Gül KOZASI

By 0Astrolojik

882K 53K 22.7K

"Demez mi anası, topallığına bakmadan benim kızıma göz koymuş diye? Der. Bu konuyu bir daha açma anne." *****... More

1.Bölüm
2.Bölüm
3.Bölüm
5.Bölüm
6.Bölüm
7. Bölüm
8. Bölüm
9. Bölüm
10. Bölüm
11. Bölüm
12. Bölüm
13. Bölüm
14. Bölüm
15. Bölüm
16. Bölüm
17. Bölüm
18. Bölüm
19. Bölüm
20. Bölüm
21. Bölüm
22. Bölüm
23. Bölüm
24. Bölüm
25. Bölüm
26. Bölüm
27. Bölüm
28. Bölüm
29. Bölüm
30. Bölüm
31. Bölüm
32. Bölüm
33. Bölüm
34. Bölüm
35. Bölüm
36. Bölüm
37. Bölüm
38. Bölüm
bölüm değil
39. Bölüm

4.Bölüm

26.8K 1.5K 151
By 0Astrolojik

Bir dal sigaranın son tütünün yanışından sonra kavuçuk kısma sızan dumanın zehrindeydi hayallerimin cesetleri. Üzerine örtülen kül yığınının altında kalan hayallerin son nefeslerini zihnimin giyotin sehpasında ellerimle kesmiştim. Uyumalı ve güçlenmeliydim.

Her sabah alışkanlıktan kaynaklı erken uyanmaya alıştığımdan, bugün de yine sıcak yatağıma veda edebilmeyi başarmıştım. Beyaz kot ve beyaz tişört giyip saçlarımı tepeden sımsıkı bağladım. Sıcak mevsimlerde en güzeli açık renkleri tercih etmekti. İşe gitmek için evden çıktığımda karşı binadan da Kemal'in çıktığını fark etmek kalbimdeki buz dağını kütleler halinde parçalamama neden olmuştu. Elimden geldiğince bakmamaya gayret ettiğim adamın inatla bana baktığını ve hatta rotasını bana doğru çevirdiğini görmek kalbimdeki buzları kusmamı istiyordu.

"Günaydın Gülseli" derken hala bana doğru yürümeye devam ediyordu. "Günaydın Kemal."

Elini saçlarına atıp, yerinde huzursuzca kımıldandıktan sonra lal olan dilini hareket ettirmeye karar vermiş olacak ki yeniden konuşmaya başladı: "Gülseli işten ayrılıyor muşsun doğru mu?"

"Evet."

"Nazlı iş arıyordu, eğer yerine birini bulamadılarsa onu tavsiye eder misin? İş arıyor epeydir."

Nazlı derken titreyen sesi, değişen bakışlarını tarif etmemin mümkün olabileceğini zannetmiyorum. O düzgün bir adamdı ve bunu bile isterken mahcubiyeti vücut dilinden akıyordu damla damla. Sabahın erken saatlerinde yerlere inen kuşlar kendi rızıklarının peşinde koşuyor, zavallı kediler bir tane avlaya bilme imkanı ile sinsi sinsi etrafta turluyor, çaprazımızdaki binanın altında bulunan dükkan kepenklerini açıyordu. Gökyüzü ise bırak işe gitmeyi bin bir vapura, git adalara, bacaklarındaki kaslar sızlayana dek bisiklete bin, topladığın yaban çiçeklerle taç yap diye dirayetsizce bağırıyordu bana. Karşımda mahcup bir edayla duran Kamal'e iyi bir havadis veriyormuş gibi yalan bir sırıtışla cevap verdim:

"Olur, söylerim müdüre."

İhtilal, bu acımasızca yazılmış bir ihtilalden ne daha azı, ne daha fazlasıydı yalpalayan hayatta. Kesilmemiş nefeslerde biriken tomurcuklu buharlara sıkıştırılmış biçare hüzünler ve hüzün dolu bir tuvaldi benimki.

"Olumlu veya olumsuz mutlaka dönüş yaparım."

