Küçük Mucizeler Müzesi

By zihninardindakiler

4.9K 521 6.8K

Her ayın belirli bir günü bir olup rezil pijamalarla sokaklarda âdeta birer manken edasıyla yürüyen, gerçekli... More

1. Bölüm: Koltuk Altındaki Tüylü Kelepçe
2. Bölüm: Pijamalı ve Tehlikeli Bir Tarikat
3. Bölüm: Dantelli Ayşe ve Takımı
5. Bölüm: Gizel Bakkal
6. Bölüm: Sıcak Karantina Günleri ve Sıcak Ayı Savaşları
7. Bölüm: Gidenler ve Kaybedenler
8. Bölüm: Seni Seviyorum
9. Bölüm: Küçük Mucizeler Pavyonu
10. Bölüm: Yıllar ve Yollar
11. Bölüm: Behzat Amca ile Evleneceksen Ge
12. Bölüm: Geçmişe Rastlandıran Şehir
13. Bölüm: Aşk Bir Sefalet Midir?
14. Bölüm: Liman Bulma Hikâyesi
15. Bölüm: Eskişehir Pavyonlarına Son Mektup...
16. Bölüm: Yeni Masallar, Eski Kâbuslara

4. Bölüm: Ömeriye

319 44 274
By zihninardindakiler

Ali Atay - Of
Emir Can İğrek - Beyaz Skandalım

4. Bölüm: Ömeriye

"Ya Murad, benim meslek güzel de, Ramazan aylarında biraz sıkıntı olmuyor değil. Sahur saatine kadar tavuklu pilav satıyo'm, sonra apar topar o davulcu moduna giriyo'm falan. Yani söylediğimiz mani de mani olsa, ben bile bazen kendimi tokmakla kovalamak istemiyor değilim..." Muhittin abi durdu, yüzünü buruşturdu ve bir anda, tüm sokakta yankı uyandıracak şekilde bağırmaya başladı. "HAYIR YANİ YENİ CAMİİ DİREK İSTER, SÖYLEMEYE YÜREK İSTER, BENİM KARNIM YOKTUR AMA ARKADAŞIM BÖREK İSTER NEDİR ULA. ŞAKLABAN EDİYLER BİZİ."

Sinirlendiğinin sesli bir metni olan şivesi ortaya çıktığında gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım. Sıla, Tuğçe, Ayaz, Murat, Ömer ve ben, Muhittin abi tarafından rakıya getirilmiştik ve rahatlıkla şunu söyleyebilirdim ki, 'adabı vardır rakının' diyen Halil Sezai tam şu an rakı içerken ettiğimiz muhabbetleri duysa kendini kendini asabilirdi. Böyle boş, böyle gevşek bir rakı masası görmemiştim ben hiç...

Ömer olmayan saçlarını savurur gibi yapıp, yine olmayan fırfırlarıyla kendini sararak Muhittin abiye posta koydu. "Ya Muhoş negatife boğuyorsun beni şu an..."

Muhittin abi durup ona tip tip baktı. "Ne diy la bu?"

"O biraz..." dedim, durdum, Ömer'e baktım. Ona bakarken benliğimdeki tüm güzel duygular beni terk ediyordu amına koyayım ya.

"Salaktır." diye tamamladı Ayaz.

"Ay kıçıma bile layik olamayasıca!" diye cırladı bir anda Ömer ve masayı Ayaz'a doğru itti narin(!) elleriyle. "Sen var ya sen, senin o dudakların da botoks zaten, ben biliyorum. Ben hep bilirim. Oğlum bana bak, bana sataşıp durma, benim dayım mafya ha. Murat benim dayım," Murat'a yanaşıp onun beline kollarını doladı bir anda. Murat, sabrının son damlalarını harcadığını belli eden bir nefes verdi. Ömer yavru köpek misali ona bakıyordu. "Değil mi, Transformers Murat?"

Ona düz düz baktım. "Transformers Murat mı?"

Ömer beni umursamadan Murat'a sokuldu ve yılışık gözlerle ona bakmaya başladı. "Lan Murat, tut elimi buradan gidelim. Lan Murat var ya, ben öyle kolay âşık olmam da senin ayrı bir havan var. Lan Murat sen benim ciğerimi na böyle şuradan, bak tam, tam şuradan deliveren aşksın, lan beni Fas'a da götürürsün ha bu gidişle. Lan Murat kalk ayağa çıkalım gidelim koca bir aşk alev almış, alev alalım, sana bir çakmak lazım Murat..." Bize doğru dönerek profesyonel bir şekilde selam verdi. "'Lan Murat' adlı şiirimden bir kuple."

Ayaz'ı dirseğinden tutup ona yanaştım. "Bak görüyor musun adamdaki cilveyi, sabrı, emeği, gevşekliği, haysiyetsizliği... Aşk dediğin böyle yaşanır oğlum. Sen de anca rakı masasında Sprite iç." Burada bile Sprite içtiğini kendime tekrardan hatırlatmamla tadımın tuzumun kaçması bir oldu. "Ya cidden burada da mı ya? Lan miden de mi bulanmıyor senin?"

Ayaz, etrafına Vinx desenli kâğıt sardığı Sprite'sinden efkâr dolu bir yudum alarak, "Anlamazsın, evlat," dedi. "Ben bağımlıyım."

