PORTOLA VALLEY 2∣ Tamamlandı ♚

By bsrarikan_

167K 12.7K 2.9K

Dudakları dudaklarına değdiği an hayat boyunca beklediği anın bu olduğuna karar verdi.Vücudu alev alev yanıyo... More

♚Tanıtım♚
♚1.bölüm♚
♚2.bölüm♚
♚3.bölüm♚
♚4.bölüm♚
♚5.bölüm♚
♚6.bölüm♚
♚7.bölüm♚
♚8.bölüm♚
♚9.bölüm♚
♚10.bölüm♚
♚11.bölüm♚
♚12.bölüm♚
♚13.bölüm♚
♚14.bölüm♚
♚15.bölüm♚
♚16.bölüm♚
♚17.bölüm♚
♚18.bölüm♚
♚19.bölüm♚
♚20.bölüm♚
♚22.bölüm♚
♚23.bölüm♚
♚24.bölüm♚
♚25.bölüm♚
♚26.bölüm♚
♚27.bölüm♚
♚28.bölüm♚
♚29.bölüm♚
♚30.bölüm♚
♚31.bölüm♚
♚32.bölüm♚
♚33.bölüm♚
♚34.bölüm♚
♚35.bölüm♚
♚36.bölüm♚
♚37.bölüm♚
♚38.bölüm♚
♚39.bölüm♚
♚40.bölüm♚
♚41.bölüm♚
♚42.bölüm♚
♚43.bölüm♚
♚44.bölüm♚
♚45.bölüm♚
♚46.bölüm♚
♚47.bölüm♚
♚48.bölüm♚
♚49.bölüm♚
♚50.bölüm♚
♚51.bölüm♚
♚52.bölüm♚
♚53.bölüm♚
♚54.bölüm♚
♚55.bölüm♚
♚56.bölüm♚
♚57.bölüm♚
♚58.bölüm♚
♚59.bölüm♚
♚60.bölüm Son'ların Engin Sınırsızlığı Gözyaşıyla Kuşandı "final"♚
♚Özgürce Savruluş Töreni ♚

♚21.bölüm♚

2.8K 270 133
By bsrarikan_

Sen ağlara takılan balıkların çaresizliğini bilir misin? Neden ben diye çırpınıp dururlar.Binlercesi varken neden ben? Sonra kaderlerine razı olurlar.

Benim kaderimin sen olduğunu bilsem çoktan kadere razı olur, denizi gözyaşlarında saklayan balıkların hafızasında kaybolurdum. Onların ki hafızaları üç saniye derler.Ben üç saniye sonra ne olacak diye düşünmekten yoruldum.

Kaderimin sen olduğunu bilsem pılımı pırtımı toplar elinden tutar 'İşte yaşama sebebimi aldım yanıma' der ve sıyrılırdım karabasan dolu ağlardan.

Sen kanadı kırılan güvercinlerin çaresizliğini bilir misin? Hayata olan güvenlerinin nasıl yok olduğunu, nasıl canlarının yandığını? Neden ben diye kanat çırpıp dururlar.Binlercesi varken neden ben? Desenli kanatlarının özgürlüklerine kefen olduğunu bilmeden çaresiz kadere boyun eğerler.

Benim kaderimin sen olduğunu bilsem çoktan kadere razı olurdum.Hiçbir karanlıktan korkmaz; gökyüzünün maviliğinde kaybolurdum.

Kaderimin sen olduğunu bilsem sessizce ve özgürce sana doğru kanat çırpabilsem...Oysa; Şeytanın ininden koparılıp Hz. Adem'in dudaklarında şifa bulan elma kadar yasaksın bana. Hz. Havva'nın günahları kadar tuzak.

Ve ben onların Cennetten yeryüzüne düşmesi gibi senin gözlerinden düşmekten korkuyorum.

Günahım gibi tutun bana.

Nihayet kendine gelmeye başlayınca, bir süre daha öylece yatmaya devam etti. Sanki damarlarına tonlarca kurşun dökülmüş gibiydi; tüm bedeni ağırlaşmıştı.Hayal gücü mesaisinden caymamış; gözyaşları toprağa karışmış, eğilen ağaç dallarından kopan simsiyah elmalar kurşuni yağmurlar eşliğinde avuçlarına yağmıştı.

Kendi masalının içine.

Sürekli uyanıp durduğu uyandığında ise öksürük nöbetiyle karşılandığı kısır bir döngünün içinde debelenip duruyordu.Yaşamaktan korktuğu her ne varsa sinsi hayal gücü tırnaklarıyla kazıyıp açığa çıkarıyordu.

Cenin pozisyonu geçmişin mahzenlerini aralarken tırnakları dudaklarında can vermiş parmak uçlarını gözlerine götürüp gerçekleri, saklandığı kuytu köşeden çıkarmaya çalıştı.

Soğuk mahkeme binasında değil yalnızca iliklerini sömüren, damarlarına kaybettiği sıvıyı yerine koymaya çalışan aciz bir serumun gölgesindeydi. Vücudunu sarmalayan kıyafetler nemliydi ama nedeni kurşuni renkli yağmurlar mıydı yoksa terlemiş miydi kestirmek güçtü.Saniyeler saliselere gebe kalırken, damarına doğru bir yol tutturmuş Serum Fizyolojiğin damlalarını sayıyordu.1,2,3,4,5 güven celladı kesilmiş.

