Pekmez

By kaderincilvesi7

59.2K 3.5K 852

Ben ve gözlerim her şey normalmiş havası yaratmaya çalışırken, kalbim içeride bildiğini okumaya devam ediyor... More

1🌿
2🌿
3🌿
4🌿
5🌿
7🌿
8🌿
9🌿
10🌿
11🌿
12🌿
13🌿
14🌿
15 🌿
16 🌿

6🌿

3.3K 254 57
By kaderincilvesi7

Yusuf'un yazdığını sorgularken mutfakta kikir kikir gülen ikilinin yanında buluyorum kendimi.

- Ne zaman söyleyecektiniz? Ben karşımda Yusuf'u bulup, bayılınca falan mı?

- Ya ama öyle değil ki bitanem.

Rabia'ya bakıyorum dik dik. Şu an cümlenin devamını getirip açıklama yapması gerek.

- Nasıl.

- Şöyle ki, sonuçta Yusuf'tan başka kimse kalmıyor ki sana da, ne yapalım? Sen de unutmuş geleceğin için falan, sorun olmaz dedik. Seninde ağzını yoklamıştık birazcık aslında.

- Ben Yusuf'u atlatamadım yalnız.

- Evet, bu pek hesap edebildiğimiz şey değildi.

Benim de öyle Büşra.

- Ağlamak istiyorum. Lanet olsun balık burcu.

Kafamda başka seçenekler kurmaya çalışıyorum. İstemediğimden değil. Yusuf ile yan yana olma fikri, beni deli edeceğinden. Düşüncesi bile şu an kalbime iğneler batırıyorsa, o anki ağırlığı yaşayamam ben.

Çocuk bana açıklama yaptı diye beynim yandı, ne demek dans etmek falan.

- Emir ile gideyim, Emir bana çok yalvarmış olsun.

- Bu deli listeye Emir ile beni yazdı.

Büşra ateş saçan gözlerini gönderiyor Rabia'ya doğru. Kız mavi mavi gözleri ile ateş ediyor. Ben de kahverengi gözlerim ile ağlıyorum hep. Adalet yok.

Emir en küçük teyzemin oğlu, ve Büşra ile birbirlerinden nefret ediyorlar. Bence bu nefret değil ama, önce kendi söküğümü dikmem gerek.

- Vakit geçirince belki anlaşırsınız dedim ben ama, hem Yusuf dedi ben Yasemin ile giderim diye.

- Yusuf mu istedi? Bir de bunu Yusuf mu istedi? Ama yeter ya, ben daha kafamda gelip bana neden açıklama yaptı onu çözemiyorum bunu bir de kendi mi istedi?

Ümit etmekle umutsuzluk arasında gidip geldiğim noktada, Ömer elinde çalan telefonum ile yanımıza geliyor.

- Hala telefonun.

Yanağına küçük öpücük koyup, elinden alıyorum telefonu. Ekrana bakıyorum.

Eymen...

- Nolur biriniz beni bu akşam Trabzon'a geri dönmemem için eve bağlasın.

Telefon son saniyelerine doğru çalmaya devam ederken, kem küm ederek sesimi düzeltmeye çalışıyorum.

Ve parmağım açma tuşuna dokunuyor hafif.

- Yasemin, orda mısın?

Sesi kulağıma ulaşır ulaşmaz vücuduma rahatlık çöküyor. Sorular tek tek siliyor beynimden kendimi. Yusuf benim düşünmemem için senin benimle hep konuşman gerek.

Trabzon'da olduğum zamanlar, annemlerle konuşurken hep kısa keserdim telefonları. Sesini duymaktan ödüm kopardı. Duyduğum ses, gittiğim yolu gerisin geri döndürürdü çünkü.

Ben sadece sesine bile nasıl bu kadar hasret kalmış olabilirim anlamıyorum. Sesine, gülüşüne, yeşil gözlerine nasıl doyurabilirim kendimi onu da bilmiyorum.