Bir tarafta Ömer'in yılışık çığlıkları, bir diğer tarafta Murat'ın küfürleri; öteki taraf benim Zuhal Topallıklarımken, Muhittin abi şoklar içerisinde bizi izliyordu. En son büyük ellerini masaya sertçe vurdu, kadehler ve yüreklerimiz kalkışa geçince de, şoklar içinde sordu: "LA BURADA NOLİY?"

"Ben suçsuzum," dedi Ayaz, ellerini kaldırdı, kaldırdığı sağ elinin işaret parmağıyla beni gösterdi fark ettirmeden(!). "Her şeyi bu yaptı. Tipine şöyle bir bakarsanız Zuhal Topal'ı andırdığını da anlarsınız zaten. Şeref diye bir şey var ya hani, bildin mi, heh işte o bu adamda yok."

Hışımla ona dönüp, bir anda kıçının altında sandalyeyi sertçe çektim ve göt üstü yere çakıldı. Tahta sandalyeyi kaldırıp, "Bir daha söyle lan, ıslak bacak!" diye bağırdım.

Bana düz düz baktı. "Islak bacak mı?"

"Kanka şimdi düşünsene duştan yeni çıkmışsın, arkadaşın darlıyor aşağıdayım in çabuk diye, aldın siyah pantolonu daha bileklerinden geçmiyo' yapışıyor her yerine, sinir krizi geçirerek yere düşüyorsun falan..." Durdum, yüzümü buruşturdum. "Bu küfür işinde çığır açtım iyice."

"Bana bak, ağır konuşuyorsun senin ağzına bahçe hortumu sokarım," dedi Ayaz işaret parmağını bana doğru tehditkâr biçimde sallayarak.

"Ağzıma hortum mu sokarsın? Bir de bahçede kullanılanından?"

"Hee," dedi Ayaz tek hareketle doğrulurken. Masadaki herkes bizim bu azılı kavgamızı izliyorlardı şu an. "Sonra da musluğu açarım, hep için su dolar, çatlar patlarsın..."

"IYYYY!" diye bağırdım tiksintiyle. "Oğlum sen ne iğrenç bir adam çıktın lan!"

Biz daha uzun süre bu şekilde devam edebilirdik ama masada oturan o iki çılgın Karadenizli bizi canımızla tehdit edip susturdular.

Saat ilerledikçe artık gerçekten alkollüydük, artık gerçekten geceydi ve mekânda çalan arabesk şarkıya eşlik ediyorduk. Masada bünyesi alkole karşı dayanıklı bir ben ve Murat olduğumuzdan, diğerleri şu an kafalarını çoktan uçuş moduna ayarlamışlardı bile. Hele Sıla hakkında konuşmak istemiyordum, geldiğimizden beri kestiği garsonu sarhoş kafayla ayartıp kayıplara karıştığı andan beri onun hakkında cidden konuşmak istemiyordum...

"Eskiden arkadaşlarla ne zaman rakı masasına otursak ve mezelerin hepsini yemek istesem şarkı söylerdim," dedi Murat çatık kaşlarla masadaki bitmek üzere olan mezelere bakarken. Sırıtarak pişkin pişkin mezeye bandığım ekmeğimi ağzıma attım. "Sesimi duyunca bilye gibi dağılırlardı... Bana bakın, bir açarım ağzımı, bir girerim şarkıya kafa sesimden manyak olursunuz. Bırakın lan mezeleri, hayvanlar!"

Muhittin abi yüzünü buruşturdu. "Hatırlıyorum ya, Allah kahretsin şu an. N'olur şarkı söyleme Murad gerçekten tam şu an bırakiyrum yemeyi."

Ellerimi uzatıp yanaklarını çekiştirdim. "Uiyyy, birakma yemeyu da..."

Bir süre daha -Muhittin abi beni nereden çıkardığını hâlâ düşündüğüm tokmağıyla meyhane boyu kovalayana kadar- onun konuşmasını taklit etmiştim ve cırlayarak gülmüştük. Tekrardan gidip masaya oturduğumuzda Murat da içinde olmak üzere -sesi abarttığından da kötüydü- hepimiz şarkılara eşlik etmiş, kadehlerimizi tokuşturmuştuk ve şu an muhabbet ediyorduk.

"HATRRRRIMM ÇİĞNENNDİ, KALBİMMM KIRILDI, ÖMRÜMÜN DERDİNİ BENİM MESELEM..." diye bağırarak eşlik etti Müslüm Gürses'e Murat. Kafama sıkmak istedim.

"Sus, sus!" diye cırladı Ömer. "Ya Murat bu nedir yavşıyoruz ediyoruz insan biraz layık olmaya uğraşır amına koyayım bir de bana laf dokundurtuyorsun utanmadan be!"

"Ne lan, gören de sesiyle camları çatlatıyor sanacak ağzının ortasına çakarım tekmeyi," diye homurdandı Murat.

Ömer ona düz düz baktı. "Osuruklu sıçarken senden daha iyi ses çıkarıyo'm."

Murat şöyle bir doğrulur gibi oldu ama Ömer için kendini yormaya değmeyeceğini sonunda anlamış olacak ki umursamayıp rakısını yudumlamaya devam etti. Bu sırada Ayaz ve Ömer bir köşede laf dalaşı yapıyor, Tuğçe donuk gözlerle kadehini izliyordu. Bense nötrdüm, arada Muhittin abiye öpücük atıyordum ve o da bana tuzluk fırlatıyordu.

