MODEL-2

By reredrumm

10.6K 1.3K 3.2K

Bazen bir bütünü görebilmek için onu parçalara ayırmak gerekir. Ve şimdi ben; elime aldığım her parça beni d... More

1.BÖLÜM: ÖLÜM BİZİ BAĞLAR
2.BÖLÜM: ANGELINA
3.BÖLÜM: HIRÇIN
4.BÖLÜM: BABA
6.BÖLÜM: PARS
7.BÖLÜM: KİTAPLAR-1
7.BÖLÜM: KİTAPLAR-2
ÖZEL BÖLÜM-1: EMRE
8.BÖLÜM: TANIDIK HİSLER
9.BÖLÜM: ORCA
10.BÖLÜM: REHİNE
11.BÖLÜM: ÖLENİN İNTİKAMI
ÖZEL BÖLÜM-2: AZRA
MODEL-2 TANITIM VİDEOSU
12.BÖLÜM: BUZ PATENİ
13.BÖLÜM: YİĞİT
14.BÖLÜM: DEĞİŞİM
15.BÖLÜM: BİR UYANIK BİRKAÇ ÖLÜ
MÜZİK KUTUSU-1

5.BÖLÜM: ÇARK OYUNU

672 96 173
By reredrumm

Merhaba! Bugün nasılsın?

Bu bölümü büyük bir heyecanla paylaşıyorum. Satır aralarında duygularımı duygularınla paylaşmayı ve sohbet etmeyi çok isterim.

Aksiyon dolu bir bölüm okumak üzeresin! Fikirlerini sabırsızlıkla bekliyor olacağım.

İyi okumalar dilerim! xx

(Bölüm Şarkısı/1: Jozzy-I'm Gone)

Depoya gelmemiz neredeyse bir saati bulmuştu. Arabayı Bora kullanmıştı, ben yanında oturuyordum çünkü Anka arkada tek başına gitmek istediğini söylemişti. Bana neden böyle davrandığını çözemiyordum. Tam bütün yaralarım bana iyileşebileceğini göstermeye başlamışken neden bana sırtını çevirmişti? Tüm yol boyunca sadece Bora konuşmuştu. Ben sadece Bora'yı dinlediğimi teyit etmek için arada başımı sallıyordum Anka'ysa başını cama yaslamış dışarıyı izliyordu.

Ahmet'i düşünmekten yorgun düştüğüm her saniye aklım Anka'ya kaçıyordu.Onunla konuşmalıydım. Her saat, her dakika hatta her saniye onunla konuşmalıydım. Konuşmadan geçirdiğimiz bütün zamanlar birikip bizi avlıyordu. Biz ne zaman iletişim kuramasak çözmeye başladığımız tüm düğümler açılmamaya yemin ediyor ve en derin acılarımız günlerdir suyun altında kalan ölü bir bedenin şişip su yüzüne çıkması gibi ifşalanıyordu.

Anka ve ben arabanın arkasından getirdiğimiz silahları toparlarken Bora'da Emre'yle telefonda konuşuyordu.

"Bana neden böyle davranıyorsun?"diye sordum Anka'ya sessizce. Bunu beklemiyor olsa gerek silahını sıkıca tutan elleri gevşedi. Silahı arabanın bagajına geri bıraktı ve kollarını göğsünde birleştirip arabaya yaslandı.

"Mutsuz görünüyorsam kusura bakma. Kendini tehlikeye atıyorsun. Senin tehlikede oluşunu izlemekten zevk almıyorum Kaya."dedi. Elimdeki şarjörünü kontrol etmeyi henüz bitirmediğim silahı Anka'nın silahının yanına bırakıp ona bir adım daha yaklaştım. Ellerimi omzuna koyduğumda kısa bir süreliğine gözlerini kapadı.

"Bu tehlikeli Anka. Bu hep tehlikeliydi. Şimdiyse hiç olmadığı kadar. Seninle aynı fikirde olmayacağım çok fazla zaman olacak, buna alışmalısın."dediğimde Anka dudaklarını birbirine bastırdı. Bir süre sessiz kaldı, bakışları yerdeydi. Benimse onun üzerinde. Gözleri yeniden gözlerimi bulduğunda söylemek istediğim her şey aklımdan uçup gitmişti.

"Kimseye bir şey olsun istemiyorum. Sana bir şey olsun istemiyorum."dedi buruk bir sesle. Omzundaki elim onu yatıştırmak istercesine bir ileri bir geri kaydı. Anka elimi elimin üzerine koydu.

"Sırt sırta verdiğimizde bize hiçbir şey olmaz. Biz güçlüyüz Anka, birlikteyken çok güçlüyüz."dediğimde Anka'nın gözleri dolmuştu. Oldukça kısa bir sürede gözlerinde biriken yaşları defetti. Aramızdaki adımı kapatıp göğsünü bana yasladı ve kafasını boynuma gömdü.

"Korkuyorum. Endişelenmekten delireceğim."dediğinde içimden geçenleri söylüyor gibiydi. Ben de korkuyordum. Her şeyden, herkesten. Olabilecek tüm olasılıklardan, olmayacaklardan bile.

İki kişi aynı anda düşemez derdi Erim. Hepimizi çalıştırdığı sırada bizi hep ikili gruplardı. Biri güçten düşerse diğeri koşul ne olursa olsun gücünün dışına taşmalı ve eksiği kapatmalıydı. Biri korkarsa diğeri tüm korkularını gömer ve ikisi için de cesuru oynardı. İki kişi aynı anda düşemezdi. Anka ve ben aynı anda düşmeyecektik.

"Sorun yok. Endişelenmene gerek yok, herkes iyi olacak. Dünyandaki bütün trenler raylarından çıktı biliyorum ama bir yolunu bulacağız. Bana güvenebilirsin."dedim. Anka belime sardığı kollarıyla beni daha sıkı sarmaladı. İçimdeki bütün kötü hisler beni terk etmişti.

Bora yanımıza döndüğünde Anka kendini geri çekti. O kadar hızlı çekilmişti ki bir süre kollarım havada asılı kaldı. Anka kendi silahını alırken benimkini de uzattığında bozuntuya vermeden aldım.

"İçeride kim varsa çıkışa koştuğunu izlemiştik ama görünüşe göre içeriden hiç çıkmamış. Civardaki bir restoranın kamerası buranın çıkışını görüyor, görünüşe göre bizim kamerayı izlediğimiz saatlerde kimse dışarı çıkmamış. Aslı ve Emre buraya geliyor, Erim onlar gelene kadar içeri girmememizi söyledi. Başımla onaylamış ve depoyu uzaktan bir süzmüştüm.

***

Yaklaşık yarım saattir arabanın içinde bekliyorduk. Nöbetleşe deponun girişini izliyor ve diğer yandan da bir hatta bize depo hakkında bilgi veren Erim'i dinliyorduk. Görünüşe göre burası uluslararası kargolama yapan bir gemi şirketinin kiralık deposuydu. İçeride on binlerce kutu olacaktı ve içlerinde her şey olabilirdi. Erim her ne kadar içerideki insanı yakalamaya öncelik vermemizi istese de ben silüetin depoya sakladığı paketi bulmayı daha çok istiyordum. Kimse bu ihtimalin üzerinde durmuyordu çünkü silüetin girdiği aranın numarasını bulsak bile on binlerce kutunun içinden doğru kutuyu bulmamızın imkanı yoktu.

"İçeri girmeliyiz, bu saatte çok trafik olur onların gelmesi iki saati bulacak."dedi Anka. Bora'yla birlikte ona şaşkınlık içinde bakarken omuz silkti. Anka siyah bir tulum giyiyordu, bunu özel yaptırmıştı. Silahlarını koymak için onlarca gözü vardı. Üstelik yanında taşıdığı hiçbir silah dışarıdan görünmüyordu. Böylesine detaylı bir tulum giydiğini görmek bana bu tulumu daha önce defalarca giydiği hissini vermişti. Buna ihtiyaç duymuş olacak kadar ne yaşamıştı?

"Bu çok tehlikeli."dedi Bora.

"Sonunda anladın! Sizi denemek için söylemiştim. Bu başından beri zaten tehlikeliydi."diye çıkıştı Anka. Bora sinirle iç çektiğinde Anka'ya dudaklarımı oynatarak sakin olmasını söyledim.

"Geldiler işte."dedi Bora. Bir motor arabaya doğru yaklaştı, üzerinde iki kişi vardı. Sürücünün başındaki kasktan taşan kızıl saçlar Aslı'nın motoru kullandığını arkada oturan adamın sıkıca tuttuğu bilgisayar çantasıysa arkasında Emre'nin oturduğunu gösteriyordu. Trafiğe takılmamak için bir motorla gelmişlerdi, bu motoru daha önce evin orada görmediğime emindim.

"Bu motor nereden çıktı?"diye sordu Bora. Hep birlikte arabadan inmiştik. Motordan önce Aslı indi, kaskını çıkardı ve yere bıraktıktan hemen sonra bileğindeki tokayla saçını bağladı. Bora Emre'nin kucağındaki çantayı aldı ve inebilmesi için ona yardım etti.

"Komşudan ödünç aldık."dedi Aslı. Komşu diyerek bahsettiği Seçkin olmalıydı, onu da tutukladıklarına göre motorunu evinden izinsiz almış olmaları gerekiyordu.

"Bunlar kulaklıklar, herkes için bir tane var. Girişte kalacağım, hala güvenlik kameralarını inceliyorum, silüeti bulmaya çalışıyorum. İçeride sizinle konuşacağım. Eğer onu görürsem haber vereceğim ya da herhangi bir sorun olursa Haluk'un ekibine haber vereceğim."dedi. Haluk'un adını duymamla beraber kaşlarım çatılmıştı, bunu fark eden Emre omuz silkti.