Dilimden en son bu cümle dökülüyor taştan binaların, taş sokaklarına, ağaçlarına ve simsiyah asfaltına. Onun yanından uzaklaşıp her gün olduğu gibi gelen servis arabasındaki yerime içimdeki dehşetle kuruluyorum. İşimi gerçekten seviyordum. Organik alanda kurulan pek çok market olmasına rağmen Kuzguncuk'a kurulmuş ve pek çok elit kesimin hayli dikkatini çeken oldukça iyi şartlar sunan bir iş yeriydi. Modern çağın köleleri olduğumuzu düşünüp pek çok kere ağıtlar yaksam bile, aslında benim gibi fazla okul okumamış kişiler için bulumaz bir nimetti.

İş yerine geldiğimde, müdürümüz Tarık beyin yanına gitmeden market logosunun olduğu iş kıyafetlerimi giyinip hemen yanına gidiyorum. İçten içe beni doldurmaya çalışan şeytanlara sırt dönsem bile Nazlı'ya, Kemal ile beraber işimide veriyor olmak sanki hayatımı çalıyormuş gibi hissettiriyordu. Biliyorum aslında asla öyle değildi. Tarık beyin odasının önüne geldiğimde daha fazla beklemeden mruhtemelen pahalı bir malzemeden yapılmış olan kapıyı tıklatırken içimdeki kırgın kuşları kanatlarından tutarak savurdum.

"Gel."

Tarık beyin sesini işitir işitmez gold renkteki kapı kulpuna dokunup açtım. Kırklı yaşlarda oldukça entellektül bir kişi olmasının yanı sıra her daim karizmatik bir havasıda vardı:

"Gel Gülseli, umarım şu işten ayrılıyorum saçmalığına son vermek için gelmişsidir."

"Hayır malesef Tarık bey, öyle değil. Eğer yerime birini bulamadıysanız mahalleden bir arkadaşı önerecektim."

Yüzü memnun olmaz bir ifadeye büründüğünde, gözleri suratımda gezindi bir müddet, inceledi, inceledi ve ardından iki kaşını yanyana getirerek tekrar konuştu: "Sen neden işini bırakıyorsun anlamıyorum ki? Kastamonu'ya git, kafanı dinle. Yıllık iznini kullan dön. İstanbul'a tekrar döndüğünde şansın bu kadar iyi gitmeyebilir ve sen pişman olursun işten ayrıldığın için."

Söyledikleri o kadar mantıklı ve doğruydu ki, bende tekrar bu kadar iyi maaş veren, elemanının hakkını savunan bir yer bulamayacağıma emindim. Fakat derin bir hüsrana kapılmak istememekte aldığım maaştan daha önemliydi, sadece birazcık konfor alanımın dışına çıkacak olmam yersiz bir korkuyu damarlarıma sızdıyordu. Engebeli yokuşları bir başıma tırmanmak istemem pekte yanlış sayılmazdı, neticesinde yirmi beş yaşındaydım ve kendimi idare edebilecek zekaya ve yeteneğede sahiptim.

Tarık bey söylediği her kelimede haklı olsada Kastamonu'da sadece bir ay geçirmek kalbimdeki hüsranı temizlemeye yetmeyecekti biliyorum. Bu benim kendimle olan ilk sırrım değildi, son sırrımda olmayacaktı:

"Kastamonu'dan hemen döneceğimi zannetmiyorun Tarık bey."

"Kim önereceğim kişi?"

"Nazlı ismi, aynı sokakta oturuyoruz."

Tarık beye Nazlı ile ilgili bir kaç bilgi daha verdikten sonra işimin başına yeniden döndüm. Marketin pahalı olduğu İskandinav mobilyalarından, ürünlerin pek çoğunun cam kavanozlarda oluşundan, çalışanlarına verdiği öğle yemeğinden, bayram veya özel günlerde ikramiyelerin verildiği çok güzel bir işletmeydi. Gelen müşterilerin pek çoğunun isimlerini bilir, onlar alış verişe geldiğinde kendileriyle birebir ilgilenir en iyi hizmeti vermeye çalışırdık. Burayı seviyordum fakat diğer marketlerden hep daha temiz, daha düzenli ve özenli olmamız gerekiyordu ve bu da fazla yorgunluğa sebep oluyordu.

Akşama kadar çalışmaktan suyumun çıktığını terleyen sırtımdan, saç diplerimden, ayak bileklerimden anlayabiliyordum.

