SEN (Bir İntikam Bir Yemin Bi...

By TCSelviAtc

283K 11.1K 2K

İmzaa günüü!! More

SEN (Bir İntikam Bir Yemin Bir Aşk)
Sen 1. Bölüm
SEN 2.Bölüm
Sen 3. Bölüm
SEN Bölüm 4
SEN 5. Bölüm
SEN 6. Bölüm
SEN 7. Bölüm
SEN 9. Bölüm
SEN Bölüm 10
SEN Bölüm 11
Bölüm 12
SEN 13. Bölüm
SEN Bölüm 14
Kısa bir ara...
SEN Bölüm 15
SEN Bölüm 16
SEN Bölüm 17
SEN Bölüm 18
SEN BÖlüm 19
Sen Bölüm 20
Sen Bölüm 21
Sen Bölüm 22
Duyuru... :)
Haberlerim varrrr!!!
Kocaeli Kitap Fuarı İmza Günü!

SEN Bölüm 8

7.2K 409 42
By TCSelviAtc

Bölüm 8

“Mutluluktan havalara uçacağını tahmin etmiştim!”

Adam, ona göz kırptı. Yüzsüzce, arsızca… Süheyla derinden titremeye başladığını hissediyordu. Eğer öfke; içeride gerçekten bir ateş yakabiliyor olsaydı, Süheyla bulunduğu alanı küle çevirmişti. Yavuz’u elinden kaçırmış olmanın getirdiği öfke ve acı iliklerine kadar işlemişti. Ve karşısında durup yakışıklı suratının ortasına kocaman bir gülümseme yerleştiren bu adam ona kuyruğu kadar yakın olacağını söylüyordu.

Kendine hâkim olamadan eğildi, çizmelerinden tekini yerden aldı ve adamın kafasına fırlattı. Adam hızla yere eğilirken- ve lanet olsun, gülüyordu- yataktan fırladı. Ona yumruk atacaktı. İçinde patlamaya hazır bir enerji birikimi vardı ve enerjisinin, öfkesinin tümünü ondan çıkaracaktı. Parmakları içe bükülür ve kasları ileri atılmak için gerilirken, diğer eli karın boşluğunun hemen yanında ikinci darbeyi vurmak için hazır bekliyordu.

Adamın güçlü olup olmaması umurunda değildi. Darbelerinin tek bir tanesi bedeninin herhangi bir yerinde patlarsa, içindeki yoğun sıcaklığın dağılacağını hissediyordu. Adam, eğlendiğini saklamayan bir ifade ile yana kayarak darbesinden kaçmayı başardı. Ve kıvrak bir hamle ile genç kadının arkasına geçmeye çalıştı. Küçücük odanın içinde kedi fare gibi birbirilerinin kuyruklarını yakalamaya çalışıyorlardı. Süheyla, hızla tekrar ona döndüğünde adamın arkasında kalma çabasını boşa çıkarmış oldu. Ama adamın o kıvrak hareketten sonra bilerek böylesine ağır hareket ettiğini anlayamayacak kadar mankafa değildi. Küstah!

Süheyla, nefes nefese kalmıştı ve bunun sarf ettiği efordan değil, içinde sıkışıp kalan öfkesinden kaynaklandığını biliyordu. Adamın gözleri hızla bedeninde dolaştı ve tekrar genç kadının gözlerine çıktı. Çok doğal, ama aynı zamanda zarif bir duruşu vardı. Yüzünden haylazlık dolu bir ifade geçerken, bir dudağının kenarı yana doğru kıvrıldı.

“Ben bir ayak- bacak hareketi bekliyorum. Eğer dayak yiyeceksem; lütfen manzaralı olsun!” Sesinin her tınısından muzırlık akıyordu. Bu adamın gerçekten ciddi bir anı var mıydı? En azından onun yanında!

Kendi düşüncelerinin arasında kaybolmuşken, adamın sözlerinin manasını kavraması zaman aldı. Bakışı hızla üzerindeki kısacık elbiseye yöneldi. Pantolon giymeye o kadar alışmıştı ki, bir etekle nasıl hareket etmesi gerektiğini unutuveriyordu. Başını kaldırdı. Gözleri, adamın yüzünde ağır ağır dolaştı. Genç adamın tek kaşı kusursuz bir açıyla havaya tırmanırken,  gözlerinde yapay olduğu bariz olan bir heves vardı. Adamın dikkat dağıtmada üstüne yoktu. Ve her zaman bel altı vuruyordu.

 Genç kadının dudaklarında bilinçsiz, soğuk bir gülümseme belirdi. “Elbiseler…” diye homurdandı ve aynı anda bir elini amaçsızca havada salladı. Süheyla savaşmayı biliyordu. Her haliyle! Adam, ondan bir şey bekliyordu. Bunu gergin bedeninden anlayabiliyordu. Ama sıradaki hamlesinin aklının ucundan geçmeyeceğine emindi. Doğal bir hareketle bir kolunu arkaya kıvırıp sırtına uzandı.

Adama bakmıyordu, ama elbisesinin fermuarını indirirken içine çektiği şaşkın soluğu duymuştu. Elbisesinin altında siyah yarım atleti ve boxerı  vardı. Elbisenin askılarını omuzlarından aşağıya indirdi. Ve sonunda elbiseyi bedeninden çıkardı. Başını kaldırıp, kayıtsız bir ifade ile adamın kırpıştırdığı gözlerine baktı. Hafif aralık dudakları ıslaktı. Kusursuzca yukarı kaldırdığı tek kaşı aşağıya düşmüş, adamın afallamış haline komik bir görünüm kazandırıyordu.

