PORTOLA VALLEY 2∣ Tamamlandı ♚

By bsrarikan_

167K 12.7K 2.9K

Dudakları dudaklarına değdiği an hayat boyunca beklediği anın bu olduğuna karar verdi.Vücudu alev alev yanıyo... More

♚Tanıtım♚
♚1.bölüm♚
♚2.bölüm♚
♚3.bölüm♚
♚4.bölüm♚
♚5.bölüm♚
♚6.bölüm♚
♚7.bölüm♚
♚8.bölüm♚
♚9.bölüm♚
♚10.bölüm♚
♚11.bölüm♚
♚12.bölüm♚
♚13.bölüm♚
♚14.bölüm♚
♚15.bölüm♚
♚16.bölüm♚
♚17.bölüm♚
♚18.bölüm♚
♚19.bölüm♚
♚20.bölüm♚
♚21.bölüm♚
♚22.bölüm♚
♚23.bölüm♚
♚24.bölüm♚
♚25.bölüm♚
♚26.bölüm♚
♚27.bölüm♚
♚28.bölüm♚
♚29.bölüm♚
♚30.bölüm♚
♚31.bölüm♚
♚33.bölüm♚
♚34.bölüm♚
♚35.bölüm♚
♚36.bölüm♚
♚37.bölüm♚
♚38.bölüm♚
♚39.bölüm♚
♚40.bölüm♚
♚41.bölüm♚
♚42.bölüm♚
♚43.bölüm♚
♚44.bölüm♚
♚45.bölüm♚
♚46.bölüm♚
♚47.bölüm♚
♚48.bölüm♚
♚49.bölüm♚
♚50.bölüm♚
♚51.bölüm♚
♚52.bölüm♚
♚53.bölüm♚
♚54.bölüm♚
♚55.bölüm♚
♚56.bölüm♚
♚57.bölüm♚
♚58.bölüm♚
♚59.bölüm♚
♚60.bölüm Son'ların Engin Sınırsızlığı Gözyaşıyla Kuşandı "final"♚
♚Özgürce Savruluş Töreni ♚

♚32.bölüm♚

2.2K 207 27
By bsrarikan_

Hakikatin esrarlı perdesi gerilmesine sebep oluyordu. Özellikle de kalbindeki çekim galip geldiği zaman. Tek istediği gözlerini kapayıp hastahane koridorlarının alışılagelmiş kokusunu içine çekmekti.

Paylaştıkları o özel gece yüz yıllar öncesine ait tatlı bir hatıraydı sanki. Şimdiyse durumun tam tersi olduğunu biliyordu. Tanrı aşkına, kendisini fail sıfatından aklamaya çalışan adamın bu denli ileri gidebileceğini nereden bilebilirdi ki?

İç çekerek yüreğini dolduran, ayaklarının titremesine neden olan anıların etkisinden kurtulmaya çalıştı.Tüm bu şeyler yılbaşı gecesinden sonra Hotel Du Vin Newcastle'da neden yalnız bırakıldığını da açıklıyordu.Her şey bunca hazırlığa zemin hazırlamak içindi.Pişmanlık gölge gibiydi.Yirmi sekiz yıllık yaşamı boyunca özgür iradesini herhangi bir komuta sistemine dahil etmemişti; ancak şimdi...

Birden aklında bir düşünce filizlendi. Fernando De Santis ya da ona her öğün düzenli aralıklarla yemek taşıyan kahya kadın Ophelia Lefebvre hakikati biliyorlar mıydı? Hepsi birer oyuncu olabilirler miydi yoksa sahiden Kont torunu Vincent Dashner'ın hizmetinde miydiler? 

Başkalarının kendi adına karar vermesinden oldum olası hoşlanmazdı buna bir dur demesi gerekti ama diyemezdi çünkü kendisinin, Brendan'ın hatta katilin de geleceği bu oyunun başarısına bağlıydı.Gözlerini ileri dikmiş, düşüncelerine dalmış halde odada volta atarken geceliğinin yumuşak etekleri birbirine değiyordu.İleride bir yerlerde yumuşak bir sisin kendini göstermeye başladığını hissedebiliyordu.Yoğun bulut kümesini aşmaya çalışan güneş gibi umutsuz hissetti.

