PORTOLA VALLEY 2∣ Tamamlandı ♚

By bsrarikan_

168K 12.7K 2.9K

Dudakları dudaklarına değdiği an hayat boyunca beklediği anın bu olduğuna karar verdi.Vücudu alev alev yanıyo... More

♚Tanıtım♚
♚1.bölüm♚
♚2.bölüm♚
♚3.bölüm♚
♚4.bölüm♚
♚5.bölüm♚
♚6.bölüm♚
♚7.bölüm♚
♚8.bölüm♚
♚9.bölüm♚
♚10.bölüm♚
♚11.bölüm♚
♚12.bölüm♚
♚13.bölüm♚
♚14.bölüm♚
♚15.bölüm♚
♚16.bölüm♚
♚17.bölüm♚
♚18.bölüm♚
♚19.bölüm♚
♚20.bölüm♚
♚21.bölüm♚
♚23.bölüm♚
♚24.bölüm♚
♚25.bölüm♚
♚26.bölüm♚
♚27.bölüm♚
♚28.bölüm♚
♚29.bölüm♚
♚30.bölüm♚
♚31.bölüm♚
♚32.bölüm♚
♚33.bölüm♚
♚34.bölüm♚
♚35.bölüm♚
♚36.bölüm♚
♚37.bölüm♚
♚38.bölüm♚
♚39.bölüm♚
♚40.bölüm♚
♚41.bölüm♚
♚42.bölüm♚
♚43.bölüm♚
♚44.bölüm♚
♚45.bölüm♚
♚46.bölüm♚
♚47.bölüm♚
♚48.bölüm♚
♚49.bölüm♚
♚50.bölüm♚
♚51.bölüm♚
♚52.bölüm♚
♚53.bölüm♚
♚54.bölüm♚
♚55.bölüm♚
♚56.bölüm♚
♚57.bölüm♚
♚58.bölüm♚
♚59.bölüm♚
♚60.bölüm Son'ların Engin Sınırsızlığı Gözyaşıyla Kuşandı "final"♚
♚Özgürce Savruluş Töreni ♚

♚22.bölüm♚

2.8K 254 39
By bsrarikan_

"Canavarlarla savaşırken bir canavara dönüşmemeye dikkat etmelisin.Uzun süre karanlığa baktığında karanlık seni de içine alabilir.*"

Çaresizce kulübesinin kapısında dikilen adamların güvenlik alarmını andıran zil seslerine kulaklarını kapama isteğiyle başa çıkmaya çalışıyordu. Taburcu olduğundan beri bu sekizinci miydi? Yoksa yedinci miydi? Çavuş Darly Wiseman işini garantiye almak için teşkilattaki elemanlarını sık sık arıyordu. Aklı sıra hala ellerinde olduğundan emin olmak istiyordu.Bahar bu kadarını anlıyordu; ancak çavuşun güvenmediği polisleri kapısına dikmesinin mantığını bir türlü çözemiyordu.

Hastahaneden eve geliş süreci boyunca Alec Decker'ı yalnızca bir kez görmüştü.Lanet olası  herif şimdi nerelerdeydi Tanrı bilirdi. Adam diğer meslektaşlarına üstten bir bakış atıp kapıdan ayrılmamalarını tembihleyip öylece çekip gitmişti.

Şuan tek istediği; kafasındaki geveze tilkileri susturup ilaçlarını aldığından emin olduktan sonra, kareli battaniyesine sarılıp sıcak su torbasıyla aşk yaşamaktı. Ya da bembeyaz yorganın altında kaybolmak fena fikir değildi.Ama önce -fikri bile tüylerini diken diken etse de- duş alması gerekiyordu.Tabii bunu yalnız başına becerebilirse. Çenesi Gamzelinin tenine değen ellerini düşününce yanakları ısındı bacaklarının arasında o geceyi hatırlatan tatlı bir sızı filizlendi. Düşüncelerini kimsenin okuyamıyor olması utanç kat sayısını kısmen de olsa azaltıyordu.

Gözlerini -lafın gelişi- üzerinden ayırmayan üç adamın varlığı dışarıda serbestçe dolaşan bir katilin varlığının yanında solda sıfır kalıyordu. Katilin kimliği belirleninceye kadar kendini güvende hissedebileceğini sanmıyordu.Ama en azından polis Ramsey yanındaydı.Adam belki anlattıklarının tamamına inanmamıştı ancak yine de ona oldukça nazik davranmıştı.Teşkilattan biri anlattıklarını kayda değer bulmuştu.İlk defa.

Dudaklarını birbirine bastırıp kafasını sallarken düşüncelerin buruk ılıklığıyla bir kez daha yüzleşti. O gece Rex'in sığınağına gitmeseydi hayatında nelerin değişeceğini defalarca düşünmüştü.Felaketler silsilesi Redwood City'e gitmek için yola çıktıklarında Larissa Nolan'ı görmesiyle başlamıştı. "Keşke," diye mırıldandı onu görmezden gelseydim. Keşke 13 Aralık gecesi ardıma bakmadan kaçıp gitmeseydim. Ah, keşkeler keşkelere gebe.

Fakat şimdi hayıflanmanın sırası değildi, pişmanlığı daha sonra düşünmek üzere rafa kaldırdı.Hücreye tıkıldıktan sonra bolca zamanın olacak, diye fısıldadı uzun süredir sessizliğini koruyan iç sesi.

Şimdilik kulübesinde olduğu için şükrediyordu.Kulübe her şeye rağmen kısa bir zamanda onun için sıcak bir yer haline gelmişti.Her ne kadar içinde fazla anı biriktiremese de bu böyleydi. 'Onun' yenilediği kulübe, diye fısıldadı bugün fazla mesai yapan iç sesi bir kez daha.

Derin bir iç çekti.İlk görüşte aşk filmlerde miydi yoksa gerçekleşmesi her an mümkün bir olaylar zinciri miydi bilmiyordu; fakat is kokulu aykırı dedektife olan hisleri kesinlikle beklenmedikti. Onu ne zaman düşünse kafası biraz daha karışıyordu.