Ortamda oluşan sessizlikten yararlanan beynim, geçen gece pavyonda çıkan kavgada tanıştığım kızı zihnimin odak noktası yaptığında bir an durup kaşlarımı çattım. O gece bir ateş yakıp, yaktığımız ateş sönene kadar içtiğimizi ve en son uyuyakaldığımı hatırlıyordum, uyandığımda da o kız dışında -ismini hatırlamıyordum ama garip bir şey olduğuna yemin edebilirdim- hepimizin sokakta yattığımızı görmüştüm. Birkaç dakika içinde durumu kavrayabildiğimde hepsini şamarlayarak uyandırmıştım... Ankara'ya geldiğimizden beri yaptığım en zevkli aktivite olabilirdi ama o kızı bir daha hiç görmemiştim.

"Ya Hüseyin, benim çok acayip merak ettiğim bir şey var," dedi Murat bir anda. Gözlerimi ona çevirdim. "Sen nasıl böyle iyi geçinebiliyorsun lan? Motorun var, evin bayağı iyi, paran var falan... Alkoliksin bir de... Dövmede iyi para olduğunu biliyorum da şu ev işi biraz garip lan. Hırsız olmayasın sen."

Ona imâlı imâlı baktım. "Ne hırsızlığı lan Murat, sen şu yüzüme bak bakayım benim, bakamadın değil mi? Bakamazsın. Ar namustan bakılmıyor benim suratıma." Ekmeğimi önümdeki mezeye banıp ağzıma attım. "Dolandırıcıyım ben. İkisini karıştırmazsak güzel olur."

Ayaz ve Tuğçe dışında masa kahkahalara boğulurken, biz durmuş onlara boş boş bakıyorduk. Murat bir süre güldü, ardından benim ciddiyetimin farkına vardı ve dudakları aralandı. Küçük bir şoka girmişti yavrum benim.

"Ciddi misin lan?" dedi kaşlarını anlam vermek ister gibi çatarak. Ben daha bir tepki veremeden, "Ya yürü git, bu benim elimle ayağım dışında hiçbir şeyi dolandıramaz," dedi Ömer.

Sırıttım. "Bence kanıtlamamı istemezsiniz."

Birkaç saniye, bu bizi mi yiyo' yoksa polis falan mı çağırsak der gibi birbirlerine baktılar; o sırada Sıla da masaya gelmiş, sek rakıyı anlık sinirle fondip yapmış ve bayılmıştı. Tuğçe bir an durup, ayaklarının dibine yığılan kıza düz düz bakıp bize geri döndü. Garipti ama bunu hiç umursamamıştılar şu an.

"Oğlum siz salak mısınız lan, kaldırsanıza kızı," diye homurdandım yerde yatan Sıla'yı Tuğçe'ye işaret ederek.

Tuğçe omuz silkti. "Kaldırsak sıkıntı asıl kanka. Yatıyo' işte ne güzel kimseye zararı yok şu an." Kadehini kaldırıp bağırdı: "DOLDURRR BE MEYHAN- LAN MEYHANECİ NEREDE?"

Tek kadehle sarhoş olan Dantelli Ayşe kod adlı Tuğçe aşko, elinde boş kadehiyle kalktı ve meyhane turuna başladı. Evet. Kadehini doldurabilmek için. Yine evet. Masada yüzlük rakı şişesi varken.

"Aşırı eğlenceli bir karı ya, bayılıyorum..." dedi Ayaz katıla katıla gülerken ve bir anda kendini yere attı. "Ahan da bayıldım."

Muhittin abi durdu, dudaklarını araladı, konuşacak gibi oldu, sustu, sonra ağzını tekrar açtı ama konuşamıyordu... "Oğlum..." dedi şoklar içinde meyhaneyi birbirine katışımızı izlerken.

"Abi sen var ya her seferinde bu tepkileri verirsen manyak olursun," dedi Murat stabil gözlerle bizimkileri izlerken ve tam o sırada bir gürültü koptu; Ömer, masamızın bir bacağını nasıl olduğunu asla anlayamadığım bir şekilde kırmıştı şu an ve masanın üstündekiler resmen sörf yapıyorlardı amına koyayım. Biz daha bir tepki veremeden, "Ben demedim mi lan sana kırarım diye, çakma Peter Pan?" diye bağırdı Ömer garsonlardan birine.

"Abi sen ciddi ciddi masanın bacağını kırdın mı şu an? Sen bunu cidden yaptın mı?" Ne ara onun yanına gittiğini anlayamadığım Tuğçe, bir anda kendini adamın önündeki tekerlekli servis arabasının üzerine serdi ve araba adamın elinden kaydı gitti.

Beş dakika sonrasından anlatıyorum şimdi size. Tuğçe'nin o servis arabasıyla resmen hızlı hızlı meyhaneden de çıkıp bir tarafını kıracağını anladığımda, asla bir beyine sahip olmadığım için bir servis arabası da ben kaptım ve biz arka arkaya meyhaneden dışarı attık kendimizi son sürat giden küçük servis arabalarında. Tuğçe'ninkini bilmiyorum ama benim durmamı sağlayan şey park hâlindeki bir arabaya vurup, arabanın etrafında takla atarak yere çakılmam oldu. "Bu ne biçim gece amına koyayım ya, rakı mı kaçaktı anlamıyorum ki," diye homurdanırken doğrulmaya çalışıyordum.