"Gülseli" diyerek benim yanıma yaklaşan Tarık beye çevirdim yönümü. "Buyrun Tarık bey." Gerçekten yaşına rağmen hiç ezilmediği dimdik yürüyüşünden, giydiklerine özen gösterişinden, saçından ve her daim traş olmuş cildinden hayli belli oluyordu.

"Yarın dediğin kızı getir görüşelim. İstediğimiz kriterlere uygunsa eğer işi yarın sen öğretirsin."

Eh be hayat kaldımı içinde bana atamadığın başka nadide tekmeler. Bunu da gol niyetine doksandan çakmıştı işte kaleye.

"Peki Tarık bey."

Sokağa girdiğimde annemin yine beni her zaman olduğu gibi pencere pervajından başını uzatarak beklediğini bilmek yüzümde oluşan gerçek bir tebessüme neden olmuştu. Asla bıkmayacaktı beni o pencerenin pervajında beklemekten. Annem hep yaptığı gibi bir elini dışarı uzatıp salladı heyecanla:

"Gülseli." Okul çıkışında çocuğunu bekleyen veli gibi bekliyordu her akşam ve her sabah.

"Buyur Fatma sultan, çikolatan mı bitti."

Annem kahkahasını bastırmak için elini ağzına kapattığında anlıyorumki yine bir şeyler isteyecekti.

"Annem ya kahveyle çikolata bitmiş evde, girmeden alıp gelsen ana kız içsek balkonda köpüklü kahvelerimizi."

"Arasaydın marketten sana Alman çikolatası getirirdim bademli olanlardan."

"Ay ne iyi olurdu Gülseli. Ama neyse şimdilik Turkish çikolatasıda yeter."

Bizim mahallede balkondan balkona, pencereden sokaktakiyle gayet normal bir şey yapıyormuş gibi konuşabilirdiniz. Herkes herkesi tanıdığından kimse kimseyi bu konuda yadırgamıyordu. Apartmana girmek yerine iki bina ötedeki Hayri bakkala yöneliyorum. Bakkal dükkanı oldukça küçük bir kahve ve annemin sevdiği tüm çikolatalardan birer tane alıp çıkıyorum. Evde beni sabırsızlıkla bekleyen annem yemek masasını hazırlamış beni bekliyordu. O günde diğer günler olduğu gibi hoş sohbetle akşam yemeğimizi yiyoruz annemle. İstediği gibi balkondada bol köpüklü kahvelerimizi yudumlarken sabah olanlardan ve Nazlı'nın benim yerime işe başlayacağından da kısaca söz ediyorum.

"Hem Kemal, hem işin Nazlı'ya kalıyor öyle mi?"

"Öyle."

"Nasip böyleymiş ne yapalım hakkında hayırlısı. Yalan yok bende sana hep Kemal'i yakıştırırdım ama gönlü sana düşmemişsede yapacak bir şey yok. Allah var çok temiz, terbiyeli bir çocuk, kendi evladım gibi seviyorum. Bugün işten gelirken Hayri bakkalın dükkana mal gelmiş yazık zavallı adamın oğlundan hayır yok Kemal yetişiverdi yardıma. Hayri'nin oğlanda bizim Tufan'dan farksız, zavallı adamcağız iki kez dizlerinden ameliyat olduğu halde işe yaramadık oğlan yardıma gelmiyor."

Kemal böyleydi işte. Kimin yardıma ihtiyacı varsa karşılık beklemeden koşturur, elinden geldiğince yardım eder, gelmediği yerde hemen kendisi gibi olan arkadaşlarını çağırırdı bir çırpıda. İşte bu sebepte tüm mahallenin sevdiği, güven duyduğu bir karaktere sahipti.

Ertesi gün olduğunda apartmanın önünde beklerken Nazlı'nın da kendi apartmanlarından çıktığını ve Kemal'le beraber bana doğru geldikleri fark ettim. Yanyana yürümelerine rağmen elele, yada kolkala değil aksine aralarında bir adımlık bir boşluk vardı. Birbirlerine bakarken gözlerinin içlerinde yanan kor ateş bana kadar ısısını hissettiriyordu. Yanıma geldiklerinde ilk tepki Nazlı'dan geldi:

"Günaydın Gülseli."

