TEK NEFESTE AŞK

Από mor_kitapruhu

27.3K 1.9K 1.8K

Küçük yaşta annesini kaybeden Masal, şımarık ve sevgiden yoksun olarak büyür. Gösteriş ve ışıltıdan ibaret ol... Περισσότερα

1.BÖLÜM "Rüyalar ve Vedalar"
2.BÖLÜM"İzler Kalır"
3.BÖLÜM"Hisler"
4.BÖLÜM"Eksik Olan Gerçekler"
5.BÖLÜM"Kaybetme Korkusu"
6.BÖLÜM"Yakından..."
7.BÖLÜM"Bir İhtimal Kıskançlık"
8.BÖLÜM"Hiçbir Şeyim Değilsin"
9.BÖLÜM"Herkes Var, Ben Yokum"
10.BÖLÜM"Kapat Gözlerini"
11.BÖLÜM"Onun Duruşu"
12.BÖLÜM "Leyla Olmak..."
13.BÖLÜM"Benim İçin Bir İlk..."
15.BÖLÜM"Başladığım ve Bittirdiğim Yerde"
16.BÖLÜM"Gecenin Sonu..."
17.BÖLÜM"Zamansız Hisler..."
18.BÖLÜM"Yanındaysam, Yanımda Ol"
19.BÖLÜM"Saklı Kalanlar"
20.BÖLÜM"Biz, ölecek miyiz?"
21.BÖLÜM "Sen tutuklanmadın, suç üstü yakalandın."
22.BÖLÜM "...yanında olurum."

14.BÖLÜM"Yalan Söyledim..."

977 88 86
Από mor_kitapruhu

🍂


Kendi evinde olurdun!

Kendi evin...

Kendi evim!

Yaseminin deyimiyle kıyamet kopmuştu, ama içimde. O kıyamet büyüdü büyüdü benide içine kattı. Kalbimde hem yangın, hemde canımı yakan bir soğukluk vardı. Zihnime kök salan paslı düşünceler yoktu.

Gözüm karardı. Hışımla odaya girdiğinde gözüm her yerde gezdi. Bir kaç adımda dolabın yanında duran bavullardan birini alıp yatağın üzerine gelişi güzel bırakıp. Dolap kapağını şiddetli bir şekilde savururken hareketlerimi kısıtlamadan hızla ne bulduysam bavulun içine doldurdum.

"Kendi evime gidiyorum." diye kendi kendime konuşurken yüzümde aptal bir gülümse yerleşti. Kalanları önemsemeden fermuarını çekip indirdim. Son olarak eşofmanlarımı değiştirmeden ceketimi giydim üzerime. "Gidiyorsun Masal." Bu kez sesim buz gibi çıkmıştı. Sadece kıyafetler ve çok şey olmadığı için hafif ve orta büyüklükte olan bavulu kaldırmakta zorlanmadan odadan çıkıp merdivenlerden indim. Vestiyerdeki botlarımı da giyince tam olarak hazırdım. Garip bir heyecan ve sıkıntı vardı üzerimde.

Bavulun kulpunu sol avucuma kenetlerken boşta olan elimle kapıyı açtım fakat biriyle burun buran gelmeyi beklemeyen bedenim irkilerek geri çekildi.

"Bakıyorum da kapılarda karşılanıyorum." diye sırıtan Akına normalde göz devirmem gerekiyorken boş gözlerle baktım. "İçeri al bari." Kapıda elimde bavulla dikilirken geri çekilmemi bekleyen bakışları yavaşça elime indi. "Hayırdır, yolculuk mu var?"

Avuç içimi sızlatan metal kulpu sıkarak güç toplamaya çalıştım. Eğer biraz daha oyalanırsam yığılıp kalacağımdan emindim. Hayır buna izin veremem. Cevap vermeden yanından sıyrılıp seri adımlarla beni caddeye ulaştıracak sağ taraftan ilerlemeye başladım. Arkamdan homurdanmasını duysam da oralı olmayıp karanlık sokağın ucuna kitlendim.

"Ben geldim diye gidiyorsan, ayıp ediyorsun, Masal kız."

Buz gibi önü açık olan ceketimden sızarken iliklerime kadar titredim. Ama bu beni durduracak mı? Evine gidiyorsun Masal, bir soğuk mu beni kesecek? Evimize, anneme gidiyorum. Yanağımda hissettiğim sıcaklığı ceketimin koluyla sildim. Mutlu olmam lazım, ağlamamalıyım.

Sokağı yarıladığımda birinin dirseğimi tutup geri çekiştirmesiyle bavulumda elimden düştü.

"Nereye gittiğini sanıyorsun sen?"

Parmakları dirseğimi kavrarken önce eline sonra sarsılmaz yüzüne baktım. Sertçe kendimi geriye çektiğimde benden bunu beklemeyen bakışları havada kalan eline çevrildi.

"Eve," dedim kesin bir dille.

Sol kaşı yukarı kalkarken elini indirip bana baktı. "Evdeydin zaten." Dalga geçiyor olmalı benimle.

Sinirle burnumdan nefes verip güldüm bir an için. "Kendi evime." Öyle demiştin. Ne çabuk unuttun.

Yüz kasları gerilirken kafasını iki yana salladı. "Saçmalama, bu saatte bir yere gidemezsin."

"Senden izin almıyorum." diye mırıldanıp bavulun kulpunu kavrayıp arkamı döndüm. Daha adımı atmadan önüme dikildi bedeni. "Gece gece bir yere gidemezsin, hadi eve dönelim. Sabaha nereye istersen gidersin." Gözlerim göğsünden ayrılmazken sakin çıkmasına dikkat ettiği tonlamasının beni yumuşatmaması için gözlerimi bir kaç saniyeliğine kapatıp derin bir nefes aldım.