Kendini ondan uzak tuttuğu için, Ela Gözlü, Soylu, Çenesi Gamzelinin ona karşı hala aynı şeyleri hissedip hissetmediğini bilmiyordu.Onu tanımadan evvel bu kadar dominant bir adamın mantığını köreltip tüm hislerine hükmedeceğini söyleseler güler geçerdi şüphesiz.

Seçimleri olmasını seviyordu. Ya da, seçimleri olduğu fikrini.Çenesi Gamzeliye karşı olan hislerini bir zamanlar sevdiğini söylediği adama karşı olan hisleriyle karşılaştırmadan edemiyordu. Tanrım, aralarındaki fark o kadar barizdi ki...Bu iki adam aynı gezegene ait olamazlardı.

Lanet olsun ki Carla onu uyarmıştı.Birini arzulamanın böylesine derin, yoğun ve hatta tehlikeli olabileceğini defalarca söylemişti.Bu fikri o zamanlar ciddiye almamıştı. Daniel ile ilişkisi durgun sularda yüzmekle eş değerdi.Peki ya son zamanlarda yaşadığı adrenalin?

Saçlarından bir tutamı parmağına doladı.Carla, Ethan için yanıp tutuşurken abartılı hareketlerine anlam veremezdi.Sevdiği adama kendini beğendirmek uğruna bıçak altına yatmayı bile göze almıştı.Oysa bir kadının sırf bir erkeğe kendini beğendirme uğruna giriştiği fiziksel çabalar ona göre zavallılıktan başka bir şey değildi.

"Bir kadını sırf güzelliği için sevmek mümkün mü? Bu bir heykeli sevmek gibi bir şey olmaz mı?" diye sormuş bir gün Tolstoy. Victor Hugo da şöyle cevap vermiş:

"Sadece bedenleri, şekilleri, görüntüleri sevenlere ne yazık.Ölüm her şeyi yok edecek; ruhları sevmeyi deneyin."

Aşık olduğumuzu sandığımız bedenler elbet bir gün çürümeye mahkumdular; oysa ruh ilelebet yaşayacak olandı.Ruhu sevmek bu kadar zor olmamalıydı.

Kalbinde konaklayan faça izleri varlığını hissettirircesine sancıdı; gerçek şuydu ki ruhu istediği gibi hiç sevilmeyecekti.

Bir mucize olur da Dedektif Brendan Wilder, yani yeni kimliğiyle Lord Brad Walker ruhunu görebilse bile bu, ona güvenmeyerek incittiği günlerin sayısını asla değiştirmeyecekti.

*

Klasik gardırobun kapaklarını aralarken elleri titriyordu.Tüm bunları sonra, o gece geç saatte karanlıkta yatarken düşünecekti. Ya da ondan uzak durduğu hafta içi boyunca, o delici gözlerinin içine bakıp da ne düşündüğünü anlamaya çalışmadığı zaman.

Emirlerine riayet etmek zorunda olduğu için aptal gibi hissediyordu.Sabahlığın kuşaklarını çözdü ve dolapta asılı onlarca yeni kıyafete göz gezdirdi.Bunların büyük bir çoğunluğu siyah renk ağırlıklı koyu renk kıyafetlerdi.Asi bir kızın valizinden çıkmaya uygun diye düşündü, diğer bölmede etiketleri hala üzerinde abiye ya da günlük kullanıma uygun bir düzine elbise göze çarpıyordu. Ah, hadi ama günümüz şartlarında her genç bayanın böyle bir dolaba sahip olmak isteyeceği aşikardı öyle değil mi derdi neydi? İç sesi yılan misali kıvrımlarına sürtündü.Bunları hak etmiyordu ve evet, eğer ki varlıklı bir dedektif onu himayesine almamış olsaydı.Sonucu korkunç olurdu.

Düşüncelerini rafa kaldırarak siyah bir kot ve boğazlı yeşil kazağı seçerek yatağın üzerine bıraktı.

Tuvalet masasının taburesine oturur oturmaz solgun yüzüne baktı, yumuşak kahverengi saç yığınını salladı.Arada sırada alt kattan gelen sesleri duyuyordu. Pekala, sıkıcı zamanı def etmek içindeki yalnızlık duygusundan arınmak için kitapların dostluğuna her zamankinden daha fazla ihtiyaç duyduğunu inkar edemezdi.