Genç kadın, kısa bakışının ardından ona doğru ilerledi. Bir elinde elbisesi duruyordu. Adamın yanından geçerken tamamen doğal bir tavırla,”Şunu tutabilir misiniz?” diye sordu.

Adam, içine derin bir soluk çekti. “Neyi?”

Süheyla, adamın elini tutup havaya kaldırdı ve elbiseyi elinin içine tutuşturdu. “Madem buradasınız… Biraz işe yarayın!” Ve adama bir kez daha bakmadan dolabına ilerledi. Dolabındaki boş askılardan birini aldı, tekrar adama doğru ilerledi.

Adam elindeki elbiseye patlamak üzere olan bir bombaymış gibi tedirginlikle bakıyordu. Süheyla, yine adamın yanında duraksadı. Bedeni kaskatı kesilen adama, “Demir Bey?” diye sordu.

Genç adam gözlerini kapadı. Burnundan gürültülü bir nefes aldı ve ona döndü.” Ne?”

Süheyla’nın kaşları yukarı tırmandı.” İyisiniz! Bir an için felç geçirdiğinizi sanmıştım.” Adam daha cevap veremeden elindeki elbiseyi çekip aldı ve boş askıya astı.” Teşekkür ederim.” Soğuk gülümsemesi dudaklarını kıvırırken, Demir Bey’in çenesi titredi. Öfke?

Adam, bir elini beline koydu. “Adil oynamıyorsun!” Sesinde suçlayıcı bir tını ve hafif bir boğukluk vardı.

Genç kadın başını yana eğdi.” Siz de öyle!”

Belki de taktik hatası yapmıştı. Adamın gözlerinin içine gerçekten bakmamış mıydı, yoksa o gözler o anda mı öylesine yoğun bir kararma yaşamıştı, emin değildi. Ama adamın gözleri yanan iki kordu.  Genç kadın bir an için tedirgin oldu. Demir Bey’in bedeninden etkilenmesini beklemiyordu. Sadece adamın yaptığı imaların boşa çıktığını göstermek istemişti.  Cesurdu, ama asla aptal cesaretine soyunmamıştı. Belki de o anda tam olarak bunu yapmıştı. Her açıdan…

Düşüncelerinin arasında bocalar ve adamın derin bakışlarının arasında nefes almaya çalışırken, adamın eli aniden havada süzüldü. Daha ne olduğunu anlayamadan bir elini ensesine yerleştirdi ve sertçe çekip yüzlerini birbirine yaklaştırdı. Ağır soluğu genç kadının dudaklarında gezindi. Gözlerini kırpmadan Süheyla’nın gözlerinin içine bakarken, başparmağı boyun kıvrımına hafifçe sürtünerek alt dudağına ulaştı. Tüm bu durum... Dokunuşu, bakışları, sıcaklığı ve nefesinin aroması Süheyla’da bir an için gözlerini kapama isteği uyandırmıştı. Midesi acıkmış gibi büküldü ve ardından şiddetle titredi.

 Demir Bey dudaklarını hafifçe yaladı. Gözleri kısılırken, belli belirsiz bir gülümseme dudaklarını kıvırdı. “Kiminle oynadığına dikkat et!” Fısıltısında uyarı dolu bir keskinlik vardı. “Sonra ikimizi de üzerim!”

“Oyunu siz başlattınız!” Süheyla, artan nabız atışlarıyla birlikte hızlanan nefesini düzene sokmak için bir çaba göstermeye çalışmadı. Yersizdi çünkü…

Adam hafifçe gülümsedi. Gözleri bir an için kayarak kapandı. Dudakları Süheyla’nın dudaklarının bir santim ötesindeydi ve adam, küçük bir hareketle dudaklarını birleştirdi. Bir öpücük değildi. Sanki sadece hafifçe tadına bakıyor gibiydi. Genç adamın yumuşak dudakları, kendi dudakları üzerinde bir süre öylece durdu. Ve genç kadın kelimenin tam anlamıyla dondu. Bedeni dışarıdaki hareketsizliğini sürdürürken içinde anlamsız bir curcuna, bir kaos vardı. Kalbi, kan akışı, nabzı ve midesinde tuhaf bir hareketlilik patlak vermişti.

Süheyla’nın gözleri fincan altlığı kadar açılır ve lanet olsun ki o dudakların kıpırdanması için aptalca beklerken genç adam dudaklarını sürterek aniden geri çekildi. Ve kendi kendine söylenir gibi, ”Gerçekten kül olmadan kendimi nasıl yenileyebilirim?” diye fısıldadı. Genç kadın onun gözlerinin içine bakıyordu. Gözlerinin kontağını koparmaya çalışmamıştı, ama bunu istese de yapamayacağını hissediyordu. Sanki o gözlerin içinde, zincirlerinden kurtulmak isteyen ve çılgınca çırpınan bir adam vardı. Süheyla’nın gördüğünden veya onun göstermek istediğinden farklı bir adam…

Süheyla sözlerini de duymuştu. Ama beynindeki algı merkezi henüz bunları kavrayabilmek için yeterince aktif değildi. Kalbi hızla kan pompalıyor, bedeni giderek ısınıyordu. Adamdan hoşlanmıyordu bile! Neden o dudakların kıpırdanması için öylesine güçlü bir istek duymuştu. Adamın gözlerinin içindeki pusun usul usul dağıldığını an be an izledi. Yarı kapalı göz kapaklarının altındaki yoğun maviler tamamen genç kadının gözlerine odaklandı.