- Yasemin?

- Nee, aa efendim?

- Yazdığımı görüp cevap vermeyince merak ettim. Bir şey mi oldu, iyi misiniz, evde misin sen?

- Evdeyiz ya, şey oldu ne oldu Rabia? He tamam ufaklıklar bizde de biraz şey ettiler ondan ben sana şey edemedim.

Var sende biraz galiba Yasemin?

Küçük bir kahkaha gönderiyor bana.

Sen böyle kahkaha atacaksan, ben şey edeyim Yusuf.

- Anladım, peki. Bir şey daha diyecektim ben sana. Kahve var mı evde, varsa getirebilir misin diyecektim, yoksa söyle ben alırım gider de.

Kahve mi, tuz demiştim ben ama, kahve de olur.

- Var var var, olmaz mı var, getiriyorum hemen.

Tak kapatıyorum telefonu suratına.

- Yusuf Eymen kahve istedi. Düşünmek istemiyorum. Düşünürsem saçmalarım. O yüzden kahveyi alıp kafamın içinde top sektirerek yukarı çıkıyorum. Çocuklar sizde.

...

Kapının önüne geliyorum, ama duruyorum. Ne yapmam gerek şimdi. Zili mi çalsam, yoksa anahtarla kapıyı kendim mi açsam.

Zehra da içeride kesin.

Ev sahibi sayılırım, anahtarla da açabilirim. Sonuçta abimin evi yani.

Ama öyle de ayıp olur sanki.

Derin bir kaç nefes alıyorum. Parmaklarım hayal meyal zile basıyor.

Bir kaç saniye sonra Yusuf açıyor kapıyı. Yeşil gözlerinin üzerine bir gözlük takmış, kumral saçları karışık bir şekilde alnına doğru yayılmış. Daha ne kadar yakışıklı olabilirsin acaba? Çıkar o gözlüğü, kalbim atıyor.

- Hoşgeldin, geçsene.

Gülümseyerek içeri giriyorum.

Döndüğümden beri ilk kez geliyorum buraya. Hâlbuki önceden buradan çıkmazdık. Anneme kaç defa, benim de burada bir odam olması gerektiği hakkında ağladığım zamanlar aklıma gelince, sızlıyor içim. O zaman da kalsaydık, Yusuf'a bu kadar hasret olmazdım.

Yusuf kahveyi yavaşça elimden alıp mutfağa geçiyor.

Bir iki dakika olduğum yerde kalıyorum. Gitmemi istese davet etmezdi sonuçta.

Bunun verdiği cesaret ile oturma odasına yöneliyor adımlarım.

Zehra yemek masasının üzerinde bir şeyleri toplamak ile meşgul. Beni görünce, ondan nefret etmeme müsade etmeyen gülüşünü gönderiyor bana.

- Merhaba Yasemin.

- Merhaba.

Gülüyorum ama, eminim onunkinin yanından geçmeyecek bir şekilde. Mecburiyetten.

- Gidiyor musun?

- Evet, bitti zaten işimiz. Bende yurda döneyim geç olmadan.

Ee, kahve? Niye kahve istediniz o zaman.

- Anladım.

Sesimi çıkarmadan eşyalarını toplamasını izliyorum. Bir dakika sonunda çantasını koluna takıp yanıma geliyor.

- Seninle oturup konuşmayı o kadar çok istiyorum ki, galiba o gün bugün de değil. Ama başka bir gün yaparız değil mi?

Bunları söylerken eli ile kolumu sıvazlıyor. O kadar samimi geliyor ki, başımı sallamadan edemiyorum.

- Olur tabii.

Kısaca sarılıp uzaklaşıyor benden. Daire kapısının önüne gelince mutfağa doğru, "Yusuf ben gittim" diye seslenip çıkıyor dışarı.

Tık.

Bu sefer tek değil, Yusuf ile kalıyorum.