O kadar ki gördüğü her yüzde ondan bir iz arıyordu, teninin ince kıvrımlarına motif motif işlenen yaraları sızlıyordu. Yaraların belirli aralıklarla deri değiştiren yılanların sezgileri kadar kuvvetli olduğunun bilincindeydi.Sinsi yılanlar aklına, toprağın altına konan küflü bir ruhu getirdi. Düşüncelerini kurtçuklar kemiriyordu.

Larissa hakkında bildiklerini anlatırken onlarca kez baştan başlamak durumunda kalmıştı.Sonunda polise, onu tanıdığı lanet gün dişçide olmayı yeğlediğini söyleyen saçma bir fikri beyan etmişti. David, ağzından çıkanları su gibi içmiş elini omzuna koyduktan sonra bunu kim ya da kimlerin yaptığını bulmak için canla başla çalıştıklarına dair temin etmişti. Ona inanan birilerinin olması güzeldi. Belki Larissa'nın hayatını elinden alarak onu acımasızca cezalandıran kişi kimliği gölgeler ardında kalan adamlardan biriydi.Belki çocuklarının babasıydı.Belki gönül durağında soluklanan biri. Belki cesedi bulan kadın başka şeyler hatırlayabilirdi.

Aklı bunun aptalca hatta düşük bir ihtimal olduğunu söylerken, kalbi ise durmadan siyah beyaz polisiye filmleri döndürüp duruyordu.Ela Gözlü, Soylu, Çenesi Gamzelinin unuttuğu bir şey olamaz o her ihtimali muhakkak değerlendiriyordur diye fısıldıyordu. Ama yine de...Atladığı bir şey olamaz mıydı?

Gerçek hayat filmlerdeki gibi değildi; mutlu sonla bitmiyordu.Sürekli dibe batıyor; bu da yetmezmiş gibi kendisinden bir sürü dalgalarla savaşması bekleniyordu. Elinde tuttuğu kar küresini tüm gücüyle sıktı; camın çatlaması an meselesiydi.

"Bayan Johansen?"

Zihnindeki film şeridi anında koptu 'The End' yazısı flama gibi dalgalanırken utanarak kaçışını engellemek için pozisyon almış(!) polisin sesinin geldiği yere doğru döndü. Onunla ilgilenen polis memuru siyah kumaş pantolon ve dar siyah gömleğinin içinde son derece resmi görünüyordu şimdi.Evine gidip, üstünü değiştirmiş olmalı diye düşünmeden edemedi. Gömleğinin üstten iki düğmesi iliklenmemişti ve kızıl-kahve saçlar yana doğru yatırılmıştı.

Genç adam oturma odası olarak kullandığı geniş antrenin hemen önünde dikiliyordu.Tanrı aşkına, ne kadar zamandır orada dikiliyordu? Dışarıdan tıpkı bir aptal gibi göründüğüne emindi. Tereddütle adama baktı.Pürdikkat onu izliyordu.

"Bay...Ramsey?"

"David," dedi adam.Ona doğru birkaç adım atınca nefesini tuttu. "Bana ismimle hitap etmenizin bir mahsuru yok." Eliyle buz gibi gece ayazının eşiğinde nöbet tutan adamların olduğu yönü işaret etti. "Bizim çocukların yanındaydım."

"Pekala," diye soludu aralarındaki mesafeyi daralırken "Kusura bakmayın iyi bir ev sahibi değilim, sıcak bir şeyler içmek isterse-"

Adam kolundaki gümüş kordonlu saate baktı, söylenmemiş sözlerinin üstüne yattı.

"Bunları düşünmeyin.Biz başımızın çaresine bakarız." Göz kırptı.Ah, o an o sıcak bakışların çok canlar yaktığını düşünmeden edemedi. 

"Her durumda hayatta kalmak için eğitildik."

Bu açıdan adamın cildindeki tüm gözenekleri görebiliyordu. Kusursuz bir cilde sahip olduğu gerçekti.Tanrım, o an tek düşünebildiği vanilyalı dondurmayı andıran bir cilde sahip olmanın nasıl hissettirebileceğiydi.

Tek eliyle şakağını ovalarken David'in bakışları elindeki küreye kaydı.Elini uzattığında iç güdüsel olarak geriledi. 'Lütfen bu nereden çıktı diye sorma,'  Adam irkildiyse de bir şey söylemedi. Bakışları üzerindeydi ancak ne düşündüğünü anlaması imkansızdı.

"Odanıza geçip biraz uyumak isterseniz çekinmeyin lütfen, biz buralardayız." Bakışlarını kapıya yöneltti "Kuş uçurtmayız."

Kaşları ondan bağımsız şekilde çatıldı, kelimeler yüksek perdeden dökülmüştü.

"Beni bir şeylerden koruduğunuzu mu ima etmeye çalışıyorsunuz Bay Ramsey yoksa -listenizdeki tek faili- elinizden kaçırmamak için aldığınız tehditkar emirlere mi riayet ediyorsunuz, anlamak güç doğrusu."

Adamın ağzından öksürüğe benzer sesler çıkıyordu. Ne söyleyeceğini bilemez bir durumdaydı kadının yaptığı kinayeyi duymazdan geldi.Boğazını temizledi.Sert kayaya çarptığını görebiliyordu.

"Pekala, öyle ya da böyle hangi şartlar altında olursak olalım. Ben ve ekibim nöbetteyken en keskin bakışlı şahinin bile hiç şansı yok." Gülümsedi "Jordan ve Percy belirli aralıklarla kulübenin etrafında dolaşıp muhtemel tehditlere karşı tetikte duruyorlar." Zarif elleri dağınık saçlarının arasına kaydı "Yorucu bir gündü uyumalısınız."

Mahkeme sonrası yaşadıklarını anımsayınca bedeni ne kadar yorulduğunu hatırlatmak itercesine gerildi.Çünkü başka zaman olsa David Ramsey gibi kibar ve son derece yakışıklı bir adamın onunla flörtleşme çabasını kolaylıkla anlar ve gereken cevabı yapıştırırdı. Halbuki bu sefer yalnızca görmezden gelmişti. Adam kendine son derece güveniyordu. Belki kariyerine belki de karakterine ya da yakışıklı gülümsemesine.Tanrım, belki de hepsine.