Mahkemeyi anımsayınca yüzünü buruşturdu.O anları düşünmek yalnızlığını kamçılıyordu.Ne kadar uzun bir gündü.Bakışları kolundaki bilekliğe takıldı. Doktor Giselle ile görüşeli ne kadar olmuştu birkaç saat önce mi görüşmüşlerdi? Aradan bir asır geçmiş gibiydi.Zaman kavramı enkazın altında kalmıştı.

"Bayan Johansen. Kendinizi nasıl hissediyorsunuz, daha iyi misiniz?"

Kulaklarına çalınan yabancı sesle doğrulmaya çalıştı, kolundaki serum canını yakınca harcaması gerekenden daha fazla efor sarf ettiğini fark etti.

"Ben..." diye mırıldandı.Üzeriden kamyon geçmiş gibi hissediyordu.Öksürünce boğazındaki ekşi tat dilini yaktı.

Yanındaki komodinin üzerinde bir su bardağı vardı uzanmaya çalışınca kimliği belirsiz sesin sahibi onun yerine bardağa uzanarak diğer eline tutuşturdu.

Başını eğdi ve önündeki bardaktan bir yudum su içti.Sıvı takviyesi yapılmasına rağmen dudakları kurumuş ve çatlamıştı.Karşısındaki simaya bakınca aniden kendisini akıntıya kapılmış bir cankurtaran sandalının üzerindeymiş gibi hissetti.

"Ne-neredeyim ben?"

"Bayan Johansen, mahkemeden sonra fenalaştınız hatırlamıyor musunuz? Vadi hastahanesindesiniz."

Yeşil irisler, bulanık hayal aleminden gerçekleri sıyırıp çıkardı.

Hastahane odası, tepeden gelen beyaz bir ışıkla iyice aydınlanmış olan bir mekandı.Herhangi bir hasta odası gibiydi, karşılıklı iki yatak, serum askılıkları, duvarlarda vantilatörler, kan basıncı ölçen aletler ve ekipman dolapları asılıydı.

Başını iki yana salladığı sırada karşısındaki yabancı elini ona doğru uzattı ama şaşkınlığından elindeki bardağı uzatmak aklından uçup gitti.Hafızasını kurcaladı son zamanlarda Los Angeles'ta yaşarken gördüğü yüzlerden çok daha fazlasını gördüğünü düşünüyordu.Tanrı aşkına, bu adam da kimin nesiydi? Çelimsiz bedenini buraya o mu getirmişti?

Adam düşüncelerini okumuş gibi bir tavırla ellerini birbirine kenetledi.

"Kendimi tanıtmama izin verin, ismim David Ramsey. Portola Valley polis teşkilatına yeni tayin oldum."

Ah, bir polis daha.Harika!

Genç adam içten tebessüm ediyordu.Gülümsemesi göz kenarlarındaki çizgilerin derinleşmesine neden oldu.Kim derdi ki katı kuralları olan CIA'den küçük bir kasabaya tayin olacağını?

Meraklı bakışlarını kaçırmaya çalıştı, Alec denen kibirli surat nerelerdeydi? Darly onu bu görevden çekmiş olabilir miydi, adam belki de bebek bakıcılığı yapmaktan sıkılmıştı.Nedeni ne olursa olsun karşısındaki adamın güven veren çikolata rengi gözleri Alec'in buz gibi gözleriyle karşılaştırıldığında çok daha iyiydi.

David'in kızıl-kahve yaz buğdayı gibi ince saçları vardı. Elmacık kemikleri varla yok arasındaydı, gözleri sımsıcaktı ama ifadesi işini yapmakta olan profesyonellere özgü bir donukluktaydı. Tanrım, bu ifadeye sıfatı 'baba' lakin kendisi 'baba' olamayan bir adamdan aşinaydı.

Nelson Johansen evini bir düzine zafer nişanıyla süslemiş olabilirdi; ancak kokuşmuş kibri o kadar derinlerdeydi ki onun sahte kahramanlık masallarının her harfinden nefret etti.Babasının ihaneti hala göğsünden atamadığı bir ağırlıktı.

Düşünceli sessizliği soluk hayaletler gibiydi.Bir şeylerden ürkmüş gibiydi, ancak insanı elden ayaktan düşüren temel korku aslında içinde debelendiği belirsizlikten kaynaklanırdı. İçinde verdiği savaş yorgun yüzünden okunuyordu.Savunma mekanizması antikor misali tetikteydi. David o an genç kadının karşısında otururken içten içe bunu biliyordu. Sacramento'da yaşananlara o da şahit olmuştu ve taze yaraların kapanmasının vakit alacağını biliyordu.

Pekala, her nedense bu sıcak çikolata gözlü adamdan Brendan'ın hoşlanacağını düşündü.Çünkü onunla ilgilenmiş, bayıldıktan sonra hastahaneye kaldırılmasında görev almıştı.Peki 'o' neden burada, yanında değildi? Zoraki bir nefesle yutkundu.

"Pekala, ne zamandır buradayım Bay..."

"Ramsey. Dünden beri.Dün mahkemeden sonra fenalaştınız. Çavuş Darly Wiseman Alec'in haber vermesinin ardından Vadi hastahanesine kadar size benim eşlik etmemi istedi."

"Peki ya..." Alt dudağını dişledi ona Brendan'ın nerede olduğunu soramazdı.Bunun yerine "Anlıyorum." diye mırıldandı.