Akıl sağlığım, ruh sağlığım.. Hiç biri için iyi değil şu anki durum.

Kahveyi niye getirdim ben o zaman?

Mutfağa doğru giderken, Zehra'nın yaptığı gibi "Hadi ben gittim" deyip kaçmayı düşünüyorum iki saniye kadar. Sonra mutfağa giriyorum.

Neydi çünkü? Düşünmemek için Yusuf ile vakit geçirmem gerek.

- Geç mi getirdim kahveyi, ayıp oldu Zehra'ya sanki.

Ocağın başında buluyorum onu. Kahve yapıyor ve iki adet fincan var. Başını tam çevirmeden yandan bakıyor bana.

- Kahve seninle içmek içindi.

Gülüyor. Sonra yeniden cezveye dönüyor. Kahveyi köpüklü yapmak oldukça ciddi bir konu gibi gözüküyor.

Söylediği cümleye takılmamaya çalışıyorum. Eski günleri istiyor olabilir çok normal. Normal olmayan benim.

Şu an birinin ışınlanmayı bulup beni Beril'in yanına göndermesi gerek. Beril dakika başı bana "Hayır Yasemin onu sevmeye devam edemezsin" demeli.

Çok beceremese de az köpüklü yaptığı kahveleri dikkatli bir şekilde tepsiye yerleştirip yanıma geliyor.

- İçerken sakın laf etme, yapabildiğim en fazla köpük bu.

Dudaklarım yukarı kıvrılıyor istemsiz. Aynı gülüş onun yüzünde de var.

Yusuf'un peşinden odaya geçiyorum. Dip dibe olmayacak şekilde, aramızda hafif boşluk olarak yan yana oturuyoruz.

Taşırken hafif döküldüğü için köpüğü iyice kaybolan kahveden bir yudum alıyorum.

- Az köpüklü ama oldukça lezzetli.

Aynı duygularım.

Hafif ve hoş bir kahkaha atıyor.

- Uzun zaman oldu, böyle vakit geçirmeyeli.

Evet baya uzun. Senin beni mutfakta bulup kafamı karıştırdığın zamanları saymazsak.

Onu sevmekle yanlış mı yapıyorum? İçimdeki sevgiyi bu şekilde büyütmekle...

Bir süre ikimizde konuşmuyoruz. Kahvelerimiz bitiyor. Hatta ben bir iki parmak telve yiyorum. Tam, kalan telveyi elime yüzüme peeling yapsam mı diye düşünürken Yusuf'un sesini duyuyorum.

- Zehra da benim gibi.

Ne dediğini anlamam için uzun uzun cümleler kurmasına gerek kalmıyor. Anlıyorum hemen. Yüreğime bir ağırlık çöküyor. Keşke Zehra'ya daha uzun sarılsaydım diyorum. Keşke ona gerçek bir gülüş verseydim.

- Belki bencilce bir düşünce ama, ben ona göre daha iyi bir haldeyim. Onun hiç bir şeyi yok. Benim diyebileceği, aitlik eki koyacağı bir şeyi yok. Bu yüzden bir şekilde onun için bir şeyler yapmak istiyorum. İçimdeki bu isteği, düşünceyi susturamıyorum.

Hafif yaşlı gözlerimi fincandan çekip Yusuf'a yöneltiyorum. Onun bakışları karşısındaki kitaplıkta. Anlatıp rahstlamasını istediğim için bölmeden dinlemeyi seçiyorum.

Beni sevmeni sağlayamam Yusuf ama ne zaman bana gelsen seni dinlerim.

- Yine de çok enerjik bir kız. Ne olursa olsun gülümsemesi hep yüzünde. Ona hep sizi anlattım. Bir Yiğit ailesi hayranı, aynı benim gibi.

Bana bakıp buruk bir şekilde gülümsüyor. Aynı şekilde karşılık veriyorum.

