PORTOLA VALLEY 2∣ Tamamlandı ♚

By bsrarikan_

168K 12.7K 2.9K

Dudakları dudaklarına değdiği an hayat boyunca beklediği anın bu olduğuna karar verdi.Vücudu alev alev yanıyo... More

♚Tanıtım♚
♚1.bölüm♚
♚2.bölüm♚
♚3.bölüm♚
♚4.bölüm♚
♚5.bölüm♚
♚6.bölüm♚
♚7.bölüm♚
♚8.bölüm♚
♚9.bölüm♚
♚10.bölüm♚
♚12.bölüm♚
♚13.bölüm♚
♚14.bölüm♚
♚15.bölüm♚
♚16.bölüm♚
♚17.bölüm♚
♚18.bölüm♚
♚19.bölüm♚
♚20.bölüm♚
♚21.bölüm♚
♚22.bölüm♚
♚23.bölüm♚
♚24.bölüm♚
♚25.bölüm♚
♚26.bölüm♚
♚27.bölüm♚
♚28.bölüm♚
♚29.bölüm♚
♚30.bölüm♚
♚31.bölüm♚
♚32.bölüm♚
♚33.bölüm♚
♚34.bölüm♚
♚35.bölüm♚
♚36.bölüm♚
♚37.bölüm♚
♚38.bölüm♚
♚39.bölüm♚
♚40.bölüm♚
♚41.bölüm♚
♚42.bölüm♚
♚43.bölüm♚
♚44.bölüm♚
♚45.bölüm♚
♚46.bölüm♚
♚47.bölüm♚
♚48.bölüm♚
♚49.bölüm♚
♚50.bölüm♚
♚51.bölüm♚
♚52.bölüm♚
♚53.bölüm♚
♚54.bölüm♚
♚55.bölüm♚
♚56.bölüm♚
♚57.bölüm♚
♚58.bölüm♚
♚59.bölüm♚
♚60.bölüm Son'ların Engin Sınırsızlığı Gözyaşıyla Kuşandı "final"♚
♚Özgürce Savruluş Töreni ♚

♚11.bölüm♚

3K 295 136
By bsrarikan_

Hakikat, dibinde koca bir okyanusu saklayan uçurum kıyısıdır.Düşersen kalbin aksar kalırsan ruhun.

Durumu tam anlamıyla kavramış değildi, yalnızca üzerine usul usul yağan hakikatin tehlikeyle yoğrulmuş bir çığa dönüştüğünü hissedebiliyordu. Henüz her şey yerli yerinde görünüyordu belki ama artçı sarsıntıların karahindiba tohumlarını kökünden sarsmasına ramak kalmıştı. Soğuktan moraran parmak uçlarıyla saç tutamlarını kulağının arkasına sıkıştırdı ve kendisine duygularının tutsağı olmamayı telkin etti.İhanete uğrama korkusu yüreğine çöreklenmişti.

Hızlı adımlarla kendini konforlu sıcak eve attığında, içinden bir ses dışarının soğuğunun içerinin konforundan kat be kat daha güvenli olduğunu söylüyordu.

Üst kata çıkan merdivenler ayağının altında kayarcasına bir hızla akıp giderken buğulanmış gözlerini kısarak soluklarının sakinleşmesini diledi.Geniş malikane sessizliğin notalarında dinleniyordu. Darrow buralarda bir yerlerde olmalıydı, Tyra ise öğle uykusuna çekilmişti.

Böylesi iyiydi.

Sarsak adımlarla kaldığı odaya doğru yürüdü, kalbi kanadı kırık bir kelebeğin son yakarışları gibi pır pırdı. Yatağın başındaki komodinin üzerinden babasının kendisine Noel hediyesi olarak verdiği kum saatini aldı.

Aynı anda yatağın arkasına savurduğu çiçekli valizi görüş alanına girdi. Her şey tuhaf bir biçimde aynı ve düzenli görünüyordu, sanki o gece hiç yaşanmamış, sanki Nina Simon o şarkıyı ruhlarına fısıldamamış, o dans hiç var olmamış; Brendan Wilder onu sorgulamamış gibiydi. Sanki hakikat sarı takvim yapraklarından silinmiş gibi...

Kapıyı ardından usulca kapayarak babasının odasına yöneldi, ihtişamlı oda bu sefer onu adeta çağırıyor, büyülenmiş irislerini gerçekliğe davet ediyordu.

Davete icabet ederek kapıyı araladı, ıslak kirpiklerinin arasından 'ona' baktı.Üzerine yeni pijama takımları geçirilmiş, kolundan sarkan serum gitmişti. Babası huzur dolu bir ifadeyle uyuyordu, ahenkle kalkıp inen göğsü uykusunun derinliğinin sinyallerini veriyordu.