"İngiltere topraklarında güz yağmurlarıyla yeşermiş tohumlar gibi," diye fısıldadı.Bir klasik. Los Angeles'ta doğup büyümüş bir kızın kalbindeki kozada saklanan, aslında her daim kelebek olacağı anı kollayan bir hikaye...

Kapısı usulca tıklatıldığında utangaçlık kozasından çıkıp tek başına dünyayla yüzleşmek zorunda kalacağını düşünmeden edemedi.

"Günaydın küçük hanım."

Ophelia'nın elinde görmeye alışık olduğu tepsi bu defa yoktu.Evin beyi yemek götürmemesi için talimat vermiş olabilir miydi? Boğazını temizledi, omuzlarını dikleştirdi. Şimdi de garip bir yıldırma politikası mı uygulayacaktı? Tanrı aşkına, ebelik sözleşmesini feshetmesini aklından çıkaramıyordu.

"Günaydın, sanırım benim dadım olma görevinden azat edildin." diyen ses tonu kinayeyle örülüydü.

"Ah, olur mu hiç öyle şey leydim." dedi Ophelia makyaj masasının üzerindeki tarağa uzanırken. "Lord Walker, kendisine kahvaltıda eşlik etmenizi istiyor.Hazırlanmanız için size yardım edeyim."

Kadın usul usul buklelerine dokunurken hemen oracıkta bir cevap vermemek için dudaklarını ısırdı.Kelimeleri nefes borusunda katlediliyordu.

"Saçlarınızın uçları çok hoş.Tabii rengi de öyle."

O konuşurken bazı harflere yaptığı baskı duyulmaya değerdi.Hep öğrenmek isteyip de hiç zaman bulamadığı o hoş Fransızca dilinin sakinleştirici tınıları...Genç kadın, yana doğru ayırdığı saç tutamlarını arkada zarifçe toplayarak örgülü bir topuz modeli yaptı.Kendi tabiriyle Leydi Jones'un seçtiği kıyafetlere memnuniyetsizce baktı ve başını iki yana salladı.

"İşte oldu, çok hoş oldunuz.Siz geceliğinizi çıkarırken ben de omuz kıvrımlarınızı ortaya çıkaracak beyaz elbisenizi getireyim."

Tanrı aşkına, onun adına verilen bir karar daha mı? Ophelia'nın gardıroba doğru giderken bisiklet yaka lacivert sade elbisesinin salınan etekliği bakışlarına takıldığında irkilmeden edemedi.Hep muhafazakar giyinen kadın en fazla kırklı yaşlarının başında olmalıydı.Doğal bir orta yaş güzelliğine sahipti daha evvel evlenip evlenmediğini merak etti.

Madam Lefebvre bakışlarını kaçırarak elindeki elbiseyi uzattı.O soyunup giyinme işini tamamlarken de anlayış göstererek dışarıda bekledi.

Son hızla yeniden makyaj masasına döndü ve eğilerek bir kez daha aynadaki yansımasını inceledi.Yüce Tanrım.Yanakları kızarmıştı ve gözleri parlıyordu.Midesinde uçuşan kelebeklerin nedeni uzun süre sonra zihnini kuşatan isimle kahvaltı yapacak olması değildi öyle değil mi?

Kahya kadının, saçlarına yaptığı modeli sevmişti.Ensesindeki kalın örgülü topuzundan dökülen birkaç tutam bukle, kıpırdadığında omuzlarını gıdıklıyordu.Omuzlarını açıkta bırakan beyaz elbiseyle kendini genç bir kadından çok...Dişi gibi hissediyordu.

Bakışları birden gözlerinde takılı kaldı, göz yuvalarında barınan hüznün Lord Walker'ın gözlerine baktığında da şimdiki gibi görünüp görünmediğini hayal ederken kapı tekrar tıklatıldı.

"Girin lütfen,"

Ophelia son hızla içeri girdi ve...Yanılıyor muydu? Leydi Jones'ın hiç de asi bir genç kız gibi görünmediğini fark etti.