"Erim'in kesin emri."dediğinde herkes şaşırmıştı. Anka elinde olmadan gülümsediğinde Aslı gözlerini devirdi.

"Herkes hazırsa girelim."dedi Bora. Herkes sırayla başını salladığında hızlı ve sessiz adımlarla deponun girişine doğru koştuk. Emre'de girişe kadar bizimle gelmişti. En önden Bora girdi, içerisinin ışıkları yanıyordu. Bora gördüğü ilk devasa rafa sırtını yasladıktan sonra hızla sağını ve solunu kontrol etti. Ardından bize gelmemiz için işaret yaptığında hep birlikte içeri girdik.

Emre'den yaklaşık yarım saat deponun bilgilerini almıştık ama sanki burası hakkında hiçbir fikrimiz yok gibiydi. İçerisi devasa kutularla doluydu, onlarca koridoru vardı. Oldukça sessiz ve ıssızdı, attığımız her adım ne kadar sessiz olursa olsun deponun içinde bir çığlığa dönüşüyordu.

"Pekala, biraz ileride bir dönüş var. Oradaki kutunun sağında bekleyin."dedi Emre. Kulaklıklar eksiksiz çalışıyordu, herkes birbirine baktıktan sonra adımlarımızı Emre'nin tarif ettiği yere doğru hızlandırdık. En önden Bora gidiyordu. Hemen ardında ben vardım. Benim arkamda Anka en arkadansa sürekli olarak etrafına bakınıp arkamızı kollayan Aslı.

"Bora, Aslı siz sağdan devam edin. Anka sen Kaya'yla soldan ilerle. Sizi iki farklı kanala alıyorum bundan sonra söylediklerimi ikili ikili duyacaksınız."dedi Emre. Aslı en arkadan öne, Bora'nın yanına geldiğinde arkayı kollama görevi Anka'nın olmuştu. Bora ve Aslı hızlı adımlarla sağdaki koridora saptılar ve kısa bir süre sonra gözden kayboldular. Bizse hala ilerlememiştik.

"Pekala, sırtımı sırtına yaslayacağım. Sen arkamızı kontrol et, ben bizi ilerletirim. Çift dönüşlü bir aradan geçersek sağ sende sol bende."dedim hızlıca Anka'ya doğru. Başıyla onayladığında sırtımı sırtına yasladım. Önüme döndüğümde iki elimle silahımı tutuyordum. İlerlemeye başladığımda Anka'da geri geri yürümeye başladı, sırtını sırtımdan ayırmıyordu.

Üçüncü koridordan da dikkatli bir şekilde gelmiştik. Her koridor bir diğerine benziyordu. Devasa koliler üst üste sıralanmıştı, koridor boyunca uzanan raflar tavana kadar koliyle doluydu.Emre'den bir ses yoktu, içerideki insandan da hiçbir iz yoktu.

"Pekala çocuklar, olduğunuz yerin yakınlarında kimse yok. Aslına bakarsanız bütün depoda sizden kimse yok. En azından koridorlar temiz, kolilerin arasında gizlenmiş olabileceğini düşünüyorum. Dört koridorunuz kaldı. Rafların başında koridor numaraları var, Anka C-2 ve C-3'e baksın Kaya sen de B-1 ve B-2'ye bak. İkinizin kulaklığını birbirine eşleyeceğim, birbirinizi duyabileceksiniz. Bitiren çıkışa doğru gitsin. Herkesi oraya yönlendireceğim."dedi Emre. Duyup duymadığını anlamak için Anka'ya baktığımda başını salladığını gördüm.

"Anlaşıldı."dedim Anka'yı Emre'nin dediği raflara doğru göndermeden hemen önce. Anka başını salladı ve uzun bir süredir havada tuttuğu kollarını dinlendirmek için indirdi.

"Omzun mu ağrıyor?"diye sorduğumda başıyla onayladı. Omzundaki yaranın iyileşmek için zamana ihtiyacı vardı ama Anka ona bu zamanı tanımıyordu. Bir eliyle omzunu ovuştururken konuşmaya devam etti.

"Dikkatli ol."dediğinde başımı salladım. Anka derin bir nefes alıp Emre'nin gitmesini söylediği koridora doğru ilerlemeye başladı.

"Beni duyuyor musun?"dedim dakikalar sonra. Anka dahaca gözden kaybolmamıştı. Arkasını döndüğünde gülümsediğini görebilmiştim.

"Evet."dedi ve yeniden dönüp hızlı adımlarla koridorda kayboldu.

"Kolilere dikkat et, ileri ve geri yerine sağa ve sola bakmalısın."dedim, bir yandan ben de kendi koridorumda ilerliyordum.

"Angelina'yla konuşmaya ne zaman gideceksin?"diye sordu Anka. Adımlarım yavaşlamıştı.

"Büyük ihtimalle yarın. Neden sordun?"diye sordum. Dikkatimi yeniden toplamam gerekiyordu. Gözlerimi kırpıştırıp derin bir nefes aldım ve neredeyse birbirinin aynısı olan kolileri inceleyerek yürümeyi sürdürdüm.

"Onu tanıyor olması çok mu kötü bir şey?"dedi Anka. Adım atmayı bırakmıştım, dikkatim tamamen dağılmıştı. Tam cevap vereceğim sırada hattaki üçüncü kişinin sesi duyuldu.

"Angelina kimi tanıyor?"diye sordu Emre.

"Kimseyi."dedi Anka aniden. Kısa bir sessizlik olmuştu, yürümeye devam ettim. Sürekli olarak kolilere arada bir ise koridora bakıyordum. Hala bir iz bulamamıştık. Onu bu kolilerin arasında bulmamız imkansızdı!

Anka'nın acı dolu sesi kulaklarıma dolduğunda donakaldım. Ondan oldukça uzaklaşmıştım. Kalbim deli gibi atıyordu, avuçlarım terlemeye başlamıştı.

"Neler oluyor?"diye sordum. Anka acı içinde nefes alırken bir yandan da gülmeye başlamıştı.

"Düz yolda ayağımı incittim desem inanır mıydın?"dedi Anka. Rahatlamışlık hissiyle bir süredir tuttuğum nefesini verdim.

"Üzerine basabiliyor musun?"diye sordum. Anka kendine söyleniyordu.

"Deniyorum ama bu ayağımı daha önceden sakatlamıştım. Zorlamak istemiyorum, beni alabilir misin? Sana tutunarak yürüyebilirim."dedi Anka. Arkama baktım, ona ulaşmak için iki koridor birden geri gitmem gerekiyordu.

"Pekala, geliyorum."dedim. Geriye doğru yürümeye başlamıştım ki Emre'nin panik içindeki sesi kulaklarıma doldu.

"Bekleyin bir saniye! İçeride biri var!"diye bağırdı telaşla.

"Nerede?"dedi Aslı. Görünüşe göre Emre hepimizin hattını yeniden birbirine bağlamıştı.

"Bu bir kadın! D koridorunun orada. Yüzünü görebiliyorum, Haluk'un sisteminde taratacağım."dedi Emre. Selin'le yaptığım konuşma bir bir aklımdan geçerken ağzımdan tek bir kelime çıktı.

"Bekle, Selin'in sistemine giremezsin. Kadını tarif edebilir misin?"diye sordum. Bir yandan da Anka'nın olduğu koridordansa D koridoruna doğru yürüyordum.

"Daha önce hiç görmedim. Siyah saçlı, zayıf, 1.60 civarlarında, siyah bir kot ve beyaz bir gömlek giyiyor."dedi Emre.

"Saçları dalgalı mı?"diye sordum.

"Evet."dedi Emre.

"Onu tanıyorum, o bir gazeteci. Geçen gün Uğur ve beni takip etmişti. Yine bizi takip etmiş olmalı. D'ye çok yakınım. Herkes işini tamamlayıp çıkışa gitsin.Ben de kadını ve Anka'yı alıp geleceğim."dedim hızlıca. Kimse bir şey dememişti. Bense koşmaya başlamıştım. O kadının derdi neydi? Kendini öldürebilirdi, ben onu bulmadan bir başkası bulabilirdi!

"Nerede?"diye sordum, nefes nefese kalmıştım. Koridorlarda koşmaya başlayınca başım dönmüştü. Baktığım her yer bir önceki yerin aynısıydı. Bu koca depo ben içinde koştukça büyümüş ve her adımda beni yutmuştu.

"Hemen ilerden sola dön, kadın o koridorun sonuna geldi. Sağında onunla karşılaşacaksın. Dikkatli ol."dedi Emre. Koşmaya devam ettim, derin nefesler alarak nefesimi düzenlemeye çalışıyordum.

Emre'nin tarif ettiğine göre hemen sağıma döndüğümde kadınla karşılaşacaktım. Bir anda beni görünce korkmasını istemiyordum. İlerlemeye devam etmeden önce bağırdım.

"Korkma ben Kaya Sözeri!"

Hemen karşımda korkudan beti benzi atmış kadın beni görünce biraz olsun rahatlamış gibiydi. Bir eli beline sıkıştırdığı silaha gitmişti, beni gördüğünde elini kullanmayı zerre bilmediği silahtan çekti. Aramızdaki mesafeyi koruyordu. Ben koridorun başındaydım o ise ortasında.

"Burada ne işin var?"diye sordum. Kadın güçlükle yutkundu.

