zihnimde kaybolmuştum ki, hayal olma ihtimali büyüktü.

"Gerçekten üzgünüm," demişti çimenlerin üstünde yüzünü bana dönüp uyumaya devam ederken. "Üzgünüm sarışın."

---
canlarım benim bu kitabın ilerisi ve sonu çoktan belli kafamda, fikir vermeniz oldukça tatlı ancak ne yapacağımı biliyorum 🐥🐥🐥 burada bölüm için görüşlerinizi bekliyor olacağım🧡

Continue Reading

You'll Also Like

36.5K 3.1K 12
Kim Taehyung öğrencisine fazla mı ayrıcalık tanıyordu? Daha ona sınav cevaplarını verdiği kısma gelmedik. Yaş farkı !
165K 18.5K 40
jeon jungkook en yakın arkadaşının amcasına aşık olmuştu.
129K 22.4K 17
oğlum sadece en sevdiği oyuncakları kırıyor. ben onun yok ettiği kumdan kalelerin kralıyım omegaverse, etl texting
885K 70.9K 14
arkadaşlarıyla birlikte orduya katılan jungkook, ilk görüşte etkilendiği komutan kim taehyung'a cinsel içerikli mesajlar atmaya başlar. taekook, tex...