PORTOLA VALLEY 2∣ Tamamlandı ♚

By bsrarikan_

167K 12.7K 2.9K

Dudakları dudaklarına değdiği an hayat boyunca beklediği anın bu olduğuna karar verdi.Vücudu alev alev yanıyo... More

♚Tanıtım♚
♚1.bölüm♚
♚2.bölüm♚
♚3.bölüm♚
♚4.bölüm♚
♚5.bölüm♚
♚6.bölüm♚
♚8.bölüm♚
♚9.bölüm♚
♚10.bölüm♚
♚11.bölüm♚
♚12.bölüm♚
♚13.bölüm♚
♚14.bölüm♚
♚15.bölüm♚
♚16.bölüm♚
♚17.bölüm♚
♚18.bölüm♚
♚19.bölüm♚
♚20.bölüm♚
♚21.bölüm♚
♚22.bölüm♚
♚23.bölüm♚
♚24.bölüm♚
♚25.bölüm♚
♚26.bölüm♚
♚27.bölüm♚
♚28.bölüm♚
♚29.bölüm♚
♚30.bölüm♚
♚31.bölüm♚
♚32.bölüm♚
♚33.bölüm♚
♚34.bölüm♚
♚35.bölüm♚
♚36.bölüm♚
♚37.bölüm♚
♚38.bölüm♚
♚39.bölüm♚
♚40.bölüm♚
♚41.bölüm♚
♚42.bölüm♚
♚43.bölüm♚
♚44.bölüm♚
♚45.bölüm♚
♚46.bölüm♚
♚47.bölüm♚
♚48.bölüm♚
♚49.bölüm♚
♚50.bölüm♚
♚51.bölüm♚
♚52.bölüm♚
♚53.bölüm♚
♚54.bölüm♚
♚55.bölüm♚
♚56.bölüm♚
♚57.bölüm♚
♚58.bölüm♚
♚59.bölüm♚
♚60.bölüm Son'ların Engin Sınırsızlığı Gözyaşıyla Kuşandı "final"♚
♚Özgürce Savruluş Töreni ♚

♚7.bölüm♚

3.4K 261 29
By bsrarikan_

Örümcek ağı ve soytarılar sarılı, yapışkan kanatlarına; Lanet geçmiş ve kutsal hayaletler gömüldü kemik torbalarına.

"Bayan Johansen Tanrım, iyi misiniz?" Nefes nefese yankılanan hiddetli sesi kamyoneti kamçıladı, beresi başından kayıp gitmiş, yaşadıklarının dehşetiyle korku içine sinmişti.

"Ben..." diye mırıldandı.Doğrulmaya çalışınca yaralı dirseğinden yayılan keskin acı onu durdurdu. Tanrı aşkına, acı her yerdeydi. Demek hayattaydı. Peki ama nasıl?

Kamyonet takla atmaya ramak kala mucizevi bir şekilde durmuş; kaportası havada asılı kalmıştı.

"Bir kaza geçirdik, kısa süreli bir baygınlık geçirdiniz kendinizi nasıl hissediyorsunuz?" adamın sesi titriyordu.Bunun soğuktan mı yoksa korkudan mı kaynaklandığını kestiremedi.

Loş ışık yüzünden çehresinin yarısını görebiliyordu, gözlerinin git gide siyaha bulandığına şahit oldu."İyiyim, yani sanırım. Sen, sen nasılsın? Tanrım, kaşın kanıyor." Sesi çatallanıyordu.

Darrow titreyen parmaklarını sol kaşına götürdü.Bir yandan hala çalışan sileceklere bakıyordu. Kar taneleri ön cama birikmeye başlamıştı bile.

"Merak etmeyin Bayan Johansen ufak bir çizik sadece."

Kamyonet takla atmaktan son anda kurtulmuş olabilirdi ; ancak şimdi çok daha büyük bir sorunla karşı karşıyalardı. Gece çoktan çökmüş, hava kararmıştı.Kardan yansıyan ışık kamyonetin içini loş bir ortama bürümese göz gözü görmeyecekti. Bahar yanında birkaç pansuman malzemesi taşımadığına lanet etti.Belki bir parça yara bandı bulma umuduyla aracın torpido gözüne doğru hamle yaptığında kamyonet ileri geri sallandı.

"Sabit kalın Bayan Johansen! İçinde bulunduğumuz şartlarda kıpırdamamanız gerekiyor."

İçinde bulundukları şartlar?