"Asıl sizin burada ne işiniz var?"diye sordu kadın. Söylediklerinin saçmalığını ben ona hatırlatmadan kavradığında ellerini alnına koydu ve olan biteni hazmetmek için etrafına baktı. Korkmuştu, yalnızdı.

"Haberci bir arkadaşımdan bu civarlarda göründüğünüzü duydum. Ben de sizi takip ettim."dedi kadın.

"Burası senin için tehlikeli, burada olmamalısın."dedim. Beni duymamış gibiydi.

"Neden buradasınız? Neler oluyor?"diye sordu. Sinirlenmeye başlamıştım.

"Buradan çıkmalısın!"diye bağırdığımda kadın korkusunu biraz olsun sirkelemişti. Başını iki yana salladı.

"Neden buradasın?"diye sordu yeniden. Yanlış bir şey söylememek için kendimi zor tutuyordum. Bir elimi silahtan çekip yumruk yaptım. Bizi takip etmek ölümü takip etmek gibiydi ve karşımdaki kadın bunu farkında bile değildi. Bizi takip etmiş ve öylece depoya girmişti. Girmişti!

"Sen depoya nasıl girdin, girişte Emre vardı."dedim aniden. Genç kadının kafası karışmıştı.

"Biliyorum. O yüzden bende şuradan..."Kadının gösterdiği yere döndüm. Deponun bu yüzü boş bir araziye bakıyordu. Biri deponun duvarına bir insanın geçebileceği boyutta bir kesik açmıştı. Bunu karşımda duran ve şaşkın bakışlarla depoyu süzen kadının yapmadığı belliydi. Başından beri burada kimse yoktu çünkü içeride kim varsa biz içeri girmeden önce çoktan buradan çıkmıştı!

Kadın cümlesini tamamlayamamıştı bile. Çünkü gösterdiği yerden biri içeri giriyordu. Her şey saniyeler içinde gerçekleşmişti. Oradan birinin içeri girmeye çalıştığını görünce paniklemişti, bana doğru koşmaya başladığında hemen ilerideki düzenek gözüme ilişmişti.

Yerde şeffaf bir ip vardı. İpi bakışlarımla takip ettiğimde kutuların arasındaki bir bıçağa bağlı olduğunu gördüm.

"Dur!"diye bağırsamda genç kadın korkuyla bana doğru koşmaya devam ediyordu. Ayağı ipe takıldığında zaman yavaşlamıştı.

Silahımı kadına doğrulttum. Nefesimi tutmuştum, elim sanki onu tuttuğum konumda dünyanın en karmaşık hesaplarıyla yapılmış bir heykel gibiydi. Titremiyordum, kıpırdamıyordum. Bıçak mekanizmanın çözülmesiyle hızla yerinden fırlamıştı ve kadına doğru ilerliyordu. Bir gözümü kıstım ve genç kadına doğru gelen bıçağın birkaç salise sonrasını hayal ettim. Elimdeki silahı ateşlediğimde tuttuğum nefesi verdim.

Havada süzülen mermi hedefini biliyordu. Bıçak genç kadının yüzüne saplanmasına birkaç nefes kala mermiyle karşılaşmıştı. Bıçağın ucuna değmeyi kıl payı başaran mermi bıçağın yönünü değiştirmişti. Genç kadın neler olup bittiğini yeni kavrıyordu, bir bana bir az önce yüzünün ortasına saplanacak olan bıçağa baktı. Bıçak hemen kadının arkasında kalan koliye saplanmıştı.

İçeri kesilen depo duvarından sürünerek giren Uğur gördükleri karşısında şoka girmişti. Kadının ayaklarının bağı çözülürken ona doğru koştu. Kadını belinden yakaladığında genç kadın irkildi. Uğur'u tanımıştı.

"Hülya..."diye fısıldadı kadın. Yüzü bembeyazdı, gözleri korkudan fal taşı gibi açılmıştı.

"Ne?"dedi Uğur. Endişeli gözlerle kadına bakıyor, bıçağın ona zarar verip vermediğini anlamaya çalışıyordu.

"Adımı sormuştun. Adım Hülya."dedi kadın bayılmadan hemen önce. Uğur ayakları çözülen kadının vücudunu tutamamıştı ama kafasını tutmuştu. Genç kadını yere yatırdı ve hayati değerlerini kontrol etti.

"Neler oluyor ağabey? Erim'i aradım olanları anlatınca direk buraya geldim."dedi Uğur, bir yandan Hülya'nın nabzını sayıyordu.

"Neden oradan girdin?"diye sordum girdiği deliği gösterip.

"Kimsenin takip etmediğinden emin olmak için arka yoldan geldim. Girişi arıyordum, sonra bu deliği buldum."dedi Uğur. Hülya'yı biraz olsun kaldırıp biraz olsun kendine yasladı.

"Bu nasıl bir düzenek?"diye sordu Uğur. İpleri ve ucundaki koliye saplı bıçağı inceliyordu. Koliye saplı bıçağı görmek beni duraksatmıştı. Bıçağa baktığımı gören Uğur'da dikkat kesildi.

"Neye bakıyorsun öyle?"dediğinde bıçağa doğru yürümeye başladım. Kolinin yanına geldiğimde bıçağı koliden çekip yere fırlattım ve koliyi sıkıca kavradım.

"Bütün koliler devasa büyüklükte. Bu burada gördüğüm en küçük koli."dedim, koliyi güçlükle yere indirmiştim. Uğur Hülya'nın kafasını yavaşça yere bırakıp yanıma geldi. Kolinin kapağını kaldırdığımda içinde bir paket vardı. Bu silüetin buraya bıraktığı paketti.

Paketi alıp salladım. Ses gelmemişti, içinde parçalı bir şey yoktu. Uğur'da merakla beni izliyordu. Paket öncesinde defalarca katlanmış gibiydi. Küçük bir bantla ağzı kapatılmıştı. Bantı açmaya uğraşmadan kağıdı yırttım. İçinde yırtılmış kitap sayfaları vardı.

"Bunlar da ne böyle?"diye sordu Uğur. Beş adet sayfayı çıkarıp yan yana yere serdim. Sayfalarda yazı yoktu, sadece resimler vardı.

"Bu ben miyim?"diye sordu Uğur. Parmakla işaret ettiği sayfaya baktım. Sayfalardan birinde gülümseyerek bize bakan adam Uğur'a çok benziyordu.

"Bunlar biziz."dedi ardından Uğur. Sayfalarda resimlerimiz vardı. Bir süre sayfaları inceledik, oldukça eski çizimlerdi. Bir sayfada onlarca kişi çizilmişti, bu bir hikaye gibiydi. Her sayfada birileri bir şeyler yapıyordu. Uğur sayfaların sırasını değiştirdi.

"Bu sensin, bu Hülya, bu da benim."dedi, gösterdiği sayfaya baktım. Sayfada yerde yatan bir kadın ve yere dizilen kağıtların başında toplanmış iki erkek figürü vardı. Tüylerim diken diken olmuştu.

"Bu delilik!"dedi Uğur. O da gördüklerinden rahatsız olmuştu. Yerden bir kağıt alıp inceledim. Bu kağıt diğerlerinden daha parlaktı. Herkesin sadece yüzü çizilmişti. Renkli bir çarkın üzerinde her rengin yanında farklı bir yüz vardı. Ben, Angelina, Anka, Bora, Azra, Erim, Aslı, Emre. Hemen altında herkes yeniden çizilmişti bu sefer vücutlarımızda vardı. Herkes elindeki telefona endişeli bakıyordu.

Telefon ekranında görünenler sayfanın arkasına daha büyük çizilmişti. Yüzlerimizin olduğu çarkın altında kırmızı bir buton ve üzerindeyse bir yazı vardı. İlk defa biz yazı vardı.

'Çarkı çevir, kimin öleceğini öğren!'

Resmin hemen altında bir parmağın kırmızı butona bastığı görünüyordu. Devamıysa yoktu. Sayfalara defalarca bakmıştım ama ne parmağın sahibi çizilmişti ne de çarktan kimin yüzünün çıktığı.

"Bu delilik!"dedi Uğur yeniden. Haklıydı. Bu sadece delilikti. Delilerin anlayabileceği bir delilik.


(Bölüm Şarkısı/2: Emmit Fenn-1995)

"Orada mısınız? Sesimi neden duymuyorsunuz?"Emre'nin oldukça yüksek sesi kulaklığıma iliştiğinde yüzümü buruşturdum.

"Ben, Kaya. Seni duyuyorum. İçeride her kim varsa çıkmış, problem yok."dediğimde Emre konuşmaya devam etti.

"Kulaklığın bozuldu sandım! İçeride biri var Kaya! İçeride birileri var! Üç kişi Anka'nın yanına doğru gidiyor, beş kişi Aslı'nın iki kişi Bora'nın ve bir kişi de size doğru geliyor!"diye bağırdı Emre yeniden.

Uğur kulaklıktan taşan telaşı duymuştu, kağıtları topladı ve katlayıp cebine koydu. Hemen ardından Hülya'yı kaldırmaya çalışmıştı bense çoktan kalkmıştım.

"Hülya'yı al ve çıkışa git. Peşimizden gelen kimse sizi değil beni izleyecektir. Bunu al."dedim Uğur'a. Belimdeki diğer tabancayı verirken. Uğur başını iki yana salladı.

"Senin tabancan yok."dediğinde elimdekini gösterdim.

"Mermisi var."dedim. Tabancamda sadece bir mermi kaldığının farkındaydım ama bunu Uğur'a söylersem tabancamı almayacağını da biliyordum. Hülya'yı koruması gerekiyordu, yapmam gerekeni yapıyordum. En azından buna inanmıştım.