"Kanka iyi misin lan, benim kol koptu galiba!" diye bağırdı Tuğçe. Sağ tarafıma dönüp ona düz düz baktım. Hemen yanımdaydı ve karşısında Hababam Sınıfı'ndaki Paşa Nuri yoktu.

"Duyuyorum seni kanka, kulağıma bir şey olmadı ama..." Ağlamaklı bir sürat ifadesiyle popomu gösterdim. "Çanak çekmiyo' şu an..."

"HEEEE!" dedi Tuğçe, hâlâ bağırıyordu. "Çanaksa sıkıntı yok da ben kendi sesimi duymuyorum lan. Sesim mi kısık yoksa yandaki arabanın kornası kulağımın zarını mı sikti anlayamadım kanka."

"La sesini kıs sesini!"

"Kanka öyle duymuyo'm!"

Üzerimize bir gölgenin devrildiğini hissettiğimde, gözlerimi kaldırıp gelen kişiye baktım. Murat kafamızda dikilmiş öylece bizi izliyordu.

"N'OLDU?" diye bağırdık Tuğçe ile aynı anda.

"Sizin var ya aklınız yok." Sırıttı. "Yana kay lan Hüso, ben de yatacağım. Bayağı rahata benziyor dışarıdan ha."

Murat ortamıza yattıktan birkaç saniye sonra Tuğçe kalkmış ve diğerlerinin yanına gitmişti. Kısa bir süre gözlerim yıldızların üzerinde dolanır gibi oldu, garipti ama yıldızlar bile eskisi gibi gökyüzünün teninde yanmıyordu. "Belki de yıldızlar gökyüzünün yanık izleridir ve gökyüzü rejenerayona uğramıştır," diye mırıldandım ağzımın içinde.

"Ne?" dedi Murat ben daha söylediğim cümlenin şokunu atlatamadan.

"Çok çirkindi değil mi?" dedim yüzümü buruşturarak.

"Bir an kendimi Miraç Çağrı Aktaş'ın Twitter'inde falan sandım.." dedi Murat öğürerek. Uzun süre -cidden, dakikalarca- ona bu söylediğinin ne kadar kabaca ve kötü olduğunu, onu tokatlamak istediğimi ama gerçekten kıçımın acıdığını anlattım. Diyaframımı şişiren konuşmamın sonunda bana verdiği tek tepki şuydu: "Senin ben aklını sikeyim."

"Zırlama lan," dedim kafamı arkaya atıp bir kahkaha patlatırken, o da gülüyordu. Ensemi kimin olduğunu bilmediğim arabanın camına yaslayarak arka cebimden sigara paketimi çıkardım ve kırılan sigaralarıma ağlamaklı gözlerle bakıp sağlam bir tanesini dudaklarının arasında dengeleyerek yaktım.

"Şu dolandırıcılık işi..." dedi Murat, durdu, kaşlarını çattı. "Ciddi misin?"

Bunu ona anlatıp anlatmamayı ya da anlatırsam onun kafasında dönüşeceğim insanı merak etmiyordum, kötü bir şey yapmamıştım, en azından kendi doğrularımı önüme serdiğimde bu yaptığım hiç kötü gelmemişti. O yüzden bunu anlatmakta bir sakınca görmedim.

"Peki nasıl? Yani... Kaç defa yaptın? Hassiktir lan, nasıl kaptırdım bunu sana ben ya."

"Kelimenin tam anlamıyla dolandırıcı sayılmam aslında, taşak geçiyorum biraz da ama şu an yaşadığım eve beni evlat edinen kolpa cici ailem sayesinde sahibim," dedim gülerek. "İkisi de birbirlerini aldatıyorlardı ve adamı bizzat yatakta, kadını da dernek diye gittiği diğer adamdan yaptığı çocuklarıyla olan evde yakalayıp fotoğraflamıştım. Cidden garip bir aileydi, 15 yaşındayken girip 18 yaşındayken çıkmıştım işte o evden. Ve işin trajikomik tarafı hâlâ ara sıra görüşürüz, muhteşem bir evlilikleri var, adam Instagram'da Anıl Altan falan resmen amına koyayım şok olursun..."

Murat aralıklı dudaklar ve şaşkın gözlerle bana bakarken, "Vay," dedi kaşlarını kaldırarak. "Peki seni hiç tehdit etmediler mi? Şantaj yapmışsın düpedüz ve bu büyük bir suç, nereden baksan siki tutardın. Onlarınsa kaybedebilecekleri bir şeyleri yoktu."

Güldüm. "Onların kaybedebilecekleri bir şey olmasaydı tüm bunları gizli saklı yaşamazlardı. Kadın adamdan boşanır ve gerçekten sevdiği o adamla evlenir, tam anlamıyla o mütevazı evde yaşardı; adamsa boşanır istediği zaman istediği insanla olurdu ama bunu yapmadılar. Onları ilk gördüğüm zaman, ki ikisini de asla kasıtlı olarak yakalamadım, gözlerindeki korkuyu gördüm. Birbirlerini kaybederlerdi ve bu onları mahvederdi ama ortadaki bir sevgi değildi. Ben sadece krizi fırsata çevirip sıvıştım."