"Ana yoldan çıktıktan sonra geçide savrulduk bir köprünün üstünde dengede duruyoruz şu anda."

Ah, aldığı soluğun boğazına tıkandığını hissetti. Dengede mi duruyorlardı, hem de bir köprünün üstünde? Burnunu kırıştırdı bakışlarını camdan dışarıya kenetledi görecek fazla bir şey olmasa da dinledi, hemen altlarından akan suyun cılız şırıltısını duyabileceğini sandı tabii göl donmamış olsaydı bu mümkün olabilirdi belki! Tanrım, bu felaket ötesiydi. Eğer ağır metal o suya düşerse muhtemelen donmuş kütleyi paramparça ederek dibi boylardı.

"Nasıl dengede?" derken adamın mantıklı bir açıklama yapmasını bekliyordu.

Darrow cevap vermek yerine ne yapması gerektiğini düşünüp duruyordu.Kadın bayılınca yeterince korkmuştu zaten...Şimdi ne yapacaktı? Eğer ki Brendan burada olsaydı şüphesiz bir çıkar yol bulurdu. Kahretsin ki kımıldamak bile büyük riskti. Yanlış atılacak en ufak bir adım bu defa gerçekten sonları olurdu.

Bakışları sebepsiz yere yüzünde turlarken aradığı cevabın genç polis memurunda olmadığına kanaat getirdi.Dikiz aynasından baktığında hiç şanslarının olmadığını hissetti.Arkalarında hiçbir şey yoktu; sadece beyaz kar taneleri nereye ya da kime ait olduğunu bilmediği yerlerin üzerine usul usul eklenmeye devam ediyordu.

Darrow elinde olmadan paniklemişti, mantıklı düşünmeye çalışıyordu cep telefonuna sarıldı. Tam tahmin ettiği gibi çekmiyordu.Bu lanet operatörler neden gereken yerde işlerine yaramazdı ki sanki? Kadının telefonundan Brendan'ı arayabilir yardımcı ekip çağırabilirdi; ancak onun telefonu da Brendan'ın elindeydi. Lanet olsun! Çıkmaza girmişlerdi.

Yüzlerini alacalı gölgelere bulayan gölgenin eşiğinde kaşlarını çattı oldukça ağır hareketlerle ön taraftaki telsize doğru uzandı.Sadece parmak uçlarını hareket ettiriyor vücudunun kıpırdamaması için yoğun gayret sarf ediyordu.Düğmelerden birine basarak eski model telsizi ağzına yaklaştırdı.

"Darrow Bowen. Portola Valley polis merkezi ile bağlantı kurmak istiyorum." cızırtılı hat aradığı cevabın gelmeyeceğinin sinyalini verir gibiydi. "Hey, orada kimse var mı sesimi duyuyor musunuz? Sacramento mevkinde yoldan çıktık dağ yolundaki köprünün üzerinde karda mahsur kaldık yardıma ihtiyacımız var."

Telsiz çekmiyordu, alete birkaç kez vurdu.

 "Lanet olası çalış, çalış."

Göğüs kafesi korkuyla yükselirken nefesini tuttu. Aracın kliması işlev görmez bir haldeydi ve bedeni kontrolünden çıkmışcasına titriyordu. Los Angeles'ın güneşli günleri uzak bir anıdan ibaretti şimdi.Yeni bir öksürük nöbeti kapıdaydı bu soğukta zatürre olması işten bile değildi.

Öfke kokan ses aracı doldururken adamın yapabileceği her şeyi yaptığını görebiliyordu. Babasına giden yol sonları olacaktı.

Dakikalar geçiyor ne var ki öylece beklemekten başka bir şey ellerinden gelmiyordu.Tanrı aşkına, beklemek konusunda oldukça iyi olduğunu düşündü. Genç adam, yeşil renkli çizgili tuhaf şişme montunu çıkararak omuzlarına koyduğunda elinde olmadan hıçkırdı.Umutsuzluk kanına karışan serum gibiydi.Burada öleceklerse ısınmanın ne önemi vardı ki?

Frank Strobel yoğun sise rağmen görüş açısına kalkık bir kaportanın düşmesiyle nefesini tuttu. Kırışan alnı olumsuz şeylerin sinyalini verirken yan koltukta uyuklayan arkadaşına döndü:

"Vay canına, Nicholas bunu görmelisin."