Uzanıp bavulumu alacakken geri çekip bacaklarımın arkasına sakladım. "Ben şimdi gitmek istiyorum!" dedim her harfin üzerine basarak. Yalvarırım durdurma beni!

Nihayet bakışlarım kararan gözlerini buldu. Kaşları çatılırken sinirle soluyan nefesi yüzüme çarpıyordu. "Çocuklaşma da, yürü!" Soğuk çıkan ses tonu üşüyen bedenimi yeniden titretti.

"Seni o çocuktan kurtarıyorum işte. Evine dön!" diye sesimi yükselttim. Çünkü görüş açım bulanıklaşıyordu kalırsam, gidemezdim.

"Bak..." deyip sertçe sakallarını sıvazladı. Benim bugün dokumak istediğim sakalları... Parmak uçlarım sızladı.
Sakin kalmaya çalışsa da dakikalar öncesindeki sinirinin közü alevlenmek için bekliyor ve onu zorladığını biliyordum. Yinede umurumda değil sinirlenmesi. "Sabrımı tüketiyorsun, yapma. Hadi uğraştırma beni, eve dönelim. Söz sabah nereye istersen seni bırakacağım." Üzerime doğru küçük bir adım attı ve sonra ekledi. "Söz diyorum."

Boş sokakta kısık çıkmasına rağmen sesim yankılandı. Hızla başımı iki yana sallayıp, "Olmaz, orası benim evim değil. Kendi evime gideceğim." diye direttim çocuk gibi.

Göz bebekleri yüzümde uzun uzun oyalanmasına rağmen kaçırmam gereken bakışlarım sabit durup meydan okudu. Sinirlenmişti. "Aptal! Senin bir evin mi var? Olmayan bir yere mi gitmek istiyorsun?" dediğinde öyle yumuşak söylemesine rağmen ses tonu kulaklarımı tırmaladı. Dudaklarım bir şeyler söylemek, kızmak için aralansa da cümlenin ağırlığı dilime çöktü. Kalbim kasıldı. "Aç şu gözlerini, ağlayıp sızlanmaktan başka bir şey bilmiyorsun. Pembe rüyandan uyan artık. Bir evin yok senin." diye sertçe sözlerine devam ettirirken boğazıma koca bir yumru oturdu. "Baban yok!" Nefesim kesildi. Ne diyordu o? "Kimsen yok!"

Kaşlarım çatılırken, bir kaç adım gerileyip, 'Ben kimsesiz değilim, evim var, babam var,' diye bağırdım fakat hiç biri sözcüklere dolduramayacak kadar hafif anlaşılacak değildi. İçimi yakıp kavurdu.

Yalan söylüyor!

Neden bana bunu yapıyor?

Sertçe yutkunup kitlenmiş gözlerimi bir saniye bile yüzünden çekmediğim ifadesine onaylamaz bakışlar attım. Başımı iki yana sallarken, "Canımı acıtıyorsun," dedim fısıltıyla. Duydu mu ondan da emin değildim. Ruhum çekiliyor sanki.

"Acısın!" dedi ve bir kez daha canım yandı. "Ancak kendine öyle gelirsin. Canın yanmalı."

Hayır bu benim tanıdığım Onur değil! O sinirlenir yine ardından konuşur. Ben öyle biliyorum yada yine kendimi kandırıyorum. Tüm bunları Önderle görüştüm diye mi yapıyor? Bu yüzden mi canımı yakan cümleleri sarf ediyor?

Önümden çekildi. Teslim olurcasını elini iki yana açıp, düşürdü. "Tamam. Git hadi, nereye gidebiliyorsan." Yüzünde tek bir mimik oynamazken bir anda sakinliğe bürünmesi duraksama neden oldu. "Bakma öyle aval aval, durdurmayacağım seni. Olmayan evine git."

Beklenmedik tepkisi afallatsada beni durdurmak için sarf ettiği cümlelerinin görevini yerine getirmesine izin vermeyecektim. "Benim bir evim var." diye mırıldansam da bunu ona değil kendime söylemiştim. Ben bir harekette bulunmazken yanımdan geçip gidince başımı önüme düşürdüm. Kanma ona Masal! diye uyaran iç sesime hak verirken diğer yanım ona hak veriyordu. Son cesaret kırıntılarını yüklenip kaldığım yerden fakat çıkarken ki dik duruşum olmadan, omuzları düşmüş şekilde yürüdüm. Az sonra caddeye ulaştığımda şansıma gelen ilk taksiye bindim. Bir evim olduğunu ama o kapının açılmayacağını bilsem de gitmek istiyordum. En çokta onun sözlerini kabullenmek istemeyen yanım gitmekte diretiyordu. Yolculuk boyunca gözyaşlarım usulca döküldü. Zaten yapabildiğim tek buydu.

Taksi durduğunda nakit param olmadığı için kolumdaki bilekliği hiç düşünmeden ısrarlarım üzerine vermiştim. Bu saatten sonra neyime yarayacaktı!

Taksici arkadan bavulumu indirip yanıma bıraktığında gidene kadar bekledim. Yol boyunca fark etmesem de hafif yağan yağmura rağmen eve doğru yürüdüm. Kapkaranlık yalının görüntüsü içime oturdu, pes etmeyip koca demir kapının önüne geldim. Titreyen işaret parmağımı zilin üzerine bastırıp geri çektim. Sabırsızca yerimde kıpırdanırken dudaklarımdan firar eden sıcak hava gri duman halinde gözlerimin önünde yükseldi. Sızlayan gözlerimi yumruk yaptığım elimle ovalarken yüzüm yağmurun etkisiyle sırılsıklam olmuştu.

Tekrardan zile, bu kez uzun uzun bastım. Açılmadı yine bastım. Bu döngüyü defalarca yaptım. Yağmur bedenimi ıslatana kadar, omuzlarım düşüp bedenimi taşıyamayana dek tekrarladım. Burası benim evim, açılmasa da evim!