Sessiz adımlarla odayı inceledi, bu defa dün yoğunlaşmadığı ayrıntılar üzerine eğilecekti. İçinden bir ses Tyra'nın bu odada kalmadığını söylüyordu. Bu oda yalnızca Johansen'a özeldi. Özel ve nefes kesici.

Yuvarlak kesim bordo halıya teğet geçen ayakları uyuşuktu. Ne aradığını tam olarak bilmeyen ; ancak içine şüphe tohumları ekilen birinin adımları...

Dikdörtgen kesim aynalığın karşısında durduğunda nefesini tuttu, aynı anda üzerinde Johansen'ın adı yazılı işlemeli mor kalp nişanı ve onur madalyasının ona göz kırptığına yemin edebilirdi.Pırıl pırıl parlayan 'mor kalp nişanının' ABD ordusu tarafından şehit ya da gazilere verilen özel bir madalya olduğunu, 'Onur madalyasının' ise en yüksek cesaret madalyası olduğunu bildiğini anımsadı.Hatıraları fırından yeni çıkmış ekmek kadar tazeydi.

Parmak uçları, madalyaları teğet geçerek köşedeki başka bir şeye uzandı. Şimdi bir elinde zamanın kumları diğer elinde ise altın kaplamalı bir çerçeveyi tutuyordu. O esnada Bay Johansen hırıltılı bir nefes eşliğinde pozisyonunu değiştirdi.Nefesini tuttu, yanlış olduğunu bile bile zihnindeki şüphe tohumlarını suladı.Ona göre gerçeklere ulaşmak için her yol mubahtı. Buna özel hayatı ihlal etmek dahil olsa bile.

Johansen'ın göğsü yine eski ahengine döndüğünde hakikat çığının altında kalmak üzereydi.Tanrım, yalnızca 'isim benzerliği' sanarak ne büyük bir yanılgının içinde olduğunu şimdilerde anlıyordu.

Elindeki fotoğraf uçak pistinde diz çökmüş bir grup adamın grenli siyah beyaz bir karesiydi. Daha evvel görmediği fotoğrafa gözlerini kısarak baktı. Adamların hemen arkalarında savaşlarda kullanılan Mitchell B serisinden yeni olduğu belli olan bir uçağın burnu görünüyordu. Takvim yapraklarının henüz sarı olmadığı zamanlar... Genç adamların her biri fotoğrafı çekene öz güvenli bakışlarından bir demet sunmuşlardı. Soldan dördüncü zafer işareti yapmıştı, bir başkası sadece çenesini havaya dikmişti. Sağdan ikinci kendinden emin bir biçimde gülümsemişti. Ve sağdan üçüncü kişi babasıydı. Bahar o delici bakışları nerede olsa tanırdı. Üzerinde ağır olduğu belli kamuflajlı bir üniforma vardı ve başındaki kasketi yana doğru çevrilmişti.Tek kolunu kendisi gibi haki üniformalar içindeki bir askerin omzuna atmıştı.

Zaman hem durmuş hem de ölesiye bir hızla akıyor gibiydi; kum saati çatlamıştı.

"Hayır," diye mırıldandı. Alt dudağını kanatırcasına dişledi, titrek elleri çerçeveyi yerine koyarken neden o kadar dayanıklı bir yüreğe sahip olduğunu şimdilerde anlıyordu.

Ağır aksak bedenini nihayet vuslata erdirdiğinde salondaki şöminenin tam karşısında durdu; elindeki kum saati ise zamanın nabzını tutuyordu.

Ne demişti babası?

'Ben tükenirken senin daima biriktirmen için.'

"Bu yalnızca isim benzerliği." Kendini sakinleştirdi, elleri, parmakları, sırtı, kuyruk sokumu hatta ayak parmakları bile şöminenin kızıl alevlerinden sıcaklık dileniyordu ne var ki  sıcağın tam göbeğinde buz kesen bir ifadeyle karşısındaki portrenin hemen altındaki yazılara bakıyordu.

'Arzu gebe kaldığında, günah doğurur.'

"Yalnızca isim benzerliği," tekrarla. On kez. Yüz kez. Neden olmasın?

Kapının kenarındaki piyanonun üzerinde tek bir mumun cılız ışığı titreşiyordu. Bir anlığına zarif kanatlı mavi bir kelebeğin mumun etrafında döndüğünü sandı. Frank'ın 'Gece Düşü?'

Kelebek iki tur dönüp sanki hayata geliş amacı oymuşcasına şöminenin üzerinde asılı duran portreye doğru kanat çırptı. Hayal mi gerçek mi emin olmamakla birlikte düğüm düğüm olmuş kaslarının çözüldüğünü hissetti.

Bir zamanlar 4 kelebek ateşin sırrını çözmeye karar vermişler, sonra hep birlikte yanan bir ateşin yanına gitmişler.