Yıllardır Lord Vincent Dashner'ın himayesindeydi tekdüze giden hayatlarında yeni bir lord ve leydinin Santa Clara malikanesine geleceği bizzat Lord Vincent tarafından bildirildiğinde taşlar adeta yerinden oynamıştı.Yıllardır yuvası olan malikanede hummalı bir çalışma başlatılmıştı.

"Güzel görünüyorsunuz leydim." derken kızın arkasındaki gizli düğmeleri iliklemek için hamle yaptı.

"Beyaz size koyu renklerden daha çok yakışıyor.Ah, lütfen yanlış anlamayın sözlerimi.Bu halinizle kanatsız beyaz bir meleği andırıyorsunuz."

Kadının benzetmesi karşısında kibarca gülümsedi.

"Teşekkür ederim."

Ona yalan söylemekten nefret ediyordu.Aslında sandığı kişi olmadığını avazı çıktığı kadar haykırmak istiyordu.Dilinin ucuna gelen kelimeleri boğazına takılan lokmalar gibi yuttu, birkaç derin nefes aldı.Bazı şeyler saklı kalsa daha iyi olurdu.En azından katil ortaya çıkana dek. Tanrı'ya şükür şimdilik dilini tutmayı başarabilmişti.Öte yandan hayal kırıklığı ve suçluluk duygusu içini parçalıyordu.

Brendan ile tek başına yüzleşmek zorundaydı.Bu onun sükunetine sahip olan biri için dehşet verici olmasa da ürkütücüydü.

"Hazırsanız aşağı inelim leydim."

Santa Clara kontunun huzuruna gitmeden evvel günlerdir kapandığı odadan gerçek manada nihayet çıkmış etrafı incelerken, kendini Jane Austen'ın defalarca okuduğu muhteşem romanı Aşk ve Gurur'un mucizevi satırlarıyla sarıp sarmalanmış gibi hissediyordu. Gel gelelim bu satırlarda 'O güzelim gözlerin hakkını hangi ressam verebilir ki?' , 'Şiirin aşkı bestelediğini düşünürüm.' ya da 'Onun gururunu hoş görürdüm eğer benim gururuma dokunmamış olsaydı.' alıntıları yerine pasla boyanmış gölgelenmiş renklerden oluşan kasvetli ve yoğun ama bir o kadar da umut vadeden bir alıntı kuşatıyordu zihninin yelpazesini.

Kibir ve gururu dize getirebilecek tek gerçektir; AŞK.

Ophelia'nın yönlendirmesiyle kendine güveni daha da artmıştı.Çenesini dikleştirdi.Hayatları bir film değildi, kusursuz bir romanın baş karakterleri olmayı diledi.Farklı sebeplerle de olsa ikisinin de aşkta hayal kırıklığına uğramış olduğunu biliyordu.

Kahya kadın gerginliğini sezmiş kibarlığından ses etmemişti.Geniş salonun kapısında durduklarında -bu odaya ilk kez adım atacaktı- Ophelia nazikçe gülümsedi ve kapıyı çalarak naif bir serçe gibi içeri süzüldü.

"Leydi Jones geldi efendim."

"Pekala siz çekilebilirsiniz."

Gözlerinin gördüğünden daha fazlasına yarayan keskin bir hissetme duyusuna sahipti. Evet, bu ses tonu konuşacak çok şeylerinin olduğunu söylüyordu.Tek kaşı ondan bağımsız havalandı.Adamın beklemekten sıkıldığını belli eden ses tonuna aldırmadı.Anlaşılan o ki hangi yüz yılda olursa olsun erkekler bekletilmekten hiç haz etmiyorlardı.Salona açılan ağır, ahşap kapının önünde durup kapı koluna beğeniyle baktı.Tıpkı eski bir kılıcın kabzasına benziyordu.

"Beyefendi sizi bekliyor, izninizle küçük hanım.Daha sonra eğer arzu ederseniz size evin geri kalanını gezdiririm.Burada kendinizi tıpkı evinizde gibi rahat hissetmenizi istediğimizi bilmelisiniz."

Teşekkür etmek için aralanan dudakları içgüdülerini sinesinde saklayan kadın saniyeler içinde ortadan kaybolunca kapandı.

