THREE || zm

Per zetkai

1.8K 157 85

"No wealth, no ruin, no silver, no gold, Nothing satisfies me but your soul, Oh, Death! Well I am Death, none... Més

tanıtım
bir
iki
üç
dört
beş
altı
yedi
sekiz
dokuz
on
on bir
on iki
on üç
on dört
on beş
on altı
on yedi
on sekiz
yirmi

on dokuz

33 6 1
Per zetkai

"Keşke pişmanlığın ötesinde yaşasaydım,

Aldığım şey için suçluluk duymazdım.

Daha fazlasını istemek insanca mı?"

Şarkı: Savages - Adore

*

Bu evden çıkan üçüncü cenazeydi. Bir sedyeye bağlanmış, üstü kapatılmış hareketsizce yatan bedenler. Onları plastik bir mankenden ayıran tek şey, ruhları, kim bilir şimdi neredelerdi? Cesetlere öyle alışmıştım ki onun için ne kadar üzgün olduğumu düşünmüyordum. Ölümün ne kadar gerçek olduğunu düşünmüyordum. Benimde başıma gelebileceğini, yaşamın ne kadar anlık ve kısa olduğunu, hiçbir şeye değmeyeceğini düşünmüyordum. Tek düşündüğüm bu işin içinden nasıl çıkacağımdı. Bunu nasıl açıklayacaktım. Önümden geçip giden sedyenin tekerlekleri kulaklarım yankılanırken, kalabalığın gürültüsü ve kameraların flaşları kulağımda patlarken, olay yeri şeridinin arkasında hareketsizce dikilip ne yapacağımı düşünüyordum.

"Aynı yerde üçüncü cinayet. Polisin bu büyük ihmalkarlığı, üçüncü bir cinayete neden oldu. Olay yerindeki dedektife rağmen kurban kurtarılamadı. Polis, olay yerinde dördüncü bir cinayetin işlenmesine engel olabilecek mi?"

Gazetelerde yazacak köşe yazılarını şimdiden görebiliyordum. İnsanların neyi konuşacaklarını biliyordum. Rex bunu istemişti. Kurbanın değil kendinin konuşulmasını. İnsanlar da onun emirlerine uyacak, ölen genç kız hakkında bir dakika methiyeler düzdükten sonra tüm günlerini bir katilin elini kolunu sallayarak aynı yerde üç insanın canına kıymasını konuşacaklardı. Onlara kızabilir miydim? Ben bile böyle bir şeyin nasıl mümkün olduğuna kendimi inandıramıyordum.

"Dedektif."

Başımı çevirip Jaxon'a baktım. Bir an onu göremedim, bulanık siluetini gördüm ve ne olduğunu anlamak için gözlerimi kırpıştırırken onların dolduğunu fark ettim. Benim için şaşırtıcı oldu. Birkaç defa zorla onları açtığımda görüntü netleşti. Jaxon'ın elini omzumda hissettim. "Eve gidin. Burayı ben hallederim."

"Bunun sorumluluğunu alacağımızı biliyorsun değil mi?" Başını salladı. "Güzel. Kendini hazırla."

Hava kararmak üzereydi. Başımı iki yana sallayıp soğuğu içime çekerken şeritten biraz uzaklaştım. Gazetecilerle ya da meraklı komşularla ilgilenmek istemiyordum. Arabanın içine geçip dudaklarımın arasına bir sigara sıkıştırdım. Sigaranın stresi giderdiği ya da rahatlattığı yoktu ama elimi nereye koyacağımı bilemediğimden ikinciyi ve üçüncüyü de yaktım. En sonunda panik bana dur diye bağırdı.

Dur! Burada böylece neyi bekliyorsun? Dur! Bir çözüm düşünmeye ne zaman başlayacaksın?

Her şeyden önce bu bir gurur meselesine dönmüştü. Katili adalete teslim etmek istediğim kadar, Xyrosaların bana yaptıkları emrivakiyi de def etmek ve onları zor durumda bırakmak istiyordum. Benden yapamayacağımı düşündükleri şeyleri yapmak istiyordum. Bir canavarı ensesinden yakalayıp adaletin önüne atabilir miydim? Dünyanın sağlığı için bunu yapmak istemiyordum. Onu farklı yollarla suçlayıp yine de bir insan gibi adaletin karşısına çıkarabilir miydim? Herkesin önünde dönüşüm geçirip varlığını haykırmayacağından emin olamazdım. O halde onu öldürüp öyle mi adalete teslim etmeliydim?

Onu kendi ellerimle Arnold'a vermeden intikam almanın da, adaletin tecelli etmesinin de imkanı yoktu. Başka bir şekilde olsun istemiyordum. Benden tam beklemedikleri şeyi yapıp onu parmaklıklar ardına tıkmak istiyordum.

Sigarayı camdan atıp Jax'ın dikkatini çekmek için kornaya bastım ve elimle işaret ederek gittiğimi söyledim. Başıyla onaylarken çoktan yanından geçmiş, arabayı mahallenin dışına sürmeye başlamıştım. Tek bir yolum kalmıştı. Tek bir çarem vardı. Travis'i kendi silahıyla vuracaktım.