"Dikkatli ol."dedi Uğur, Hülya'yı kucağına almıştı.

"Sende."dedim ve hızlıca onlardan ters tarafa koşmaya başladım.

"Emre beni Anka'nın kulaklığına bağla."dedim koşmaya devam ederken.

"Anka?"diye seslendim. Koli yığınının içinde koşuyordum. Anka'ya doğru çekiliyordum, bunu düşünmeden yapıyordum.

"Ben iyiyim. Bir kolide oturuyorum ve misafirlerimi bekliyorum."Genç kadının kulaklarıma dolan sesi beni biraz olsun yavaşlatmamıştı.

"Yanına geliyorum. Benden başka kimse seni almaya gelmiyor. Benden başka herhangi birini görürsen ateş et."dedim. Anka kısa bir süreliğine sessiz kalmıştı.

"Pekala."dedi en sonunda. Koşmaya devam ettim, hiç durmadan, biraz olsun düşünmeden. Sadece koştum.

"Emre Anka'nın yerini tarif et!"diye bağırdım.Doğru yöne gittiğimden emindim ama herhangi bir hata yaparak geç kalma lüksüm yoktu.

"C-2'de. Bu koridorun sonundan düz gitmelisin."dedi Emre. Koridorun sonuna yaklaşıyordum ki Emre'nin sesini yeniden duydum.

"Kaya dur! Hemen ilerideki dönüşte solunda dört kişi var!"diye bağırdı. Adım atmayı bırakmıştım. Nefes nefeseydim ama ses çıkarmamam gerekiyordu. Hayalet adımlarla ilerledim. Tam dönüşe gelmiştim ki raflara sokuldum ve kolilerin arasına saklandım.Kolilerin yarattığı gölgenin içine sızmıştım. Oracıkta bir gölge oluvermiştim. Hiçbir ses yoktu, kafamı yavaşça çıkardım. Etrafta kimse yoktu, saklandığım yerden çıktım ve silahımı sıkıca tutarak sola döndüm. Kimse yoktu. Dört kişi bir anda kaybolamazdı. Bir terslik vardı.

"Hala aynı yerde dört kişi mi var?"diye sordum.

"Evet."dedi Emre. Dediği yerdeydim ve dört kişi yoktu. Burada kimse yoktu. Bu sadece bizimle oynanan bir oyundu. Gülmeye başladığımda Emre yeniden kulağıma fısıldadı.

"Hey sessiz ol, seni bulacaklar."dediğinde gülüşüm arttı. Kendimi durduramıyordum. Acınacak haldeydik.

"Burada kimse yok. Bu binada bizden başka kimse yok."dedim ve yeniden gülmeye başladım.

"Bu nasıl olur? Onları görüyorum, içerideler."dedi Emre.

"Bu binada bizden başka kimse yok!"diye bağırdım avazım çıktığı kadar. Sesimi duyan Bora ve Aslı hemen biraz ileride görünmüştü. Onlarda birinden kaçtıklarını sanarak bir süredir koşuyor olmalıydılar. İkisi de terden sırılsıklam olmuştu. Bense hala gülüyordum. Avazım çıktığı kadar kendime acıyarak gülüyordum.

"Bu eski bir görüntü, binada kimse yok."dedi Emre kulağımıza. Bir gıcırtı gülüşümü soldurmuştu. Raflar gıcırdıyordu. Eski bir kütüphanenin çürük rafları gibiydiler. Sanki benim gülüşüm bütün rafları çürütmüştü.

"Dikkat!"diye bağırdı Bora, Aslı'yı da çekip hemen yanında devrilen raftan güçlükle sıyrılmıştı. Teker teker dökülen raflar oldukça şiddetli bir ses çıkarıyorlardı. Raflar yan yana olduğu için devrilen biri domino taşı etkisi yaratmıştı. Tüm raflar gıcırdayarak birbirine çarpıyor ve taşıdıkları koliler yere düşüp patlamayı andıran bir sesle patlıyorlardı. Raflar birbiri üzerine düşerek Anka'nın bulunduğu rafa doğru gidiyorlardı.

Aslı ve Bora devrilen raflara zıt yönde çıkışa doğru koştuklarında ben devrilen rafların arasına dalmıştım. Anka tek başına oradan çıkamazdı. Onu nasıl bulacaktım? Bu hızla devrilen rafların Anka'nın koridorunu bulması sadece birkaç dakika sürecekti. Nereye koştuğumu bilmiyordum, sadece Anka'nın adını haykırıyordum. Hiçbir cevap gelmiyordu, belki de sesim onca gürültüden ona ulaşmıyordu.

Çaresizlik. Korkuyu gölgesinden takip edip yakasına yapışan duygu. Dünya'nın durup zamanınsa tersten akmaya başladığı dilim. Çaresizlik dilimi.

Adımlarım nereye gittiğini bilmiyordu. İçinde olduğumuz depo sırasıyla devriliyor, arkamda bıraktığım her raf üzerime devrilmeye teşebbüs ediyor ve beni sıyırarak taşıdığı tüm kutuları yerle bir ediyordu. Henüz devrilmemiş olan ve usulca sırasını bekleyen rafların numaralarına bakıyordum. Anka'yı şu anda olduğunu düşündüğüm rafta bulamama fikri beni çaresizlikle her saniye yeniden ve yeniden tanıştırıyordu.

Adını sayıklıyordum. Ciğerlerimi delmek istercesine bağırıyordum. Kendi sesimi dahi duyamazken onun beni duymuş olmasını diliyordum. Çaresizlik. Maddenin altıncı hali.

Raflar birbirini devirdikçe kaos büyüyordu. Her raf bir öncekinden daha hızlı çöküyordu. Arkamda bıraktığım dev kaos önüme geçmişti. Korku dolu gözlerle beni oldukça gerisinde bırakan ve birbiri üzerine devrilmeye devam eden raflara baktım. Benden önce ona ulaşacaklardı. Bütün vücudumu korku sarmıştı. Adrenalin ise bunun sadece bir hediyesiydi.

Düz koşmaktan vazgeçip en yakın çataldan sağa döndüm ve gözümü raf numaralarından ayırmadan koşmaya devam ettim. Anka'nın beklediğini düşündüğüm rafa sadece bir koridor uzaklığındaydım. Adımlarım hızlandıkça birbiri üzerine devrilen rafları biraz olsun yeniden geride bırakmıştım. Köşeyi döndüğümde onu görmek istiyordum. Onu burada bulmalıydım.

Köşeyi döndüğümde bir anlığına nefes almakta zorlandım. Anka orada değildi. Yalnızca saniyelerle ilerisinde olduğum devasa domino taşları bulunduğum koridora gelmişti. Arkamı dönüp bir sonraki koridora koştum. Orası da boştu. Çıkıştan oldukça uzaktaydım, buradan geri dönemezdim. Tonlarca ağır kutuların üzerime devrilmesi kaçınılmaz bir sondu üstelik Anka'yı da hala bulamamıştım. Son koridora doğru saptığımda içimdeki bütün ümitler tükenmişti. Bu bir kabulleniş töreniydi. Vahşi bir ölümü zarifçe kabullenmenin ilk töreni.

Son koridorda koşarken gözlerim hala Anka'yı arıyordu. Burada da yoktu demek ki bir şekilde kendini çıkışa kadar götürmüştü. Götürmüş olmalıydı, buradan çıkmış olmalıydı. Onun devrilen rafların arasında sıkışmış olma ihtimalini aklımın ucundan dahi geçiremezdim. Kalbim sızlıyordu, bütün bu olanları kendime açıklayamıyor ve yediremiyordum.

Bir kadın sesi kulağıma iliştiğinde korku dolu gözlerle bulunduğum koridorun hemen sonunda bana doğru koşan Anka'ya baktım. Onu bulmayı istemediğimi onu bulduğumda anlamıştım. Onun buradan çıkmış olma ihtimali burada ölmemi bana kabullendirecek tek şeydi oysa ki o burada, benimle birlikte kapana sıkışmıştı. Kısa sürede yanına gelmiştim. Anka ayağını tutuyordu, sağ ayağını incitmiş olmalıydı.

"Tek ayağıma basabiliyorum!"dedi, ayaklarına bakmayı kesip yüzünü inceledim. Korkuyor muydu? Burada ezilerek öleceğimizi anlamış mıydı?

"Ne yapacağız?"diye bağırdı yeniden. Bir bana bir de hemen arkamdan getirdiğim ve üzerimize yığılmasına sadece birkaç raf kalmış domino taşlarına bakıyordu. Aklımdan binlerce düşünce, kalbimden binlerce his geçiyordu ama hiçbiri kendini benden kurtarmak için ağzımdan atmıyordu.

"Korkuyorum!"diye bağırdı Anka yeniden! Onun korku dolu gözleri beni kendime getirmişti. Burada ölebilirdim ama onun burada ölmesine izin veremezdim. Arkamı dönüp bir savaş alanına dönen depoya ve üzerimize doğru devrilmeye devam eden tonluk kutulara baktım. Rafların devrilme hızına bakılırsa üç aşağı beş yukarı yirmi saniyemiz olmalıydı. Ölmeden önce sadece yirmi saniyemiz vardı. Yeniden Anka'ya döndüğümde ağladığını gördüm. Bakışlarımdaki kaskatı kesilmiş korku yumuşamıştı.