Nicholas, arkadaşının hangi konudan bahsettiğini bilmiyordu, istediği geyiği bir türlü avlayamamış, minik bir tavşanla yetinmek zorunda kalmışlardı. Oysa sabah av için yola çıktıklarında kızıl geyiği avlayacağına dair kendine bir söz vermişti. Şimdiyse Frank şoför koltuğunda oturmuş ona farklı türden bir şeyleri göstermek istiyordu.Tanrı aşkına, kızıl geyik olmadıktan sonra ne önemi vardı ki?

Kar o kadar şiddetli yağıyordu ki şimdiden otuz santime ulaşmıştı. Frank gözlerini kum fırtınasının ortasındaymışcasına kıstı. Dönüş yolunu bilmese bu havada kaybolduğunu düşünebilirdi; ancak görüğü manzara düşüncelerini biranın içine atılan buz küpü gibi etrafa saçtı.

Kamyonetin pozisyonunu gördüğünde kalbi korkuyla atmaya başladı hele ki içinde birilerinin olduğunu gördüğünde panik duygusundan aniden sıyrıldı. Şimdi kontrolü elden bırakmanın zamanı değildi.Köprünün kenarında her an düşecekmiş gibi duran kamyonetin suyu boylaması an meselesiydi.

Tanrım, vitesi itti kapıyı açtı. Arkadaşının şaşkın bakışları altında aşağıya indi. Ayaklarının altı buzla kaplıydı ve kalın tabanlı kahverengi botları kayıp duruyordu.

"Hey, dostum nereye gidiyorsun?"

Şaşkınlık boyut atlamıştı yuvarlanarak göğsüne vurdu.

"İçinde birileri olabilir bir bakacağım."

Nicholas bir an önce eve gidip sıcak şöminenin başında keyif çatmak isterken kendini beklemediği bir olayın içinde bulunca ister istemez öfkelenmişti. Ne yapacağını bilemediği birkaç kararsız dakikanın ardından donan kıçına aldırmadan arkadaşının peşi sıra ilerlemeye çalıştı.

"Hey, beni de bekle."

Frank siyah kamyonetin arka tamponunu dengesiz bir şekilde tutmayı başaran köprünün ucunu görebiliyordu. Şoför koltuğu ağırlık nedeniyle çökmüştü ve tam tahmin ettiği gibi içeride birileri vardı. Şimdilik sessiz kalmalıydı. Onları korkutursa yanlış bir hareket yapmalarına neden olabilirdi.

Hayır. O güzelim hayvanları avlamaya kıyamayan kalbi sırf arkadaş hatırı için dağ başı kır bayır demeden yola koyulmuş olabilirdi; ancak o yardıma muhtaç hiç kimseyi yarı yolda bırakmamıştı.Bırakamazdı.

Tabanlarının altında şıpır şıpır giden su kütlesine aldırmadan kendi geniş yeşil kamyonetine doğru hızlı adımlarla ilerledi.Arkada vinç vardı.Kolay değildi ancak zorda değildi. Daha önce ilçe çıkışında kasabalı genç bir öğretmeni yolda kalmaktan kurtarmıştı öyle değil mi? Şimdi neden başarısız olsundu ki?

"Tam tahmin ettiğim gibi dostum, kamyonetin içinde birileri var.Tut şunun ucunu aracı köprüden kurtaralım."

Nicholas tembelce yanına yaklaştı. Keyfi iyice kaçmıştı.

"Hadi ama dostum sen iyilik meleği değilsin öyle değil mi? Herkesin yardımına koşamazsın."

Öfkeyle arkadaşının yüzüne öyle bir baktı ki...Nicholas korkuyla geriledi. Birbirlerinden ne derece zıt karakterlere sahip olduklarını görebiliyordu.Tanrı aşkına, o lanet olası kamyonetin içinde kendileri de mahsur kalabilirdi.

"Bana bak eğer kulübeye zamanında varıp ateşin karşısında tavşan etini didiklemek istiyorsan o tembel kıçını kaldırıp yardım et de şu işi bir an evvel bitirelim."

Eski dostunun inadını bilirdi ellerini pes edercesine havaya kaldırdı. Direnmesinin anlamı yoktu.

"Daha fazla adama ihtiyacımız var!"

"Tanrım, bul o zaman!"

Nicholas telsizini çalıştırmayı nihayet başardığında avcı grubundan birkaç kişiyi daha çağırdı. Fazla vakitleri kalmamıştı neyse ki aranan ekip beş kişiyle birlikte yirmi dakika içinde çıkagelmişti. Frank onların dağ araçlarını görmezden geldi.