Ona eşlik eden bir polis memuru varlığında bile prosedürler değişmemiş acil serviste ona öncelik tanınmamıştı. Sıvı kaybetmiş demişti doktor. Zatürre başlangıcı teşhisini de dosyasına ilave etmeyi unutmamıştı.

Sessizlikle geçen birkaç dakikanın ardından kar beyazı üniformasının içinde genç bir hemşire odaya girdi.

"Demek uyandınız Bayan Johansen. Kendinizi nasıl hissediyorsunuz? Doktor zatürreden şüpheleniyor.Kesin tanıyı az sonra çekilecek röntgen belirleyecek tabi."

Hemşire tepeden sımsıkı bağladığı simsiyah saçları, soluk teni ve çekik gözleriyle Asyalıları andırıyordu.Dudaklarından seri dökülen garip aksanlı kelimelere cevap vermek yerine biten serumunu işaret ettiğinde genç hemşire tekerlekli tedavi arabasını yanaştırarak diliyle kurumuş dudaklarını ıslattı.Üzerindeki kıyafetleri çıkarıp mavi hasta önlüğünü giymesine yardım ederken David de dışarı çıkmıştı.

"İşte, artık hazırsınız." dedi hemşire sesindeki tını cinayetle suçlandığını bilmediğine işaret ediyordu.

"Hasta bakıcılardan biri size radyoloji alanına kadar eşlik edecek." Genç kadın yatağın başındaki yeşil yonca işaretinin yanındaki -Bahar bunun düşme tehlikesi taşıyan hastaların baş ucuna asıldığını biliyordu- kırmızı bir düğmeyi işaret etti.

"Bir şeye ihtiyacınız olursa, düğmeyi kullanabilirsiniz. Hemşire çağrı zilidir."

Öylesine bitkindi ki...Ebe olduğunu, tüm bu tantanayı bildiğini söylemek yerine kaderine razı bir çocuk gibi başını sallamakla yetindi.Konuşmak içinden gelmiyordu.

Genç hemşire öğle yemeğinde arkadaşlarına yetişmek için hızlı adımlarla odayı terk edince, içine anlamsız bir hüzün çöreklendi. Hep tedavi eden pozisyondaydı şimdi hasta yatağında incecik bir hasta önlüğünün içinde oturmak canını sıkıyordu. Los Angeles Merkez Hastahanesinde çalışırken o da tıpkı bu hemşire gibi hayata yetişme bahanesiyle arkasında bıraktıklarına aldırmaksızın acele tavırlar mı sergiliyordu? Zihnindeki bağlar amansız birer kelepçe gibi tenini kesiyor, vücudu alev alev yanıyordu. Tüm bu olanlar...Benim suçum değil, benim suçum değil...

Vadi Hastahanesi denilen yer aslında eski bir adalet binasından bozmaydı hastahaneden çok bir kliniğe benziyordu. Ufak pencereleri olan, uzun koridorlu tek katlı kırmızı tuğlalı bir binaydı.Asıl Vadi hastahanesi daha uzaktaydı ve bu ek bina görevi gören yer gelişmiş donanımlı bir yer değildi.Anlaşılan Darly bunu yeterli görmüştü.

Bakışları etrafı turlarken hasta bakıcıya yürüyebileceğini söylediyse de adam tekerlekli sandalye konusunda ısrarcı davranmıştı; nihayetinde onun dediği olmuştu işte.

Röntgen odası karanlık ve gürültülüydü.Bekleme odası uzun,dar bir koridor boyunca sıralanmış metal oturma alanları göze çarpıyordu.Tekerlekli sandalyeyle ürkütücü karanlığa doğru ilerlerken bir an için morga götürüldüğünü hayal etti.İçinde bulunduğu sahne Hollywood korku filmlerinin setini aratmıyordu.

Havada keskin bir idrar kokusu vardı.Neyse ki röntgen işi beklediğinden kısa sürmüştü.Koridorun uzak ucundaki ışıklar henüz vakit erken olmasına rağmen yanıyordu ve birkaç metre ilerisinde birkaç cılız siluet göze çarpıyordu.Beyaz önlüklü bir doktor, yerleri paspaslayan bir görevli, dua eden yaşlı kadın.Ve Bahar o an onu gördü. Bu utangaç bakışlar sağlık evinde hafızasına kazınmıştı. Sandra'ydı bu.

Hasta bakıcı tekerlekli sandalyeyi sürerken "Bir dakika," diye mırıldandı. Adam Sandra'nın yanında durmayı başarmıştı.

"Sandra," diye soludu.

Aynı anda soldaki aralık kapı açılınca doğar doğmaz bir sorunla karşılaşan küvezdeki bebekler görüş açısına takıldı.Ardından diğer kapıdan geniş omuzlu yapılı genç bir adam çıktı.Ah, o an gözlerini genç kızın karnında sabitledi.Doğum yapmıştı peki ama nasıl, bildiği kadarıyla daha 32. haftasının içindeydi.Anlaşılan bebek biraz acele etmiş prematüre doğum olmuştu.Bunu kayıt altına almaları gerektiğini zihnine not ederken "Doğum gerçekleşmiş, gözünüz aydın." dedi kibar bir ses tonuyla.