Süheyla bir an için girdiği o anlamsız bulutun içinden çıktı. Yanaklarının hâlâ yanıyor olduğunu biliyordu, ama bunun için yapabileceği bir şey yoktu. Adamın sözleri beyninde üst üste yankılanırken, hafızası sözleri yakaladı. Ellerinin altından hızla çekilirken,” Niçe?” diye sordu kayıtsız bit tınıyla ve tekrar dolabına yöneldi. Bir tişört ve sık giyilmekten diz kısımları deforme olmuş bir eşofman altı çıkardı.” Şimdi de düşünürlüğe mi soyundunuz?” diye sordu. Bir şeyler söylemesi gerekiyordu. Aklını biraz önce yaşanılanlardan uzak tutmak için boş kalabalık olsa da sözlere ihtiyacı vardı.

Genç adamın derin soluk alışını duydu. “Tanrım! Sen gözlerimi zevksizliğinle kör edeceksin!” adam, sanki biraz önce hiçbir şey yaşanmamış gibi kaygısız ve haylaz velet havasına geri dönmüştü. Ama geç kalmıştı. Süheyla, onun içindeki derin adamı görmüştü. Yine de… Ona ayak uyduracaktı.

Tişörtünü başından geçirdi. Saçlarını iki eliyle toplayıp yukarıda gelişigüzel bir topuz yaptı ve çalışma masasına ilerleyip küçük mandal tokalarını aldı. Saçlarını birkaç yerinden tutturduktan sonra çenesiyle kapıyı işaret etti. “Sizi tutan yok!” Ardından kemik gözlüklerini aldı ve gözlerine taktı. Bakışlarını ona dikti.

Demir Bey, yüzünü buruşturdu. Birkaç adımda gelip çalışma masasının üzerindeki poşeti aldı. İçindeki paketlerden birini ona attı ve Süheyla paketi havada kaptı. Adam kendi paketini ve içeceklerini de çıkardı ve masanın üzerine koydu. Ardından ağır paltosunu üzerinden çıkarıp, yatağını üzerine fırlattı. Süheyla, gözlerini dikmiş huzursuzca onu izliyordu. ‘Kuyruk!’ Dedi içinden. Genç adam kalın gömleğinin kollarını dirseklerine kadar kıvırırken, Süheyla, “Kendinizi evinizde gibi hissedin!” diye homurdandı.

Demir Bey, ikinci kolu da kıvırdıktan sonra ona baktı ve hafifçe gülümsedi. “Öyle yapıyorum zaten!” Ve odada bulunan diğer sandalyeyi alıp, çalışma masasının önünde duran sandalyenin tam yanına koydu. Harika!

Sessizlik içinde paketlerini açıp, sandviçlerinden birer ısırık aldılar. Demir Bey, aniden başını ona çevirdi. Süheyla bakışına karşılık verdiğinde adamın alnındaki çizgilerin düşünceyle kırışmış olduğunu gördü. Daha çok kafası karışmış gibi görünüyordu. Sonunda hafif bir nefes alışın ardından dudaklarını yaladı. “Belirli bir teknikle hareket ediyorsun!” sesinde bastıramadığı bir merak tınısı vardı. “Nasıl?”

Süheyla, ağzındaki lokmayı yuttu, içeceğinden bir yudum aldı ve omuz silkti. “Çünkü belirli bir teknikle hareket etmeyi biliyorum.”

Adam meraktan çıldırıyordu. Süheyla belli etmemeye çalıştığı, ama gözlerinde parıltıları oynaşan merakına içten içe güldü. Ve Allah aşkına! Süheyla gayet hoyratça ekmeğine saldırmışken, bu adam nasıl öyle zarif bir şekilde yiyebiliyordu?  Sonuçta ekmek arası yiyorlardı. Züppe!

“O kadarını anladık!” adamın sesinde aniden bastırılmış bir hiddet belirdi. ”Nerede öğrendin?”

Genç kadın gayet doğal bir tavırla,”Okulunda,” diye bildirdi. Ardından onunla konuşmak istediğini fark ederek sözlerine devam etti. “Eğitimime ilkokulda başladım. Elimden birçok iş gelir, ama ben bir dövüş sanatları okulu açtım. Ve bunun için oldukça memnunum.”

“Kahretsin!”

“Ne?”

“Sen gerçek bir Chun Lee’sin.”

Genç kadın gözlerini devirdi. “Hayır. Ben ondan daha iyiyim. Hala farklı spor dalları üzerinde eğitim alıyorum.”Aklına gelen bir düşünceyle yüzünü buruşturdu. “En azından buraya gelmeden önce alıyordum.”

Genç adamın yüzündeki keyifli ifade yerini hızla ciddiyete bıraktı. Düşüncelerinin ve ihtimallerin arasında boğuluyormuş gibi gözleri kısa bir an odağını kaybetti. Ardından gözleri tekrar buluştu. “Şimdi ne yapacaksın?”

Süheyla, olumsuzca başını iki yana salladı. “Taksi plakasından bir şey çıkacağını sanmıyorum. Yavuz, bir süre ilerledikten sonra araç değiştirmiş de olabilir ve bunu araştırmam çok zamanımı alır.” Adam sözlerinin devamını beklerken yemeğine ara vermişti. Genç kadın da öyle… Dişleri dudağının iç kısmını kemirirken kararsızlığından kurtuldu ve sözlerine devam etti. “Yavuz’un abisi – birahanenin sahibi- Yıldıray ile kısa bir görüşme yapmayı planlıyorum.”

Demir Bey’in yüz hatları ve bakışları aniden sertleşerek otoriter bir hal aldı. “Yalnız görüşmeye kalkma! Bu aralar biraz meşgulüm, ama aradığın anda yanında olurum.”