"Makara kullanacağız,"

Vinçle çekmek oldukça zordu ve yolu aşağı yukarı ölçtüğünde tahmin ettiğinden çok daha dar olduğunu gördü.

"Araçları tampon tampona getirebilirsek bir şansımız olabilir."

Çelik kabloyu bağlayacağı yeri kafasında tasarlarken aracın şoförüyle göz göze geldi.Hemen yan koltukta sessizce oturan genç bir kadın göze çarpıyordu.Sevgili olmalılardı.

Kadının korkmaması için işaret parmağını dudaklarına götürerek genç şoföre sessiz olmasını işaret etti.

Kamyonetin yanına inip altına uzanmak göründüğü kadar kolay olmayacaktı. Zira en ufak hatasında ölürdü.Kabloyu doğru açıdan yerleştirmeliydi motorun çevresine göz attı. Kamyoneti devirirse kendisini hiç affetmezdi. Araç  parçalansa da sorun değildi ama içindeki insanlar? Onları kaderlerine terk edemezdi.

Kamyonetin köprünün üstünde yer alan kısmına uzanmaya çalıştığında arkadaşlarının dikkatli ol diyen bakışlarını sırtında hissediyordu.Her şey puslu gibiydi.Şu kanca doğru yeri bulmalıydı.

Nicholas da bir yandan makarayı hazırlamaya koyulmuştu. Frank ellerindeki deri eldivenlerle çevresindeki karları temizlemeye çalıştı her yer son derece karanlıktı ve ekipten birini tuttuğu fener de bir işe yaramıyordu.Kancayı doğru yere sabitlediğinden emin olduktan sonra kabloyu uzattı.

İki buçuk metre.Mümkün olduğunca ağır hareket etmeleri gerekiyordu.Soğuk hava kalın montundan içeri sızmış derisini karıncalandırıyordu. Kendi ailesini on yıl evvel sarsıcı bir kazada kaybetmişti anlam veremediği bir şekilde gözleri doldu.

Ani hareketle afalladı.Yerinde mıh gibi kalırken yutkunarak bakışlarını kaçırdı. Tanrım, düşüyorlar mıydı?

"Sizi çekeceğiz hareket etmeyin!"

Darrow  kurtulduk, der gibi gülümsedi.Kendi düşüncesi de Bahar'ınkiyle paraleldi.

Kahretsin!

Frank donmadan evvel bu işi halletmeliydi.Acele etmeden bilinçle hareket etse iyi olurdu.Kolunu daha öteye uzatarak vincin kablosunu buldu.Çekiş için artık hazırlardı.

Onlar yaşayacaktı, dahası kendi ailesinin kaderini yaşamayacaklardı.Bu düşüncelerle iliklerini sömüren soğuğa adeta meydan okuyarak aracın altından kalktı. Onun sendeleyerek doğrulduğunu gören Nicholas arkadaşının işaretiyle düğmeye bastı ve aynı anda kamyonet çekilmeye başlandı.

Aracı nihayet yola indirmeyi başardıklarında şoför koltuğunda oturan genç adam bir an için tereddüt etse de yavaşça hareket ederek kapının kulpunu tuttu ve soğuk havaya adımını attı.

"Ço-çok teşekkür ederiz," diye gevelerken önemli değil manasında elini salladı. Gözleri, buz kesmiş vücuduyla kımıldamadan duran kadındaydı.

"Oldukça korkmuş olmalı."

Darrow ani bir refleksle yan tarafına yönelerek aracın kapısını attı.

"Bayan Johansen iyi misiniz?"

Tanrı aşkına, 'iyi misiniz?' kelimesini daha kaç kere duyacaktı? Donmuş bakışlarını önce Darrow'a ardından kırklı yaşlarının başında olduğunu tahmin ettiği avcı görünümlü adama çevirdi. Kasaba şartlarından olsa gerekti oldukça fit görünüyordu. Bahar'ın kendisine baktığını görünce utangaç bir ifadeyle başını çevirerek başındaki kalpak tarzı şeye dokundu.

Bir anda rahatlamıştı, babasına giden yolun engellerle dolu olduğunu içten içe biliyordu içinden engereklerle dolu olmadığına şükretti.