Aralarında konuşurlarken 1.kelebek :

"Önce ben gideceğim ve ateşin sırrını çözüp size söyleyeceğim." demiş ve çırpmış o narin kanatlarını. Şöyle bir ateşin etrafından dolanmış geri gelmiş.

"Ben ateşin sırrını çözdüm: ateş ışık yayan bir şey." demiş.

Kelebekler buna ikna olmamışlar zira onlara göre ateşin daha büyük bir sırrı varmış.

Sonra 2. kelebek :

"Ben gideceğim, ateşin sırrını çözeceğim ve size söyleyeceğim." demiş ve gitmiş.

Ateşe biraz daha sokularak bir tur atmış gelmiş arkadaşlarının yanına.

"Ben ateşin sırrını çözdüm: ateş ısı veren bir şey." demiş.

Kelebekler buna da ikna olmamışlar.

3. kelebek:

"Ben gideceğim, ateşin sırrını çözeceğim ve size söyleyeceğim." demiş ve o da gitmiş.

3.kelebek biraz daha cesaretliymiş. Ateşe yaklaşmış hatta o kadar yaklaşmış ki ateşin ısısı kelebeğin kanatlarını yalayıp geçmiş.Kelebek döndüğünde arkadaşlarına:

"Asıl ben çözdüm ateşin esrarını." demiş büyük bir heyecanla "Ateş yakıcı bir şey."

4.kelebek ikna olmamış bir türlü.Ateşin asıl sırrının bu olmadığını düşünmüş aslında. Birden arkadaşlarının yanından ayrılmış ve ateşe doğru kanat çırpmış, arkadaşları ne olduğunu anlayamamışlar bile. Yalnızca izlemekle yetinmişler.4.kelebek önce ateşin etrafında bir tur atmış, sonra bir tur daha ve bir tur daha.Her defasında ateşe daha çok yaklaşıyormuş artık o kadar çok yaklaşmış ki alevler kanatlarını kavurmaya başlamış.

Ateşin etrafında son bir kez daha dönmüş ve kendini ateşin içine bırakmış. Küçük bir parıltı yanıp sönmüş alevlerin içinde.

Ateşin hakikatte ne olduğunu yalnızca bu kelebek anlamış; ancak geri gelip arkadaşlarına anlatamamış. Anlatması da gerekmiyormuş zaten.

Çünkü ateş; 'aşkmış.' Hani şu anlatılmaz yaşanır dediklerinden.

Bahar o an kendini 3. kelebek gibi hissetti. Ancak 4. kelebek olmasının zamanı geldiğini içten içe biliyordu. Hayatı boyunca daha kötü yazgılar olabileceğini düşünüp dururken olmadığını artık biliyordu.

Gözleri yaşlarla dolmuştu.Yaşlar o kadar parlaktı ki etrafını bulanık parıltılar halinde görebiliyordu.

"Danielle, kızım. Kan bağımın kaldığı yegane temsilcim. Buradasın?"

 Duyduğu ezici sesin sahibine dönmeden evvel birkaç saniye durakladı. Tanrım, kaç dakikadır öylece dikiliyordu? Bu yüzleşmeye hazır mıydı?

Usulca arkasına dönerken gözlerini kırpıştırdı ve cesur bakışlarını kaldırarak yüzüne çıkardı.Nefesi boğazına dizildi, Cehennem çukurunun yanı başındaydı. Salonun loş ışığı gri ropdöşambrı içindeki babasının gergin çenesine vuruyor, karanlık sabit gözlerindeki çılgın bakışları ortaya çıkarıyordu.Yüzünde... Dehşet ifadesi vardı. Sonunda yüzleşmeye hazır olduğuna emin olduğunda, yeşillerini kaldırıp adamın gözlerine baktı. Hasta mıydı? Yalnızca yorgun. Yaşlanmıştı. Ve yılmış görünüyordu. Omuzlarının çökük duruşuna ve gözlerindeki ifadeye bakılacak olursa her şeyi bildiğini anlamış olmalıydı.

Delici bakışları insana değil, başka bir şeye ait gibiydi şimdi. Keçeleşmiş bir gururun hesabını tutan sayfalara benziyorlardı.Kibir. Onun diğer adı olmalıydı.

Bakışları önce  elindeki kum saatinde ardından kirece dönen yüzünde dolaştı. Islak yanaklarında. Ağzı açılıp kapandı ama söylemek istediklerini söyleyemedi.Yağlı saçları, hasta yüzüyle oldukça uyumluydu.

Kızını en son parti gecesi gördüğünde bu denli zayıf mıydı? Yoksa makyajı mı eksikti? Hayır hayır, o makyajdan haz etmezdi ki... O hep doğallıktan yana olurdu.