Yutkundu.Bir an için eritilmiş sıcak çikolata kıvamındaki gözlerde kaybolduğunu sandı.O gözler git gide elaya dönüyordu, alt dudağını dişledi. David Ramsey'in boyu bir baş kadar uzuyordu; yana yatık kahve-kızıl ya da kızıl-kahve saçları önü dalgalı bir modele, koyu kestane rengine bürünüyordu. Köşeli çenesi, kirli sakallı sert yüz hatlarına sahipti şimdi.Çayırlarda at süren korkusuz bir lorda benziyordu. Hayatta kalmak için elinde ne varsa feda edecek kadar cesur birine.Kavgayı sokak kültüründen öğrenmiş birine.

Brendan Wilder gibi birine.

Elini şakaklarına götürdü. Bu da neydi şimdi?

"Bayan Johansen? Renginiz attı iyi görünmüyorsunuz.Size ağrı kesici getirmemi ister misiniz?"

Ani bir refleksle elini indirdi.En iyi ihtimalle deliyor olmalıydı. En kötüsünü düşünmek bile istemiyordu. Pekala, belki David Ramsey adındaki bu polis göründüğünden daha profesyoneldi. Dediğini yapsa hiç de fena olmazdı. Uyumalıydı, esneyen ağzına hak veren bedeni artık huzura kavuşmak için can atıyordu.

"Düşündüğünüz için teşekkür ederim, sanırım yatsam iyi olacak."

İsyan eden ciğerleri bir öksürük dalgasıyla sarsılınca adamların eczaneye uğrayıp ilaçlarını almış olmasına şükretti.

"İyi geceler, Bay Ramsey."

Ona -kendisi her ne kadar mahsuru olmadığını belirtse de- ismiyle hitap etmek istemiyordu. Aradaki mesafenin korunduğundan emin olmalıydı.

"Size de Bayan Johansen." Nazik bir hamleyle kenara çekilerek geçebileceği kadar bir yer açtı.

İçindeki girdap çığ misali büyüyordu arka taraftaki odasına doğru yöneldi.Kulübenin kapısının önünde polislerin nöbette olduğunu bildiği ve polis David Ramsey'in eve geldikten sonra her yeri kolaçan ettiğini bildiği halde içine kara leke misali yapışan endişeyi söküp atamıyordu.

Odasına girip kapıyı kilitledikten sonra ahşaba yaslanarak soluklandı.Oda da tıpkı geri kalan her yer gibi, tıpkı Sacramento'ya gitmeden evvel bıraktığı gibiydi.

Elindeki küreyi komodinin üzerine bırakarak düşüncelere daldı. Noel günü. Los Angeles'ta herkes hala sımsıcak yataklarındaydı ancak çok geçmeden şehir renklerini kuşanacak ve Noel ağacının altındaki hediyeler sahipleri tarafından kucaklanacaktı.Ardından akşam yiyecekleri leziz Noel yemeğini iple çekeceklerdi.Brendi içerek çikolatalı pudinglere gömülen insanları düşündü.Noel şarkıları söylediği o minik anlar zihnine üşüştü. Evet, Noel geride kalmıştı ve yılbaşına da böyle giderse tutuklu olarak girecekti. Eskiden olsa Noel'i bu denli umursamazdı ancak şimdi canı yanıyordu.

Bu işten sıyrılabilmek için güçlü bir avukata ihtiyacı vardı.Yarın ya da en kısa zamanda geleceğiyle ilgili kesin bir karara varması gerekecekti.Ancak şu anda her şeyden çok uykuya gereksinim duyuyordu.Ağzına bir ağrı kesiciyi tıkıp plastik su şişesini dudakları arasına aldıktan sonra iç çamaşırlarına kadar soyunup yatağa atlamak istedi; fakat bu kendini çok savunmasız hissettirirdi üstelik bir de donma ihtimali vardı.O da üzerindeki kendine ait olmayan -Brendan tarafından Sacramento'dan alınan kıyafetleri- çıkarıp öfkeyle tomar yapıp yatağın arkasına fırlattı.Şimdi çok daha iyi hissediyordu. Dolaptan tarçın kokulu pamuklu mavi pijamasını giyip yatağa girdi.

Sıcak gözyaşları yanaklarını ıslatana dek ağladığının farkında bile değildi. Yorganı sertçe üzerine çekerek uykunun kollarına sığındı.Portola Valley'e geldiği ilk gece onu çamura düşmekten kurtaran sonra ise karanlığa iten kollardan ölesiye nefret ediyordu.

*

Brendan, endişe ve panik arasında gidip geliyordu. Berrak ve etkili bir şekilde düşünmesi gerektiğini biliyordu.Planını defalarca gözden geçirmişti. Percy ve Jordan'ın kulübenin etrafını kolaçan ettiklerini gizlendiği mesafeden görebiliyordu. Yüzündeki tüm maskeleri kaldırdı. O anda, gerçekleştireceği tüm şeylerin yalnızca Bahar için değil kendisi için de olduğunu kavradı.

Attığı her adım- onu mevsimine yaklaştıran her saniye- tüm bedenine tiz elektrik sinyalleri gönderiliyordu sanki ama o bu acıyı da profesyonelce kontrol altına alabilmişti. Öz güven ve güç ile çaresizlik ve yarı yolda bırakmak arasında gidip geliyor; kaçınılmaz olana kendini hazırlıyordu.

Genç adam kendi kader motifini işlerken Bahar da duşun altında ayılmaya çalışan düşüncelerini durulamaya çalışıyordu. Canını sıkan bir şekilde bir türlü uykuya dalamıyordu.Sıcak su, omuzlarındaki ve sırtındaki gerginliğin bir kısmını azalttı ancak karmaşık zihninde ağ örmeye devam eden o kara örümceği ortadan kaldıramadı.Ruh halini acilen düzeltmesi gerekiyordu.

İstenmeyen iğrenç bir kokudan veya tüm çabalarına rağmen vücudunu kendine mesken tutmuş inatçı bir lekeden kurtulmak istercesine, bedenini kızarana kadar ovdu.