- Zehra ile tanışınca, bir kere daha ne kadar şanslı olduğumu anladım. Çok bencilce ama bu böyle. Bir aileye sahibim. Harika bir anneye, korumacı kollayıcı bir babaya. Samet abi, Emre abi, Öznur abla. Hatta aileyi geçtim, harika akrabalara sahibim. Parmağım kesilse olay çıkartacak harika insanlara. Hamza'ya sahibim. Kardeş demek az kalır.

Elimdeki kahve fincanını alıp tepsiye bırakıyor. Sonra zamanın aksine, oldukça yavaş bir şekilde elini elime uzatıyor. Önce parmaklarıma dokunuyor tüy gibi. Sonra elimi tutuyor. Kocaman avucunun içinde saklıyor küçük elimi.

Ellerim kalbimden başlıyor sanki*

- Sana sahibim Yasemin. Onun hiç Yasemin'i olmamış. Ama benim var. Kalbimi donduran soğuktan, hayatının ortasındaki sıcaklığa alan bir Yasemin'im var.

...

Genç kadın telaşlı adımlarla, kara bata çıka ilerlemeye çalışıyordu. Haylaz oğlu neyse ama, yedi yaşındaki kızı için oldukça endişeliydi. Zaten okula giderken de hasta gözüküyordu. Karın birden bastırıp, tatil olacağını bilse göndermezdi.

Okulun kapısından bahçeye girip etrafına bakındı. Çocukların çoğu gitmiş etrafta tek tük kişi kalmıştı. İleride onları gördü. Boynuna üç atkı sarılı küçük kızı, yakası paçası açık karı eşeleyen oğlu ve bir çocuk daha. Hemen hemen oğluyla yaşıt olmalıydı."Belki de sınıf arkadaşı" diye düşündü.

Yaklaştıkça çocuğu biraz daha inceledi. Havaya göre üzerindeki oldukça inceydi. Hangi anne bu havada çocuğunu böyle gönderirdi ki? Şu kadınların aklı neredeydi?

- Yasemin, Hamza.

- Annnee!

Yasemin adımlarını sabit tutmaya çalışarak annesine ulaştı. Boynundaki atkılar nedeni ile zorlansa da bacaklarina sıkıca sarıldı.

- Üşüdüm biraz.

- Özür dilerim tatlım. Merak etme eve gidince sıcak bir oralet yaparım ben size, sobanın önünde oturursanız bir şeyiniz kalmaz.

Oralet lafını duyan küçük kız annesine güzel bir gülümseme verdi.

- Neden boynunda bu kadar atkı var?

- Üşüdüğüm için Hamza ve Yusuf atıklarını benimle paylaştılar. Onlar o kadar üşümüyormuş.

Emine hanım gözlerini adı Yusuf olan çocuğa yöneltti. Hamza'nın bir kaç kere ondan bahsettgini hatırlatıyordu. Oğlu ile bir kaç adım ilerisinde birbirlerine fısıldayarak bir şeyler söylüyorlardı. Yasemin'in aksine, kendisi çocuğun üşüdüğünü düşündü.

Elleriyle kızının küçük elini tutarak, oğlanların yanına yaklaştı.

- Sen Yusuf olmalısın.

- Evet efendim, merhaba.

- Merhaba tatlım.

Oldukça kibar bir çocuğa benziyordu. Belki durumları iyi değildir diye düşündü.

- Hamza hadi oğlum, kardeşin daha fazla üşümeden eve geçelim. Hasta zaten.

- Yusuf ne olacak?

Bakışlarını kızına çevirdi.

- Onun da birazdan almaya gelirler anneciğim. Annesi yoldadır belki de.

- Annesi yok.

Hamza'nın lafı ile yüreğine bir taş oturdu. Dönüp bir daha çocuğa baktı. Neler düşünmüştü bir de. Kendi kendine kızdı.

- Tamam, ama babasının kesin haberi vardır. Değil mi tatlım?