Murat durdu, dilini dudaklarının üzerinde gezdirdi ve bir süre düşündü. Söylediklerimin onu şaşırttığını çok net bir şekilde görebiliyordum tam şu an. Bir şey söylemedi, ben de kalkıp diğerlerinin yanına geçmiştim bile zaten.

Hesabı çağırdığımızda -kırılan şeylerin parasını da katmışlardı- büyük bir artistlikle benden olduklarını söyledim ve kaş göz arasında çaldığım Ömer'in cüzdanını çıkarıp kasaya doğru yürümeye başladım. Arkamdan tezahuratlar yapıyor, kendilerini yerden yere atıp, "LAN JOHNNY DEPP GİBİ ARTİST, ŞEKER GİBİ TATLI, KARRRRRI GİBİSİN KARIII!" diye bağırıyorlardı. Arkamı dönmeden biraz kıvırttım...

Hesabı ödediğimde ve Ömer'in cüzdanını ona geri attığımda, surat ifadesini keşke fotoğraflayabilseydim.

O daha bir tepki veremeden, ona doğru öpücük attım. "Dolandırabileceğim tek şey elinle ayağın değil aşko."

Ömer kalakalmış hâlde, "Lan ama şifrem..." diye sayıklıyor, Ayaz onu şamarlayarak sakinleştirmeye çalışıyor ve banka kartı şifrelerinin bana vahiy yoluyla indiğini söylüyordu...

"Bu rakı bana hiç yaramıyo' ya," diye homurdandı Ömer esneyerek. Artık meyhaneden çıkmıştık, Ömer ona giren hesabı sindirmişti ve kaldığımız otele doğru yürüyorduk. "Gevşeklik seviyem düşüyor rakı içince. Hemen özüme dönmem gerek şu an. Hüseyin harca beni."

Ona, hissettiğim tüm iğrentiyi dışa vuran bir bakış fırlattım. "Oğlum ne güzel Murat'a sarmıştın hani Allah seni kahretsin ya."

Ömer, yanağını omzuna yasladığı -anca omzuna yetişiyordu zaten- Ayaz'dan ayrılıp gözlerini kıstı. Bir süre Kemal Sunal ve Şener Şen misali bakıştık, bu bakışmayı bölen Muhittin abinin tokmağı sokaktan geçen bir adamın tam ensesine laaps diye indirmesi oldu.

"Abi naptın?!" diye bağırdı Ayaz şok içinde. Muhittin abi ise bir cevap vermedi, sanki adam sokak ortasında 2.80 öylece ölü gibi yatmıyormuşçasına sallana sallana yürümeye devam etti.

"Bu adam da biraz rahatsız ha," dedi Tuğçe onun arkasından bakakalırken. "Kimi görse indiriyor tokmakla. Yüce Honos gibi lan. Aşırı iyi char."

Muhittin abi arkasını dönüp bize iyi geceler dilemiş ve evine doğru yürümeye devam etmişti. Sıla'yı yurda bırakmış, kaldığımız otele geçmiştik. Odama çıkar çıkmaz yaptığım ilk şey duş almak olmuştu, şimdi ise bornozumla yatağa uzanmış keyif çatıyordum. Bilgisayarımı kucağıma çekip, hangi diziye başlayacağımı düşünürken listemde gezinmeye başladım.

Kapım tıklatıldığında gözlerim saate kaydı, neredeyse sabaha geliyordu ve bu saatte oda görevlisinin olması imkânsızdı. Kaşlarımı çatıp, yalnızca birkaç saniye içinde üzerimi giyinip -bu da benim tek yeteneğim falandı- kapıyı açtım.

"Güzel," dedi Murat, muhtemelen kapıya yeniden vurmak için kaldırdığı elini ensesine atıp kaşıdı ben onun neden burada olduğunu sorgularken. "Uyumamışsın."

"He, uyumad-"

"Hüseyin ben çok âşığım."

Gözlerim şok içinde büyüdü. "Bana mı?"

Murat gözlerini devirdi, beni yok sayıp odadan içeri girdiğinde yatağımın kenarına oturmuştu. Şu an burada ne oluyordu? Murat bana âşık mıydı? Bir an durup, onu şöyle bir alıcı gözüyle süzdüm. Aslında fena da değildi ha.

"Sana değil tabii ki," dedi aklımı okumuş gibi. Ağzımdan rahatlamışlıkla bir nefes verdim ve onun yanına oturdum. "Bir kadına. Ama biraz... Ne bileyim işte."

"Ne biraz?" dedim kaşlarımı çatarak.

Durdu, gözlerini kapatıp dişlerini birbirine bastırdı. Onu öfkeli görmeye alışıktım, Murat bildim bileli sakin bir adam olmamıştı hiç ama bu defa ona baktığımda gördüğüm sadece öfke değildi. Çaresizlik. Evet, ona baktığımda, tam olarak bunu görüyordum.

"Kanka n'oluyor şu anda ben korkuyorum da biraz. Gece gece rüyana mı girdi bu karı, ne alaka oğlum şu an?"