Duştan çıktığı vakit, aynaya baktı ve camın üzerindeki buharların birazını bertaraf ederek gözlerinin içine baktı. "Düşünme," diye mırıldandı. Lavabonun kenarına tutunarak tüm gücüyle sıktı.Yorgun bakışlarını önce ufak göğüslerinde, ardından dümdüz karnında ve istenmeyen tüylerin çamlık misali çıktığı bacaklarında gezdirdi.

Başını çevirdiğinde nefesini tuttu, saç diplerinin hemen altındaki iz su toplamıştı; ensesi şimdi çirkin bir kızarıklığa ev sahipliği yapıyordu.Neyse ki göründüğü kadar canını yakmıyordu.Ayrıca dirseği de artık hiç rahatsız etmiyordu.Aldığı kuvvetli ağrı kesici işe yaramıştı anlaşılan.Keşke ağrı kesiciler düşüncelerinden doğan ağrılara da bir son verebilseydi.

Saçlarının ıslaklığını turuncu havluyla kurulayıp havluyu tele astı yüzündeki solgun ifadeyi silmek için fondöten kutusuna uzandı. Carla'nın aksine o her daim bakımlı olması gerektiğini düşünen kadınlardan olmamıştı hiç.Eh, bunda uğruna süslenebileceği gerçek bir ilişkisinin olmamasının da payı büyüktü. Daniel ile olan ilişkisini saymıyordu zira bir aptal gibi adamın onu en yalın haliyle sevdiğine inanmıştı.Makyaj yapmazdı giyimine de dikkat ettiği söylenemezdi hastahaneye gittiğinde üniformasını bir maske gibi taşırdı üstünde.Saçlarına gelince...Sanırım vücudunda en beğendiği şey saçlarıydı.Kahverenginin koyu tonundaki saçlarının uçları altın sarısına çalıyordu, çoğu zaman kendi kendine kuruyup uzun ve kalın telli olduğu için kolayca şekil alıyordu.Uç kısımlarındaki bukleler de doğrusu yeşil gözleriyle bütünleştiğinde ona ayrı bir hava katıyordu.

Lisedeyken saç renginden nefret eder, sınıfındaki orijinal sarı saçlı tek kıza imrenirdi.Gözlerinin sarı saçlarla daha belirgin olacağını düşünürdü.Neyse ki saçlarını boyamak gibi bir hataya düşmemişti.Yanaklarını şişirerek fondöteni göz altlarına iyice dağıttı.

Ufacık banyoda öylece durup, saçını, makyajını, ergenlik zamanlarını düşünmenin içinde bulunduğu duruma zerrece faydası dokunmazdı.Sorunlarıyla yüzleşmesi ne yapacağına karar vermesi gerekiyordu.Bir de aklındaki ismin çekiminden uzaklaşması.

Belki de hayatında ilk defa yasalara karşı gelerek kaçıp gitmeliydi. Babasının aldığı çelik grisi Jaguarı hemen kapının önündeydi.O çok sevdiği lüks arabasını Nelson'un aldığını düşününce midesi kasıldı. 'Hurda yığını' demişti kasabaya ilk geldiği gece Brendan. Ne kadar haklı olduğunu şimdilerde acı bir şekilde  görebiliyordu; ancak çekip gitmesine yarayacaksa pekala onun kim tarafından hediye edildiğini bir seferliğe mahsus görmezden gelebilirdi. Kaçmayı başarabilirse şayet eyalet dışına çıkar, tüm parasını sahte bir isimle bir otel odasını tutmaya harcardı.Kimliği olmadan nereye kadar gidebilirdi ki?

Sahte kimlik için neler yapabilirdi? Bu işler nasıl yürüyordu ki? En ufak bir fikri bile yoktu. Nereye gideceğini de planlaması gerekti elbet ancak nereye giderse gitsin şu bir gerçekti ki : Darly ve ekibinin nefesi ensesinde olacaktı.

Bakışları yere kaydı pijamaları suyun azizliğiyle duşa kabini boylamıştı bu da yetmezmiş gibi geceyi teorik olarak üç adamla birlikte paylaşıyordu.Neydi isimleri? David, Percy ve Jordan. Bu açıdan düşünüldüğünde hemen odasının karşısındaki banyoda rahatça yıkanıyor olması taktire şayandı doğrusu.Derin bir iç çekerek vücut havlusuna uzandı.

Santimlerle ölçülebilecek mesafedeki ufak odayı saniyeler içinde adımlayıp kapıyı kilitlediğinde kalbi kulaklarında atıyordu.Kapısındaki adamların sesleri kulağına çalındığında alt dudağını dişledi. David Ramsey'in onu bu halde görmesi istemeyeceği ilk şeyler listesinde en başı çekerdi.Tanrı aşkına, giyeceklerini neden yanına almamıştı ki? Dalgın düşüncelerinin esiriydi aradaki mesafe az da olsa bedenine sarıldığı havluyla görülmek istemeyeceği kadar uzun bir mesafeydi.

Küçük, kendince düzenli, camgöbeği mavisi yastıklarla bezeli yatağı onu bekliyordu.Yüksek başlıklı yatak odanın büyük bir kısmını kaplıyordu.Kalın beyaz yorgan oldukça davetkardı.O yatağa hemen şimdi kıvrılmak için can atıyordu.Yorganın altına kıvrılmadan önce sarmalandığı beyaz havludan kurtulmalıydı. Havluyu kapısının arkasındaki ufak tel askılığa asarken gözkapakları kapanıyordu. Su gerçekten işe yaramıştı.Temiz iç çamaşırlarına uzanmak için arkasına döndüğünde Kelimenin tam manasıyla şoke oldu, çarpılmış bir yüzle öylece kalakaldı.Kalbi korkudan buz kesmişti sanki.Tam çığlık atacakken adam eliyle onun ağzını kapatıp soğuk kapıya yasladı.

Brendan?