"Öleceğiz! Öleceğiz!"diye bağırdı. Titriyordu. Titremesi korkudan mıydı yoksa ağlarken sarsılan bedeninin bir yanılsaması mıydı emin olamıyordum. Dikkatimi toparlayıp yeniden arkamı döndüm. Hemen yanımızdaki rafın üzerimize devrilmesine çok az kalmıştı. Domino taşları sadece beş rafı devirdikten sonra ona ulaşacaklardı. Bakışımı bir rafın daha devrilmesine yetecek süre kadar geride kalan enkaza çevirdim. Raflar dikey devriliyor ama kutular yataya fırlıyordu. En tepedeki kutu ilk düşüyor ve bir bombanın patlayış anı gibi etrafındaki bütün kulakları sağır ediyordu. Bir rafın daha devrilmesine göz yumacağım süre içerisindeyse rafları inceledim. Her biri beşer katlıydı, her katındaki kutuları sayamıyordum ama en çok kutu hep en alttaki rafa konulmuş gibi görünüyordu. Rafların diğer rafa yaslanan kısmı ince bir metalle kapatılmıştı, hemen yanımızdaki en son devrilecek olan rafa baktım. Kapalı kısmı deponun duvarına dönüktü.

Aklıma gelen tek yolu izleyecektim. Yanımızdaki rafla duvar arasında iki kişinin sığabileceği kadar boşluk vardı. Eğer Anka'yla oraya ulaşıp yere çömelebilirsek raf duvara doğru yıkılsa bile duvarla arasında bırakacağı üçgen şeklindeki boşlukta kalarak kurtulabilirdik. Bu çok riskli bir plandı. Raflar arasında bu koşulu sağlayabilecek aralık olmayabilirdi, ikimiz de o aralığa sığmayabilirdik, en üstten düşen paket patlayıp içindekiler üzerimize savrulabilirdi ya da raf duvara tutunamadan kayıp bizi altına katabilirdi. Bu riski almak istiyordum. Anka burada ölmeyecekti. Bu bir son olamazdı. Yeniden üzerimize gelen raflara baktığımda sadece üç raf gerimizde kaldıklarını gördüm. Anka'ya doğru döndüğüm ve ona doğru birkaç adım attım. Bu sırada genç kadının gözleri yıllardır arıyormuşcasına bir özlemle gözlerimi bulmuştu. Yutkundu, söylemesi gereken bir şey vardı.

"Seni seviyorum."dediğinde adımlarım yavaşladı. Anka'nın ağzından çıkan iki kelime depodaki bütün gürültüyle birlikte kalbimde birikmişti. Artık bugün ölmeyeceğim kesinleşmişti çünkü ben bugün burada yeniden doğmuştum.

Onu kucakladım ve tüm gücümle hemen çapraz yanımızda kalan rafa doğru koştum. Saniyeler bize ev sahipliği yapıyordu. Anka'yı yere bıraktığımda vakit kaybetmeden onu en köşeye ittim ve bende hemen yanına girdim. Onu aşağı çektiğim anda yere çökmüştü. Köşe düşündüğümden de küçüktü, vücudum vücuduna yaslanmıştı, aramızda biraz olsun boşluk kalmamıştı. Vücudumu ona siper ettiğim saniye en büyük gürültü koptu ve sırtıma dayalı raf korkunç bir sesle üzerimize doğru eğildi.

Raf olağan üstü bir güçle bizi bastırıyordu. Başım Anka'nın omzuna gömülmüştü, vücudum vücudunu eziyor olmalıydı. Anka'nın yüzü rafın sırtına dönüktü, bir elimle yüzünü kapatırken diğer elimi başına koymuştum. Raf kafamı ittirmeye devam ettiğinde içimdeki ümitler birer birer tükeniyordu. Raf bir türlü durmuyor ve duvardan üzerimize doğru kayıyordu. Ellerimde korkunç bir acı hissediyordum, vücudum basınçtan kaskatı kesilmişti. Bir gürültü daha kopmuştu, kutular yere düşüyordu ve yere düşüp patlayan her kutudan taşanlar üzerimize geliyordu.

Raf büyük bir gıcırtıyla yavaşladı ve ardından durdu. Anka'yla tamamen araya sıkışmıştık.

"Anka?"diye seslendim. Buradan çıkmamız gerekiyordu. Raf güçlükle duvara tutunuyordu ve gıcırtılara bakılırsa bu çok uzun sürmeyecekti. Anka'dan ses gelmediğinde korkuyla yeniden seslendim.

"Basit kuş?"

"Kaya..."Anka'nın cılız sesini duyduğumda ağzıma gelen kalbimi geri yuttum.

"Hareket edebiliyor musun?"diye sordum.

"Hayır, hayır sıkıştım."dediğinde raftan korkunç bir gıcırtı gelmişti. Sırtımdaki baskı artmaya devam ettiğinde rafın tamamen düşeceğini anlamıştım. Ellerimi güçlükle hareket ettirdim ve Anka'yı koltuk altından kavrayıp hemen yanımıza devrilen bir kutunun üzerine doğru savurdum. Anka kutuya sertçe çarpmıştı, acıyla inledi ve saçlarını gözlerinin önünden çekip korku dolu gözlerle bana ve üzerime devrilmek üzere olan devasa rafa baktı.

"Hayır!"diye bağırmıştı ama rafın gıcırtısı sesini tamamen bastırıyordu. Gözlerimi sımsıkı kapattım ve rafa yaslı ayaklarımdan güç alarak kendimi Anka'nın yanına doğru ittim. Kendimi o küçük boşluktan dışarı atmayı başarmıştım.

Gürültü kısa süreliğine bütün duyularımı sekteye uğratmıştı. Sadece bir cızırtı duyuyordum ve hiçbir şey hissetmiyordum.

Gözlerimi araladığımda Anka'nın endişeli bakışlarını gördüm.

"Kaya? Beni duyuyor musun?"

"Evet..."diye fısıldadığımda Anka sesli bir şekilde ağlamaya başladı. Güçlükle doğruldum, morluklarıyla uyum halinde olan kanlı ellerimi Anka'ya doğru uzattım ve onu kendime çekip sıkıca sarıldım. Anka kollarını güçlükle boynuma doladı, gözyaşlarının vücuduma aktığını hissediyordum. Bir elimle saçlarını okşuyordum.

Depo sanki saniyeler öncesinde bir cehennem değilmişcesine sessizdi. İçerisi bir çöplüğü andırıyordu.

"Anka?"

"Kaya?"

"Anka?"

Bu ses Bora ve Aslı'ya aitti. Artık devasa raflar tavana kadar uzanmadığı için deponun girişi görülebiliyordu. Bir elimi havaya kaldırıp bizi görebilmeleri için salladım. Aslı ve Bora bize ulaşabilmek için kutuların üzerlerine tırmanıyorlardı.

Havadaki elimi yeniden indirdim ve Anka'yı kendimden ayırıp yüzüne baktım. Gözleri kıpkırmızı olmuştu, ellerimden yüzüne kan bulaşmıştı ama görünüşte hiçbir yarası yoktu.

"İyi misin?"dedi, kazağımı yukarı sıyırdı ve vücuduma baktı. Sırtımı gördüğünde dudakları aralandı. Kendinden emin aralanan dudakları gördükleri karşısında titremeye başlamıştı.

"İyiyim."dedim kazağımı örterek, ellerimi avcuna almıştı.

Bora ve Aslı yanımıza gelmişlerdi. İkisi de sırılsıklam olmuştu. Endişeliydiler, ne olduğuna anlam veremiyorlardı.

"Ona yardım edin."dedi Anka bana bakarak. Bora yanıma geldiğinde Anka'da doğrulmuştu.Tamamen ayaklandığında önceden burkmuş olduğu ayağına basamadığı için dengesini sağlayamamıştı. Aslı aralarında kalan kolinin üzerinden atlayıp Anka'nın yanına geldi ve Anka'yı kendine yasladı.

Bende Bora'ya tutunarak ayağa kalkmaya çalıştım. Canım yanıyordu, yüzümü buruşturmuştum ama kimseyi endişelendirmemek için ses çıkarmıyordum. Özellikle bütün bunların kendi suçu olduğunu düşünmeye çoktan başlamış olan Anka için ayakta kalmalıydım.

"Neren acıyor?"diye sordu Bora. Dişlerimi birbirine kenetlemiştim, bana bakan üç çift göze döndüm.

"İyiyim. Çıkalım."dedim. Ardından yeniden dişlerimi sıktım. Anka ve Aslı önümüzden ilerliyordu. Bense Bora'ya yaslanmıştım, kutulara tırmanmak, hareket etmek canımı acıtıyordu.

Çıkışa gelmek bir ömür gibi gelmişti. Hemen çıkışta endişeli gözlerle burayı izleyen Emre ve Uğur koşarak yanımıza geldi. Uğur diğer koluma girdiğinde ağzımdan bir inilti firar etti. Emre çoktan Anka'yı kucaklamıştı.

"Hülya'yı arabaya yatırdım, hala kendine gelmedi. Eve gidelim, onu da bizimle götürelim. Çocuklar daha fazla burada kalamayız."dedi Uğur.

"Hayır, Kaya iyi değil!"dedi Anka. Herkes bana dönmüştü.

"Hepsi benim suçum, beni almak için geri döndün!"dedi Anka ağlayarak. Yutkundum.

"Hayır, ben iyiyim. Bunun olacağını bilemezdin Anka. Siz eve gidin ben Bora'yla birlikte Angelina'yı kontrol edeceğim."dedim. Aldığım her nefes canımı yakıyordu.

"Hayır, seninle geleceğim!"dedi Anka, Emre'nin kucağından inmeye çalışıyordu ama Emre onu tutuyordu.

"Hadi küçük, gidelim."dedi Uğur. Kolumdan çıkmıştı, Emre'nin toparladığı ekipmanlarını yerden aldı ve Aslı'nın yanına gitti.