"Ben..." genç kız bir şey söylemeye çalıştı ama sözcükler düşünceleri arasında kayboluyordu. "İsim," Söylediği şeylerin giderek anlamsızlaştığının ve acınacak bir hale geldiğinin farkındaydı.

Johansen iyice sokulunca içgüdüsel olarak geriye doğru sendeledi, şömineden yayılan ısının sırtını kavurduğunu hissediyordu. Kurumuş dudaklarını ıslattı.

"Söyle."

Kelime karşısında kalbi deli gibi atmıştı.Karnının içine yayılan zehir göğsünün hızla inip kalkmasına sebep olurken serzeniş benliğini kuşattı.

"Kim olduğunu biliyorum." dedi nihayet.

Johansen'ın gözlerinde esen sert poyrazın nedeni şüphesiz ki kızının bildikleri olmalıydı. Aralarındaki mesafeyi sıfıra indirmek üzereydi.

"Yüksek sesle söyle."

Ah, sesindeki hayal kırıklığını gizlemek için çabalamadı.Feryat figan hisleri duvarlara çarparak parçalandı.

"Neden? Tüm bu kin ve nefret...Bütün yaptıkların?" diye sordu şöminenin üzerindeki mavi gözlü esmer güzelinin portresini işaret ederek.

Zihni inanılmazdı. Kızının dünyası onun hayal ettiğinden daha da büyük olmalıydı. Nasıl anladığını ya da kimden öğrendiğini bilmiyordu; fakat kızı bir şekilde tüm parçaları bir araya getirmişe benziyordu.

Dudaklarında yarım bir gülümseme asılı kaldı "Aslında doğrusunu istersen parçaları bir araya getirebileceğini hiç düşünmemiştim.Benim için geçmiş," elini önemsiz bir ayrıntıdan bahsedermişcesine savurdu. "Yalnızca geçmiş."

Hiç ahlakı yoktu. İçinde merhametin kırıntısı bile yoktu. Onu öldürürken amacı kötülük de değildi. Sadece ahlak değerlerini hiçe sayabileceğine inanmıştı. Bir anlık şehveti uğuna insanlıktan çıkmıştı. O portreyi yaptırırken aklında ne vardı bilmiyordu. Kalbindeki tutkuya bakılacak olursa yaptıkları ne kadar tuhaftı.

Gözlerinden geçen birçok ifadeyi hafızasının derinliklerine kazıdı. Bu sözlerin nereye varacağını biliyordu.Her biri içinde derin oyuklar açmıştı.Tekrar portreye döndü, sesindeki acı hala tazeydi.

"Firuze..."

Bay Johansen, gözlerini sımsıkı bir şekilde kapadı. Yıllardır içine gömdüğü Başhemşire Firuze ve savaş hakkında konuşulmayan gerçekler kalkan misali etrafını kuşatmıştı.

Bahar, savaşın cehennem ateşi gibi olduğuna kanaat getirmiş ve birinci dereceden kan bağının olduğu birisiyle geçmişi konuşmanın sarsıcı etkisiyle savaşıyordu. Yalnızca bir kez değil binlerce kez zihnindeki karmaşık lego parçalarını birleştirmeye çalışmış lakin sonuca çok geç ulaşmıştı.

Derinlerde olan bir şeyler derisinin karıncalanmasını sağlıyordu. Babasının yaşamın baharında olan masum bir kadını şehvetine kurban etmesi kanını donduruyordu. Peki ya o masum bebeğe ne demeliydi? Bir an onu elinde paslı çelik bir makasla yeni doğmuş bir bebeğin göbek kordonunu keserken hayal etti. Korunaklı cennetinden cehennemin kucağına düşmüş bir melek... Ninnisi ise savaş uçaklarının gürültüsü. Kaç lisan yeterdi ki yakılan ağıtları anlatmaya ya da yaşananları unutturmaya?

Bir an titreyerek durdu.Kalbi göğsünde şiddetle çarpıyordu.Çok fazla acı vardı.O biteceğini sanıyordu ; fakat her yara kabuk bağlamıyordu.Her günahın affedilmediği gibi.

İnanılmaz bir biçimde başını salladı, tüm bu olanlara inanamıyordu oysa hakikati dinlediği o yağmurlu gecede Doktor Giselle'nin anlattıklarını uzak diyarlarda yazılmış bir masalmış gibi dinlemişti. Hayatındaki kimseyi geçmişin kanlı köklerine emanet edememiş; her şeyi isim benzerliğinin himayesinde sanmıştı. Oysa şimdi 1979'un kanlı sayfalarını aralayan kadının aslında ona kim olduğunu gösterdiğini yeni yeni fark ediyordu:

Bir katilin kızı.

Portola Valley polis merkezini aramak istedi ama telefonu elbette ki yanında değildi.Belki başka bir telefon bulabilirdi belki Tyra'nın telefonu? Ancak hava şartları da göz önüne alındığında bölgede telefonlar doğru dürüst çekmediği için bu şansı da kaybetmiş olabilirdi.