Bu söylediklerim her nedense Murat'ın bana tekme tokat dalmasına sebebiyet vermemişti, oldukça sakın görünüyordu şu an. Bu sakinliği beni tedirgin ederken olayın ciddi olduğunu fark edip tüm dikkatimi ona verdim.

"Üç yıl önce..." dedi derin bir nefes vererek. "Askerdim. Doğu'da görev yapıyordum ve bir hayatımız yoktu desem yeridir, izin günlerimiz çok çok azdı ve o günleri de genellikle timdeki arkadaşlarımla geçirirdik. O gün izinliydik, Barış memlekete gidiyorum, siz de gelsenize falan demişti; Eskişehir hiç görmediğim bir yer olduğundan ve ailemi yakın zamanda gördüğümden kabul etmiştim." Konuşurken bana bakmıyordu, gözleri dizlerindeydi. Ona baktığımda ilk defa bugün yüzündeki acıyı görüyordum, buna rağmen sesini titreten sevgiyi... "O gece, pavyona gittik. Bir kadın vardı. Çok genç bir kadın, benim yaşlarımda ya da benden küçük. Tüm duvarlara onun asık yüzünü asmışlardı, posterleri ilk gördüğümde gözlerindeki mutsuzluğu bir pozdan ibaret zannetsem de sahneye çıktığı o büyülü anda, ona para atan ve masasına çağıran adamlara bakarken gözlerim yüzüne döndüğünde gördüm. Mutsuzdu. Dargındı. Öylesine bir kırgınlık da değildi üstelik, yumruk yemiş bir ayna gibi paramparça bakıyordu. Öyle... Öyle güzeldi ki. Ne zaman bir adım atsa arkasında peri tozları bırakıyordu. Her ne kadar en dipte olursam olayım, yıllardır ne zaman bir yıldız kaysa onun kurtulmasını diliyorum.

Polis bir kadın arkadaşım pavyonun içine sızıp onlar gibi şatafatlı giyinerek onunla konuşmuştu benim için. Babası pavyonun sahibi olan heriften dünyanın borcunu alıp, parayı yedikten sonra geberince borç onun üzerine kalmış. İşimden atıldıktan sonra buraya gelme sebebim de buydu, sürekli bir umut deyip durdum ama biliyor musun, Tanrı zannedildiği kadar merhametli değil. Onu kurtarabilmemin tek yolu o borcu ödemek ve hayatım boyunca çalışıp tek kuruş dahi harcamasam da bunu yapamam. İstediğim şeyin ne kadar büyük ve tehlikeli olduğunu, yakalanırsan yaşamayacağını biliyorum ama... Eğer o adamı dolandırır ve ondan kaçırdığımız parayla borcu ödeyip kurtarırsak onu..."

Sustu. Bana vaadedebileceği bir şey yoktu, büyük ihtimalle şu anda bunu yaptığı için kendini aptal gibi hissediyordu ama değildi. Ona baktım, abime, kardeşime, babama, kandan bağımsız kurduğum ailemin en güçlü dalının içindeki zayıf çocuğu gördüm. "Yaparım." dedim güçlü bir sesle. "Eğer bu kadına ulaştığında artık sağlıklı yürüyebileceksen, ben de ona varmanı sağlayan koltuk değneğin olurum, kardeşim."

Bana doğru döndü, dudaklarını bir şeyler söylemek için araladı ama buna izin vermedim. Ona her ne olursa olsun onun ve yalnız yürüyen her kadının yanında olduğumu anlatmak ister gibi sarıldım. Murat da bana kollarını sardığında, bir an cidden kemiklerimden yükselen katırtı sesini duydum. "Kanka kemiklerim birbirine geçti lan," diye homurdanıp gülerek ayrıldım ondan.

Bana teşekkür etme girişimlerine başvurunca onu kovmak zorunda kalmıştım. Tam kapıdan çıkarken, adını seslendim.

"Efendim?" dedi kapı pervazında durup bana bakarken.

"Adı ne?"

Durdu, bunu söylemeden önce kendine kısa bir zaman tanıdı. Bir keresinde bir yerde, âşık olduğun kişinin isminin sana acı verdiğini okumuştum ve bu cümlenin doğruluğunu tam şu an karşımdaki adama bakarken anlıyordum.

"Meryem."

🥂

İyi bir insan olmak.

22 yıllık yaşamımda hiçbir zaman kelimenin tam anlamıyla iyi bir insan olamadım. İnsanlar izin verseydi daha az kirli düşünürdüm belki, ya da büyüdüğüm soğuk yetimhane odasının tavanına birkaç yıldız çizseler onları izleyip daha çok hayal kurardım, acıma dolu gözlerle bakıp fısıltılarıyla kulaklarımı tırmalamak yerine nasıl olduğumu sorsalardı ben de ergenliğimde dünyayı kurtaracağımı zannedebilirdim. Belki de dünyanın bana böylesine kötü davranması benim zannettiğimin aksine beni daha iyi bir insan yapmıştı çünkü iyilik tam olarak ne demek bilmesem de kötülüğü çok yakından tanıyordum. İyi bir insan mıydım bilmiyordum ama kötü olmadığımdan da adım kadar emindim.