Gözlerim yanıyordu. Görüş açım bulanıklaşırken son kez zile bastım. "Lütfen, açılsın." diye fısıldadım göz yaşlarımın arasından. Bu gece gökyüzü de benimle beraber ağlıyordu.

Arkama dönüp kendimi kapıya yaslayarak yere çöktüm. Şiddetle titreyen bedenim soğuktan mı yoksa geçirdiğim histeri krizinden mi bu denli sarsılıyordu anlayamadım fakat ısınmak için dizlerimi kendime çekip alnımı yaslayarak yüzümü gizledim. Ağlamamda şiddetlenirken gözlerimi kapatıp yağmurun beni de götürmesine izin verdim.

"Yanlış zamanda geldin." Yağmur ve gök gürültüsünün içinde yankılanan sesi duymama rağmen tepki veremedim. Gözlerimi dahi açamamıştım. Sıcak bir el sırtımı demir kapıdan ayırıp omuzlarıma bir şey geçirip bıraktığında sırtım aynı pozisyonunu aldı. Sanki bir yere yaslanmasam yıkılacaktım."Evine dönmek için geç kaldın."

Haklı çıkan o olmuştu yine. Bir evim yoktu. Yanımda babam yoktu, kimsem yoktu. Aynı eller kollarımı kaldırmak için tuttu bu kez. "Eve gidelim." dediğinde içimden kahkaha attım.

Kollarımı kaldırmasını engellemek için bacaklarıma sarıp kenetledim. Başım hala karnıma çektiğimin dizlerimin üzerindeyken, "Bir evim yok." diye mırıldandım. Saatler önce inkar ettiğim cümleyi şimdi kabulleniyordum.

"Var."

Başımı iki yana salladım. "Kimsem yok."

"Hayır, var." Duraksadı. "Ben... Biz-" Ağzının içinde bir şeyler gevelesede yağmurun yere çarptığı darbelerin gürültüsünde sesini alamamıştım. "Söylediklerimin hepsi yalandı."

Nereden geldiğini anlamadığım güven tohumlarıyla, "Sen yalan söylemezsin." dedim.

Gülümsemek istedim ama içimde ki kıyamet buna izin vermedi. Normal bir günde hatta bu sabah bu cümleyi söylese tutulup kalırdım, şimdi aklım almıyor hatta umursamayıp gerçek olduğunu dahi düşünmüyordu. Burnumu çekip gözlerimi açtım ve başımı nihayet kaldırma cesaretinde bulundum. Bulanık gören gözlerime rağmen sırılsıklam dizlerinin üzerine çökmüş dibime kadar giren kişiyle göz göze geldim. "Bana neden bunu yapıyorsun?" dedim fısıltı ve çaresizlikle bürünmüş ses tonumla. "Git deyip niye buradasın? Kimsen yok deyip neden var diye diretiyorsun?"

Sıkıntıyla ofladı. Dudaklarından içeri yağmur girmeye yeltense de sert nefesi buna izin vermedi. "Çünkü buna ihtiyacın vardı anladın mı? Bir şeylerin farkına varman lazımdı. Öyle her kafan estiği gibi çekip gidecek yerin varmış gibi gidemezsin, kimsen varmış gibi güvenip arkasında duramayacağın cümleler kuramazsın. Gidişlerin yok artık. Kalıp, kabullenişlerin var. Anladın mı?" Yağmur hız kesmeden devam ederken dudaklarından her sözcük yine gafil avlamıştı beni. Anlasam da kabullenemedim. Hayır demek istedim fakat dilim dönmedi, genzimi yakan yumru nefes almamı istemedi.

"Anlamıyorum! Anlamak istemiyorum." diye bağırdım dişlerimin arasından. Yanaklarıma ıslatan yağmur suyuna yeniden gözyaşlarım katılıp tenimi sızlatan sıcak yollar çizdiler çeneme kadar. Ondan sonra intihardı onlar için.

Eli onlara son vermek için uzanınca kaşlarımı çatıp, geri çekildim asi tavrıma devam ederek. "Dokunma bana!" dedim tıslayarak. "Canımı acıtıyorsun."

Onunda kaşları çatılırken boşluğa düşen eli değil ifadesi oldu. Yüzümde nasıl bir ifade oluştuysa tümüyle gerildi. Islak saçları düz bir şekilde alnını kapatırken yüzünü gölgeleyen kirpiklerine yağmur damlaları asılı kalmıştı fakat altında kalan gözleri alev alev tenimi yakmak istercesine yüzümde gezindi. "Dokunmuyorum!" dedi sert sesi kulak zarıma çarptı. Sertçe kendini geriye çekip ayağa kalktı. Bir kaç adım geriye giderken, "Dokunmuyorum, lanet olsun. Dokunmuyorum sana!" diye yükseldi. Sinirlenmişti. Çünkü kelimeler ağzımdan tiksinircesine çıkmıştı ve ilk kez canını yakmıştı.

Elini ıslak saçlarıma daldırıp sertçe geriye çektiğinde yerinde duramayan bedeni arkasına dönünce bende başımı önüme düşürdüm. "Hata bende, peşine takılıp buraya kadar geliyorum bir de!" Kendini azarlamaya koyulmuşken önümde hatta etrafımı çevreleyen gölcüklerin üzerine çarpan damlaları izledim.

Ondan sonrası kontrolüm dışımda gelişti çünkü tepki veremedim, kelimeler bile konuşmak için gereksiz geldi. Sessiz kalmam üzerine kolumdan tuttuğu gibi kaldırıp arabasına yönlendirdi. Sırılsıklam halde arabaya bindik. Ceketi hala omuzlarımın üzerindeyken hem içimdekilerin ıslaklığı hemde oyalandığımız için ıslanan ceketi ayrı bir ağırlık oluşturmuştu omuzlarıma. Çöktüm.