"Seni aptal yerine koyduğunu düşünüyor olmalısın," kızının sessizliğine karşılık kelimeleri hedefi on ikiden vuran ok gibiydi.

Gözlerinden süzülen yaşların kaynağı acı değil, bu adamın zalimliğini olanca doğallığıyla sergilemesiydi. Kendisini aptaldan da öte hissediyor, dahası onun kızı olduğu için utanıyordu. Bu yaşa kadar hiçbir şey anlamamıştı. Ve belki de Doktor Giselle hayatına bir tesadüf eseri girmemiş olsa yine aynı ahenk ile hiçbir şeyden habersiz devam edeceklerdi yollarına. Bir katilin kızı olduğunu bilmeden.

"Ağlama! Seni daima güçlü görmek isterim. Silik bir karakter olarak değil. Eğer ölümlerden döndüysem bunun bir nedeni var elbette. Gurur duymalısın Danielle. Baban erkek bir varis edinmek yerine senin gibi aciz üstelik de annesinin bile sevmeyi reddettiği bir kızı tercih etti. Asıl konu bu öyle değil mi? Sevilmemiş ve gerekli ilgiyi görememiş olmanın hırçın utancı!"

Canını böylesine yakmak, ona geçmişi hatırlatmak dahası 'anne' yarasını kanatmak...Onun için neden bu kadar az bir çaba gerektiriyordu?

Odanın içi çok sessizdi ve ürkütücü derecede loştu. Şömineden yayılan odunların küllü kokusu... İçinde bulunduğu güç duruma rağmen bu denli karanlık olmasını beklemiyordu. Geçmişin karşısında öylece durmuş, çaresizce düşüncelerden örülü kuyunun dibinde debeleniyordu. Öz babası tarafından tuzağa düşürülmeye çalışılıyordu ve bu lanetli bir histi. Derin bir nefes aldı, bir an önce buradan kurtulmalı Brendan'a ulaşmalıydı.

"Ona tecavüz ettin." sesi olabildiğince yüksek perdeden çıkmıştı "Tanrım, onun ve bebeğinin ölmesine neden oldun. Onları SEN öldürdün!"

Johansen'ın yüzü seğirdi.Tüm bunları nereden biliyordu? Kızın söylediklerinden hiç hoşlanmamıştı.

Canını tekrar yakacağından korkarak başını çevirmeye çalıştı ancak babası başını tutup başparmaklarıyla çenesine dokundu.Tanrım, bu dokunuşla midesi bulandı. Adam onu kendi gözlerine bakmaya zorladı.

"Bebekten haberim yoktu. Ve artık olan oldu. Ne derler bilirsin, zaman akmaya devam ediyor."

Terden sırılsıklam olan yumruğunu sıktı, avuçlarının içindeki kum saatini babasının ayaklarının dibine fırlattı.Cam görkemli bir ses tonuyla bin bir parçaya bölünürken içindeki kum taneleri dört bir yana savruldu.

"İşte!" diye tısladı "Artık zaman, akmaya devam etmiyor."

Ölümüne sebep olduğu kadının salonunun orta yerine portresini asmış olması tam da ona yakışır bir hareketti.

"Adaletten kaçamazsın. Onlar er ya da geç seni bulacak. Teslim ol."

Johansen cevap olarak içli bir kahkaha savurdu, kahkahası buzdaki bir çatlak gibi gitgide yayıldı. Geçirdiği operasyon düşünüldüğünde kalbi eskisinden de iyi çalışıyordu.

"Tanrım, sen... Sen birini mi öldürdün?"

Kapının eşiğinden gelen sesle birlikte baba kız başlarını kapıdan yana çevirdiler. Tyra beyaz renk ipek sabahlığının içinde dolan gözlerle yüzlerine bakıyordu. Konuşmalarının ne kadarını duymuştu?

Johansen okkalı bir küfür savurdu, iki kişinin bildiği bile sır olmazken. Bir üçüncüye daha tahammülü yoktu.

Savaş insana korkunç şeyler yapıyor ve yaptırıyordu. Tyra onun ara ara gelen kişilik değişmelerine, tekrarlayan kabuslarına alışmıştı savaş bunalımı diyorlardı buna. Ancak genç kadın sevdiği adamın nasıl bir belaya bulaştığını bilmiyordu. Tek bildiği karnındaki bebeğin babası olduğu gerçeğiydi.

Johansen ani bir refleksle ipek, gri röbdoşambrının cebindeki silahını çıkardı. Gözünü bile kırpmadan silahın namlusunu beş yılını geçirdiği 'siyah incim' dediği kadına doğrulttu. Haddinden fazla şey bilenlerin yaşamasının bir gereği yoktu.