Meryem'i kurtarmak benim aynaya baktığımda gördüğüm bu adamı daha fazla sevmemi sağlayabilirdi belki, ya da belki de nefretimi azaltmaktan öteye gitmezdi, bilmiyordum ama her iki koşulda da bunu kendim için yapmıyordum. Durumu ve planı bizimkilere anlattıktan hemen sonra Eskişehir'e dönmüştük, Muhittin abinin bu olaydan haberi yoktu ama muhtemelen Murat ona anlatırdı. Şimdi benim evimdeydik; hemen karşımda Ömer oturuyordu, onun yanında Gizel vardı, Tuğçe'nin kafası omzumda, Ayaz'ın kafası ise Tuğçe'nin dizlerindeydi. Murat ve Sıla ise yiyecek bir şeyler hazırlamak için mutfağa geçmişlerdi az önce.

"Az biraz evime gidip uyusam ortalığın amına koyacağım ama şu an hiç enerjim yok, Dantelli Ayşe olamıyorum ya," dedi Tuğçe esneyerek. Yarı kapalı gözlerimle ona baygın bir bakış atıp onu onayladım.

"Ya bu ne biçim iş, yolculuktan dönülünce eve gidilir lan eve gidilir, biz niye Hüso'nun evine doluştuk ya!" diye isyan etti Gizel, bir yandan da göğsünde uyuyakalan Ömer'in saçlarını okşuyordu. Ömer'i izlerken gülümsedi ve yanağını yavaşça onun yanağına sürttü.

"Sabahın ilk saatlerinde olduğumuzu varsayarsak, 31 Aralık'a yalnızca üç gün kaldı ve hepimizin planı adı gibi bilmesi gerekiyor ki bir sıkıntı çıkmasın," dedi Murat içeri girerken, elinde kahve kupalarının olduğu bir tepsi vardı. Bir an ağzımı göğsüme değecek derecede açtım. Bu benim en sevdiğim tepsimdi! Ah, Bayan Hepburn, size nasıl kıydılar böyle...

"Sen tepsiyle mi konuşuyorsun lan?" dedi Ayaz kafasını kaldırıp bana tip tip bakarken.

"O Bayan Hepburn! Ah, Bayan Hepburn, nasıl kıymışlar size? Üzerinize dökülen ucuz kahve çiçek desenlerinizi silikleştirmiş..."

"Hareketlere bak, bir osuracağım suratına göreceksin şu an," dedi Gizel düz düz bana bakarken. Size yemin ederim tepsiyi onun kafasında kırmamamın tek sebebi bu tepsinin bir adının olmasıydı şu an. "Hem Murat kankam, sen Transformers değil misin? Girelim pavyona adamların ağzını yüzünü kıralım, alalım kızı çıkalım işte. Ne gerek var lan böyle gereksiz atraksiyonlara?"

Ayaz yerinden doğrularak bize Gizel'i işaret etti. "Bu planın daha mantıklı olduğunu düşünen tek kişi olamam."

Ayakkabılarımı çıkardığım gibi itinayla ikisinin de kafasına attım.

Ömer ve Tuğçe'yi uyandırıp, yerde bir halka oluşturacak şekilde oturduk. Tuğçe kıçının rahatsız hissettiğinden yakınıp duruyor, ara sıra da belli etmeden Murat'a bakıyor ve burukça gülümsüyordu. Ona bu durumu ilk anlattığımda nasıl heyecanlandığını ve Murat adına ne kadar üzüldüğünü hatırlıyordum, o gerçekten pek belli etmese de hayatımda gördüğüm en vefalı insandı.

"Şimdi," dedim herkesin dikkatini üzerimde hissederken. "Olay yılbaşı gecesi olacak ama peşimize düşmemeleri, olayın kuyruğunu bırakmasalar bile en azından hayatta kalmamız için yapmamız gerekenler var. 'Yapmamız' diyorum çünkü hepiniz yardım etmek istediniz."

Hep bir ağızdan beni onaylayan mırıltılar çıkardılar.

"Bahsi geçen pavyonun yılbaşı gecesi için büyük bir organizasyonu var, çok kalabalık olacak ve o gece orada tam 30 kadın sahne alacak. Meryem bunlardan biri ve en çok rağbet göreni, bu yüzden muhtemelen yılbaşına girerken çıkacak sahneye. Şimdi görevlerinizi anlatıyorum.

Hepinize çakma kimlikler bastırttı Murat, böyle insanlar gerçekte var olmadıkları için her ne kadar izimizi sürerlerse sürsünler bizi bulamayacaklar. Yılbaşı gecesi oraya saatler öncesinde gidecek ve yalnızca o geceye özel orada olan bir falcı kadın var, bu kadın Sıla olacak. Bir tanıdığım hemen yarın oraya garson kıyafetinde sıvışarak mekânın telefonundan kadını arayacak ve boşuna gelmemesini, fal işinin iptal olduğunu söyleyecek; böylece kadın orada değilken Sıla onun yerine geçecek ve bir nevi giriş biletimiz olacak."

"Ya kanka aşırı havalı ama bununla ne alakası var ki?" diye sordu Sıla. "Yani elinizi kolunuzu sikinizi her şeyinizi sallaya sallaya girersiniz o pavyona, anladığım kadarıyla bayağı da kalabalık olacak, soygundan sonra dikkat de çekmez yani. Giriş bileti için bu kadar uğraşmak mantıksız değil mi?"