Sandra beti benzi atmış bir ifadeyle "Teşekkür ederim, suyum erken geldi." dediğinde yanında kocası olduğunu tahmin ettiği genç adam pek de nazik olmayan bir ifadeyle kızın koluna dokundu. "Gidelim hayatım, hemşire sütünü sağıp geri getirebileceğimizi söyledi." sesindeki bir şey Bahar'a kendisini bir böcek gibi hissettirmişti.

Ah, şu dedikodular.

Onunla konuşmak istemiyorlardı.Tanrım, bu bir kabus olmalıydı.Genç çift arkalarına bakmadan uzaklaşırlarken titredi. Zihnini meşgul edecek şeylere ihtiyacı vardı. Sandra'nın son adet tarihi neydi? Naegele kuralına göre son adet tarihinin ilk günü bilindiği taktirde tahmini doğum tarihini hesaplamak çocuk oyuncağıydı: Güne 7 ekle aydan 3 çıkar ve yıla 1 ekle.

S.A.T 14.04.2016

T.D.T 21.01.2017

Aynı şekilde tersten de giderek doğum tarihinizle annenizin siz doğmadan evvelki son adet tarihinin ilk gününü bulmak da mümkündü.Ocak ayında doğması beklenen sabırsız ufaklık aralığın sonunda Noel hediyesi misali gelivermişti işte.

Hasta bakıcı onu kaldığı odaya doğru sürerken koridordaki ufak pencerelere bakındı.Kütükten yapılmış bir tezgahın üzerinde duran bir karton tabelada, çitlerin aşağısını gösteren bir okun yanında GRACE VALLEY İLKOKULU yazıyordu.

Bahçenin biraz ilerisinde çitlerin kenarında paslanmış bir salıncak göze çarpıyordu.Sahipsiz bir salıncak, kimsesiz.Benim gibi.

David elindeki cep telefonunu iyice sıktı, içinde bir şüphe peydahlanmıştı. Ama hattın diğer ucundaki o tanıdık güven verici sese inanmak zorundaydı.

Adam karşısındaki kirli plastik sandalyeye oturduğunda hasta bakıcı sessizce uzaklaşmıştı.Yatağa uzanırken gözleri karşılarındaki boş yatağa kaydı. Anlaşılan hastahane kalabalık zamanlarını yaşamıyordu.

David'in yüzündeki karışık ifadeyi okumak için kahin olmaya gerek yoktu.O röntgendeyken her ne olduysa adamın suratı şimdi sirke satıyordu.Şüphe dolu sıcak çikolata kıvamındaki gözler şimdi kısılmıştı.Arkasındaki yastığı düzelterek geriye yaslandı.

"Sicilime işlenen kara lekeyi öğrendiniz anlaşılan."

Kadının açık sözlüğü karşısında kaşlarını çattı. İnsanları iyi okuyor olmalıydı.

"Evet, öğrendim. Nelson Johansen vakasından da Sacramento'da olanlardan da haberim vardı ancak..."

"Dünkü mahkemenin neden kurulduğunu yeni öğrendiniz. Çekinmeyin söyleyin." Omzunu silkti "Birini öldürmekle suçlanıyorum."

Bu kadar rahat ifade edebildiğine kendi de şaşırdı.

"Neden daha evvel söylemediniz? Bunu Çavuş Wiseman yerine sizden duymak isterdim."

Ah, şu mesele. Darly yine boş durmamış emrindeki polisleri kendisi hakkında doldurmaya devam ediyordu anlaşılan.Alayla güldü.Bir yandan da üzerindeki mavi önlükten göğüslerinin belli olmamasını diliyordu.Zira adamın bakışlarını birkaç kez orasında yakalamıştı.

"Hadi ama Bay Ramsey, söyleseydim bana farklı gözle bakacaktınız haksız mıyım?"

Kavisli çatık kaşlarının gölgesinde farklı bir ifadeyle ona baktı David.

"Katil zanlısı olarak etiketlenmeniz size güven duymamı zorlaştırır.Bu doğru ancak davanızı son derece ilginç buluyorum ve hakikati öğrenmek için en az Çavuş Darly kadar heyecanlıyım. Hikayenizi sizden dinlemek istiyorum tabii siz de isterseniz?" diye sordu mantıklı bir önermeyle.

Ağzından bir bıkkınlık nidası döküldü.Omuz silkti, terleyen avuçlarını üzerindeki pikeye sürterek çıkış işlemleri halledilene dek içindeki safra tadındaki anıları, boşaltmak hiç de fena olmazdı.Belki de içinden geçen her şeyi söylemeliydi.

Gülümsemeye çalıştı, içinde ezilen kırıklardan kimsenin haberdar olmasını istemiyordu.Cam parçaları dilini kanatıyor ne var ki o cam parçalarını dandik bir yapıştırıcıyla birbirine eklemeye çalışıyordu.

Yüz ifadesini sabit tutup içindeki kırgınlığı gizlemeye çalışarak olan biteni bir kez de çikolata bakışlı adama anlattı.

*

"David'den daha haber gelmedi mi?" diye sordu deri montunu döner sandalyeye, elindeki dosyayı da masaya fırlatarak.

"Sana da tünaydın dostum."

Calvin Harper nasıl oluyordu da duygularını hep bu denli gizlemeyi başarıyordu? Brendan müsvedde kağıtlardan birkaçını buruşturup çöp kovasına fırlattı ıskalayınca yüksek sesli bir küfür savurdu.