Peşi sıra atışlar.Gürültülü bir patlama!

Tyra'nın aralanan dudaklarında çaresiz bir kadının son yakarışları saklıydı. Umut etmeye cüreti olmasa da son ana kadar sevdiği adamın gözlerinin içine bakmaya devam etti.Aşk... Onun anladığı lisanı teğet geçmişti.

Bahar bu kadar ağlayabileceğini hiç düşünmemişti.Oysa yaşadığı şok bedenini bir heykelmişcesine etkisiz bir hale getirirken dramatik iri gözyaşları gözlerini yakıyordu. "Yüce Tanrım," diye fısıldadı.Kalbinin delicesine bir hızla çarptığını ve göğsünün bir körük gibi inip kalktığını hissediyordu. Korku tüm benliğine imzasını atmış, ondaki mantık yetisinin üzerini beyaz bir kefenle örtmüştü.

Bahar Danielle Johansen bir mücadele veriyor, donmuş bedenindeki tüm uzuvların ona itaat etmesini bekliyordu. Başının, ellerinin, bacaklarının, ses tellerinin.

"Neden?!" diye bağırdı birden "Tanrım, neden yaptın bunu?"

Johansen mantıklı bir cevap veremiyordu. Çünkü öyle bir cevap yoktu. Gözlerini kapayarak kendini toparladı.Adrenalin kanında çağlarken  kendinden beklenmeyen çeviklikle babasının üstüne atıldı. Ne var ki babasının silahı çoktan şöminenin dibini boylamıştı. 4. kelebeğin yandığı yeri.

"Bayan Johansen!"

Darrow silah sesine eşlik eden ani bir feryat sesiyle nefes nefese bir halde salona girdiğinde,bir an için Bahar'la göz göze geldiler.

"Onu vurdu! Tanrım, bir şeyler yap!"

Ancak hepsi bu kadardı takım elbiseli en az beş adam Darrow'un peşi sıra salona doluştular ve tüm bu yaşananlara rağmen genç adamı yaka paça dışarı götürmeye başladılar.

Binlerce kez merak etmişti fakat gözlerinin önünde öldürülen birini asla görmemişti.Ve bu düşünce şimdi olduğu gibi ödünü patlatıyordu...Görmeye dayanabilecek kadar güçlü değil miydi?

Her şeyin bir kabus olmasını dileyerek gözlerini sımsıkı yumup açtığında karşısındaki adam hiç yıkılmamış gibi öylece ona bakıyordu. Onda her zamanki zalimliğinden başka bir şey gördü. Ruhunu talan eden bir parçası sanki alevlenmişti. Bundan haz alır gibi bir hali vardı.

Titrek adımlarla yerdeki kadının yanına varmayı nihayet akıl edebildiğinde, göz yaşları sınırlarını zorluyordu.

Paramparça düşüncelerini toparlamaya çalışarak yere çömeldi. Odaklanmalıydı. Kadının çelimsiz bileklerini kontrol etti, nabzı atmıyordu. "Hayır," diye fısıldadı. "Şimdi olmaz, karnındakini düşün bebeğin için savaş." Dakikalar boyu suniteneffüsü izleyen kalp masajı yaptı. "100 atım," dedi kendi kendine "Savaş!"

Johansen'ın delici bakışlarını sırtında hissederken göğsünün derinliklerinde farklı bir şey hissediyordu: boş, dondurucu bir ağrı.Sanki vücudu tonlarca ağırlığa gebeydi. Ruhu oyulmuş gibiydi. Omuzları çöktü, avuçlarının arasındaki göğüse son bir kez daha dokundu.

O ölmüştü, ne yaparsa yapsın bu gerçeği değiştirmesinin imkanı yoktu.O, çoktan yazgısına teslim olmuştu. Bahar ise şimdi üzerinde Tyra'nın kanına bulanmış kıyafetleriyle kanlar içinde karşısında duruyor, zihni çığlık çığlığa haykırmasına rağmen susuyordu. Ona ihtiyacı vardı. Brendan'ı arayamazdı. Darrow'a ulaşamazdı. Zamanın kumları dağılmıştı. Ve her şey Johansen'ın olmayan insafına kalmıştı.

Parmaklarını birbirlerine kenetleyerek doğruldu. Bu kana bulanmış ellerin başından beri yüzlerce hayata dokunduğunu bilmek tuhaftı. Tyra'nın soluğunu çekmişlerdi. 'Tıpkı Firuze gibi.' diye düşündü. Hayat denen kısır döngü tekrar başa sarmıştı; ancak bu defa bambaşka oyuncularla.

Sarı takvim yaprakları otuz yedi yıl öncesini kor bir ateş gibi bağrına sapladığında yutkundu, bir Noel günü dostunun ölümüne şahit olan Giselle de böyle mi hissetmişti?