Genç kadının aniden tepesi attı. “Gümüş kartla gideceğimiz yere, evet. Ama onun dışında yalnızım, Demir Bey. Ayağımın altında dolaşmayın!”

Demir Bey, kayıtsızca son lokmasını yuttu. Boşalan paketi buruşturup, poşetin içine attı ve poşetin içindeki peçetelerden birini alıp ağzını sildi. Sanki Süheyla biraz önce hiç konuşmamış gibi, “Yok böyle bir lezzet!” dedi.

Süheyla da sinirle boş kalan paketini buruşturdu ve onun gibi poşetin içine attıktan sonra bir peçete aldı. Ardından gözlerini Demir Bey’e dikip, kararlılığını anlatmaya çalıştı. “Ben ciddiyim, Demir Bey!” Ciddiyetini de anlaması için her kelimesine ayrı bir vurgu yapmıştı.

Demir Bey, Süheyla kadar kararlı bakışlara ona geri döndü. “Ben de!” dedi, o ada aynı ses tonuyla ve tonuna tehditkâr bir tını da ekleyerek sözlerine devam etti.” Zırt-pırt karşına çıkmamı istemiyorsan attığın adımdan beni haberdar edeceksin.”Aklına bir şey gelmiş gibi yüzünü sıkıntıyla buruşturdu. “Ayrıca Aliş’e neden kur yaptığını anladım.”

Süheyla, gözlerini devirdi. “Tam bir zekâ küpüsünüz, Demir Bey. Keskin zekânızın karşısında saygıyla eğiliyorum.”

Adam, onun alaylı sözlerini fark etti. Güldü. Ardından tüm ciddiyetiyle, “Teşekkür ederim.” Dedi.

“Lanet olsun, Demir Bey. Bu. Bir. Oyun. Değil.”

“Farkındayım. Bunun için sana yardım etmek istiyorum. Benim kolum Ali’ninkinden çok daha uzun! Cemiyetin içine doğdum. Ama İstanbul’un her tabakasında da sürttüm. En alt tabakada da birçok tanıdığım var. Sana, benden daha fazla yardım edebilecek tek bir insan daha yok. Ayrıca ne kadar kararlı olursan ol ne kadar dövüş bilirsen bil… Bu senin tek başına altından kalkabileceğin bir şey değil!”

Süheyla’nın gözleri öfkeyle kapandı. “Şimdi de hamim mi oldunuz?”

“Adına ne söyleyeceğin sana kalmış!” Genç adamın kaşları düşünceyle çatıldı. “Ama merak ediyorum. Neden onları bulma işini polise bırakmak yerine kendi başına halletmeye çalışıyorsun. Anlıyorum. İntikam almak istiyorsun, ama en azından senin için onları bulmalarını bekleyebilirdin. Emniyetten tanıdıklarım var derken şaka yapmıyordum!”

Süheyla, ona çileden çıktığını gösteren bir bakış gönderdi. “İşte bu yüzden! Kardeşimi öldüren kişilerin veya arkasında bir isim varsa o ismin de bir yerlerde bir tanıdıkları olabilir! Paraya ihtiyacı olan biri bu cinayeti kolaylıkla üstüne alabilir ve olay diğer herkes için çözüme kavuşmuş olur. Benim için değil! Ben, kardeşimi kim ne için öldürdü, önce bunu bilmek istiyorum. Sonra da…” genç kadın bir elini anlamsızca havada savurdu ve başını iki yana salladı.

Adamın gözlerinden bir gölge geçip gitti. Süheyla, bunun anlamını çözmek için kafa yormaya gerek duymadı. Demir Bey’e başka bir gözle tamamen tarafsız bir açıdan baktı. Adam, ona yardım etmeye hevesliydi. Gümüş karta sahipti. Çevresinin güçlü olduğunu söylüyordu ve belli ki onu polisle uğraştırmayacaktı. Ayrıca… Her ne kadar zekâsıyla alay edip dursa da adam gerçekten zekiydi. Süheyla, yine de ona güvenemiyordu. Ama içindeki kana susamış kadın teklifi çoktan kabul etmiş, bunun üzerine kutlama yapıyordu. Kabullenmişlikle derin bir nefes aldı.

Demir Bey, “Pekâlâ, belki de sen haklısın.” Dedi. “Topladığın bilgileri görebilir miyim? Belki de gözden kaçırdığın bir şey, bakmadığın bir açı vardır!”

Süheyla o anda anlamıştı. Adamın ciddiyetini bu kadar küçümsediğinin farkında değildi. Ta ki o, elindekileri bilgileri görmek isteye kadar! İstemediği bir his kalbinin kapalı kapılarını hafifçe zorladı. Ve o, kapının üzerindeki sürgülere bir yenisini daha ekledi.

Bilgisayarındaki programları açarken, genç adam dikkatle ekrana bakıyordu. Süheyla, ona konuşma geçmişini, Yavuz ve Cüce’nin loş ortamda arka profilden çekilmiş resimlerini ve Yavuz’un dövmesinin ayrıntılı, aydınlatılmış resimlerini gösterdi.

Genç adam beğeniyle dudaklarını büzdü ve ardından bakışı genç kadının gözlerini buldu. “Sen mi yaptın?” Sesinde beğeni dolu bir tını vardı.

“Hayır. Cebimi boşaltacak bir ücret karşılığında bu işten anlayan birilerine yaptırdım.”

“Başarılı!” Adamın ses tonu ve övgü dolu sözlerinde bir tezatlık vardı.

“Teknoloji çocuğu bunlar.”

“Bana daha çok orospu çocuklarıymış gibi geldi!”