"Günaydın Nazlı."

Kemal'in, Nazlı'ya bakarken gözlerinden taşan özlem ve hasret o kadar belliydi ki, tertemiz sevdiğini belli ediyordu her hareketiyle. Nazlı ile aynı sokakta oturmamıza rağmen hiç sohbet etme fırsatımız olmamıştı. İki senelik Üniversite mezunu olduğunu, ancak bunca vakittir iş bulamadığını ve bu sebepten son çare marketlere iş başvurusu yaptığını annemden duymuştum.

Servis aracı geldiğinde ikimizde aynı anda araca ilerledik, bir insanın başına bundan daha beter bir şey gelir miydi bilmiyorum. Kuzguncuk'a gelene kadar hiçbir şey konuşmamıştık fazla utangaç bir kişi olduğunu konuşurken kekelemesinden, ellerini birbirine sürtüp, tırnaklarını etlerine batırmasından anmak mümkündü. İri gözleri o kadar güzeldiki, ufak boyunu bile önemsiz kılıyordu gözlerinin güzelliği.

Markete girer girmez ilk olarak Tarık beyin üst kattaki odasına gidiyoruz beraber:

"Burası Tarık beyin odası, kendisi müdürümüz ve oldukça iyi bir insan. Eminim sende çok çabuk uyum sağlayacaksın buraya."

"İnşallah Gülseli. Bu işe çok ihtiyacım var biliyorsun."

Biliyorsun diyordu, lakin ben onun hakkında pekte kayda değer bilgilere sahip olmamakla beraber bildiğim tek şey Kemal'in nişanlısı olduğuydu.

"Neden okuduğun bölümle alakalı bir işe girmiyorsun?"

Yüzünde bir anda hüzün kırıntıları belirmekle beraber derin bir iç çekti yorgun, ancak dirayetle: "Üniversite okuyan herkes alanında iş bulamıyor kaldıki ben muhasebe okumuştum. İstanbul'da elini nereye atarsan muhasebe mezunuyla dolu ortalık. Okumuş olmak için okudum işte bende, maksat Üniversite mezunu olmaktı ilerde sınavlara girip Devlet memurluğu kadrosuna girmekti ama o da olmadı."

Merakıma bir kez daha yenik düşüp yine soruyorum bir soru.

"Niye bu kadar istiyorsun işe girmeyi, evde sınavlara çalışmak daha iyi olmaz mıydı senin için."

"Biliyorsun işte annemin ilk evliliğinden olan çocuğum ben, Mehmet babama daha nereye kadar yük olayım. Bu sene düğün olursa zavallı adam nasıl yetişecek onca şeye, üstelik" dedikten sonra durdu. Konuştuğu onca şeye pişman olmuş bir hali vardı. Mehmet amcanın öz kızı olmadığını, Yeliz teyzenin ikinci evliliği olduğunuda bilmiyordum. Üniversiteyi bıraktıktan sonra hemen çalışmaya başlamıştım ve bu nedenle mahallelinin en eskileri hakkında bilgilere sahip olsam bile Nazlı ve ailesiyle ilgili pek bir şey bilmiyordum. Cümlesinin devamını duymayı delicesine bir arzuyla istiyordum nedense.

"Üstelik ne?"

"Üstelik Sema teyze beni istemediği için her şeyi zora koşuyor. Babamı zor durumlara sokmak istemiyorum Gülseli."



Continue Reading

You'll Also Like

574K 11.3K 13
-Kızımı al götür hem güzel hemde bakire Ağzım açık ona bakarken yirmili yaşlarındaki adam yanındakine işaret verip beni aldılar evden çıkmadan önce...
46.6K 6.3K 43
Kız gördü adamı içi sızladı... Adam gördü kızı yüreği yandı... "Evime hoş geldin hanımağam. Umarım bu bir sürecin başlangıcı olur. Umarım bu evde he...
Leyla| +18 By ...

Non-Fiction

31.3K 272 10
Hoca: O minik ıslak deliğini öyle bir becereceğim ki Hoca: Acı ve zevki aynı anda tadacaksın minik şeytan Hoca: Ondan sonra bırak yürümeyi Hoca: Otur...
3.7K 58 4
kavuşamayan gülşah ve şahin