"Hey, sakin ol da biraz soluklan.Atılacak bir şeyin varsa ben hallederim."

Calvin ayağa kalktı, buruşuk kağıt parçalarını yerden aldı ve çöp kovasına tıktı.

Delici bakışları üzerinde gezindi dizleri aşınmış bir kot pantolon, koyu lacivert uzun kollu gri kareli bir gömlek ve de kışlık bir ceket. Calvin Harper kısık delici gözleriyle de kombinini tamamlamıştı anlaşılan.

"Darly sabahtan beri seni arıyor.Adam küplere bindi.Eh, haksız da sayılmaz nerelerdeydin?"

Bilgisayarını açıp telaşla bir yerlere tıkladı.

"Geldim işte.Derdi neymiş?"

Ona doğru eğildi.

"Dinle ahbap öfkelisin.Ancak Darly doğru olanı yaptı.Bayan Johansen'a olan ilgin bu vakada sağlıklı düşünmene engel olabilirdi.O-"

İçinden lanet okudu onun haklı olmasından nefret ediyordu.gözleri kısıldı, ofisin öbür ucundaki bir yere odaklandı.Yılan gözlü Alec Decker ve yandaşı Eric Cordone. Zafer sarhoşluğu içindeydiler.Öfkeyle yumruklarını sıkarak Calvin'in sözünü kesti.

"Doğru olan, lanet vakayı bizi kendine rakip gören piç kurusu Alec Decker'a vermek miydi?"

'Sen iflah olmazsın' der gibi başını salladı.O anda arkadaşının Darly Wiseman'a içten içe neden bu kadar büyük bir saygı duyduğunu fark etti. On yıldır, olumlu yada olumsuz her durumda, daima kendisine yol göstermiş, önünü açmıştı. Sözünden dönmeden. Tereddütsüz. Calvin'i esasen hayrete düşüren, onun adanmışlığı olmuştu.Su götürmez sadakati.Ama şimdi...İşler değişmiş gibi görünüyordu.

"Şu yeni gelen eleman David Ramsey nasıl biri? Bahar'ın yanında o gitmiş hastahaneye." Ellerini sinirle saçlarının arasından geçirdi.Kollarının arasında bayıldığında Alec onu hastahaneye götürmesine engel olmuştu katıksız piç. 

"Tanrım, ben gitmeliydim."

"David Ramsey işinin ehli güvenilir biri.İçin rahat olsun Wilder. Şimdi sakin ol.Olumsuz bir şey olduğu taktirde haberini alırız. Başka şeylere odaklan.Son zamanlarda kasabada tuhaf şeyler oluyor bilirsin, şu tecavüzcü ve fuhuş çetesi dosyalarında hala bir ilerleme kaydedemedik."

Calvin yerinden kalkarak masasındaki kirli bardaklara uzandı. Yan taraflarındaki espresso makinesi yeniydi. O esnada elindeki dosyalarla içeri giren Darrow'un yüzü kıpkırmızıydı.Belli ki Darly'nin yanına uğramıştı.

"Selam,"

"Selam dostum, nasılsın?"

Genç meslektaşının yakışıklı yüzündeki morarmış şişliklere baktı. Her gün daha iyiye gidiyordu.

Bakışlarını kaçırarak sırıttı.

"İç güveysinden hallice."

Sacramento'da yaşananlardan beri Darly Wiseman ona izin vermişti ve Brendan'la hiç konuşmamışlardı.Doğrusu Darrow onun arayıp halini hatırını sormasını beklemişti. İçi buruk olsa da adamın öfkesini kaynağını anlayabiliyordu.

"Hey, birilerinin canı yine mi sıkkın.Patron?"

Brendan bir el hareketiyle onu savuşturdu.

"Dinle, biliyorum öfken taze ancak ben Bahar...Şey yani Bayan Johansen konusunda çok düşündüm ve-"

Hey, az önce ona ismiyle mi hitap etmişti yoksa o mu öyle anlamıştı? Yumruklarını sıktı Tanrı aşkına, nesi vardı böyle?

"Şimdi sırası değil Darrow." dediğinde genç adam gözlerindeki kıvılcımları görmüş olacak ki usulca masasının yolunu tuttu.

Calvin sütü köpürttü, çift düğmeye bastı ve bardaktan tüten buharı içine çekti.Enfes görünüyordu.Sıcak kupayı önüne koyarken, Brendan rahatladığını fark etti. Birilerinin onun için bir şeyler yapıyor olması güzeldi. Calvin masanın karşı tarafına geçti ve düşünceli bir biçimce yüzüne baktı.

"Teşekkürler,"

"Hiç uyumamış gibisin."

"Uyku benim yatağıma uğramıyor bu aralar." diye mırıldandı. Bakışlarını eski dostunun bu yanıttan tatmin olacağını umarak sıcak kahvesine yöneltti.

"Darrow'a haksızlık etmiyor musun?"

İtiraf etmesi gerekirse kahve muhteşemdi.Birlikte çalıştıkları on yıl boyunca Calvin kahve dehası olup çıkmıştı. Sütlü veya sade fark etmeksizin iyi işler ortaya koyuyordu.Sırtını sandalyesine yaslayıp birkaç dakikalığına gözlerini yumdu.

"O benim nasıl bir tepki vereceğimi bilecek kadar iyi tanıyor beni."

"Hadi ama Wilder, yapma.Onun suçu yok biliyorsun affet gitsin."