"Hayır!"diye bağırdı Anka.

"Basit kuş, lütfen bana güven."dediğimde yeniden herkes bana dönmüştü. İlk defa herkesin içinde Anka'ya 'basit kuş' diyordum.

"Hayır..."diye fısıldadı Anka yeniden. Emre'ye bakıp başımı salladığımda Anka'yı sıkıca tutarak arabaya doğru ilerledi. Herkes arabaya bindiğinde ve sürücü koltuğundaki Emre buradan uzaklaştığında ağırlığımı daha ok Bora'ya verdim.

"Bize de motor kaldı, Angelina'nın evi nerede ben yerini bilmiyorum."dedi Bora.

"Angelina'ya gitmiyoruz."dediğimde Bora şaşırmıştı.

"Hastaneye gidelim, galiba parmağım kırıldı."dediğimde Emre'nin bizi ilk bulduğunda yüzünde yeşerttiği endişe tohumları geri dönmüştü. Ellerimi görünce endişesi daha çok arttı.

"Pekala, pekala."dedi ve ardından beni kendine yaslayarak motora doğru yürümeye başladı.


(Bölüm Şarkısı/3: Jako-Tamam)

Hastaneden çıktığımızda saat gece on ikiydi. Röntgen sonuçları çıkana kadar boş bir odada biraz olsun uyuklamıştık. Şimdiyse Bora'yla birlikte hastanenin çıkışındaki bankta oturuyorduk. Sol elimdeki iki parmağım kırılmıştı. Sırtımdaki devasa bir morluk dışında bedenimde başka herhangi bir hasar yoktu. Bora on dakika içinde yaktığı ikinci sigarasını içerken bir yandan da elimdeki alçıyı inceliyordu. Ona Anka'yla konuşmamız dışında içeride olan her şeyi anlatmıştım, ben doktorla görüşürken ona anlattıklarımı düşünmüş olmalıydı. Saatlerdir düşünüyordu.

"Bir sonraki hamlelerini biliyoruz. Bize bir oyun yollayacaklar ve biri çarkı çevirdiğinde çıkan kişiyi öldürecekler. Ben de Uğur'a herkese anlatmasını söyledim dolayısıyla kimse o çarkı çevirmeyecek. Çark ne zaman gelir bilmiyorum ama bu bir süre bize avantaj sağlar."dediğimde Bora sigarasından derin bir nefes aldı. Dumanı göğe üflerken başını sallayarak beni onaylıyordu.

"Çok zor bir gündü."dedi Bora. Derin bir nefes aldım, haklıydı.

"Öyleydi."dedim.

"Azra'yla konuştum bugün. Uğur'un ayarladığı özel bir hatta konuştuk. Sadece iki dakika."dedi Bora.

"Nasıllar?"diye sorduğumda Bora gülümsedi.

"Yalnız."dedi sadece. Dudaklarımı birbirine bastırdım. Yalnız. Yapayalnız.

"Bir gün bitecek değil mi?"diye sordu Bora. Gözleri dolmuştu, ailesini yalnız bırakmak ona çok zor geliyor olmalıydı.

"Bitecek."dedim sadece. Bu ikimizin de bildiği masum bir yalandı.

Bora yeniden bir sigara yaktı. Hemen biraz ileride kalan acil kapısındaki kalabalığı izliyordu. Ambulanslar ardı ardına geliyordu. Bir can pazarı vardı, sağlık personelleri oradan oraya koşuşturuyordu.

İkimizin de telefonu aynı anda titrediğinde Bora'nın gözünde bir süredir biriken yaş yanağından süzüldü. Telefonumu çıkarttım ve mesajı açtım. Bu Uğur'la depoda bulduğumuz sayfalardaki mesajdı. Bir oyun. Çark oyunu.

Gelmişti. İlk hamle bu kadar çabuk gelmişti.

Bora'da telefonundaki mesajı inceliyordu ki elimdeki telefon çaldı. Arayan Erim'di. Açıp Bora'nın da duyabilmesi için telefonun sesini dışarıya verdim.

"Mesaj herkese geldi. Herkesi uyardık, Uğur Angelina ve Azra'yı bile uyardı. Kimse o tuşa basmaycak."dedi Erim.

"Tamam. Ben bu gece Angelina'yla kalacağım."dedim. Hattaki adam duraksadı ama bu duraksama oldukça kısa sürmüştü.

"Pekala, dikkatli ol."dedi sadece.

"Sende."dedim ve aramayı sonlandırdım. Bora'nın bakışları üzerimdeydi.

"Uğur neden Angelina'yı da aramış? Biz Angelina'ya gidiyoruz demiştik zaten."diye sorduğunda gülümsedim.

"Bugün kolumu kaldırdığında sırtımı gördü, ardından ellerimi. Yalan söylediğimi anlamış olmalı."dediğimde Bora'da gülümsedi.

"Çok değişmiş değil mi?"dediğinde kaşlarım çatıldı.

"Kim?"

"Uğur."

"Evet. O çok değişti."dedim sadece. Yıllar içinde en çok Uğur'u görmüştüm. Genç adam sürekli bir değişim içerisinde kendini aramıştı ve sonunda bulmuştu. Düşünceleri değişiyordu, davranışları da buna paralel ilerliyordu. Buna tanık olmanın güzel bir hissi vardı.

"Kalkalım, ben Angelina'nın yanına gideceğim. Sen de eve dön."dedim. Bora sigarasını bitirmişti. Ayaklandığında bende ayağa kalktım.

"Sana taksi çağırayım."dedi Bora.

"Ben motoru alacağım."dediğimde Bora kahkaha attı.

"Kırık parmaklarla mı süreceksin?"dedi alaycı bir sesle. Ona doğru omuz attım, vücudumda bir sızıya neden olmuştu ama belli etmiyordum.

"Sen emeklemeye başladığında ben motor sürüyordum."dediğimde Bora yeniden güldü.

"Olmaz öyle şey, boşuna artistlik taslama. Kaza falan yaparsan bizimkiler izin verdim diye beni öldürür. Hem bir güne bunca dert yeter."dedi Bora. Başını iki yana sallıyordu.

"Uğur'un ergenlik yıllarında yazdığı günlüğü buldum. Motoru verirsen günlüğü sana veririm."dedim. Bora'nın yüzündeki ciddi ifade kaybolmuştu.

"Anlaştık. Dikkatli git."dedi sırıtarak. Tavrı beni de güldürmüştü.

"Sen de. Bir şey olursa ara."dedim, anahtarı aldım ve motora doğru ilerlemeye başladım.

***

Angelina ile birlikte tuttuğumuz eve yarım saat içinde gelmiştim. Motoru evin önüne bıraktım ve bir süre motora yaslanıp perdesi kapalı evi süzdüm. Angelina'yla konuşmam gerekiyordu. Bu sabah gördüklerimi açıklamasını istiyordum. Ona hala ne söylemem gerektiğini bilmiyordum. Kızgındım ama içimde bir şeyler yanmaya devam etmiyordu. Sadece kalbimin kırklığı sabahki kadar tazeydi. Onu üzmek istemiyordum ama hayatım boyunca hep birini istemeden üzmüş ve bunun pişmanlığını yaşamıştım.

"Onu üzmek istemiyorsun..."diye mırıldandım kendi kendime. Evin girişine doğru yürümeye başlamıştım. Merdivenlerin başında yeniden durdum. Kalp atışlarım hızlanmıştı.

"Sadece neler olup bittiğini anlamak istiyorsun."dedim ve derin bir nefes aldım. Bakmakta olduğum kapıdan kavga ederek çıkmak istemiyordum. Ben Angelina'yla birlikte yaşadığım bu evden sadece gülerek çıkmak istiyordum. Bu kapıdan hangi duyguyla çıkacağımı bilmeyerek merdivenleri yavaş adımlarla tırmandım. Kapıya geldiğimde durdum. Anahtarım vardı ama bunun yerine kapıyı çaldım.

Kısa bir süre sonrasında kapı açıldı. Angelina kapıyı açmadan önce delikten bakmamıştı, benim geldiğimi görmüş olabilir miydi?

Karşımda beni baştan aşağı inceleyen bir genç kadın vardı. Üzerinde daha önce hiç görmediğim bir gecelik vardı, yatmaya hazırlanıyor gibiydi. Bakışları sargılı elimde takıldığında yüzü düştü. Bir anda paniklemiş gibiydi. Sanki bütün gün içinde biriktirdiği endişe içinden çıkmak için beni beklemişti.

"Sana ne oldu böyle?"dedi, gözleri dolmuştu. Beni sırtımdan çekip içeri çektiğinde çürüyen etim buna karşılık olarak bir iğne olup bana batmıştı. Yüzüm buruşurken genç kadın kapıyı kapattı ve yeniden bana döndü.

Elimi avcuna aldı, endişesi ben sustukça artıyordu. Sargımı inceliyordu. Ellerimi yavaşça bırakıp kazağımı kaldırdığında olan biteni Uğur'dan duyduğunu anlamıştım. Dikkatle bedenimi inceliyordu, sırtıma geldiğinde şaşkınlıkla iki elini de ağzına bastırdı. Elinden kurtulan kazağım vücudumu yeniden kapatmıştı.

"Ben iyiyim, hastaneye gittim. Depodaki olayda parmaklarımdan birkaçı kırıldı."dediğimde Angelina'nın gözlerinde biriken tüm yaşlar kendini yanaklarından bırakmıştı.