Arabayı patikaya sürdüm. Öyle hızlı gidiyordum ki radyo cızırdamaya vakit bulamadan kendimi yolda buldum. Mağaraya giden dönemece atladım ve karanlığın içinde yolumu bulabilmek için telefonun flaşını açtım. Biraz ilerledikten sonra meşaleler başladı, ışığa gerek kalmadı. Adımlarımı kendime daha da güvenerek hızlandırdım. İçeri girdiğimi gören kimse kımıldamadı. Daha önce yüzünü görmediğim, ismini bilmediğim canavarlar işlerine öylece devam ettiler. Sanki bir yabancının içeri girmesi hiç sorun değildi ya da onlar bir yabancı olmadığımı biliyorlardı.

Travis'in masasına doğru ilerledim. Geçen gün bıraktığım gibi hiçbir şey değişmemişti. Ivor biraz daha keyifsiz ve öfkeli görünüyordu. Rex ortalıkta yoktu.

"Ne istersen yapacağım," diye mırıldandım. "Beni bu savaşın doğruluğuna ikna edersen senin için çalışacağım."

"Ama?" Gözlüğünün arkasından gözlerini kaldırıp umursamazca yüzüme baktı. Okuduğu kağıtları masanın üzerine bırakıp, gözlüğünü de çıkardıktan sonra oturduğu yerde gerindi.

"O katili bana vermeni istiyorum."

"Sana bunu açıkça söylemiştim. Bu yapamayacağım bir şey."

Başımı salladım. "O halde ona benden daha çok ihtiyacın var."

"Hayır."

Yutkundum. "O zaman ne? Neden?"

"Sadakat, Thea. İstesem de bozamayacağım bir yemin. Ancak ırkına ihanet ederse cezalandırılabilir, onu da bir insan değil ben yapabilirim."

"Sen bunun ihanet olmadığını mı söylüyorsun? Tüm ırkınızı tehlikeye atmıyor mu? Eğer onu gidip Arnold'a verirsem ne yapacaksın? Yine onun suçu olmadığını söyleyebilir misin?"

Alnını kaşıyıp gözlerini dinlendirdi. Sözlerim onu yormuyordu bile. Sadece sıkılıyor ve bir an önce susmamı istiyordu. Bir düşman olarak görmüyordu. Başına bela olan bir çocuk gibiydim. Bakışlarıyla beni aşağılamaya devam ediyordu.

"Travis," diye fısıldadım zorla. "Bana kabul edebileceğim bir seçenek sun o halde."

Tek kaşını kaldırarak ilgiyle süzdü. "Bu ne demek oluyor?"

"Ne yapmamı bekliyorsun? Çözülememiş bir dava olarak kapanıp gitsin mi? Herkese yalan mı söyleyeyim? Sence bana inanırlar mı? Hem üstelik bunu neden yapayım?" Yorgunca karşısındaki koltuğa çöktüm. "Bana emirler veriyorsun, nedenler değil."

"Bu yüzden seni aramızda istiyoruz." Ivor babasının yerine konuştu. "Sorgusuz sualsiz ne diyorsak onu yap. Bizim için yalan söyle. Bizim için ört bas et. Bizim için savaş. Neden diye sorma. Tüm her şeyi davan için yap." Gözlerini beni aşağılar gibi kısıp yüzünü buruşturdu. "Cennet vaadiyle ölmek fedakarlık sayılmaz, sen sadece davan için öl."

"Bu dava benim değil."

"Bu dava senin! Bu dava hepimiz kadar senin de davan!" Olduğu yerden fırlayıp karşıma geldi, koltuğun üzerine kapanarak yüzüme olabildiğince yaklaştı. Haykırıyor muydu, yoksa bu kadar yakın olduğu için mi onu bu kadar gürültülü işitiyordum anlayamadım. "Annen bunun için öldü. Baban bunun için öldü. Kardeşin, eğer onun için savaşmazsan bunun için ölecek. Hepsinin ölümünü hiçe saymak mı istiyorsun?"

"Bu benim davam değil."

Dolan gözlerimi saklamaya çalıştım. Sağ gözüm seğiriyordu. Nefes alamıyordum. "Bir kardeşim olduğunu bile yeni öğrendim ben."

"Bizim gibi başkaları da var."

"Ne?"

Ivor beni kolumdan kavrayıp tek hamleyle ayaklandırdı. "Bize ne diyorsun? Canavar mı? Yaratık mı? Bizim gibi başka canavarlarda var. Dünyada sadece insanların mı yaşadığını düşünüyordun? Tanrı'nın sizi bu kadar sevdiğini mi düşünüyorsun gerçekten? Yüzlerce yaratık var Thea. Yüzlerce topluluk. Yüzlerce çeşit. Üstelik hepsi bizim kadar iyi de değil."