Bardağı sertçe masaya koydu, tutulmuş omuz kaslarını esnetmeye çalıştı ve masanın üstündeki dosyaları düzenlemeye koyuldu. Darrow'un Bahar'ı kurtarmak için elinden geleni yaptığını biliyordu.

"Endişelenme.Benim de niyetim o yönde birazcık burnu sürtülsün istiyorum o kadar."

Sessizlikle tamamlanan sohbetin ardından, nihayet Bahar'ın bahsettiği şu kazara hamile kalan Sally'nin dosyasıyla ilgilenecekti. Aldığı duyumlara göre kız Los Angeles'ta kürtaj olmuştu ancak bu işin peşinde farklı şeylerin olduğunu seziyordu.

Dalgın bakışlarla kendi monitörüne bakan Calvin'e baktı.Üç numaraya kazıdığı saçları uzamış koyu renkli saçlarının kısa bir tutamı alnına düşüyordu.

Yığınla hukuki metin ve fuhuş çetesi dosyalarının içine daldı. Bir şeyler aradığı aşikardı ancak ne aradığını tam olarak kendisi de bilmiyordu. Ortada bir suç vardı -Bahar'ın ifade ettiğine göre Sally bu suçlamayı kabul etmiyor erkek arkadaşına güveniyordu.- Suçu entelektüel açıdan değerlendirmek ayrı bir şeydi masum birinin canının yanması apayrı bir şey. En kısa zamanda şu erkek arkadaşla görüşülmesi gerektiğini not etti.Kendisi değilse bile Calvin pekala, bu soruşturmayı yönlendirebilirdi.

Kızı daha evvel görüp görmediğini düşündü.Ailesini tanırdı, kendi hallerinde insanlardı. Zar zor hatırladığı kadarıyla Sally Elliott parlak bir öğrenciydi. Yalın yüzlü sakin bir tip.Neden erkek arkadaşını korumaya çalışıyordu ki?

Larissa Nolan'ın dosyası gözüne ilişince yutkundu. Vakaların yüzde doksanında, eski kocalar ya da erkek arkadaşlar katil çıkar. Teşkilatça kabul gören genel yargı bu yöndeydi.Bu düşünüldüğünde tutarlı bir kanıydı.

Cinayeti gören duyan ya da bilen yoktu. Ted Cornwall da Daniel Ratner da varlıklı adamlardı cinayeti illa kendilerinin işlemesine gerek yoktu. Pekala, bu iş için kiralık katil tutmuş olabilirlerdi. Bir de işin ucunda kardeşini utanç kaynağı olarak gören Elsa Nolan vardı. Hadi ama, gözlerini yumdu ve o manzarayı bir kez daha gözlerinin önüne getirdi... Larissa'nın karlar altındaki vücuduna saplanan neşterler, kalbindeki Farsça detaylı neşter, başına örtülen beyaz tül...

Düşünceleri karman çormandı ve sinirleri hala tepesindeydi. Kime ya da neye kızacağından artık emin olamıyordu. O da mantık aramaktansa kolay yolu tercih ederek her şeyi kafasında büyütmeyi tercih etti.

Böyle karamsar anlarda, kendisini planlarla dolu bir labirentin içinde hissediyordu. İnsanların ne yapacaklarını tahmin etmek ve sonra da onların tavırlarını uzaktan izlemek müthiş bir histi. Ancak tüm bu olan bitenlerin bununla bir alakası yoktu.

Ayın alt kısmı kaybolup uzun ince dekoratif çizgiler bulutların ötesinde ip gibi belirinceye dek ara vermeksizin elindeki bilgileri gözden geçirdi.Portola Valley polis merkezinden ayrıldığında dudaklarında karanlık gökyüzünün soğuk tadını, şakaklarındaki uyuşukluk duygusunu, çıplak dalların çıtırtısı ve tabanlarının altında tıkırdayan buz kütlesini hissedebiliyordu. Tüm bunlar havanın yeni bir fırtınaya gebe olduğunun habercisi olabilirdi. Hava şartları kötü, diye düşündü. Ama insanlar daha kötü.

*

Kamyonetine atlayarak bir süre nereye olduğunu bilmeden sürdü.Köşesi yamulmuş tabela 765. yolu işaret ediyordu çocuklara özel el işi faaliyeti ve kukla yapımının da yer aldığı kütüphanenin önünden geçerek nefis İtalyan yemekleri yapan Portola Kitchen'i geride bıraktı. Budino, Connoli tatlıları, pizzalar, domates soslu Quatto stagiane...Midesi guruldadı, ağzının sulandığını hissedebiliyordu.

Sequoids Portola Vadisinin önünden geçerken genç adam nefesini tuttu. Japon bahçesinin güzelliğini taklit eden 42 peyzajlı arazide konumlandırılmış alan bu mevsimde bile büyüleyiciydi. Görülecek o kadar güzellik varken aklındaki isimle buraya gelemeyecek olması son derece can sıkıcıydı.Oysa kadının bu manzaraya bayılacağından hiç şüphesi yoktu.

Kahretsin! Burayı hiç göremeyecekti. En azından onunla göremeyecekti. Kamyonetini El Canino yoluna sürerek 855.yoldaki Biondivino'ya yakın barlardan birine uğradı.

"Bira istiyorum, bir de shot."