- Hayır efendim. Yetimhanede kalıyorum ben. Servisle geliyorum buraya da. Ama eminim müdürümüz haber vermiştir, birazdan geleceklerdir.

Karın üzerine oturup ağlama isteğini bastırmaya çalıştı. Çocuğun yüzündeki gülüş silinmemişti. Kendisi ağlama isteği ile dolarken, Yusuf sakin bir şekilde tebessüm ederek bakıyordu.

Bir iki kere yutkundu. Kafasında kelimeleri toplamaya çalıştı.

- Burası beklemek için çok soğuk, neden içeride beklemiyorsun.

- Onu burada mı bırakacağız anne?

Yasemin şimdi elini bırakmış Yusuf'un yanına geçmişti. Montunun içinden çıkardığı eli ile çocuğun kolunu tuttu.

- Lütfen o da bizimle gelsin anne.

- Tatlım bu bizim karar verebileceğimiz bir şey değil.

- Ama burası çok soğuk anne. Hem Yusuf bana atkısını verdi, bende ona oralet vermek istiyorum.

Gözyaşlarını tutmaya çalışmakta gittikçe zorlanıyordu genç kadın.

- Yusuf bir gün evimize gelir ve ona oralet verebiliriz.

- Evet Yasemin, gelirim eminim izin verirler. Şimdi anneni üzme.

"Anne" kelimesini söylerken ki ses tonu, kalbine oturmuştu.

- Lütfen anne, bizimle gelsin lütfen..

Kızı, kendinin aksine göz yaşlarını bırakıp ağlamaya başlamıştı. Etrafta kalan bir kaç kişide bakışlarını onlara çevirmişti. Görmezden geldi. Kendi gözleri sadece Yusuf'un üzerindeydi. Yavaşça eğilip kızını bir kolunun altına aldı. Diğer eli ile de çocuğun saçlarını okşamaya başladı.

- Tamam peki, müdürün yanına gidip ne yapabileceğimize bakalım.

~

Üç çocuk sobanın önünde oralatlerini yudumlarken, bir yandan da Hamza'nın bulduğu Temel Fıkraları kitabını okuyup gülüyorlardı. Yasemin okumayı hâlâ yavaş tonda yaptığı için, Hamza arada onu kızdırsa da, keyifleri oldukça yerindeydi.

Emine hanım ise ara ara ağladığı için yanlarında durmak yerine, oturma odasının kapısından gözetleyip mutfağa geçip duruyordu.

Yeniden yavaşça sandalyeye bıraktı kendini. Büyük kızı Öznur bir bardak su ile belirdi yanında.

- Anne gerçekten ağlamaktan yoruldun bugün.

- Ay ne bileyim yavrum ya. Baktıkça kıyamıyorum kuzuya. Görsen nasıl gülümsüyor, nasıl mutlu. Ne kadar zor bir hayat daha bu yaşta. Yüreğim el vermiyor.

- Hadi iç şu suyu.

Titreyen elleri ile bardaktan bir kaç yudum aldı.

- Öznur. Kakaolu kek mi yapsan, yesin yavrucak. Allah bilir iyi bakıyorlardır belki ama çocuk o daha. Nasıl sevinir dimi?

Öznur usulca annesine sarılıp, yanağına bir öpücük bıraktı.

- Sen harika bir annesin.

İçeriden en büyük oğlu Samet seslendi.

- Anne, telefon. Seni istiyorlar.

Hızlı sayılacak adımlar ile salona geçti.

- Alo.

- Merhaba Emine hanım, ben Serap, yetimhane müdürü. Numaranızı Hüseyin beyden rica ettim. Umarım rahatsız etmedim.

- Yok estağfurullah, ne rahatsızlığı. Bir sorun yok inşallah.

- Aslında var gibi gözüküyor Emine hanım. Malesef kar yağışı devam ettiği için yollar daha açılmamış. Bu konuda çok kararsız kaldık. Ama Hüseyin beye çok güveniriz, o da size çok güveniyor. Sizden bir şey rica edecektim.