Bedenim koltuğun üzerinde büzüşürken kesemediğim titremelerimle başımı cama yasladım. İçerisi bir anda ısınsada ben ısınamamıştım. Daha çok üşüdüm, daha çok yandım, daha çok yenildim kendime. Gözlerim arabanın önünde bir yere takılırken ağlayaşım durmuş iç çekişlerim son bulamamıştı. Yolun çoğunu hiç konuşmadan geçirdik. Çok yabancıydık o an. Sessizlik çığ gibi büyürken ısınamayan bedenimin titreyişim artmış, gözlerim kapanmak için ağırca açılıp kapanıyordu. Tatlı bir sıcaklık uvuzlarımı esir alırken uyku baskın geldi ve fazla direnmeyip gözlerimi yumdum fakat saniyeler sonra sessizliğin bozulmasıyla tekrardan üşümemi sağlayan sesi işittim.

"Sakın uyuma."

Onunla inatlaşmak yerine gözlerimle inatlaşıp göz kapaklarımı araladım. Bana baktığını hissedebiliyordum, buna karşın yorgun bakışlarımı önümde tutmayı başarmıştım. Beş dakika dolmadan evin önünde durduk. Beklemeden inerken bir dakika sonra ardından bende uyuşan bedenimi hareket ettirince omuzlarımdaki ceket inerken yeri boyladı. Ayaklarımın dibinde suyun içinde kalınca, almam gerekirken öylece baktım.

"Ben alırım." Ona bakmadan onaylayıp benim için asırlık gelen adımlarımla kapıya ulaştım. Arkamdan homurdanıp açık bıraktığım kapıyı sertçe örtüp yanıma geldi. Evin kapısını açınca ondan önce girdim. İçi su dolan botlarımdan kurtuldum.

"Şu halimize bak. Memnun musun bari?" deyince başımda dikilen ıslak bedenini süzdüm. Bakışlarım son olarak yüzünde durduğunda keyiften yoksun bir kıvrılma oldu dudaklarımın kıyısında. "Memnun olması gereken kişi sen olmalısın. Nede olsa söylediklerini kabullendim." deyip bakışlarımı keskin gözlerinden kaçırdım. "Yok dedin, yok dedim." Sakin kalan son cümlemde dudaklarımın arasında son buldu.

"Evim yok. Babam yok. Kimsem yok." Titrek bir nefes alıp ifadesizce bekleyen gözlerine baktım. "Sen neden varsın peki?"

Yutkundu. Gözlerini kaçıran taraf bu kez o oldu. Bu sorunun cevabını onunda bilmediğini biliyordum. O yüzden bir şey söylemesini beklemeden yorgun adımlarla odama çıktım. Kapıyı ardımda kapatırken bir hışımla çıktığım, kararlı, dönmeyeceğini umut eden kızın bitmiş halde aynı yerde olması acı bir gülümseme bıraktı. Ama ne gülümseme, ruhum ayaklarımın altına yığıldı. Bedenimde yığılmadan kendimi yatağın üzerine bıraktım. Islaklığımı hatta üşüyor oluşumu önemsemeden yatağın kıyısına oturdum. Sadece sokak lambasının aydınlattığı odada yere yansıyan cılız gölgemi izledim.

Kaç saat öyle kaldım bilmiyorum fakat kapının tıklatılmasıyla irkilsem de daldığım yerden başımı kaldırmadım. Cevapta vermedim. Bir kez daha tıklatılırken bu kez beklemeden kapının gıcırtılı sesiyle beraber koridorun ışığı hüzmeler halinde doldu ve gölgemin üzerini başka bir gölge kapladı.

Kapı kapanıp, oda bir anda aydınlanınca gölgelerde kayboldu. Yinede o yerde kalan kırıntılarımı izlemeye doyamadım. Bir kaç adımdan sonra sıkıntılı nefes sesleriyle yanıma oturdu. "Değişmemişsin üzerini." Hala benim nasıl konuşuyor anlayamıyorum. Benim yüzümden ıslanmıştı, zor durumda bırakmıştım, belkide hak etmediği cümleler söylemiştim yinede gelmesini bir nedene bağlayamıyordum.

"Kurur."

"Üzerinde kuruması yerine bırakalım sensiz kurusunlar." Bunlardan başka neyim kaldı ki?

Yorgun olmama rağmen omuz silktim. "İstemiyorum." dedim cılız ses tonumla.

"İnat etmeyi bırak, üzerini değiştir. Hasta olacaksın." dediğinde güldüm. "Bana acımana gerek yok." diye karşılık verdim sözlerine.

Homurtular eşliğinde, "Sana acıdığım falan yok." diye sertçe söylendi. Göremesem de kaşlarını çattığına emindim. "Bir kerede şımarıklığını bırakıp, söz dinlesen olmaz mı?" Ses tonu sakin çıksa da şımarık kelimesi kaşlarımı çatmama, omzumun üzerinden gerilen ifademle ona bakmama neden oldu.

"İstemiyorum diyorum neyini anlamıyorsun. Yalnız bırak beni!" dedim dişlerimin arasından. "Kendimle bırak!"

Gözlerinde tuhaf bir duygu geçerken, kaşları usulca çatıldı ve çenesi kasıldı. "Bende hastalanacaksın diyorum. Sonra hastayım deyip yardım isteme benden. Bir de bebek bakıcısı olamam." Tam beni ne kadar düşünüyor fikrine kapılan yanıma ikinci cümlesiyle tokat atmıştı. Kaşlarım iyice çatılırken kısık sesle söylenmesine, "Sanki değilmişim gibi..." diye devam edince dişlerimi sinirle sıktım.

"Merak etme, ölsem yardım istemem senden." Saatler sonra sesim ilk bu kadar kendinden ve baskın çıkmıştı.