*

Salona adım attığında su damlası şeklindeki kristal avizeye bakmamaya çalıştı.Küçükken her bir taşı pırlanta zannederdi. Bu gösterişli hilkat garibesi kendi küçük dairesinde hiçbir odaya sığmazdı şüphesiz.Avizenin davetsiz misafirine merhaba der gibi, şaşkınlık uyandıran ışığı salona koyu mavi pırıltılar serpiyor, çevreye doğulu bir masal dünyası havası veriyordu sanki.

Birkaç tereddütlü adım attı, damağı şimdiden kurumuştu.Malikanenin arka bahçesine bakan, yere kadar uzanan pencere ilgisini çekti.İki yana açılan koyu mor kadife perdeler ağır ve asil bir kombinasyonun ürünüydü.Pencerenin önündeki beyaz renk berjer koltuklar ve koyu mor kanepeyle birlikte mobilyaların döşemelerine büyük ölçüde beyaz ve mor renk hakimdi.

Şömine üzerindeki duvara monte edilmiş düz ekran devasa bir televizyon dikkatini çekti. Los Angeles haber kanallarından biri açıktı.Spiker hava durumunu sunuyordu.Odadaki sessizlik fırtına öncesini anımsatıyordu.Haberlerde boy boy fotoğraflarının olmaması büyük şanstı.Ucuz atlatmışlardı öyle değil mi?

Şöminenin sol tarafındaki masada yerini almış her adımını takip eden adamla gözleri buluştuğunda, adamın tedbirli bakışı soluğunu kesti.Çenesindeki belirgin gamze ve hizaya gelmek bilmeyen inatçı saç tutamıyla hiç bu kadar tahrip edici derecede yakışıklı olmamıştı.

Bir şeyler söylemek için ağzını açtı; ancak öylece kalakaldı.Bakışları adamın bakışlarına kilitlenirken nefesi ciğerlerini dondurmuş, bütün bedenini istila etmişti.

Zaman durmuştu.Söylenmemiş sözler havada asılı kalmış, bu anı doldurmayı bekliyorlardı.Ona bakmak geleceğine tutulan aynaya bakmak gibiydi.Bu yüz geleceğini inşa eden adamın yüzüydü.

İri gözleri kocaman açılmış, boynundaki damar çılgınca atmaya başlamıştı.Genç adam o uykulu yeşil gözlerde yaramaz kıvılcımların oynadığına yemin edebilirdi şuan.

Beyaz elbisesinin içinde zarif bir kar tanesi kadar sadeydi.Güzeldi...Fakat daha çok cennetten düşen bir melek kadar masumdu.Bu cennet ve cehennemin harmanlanıp kimsenin aralarındaki farkı anlayamayacağı yerde ona bakmak iyi hissettiriyordu.

Hafifçe içeri süzülen kış güneşi yüzünün bir yanını örten saçlarına altuni ışıltılar gönderiyordu. İronik bir şekilde, bu saç modeli onu daha kadınsı göstermişti.Bir sebepten, saçlarına dokunmak istedi.Oysa ona dokunmak buz gibi suda yanmaktı.İçinde büyüyen arzu engel olamadığı bir dürtüydü.

Boğazını temizleyerek "Leydi Jones," dedi durumdan son derece sıkıldığını belli eden bir tonda. "Benim himayemde olduğun sürece sana belirli ölçülerde özgürlük hakkı verilecek.Ancak bilmelisin ki Yorkshire'daki asi tavırların Santa Clara malikanesinde sökmez.Şimdi karşıma geç ve kahvaltını yap."

Bunları gözlerini yüzünden bir an olsun ayırmadan söylemişti, kadının yanaklarına tatlı bir kırmızılık yayılırken büyülenerek onu izledi.Tavrı suça ortak olmaktan çok bir amir olduğunun altını çizer gibiydi oysa Bahar, odaya girdiğinde ayağa kalkacak kadar görgülü olacağını sanmıştı.

Adamın karşısındaki sandalyeyi çekip otururken, "Emredersiniz lordum," dedi fazlasıyla resmi bir biçimde.Eğilirken muhteşem yeşil gözleri muziplikle parladı.Bu oyuna ufacık da olsa kapılabilir miydi?