Hayır. Onlar yalnızca onu gömmemişler, çalınmış bir yaşamı daha gömmüşlerdi. Henüz göbek bağı yeni kesilmiş bir yaşamı. Görüntüler yüksek perdeden tekrarlanıyordu.

İçi sızlıyordu; babası ucuz hamlelerle bir bebeğin daha hayatını kararttığı için değil. Bahar o hayatların ucuz olmadığını bildiği için. Yeşil mızraklarını karşısındaki adama saplarken onunla göz göze gelmek içini tahmin ettiğinden daha fazla sızlatıyordu.

"O öldü," dedi titrek nefeslerinin arasından kanlı elleri iki yanına düşmüştü. Johansen ifadesiz gözlerle yüzüne bakıyordu. Bir an için ona bebekten bahsetmeyi düşünse de bundan derhal vazgeçti. Bunu bilmek onun hakkı değildi.

Göz yaşları çenesinden damlarken "Neden?" diye sordu yeniden.Kelimeler bir fısıltı gibi dökülmüştü dudaklarından.

Karşısındaki -birinci derecen kan bağının olduğu- bu acımasız adam ona diz çöktürmek için sevdiklerini bir bir katletmişti.

"Ben herkes için en iyi olduğuna inandığım şeyi, gereken neyse onu yaparım." yanıtını verdi Johansen.

Tonlarca göz yaşını bağrında saklayan bakışlarını kanlar içindeki kadına çevirdi, beyaz sabahlığı allara bulanmıştı.

"Onun için en iyisi ölüm mü? Tanrım, ne Firuze ne de o bunu hak etmedi. Hiçbirimiz hak etmedik!"

Johansen'ın gözleri cam gibi oldu ve iri çenesi düşünceyle gerildi. Lanet olsun bu bakışı hatırlıyordu. O Tyra'yı onun gördüğü gibi görmüyordu.Onun gözünde o sıkıcı bir oyuncaktan başka bir şey değildi. Zamanını tüketen bir oyuncak. Tanrım, bir an için aptal gibi onun gerçekten değiştiğine inanmıştı. 'Gerçek bir baba' olduğuna.Oysa şimdi karşısındaki canavara lanet okuyordu.

"Odana çık."

Bakışları birbirini eriten iki çıra gibi buluşarak birbirlerine tehlikeli sinyaller gönderdi. O delici gözlere bakmak bir yana burada bulunmak bile huzursuzluk terimiyle eşdeğerdi. Johansen'ın bakışlarındaki sapkınlık ürpermesine neden oldu. Sınırları var mıydı yoksa hep böyle miydi? Bu kaçıncı cinayetiydi?

Geçmişin kanlı yüzüne doğru yürüdü, üzerine yüklenen sıfatlar umurunda bile değildi.

"Dediğini yapmazsam beni de mi öldürürsün? BA BA." acı acı güldü, yaşadığı şokun etkisinden çıkmış sayılmazdı. "Sana, ne olduğunu biliyorum demiştim ya gerçekten biliyorum."

"Söyle?"

"Katil," Dudakları hafifçe aralanarak tıslar gibi konuşmuştu. Delici kahverengi gözler anında muhatabını delip geçti.

"Sana odana çıkman gerektiğini söyledim."

Johansen'ın yüzündeki nefret, kendi kızına kinini canavarca gösteriyordu. Daha da kötüsü kız aynı annesine benziyordu. Hırçın ve masum.

"Annemin seni neden terk ettiğine şaşmamak gerek bir katilin eşi olmaktans-"

Genç kızın kelimeleri, yanağına inen sert bir tokatla yarıda kesildi.Çenesini kaldırarak gözleri çılgına dönmüş olan babasına baktı. Babası ona var gücüyle vurmuştu.

Donup kaldı.Kanlı elini sağ yanağına götürdü. Yanağı zonklamaya başlarken az önce olan şeyi düşündü, tüm bunların olduğuna inanamıyordu.

Odadaki kalp atışı sesi kısıldı. Loş ışık yerdeki kadını beyaz bir melek gibi gösteriyordu. Zemin kum tanelerine bulanmış kandan bir göle bürünürken o, sanki ondan merhamet dileniyordu. Bebeği için birazcık merhamet. Bahar'ınsa merhameti 4.kelebeğin kanatlarına savrulmuştu.

'Üzülme kelebek.Bugünü atlatırsak yarın diye bir şey yok.'

Görüş açısındaki her şey netliğini yitirirken kalbinin odacıklarında saklanan Tyra, "Lütfen," diye yalvardı. İnce biçimli dudakları titrerken, "Tanrım, onun yaşamasına izin ver!"

Gözkapakları ateşin kavurucu etkisiyle kapanırken genç kız o an içindeki çocuğu gördü, bir yerlerde sevilmeyi bekleyen minik bir ruh vardı hala. Keşke o çocuk olarak kalsaydı. Keşke yaralanmasaydı. Keşke Nelson Johansen onun babası olmasaydı.