Tek kaşını yukarı kaldırıp başını iki yana salladı. "Tutamayacağın sözler verme kendine."

"İyi sende tutamayacağın bir söz ver o halde zamanı geldiğinde ödeşiriz."

Ciddiyetimi sorgulayan koyu gözleri göz bebeklerime uzunca baktı. Sakin görünüyordu. İç çekip, "İyi verelim bakalım." deyip son kez bana bakıp doğruldu. Odadan çıkmadan önce beni şaşkına uğratan alıntıyı yapıp çıktı. "Ölsen, kılımı kıpırdatmam."

▪️▪️▪️

"Sözümü dinlemezsen hasta olursun." diye söylenen annemin elini tutmuştum. "Hasta oldum diye üzüldün mü?" Ağzımdaki ölçeğin düşmesini önemsemeden konuştum. Annem sıkıntılı bir nefes verip ölçeği tekrar dudaklarımın arasına yerleştirirken, "Üzüldüm ama kızdım da. Şu şımarık tavırlarını ne zaman bırakacaksın kızım. Yoruldum artık seninle uğraşmaktan."

Gözlerimin içi yanarken gözlerimi bir saniye olsun annemden ayıramadım. Sanki kapatsam yok olacakmış gibiydi. Diyemedim ki beni sevin diye bu hallerim. İlginizi çekmek, bir kez olsun yanımda kalın diye. Ama ben o tavırlarla değil, hastalanarak başarmıştım yanımda olmalarını. Babam telaşla içeri girerken annem ölçeği almış sallıyordu.

"Neyi var?" dedi ve iki koca adımda yanıma ulaşıp buz gibi elini alnıma yasladı. Babamı ilk kez böyle korku dolu görüyordum ve ilk kez parmakları saçlarıma dokunmuştu uzun bir aradan sonra.

"Erdemle havuza girmişler bu soğukta. Saatlerdir ateşi var." diye açıklamada bulunan anneme gülümsedim. Suyun altında kaç dakika kalabiliriz yarış yapmıştık. Tabi ki ikimizde yirmi saniyeden fazla kalamamıştık, bizi havuzda gören annem ise çılgına dönmüştü. O anı aklıma gelince güldüm. Komikti.

"Hastaneye gidelim." Babam üzerimdeki çarşafı çekince titredim. "Üşüyorum." Bir birine değen dişlerimin sesi kulaklarımda yer buldu.

Küçük bedenimi kucaklayana babama iyice sokulup kollarımı boynuna doladım. Başımı boynuna girerken ilk kez kokusunu bu kadar net alıyordum. Sarılmama izin vermeyen babam ilk kez beni kucaklıyordu. Gözlerim bu huzurlu koku eşliğinde kapanırken, "Sana bir şey olmasına izin vermem." diye eklenen sözcükler mutlulukla gülümsetmişti. İzin vermeyecekti, biliyorum.

Gece boyunca aklımdan gitmeyen anıların sonuncusu ile gözlerim yanarken, "Şimdi de izin verme." dedim kendi kendime söylenerek. Boğazımda oluşan gıcıkla öksürüp yorgana daha çok sarındım. Neden soğuktu ki bu kadar?

On dakikada bir odanın içinde homurdanan ses tekrarlandı. Yorganın altında kaldığım için sesi net değildi yada kulağımdaki uğuldamalar buna izin vermiyordu.

"Kalksana kızım! Geç kaldık diyorum iki saattir."

Üzerimdeki yorganın tek hamlede çekilmesiyle buz gibi havayla titreyişim artmış daha çok içime çekildim. "Aferin sana kıyafetleri üzerinde kurutmayı başarmışsın."

Zar zor gözlerimi açıp tepemde dikilen Onur'un bulanık görüntüsüne yüzümü buruşturarak baktım. El yordamıyla yorgana uzansam da, yatağın bir ucunda kalan yorgana kalkmadan ulaşmam imkansızdı fakat kalkacak halim yoktu.

"Delirdin mi sen? Neden yorganımı çekiyorsun!" diye bağırmaya çalışsam da boğazımdaki yanmayla mırıldanmaya dönmüştü sözcüklerim.

"İlk günden geç kalacaksın. Sayende bende işe geç kaldım birde söyleniyor musun bana!" Yüksek sesle konuşmasıyla huzursuzca yerimde kıpırdandım. Kısık gözlerimi kapatmamak için zorlarken, "Çok bağırıyorsun." diye geveledim. Bu kez ona doğru dönüp cenin pozisyonuna geçip bacaklarımı karnıma gömdüm. "Üşüyorum, üzerimi ört."

Afalladı. "Ne- Ne üşümesi?"

Nihayet dayanmayıp gözlerimi yummuştum. Sakin soluklarını duysam da üzerime örtünmeyen yorganla tekrar homurdandım. "Ört dedim!"

Alnıma kapanan elle irkildim. "Yanıyorsun sen." Kaşlarımı çattım. Sensin yanan demek istedim ama konuşacak gücüm yoktu onun yerine kafamı yastığa gömdüm. "Senin ya kendinle zorun var, yada beni sınıyorsun."

Omuzlarımdan tutulup oturur hale gelince geriye tekrar düşmek için hamlede bulunacakken aynı eller izin vermedi. "Uslu dur." Yakınımda içimi sıcacık eden sesi gözlerimi aralamama yetmişti. Yanıma oturmuş üzerimdeki ceketi çıkarmaya çalışıyordu. "Ben demiştim demekten nefret ederim. Bir kerede inat etmesen olmazdı değil mi?" Kendi kendine söylenmesi üzerine gülümsedim. Ceketi kenarı atarken eli sırtıma yapışan üstlüğüme değdi. "Bu defa terlemekten ıslatmışsın üzerini. Değiştirmemiz lazım." deyince başımı iki yana salladım fakat başıma giren keskin ağrıyla yüzümü buruşturup boşluğundan faydalanıp yatağa bıraktım kendimi.