Genç kadın ona hızla dönüp, uyarı dolu bir bakış gönderdi. Genç adama bakışına karşılık, “Ne?” diye sordu. “Bu işi cebini boşaltmadan yapabilecek bir sürü insan var!”

“Ama onların hiç biri benim çevremde değil!”

Süheyla, onun bir anda değişen yüz hatlarına bakakaldı. Bazen onun sözlerini gerçekten duymamış olduğunu bile düşünüyordu. Adam, o kadar kayıtsız kalıyordu ki, anlık bir sağırlık yaşıyor olabileceğini de düşünmüyor değildi.

“Sansar hakkında bir şey bulabildin mi?” dedi ve genç kadını tekrar konuya çekti.

“Sansar ismi bu ikisi arasında geçen bir konuşma. Bağlantısı olup olmadığı belli değil. Belki de herhangi biri ve öylesine konuşuyorlardı. Boş yere kürek çekmek istemedim. Ama bu ikisini bulursam ve onun da bu işle bağlantısı varsa… O zaman onu da bulurum demektir!”

Demir Bey, ona keskin bir bakış attı. Tek kaşı havaya tırmanırken, “Mantıklı!” dedi. Ardından tekrar ekrana dönerken, yüzünde düşünceli bir ifade vardı. “İstanbul kalantoru derken acaba Sansar’dan mı bahsediyordu?” diye kendi kendine mırıldandı.

“Belki… Bir fikir yürütmek çok zor!”

“Eğer kalantoru benim bildiğim anlamın dışında kullanmıyorlar ise… Kalantor olan birinin takma isim kullanması biraz abes kaçar! Burada farklı iki kişiden bahsediliyor olması büyük bir olasılık.”

Süheyla, yürüttüğü teoriyi mantıklı bularak başını salladı. Konuşmayı belki de bininci kez tekrar okurken, Demir Bey cephesinde bir hareketlilik oldu. Genç kadın, onun ne yaptığını öğrenmek için okumayı bitirmeyi bekledi. Ardından başını ona çevirdi. Demir Bey, tam sigarasını yakmak üzereyken!

“Onu burada içmeyi düşünmüyorsunuz, değil mi?”

Genç adam, sıkıntıyla kaşlarını çattı. Yüzünden hızla geçip giden tedirgin ifadeyi bu kadar yakınında olmasaydı göremeyebilirdi. Demir Bey, kolunu kaldırıp kol saatine baktı ve başını iki yana salladı.” Burada içmeyi planlıyorum. Gece yarısına geliyor!”

Süheyla, oturuşunu dikleştirdi. “Ne demek ’Saat gece yarısına geliyor’?” genç adamın berbat bir taklidini yaptı ve bu genç adamın kıkırdamasına neden oldu.

“Günde bir tane içme hakkım var ve iki dakika sonra bu hakkımı kaybedeceğim. Bunu içmediğim zaman… “Burada kısa süre duraksadı. Gözleri genç kadının gözlerinde kısa süre takılı kaldı. Ardından tüm yüz hatlarında usul usul dolandı. Sanki bir şeye karar verme aşamasındaymış gibi ve bunda gerçekten zorlanıyormuş gibi yüzündeki tüm kaslar gerginleşti. “Benim için bir ritüel gibi! Eğer içmezsem ardından gelecek olan diğer bağımlılıklarımla mücadele etmek zorunda kalıyorum. Bu… Oldukça güç!”

Süheyla’nın kafası çorba gibi olmuştu. Adamın sigarayı içmek zorunda olduğundan başka bir şey anlamamıştı. Diğer bağımlılıklar? Alkol sorunu olduğunu söylemişti, ama başka bağımlılıkları da mı vardı? Bıkkın bir iç çekti. “Pekâlâ… Zaten kalkmak üzere olduğunuza göre merdivenlerden inerken içebilirsiniz!”

Süheyla, adam sanki gitmek üzereymiş gibi ayağa fırladı. Ama Demir Bey’in kalkmak gibi bir niyeti yok gibi görünüyordu.

Genç adam, saatine baktı. Tek dal sigarayı havaya kaldırdı ve başını yana eğdi. Masum görünüyordu. Buna gerçekten ihtiyacı varmış gibi görünüyordu. Ayrıca bir şekilde haylaz da görünüyordu. Tam o anda şiddetle onun saçlarını karıştırma isteğiyle doldu ve neden böyle bir istek duyduğunu anlamlandıramadı. Derin bir nefes aldı. Adamın belki de yarım dakikası kalmıştı. Süheyla, prensiplerinden kolay kolay vazgeçen biri değildi. Yine de… Başını salladı. Ve tekrar yerine çöktü.

“Teşekkür ederim.” Demir Bey, zipposunu çıkardı ve sigarasını yaktı. Duman kıvrıla kıvrıla havaya süzülürken Süheyla’nın burun deliklerinden içeri girdi. Ortamı tatlı bir çikolata kokusu sararken beklediği o rahatsız edici hissi duymadı.

Genç kadının kaşları şaşkınlıkla çatılırken,“Be nedir?” diye sordu.

Demir Bey, sigaraya öfkeli bir bakış attı. “Bir fahişe!”

Sigara dumanı değil, ama adamın cevabı genç kadının bir anda öksürük krizine tutulmasına yol açtı. Öksürük seslerinin arasına Demir Bey’in keyifli kahkahası karıştı.

Süheyla’nın öksürükleri sona erdiğinde ayağa kalktı. Pencereye doğru ilerleyip, açtı. Ve ardından dönüp, yatağının üzerine oturdu.”Yani?” dedi. Kendi sesi kulağına çarptığında, tınısındaki eğlenceye şaşırdı.