Brad Walker vakur kıyafetini incelerken, "Portakal suyu taze. C vitamini vücuduna direnç katar." diye cevap verdi.

Tezgahtan bir yaban mersinli çörek aldı ve oyuna ayak uydurarak temkinli bir şekilde arkasına yaslandı.

"Ah, sağlığımı önemsediğiniz için ne dememi buyurursunuz lord hazretleri?"

Brendan her ölümlüyü çileden çıkaracak şekilde gülümsedi. "Teşekkür etmeyi deneyebilirsin mesela." O an adamın bakışlarını son derece rahatsız edici hatta cinayet işlemek için teşvik edici buluyordu.Ah, o erimiş altın yoğunluğundaki gözler...

"Newcastle İngiltere'nin kuzeydoğusunda yer alan en soğuk bölgelerden biridir; kışlar bir hayli çetin geçer. Farenjitten yeni kurtuldun. Hastalanman hiç işime gelmez doğrusu.Kendi doktorun yine kendin olmalısın."

İlk defa böyle bir ortamın içine girmişti.Ne yapılır nasıl konuşulur bilemezdi sertçe yutkundu.Kinayeli sözlerine karşın ona şefkatle bakıyordu ve o sırada bununla uğraşabilecek güce sahip değildi.İçinde her ne pahasına olursa olsun sert kalmak zorunda olan bir şeyin yumuşamaya başladığını fark etti.İtiraz etmek için ağzını açtı ama hemen yine kapadı.Adamın söylediklerinin neresi yanlıştı? Sessizlik içinde kahvaltısını bitirdi.Şimdi çok daha iyi hissediyordu.

Ona hala kızgındı aslında.Hayatına emrivakilerle yeniden şekil vermesi canını fena halde sıkmıştı ancak uzlaşmacı görünmeye çalıştı, ağzındaki son lokmayı yuttu.

"Herhangi bir haber var mı?"

Sesindeki ton neredeyse sorduğuna pişman edecekti. Ama bilmeliydi. Peşindeki düşmanın güçlü olduğu gerçeğini bilmesi gerekiyordu.Genç adam neyden bahsettiğini hemen anladı, çatalını kenara bırakarak peçeteyle ağzını kuruladı.

"Tek kullanımlık mobil kartlardan aldım bilirsin, kart şuan herhangi bir ağ hücresine bağlı değil.Sabah Calvin'i aradım Darly'nin onları sorguya çektiğini söyledi." Başını salladı "Öfkeden deliye dönmüş. Calvin havaalanında bıraktığım kamyonetin icabına vaktinde bakamamış.Dördüncü gün tespit edilmiş."

"Yani..."

"Yani korkarım ki Darly kamera kayıtlarına ulaştı İngiltere'de olduğumuzu biliyor.Bizi ilk etapta Londra'da arayacağına şüphem yok.Bu süreçte dikkat çekmemeliyiz."

Kelimeler ok gibi delip geçmiş, tam da yerini bulmuştu.Hışımla yerinden kalktı.

"Allah kahretsin.Bizi bulacak.BENİ bulacak.O lanet olası hücreye geri yollayacak."

Gözlerinin dehşetle büyüdüğünü göremiyordu Brendan da yerinden kalkarak karşısında dikildi.Söylediklerinin doğru olmadığını haykırmak istiyordu.Ama o zaman kendini ele vermiş olacaktı.Çenesini tutup güzel yüzünü yukarı kaldırdı.O güzel yeşil gözleri kendi gözlerine baktığında kalbi yerinden oynadı.

"Hey, hey sakin ol mevsim."

Hayır, buna inanmıyordu. Ama katil, ortalarda serbestçe dolaşırken bu evcilik oyununa alışamıyordu.Hırsla işaret parmağındaki tırnağı koparıp fırlattı.Derinden kopardığı tırnak ardında kanayan bir sızıntı bırakmıştı.Güçlü eller eline uzandı.

"Kendine gel.Böyle yaparsan dikkat çekeriz.Bunu istemeyiz öyle değil mi?"

"Bizi bulacak.Katili bir an evvel bulmalıyız."

Kadının  gözyaşlarına boğulmak üzere olduğunu görünce, telkin etmek için elini omzuna attı.