Yan tarafına uzandı ve emniyet kemerini çözerek dışarı adımını attı.Derin derin nefes aldı; gecenin serin havası, zar zor ciğerlerine çektiği tozlu, yetersiz nefeslerden epey farklıydı.Tehlike geçmişti ancak yaşadığı korkuyu unutabilir miydi bundan pek emin değildi.

"Teşekkürler ...Biz Sacramento'ya gitmemiz gerekiyordu, geçidi ve köprüyü hesap edemedim.Tanrım, yağışın bu denli yoğun olacağını kim bilebilirdi ki?" dedi genç adam soğuktan kollarımı göğsünde çaprazlayarak.

Darrow'un açıklamaları Frank'ın kaşlarını çatmasına neden oldu. Tuhaf bakan yeşil gözler kamyonete çevrilmişti şimdi.

"Artık güvendesiniz.Aracın durumu da gayet iyi görünüyor." Kar taneleri suratına çarptıkça "Bu havada yola devam etmeniz akıllıca olmaz." dedi.

Bahar savunmaya hazır bir halde Darrow'a baktı.Adamın bir dedektif polis memuru kendisinin ise bir cinayetin baş zanlısı olduğunu hayatlarını kurtaran bu adama söylemezdi umarım. Ayrıca bir an evvel gitmek ve babasının durumunu gözleriyle görmek istiyordu. Yola devam etmek o an için iyi bir fikir gibi gelmişti. Bir şeyler söylemek istemişti fakat o inatçı öksürük yine ortaya çıkmıştı işte.

"Bizi takip edin. Avcı kulübemize yirmi kilometre mesafedeyiz."

Darrow bu teklifi reddetmek için ağzını açacaktı ne var ki günün kahramanının kararlı bakışları ona engel oldu. Adam hayatlarını kurtarmak için kendi canını ortaya koymuştu.

"Kadının durumu ortada.Biraz dinlenin, gerekli enerjiyi topladıktan sonra her nereye gitmek istiyorsanız gidersiniz."

Nicholas ve diğer adamlar araçlarına doluşmuştu bile. Frank Darrow'un vereceği cevabı beklemeden botlarının karda bıraktığı seslerle aracına doğru ilerledi.Patavatsız arkadaşı kadının güzelliğiyle ilgili bir yorumda bulununca ona çenesini kapamayı önerdi. Aksi halde tavşanı rüyasında görürdü.

Darrow kamyoneti adamların peşi sıra sürerken Bahar camdan dışarıya bakmaya devam etti.Yanı başındaki adamın bakışlarındaki utangaçlığı ve üzüntüyü yüzüne vurmayacaktı.

"Hepsi benim hatamdı."

"Hayır." dedi kısaca. "Kaderin önüne geçemezdin yaşanması gereken her ne varsa yaşanır."

Darrow'un bakışları çok ciddi ve anlaşılmazdı.

"Benim yüzümden ölebilirdiniz."

"Ama ölmedik.Bence konuyu kapatalım."

İç çekti.Evet ölmemişlerdi sorun şu ki emaneti koruyamamış; kendisine sunulan güveni heba etmişti.

*

Kamyoneti Frank'ın geniş yeşil aracının arkasına park ettikten sonra birlikte odunlardan yapılma ufak kulübeye doğru yürüdüler.

Avcı kulübesindeki dört koltuk, yemek masası ve sandalyeden oluşan mobilyalar eskiydi ama çarpıcıydı.Çoğu indirim mağazalarından alınmış türden, taklitlerdi.Yırtık duvar kağıdı kaplamalı duvarlarda siyah kırmızı ağırlıklı iki afiş asılıydı, rastgele yapıştırılmışlardı. İkisi de avcılıkla ilgili filmlerdi.

Adamlar az önceki olay hiç yaşanmamış gibi bir neşeyle birbirlerine vuruyor şakalaşıp duruyorlardı. İçeri adım attıklarında adamlardan biri kapının kenarına dizili odunları ufak şömineye sıralamakla meşguldü. Sıcak ve güvenli bir yerde olmaz huzur vericiydi.

Üzerinde Nancy'e ait olduğunu bildiği kıyafetler vardı.Kabana sarılarak ayağındaki botları çıkardı çıtırdayan odunlar ortamı ısıtmaya başlamıştı bile.Önce su çeken botlarını ardından sırılsıklam olan siyah çoraplarını çıkardı ayaklarını öne doğru uzattı.Tanrım, ayak parmakları buruş buruştu ve ayaklarının ıslanmasından nefret ederdi. Bu tıpkı şey gibiydi, hani banyoda kazara ıslak yere çorapla basmak gibi.