"İyiyim ben, biraz üşüyorum sadece." dedim yarı açık gözlerim ve titreyen çeneme rağmen.

Tabi tabi der gibi bakıp gözlerini devirdi. "Hasta olmuşsun işte." deyip ayaklandıktan sonra giysi dolabımı açıp içini karıştırdı. "Gerçi şu kıyafetlerle bağışıklık sisteminin zayıf olması normal." Kısa ve dar tişörtlerimden birini havaya kaldırıp sağlı sollu inceledi. "Şuna bak..."Yüzünü buruşturup dolabın için geri gönderdi. İçimdeki sıkıntıyla bitkince hareketlerini izlerken beyaz gömleğin üzerinde ne kadar güzel olduğu düştü zihnime. Günlük hayatında neden giymiyor ki?

"Öyle." Ciğerlerimi dolduracak derin bir nefes çektim içime. Bu hareketim kaburgalarımı sızlatsa da bozuntuya vermeden devam ettim. "Bağışıklık sistemimde, kalbim gibi çabuk kırılıyor."

Hareketleri durdu. Ağır çekimde kendini geri çekip omzunun üzerinden bana baktı. Bunu beklemediğini belli eden bir duraksama oluştu ifadesinde. Yorgun bakışlarımı ondan ayırmadan yan dönüp ellerimi bacak arama sıkıştırıp büzüldüm.

Kaşları düşünceli bir ifadeyle çatılırken dün akşamı düşündüğünü zannediyordum. "Bende... Kırdım?" Sözleri fikrimi dolaylı yoldan onayladı. Ona kızgındım ama kırgın mıydım onu bilmiyordum. Burukça gülümsedim kapanmaya niyetli gözlerimi ağırca kırptım. "Kırıktı zaten."

Baktı, baktı, bir şey söylemeden başını salladı. Dolaptan bir şey çıkarıp üzerime attı. "Ben dönene kadar giymiş ol."

Arkasına dönünce fark ettiğim ayrıntı ile konuştum. "İşe geç kaldın." Görüntüsü silikleşmeye başladı.

Bana bakmadan, "Bugün gitmeyeceğim. Kırdıklarımı toplamam lazım." deyip odadan çıkarken kapıyı da ardından kapatmıştı.

Zihnim cümlesini ayırt edemeyecek kadar bulanıklaşırken, uykuya dalmadan doğrulup tenime yapışan üstlüğü çıkarıp bol tişörtü giyerken ayaklarımın ucunda duran yorganı kendime çekip içine sokuldum.

Zaman için dakikalar ifade etse de benim için bir göz açıp kapamayla gerçekleşen yorganın çekilmesiyle inleyip yastığa gömüldüm. "Söz dinle biraz."

Daha ince bir şey üzerime örtülüp, alnıma ise ıslak ve tuhaf kokulu bir şey konunca burnumu kırıştırıp elimi istemsiz olarak üzerine götürdüm.

"Dokunma."

Elimi yanıma düşerken gözlerimi bile açamamıştım. Son olarak koltuk altıma soğuk metal çubuğu yerleştirdi. Göz kapaklarımı açmak için savaş verirken baskın gelen uyuma isteğime direnip dudaklarımı oynattım. "Ben- senden yardım istediğimi hatırlamıyorum." diye mırıldandım. Tutamayacağım bir söz vermemiştim, ama o kesinlikle sözünün arkasında değildi.

"Bir tek vicdanıma söz geçiremiyorum, kusura bakmayacaksın artık."

Yakamdan içime sızan soğuk elinin tenime teması ile irkilirken, titreyen dudaklarım "Buz gibisin." diye inledim. Hem koltuk altıma sıkıştırılan metal çubuk hemde eli yok oldu. Derin nefeslerini ve odanın içindeki sert adımlarını işittim. "Gerçi bir tek elin değil..."

"Ateşin çok yüksek." Endişeli ses tonu cümlemi yarıda kesti.

Zorlukla yutkunup silikleşmeye başlayan bilincimle aklımda son kalan kırıntılar ise içimde kaldı. "Senin kalbinde buz gibi." Hayır kalmamıştı, sesim kulağıma ulaştı.

Kısa ama gözlerimi açmamak için kendimle mücadele verdiğim bir sessizlik oluşsa da göz kapaklarım açılmamaya mühürlenmişti. Oysaki sessiz kalması ifadesine bakmak istememi körüklüyordu. Duymuş mudur ki?

Sessizce, "Öyledir." deyip iç sesimi onayladı. Alnımın üzerindeki ıslaklık kaybolurken, saniyeler sonra daha soğuk şekilde yerini aldı. "O yüzden ne söylesen işlemez." diye devam ettirdiğinde ses tonunda ki sitemde, kırgınlıkta aksini iddia ediyordu. "Dert etme."

"Ne söylediğimin bir önemi var mı ki?" Burnumdan aldığım nefesler yetersiz gelince aralık dudaklarımdan derin bir nefes alıp ciğerlerime hapsettim. Anlamsızlaşmaya başlayan konuşmamızı devam ettirmek istedim o an. "Beni dinler misin ki?" Babam beni bile dinlemezken sen mi dinleyeceksin...

Odanın uzak bir köşesinde sesini işittim. "Dinlerim." dedi dalgınca, üstüne art arda gelen mesaj sesleriyle meşgul olup sadece beni geçiştirmek için verdiği cevap olduğunu anladım. Seni kimse dinlemez Masal, diyen iç sesime hak verdim.