Demir Bey, ona bakmak için sandalyesinde döndü. Bir ayağını dizinin üzerine atmıştı. Duruşu, sigarayı tutuşu ve içine çekişi bir şekilde oldukça zarif görünüyordu.”Yani… Çikolata aromali sigara! Daha fazla ne beklersin ki? Asla gerçeğinin yerini tutmaz. Ama en azından tatmin ediyor.”

“Demir Bey, siz… Tam bir rezilsiniz!” genç kadın başını iki yana salladı.

Adam sanki Süheyla ona iltifat etmiş gibi başını hafifçe eğdi. Sigarasını tamamen bitirmeden boş içecek kutusuna attı. Ve Süheyla’nın da beklediği o an böylelikle gelmiş oldu. “Ve şimdi rezilliğinizi de alıp gitme vaktiniz geldi.”

Genç adam şaşırmış gibi kaşlarını kaldırdı. “Nereye?” diye sordu ardından sahte bir masumiyetle.

“Nereye gideceğiniz zerre kadar umurumda değil, bugün size bir ömür yetecek kadar doydum!”

Demir Bey’in yüzünde yine o sevmediği gülüş belirdi. Adamın dudakları muzırlıkla aralanırken, genç kadın aniden elini kaldırdı. “Sakın!” diye sertçe bir uyarıda bulundu.

Demir Bey, yüzünde kararlı bir ifade ile aniden ayağa kalktı. Süheyla da onun sonunda gidiyor olduğunu düşünerek ayaklandı. Kısa süre sonra yalnızlığıyla ve her gece boğulduğu o derin düşünce çukuruyla baş başa kalacağı için gerçek bir istek duydu. Bu adam yanındayken çok da sağlıklı düşünebildiği söylenemezdi. Adam yatağa doğru ilerledi. Süheyla, yatağın üzerindeki paltosunu alıp gideceğini düşünerek hafifçe yana kaydı. Evet. Adam paltoyu aldı, ama üzerine geçirmek yerine biraz önce oturduğu sandalyenin üzerine fırlattı. Ayakkabılarını çıkardı ve yatağın üzerine ters olarak uzandı. Süheyla’nın yere kadar düşmüş çenesi ve fincan altlığı kadar açılmış gözlerinin farkında gibi görünmüyordu.

Süheyla öfkeden morarırken,” Demir Bey?” diye sordu.

“Evet?” Adam kollarını göğsünde kavuşturup, gözlerini kapadı.

“Ne yaptığınızı sorabilir miyim?”

“Elbette,”

“Lanet olsun! Ne halt ettiğinizi sanıyorsunuz?”

Demir Bey, tek gözünü kısarak açtı.” Gecenin bu vaktinde vicdanının beni göndermeye el vermeyeceğini bildiğim için… Seni kelimelerle uğraşmaktan kurtarıyorum.”

Süheyla’nın bir eli yüzünü buldu ve delice ovuşturdu. Adam bir kuyruktu. Kelimenin tam anlamıyla! Onunla aynı yatakta yatacağını da nereden çıkarmıştı? Ne çeşit bir adam bir kadının yatağına böyle kayıtsızca ve yüzsüzce yatabilirdi ki? Kendilerine ait bir şeyleri paylaşıyorlar diye buna izin vereceği kanısına da nereden kapılmıştı?

Süheyla, zehir gibi düşüncelerinin arasında kaybolur ve ateş saçan oklar fırlatan gözlerini genç adamın sere serpe uzanan bedenine dikmişken, beyni cevabı kendi kendine verdi. ‘Seni korumaya çalışan bir adam!’

Süheyla, aklından geçen ani düşünceyle bir an donup kaldı. Beyninin içindeki tüm ihtimal sözcüklerini bir masaya yatırdı ve saniyeler süren bir iç çatışma yaşadı. Soru ve cevaplar hızla birbirini kovalarken, adamın tam da bunu yaptığını fark etti. Yavuz, onu tanımıştı ve o adamlar kardeşini öldürmüştü. Okşanan kadınlık gururunu – ki böyle bir gurur anlayışı olduğunu da o anda öğreniyordu- görmezden gelerek tek düze bir sesle,” Demir Bey, kendimi korumayı biliyorum. İnanın bana… Buna hiç gerek yok!”

Demir Bey’in dudakları hafifçe yukarıya doğru kıvrıldı. Ama gözlerini açmadı. “Allah aşkına! Sana kim gereksiz yere bu kadar zeki olmanı öğütledi ki? Gizli kahramanlık denen bir şey var! Ve sen beni bu zevkten mahrum bırakacak kadar zalimsin!”

“Sizinle o yatağa yatmayacağım!” Süheyla’nın tedirginliği aslında tamamen farklı nedenlerdendi. Ama bunu o anda kendine bile itiraf etmek istemiyordu. Keşke kalbi aklını dinleyebilen bir organı olabilseydi. O zaman yersiz yere bu kadar hızlı atmasına engel olabilirdi.

“O zaman sandalyede uyu!”

“Demir Bey! Birazdan size için hiç de hoş anlar yaşatmayacak davranışlarda bulunabilirim ve bunun sınırındasınız!”

Adam hâlâ yatıyordu ve Süheyla hâlâ ayakta dikilmiş onun kalkmasını bekliyordu. Umutsuzca! “Yat ve uyu, Süheyla!” Genç adamın ses tonu keskindi.

Süheyla’nın bir eli sinirle saçlarının arasından geçti. “Nereye?” dedi sinir krizi geçirmenin eşiğine gelmiş bir sesle.

Adam kayıtsızca, “Hiç ayak ayağa diye bir şey duymadın mı?” diye karşılık verdi.