Tanrı aşkına bu...Hayal ürünü müydü? Bir an için nefesinin kesildiğini hissetti.Gözlerini kapayıp açtı içten içe kendine kızıyordu bu kadar kolayca tav olduğu için.İkisi de son derece şaşkındı. Üç polis memuruna rağmen içeri girebilmişti, muhtemelen camdan girmiş olmalı diye düşündü. İs kokusu burnuna dolarken genç adam onu kendine biraz daha yaklaştırdı. Doğrusu kadını nasıl göreceğini hiç düşünmemişti ancak çıplak görmek varsayımları arasında yoktu.O şimdi loş ışık altında güzel çıplak göğüslerini gökdelenlerin arasından süzülen şehrin ışıklarına açmış gibi ışıldıyordu.

Erkeksi yoğun bakışları  boğazından pelvisine inen o heyecan dolu kıpırtının yayılmasını sağladı. Birden göbeğinin alt kısımlarında hissettiği sertlikten onun, çıplaklığından tahrik olduğunu fark etti. Tanrım, al al olan yanaklarını görmemesini diliyordu. Kendisini bırakması gerektiğini söylemeye çalıştı ancak adamın dudakları arasındaki eli harfleri unutmasından başka bir işe yaramamıştı.Alt kısmında hissettiği sertlik git gide büyüyordu ve adam ağzına kapadığı elini çekmeksizin baş parmağıyla usulca dudaklarını okşamaya başlayınca milyonlarca karınca tenine akın etmiş gibi hissetti.Bunu yaparken de gözlerini üzerinden bir an olsun ayırmıyordu. Hatta göz temaslarını farklı bir boyuta taşıyordu.Bakışlarıyla ruhunu talan ediyordu.Ne yapması gerektiğini çok iyi biliyordu ve bu hali Bahar'ı çıldırtıyordu.

Gamzeli ve davetkar çenesini dolgun dudaklar ve belirgin elmacık kemikleri tamamlıyordu. Derin ela gözlerini çevreleyen kalın kaşları, inanılmaz derecede uzun ve gür kirpikleri...Kalp atış hızını dizginleyemiyordu.Durması gerekiyordu, şimdi.

Öylece bakarken söyleyecek tonlarca şeyin ağırlığı gölgesine devrildi.Karşılıklı suçlamalar yağdırabilirlerdi; ancak yakıcı parmakların dudaklarının üstünde olduğu ve önünde çırılçıplak olduğu gerçeği düşünüldüğünde nereden başlayacağını bilemiyordu. Konuşma yetisini kazanması ne kadar sürecekti kestiremiyordu.

Nefesini tuttu çünkü adam ileri doğru attığı adımla onu kapıya tamamen hapsetmiş oldu. Kıpırdayacak yeri kalmamıştı.Bedeni rüzgara kapılmış bir yaprak gibi titrerken bakışlarının altında saklı tüm renkleri görebiliyordu. En çok da elayı. Bedeninden yayılan ıslaklık, ereksiyon haline geçen erkekliği gibi kendini ele vermesini sağlamıştı.

Kahretsin! adam da gösterdiği tepkilerin son derece farkındaydı.Yukarı doğru kıvrılan dudaklarına aldırmamaya çalıştı.Durmalıydı.

Göğüs kafesi şiddetle inip kalktı.Şimdi ona doğru eğiliyordu.Bir dakika öpecek miydi? Aralarındaki mesafe sıfıra inerken soluğunu tuttu. Geçmişin yapraklarını şömine aleviyle yakıp küllerini yağan kara savurma isteğiyle dolup taşan kalbini susturmakta yetersiz kalıyordu.

Tanrım, şaşırtıcı şekilde onu öpmek yerine dudaklarını kulağına iyice yaklaştırdı, sıcak nefesi tenini kavuruyordu.

En sonunda kıpırdayan dudaklar sessizliği makas gibi kesti."Mevsim," diye soludu saçlarının arasına doğru.

Sol kulağının eskiden bulunduğu yer o sırada kalp atışlarının ritmiyle zonkluyordu. Hızlı hızlı ve panikle. Nefesi kesik kesik, acı çeken bir bedenden süzülür gibi çıkıyordu.Kendini bir adamın merhametine teslim etmek istemiyordu ve açıkçası Brendan Wilder'a kapılmak çocuk oyuncağıydı.

"Şimdi elimi ağzından çekeceğim, çığlık atmak yok beni anlıyorsun değil mi? Neleri göze aldığımı tahmin bile edemezsin.Eğer kapıdakileri başıma toplarsan ölüm fermanlarını da kendi elinle imzalamış olursun."

Nefes nefese bir halde kısılmış gözler ve kızarmış yanaklarla çenesine bakarken ne hissedeceğini kestiremiyordu.Kalbi yarış atı gibi dört nala koşturuyordu.Kararlı bakışların söylediğini yapacağından şüphesi yoktu.Eğer polisleri başına toplarsa olabilecekleri düşünmek bile istemiyordu.Yavaşça başını onaylar biçimde salladığında adam elinin dudakları üstündeki baskısını ortadan kaldırarak birkaç santim geriledi.

Kısacık bir an için bembeyaz bulutların üzerinden yere çakılıyormuş gibi garip bir duyguya kapıldı.Karnının kasıldığını hissetti.Tanrım, diken diken olan tüylerine isyan etti.Kurumuş dudaklarını diliyle ıslatarak ani bir refleksle kapının arkasına astığı havluya uzandı. Titrek ellerle bedenini sarmalamaya çalıştı. Az evvelki sertliği hatırlayınca soluğu boğazında tıkanmıştı. Hıçkırığı andıran bir öksürük ağzından kaçtı.

Brendan "Havlunu sevdim," dedi parmak ucunu kolunda gezdirirken. "Kısa ama etkili,"

Bakışlarında tutuşan ateş savaşın ortasında komutansız kalmak gibi bir şeydi.Çıplak ayaklarla cam parçalarını ezmek gibi bir şey...Kanatsa da acıyla beslenen ruhunu çarmıhta ateşe atmak gibi bir şey.

Parmak uçlarında yükseldi, güçlü görünmeye çabalıyordu.

Nihayet "Neden buradasın?" diye fısıldadı o ela gözlere bakmayı reddederek çünkü bakarsa, içinde coşan o tek gecenin alevini görür diye korkuyordu.