"Dinlemen için önce duyman gerekir." diye fısıldarken duyduğuna emin değildim. "Sen beni duymuyorsun." Sesim kulaklarım ulaşmamıştı bu kez. Belkide içimden söylemiştim ama yinede o an kelimeleri dile getirmek istedim. Anılarımın canlanması ile karanlığa teslim oldum bu kez.

"Babam gelecek değil mi Anne, beraber doğum günümü kutlayacağız." deyip sabırsız yerimde kıpırdandım. "Bana hediye almış mıdır?"

Annemin sıkıntılı nefesi üzerine bakışlarını bana çevirdi. "Bugün kutladık ya kızım. Hem baban sevmiyor. Kızdırmayalım onu."

Yüzüm asıldı. Başımı şiddetle iki yana salladım. "Olmaz. Ben babamla kutlamak istiyorum. Belki bu yıl kızmaz." Bugün on bir yaşıma girecektim. Her yıl kutlardık ama babam olmadan. Ve ben her yıl babam diye tuttursam da akşamında öfkeli bakışları ile ağlayarak odama çıkardım. Fakat yinede ümitliyim, belki bu kez öfkelenmez.

Bunun üzerine annem ses çıkarmazken salondan içeri babam girdi. Ve bende büyük bir coşkuyla yerimden kalkıp yüzüme kocaman bir gülümseme yerleştirdim. Ellerinin boş olduğunu fark etsem de gülümsememi soldurmadım. Benim istediğim hediye değildi, onunla kutlamaktı.

Kendi koltuğuna oturana kadar bana bakmamıştı. Ondan sonrada bakmadı.

"Yemeğe geçelim mi?"

Babam başını sallayıp ayaklanırken, anneme baktım. Bana onaylamaz bakışlar atarken babama seslendim. Çatık kaşlarının altındaki gözleri nihayet beni bulurken konuşmam için bekledi.

"Bir şey unutmadın mı?" Kaşları bilinmezlikle havalanırken anneme baktı. Annem bir şey söylemek yerine bakışlarını kaçırınca bir adım öne çıkıp gülümsedim. "Bugün doğum günüm. Hatırlıyorsun değil mi?" Lütfen evet baba.

Babamın bakışları bir kez olsun bana dönmezken gerilen ifadesi annemdeydi.
"Hatırladın mı?"
Ağlamamak için eteğimi kenarlarına avuçlarıma hapsedip sıktım. "Hatırladın mı?" diye tekrarladım. Gözyaşlarım akmaya başladı. "Baba..." diye fısıldayıp öne doğru bir adım çıktım.

"Sustur şunu!" Ağlayışım şiddetlenirken annem ayaklanıp yanıma geldi. "Hatırlamadı anne..."

"Hadi odana gidelim." deyip omuzlarımda tutup yönlendirirken ben aynı şeyi tekrarlayıp durdum. Hatırlamadı anne...
Babam hatırlamadı....
Hatırlamadı...

"Hatırlamadı." Nefes nefese yerimde sıçrarken zihnim aynı cümleyi tekrarlarken kapalı gözlerimi açamadım. Kucağıma bir şey düşerken hafif aralanan gözlerimin önünde bir silüet belirip omuzlarımda tutup geri yatırdı. Başıma giren ağrı ile yüzümü buruştururken kucağımdaki bezi alıp kuru bezle alnımı ve boynumdaki ıslaklığı silen Yaseminin yüzünü nihayet seçebilmiştim.

"Kabus mu gördün?" diye sorunca bir süre sessiz kalıp bilincimin yerine gelmesini bekledim. İşini bitirip yanıma oturdu. "Korkuttun hepimizi. Çok ateşin vardı havale geçireceksin sandık. Neyse ki abimler doktor çağırdı da iğne yaptı. Saatlerdir mışıl mışıl uyuyorsun."

Kaşlarım usulca çatılırken, bunların hangi zaman diliminde olduğunu hatırlamaya çalıştım. Odanın lambası açıktı, başımı hafif çevirip cama baktığımda havanın kararmış olduğunu görünce gözlerim dahada açıldı. Kaç saattir uyuyorum? Belkide bir gün geçmiştir...

"İyi misin?" diye sorunca başımı sallamakla yetindim.

"Ben haber vereyim uyandığını."

Bakışlarım camdan ayrılmazken gördüğüm rüyanın etkileri damarlarımda dolaşıyordu. Gözlerim nemlenmişti. Uzun bir aradan sonra annemi görüyordum. Yüzünü tekrar gözümün önüne getirmeyi hayal etsem de karartılı bir silüet olarak geliyordu.

Şimdi daha iyi anlıyorum, insan hastalanınca geçmişi görmesi tamamiyle en savunmasız anın olmasından kaynaklıydı. Ben annemi en savunmasız zamanımda gördüm.

Kapının gıcırtılı sesi ile buğulaşan bakışlarımı önüme çevirdim. Gelen Onurdu. Bir kaç adımda yanıma ulaşırken tereddütle Yaseminin kalktığı yere, yanıma oturdu. "Uyanmışsın." deyip gülümsedi. Eli yavaşça alnıma deyip vücut ısımı kontrol ederken memnun ifadesi gözlerimde durdu. Sessiz kaldım. Konuşmak istemiyordum. Alnıma alev topuna dönen elini geri çektiğinde tuttuğum nefesimi usulca bıraktım.

İç çekti. "İzin vermemeliydim." Dudakları düz çizgi haline dönerken, ifadesi aniden durgunlaştı. "Ne olursa olsun, ne söylersen söyle, gitmene izin vermemeliydim." Gözlerinde geçen duyguda, sözlerindeki anlamda vicdanın benim için sızladığını anlamıştım. "Benim yüzümden, daha kötü olabilirdin."

Olmadım demek istedim fakat konuşamadım. Canım susmak istiyordu. Sıkıntılı nefesi rüzgar gibi üzerimde esti. "Sana kızgındım. Kendimce bir ders vermek istedim ama kendim bir ders almış oldum." Korkmuştu. Bunu bana endişeyle bakan gözlerinden anlayabiliyordum.