Böyle ne kadar süre oturduğunu bilmiyordu ancak ufak odada tüm gözlerin üzerinde olduğunu hissedebiliyordu.

Çok geçmeden kurtarıcıları elinde bir tepsiyle mutfak olduğunu tahmin ettiği arka odalardan birinden geldiğinde derin bir nefes aldı. Adamın diğerlerinden uzun boyu karizmatik bir lider havası vardı.Bordo yaka boğazlı bir kazak giymiş, kombinini haki renk kadife bir pantolonla tamamlamıştı.Bir an için onu tanıyormuş ya da daha evvel görmüş gibi, kanının bu adama ısındığını hissetti. Ama sebebini anlayamadı.

"İçin bunu öksürüğünüze iyi gelir."

Bakışları tepeden tırnağa karşısındaki iri bedende turlarken içeceğe uzandı.Tanrım, buram buram ıhlamur kokuyordu. Polis merkezinin ufak odasında eline tutuşturulan ballı sütü hatırlayınca boğazına bir yumru oturdu.Ölümün eşiğine kadar geldiğini bilse Brendan'ın tavrı değişir miydi acaba?

"İçine bir şey atmamıştır gönül rahatlığıyla içebilirsiniz."

Frank kısa süren öfkeli bir bakış attı.

"O lanet çeneni kapatır mısın yoksa gelip kapayayım mı Nicholas?"

Yapılan bu aptalca yorumu duymazdan geldi adamlardan biri yüzüne bakmış aptalca sırıtıyordu.

Bükülen dudaklarından belli belirsiz bir gülümseme geçti. "Teşekkürler," diye mırıldandı.Ihlamurun kokusunu kendini bildi bileli pek sevmese de şu an tutunabileceği tek dal olan kupaya sarıldı.

"Ben Frank peki ya siz kimsiniz?"

"Ben..." diye mırıldandı tam o esnada Darrow "Ben Darrow ve o da arkadaşım Danielle." dedi tek nefeste.Bunu söylerken içinden bir ses bu umuda fazla tutunamayacağını söylüyordu.

Neden ilk yerine ikinci adını ortaya attığını anlamasa da gülümsemekle yetindi. Adamlar masanın etrafını sarmış tavşan etinin tadına bakmaya başlamışlardı bile.Midesi guruldadı, bir şarap şişesinin açılışını ve kadehlerin tıkırtısını duydu.

"Bu havada Sacramento'da işiniz ne?"

Soru yine adının Nicholas olduğunu duyduğu kazma dişli pejmürde görünümlü adamdan gelmişti.

Sana ne!

Az daha yüksek sesle dile getirmek üzere olduğu sözcüğü zihninden atıp kelebek kanatları saflığında görmek istedi dünyayı.

Neyse ki Frank onları da masaya davet etmiş ve adamın sorusu havada asılı kalmıştı.Saatlerdir midelerine bir şey girmemişti ve  ne kadar acıktığını şu an anlıyordu.Birkaç saat içinde yola çıkacaklardı ve ondan önce temiz bir kumaş bulup dirseğini de sarsa hiç fena olmazdı.

Yemeğin ardından Darrow adamlarla içeriğinin av olduğu derin bir sohbete koyulmuştu ve Bahar o an için umurunda değil gibi görünüyordu genç kızın ısınan ayakları kimsenin ona bakmadığı andan istifade ederek hipnotize olmuş gibi Frank'ın peşi sıra kulübeyi adımladı.Adam ayaza aldırmadan dışarı çıkmış, bir sigara yakmıştı.

"Teşekkür ederim,"

Yeşil gözler birden muhatabına döndü.

"Ne için?"

"Bence cevabını biliyorsunuz, Biz...Hayatımızı size borçluyuz. Ihlamur için de ayrıca teşekkürler."

O an adamın elinde cam bir kutu tuttuğunu fark etti, buz kütlesini andıran kutuya dikkatle baktığında kutunun içinde çırpınan bir kanat olduğunu gördü.Tanrım, dişlerini birbirine çarpmasına neden olan bu gece ayazında çevresindeki her şey-buna kutunun içindeki mavi kanatlı kelebek de dahil- son derece perişan ve umutsuz görünüyordu.