"Yani? Ne yapmamı istiyorsun?"

"Düşmanlarımızı gördüğün zamanda yanımızda olmak istemeyeceğine emin misin? İnsan ırkının o aptal teknolojisinin öldürmeye, savaşmaya yeteceğini mi düşünüyorsun? Kurşunlarınız işlemediğinde kimden yardım isteyeceksiniz?"

Onu ittim. Aklımı çeliyordu. Evet, düşmanlarını görene kadar onlara inanmayacaktım. Neden inanmalıydım ki? Benim tek gördüğüm üç tane gencecik insanı katleden bir katildi.

"Rex'i bana verin," diye fısıldadım. "Sadece bunu istiyorum."

Ivor uzaklaştı. Kafasını iki yana sallayıp gülerken hayal kırıklığına mı uğradığını, yoksa alay mı ettiğini ayırt edemiyordum. Travis'e baktım. Ondan ne kadar nefret ettiğim fark etmezdi, annem onun fikirlerini umursadığı için birden bende onun ağzından çıkacak cümleleri daha da önemser olmuştum. Rex'i bana versin istiyordum, hepsi buydu.

"Davanın doğru olduğunu sanıyorsan inatçılık etmek güzeldir, ancak bir davan yoksa aptallıktan başka bir işe yaramaz," diye yanıtladı. "Annen zekiydi. Annenin korkuları ve değerleri vardı. Dünyayı çocukları için iyi bir yer yapmak istiyordu. İnsanlığın yok olmasından korkuyordu. Kendini feda ederken çocukları için gözü arkada kalmadı, neden mi? Bana o kadar güveniyordu." Hayal kırıklığıyla başını iki yana salladı. "Senin de ona benzeyeceğini ummuştum. Fakat sen ondan sadece inadını almışsın."

"Aptallık ettiğimi mi düşünüyorsun?"

"Aptallık ediyorsun." Başını hırsla salladı. "Sana acıyorum çocuk."

"Kendin için dertlen. Bir aptala ihtiyacın var."

Güldü. "Sadakat. Seni bunun için yanımda istedim. Annene olan sadakatim yüzünden. Sana ihtiyacım falan yok. İhtiyacım olan şeyleri herhangi bir insan evladı zaten karşılayabilir."

Bende güldüm. "Sadakati kimden öğrendin Travis?"

Kaşları kalktı. "Ne?"

"Sadakati kimden öğrendin? Elenora'dan mı?" Renk değiştiren gözlerine karşı dişlerimi sıkarak güldüm. "Annen bu konuda iyi bir öğretmen değildi ha?"

Üzerime geldi. Kükreyecek sandım. Ya da boğazımı dişleriyle paramparça edecekti. Kendimi birkaç saniye içinde burada ölmeye, kül olmaya hazırlamıştım. Ancak sustu. O kadar uzun süre sustu ki dünyada başka konuşan kimse yok sanıyordum.

"Pekala," diye fısıldadı. Sesi ilk defa kulağıma böyle yumuşak geliyordu. "Rex'i alıp ona istediğini yapabilirsin."

"Baba!"

Eliyle oğlunu ittirdi. "Karşılığında benimle olacaksın, öyle değil mi?"

Başımı salladım. Bacaklarım titriyordu. Eğer beni öldürseydi, beni parçalasaydı şimdi ki kadar korkmazdım.

O da başını sallayarak geri çekildi. Mağaranın çıkışını eliyle kibarca işaret ederken eğildi, ardından masasının etrafından dolanıp bir daha bana bakmadı. Yüreğimin kasıldığını hissediyordum. Ivor'ın tiksintiyle üzerimde gezinen bakışları, biraz önce söylediklerimin ağırlığı midemi bulandırıyordu. Neredeyse koşar adımlarla kendimi dışarı attım. Arabaya kadar kendimi sürükledim. Beynim onların dediği çoğu şeyi kabul ediyor, benimsiyordu ama dilim asla inadımdan başka bir şey konuşmuyordu.

Rex'i almıştım ama biraz bile kazanmış hissetmiyordum.

Continua llegint

You'll Also Like

2.4M 75.2K 54
Babasının borcu yüzünden genç kızı alı koyan Karahan başına büyük ama tatlı bela alır... Genç kız Karahandan küçük olmasına rağmen yalnız adama eş ol...
39.3K 5.1K 43
Memur bir kızın çözmesi gereken vaka için gittiği ormanda karşılaştığı şeylerin hayatını değiştirmesine sebep olmasını anlatan bir kurgudur Alıntı; O...
189K 15.7K 41
Av oyunlarını bilir misiniz? Hani bir ormana hayvanları salarlar, en hızlı avcıyı bulabilmek için. Avcılar için bir zevk ve güç gösterisi olan bu oyu...
74.8K 5.5K 38
Altı elementin bulunduğu bir okul. Bu okula her şeyden habersiz, bir gece yarısı zorla kaçırılıp getirilen bir baş rol. Annesiyle aynı gece kaçırılıp...