Saniyelik bir sessizlik çöktü araya.

Bakışları benden bir cevap beklediğini belli edince sadece baktım. Kaşları çatılırken dudakları keyiften yoksun bir şekilde kıvrıldı. "Suskunsun, ne o yağmur suyu dilinde çekme mi yaptı?" Öfkelenmek yada tam tersi gülmemi tetikleyecek cümlesi zihnimde pasif kaldı. Çünkü aklım onlarda kalmıştı. Mutsuz olsam da keşke hep o anıda kalsaydım. Neden uyandım ki?

"Normalde konuşmaman işime gelir." diye mırıldandı. "Ama şimdi nedense sesini duymak istiyorum." Tedirgin gözleri yüzümde dolandı. "Konuşmayacak mısın?"

Sesimi mi duymak istiyor? Kaşlarım bu düşünceyle çatılırken şimdi gerçekten de ne diyeceğimi bilmiyordum. "Seni duymam için önce konuşman gerekir." dediğinde tanıdık gelen sözcükler uyumadan önce söylediklerime değiniyordu. Beni duymuştu.

"Susarak ta duyulmaz mı insan?" Boğazımdaki kuruluğa rağmen düşüncelerim sözcüklere dönüşmüş sesimi bulmuştu.

İfadesi anında gevşedi fakat sonra garip ve derin anlamlara döndü. Yutkundu. "Duyulur." dedi ve hemen ardından başını iki yana salladı. "Ama ben duyamam. Kendimi bile zor duyarken seni hiç duyamam. Konuş ki sesin bana ulaşsın." Çehresindeki yorgunluk sesine çökmüş, damağımı kurutan bir acı barındırıyordu cümlesindeki her bir sözcük.

Kafamı sakince salladım fakat neyi onayladığımı bende bilmiyordum. "Söyleyeceklerim pek iç açıcı değil. Hoşuna gitmeyebilir." Sesim fısıltıdan ibaretti, her harf dilime batarak şekil alıyordu ve bu konuşmamı zorlaştırıyordu.

Dudaklarını araladı bir şey söyleyecek gibi oldu ama söylemek yerine önce gözlerini sonra başını indirdi. İç çekip yeniden gözlerime baktığında gözlerindeki üzüntüyü görmemle göğsümde bir ağırlık oluştu. Dudağımın içini anlık ısırdım.

Ağırca başını sallayıp avuç içlerini dizlerine koyup destek alırcasına doğruldu. Yataktan uzaklaştığına ısrarla bakmama rağmen bakışı beni bulmadan başını yere eğdi. "İlaçlarını içmen gerekiyor. Ben bir şeyler getireyim sana." O kadar hızlı kurmuştu ki bu cümleleri, sanki kendi kendine söylüyor ve biran önce çıkmak istediğini düşündürttüren dürtülerime kapılıyordum.

"Yalan söyledim sana." diye sessizce mırıldandığım da, düşünmeden dudaklarımdan firar eden sözcükler kulaklarıma ulaştığında neden söylediğimi anlık sorgularken olanları unutturmayacak gerçekleri konuşmak isteyen yanıma engel olamadım. Bildiğim tek şey savunmasız mantığımın en başından öğrenmesi gerekenleri şuan bilmesi gerektiğiydi. Duraksayıp ne dediğimi anlamayan ifadesiyle yüzüme baktı. "Hepsi Yasemin-..."

Adını duymuşçasına içeri pat diye giren Yaseminle sözcüklerim boğazıma tıkandı. Yüzünde öyle bir ifade oluştu ki doğrulmamı sağladı tüm yorgunluğuma rağmen. Yanılıyorum, adını duymamıştı, bir şey olmuştu.

Ağlamaklı ve titreyen sesi tek bir şeyi fısıldadı. "Abim... Gitti..."

Bölüm sonu...

Normalde buraya bir şeyler yazan biri değilim. Okuyanlar için ufak bir bilgilendirme yapmak istedim. İlk yedi bölümü normalde yirminci bölümde düzenleyecektim fakat görüyorum her geçen gün büyüyoruz ve yorum ve oy atma zorunluluğum yok iken hatta okuyan birileri var mı diye düşünmeme rağmen varlığını belli eden okuyucular için öne çekip daha iyi bir şekilde yazıp bu bölümleri etkilemeden düzenleyeceğim. Bir daha ki bölüm gecikebilir bu sebeple. Umarım sabırla beklersiniz.
Sevgiyle ve benimle kalın.
💜

Συνέχεια Ανάγνωσης

Θα σας αρέσει επίσης

NEPENTHE | Texting Από Türkan

Εφηβική Φαντασία

97.3K 3.5K 30
@Magazindetoksu yeni bir gönderi paylaştı. Şok! Şok! Şok! Genç basketbolcu Çağan Akın Arsal 8 ay önce yumruk yumruğa kavga ettiği takım arkadaşının e...
BUL BENİ Από Beyza Alkoc

Εφηβική Φαντασία

467K 35.4K 12
Boş kalan son sayfa dolmadan, kibritler yere saçılmadan, yanan son mum sönmeden, bu yabancı duman her yanımızı sarmadan ve onlar beni bulmadan bul be...
129K 6.3K 71
4 arkadaşın numara komşuları üzerine iddiaya girmeleriyle başlar her şey... Argo, küfür vs. içerir!!!
Pabucumun BadBoyu|TEXTİNG Από nurella

Εφηβική Φαντασία

2.3M 141K 60
pabucumun bayboyu Ayşen: Ama senin gibi tiplerden hoşlanmam. Ayşen: Senin gibi tipler dediğim. Ayşen: Kötü çocuk gibi takılan. Ayşen: Zeki ve çalışk...