"Buradayım çünkü sana inanmak istiyorum, Bahar. Bana söylediklerinin her bir kelimesine inanmak istiyorum."

Kelimeler sessizce zihninde yankılandı.Birilerinin duyma riskine karşı oldukça sessiz konuşuyorlardı.Ona güvenmediği için ona öfkeyle baktı ama bakışlarındaki bir şey içindeki gergin iplerin gevşemesini sağladı.Bu sözleriyle, göğsünün üstüne oturan ağırlığın biraz da olsa hafiflediğini hissediyordu.

"Sen..." diye mırıldandı.Tek kaşı havalanmıştı. "Buraya nasıl girebildin?"

Bütün benliğini ele geçiren şehvet dalgası onu resmen serseme çevirmişti.Ancak bu soru o gül tomurcuğunu andıran zarif dudaklardan dökülünce genç adam içinde filizlenen öfkenin köklerini budamak istedi. Alec'in komutasındaki polisler kendi aralarındaki sohbete öyle dalmışlardı ki arka taraftan dolanıp odasını bulması umduğundan çok daha kolay olmuştu.Camı aralarken zorlanmıştı ancak birkaç seri hamleyle içeri süzülmüştü işte.

"Çavuş Darly'nin kapıma alarm düzeneği kurdurduğundan şüpheliyim." derken yeşil gözlerini devirdi  sesinin her ne kadar heyecansız bir şekilde çıkmış olmasını dilese de öyle olmamıştı.

Lanet olsun! O havlunun içinde ne kadar seksi göründüğünün farkında mıydı? Şimdi şuracıkta o havluyu çekip fırlatmak onu o bembeyaz yumuşacık yorganın üzerine yatırmak istiyordu.Bunun yerine kolunu kaldırıp sol bileğindeki saati gösterdi.

"İlkel alarm düzeneklerini devre dışı bırakmada birebirdir."

Üstüne sardığı havluyu sıkıca tutan elleri titredi. Ne yazık ki havlu yeterince uzun değildi ve bacaklarının çoğu ayan beyan ortadaydı.Gözleri cama takılınca, kalp ritminin şekillendiricisi açıklama gereği duydu.

"Korkma camı kırmak gibi bir hataya düşmedim." omzunu silkti "Basit bir maymuncukla işte buradayım."

Bakışları kapıya kaydı.Tanrı aşkına, kana susamış hakiki katil de pekala polisleri alt edip böylece odasına dalabilirdi. Larissa'yı kendine kurban seçenin kendisini seçmeyeceğinin garantisi var mıydı? Sıradaki kendisi olabilir miydi?

"Mevsim?"

"!"

Yeşil gözlerdeki bir şey ona Larissa Nolan'ın kalbine saplanan neşteri anımsatmıştı.

"Farsça biliyor musun?"

Teni alevlenirken çenesini sıktı bir an.

"Ne? Hayır."

Güçlü bir esinti, etrafına onun tatlı kirazlı duş jelinin kokusunu taşıdığında; katil, fail, kurban, maktul tüm terimlerin köze atılmaya hazır birer çıta gibi kırarak karşısındaki kadına iyice sokuldu.Dışarıdan yansıyan karın ışığı odayı romantik bir atmosfere bürüyordu. Genç kızın solukları göğüs kafesine çarpınca yanağına düşen ıslak bir saç tutamını usulca gözünün önünden aldı.

"Ben de öyle düşünmüştüm."

Sonra biraz daha eğildi, eğildi, eğildi ve onun koyu bir yeşim taşını andıran irislerinin mucizevi bir şekilde büyüdüğüne şahit oldu.Islak dudaklar davetkar bir şekilde aralanmıştı.Öfkesi çaya atılan şeker gibi dağıldı.

Kederi avuçlayan parmak uçları çenesine dokundu.

"Canını yakmak istemiyorum."

Gözlerini gözlerine dikti .Ona karşı hissettiği şaşkınlık ve öfke öylesine yoğun, öylesine keskindi ki affedilemeyecek şeyler söylemeden onunla nasıl konuşulacağını düşündü."Daha fazla canımı nasıl yakabilirsin Dedektif? Öldürür müsün beni? " Alaycı bir gülüş takındı "Özgür olamadıktan sonra öleyim daha iyi."

Dedektif.İşte yine en başa dönmüşlerdi.

Başını iki yana salladı "Portola Valley'e geldiğin ilk gece seni düşmek üzereyken yakalayan o adam olmak isterdim." diye fısıldadı başparmağı alt dudağında dolaşırken."Güveninin tadını çıkaran adam.Sana özgürlüğünü bahşeden adam."

Göz harelerine doluşan sıcak damlalar canını yaktı ilkbaharı kıskandıran yeşil gözler nemlendi ve birden duygulanarak elini köprücük kemiğinin çıkıntısına götürdü. Yaşadığı duygunun yoğunluğu başını döndürüyordu.Bir adım gerilediğinde üzerindeki havlu ayaklarının dibini boyladı.

"Sen zaten o adamsın." derin bir nefes aldı "Buraya gelerek bunu kanıtladın."

Nefesini boynunda hissettiği an dizlerinin bağı çözülüverdi.Kahretsin! Gözlerini kapattı, dışarıdaki fırtına iradesini alıp götürmüştü.Doğrusunu söylemek gerekirse havlunun ucunu elinden kaçırması beklenmedik bir şeydi.Ona direnmek güçtü.

Pelte kıvamındaki bedenini bir anda kavrayıp kucağına aldı.Yer ayaklarının altında kayarken onun sert göğsüne bakar halde bulmuştu kendini.Yatağa taşınırken başını hafifçe yukarı kaldırdığında yüzüne bakan bir ton koyulaşmış ela gözlerle karşılaştı.İşte o an bittiği andı.

Brendan bir yandan da planın birkaç dakika sekteye uğraması umarım sorun teşkil etmez diye düşünüyordu.Yakıcı dudakları şah damarını bulduğunda kadın arzuyla inledi.Yeni çıkmaya başlayan sakalları yüzüne batıyordu.Kulak memesini ısırdığında etkisini kasıklarında hissetti. Narin elleri göğsünün altında kalmıştı o narin ellerine uzanıp avuç içlerini öpmek istiyordu genç adam.Bileklerine kelepçe değen her bir noktayı özür dilercesine dudaklarına mühürlemek...