Barmen sırıttı sırıtınca ağzının sol üst köşesindeki dişsiz boşluklar göze çarptı.Ustaca hareketlerle küçük bir bira bardağı çıkardı. Bardağı birkaç santim köpük olacak şekilde birayla, shot kadehini de kehribar renkli viskiyle doldurdu.

Viskiyi bir dikişte bitirdi. Boğazı çok kurumuştu, arkasından hemen bir yudum bira içti.

İçin için fokurdayan duygularının farkındaydı ama hiçbir içkinin veya uyuşturucunun içindeki gerilimi gideremeyeceğini hissedebiliyordu. Ne kadar içerse içsin, canını sıkan bir şekilde ayık kalacaktı.

Hesabı ödeyip tekrar kamyonetine atladığında, öfkeyle direksiyonu yumrukladı.Düşünceleri inanılmaz bir şekilde ona çekiliyordu. Gündüz ve gecesinin onun etrafında döner gibi bir hali vardı. Mevsimi Tanrının cezası bir yerde Tanrının cezası bir adamın yanındaydı.

Aracın direksiyonunu tekrar kavradı ve dudaklarından ani ve öfkeli bir küfür çıktı. Sesini duyan oldu mu diye etrafına bakınca birkaç sarhoştan başka kimse olmadığını fark etti.Onlar da ayrı alemdeydiler. Güçlükle nefes alarak arabayı vitese taktı.Şimdi ne olacak? diye geçirdi içinden karla karışık yağmur hala hızını kaybetmeden sanki bir barajdan boşanır gibi yağıyordu.

Boş sokakların üzerinde öfkeli bir trampet sesi çıkararak, yalnızlık ve boşluk temalı bir şarkı çalan soğuk kasvetli bir yağmurdu bu.Düşüncelerinin girdabında debeleniyordu.

Trafiğe çıkınca havadaki keskin duman kokusunu soludu.Acaba diğer mahkumları da karar öncesi bu kadar korkutmuşlar mıydı? Bilmiyordu, bunu hiç düşünmemişti. Ona göre adaletin öngördüğü cezanın faturası hak edilenlere kesilirdi. Ve şimdi Bahar'ın bunu hak edip etmediğini bilmemek onu mahvediyordu. Onu kollarına alıp yeşil gözlerine doyasıya baktığı anı anımsadığında, hayatında ilk defa yakaladığı bir failin masum olmasını diliyordu.Tehlikede olabileceği ya da birinin ona kasten zarar verebileceği düşüncesi onu deli ediyordu.

Kes artık umursama! Dedektiflik eğitimine giriş dersi : Kendini asla faille özdeşleştirme. Asla ama asla duygusal bir bağ kurma. Eğer ki suçluysa- ki tüm deliller onu gösteriyordu- kendi elleriyle yargıya teslim etmek boynunun borcuydu.

Dizginleyemediği hisleri kurşun kadar ağırdı; fakat bunu kontrol altına almazsa hata yapması kaçınılmazdı.Ve yaptığı hata muhtemelen ölümcül olurdu.

Ana yola çıkarken düşüncelerinin odak noktasında yanıp sönen tek bir düşünce vardı. Birkaç dakika boyunca Darly'nin ve diğerlerinin yalnızca görevlerini yaptıklarını kendisine hatırlatıp durdu. İçinden bir ses kadının masum olduğunu haykırıyordu. I-250 yoluna çıktığında bu kişisel cinayetin arkasında kim ya da kimler olduğunu bulmakta yetersiz kaldığını hissediyordu.

Şu anda ne yapıyordu acaba? Peki yarın ne yapacaktı? Kollarında bayıldığı soğuk mahkeme koridorlarını düşündü. Polisler sabıkasına bakarak ona mağdur bir vatandaş gibi mi davranıyor yoksa profesyonel katil gözüyle mi bakıyorlardı? Calvin ve Darrow'un nazik olacağına emindi peki ya diğerleri?

Bir kez olsun burada mantığının değil, duygularının hükmüne izin vermeliydi. Yeşil gözleri hayal kırıklığı içinde hatırladığında nefesi boğazını tıkadı.Gaza basarak kamyonetini şaha kaldırdı.Nereye gideceğini biliyordu.

Tüm ışıkları yanan tek katlı kulübenin önüne geldiğinde soluğunu tutmuştu.Arada mesafe bırakarak ağaçlık alanda beklemeye başladı; Motor çalışmaya devam ediyor, ne göreceğini kestiremediği bir halde karanlıkta öylece bekliyordu.

Analitik ve sakin bir şekilde düşünmeye çalıştı.Zihninde parlayan yeni bir fikirle sarsılıyordu.Kapının önüne dikilen iki karaltı dikkatini çekti.Bunu tahmin ediyordu. Cebine uzanarak telefonunu çıkardı, rehberdeki cazip ismin üstüne tıkladı.

"Wilder?"

"Benim, dinle fazla vaktim yok. Senden tüm bağlantılarımı devreye sokarak sahte pasaport ve kimlikler ayarlamanı istiyorum.Bunu yapabilir misin?"

"Şey, bilirsin elimden geleni ardıma koymam."

Kolundaki saate baktı gece yarısına gelmek üzereydi, Calvin'in hattın diğer ucunda sırıtan yüzü gözünün önünde canlandı.Eski dostuna sorgusuz sualsiz güvenebileceğini biliyordu.