"Bu bir Gece Düşü." dedi Frank haki yeşil kabanının kolları ellerinin üstüne düşüyordu. Bahar adamın çatlak ellerine baktı.Elleri de en az sesi kadar pürüzlüydü.

"Başkalaşımı, yaşamın içinde farklı bir boyuta dönüşebilmeleri, onların kendi yaşamımızla ilişkilendirildiğini söylemek yanlış olmaz. Koza içindeki o sancılı bekleyiş aynı zamanda gerçek dünyaya hazırlığın ilk adımıdır.Pupa durumundayken kabuğunu yırtmış olsalar da hemen uçamazlar çünkü kanatlarındaki damar yapısının kanla dolması ve bu yapının güçlenebilmesi için birkaç saat gerekmekte."

Genç adam gözlerini araladı ve karşısında hayretle kendisine bakan genç kıza baktı; orada ani bir masumiyet yakaladı.

"Benim gibi kaba saba görünen bir adamın kelebeklere duyduğu ilgiyi garipsemiş olabilirsin." Frank gülümsedi, Bahar adama gülmenin ne kadar yakıştığını yeni yeni fark ediyordu. "Ancak onu bulduğumda yaralıydı.Kelebekler vücut sıcaklığı 28 derecenin altına düştüğünde uçamazlar ısıyı emen siyah beneklerin bulunduğu kanatları güneş ışığıyla temasa geçtiğinde bu benekler sayesinde kanatların çok çabuk ısındığını biliyor muydun? Kulağa tanıdık geliyor tıpkı optikteki temel kurallardan biri gibi siyah cisimler diğer renklere göre çok daha çabuk ısınıyor."

Cam kutuya iyice sokuldu, yaralı kelebek hava şartları düzeldiğinde tekrar özgürce kanat çırpabilir ya da kendisini camdan kulelerde hapseden adama vefa besleyebilir miydi bunu bilemiyordu. Tek bildiği tek düşünebildiği gece ve gündüz diye sınıflandıran kelebeklerden 'Gece Düşü'nün.' gece kelebeği olduğuydu.O an kendisini bir kelebeğin ruhuyla bütünleştirmek istedi, kendini hapsettiği o camdan kuleleri eritip geçmek...

"Sen sen ol kanatlarını özgürce çırpmana yardım ettiği için doğaya teşekkür etme."

Bahar bir adım attı. "Ama yine de-"

Frank inkarla başını iki yana salladı ve sigarasından derin bir nefes çekti.Karşısındaki gözlere baktı; iri göz bebeklerine, dalgalı açık kahve tonlarındaki saçlara, narin bir kelebeği andıran o naif duruşa...O bu kırılgan haliyle tıpkı yıllar evvel o kazada kaybettiği küçük kardeşine benziyordu.Karlı bir havada mahsur kalıp donarak ölen kız kardeşine...

"Üzülme kelebek ne demişler; bugünü atlatırsak yarın diye bir şey yok.*"

Adam arkasına döndüğünde duman yavaşça gece göğüne doğru salınıyordu.Bahar o gece yola çıkacakları dakikaların hesabını yaparken, her zamankinden farklı hissetti.Tam anlamıyla neşe saçmıyordu ama daha önceki gecelerdeki yalnızlık ve kaybolmuşluk hissinden kilometrelerce uzaktaydı.İyi insanların hala var olduğuna inanan Gece Düşlü kanatlarını kabul edilmişlik duygusu sardı.

Bölüm parçası ; Marika Hackman_Deep Green 

Dikkat Turuncu 'ı es geçmeyin lütfen!

Continue Reading

You'll Also Like

15.5M 135K 25
•YENİDEN YAZILIYOR! Ellerimi yüzünden çekerken omuzlarına attım. Üzerime iyice eğilirken hareketleri içimde ki ıslaklık ile rahatça hızlandı. Belim a...
29.8K 1.6K 7
Müjde Aklanoğlu'nun Kaleminden Kitap olarak en çok okunan Rüzgar ve Esme'nin oğlullarının hikayesi.... Kardeşinle her şeyini paylaşabilirsin, peki ya...
1.3M 78.8K 48
Hale, sosyal medyada yazdığı bir yorumun hayatını bu denli değiştireceğini nereden bilebilirdi ki.
223 50 11
Efsaneler der ki: yüzyıllar önce, kuşlar konuşur, yılanlar yürür iken; küçük bir kızın içten duası gerçek oluvermiş. O gün yeryüzü ikiye ayrılmış; gö...