Birden hiç ummadığı bir şey oldu. Bir sertlik karın duvarına yaslandı.Okkalı bir küfür savurarak geri çekildi. Glock marka silahının Bahar'ın elinde olduğunu görünce nefesini tuttu.İkinci kez. Namluyu tüm gücüyle karnına bastırıyordu.

"Sen," diye soludu. Şakaklarından akan bir damla ter yanağına damladı. "Beni oyuna getirdin."

"Odama fütursuzca giren sensin dedektif.Bu durumda kim kimi oyuna getirmiş oluyor?"

"Lanet olsun! O silah dolu.Beni dinlemen gerek."

Yeşil gözler şüpheyle kısıldı.

"Neden? Seni dinlemem için geçerli bir sebep söyle. Bana güvenmeyen bir adama güvenmem için yalnızca bir sebep?"

Sırtından destek alıp göğsüne çekerken bir eliyle de ağzını kapadı.

"Şu hırçın inadından vazgeç de beni dinle."

Tüm kuvvetiyle ağzına bastırılan eli ısırınca adam can havliyle elini çekti.Onu buraya hangi kuvvet ittiyse ters tepmişti işte.Bahar onu gördüğü ilk an bir dolap döndüğünü kuralsız bir oyunun içinde olduğunu anlamıştı.Pekala, canı oyun istiyorsa oyunu kendi lehine çevirmenin tam sırasıydı.

"Ah!"

Yattığı yerden doğrulmaya çalıştı, bir yandan silahı sabit tutmaya çalışıyor diğer yandan tek eliyle kalın beyaz yorganla mahrem yerlerini kapamaya çalışıyordu.Midesinde kaygıdan ötürü bir düğüm daha oluşmuştu.

"Tüm şarjör bunun içinde mi yedeklerin nerede? Çavuş Darly mi yolladı seni? Bana gözdağı vermen için?"

"Hadi ama! Yedek şarjörü cebimde taşımıyorum."

Soğuk metalin parmaklarına emanet ettiği his ürkütücüydü.Avuçları terledi çenesini sıktı, adamın altında az evvel çıplak oluşu umurunda değilmiş gibi görünüyordu.Hissettiği arzu gerçek olsa da bir yalanın içinde olduğunu hissediyordu.Teninin altında harlanan alevler büyüleyiciydi.Tuhaf bir biçimde daha ileri gitme isteğine engel olmaya çalıştı.İtiraf etmesi gerekirse bu düşüncenin onu heyecanlandırdığını inkar edemezdi.

Brendan karnındaki silahın ağırlığını düşüncelerinde hissediyordu bileğindeki saate baktı.Vakit daralıyordu. Hay aksi şeytan! Yakalanmadan ona burada oluş nedenini açıklamalıydı bir an evvel yola koyulmaları gerekti.Çok vakit kaybetmişlerdi.Ani bir refleksle kadının üzerinden kalkıp yerdeki havluyu ona uzattı.Hırçın güzel havlusuna sarılırken bir eliyle silahı tutmaya devam ediyordu.

"Bak, bu işin içinde Darly olsa ne diye gizlice odana girmek için bu kadar zahmet edeyim? İndir o silahı."

Bir an için tereddüt etti, ancak gardını indirmedi. Henüz.

"Kendimi savunmak zorundayım."

Ellerini öfkeyle saçlarının arasından geçirdi.

"Tanrı aşkına, kendini bana karşı savunmana gerek yok."

"Öyle mi? Söylesene dedektif bir an şefkatli sıcak kollarını açıp yaralarıma nefesini üflerken, bir an bana kilometrelerce uzak olmayı nasıl becerebiliyorsun? Ben bir ileri bir geri gitmekten yoruldum anlasana. Ya bana hiç gelme ya da yanımdan gitme."

Bunları söylediğine kendi de inanamıyordu.Kemiği olmayan dilini sertçe ısırdı.

Lanet olsun ki kadın ona güvenmiyordu ne yaparsa yapsın parçaları bir türlü birleştiremiyordu gözlerini yumdu.Keşke bu işi başka türlü halletmenin bir yolunu bulabilseydi, köşeye sıkışmıştı.Gafil avlanmıştı.Bazen bir kedi kadar uysal olan minyon tipli ebe, kuyruğuna basılınca kaplan kadar yırtıcı olabiliyordu.Şahini andıran keskin bakışlar tepeden tırnağa süzdüğü o vahşi bedenden ayrılarak masumiyet timsali gözlerde kilitledi.

"Aslını istersen," diye mırıldandı "Çoğu zaman bu belirsizlikten nefes alamadığımı hissediyorum.Dinle, ben çok düşündüm.Yaşadığımız bu şey...Adı her ne ise onu kaybetmek istemiyorum."

Zihnindeki karahindiba rüzgara tohumlarını vermiş acılarını götürmesini bekliyordu.

"Sen...Ne demek istiyorsun?"

"Seni gözümün önünden ayırmayacağım, diyorum."

Hamlesini tahmin etmemişti.Ve şimdi düşünceleri okyanusun dibini boylayan kaderini yosunların merhametine bırakmış hurda yığınından ibaretti.Silah tutan ellerine bakarak kendini nefes almaya zorladı.Tanrı yardımcısı olsun, bir şeyler yapmalıydı, rolünden uzaklaşıyordu. Güçlü rolünü oynamayı bir an bile bırakamazdı.

Yaklaşan sesler odaya dolduğunda her ikisi de başlarını kapıdan yana çevirdiler.Kulübenin içinde tehlike kokusu hakimdi acil durum sirenleri çalıyordu.Kalbindeki güverte açığı dolmuştu.

"Ben..."

Her şey son derece normal görünüyor, kulübenin sınırları içinde huzur içinde yaşayan bir çifti andırıyorlardı; ancak dışarıdaki dünya son hızıyla onları kuşatıyordu.

"Fazla vaktimiz yok.Bir an evvel yola koyulmamız gerek."