"Tanrım!"dedi Angelina. Aramızdaki boşluğu bir adımda kapatmıştı. Kollarını vücuduma doladı ve sırtıma bastırmadan bana sarıldı. Aklımdan geçirdiğim tüm sorular yere saçılmıştı. Angelina iyiydi. Bir gün daha geçmişti ve ben de iyiydim. Bunun için şükretmem gerekiyordu. Konuşacaktık elbette ama şu an sadece bana endişeli gözlerle bakan ve yaralarımı görünce üzüntüden ağlayan bu kadını sakinleştirecektim.

Kollarımı vücuduna doladım ve başımı omzuna yasladım.

"Tanrım! Bütün gün senden haber alamadım. Sabah Ahmet'in cenazesine gittim. Hislerim o kadar karışık ki Kaya! Onun cenazesine katılacağımı hiç düşünmemiştim, bana hep Ahmet bizim muhtemel çekilmez yaşlılığımızı görür hatta bizi gömer gibi geliyordu ama bugün oradaydım. Yanımda olmanı o kadar isterdim ki! Gelemeyeceğinizi biliyordum ama sonrasında yanıma gelirsin diye düşündüm. Yaralarını sarmak istiyordum ama sen karşıma yeni yaralarla çıktın!"dedi Angelina. Geri çekilmeye niyeti yok gibiydi. Benim de dahaca böyle bir niyetim yoktu. Onun aksine ona daha çok sarıldım. Az sonra konuşacaklarımız için endişeliydim, içimden sürekli bu sarılmanın son sarılmamız olmamasını diliyordum.

"Haber vermediğim için üzgünüm. Benim de kafam karışıktı Angel."diyebildim. Angelina'nın nefesini boynumda hissedebiliyordum.

"Hayır, hepsi geçti. Sorun yok buradasın. Hayatta olduğun için o kadar mutluyum ki!"dediğinde gözlerimi kapadım. Düşüncelerim yere saçılmaya devam ediyordu. Bir süre daha sessizce öyle kaldıktan sonra ilk çekilen Angelina oldu.

"Salona geç lütfen. Kendime çay yapmıştım, sana da getireyim."dedi ve cevap bile vermemi beklemeden yanımdan ayrılıp mutfağa geçti. Yavaş adımlarla salona ilerledim. İçerisi bıraktığım kadar dağınık değildi, Angelina evi temizlemiş olmalıydı. Buraya alışıyor olması hoşuma gidiyordu.

Televizyon açıktı, bir haber kanalı izliyordu. Koltukta yatıyor olmalıydı, heyecanla kenara savurduğu battaniyesini görebiliyordum. Masada kendine demlediği çay vardı, yarısını içmişti. Çayın hemen yanında kalan kumandayı alıp televizyonu kapattım. Azalan sesleri mutfaktan gelen tıkırtılar almıştı. Koltuğa kendimi yavaşça bıraktım. Cebimdeki telefonumu çıkardım ve son gelen mesajı yeniden açtım.

Depoda gördüğümüz sayfalardaki aynı tasarımdı. Rengarenk bir çark vardı. Çarkın üzerindeyse kafalar. Yüzleri inceledim. Herkesin saçları yapılıydı dolayısıyla bu resimler on iki yıl öncesinden alınmış olmalıydı. Angelina'nın resmi daha resmiydi. Bir gözlük dahi takıyordu. Bu resmi daha önce cüzdanındaki bir kartta görmüştüm. Bankada çalışırken içeri girmek için okuttuğu kartındaki resimdi. Çarkın hemen altında kırmızı bir buton vardı. Hemen yanındaysa basmaya özendiren oklar.

Angelina elinde bir bardakla kapıda belirdi. Bardağı kendi çayının yanına bıraktı ve hemen yanıma oturdu. Telefonumda bakmakta olduğum şeyi görmüştü.

"Uğur anlattı. Bu korkunç! Benim anlamadığım zaten böyle bir oyuna buradaki kimse katılmazdı ki! Siz orada bunun benzeri kağıtlar bulmasaydınız bile bu mesajın gittiği kimse buna basmazdı."dedi Angelina. Bakışlarını çarktan alamıyordu, o da benim gibi teker teker yüzleri incelemeye başlamıştı.

"Evet, benim de kafamı bu karıştırdı. Bir başka mesajla atılsa belki ama mesaj çok açık. Birinin öleceği yazıyor, kim neden böyle bir şeye bassın?"dedim. Angelina omuz silkti, bu sorunun cevabını bulamayacaktı. Onun aksine benim cevabını bulmak istediğim sorular vardı.

"Angel..."Adını duyan Angelina bakışlarını yüzüme çevirdi.

"Evet?"

"Seninle konuşmak istediğim bir şey var."dediğimde rahatlamış gibi görünüyordu.

"Benim de! Belki de bunları konuşmak için yanlış bir zaman ama şu geçen birkaç günde anladım ki beklemenin hiçbir anlamı yok. Yarının ne göstereceği belli değil ve bilmeni istediğim bir şey var."dedi kadın heyecanla. Kaşlarım çatılmıştı, bu sabah beni mezarlıkta görmüş olabilir miydi? İçimden bir ses aynı şeyden bahsettiğimizi söylüyordu.

"Buna sevindim. O adamı nereden tanıyorsun?"dediğimde Angelina'nın yüzündeki neşe soldu. Aynı şeyden bahsetmiyorduk.

"Hangi adamı?"diye sorduğunda girişte yere saçılan tüm düşüncelerim yeniden beni hapsetmişti bile.

"Sabah cenazeye gittim. Uzaktan izliyordum ve seni gördüm. Yanında bir adam vardı. Yiğit."

"Yiğit..."diye tekrarladı Angelina. Yüzü düşmüştü. Bir açığını mı bulmuştum? Neden bir anda düşüncelere boğulmuştu?

"Onu tanıyor musun?"dedim. Sesim beklediğimden daha sert çıkmıştı. Angelina meydan okurcasına gözlerini gözlerimden ayırmıyordu.

"Evet, tanıyorum."dedi.

"O adamın kim olduğunu biliyorsun. Sana her şeyi anlattım, her şeyi! O adamı tanıdığını bana nasıl söylemezsin?" Angelina karşısında bağırmaya başlayan adama tepki olarak sadece kaşlarını çatabilmişti.

"Sakince konuşacak mıyız? Yoksa sen beni dinlemeden bağırıp çağıracak mısın?"dediğinde bu beni sadece daha çok sinirlenmişti. Neden açıklama yapmıyordu? Bütün bunların bir anlamı olmalıydı.

"Ben sakinim. Neden açıklamıyorsun? Yoksa açıklamak istemediğin şeyler mi var?" dediğimde Angelin hiddetle yerinden kalktı. Hemen ardından ben de kalkmıştım.

"Ne ima etmeye çalışıyorsun?"dedi bağırarak. Bu beni güldürmüştü. Angelina bir anda gülmeye başlayan adam karşısında donakaldı.

"O adam tüm ailemi mahvetti. O gece elimizden kurtuldu ve onu bulamadık. Her şeyi ayrıntısına kadar biliyorsun ve yine de ağzını açıp tek kelime etmeden dinledin. Yetmez gibi oğlumun cenazesine o adamı getirdin. Ahmet'i öldüren Yiğit bile olabilir!" Angelina bir elini havaya kaldırmıştı.

"Orada dur! Yiğit böyle bir şey yapmaz."dediğinde kontrolümü kaybetmeye başladığımı hissediyordum. Bir açıklama dahi yapmamıştı ama şimdi o adamı savunuyordu.

"Sen kimsin?"diye sordum. Angelina yeniden afalladı.

"Ne demek istiyorsun?"dedi. Sürekli neyden bahsettiğimi anlamıyor olması beni çıldırtıyordu. Angelina çok zeki bir kadındı, neyden bahsettiğimi biliyordu. Bahsetmediklerimden bile haberi vardı ama şimdi hiçbir şey bilmeyen bir yabancı gibi davranıyordu.

"Seni bana Yiğit mi gönderdi? Yiğit aramıza sızmak için seni mi kullanıyor? Tehdit mi ediliyorsun? Kendi isteğinle mi beni kullanıyorsun? Neyin peşindesin, kimsin sen? Konuşsana! " Sargısız elim Angelina'yı bileğinden tutuyordu. Angelina tuttuğum elini sertçe çekti ve ardından yüzüme bir tokat indirdi.

Oldukça sert inen tokat sessiz evin içinde yankılanan ilk ses değildi. Yüzümün sağ tarafı uyuşmuştu. Angelina'ya döndüğümde sinirden köpürüyordu.

"Beni sen buldun!"diye bağırdığında başımı iki yana salladım.

"Evet. Evet. Ben buldum çünkü Anka'ya benziyordun! Seni Anka sandım!"diye bağırdım. Angelina duraksadı. Ellerini saçına geçirdi ve başını iki yana salladı. Ona daha öncesinde bunu hiç söylememiştim.

"Beni Anka mı sandın?"diye sordu. İnanamamıştı.

"Evet. Saçın, giyim tarzın ve yürüyüşün ona benziyordu."dedim yeniden. Angelina sinirle güldü. Buna daha fazla katlanmak istemediğini belirtircesine sürekli başını iki yana sallıyordu.

"Seninle on iki yıl geçirdim. Her gününde yanındaydım. Seninle güldüm, ağladım. Her şeyi seninle yaşadım. Karşıma gelmiş bana kim olduğumu mu soruyorsun? Belli ki hiçbir şeyim ben! Senin için hiçbir şey!"diye bağırdı Angelina. Gözleri yaşarmıştı. Öfke ve üzüntü arasındaki ince çizgide düz yürüyemeyecek kadar çok sarsılmıştı.