- Tabi buyrun, yapabileceğim bir şeyse lütfen buyrun.

- Yusuf'u bir gün evinizde misafir edebilir misiniz? Gerçekten bu durumda isteyebileceğim tek şey bu sizden. Şu durumda elimden bir şey gelmiyor. Hüseyin Bey'in sözüne güvenerek bir günlüğüne Yusuf'u size teslim etsek, tabi sizin i-

- Seve seve, bundan oldukça memnun oluruz.

- Teşekkür ederim gerçekten, dilerseniz Yusuf ile de konuşabilirim. Eğer size sıkıntı çıkartıyorsa. Ama kendisi çok sakin bir çocuktur inanın.

- Biliyorum Serap hanım, emin olun bunu bende gördüm. Şimdi çocuklarla vakit geçiriyor. Siz bana numaranızı verin, ben bir sıkıntı olursa size ulaşırım. Ama olacağını hiç sanmıyorum.

Emine hanım, küçük not kağıdına numarayı yazıp, iyi günler diledikten sonra telefonu kapattı.

İçinde kocaman bir rahatlık olmuştu. Yusuf bu gece normal bir çatı altında uyuyacaktı. Kalbi kuş olup uçsa, bu kadar hafif hissedemezdi.

Yüzündeki büyük gülüş ile çocukların olduğu odaya geçti.

- Çocuklar.

Üçü de kafasını neşe içindeki kadına çevirdi.

- Size çok güzel bir haberim var.

- Ne anne?

Yasemin oldukça heyecanlıydı. Güzel haberleri çok severdi. Emine hanım yanlarına yaklaşıp, onlar gibi battaniye oturdu.

- Yusuf bu akşam bizim misafirimiz, hemde yatılı.

Hamza ayağa kalkıp " Oley be" zıplamaları yaparken, Yasemin küçük kolları arasına Yusuf'u alıp sarılmaya çalışıyordu.

Yusuf ise sakin gülüşü ile karşısındaki kadına baktı.

- Teşekkür ederim Emine teyze, gerçekten teşekkür ederim.

Sonra ağlamaya başladı.

~

Çocuklar sakinleştikten sonra Öznur hepsini mutfağa dizip, eğer kakaolu kek ve patatesli börek yemek istiyorlarsa kendisine yardım etmeleri gerektiğini söylemişti. Bu nedenle günün geri kalan kısmını mutfakta geçirdiler hep beraber.

Emine hanım ise mutfaktaki dağınıklığı görmemeye karar verdi. Bir günlük.

Yasemin her ne kadar çoğu işi yapamadığı için mızmızlansa da, Yusuf çoğunda ona yardım ederek ağlamasını kesmeyi başarmıştı.

Akşam olunca kısırından böreğine, kekinden kurabiyesine donatmışlardı masayı.

Babaları Salim bey eve gelince, Emine hanım onu Yusuf'la tanıştırmış, daha sonra odalarında ona uzun uzun anlatmıştı.

Akşam yemeğini hep beraber oldukça keyifle yediler. Yusuf ilk kez bir aile ortamında olduğu için ne yapacağını şaşırıyor ve utanıyordu. Yetimhanede meyveleri bile sayılı yerlerdi. Ama şimdi ısırdığı bir lokmadan sonra bile hepsi tek tek daha isteyip istemediğini sorup duruyordu.

- Demek bir ailem olsa böyle olacaktık.

Yusuf'un sözü ile Emine hanım yine kendini tutamamış, mutfağa ağlamaya geçmişti. Salim bey onu sakinleştirdikten sonra yeniden sofraya dönmüşler, muhabbet ederek yemeğe dönmüşlerdi.

Yemek sonrası hep beraber tombala oynadıktan sonra, Öznur üç ufaklığı da önüne katarak "Masal ve uyku saati" diyerek yatağa yatırmıştı.