"Öncelikle mantıklı ol.Eğer katili bulmak istiyorsak; katil gibi düşünmeliyiz."

Geri adım atmadı.Adamın bakışlarındaki ateş onu yakarken kıpırdamadı bile.Bu bozgundan kaçmak için herhangi bir ümidi varsa, besbelli sorumluluğu ele alması gerekiyordu.Adama iyice yaklaştı, o özlemini çektiği is kokusunu burnunda hatta dilinin ucunda bile hissedebiliyordu şimdi.

"Anlamıyor musun bu evcilik oyununa son vermeliyiz artık." diye gürledi. "Böyle devam edemez."

Hayır dercesine kafasını salladı.Kalın dudaklarını ıslatarak, "Bana bu kadar mı güveniyorsun?" dedi olabildiğince sakin bir sesle.

İçindeki karmaşaya bir düğüm daha eklendi, sarsılmıştı.Alt dudağını sertçe dişledi.

"Sana güvenmemek mi?" Başını salladı. "Cidden sorunun bu olduğunu mu düşünüyorsun?"

Ellerini saçları arasından sertçe geçirdi. "Başka ne düşünmemi bekliyorsun mevsim? Günlerdir yüzleşmekten kaçıyorsun.Bir korkak gibi saklanıyorsun.Başlangıçta bu bir uyum sürecidir deyip aldırmadım ancak artık planıma sadık kalmanı istiyorum."

"Ah, tabi ya." Acı acı güldü. "Lord Walker ve emirleri."

Onunla alay mı ediyordu? Aniden beliren baş ağrısını kovalamak için parmak uçlarını şakaklarına bastırdı.Burnundan soluyordu.

"Kulaklarını aç ve beni iyi dinle küçük hanım.Her şeyi senin için riske attım ben.O kınadığım soyluluk zırvalıklarının göbeğine keyfimden mi düştüm sanıyorsun?" Bir elini havaya savurdu "Dünya senin etrafında dönmüyor.Benim sana inanmayı denediğim kadar sen de bana güvenmeye çalışırsan ikimiz için de bu süreç daha kolay atlatılabilir olacak."

Tereddüt ve panik avuç içlerini terletirken gözlerini kırptı.Yüzüne çarpan gerçeklerin haklılık payı yüksekti.Adamın ağzından çıkan kelimeler kalbine aldığı bir bıçak darbesiyle yara almış gibi hissetmesine neden oluyordu.Keskin bir şey, muhtemelen bir bıçak göğüs kafesini ve kalp zarını delmişti.Kan kaybediyordu.Gururunu kaybedemiyordu.

"Ben...Yalnızca kendimi yabancı...Hem de çok yabancısı olduğum bir dünyada yaşamaya alıştırmak adına zaman istediğim için-"

Aniden sustu.Aralarındaki çekim başını döndürüyordu.Fildişi kazağın sarmaladığı göğsü genç kadınınkine çok yakındı,onu kendisine çeken bir ısı yayıyordu. Öfkeli bakışları, tüm dikkati ve deliciliğiyle dolan gözlerini inceliyordu.Gergin bir ifadeyle tırnaklarını kemirmeye başladığında eli yeniden ona doğru uzandı.

Onu daha evvel hiç böyle görmemişti.Bir anlığına adamın ona vuracağından korktu.Bazen demir kadar sert bazen ise bir kadife kumaş gibi dokunuyordu tenine.Böyle olmasının nedeni daha evvel yaşadığı kalp kırıcı, trajik aldatılma hikayesinde mi gizliydi? İrkilerek geri çekilirken, kalp atışlarının bedeninin her yanına yayıldığını hissetti.Genç adamın yüzünde beliren inanılmaz ifadeyi görene kadar da böyle devam etti.

"Sana zarar vereceğimi düşünmüyorsun değil mi?" derken çenesi kaskatıydı "Tanrım, belki de düşünüyorsun."

Ürpererek soluk ela bakışlarda parlayan nefreti görmemek için gözlerini kapadı.Nasıl olduysa Portola Valley'e geldiği o geceden beri gelecekleri sımsıkı iplerle birbirine düğümlenmişti. Kördüğüm yaşadığını sandığı mantığının celladıydı.