Alt dudağını dişledi, iç çekti.Ona yeniden güvenmeyi deneyebilir miydi? Ona en son güvendiğinde onu Darly'nin insafına bırakmamış mıydı?

"Arkanı dön de giyineyim."

Şimdi sorgulayan bakışlar atma sırası Brendan'daydı. Kendini gülmemek için zor tutuyordu.

"Görmediğim bir şeyin olduğunu sanmıyorum."

Tehditkar biçimde silahı salladı.

"Bakmaya devam edersen görecek gözün olmayacak.Arkanı dön dedektif!"

Homurdanarak duvara doğru döndü.

"Eller yukarı! Bir yanlış yapayım deme."

Ah, hadi ama bu polisçilik oyununu oynamak hoşuna gitmiş olamazdı öyle değil mi? Alt dudağını sertçe ısırarak ellerini havaya kaldırdı.

Kalbinin üzerine çöreklenen ağırlığı görmezden geldi, o kısmen havluya sarılmış bir vaziyette hemen arkasındaki dolabından giyecek bir şeyler alıp aceleyle giyinirken derinleşen soluklarını dinledi.Kot pantolonunun ön tarafını zorlayan sertliğin inmesi çok uzun sürmezdi umarım.

Siyah dar kesim kot, diz boyu siyah deri çizme ve boğazlı koyu yeşil kazak giymişti.Göğüslerini dik tutan destekli sutyenin kopçası sırtını rahatsız ettiğinde derin bir nefes aldı.Tanrı aşkına, kadınlar için giyim hilelerine uymak bu kadar zor olmak zorunda mıydı? Lacivert kaşe kabanıyla kırmızı yün atkısını da ekleyerek nihayet kombinini tamamlamıştı.

"Pekala, dönebilirsin.Emanetini al ancak hala bir silaha ihtiyacım var." derken kırmızı yün eldivenlerini eline geçirmekle meşguldü.

Silahını alıp belindeki kılıfa yerleştirdi. "Hafif bir valiz hazırla kendine.İki dakikaya çıkıyoruz."

"Peki ya silah?"

"Onu unut.Birimizde silah olması yeterince başa bela zaten."

Ah, başı dönmeye başlamıştı yavaş yavaş hiçliğe doğru kayıyordu. Her şeyi değiştirecek bu korkunç hamleyi kabullenmek zorunda olduğunu biliyordu.

Brendan'ın şahini andıran bakışları etrafı kolaçan etti camı araladı soğuk hava anında genç kızın yüzüne vurdu ve bir an için görüş açısını etkiledi, hemen ardından Ela Gözlü, Soylu, Çenesi Gamzeli elini uzatıp saçını kulağının arkasına yerleştirdi.

İkisinin baş başa kaldıkları o eşsiz anlarda onlara engel olan şeyleri unutmaları kolaydı.Yakıcı dudaklarını soğuk soğuk terleyen alnına bastırıp geri çekildi.

"Pekala seni uyarmak zorundayım.Bu kulübeden çıktıktan sonra bir daha hiçbir şey eskisi gibi olmayacak bunu biliyorsun değil mi?"

Güzel yeşil gözleri merakla ışıldıyordu.Merakını kırbaçlayan bakışlar içindeki alevi körükledi.

"Ben..." Alt dudağını kanatırcasına dişliyordu "Biliyorum."

"Güzel. Öyleyse en temel kuralı mı da kabul ediyorsun demektir."

"En temel kuralın?"

"Kural 1: Sakın bana bir daha silah doğrultmaya kalkma!"

Yanağının içini ısırdı, evet sadist bir ruhu taşımasa da silahlara karşı olan ilgisini kim inkar edebilirdi ki?

Mahcup gülümsemesi dudaklarında belirince kalbi ona doğru eridi.Adam onu kendine çevirdi.Koyu renk deri montundan yayılan sıcaklığını hissedebiliyordu ve gerçeği arayan gözlerine baktıkça direncinin kaybolduğunu hissediyordu.Ona koşulsuzca teslim olmak...

"Sence..." diye soludu, ciğerleri intihar ipine geçmiş gökyüzünün kadehinden yudumladı "Başarabilecek miyiz?"

Dedektiflere özgü o gizemli gülümsemesini takındı.

"Kanatlarını takarsın, gökyüzü varlığını hatırlar.Orman saklanmak için bağrını açar.Tak kanatlarını varsın uçurtmanın ipi saçlarına dolansın."

Evet, işte o direnemediği ses tonuna başvurmuştu yine.Ona hayır demek mümkün müydü? Lanetlendiğini biliyordu.Az evvel yaşadıkları tutkuyu, gecenin son saatlerindeki korkudan daha fazla hatırlayacağından emindi.

Genç adam aralık cama doğru bir hamle yaptığında Bahar kendini önünde giderek büyüyen canavarın konakladığı karanlık bir uçurumun kıyısında gibi hissediyordu; onu kendisine çekmek için fısıldıyordu.

Uçurumun dibinde uçsuz bucaksız gökyüzü karşılamaz mıydı insanı?

Uçurumları sevenlerin kanatları olmalı.*

Bölüm başında ve sonunda yer verdiğim sözler Friedrich Nietzsche'den alıntıdır.* (1844-1900)

Bölüm parçası ; Kadebostany_Crazy In Love 

Dikkat Turuncu 'ı es geçmeyin lütfen!

Continue Reading

You'll Also Like

4M 150K 85
Savaş ağa adlı hikayem ÇİLEM olarak değiştirilmiştir haberiniz olsun. Berdel'e kurban gitmiştim. Hiç tanımadığım, bilmediğim bir adamla evlendiriliyo...
8.2K 658 6
İskoçya'nın en güçlü klanının genç savaşçısı Arthur MacDougal, artık ağabeyi ve klanının reisi Kara MacDougal'ın yanından ayrılıp kendi topraklarını...
55.4K 5K 24
"Delibal, hem şifa hem zehir."
541K 43.8K 34
Seha Bey bir ayağını öne atıp ona dengesini vererek şöyle bir durdu. Leyla'yı kısacık üstün körü süzdü. Rahatsız eden bir bakış değildi ama olmasa da...