“Sabah kalktığımda ayaklarınızdan birinin ağzıma girmesi korkusuyla nasıl uyumamı bekleyebilirsiniz?”

“Ben dağınık yatmam! Yat ve uyu, Sü!” Adam kıpırdamamıştı bile!

Süheyla, ona bakmaya devam etti. Hem afallamış hem de öfke dolu bir halde! Adamın gitmeye niyeti yoktu. Ve Süheyla bir şekilde bu savaşı kaybedeceğinin farkındaydı. Derin bir nefes aldı. Ve bir adım attı. Hayatında attığı ilk ürkek adımdı. Zayıflıktan hoşlanmazdı. Zayıflık hataları ve hatalar da üzüntüleri beraberinde getirirdi. İkinci adamı her zamanki gibi sağlam ve sertti. Yatağa ulaştığında adamın bacaklarının üzerinden atladı ve içindeki öfkeyle birlikte kollarını göğsünde kavuşturdu. Adama bir tekme atmak istiyordu. “Umarım bu, beni korumak istediğiniz ilk ve son gece olur!” diye tısladı.

“İyi geceler, Sü,” genç adamın sesinde hafif bir eğlence tınısı vardı.

Süheyla, derin bir iç çekti. “Sü-hey-la! İsmimin kalan hecelerini yine unuttunuz.”

Adam cevap vermedi. Süheyla, ışığı bilerek kapatmamıştı. Demir Bey de böyle bir ricada bulunmamıştı. Bir şekilde onun da neden bunu istemediğini biliyordu. Her ne kadar yaşadıkları o kısa anı, o dakikada derinlere gömmüş gibi davranmışsalar da havadaki o vızıltıyı duymamaları imkânsızdı. Gerginlik tüm odanın içine usul usul yayıldı ve üzerlerini bir battaniye gibi örttü. Süheyla, katılaşan bedenini çözülmeden uyuyamayacağını biliyordu.

Genç adam uyuşuk bir sesle, “Uyu artık,” diye fısıldadı. Ve Süheyla karşılık olarak sadece homurdandı. Adamın orada olduğunu biliyordu. Dahası bedenindeki tüm ısı sanki doğrudan bir bağlantıyla onun bedenine akıyor gibi bunu teninde hissediyordu. Binlerce kuzu saysa da uyuması o kadar kolay değil gibi görünüyordu. Aklını başka yere yönlendirmeye çalıştı. Her gece yaptığı gibi gelecek planlarının içinde boğulmak için ve öfkesini taze tutmak için Yavuz’u ve lanet olsun ki, onu elinden kıl payı kaçırdığı anı düşünmeye başladı. Bu düşünce ardından onlarca düşünceyi beraberinde getirdi. Ve Süheyla, yine uykuya dalarken tamamen bilenmiş ve keskin bir haldeydi.

***

Saçları, başının arkasında atkuyruğu yapılmış olan bir adam gösterişli plazanın kapısından içeri girdi. Otuzlu yaşlarının ortalarında görünüyordu. Yüzünde hem tedirgin hem de gördüğü zenginlik karşısında bariz bir öfke ifadesi vardı. Kendinin de maddi durumu fena sayılmazdı, ama böyle bir ihtişam için paranın içinde yüzüyor olmak gerekiyordu. Doğuştan şanslı olan insanlar ve şansı sonradan yakalayan insanlar arasındaki o koca farka içinden küfür savurdu. O, bir yerlere gelebilmek için tırnaklarını bulduğu her şeye geçirmişti. Kimilerinin de işte böyle, havadan başına düşüyordu. Afilli asansöre binerken yüzü eğildi ve bir küfür savurdu. Asansör kabini bile onun yatak odasından genişti. Çıkmak istediği katın düğmesine bastı.

El âlemin zenginliğine kafa yormayı bırakıp, önlerine çıkan engeli düşünmeye başladı. Adam onu gördüğüne hiç sevinmeyecekti. Çok da umurundaydı. Bu işi başlarına o açmıştı ve ortalık temizliğini de o yapacaktı. Kendi de yapabilirdi, ama bunun için sağlam cukka gerekiyordu. O da kendisinde yoktu.

Asansörden indiğinde adamın asistanı ile göz göze geldi. Kadının bir dudağının kenarının kıvrılışından fotoğrafını beğenmediğini anladı. Hah! Sanki kendisi çok bir boka benziyordu. Kadının bakışlarına aynı ifade ile karşılık vererek ilerledi. Kiminle görüşmek istediğini belirtti.

“Randevunuz var mıydı?” diye sordu kadın. Yoktu. Olması da gerekmiyordu.

İsmini söyledi.”Sen söyle, o beni içeri alır!” dedi. Bunu özellikle tepeden bakan bir tonla söylemişti. Bu kadın kim oluyordu da ona böyle küçümseyici bakışlar atabiliyordu. Kadın, sözlerine inanmayarak telefonu kaldırdı. Bir numarayı tuşladı. İsmini karşı tarafa bildirdi ve gözbebekleri şaşkınlıkla irileşti.

“Sizi bekliyorlar,” diye bildirdi telefonu kapatışının ardından. Alayla başını eğdi ve ardından kadına göz kırptı. Kadının çenesi aşağıya düşerken, tembel adımlarla adamın ofisine doğru ilerledi.

Adam ödleğin tekiydi. Hayatında hiç kirli bir işe bulaşmamış, belki karıncayı bile öldürmemişti. Ama bir şekilde bu işin içine girmek zorunda kalmıştı. Neden kaldığını bilmiyordu. Adam bunu hep saklı tutmuştu, ama o kadar korkuyordu ki kendi kendini ele vereceğini sanmıştı.