Gözleri hala kapalı halde,"Keşke," diye soludu."Portola Valley'e hiç gelmeseydim o zaman sen-"

Omuzlarını kavrayarak gözünü açmaya zorladı.

"Sus."

Sevimsizce narin yüzüne baktı.

"Bunları konuşmak faydasız.Bunun için kimi daha çok suçlamam gerektiğini bilmiyorum.Seni mi kendimi mi?"

Ah, tam anlamıyla şoke olmuştu.Onu kaçırdığı için pişmanlık mı duyuyordu? Yeni yıl gecesi içindeki çelişkiyi ayan beyaz gözler önüne sermişti öyle değil mi? Midesi bulandı.Sinirli olduğunu biliyor lakin bu kadarını beklemiyordu.

Ne bekliyordu ki? Kitaplarda okuduğu türden aşk var olmayan bir şeydi. Bundan şüphe etmese yaşadığı hayal kırıklığı da daha katlanılabilir olurdu şüphesiz.Yeterince hayal kırıklığını bizzat tecrübe etmişti.Kalbini kalın bir kitabın arasında kurutmak istiyordu.

Orada öylece dikilirken her ikisi de ne söyleyeceğini bilmiyor gibiydi.Cesaretleri kırılmıştı sanki.Uzunca bir süre birbirlerine baktılar. Aralarındaki tuhaf gerilim havayı sarmıştı.

"Söyleyecek başka bir şeyin yoksa," diye başladı genç adam bir adım gerileyerek "Akşam yemeğine kadar serbestsin.Saat yedide ilk dersimiz için piyanonun başında ol.Madam Lefebvre sana yolu gösterecektir."

Söylediklerini duyunca yüzünü buruşturdu.Başka seçeneği var mıydı ki sanki? Ona cevap vermek yerine kapı eşiğine gelmişti. Eteklerini tutarak salonu terk etmeye hazırlandığında çarpıcı ses yeniden kulaklarına doldu.

"Bir seçeneğinin olmadığını düşünüyor olmalısın," dedi düşlerindeki ukala ama sadık Mr. Darcy "Fakat seçenekler papatyalar gibidir sen onlara değer verdiğin ölçüde vardır.Doğrular ancak bu şekilde seni seçer.Papatyalar da güneşin istediği yönde ilerler."

Ruhunun iniltileri çığlığa dönüşürken kapıyı ardından kapattı ve sırtını soğuk ahşaba yasladı.Başta, hemen ardındaki odada olan adama olan arzusu olmak üzere hislerine karşı savaşıyordu.Bu duruma düştüğü için kendisinden ölesiye nefret ediyordu.Gücü yetse kalbini hiç düşünmez söker atardı.Bir damla yaş süzüldü göz pınarlarından.Gönül kitabının arasındaki Papatya'nın son yaprağı yalan mı söylüyordu? Jane Austen ne de güzel açıklamıştı içinde bulunduğu durumu;

'Elin avucun yaralanınca kan akar, kalbin yaralandığında ise gözyaşı.'

Bölüm parçası ; Lady Antebellum_ Just A Kiss 

Dikkat Turuncu 'ı es geçmeyin lütfen!

Continue Reading

You'll Also Like

2M 88.7K 68
Aile problemleri yüzünden evden kaçmış ve kendi ayakları üzerinde durmaya çalışan, aynı zamanda sinir hastası olan Pare, ucuza gelsin diye ikinci el...
22.3M 903K 116
İşte oradaydı... Muhtaç olduğum kadın korkuyla bana bakıyordu. Ona biraz daha dokunmazsam sanki ölecektim. Bu hastalıklı duygular beni resmen ele geç...
850K 16.7K 21
༺༻ Bütün hakları saklıdır "Ben geldim" Gülümseyerek ve son harfi uzatarak kurduğum cümle ile o da gülümsedi. Sandalyesini biraz masadan geri çekti...
11.5M 184K 17
17 NUMARA'YI KİTAP SATAN HER YERDE BULABİLİR, SATIN ALABİLİRSİNİZ. BURADA YALNIZCA TANITIM AMAÇLI İLK ON BÖLÜM VE ÖZEL BÖLÜMLER YAYIMDADIR. Gecenin k...