"Yiğit'i tanıdığını neden bana söylemedin? O bir suçlu."dedim. Biraz önceki kadar bağırmıyordum hatta sakin bir ses tonuyla söylemiştim. Angelina'yı kırdığımı anlıyordum ve buraya bunu yapmak için gelmemiştim.

"Çık dışarı."dedi Angelina sadece.

"Angel, benimle konuşmalısın."dediğimde Angelina iki eliyle beni omuzlarımdan ittirdi ve tüm gücüyle bağırdı.

"Sana çık dışarı dedim Kaya!" Öylece kalakalmıştım. Hiçbir şey hayal ettiğim gibi gitmemişti. Bir açıklama yapmamıştı ve şimdi de beni kovuyordu.

Onu salonun ortasında tek başına bırakıp kapıya doğru ilerledim. Peşimden gelmiyordu, kapıyı açıp kendimi dışarı attım. Merdivenlerden yavaşça indim. Bu kapıdan hayal kırklığı ile çıkmıştım. Angelina'ya ve nihayetinde kendime.

Merdivenlerden inip motorumun yanına geldiğimde hemen ileride bir ağacın altına park edilmiş araba farlarını iki kere yakıp kapadı. Durakasadım, bu Anka'nın arabasıydı. Motoru teğet geçip arabaya doğru yürümeye başladığımda arabanın sürücü koltuğundaki kişi aşağı inmişti. Bu kişi Erim'den başkası değildi.

"İyi misin?"diye sordu. Yolun ortasında buluşmuştuk. Adam önce sol elimdeki alçıya ardından sağ elimdeki morluklara baktı.

"Oğlum, iyi misin?"diye sordu yeniden. Başımı iki yana salladım. İyi değildim. Hiç ama hiç iyi değildim.

"Seni merak ettim. Bora eve gelmeyeceğini söyleyince bir uğramak istedim."dedi Erim.

"İyi yaptın."

"Angelina'yla mı tartıştın?"diye sordu Erim. Sorunun yaralarım olmadığını anlamıştı. Başımla onayladım.

"Çok inatçı bir kadın değil mi?"diye sordu.

"Evet, öyle."

"Neler olduğunu anlatmak ister misin?"diye sordu. Anlatmam gerekiyordu. Bir bilinmezlik içinde aklımı kaybetmek üzereydim. Erim'se iyi bir dinleyiciydi.

"Angelina Yiğit'i tanıyor. Onları bugün Ahmet'in cenazesinde birlikte gördüm."dediğimde Erim kıpkırmızı olmuştu.

"Bu nasıl olur? O bir suçlu!"dedi Erim.

"Ona nereden tanıdığını sordum. Konuşmak istiyordum, bir açıklama bekliyordum..."

"Ne dedi?"

"Hiçbir şey. Beni evden kovdu."dediğimde Erim hala düşünceliydi.

"Bu kabul edilemez. O şerefsizi bulduğum yerde geberteceğim. Sende bu işin aslını Angelina'dan öğrenmelisin."dedi Erim bir çırpıda.

"Ben Angelina'yla konuşana kadar bir şey yapmayacaksın ve bu aramızda kalacak."dedim Erim'e. Erim kabul etmemişti.

"Yiğit'le bir bağlantısı varsa bu işin içinde Angelina'da var. Dikkatli olmalısın."dedi Erim.

"Bilmiyorum."dedim sadece. İkimizde Angelina'ya bakıyormuş gibi eve bakıyorduk.

"Çok uzun bir gün oldu senin için. Neler yaşadığını tahmin bile edemiyorum."dedi Erim.

"Evet. Çok ama çok uzun bir gündü."dedim. Yaşadıklarım bir bir aklımdan geçiyordu. Sadece bir sahnesinde aklım takılmıştı. Anka'nın öleceğini düşündüğü saniyeler içinde bana söyledikleri. İki kelime, seni seviyorum. Yeni doğum günüm, mutlu yıllar.

Erim'e belli etmeden gülümsedim. Anka beni hala seviyordu. Bunu haykırmak istiyordum. Senelerce onu kalbimde taşımıştım ve görünüşe göre o da beni hiç unutmamıştı. Ona sıkıca sarılmak istiyordum. Öpmek, konuşmak ve sevmek. Onu delicesine sevmek istiyordum. Sadece onunla birlikte kısa bir zaman geçirmek bile bana hislerimi toparlamak için enerji vermişti. Aramızda ne kadar mesafe olursa olsun hepsini katedebilirdim. Tüm gücümü bir şeyleri düzeltmek için kullanmak istiyordum. Anka'yla bir geleceğim olacaktı, olabilirdi. Bu ihtimal dahi kalbimin atması için bir sebepti.

Erim'e doğru döndüğümde telefonuna baktığını gördüm. Mesajı yeniden inceliyordu.

"Bu delilik. Daha neler göreceğiz?"dedi. Kendi kendine konuşuyor gibiydi ama aslında bütün sözleri benim içindi.

"Bilmiyorum. Dikkatli olmalıyız. Çok güçlü geliyorlar ve biz buna hazırlıklı bile değiliz."dedim Erim alayla güldü.

"Erim Serter spor kulübü yeniden faaliyete başlayacak."dediğinde gülümsedim. Bahsettiğim eksikliğin bedensel bir yetersizlik olmadığını biliyordu. Biz tüm bunlara hazır değildik. Zihnen.

"Tek elle gelsem kabul olur mu?"dediğimde Erim omuz silkti.

"Zaten sol elini çok kullanmıyordun maçlarda."dedi göz kırparak. Bakışlarımı ondan alıp evin girişine çevirecekken telefondan gelen parlaklıkla duraksadım. Elinde tuttuğu çark dönmeye başladığında gözlerim fal taşı gibi açıldı.

"Bekle! Çark dönüyor, sen mi bastın?"diye sordum. Erim'in elinden telefonu çektim ve hızla dönen kafalarımızı inceledim.

"Hayır, ben basmadım."dedi Erim.

Çark kısa bir süre içinde hızını yavaşlatmıştı. Okun kimi göstereceğini kestiremiyordum. Erim'le birlikte korku içinde telefonu izliyorduk. Çark durmaya yaklaşmıştı. Sırasıyla Bora, Azra, Uğur'un üzerinden geçti. Anka'nın üzerinden de geçtikten sonra üzerimde durmaya yaklaşan ok hala durmamıştı. Beni de geçerse Angelina'da duracaktı.

"Dur! Devam etme."dedim korkuyla. Ok beni dinlememiş ve bir tık daha ileri kayarak Angelina'nın üzerinde durmuştu. Ekran bir anda kırmızılaştığında Erim'le korku içinde birbirimize baktık. Telefonu Erim'e verip eve doğru koşmaya başladım. Attığım her adımda vücudum bana batıyordu. Yaralarım beni yavaşlatıyordu ama adımlarım kimseyi dinlemiyordu. Hemen arkamda Erim vardı.

Merdivenlerin başına geldiğimde evin içinde bir silah sesi patladı. Ses bütün mahallede dolanmıştı. Başım dönüyordu, ayaklarım üzerinde taşımaya çalıştığı bu çöplüğü daha fazla taşıyamıyordu. Merdivenin korkuluğuna yaslandım. Nefes alamıyordum. Her şey bir anda olup bitmişti ve ciğerlerim bu hıza yetişemiyordu.

Çark Angelina'da durmuştu ve saniyeler sonrasında evin içinden bir silah sesi gelmişti. Gerçekler bütün çıplaklığıyla önüme seriliyordu.

Bu bir sondu. Bu benim sonumdu.

Bu var olabilecek bütün sonlardan daha acı sonumdu.

Bölüme dair aklında yer eden sahne hangisiydi?

Bu bölüm olaylar her ne kadar gerici de olsa oldukça hızlı aktı. Buraya kadar bütün bölümleri okuduysan birkaç soru üzerinden muhabbet edelim.

Anka'nın Kaya'ya itirafı hakkında ne hissediyorsun?

Angelina Kaya'ya ne söyleyecekti? Tahminleri alalım...

Sence çarkı hangi karakter çevirdi?
Bunu mutlaka cevaplamalısın! :)

MODEL-1'de ana karakter dışında diğer karakterlerin de hayatlarından kesitler vermek ve onları daha yakından tanımak için özel bölümler yazıyordum. Bu kurguda da özel bölümlere yer vermek istiyorum. Bunu ister misin?

Eğer cevabın evetse ilk hangi karakterin bakış açısını okumak istersin?

ÖNEMLİ NOT: 6.BÖLÜM'ün yayın tarihi her zamankinden biraz daha geç olabilir. Tam tarihi hafta bitmeden paylaşmış olurum. Duyuruları panomdan takip edebilirsin! xx

Continue Reading

You'll Also Like

264K 94.6K 110
Hediye almayı sever misiniz? Peki ya aldığınız hediye kutularının içinden eski sevgililerinize ait kalpler çıkmaya başlarsa? Hâlâ hediye almayı sevdi...
TUTSAK By Elsa

Mystery / Thriller

83.5K 3K 39
"Ben; kışı yaşadığım bir akşam beni yakan rüzgarı da çok iyi tanıyorum, bir cehennem akşamı beni üşüten alevleri de"
297K 10.1K 35
Bora'nın üzerime gelen adımlarıyla birkaç adım daha ondan uzaklaşmak istesem de yatağa çarpan bedenimle durmak zorunda kaldım. Gözlerimin derinine ba...
411K 12.7K 38
Bebeğine bakamayacağını düşünen bir anne bebeği gizlice babasına bırakıp kaçarsa? Bir kapı zili ile hayatı alt üst olan bir mafya ? Sizce bu ikisini...