Kanatlarına geçirilen günahları ateşin koynuna emanet eden o mavi kelebeğin sonu, Cehenneme düşmüş ruhları ebediyete mahkum etmekti.

Değerli Portola Valley ailesi, sizlere böyle seslenmeyi çok seviyorum çünkü bu hikaye vasıtasıyla birçok güzel insanı tanımak, kalplerine dokunmak, birlikte gülüp ağlamak, beraberce heyecanlanmak bana nasip oldu. Birçok güzel kalp, yepyeni bir aile...

Bu bölüm vasıtasıyla evvela *Nelson Johansen'ın kim olduğunu kısaca hatırlatmak isterim; Nelson Johansen; 1979 yılına ait geçmiş zaman bölümlerinde Doktor Giselle Hector, Giselle'nin kuzeni Hemşire Rosalie Colbert, ve ilk hikayenin 41.bölümünde Brendan'ın babası olduğunu öğrendiğiniz John Rex Wilder, Başhekim Marlon Burkley, Ahraz, Firuze Taheri, Behram ve Doktor Casey Jennings karakterlerinin hayatlarına bir şekilde dokunmuş olan ve Noel günü kendi çabalarıyla savaşın eşiğindeki Afganistan'dan kaçmayı başaran eski subaylardan biridir - ki ben bu bölüme kadar karakterin gizliliği açısından ona soy adıyla hitap etmeyi tercih ettim- Evet, Nelson Bahar'ın öz babasıdır.

Hatırlayacak olursanız sizlere daha evvel bölümleri atlamayın hikayem özünde '2' ayrı hikayeyi barındırıyor sonrasında kafa karışıklığı yaşarsınız demiştim; kimileri 1979'lu bölümleri atlayarak okudu -ki buna saygı duyarım bu bir tercih meselesidir- ancak hikayenin bir bütün olarak ele alınması gerektiği kanaatindeyim elinizdeki basılı bir kitap olsa ve onu atlaya atlaya okusanız tam anlamıyla yazarın size aktarmak istediği duygulara dahası işin özüne varabilir misiniz?

Bana göre sarı takvim yapraklı geçmiş ve kendimizce hükmettiğimiz günümüz birbirine sımsıkı bağlarla bağlı, bu nedenle de 1979 yılını es geçmiş okuyuculara bir nevi özet niteliği taşıması açısından Nelson'u kısaca tanıtan paragrafı yazma gereği duydum.

Ve duygusal anlamda epey yoğun bir bölümü de hikayemin sayfaları arasına katmaktan dolayı oldukça mutluyum, zira 2016 yılının yağmurlu bir ekim akşamında Bahar ve babasının yüzleştiği bu bölümü aklımda defalarca kurgulamıştım. Benim için hikayemin en önemli bölümlerinden biriydi bu bölüm.En başından beri yazmayı dilediğim acaba duyguları okuyucuya doğru bir şekilde iletebilir miyim diye düşünüp durduğum bir bölümdü.

Velhasıl kelam, bölümü umarım beğenmişsinizdir; çünkü ben tüylerim diken diken bir halde tamamladım bu bölümü.Ve gözlerim dolu dolu yazıyorum bu satırları. Göstereceğiniz o sıcacık desteği beklediğimi de ilave ederek bölüm sorumuza geçeyim :

* Kader denen yazgının yaktığı o şömine ateşini keşfederken kendinizi hangi kelebek gibi hissediyorsunuz?

A)1. kelebek

B)2. kelebek

C)3. kelebek

D)4.kelebek

Yorumlarınızı bekliyorum, hayat size her daim kelebek kanadı naifliğinde armağanlar sunsun. Sevgilerle..

Bölüm parçası ; Holly Henry_Another Love 

Dikkat Turuncu 'ı es geçmeyin lütfen!

Continue Reading

You'll Also Like

339K 21.4K 25
Bazen hikayenin başlaması için şehre bir yabancının gelmesine gerek yoktur. Bazı hikayelerde şehre bir yabancı döner.
817K 1.6K 1
Düke göre ilk görüşte aşk diye bir şey yoktu.Fakat gördüğü masum güzellik ona vurulmasına neden oldu.Evlilik...hiç düşünmediği belki ileride dediği b...
16.7K 396 20
''Sana aklını kurcalayan, düşündükçe dibe battığın, kimsenin bir ömür adasa bile asla bilemeyeceği sırları açıklayabilirim. Evrenin hareketini ve ilk...
542K 43.9K 34
Seha Bey bir ayağını öne atıp ona dengesini vererek şöyle bir durdu. Leyla'yı kısacık üstün körü süzdü. Rahatsız eden bir bakış değildi ama olmasa da...