"Güzel.Gerekli bilgileri şimdi mesaj yoluyla iletiyorum."

Kemikli parmaklar dokunmatik telefon üzerinde adeta dans ederken Bahar'a dair her bir bilgiyi hafızasına kazıdığını yeni yeni fark ediyordu. Ona seçtiği isim karşısında dudakları yukarı doğru kıvrıldı.

Calvin'in telefonuna gönderdiği mesajın ileti raporu gelir gelmez gözlerini sıkıca kapatıp açtı. Bu iş bu gece bitecekti.

"Tamamdır Wilder. Bilgiler bende."

Uzun bir sessizlik oldu. Calvin ona sahte belgeleri nasıl ulaştıracağını biliyordu.Tıpkı kiminle uzaklaşacağını bildiği gibi.

"Senden haber bekliyorum." dedi parmağı kırmızı tuşun üzerindeyken arkadaşının sesi yeniden duyuldu.

"Nereye gideceksiniz?"

"İngiltere'ye."

Kısa bir sessizlik anı daha.

"Bol şanslar dostum. Buna ihtiyacınız olacak."

Ardından telefon ekranı karardı, ortam sessizliğe daldı.

Yapması gereken şeyin su yüzüne çıkmasının neden bu kadar zaman aldığına hayret ediyordu. Başını geriye atarak riskli bir kahkaha attı.

Motoru susturup araçtan usulca inerek gece ayazını karşıladı. Endişe, ters bir akıntı gibi onu boğmak üzereydi.Boğazı kupkuruydu. Kalbi kulaklarında atıyordu. Kuyuyu andıran karanlık gece onu boğuyordu, deri montunun yakasını tutup yukarıya doğru çekiştirdi.

İçindeki zehirli kanı zerk ettiği kuyunun dibinde günaha tutunan elleri vardı.Aslında hepimiz kendi masalımızın sayfaları arasında zehirli elmadan birer ısırık alıp duruyoruz. Ruhumuza tutunan günahları, yalnızlık kuyusunda yıkıyoruz.

Karanlık gökyüzüne bir bakış atıp "Sana ne zaman gelsem kendime yenildim." diye fısıldadı. Azap çeken vicdanının bir saldırıya daha ihtiyacı yoktu.

Değerli Portola Valley ailesi,  biliyorsunuz ki wattpad güncelleniyor hikayeleri çevrimdışı okuma özelliği var.Bence güzel de bir özellik lakin çevrimdışı okuduğunuz bölümlere internete bağlandığınızda oy verirseniz çok sevinirim zira çevrimdışıyken verilen oylar geçersiz sayılmakta.

Ve 21. bölümü geride bırakırken, fikrinizi almak istediğim genel noktalar var bunca bölümdür birlikteyiz kısaca yanıtlasanız olur mu?

♚Biliyorsunuz ki kurgum geçmiş zaman ve 2016 yılında geçen iki ayrı hikayeyi bünyesinde barındırıyor.Kurgumu nasıl buluyorsunuz, bölümlerin uzunluğundan ya da betimlemelerden yakındığınız oluyor mu?

♜Hikayemin esas kızı Bahar Danielle Johansen hakkında kısaca düşüncelerinizi alsak ne dersiniz? Fazla meraklı. Sulu göz. Güçlü ya da pasif?

♚Eh tabi Bahar'ın olduğu yerde çenesi gamzelimiz olmadan olur mu? Esas oğlan Brendan Wilder'a bir sıfat ekleyecek olsanız bu ne olurdu? Korkak. Güçlü. Karizmatik. Karmaşık?

♜İkisi arasındaki bağa ne diyorsunuz peki? Aralarında geçen olaylar hoşunuza gidiyor mu?

Bölüm Sorusu: Esas oğlumuz Brendan kendi içinde bir savaş vermekte bu bölümde onun kırmızı çizgisinin etrafında dönüp durduğunu gördük. Bir yanda hayatının mesleği diğer yanda sevdiği kadın...Zor bir karar kabul; ancak bu savaştan kim galip gelecek orası meçhul. Peki siz Brendan'ın yerinde olsaydınız takım arkadaşlarınızı yüz üstü bırakıp inandığınız şey uğruna her şeyi göze alır mıydınız?

A)Evet.

B)Hayır.

Yanıtlarınız benim için kıymetli.

Bölüm parçası ; Chord Overstreet_ Hold On 

Dikkat Turuncu 'ı es geçmeyin lütfen!





Continue Reading

You'll Also Like

822K 34.6K 50
30-50k izlenen Yağız her gün yayın açar, Sohbet eder ve korku oyunları oynar. Işıl ise o yayıncıya aşık bir kızdır. Işıl habire yağıza Instagramdan y...
3.6M 132K 73
Berdel'e kurban gitmiştim. Hiç tanımadığım, bilmediğim bir adamla evlendiriliyordum... "1 yıl, sadece 1 yıl sonra burdan herkesin seni bir ölü olarak...
2.1M 88.3K 66
©Tüm hakları saklıdnır. Sen benim cesaretimsin Arel. Sen benim, bir insanın boğulmadan önceki son çırpınışlarında hissettiği umudumsun. Keşke bunun i...
851K 16.7K 21
༺༻ Bütün hakları saklıdır "Ben geldim" Gülümseyerek ve son harfi uzatarak kurduğum cümle ile o da gülümsedi. Sandalyesini biraz masadan geri çekti...