Emine hanım, çocukların üzerlerini kontrol ettikten sonra ses yapmamaya çalışarak kendi odasına geçti.

Eşi uyumamış, gözünde gözlük ile elindeki kitaba dikkat kesilmişti.

Usulca yanına yatıp, eşinden tarafa döndü.

- Yusuf çok güzel çocuk değil mi Salim. Gözleri yeşil yeşil maşallah.

- Öyle ya, çok da uslu.

Salim bey elindeki kitabı kapatarak komidinin üzerinden koydu. Başını yastığa koyarak karısına çevirdi yüzünü.

Kadının güzel yüzünde hafif bir gülümseyiş, biraz da huzursuzluk vardı.

- Emine?

- Efendim Salim?

Bir nefes verdi adam.

- Yusuf çok tatlı bir çocuk.

- Öyle ya.

Elini karısının saçına uzatarak okşamaya başladı.

- Ben diyorum ki, altı çocuk da bakmak için çok değil.

- O ne demek Salim?

- Yani çok şükür durumumuz var. Beş çocuğumuz var. Beşi de benim evladım. Şimdi sanki Allah bize bir tane daha evlat göndermiş gibi hissediyorum. Emine bu haytalara yetiyorsak biz bu çocuğa da yeteriz inşallah. Biz bu çocuğu geride bırakmayalım Emine.

Kadın, kocasının sonlarına doğru kısılan sesi ile yastıktan başını kaldırdı.

- Sen ciddi misin Salim. Gerçek mi diyorsun?

- Gerçek diyorum Emine'm güzelim. Gel biz bu çocuğa evlat diyelim, ellerinden tutalım hep beraber. Olur mu birtanem? Sen ne dersin.

- Seve seve be Salim. Seve seve.

Emine hanım bu seferki göz yaşlarını kocasının omzuna akıtmıştı. Ama bu seferki bambaşkaydı. Mutluluktandı.

İki sene sonra bir kere daha mutluluktan ağlayacaktı. Eymen adını verdiği oğlu Yusuf, kendisine Emine anne dediği zaman...

...

Hatırladıkça gözlerimden akan yaşlara engel olamıyorum. Babam hep, "Nasipten öteye adım atamazsın" der.

Yusuf bizimdi, biz de onun. Bir soğuk birleştirmişti bizim yolumuzu, ama içimiz sıcacıktı.

Şimdi seneler boyu beraber büyüdüğümüz çocuğa bakıyorum. İlk gördüğüm gün gibi. Sakin gülüşü, biraz hüzünlü gözleri. Ama her zaman halinden memnun duruşu.

Sağ kaşının üzerindeki doğum lekesi...

Benim Yusuf Eymen'im.

Ben seni sadece hayatımın sıcaklığına değil, kalbimin odalarına da aldım Yusuf. Hatta sığmadın oraya. Taştın durdun, bütün hücrelerime kadar. Benim seni alamayacağım yer yok Yusuf.

Sen mutlu ol, yeter.

- Ağlama.

Bir elim onun avucunda olduğu için diğer elimle yaşları silmeye çalışıyorum. Ama pek başarılı değilim.

Yusuf bunu fark etmiş olacak ki, diğer eli ile de yaşlarımı silmeme yardım ediyor.

- Sözde ben sana anlatıp rahatlayacaktım. Ah balık burcu olduğunu unutuyorum hep.

Başarısız bir gülüş atıyorum. Ama işe yaramıyor. Ağladıkça ağlayasım geliyor.

- Yeter artık ama güzelim. Sadece size sahip olduğum için ne kadar şanslı olduğumu dile getirmek istedim. Ağlarsan olmaz ki ama.

Güzelim kelimesinde kalıyor beynim de, kalbim de. Aitlik eki. Yusuf'a ait olan şeyler arasında bende varım. Yasemin'i olarak, güzeli olarak.