Ofisin kapısını tıklattı ve cevap beklemeden içeri daldı. Adam, ofisin ortasında kuyruğu yanık kedi gibi dolanıyordu. Onun girişini fark ettiği anda hızla ona döndü. Gözleri dehşetle açılmış bir halde. “Senin burada ne işin var?” diye sordu. Ve daha cevabını beklemeden ardından makineli tüfek gibi saydırmaya başladı. “Sana bir daha görüşmeyeceğimizi söyledim, değil mi? Bir daha beni aramayacaktın! Yanıma gelmeyecektin! Beraber asla görünmeyecektik! Sen ne yapıyorsun? Çıkıp iş yerime geliyorsun! Bu nasıl bir kayıtsızlıktır?”

Dişlerini sıkarak adamın öfkeli sözlerini bitirmesini bekledi, ama adam söylenmeye devam ediyordu. Sonunda daha fazla o tiz ve kız gibi ince sesini dinlemeye tahammül edemedi ve sözlerini böldü. “Yavuz aradı!”

“Yavuz kim?” adam bir anda ona döndü.  Gözleri irice açılmış, dehşet içinde görünüyordu.

“Umur’u öldürenlerden biri! “ başını iki yana salladı. İş verdiği adamları bile hatırlayamayacak kadar aptaldı!

“Ne? Ne dedi?” bir anda o öfkeli halinden çıkmış, ürkek bir kedi yavrusu gibi miyavlamaya başlamıştı. Telaşlı adımları koca ofisin öbür ucundan kendisine doğru gelmeye başladı.

“Umur’un ablası buradaymış ve görünüşe göre onu arıyormuş. Bulmuş da! Eğer kadını tanımasaymış, kadın neredeyse onu yakalıyormuş.” Omuz silkti.

“Ne? Nasıl?” adam birden titremeye başladı. Dehşetle açılan gözleri onun gözlerine yalvaran ve ürkek bakışlarla bakmaya başladı. “Hani anlayamayacaklardı? Hani bir bağlantı yoktu? Hani kimse hiçbir şey anlamayacaktı? Nasıl? Kadın nasıl anlamış?”

Birkaç adımda tam önünde bitti. Kravatının düğümünü çekiştirdi. Sanki boğuluyormuş gibi bir ses çıkardı ve derin bir nefes almaya çalıştı. Ama anladığı kadarıyla başarılı olamadı.

“Ben nereden bileyim, nasıl anlamış! Anlamış işte. İz sürmüş. Nasıl, nereden anladı bilmiyorum. Ama Yavuz’u biliyor! Onu biliyorsa Minik’i de biliyordur! Ne yapacağız?”

Adamın iki eli birden başını buldu. Sanki büyük bir ağrı çekiyormuş gibi yüzü acıyla buruştu. “Bilmiyorum. Bilmiyorum. Ben… Bilmiyorum!” Gözlerindeki ifadeden adamın ağlamak üzere olduğunu anladı. “Bir şey söyle? Sen söyle! Ne yapabiliriz?”

Kayıtsızca omuz silkti.”Yapılacak iş belli, ama para lazım!”

“Tamam. Ne kadar istersen veririm. Yeter ki bana bulaşmadan beni bu işten kurtar!”

Onaylarcasına başını salladı. Ve adamın çalışma masasına doğru omurgasızmış gibi ilerleyişini izledi. Ne ödlek herifti? Madem bu kadar ödlekti, ne diye böyle bir işin içine girmişti? Çocuğu neden öldürmek istemişti? Olaya intihar süsü verebilmek için o kadar uzun ve yorucu bir oyun oynamışlardı ki, artık bunalmıştı.

Adam bir tomar parayı ona doğru getirirken, bu oyunun son ayağının da oynanıp biteceğini düşünüyordu. Bir velet yüzünden hayatını mahvetmeye niyeti yoktu ve gerekirse bunun için herkesi ortadan kaldırırdı. Sonra da karşısındaki aptalın parasını uçlanıp ülkeden kaçardı. Geldiği yere, hayatını kodeste geçirmek için gelmemişti.

Adamdan parayı aldı ve arkasını döndü. “Bir daha buraya gelme!” Ona bakmadı bile! Ödleğin tehdit ederken bile sesi titriyordu. Hafifçe başını salladı ve ofisten çıktı. Fazla uzatmaya gerek yoktu. Bu işe o gece bitecekti!

Umarım severek ve beğenerek okuyacağınız bir bölüm olmuştur :) Hatalarım-kusurlarım affola, eleştirilerinizi de bekliyorum :) Sevgiler... :*

Continue Reading

You'll Also Like

460K 33.4K 24
KURTALAN MAHALLESİ SERİSİ - 1 İnsanın hayatında kimi anlar vardı ki, bir dönüm noktası ya da sıfırdan başlangıcı olabilirdi kişinin. Tek bir durum, t...
1.8M 130K 30
Onların kaderi yıllar önce yaşanmış tek bir gece sayesinde birleşti. Bir anda karşısına çıkan ve peşini bırakmayan Atmanlı aşireti genç kızın bütün s...
419K 22.2K 49
Her sonun başlangıcı olduğu gibi, benim de biten sonumun başlangıcıydı bu olay... Şans verip, okumadan geçmee:) Hikayedeki karakterler ve ismi geçen...
3.9M 243K 81
* Siz: Ay acaba lamalar uçsa nasıl olurdu? Siz: Düşünsene, kafana tıpkı martının sıçması gibi tükürüyorlar. Siz: Çok komik olmaz mıydı? ÜSĞĞDDĞSPDĞPF...