Bu aitlik eki, doğum lekesi kadar anlamlı benim için.

- Yasemin?

- Efendim.

Ağladığım için sesim çok cılız çıkıyor. Yusuf buna karşı kaşlarını çatıyor.

- Önümüzdeki bir kaç gün görüşemeyebiliriz. Bir kaç şey beni meşgul edecek gibi.

- Çok mu uzun sürecek. Tez mi?

Dudakları hafifçe yukarı kalkıyor.

- Tez değil, ama yine de onun kadar meşgul edecek şeyler. Çok uzun sürmesini istemiyorum, umarım kısa zamanda halledebilirim.

- Umarım.

Bu sefer gerçekten gülümsüyorum. Bir kaç gün göremeyeceğim. Kesin çok özleyeceğim. Ama bu bir kaç gün beni oyalayacak o kadar fazla an birikiyor ki şu an. Sadece elimi tutmasını bile bir hafta düşünürüm diğerlerine sıra gelmez zaten.

- Senden bir şey rica edebilir miyim?

- Tabiki.

- Sana sarılabilir miyim?

Elimi tutması mı dedim? Unut onu unut.

Bu anı düşünürüm bir ay. Hatta sen onu iki ay yap.

Ben ve Yusuf. Yusuf ve sarılmak.

Allah'ım nolur kalbimin sesi dışarıdan duyulmasın nolur. Çünkü ölsem bile bu anı yaşamak istiyorum.

Başımı sallıyorum çok hafif.

Elimi tutarken ki yavaşlığına ters olarak hızlı bir şekilde kollarının arasına alıyor beni.

Ona ilk sarılmaya çalışmam geliyor aklıma. Küçük kollarımla sarılma çabam.

Şimdi o büyük kolları arasına alıyor beni. Ben onun yuvası olmuşken, şimdi o benim yuvam oluyor.

- Yusuf?

Nefes alacak alanım çok az, bu nedenle sesim boğuk çıkıyor. Burnuma kendine has kokusu dolarken, oksijen kimin umurunda sanki.

- Efendim.

- Ne yapıyorsun?

Kollarını biraz daha sıkılaştırıp, saçımın üstüne bir öpücük konduruyor.

- Enerji topluyorum.

Sesi kırgın gibi geliyor. Ama emin olamıyorum. Ağlıyor mu?

Kollarının arasından çıkmama müsade etmeyeceğini düşünüyorum. Bu nedenle bir şey demiyorum.

Ama kalbim her zamanki gibi içeride bir şeyler söylemeye devam ediyor. Kullanabileceği en yüksek ritimle;

"Ağlama dayanamam,
gözlerinin yaşına
Biter bu dertler geçer,
sen kal o bana yeter"

Kalbim, sus ve sarıl.

...

İyi okumalaaar, yorumlarınız ve oylarınız için şimdiden teşekkür ederimmm :)

*Mahmut Özkızıl / Beyhude Zamanlar






























Continue Reading

You'll Also Like

6.1M 197K 99
Karan Haznedaroğlu. 27 yıldır her istediğini elde eden, sadece adıyla bile bütün kapıları açabilecek bir adam. Şimdi her şeyden çok istediği bir şey...
352K 22.7K 23
17 Yıl sonra gerçekleri öğrenen Bade, yıllardır onu arayan abilerine giderse. Azıcık dram. Bolca eğlence. Bolca aksiyon. Bir tutam da kaos. Daha...
2M 120K 64
Ulaş: Ev alma, komşu al demişler. Işık: Öyle mi demişler. Ulaş: Öyle demişler. Alacağım seni kendime. Mecburuz.
531K 19.6K 49
"Oo küçük hanım iki gündür sizin peşinizdeyiz." "Siz de kimsiniz niye peşimdesiniz ne istiyorsunuz?" " sakin küçük kız" "Kimsiniz dedim" " babanın öd...