Ek olarak açıklama yapmak, uykusuz ve gerginken beni sinirlendiriyor olsa da, onların açısından sormaları çok normaldi. "Bu kadın patronun çok yakın bir ahbabı ve yediği her bokta onun yanında olmuş, ek meslek olarak da pezevenklik yapıyor. Yılbaşı gecesinde böyle büyük bir soygun gerçekleştiğinde adam bu kadına gidecek ve kadın orada olmadığını söyleyecek, oysa ki oradaydı ve herkes gördü. Bu yüzden seni seçtim, birkaç rütuşla kadının kopyası olabilirsin. Aralarında geçen kavganın sonunda büyük ihtimalle kadın artık hayatta olmaz ve bu bize bir şey kaybettirmez. Daha fazla sorunuz yoksa devam ediyorum?"

Yüzüme hayranlıkla bakıyorlardı şu an. Haklılardı. Muhteşemdim.

"Ayaz, sen o gece oraya gelen bir mafya babasısın; seni âdeta Kenan İmirzalıoğlu'na çevirmemiz gerekiyor. Adın, Pastutmaz Mehmet; Tuğçe de senin en gözde solistin. Tuğçe bu arada, sen inanılmaz bir şov yapmalısın, bunu özellikle sana verdim çünkü sen gerçek bir divasın aşkitom. Gizel de bazı şovlarında seninle sahneye çıkacak ve kulisi kollayacak. Murat tüm güvenlikleri indiren güvenlik rolünde, geriye Ömer ve ben kalıyoruz..."

Ömer yılışık yılışık güldü. "E herkes bir şeylerle meşgul olurken bana da bi' basarsın artık..."

Sırıttım. "Biri sana basacak gibi ama emin ol bu ben değilim."

"Seni gördüğümde ben ben olmaktan çıkıyorum demek falan mı bu..."

Bir anda ciddileştim. "Ömer, kadın kılığına girip patronu baştan çıkaracaksın."

Bir anda ortam sessizleşti. Ömer ve diğerleri kocaman olmuş gözlerle bana bakıyor, tek kelime etmiyorlardı. İlk kendine gelen Tuğçe oldu ve Ömer'i işaret edip koca bir kahkaha patlattı. "Kanka bunun karıya benzer bir hâli yok ki. İddiasına giriyorum döşü bile kıllıdır lan bunun."

"Sana ne be benim döşümden, pis ırz düşmanı karı!" diye cırladı Ömer tiz bir sesle. Yüzümü buruşturdum. Dehşet içinde bana döndü. "Kanka sen geri zekâlı mısın lan, Şabaniye filminin içinde değiliz oğlum biz. Sakalım var lan benim!"

Ayaz durup ona düz düz baktı. "Kadınlarda olmayan özelliklerini sayıyorsun ve en başta sakal mı geliyor cidden Ömer?"

Yüzümü buruşturarak öğürdüm. Ömer, bizimkilerin ona yaptığı baskı ve gaz verme sonucu inanılmaz moda girmişti, hatta öyle moda girmişti ki tam şu an mutfaktan portakal alıp düz memelerinin üzerine koyabilir ve sesini inceltip adamın üstüne atlayabilirdi... Ömer'in asıl görevi o gece adamı deli gibi sarhoş edip bana adamın telefonu ile cüzdanını vermekti. Şifre öğrenmek için gerekli olan annesinin kızlık soyadına ulaşabilmiştim, şimdi yalnızca kartına ihtiyacım vardı fakat görüşmeyi adamın telefonundan yapmam gerekiyordu çünkü çok büyük bir miktar olduğu için başka bir hattan yapsam bile zaten adamın haberi olurdu. Şansa bırakamazdım.

Planı anlatmayı bitirdiğimde tam evlerine gitmek için ayaklanıyorlardı ki, kapı çalmaya başlamıştı. Kaşlarımı çatıp onların suratına düz düz baktım. Birini beklemiyordum ve pek misafirim de gelmezdi. "Lan biz Ankara'da birini mi unuttuk?" diye sordum ciddi ciddi.

"Hayır lan, hepimiz buradayız işte," diye homurdandı Tuğçe, ardından gözlerini kısıp beni bir radar gibi taradı. "Hangi yavuklun geldi bakayım? Hangi kadın ölüyor kapında şu an? Ay biz kalkalım çocuklar..."

Ona gözlerimi devirip kapıyı açtım.

Öyle büyük bir hediye kutusuydu ki tam şu an önümde olan, bir an kendimi bir Disnep Channel dizisinde zannettim. Kutu neredeyse benim boyumdaydı, beyazdı ve kapağında kıpkırmızı bir fiyonk vardı. İstem dışı gülerek, "Bu ne lan?" dedim ve kapağı kaldırdım.

"Sürpriz ula!"

İçinden Muhittin abi ve o adını unuttuğum kızın çıkmasını beklemiyordum.

"Siz..." dedim şok içinde. Şu an âdeta ejderha görmüş gibiydim. Bizim gittiğimizden bile haberlerinin olmadığını sanıyordum ama resmen bizden birkaç saat sonra yola çıkmışlardı?

"Selamun aleyküm ula, çekul bakayum yana." dedi Muhittin abi ve beni tokmağıyla yana itip içeri girdi.

Hâlâ sürpriz yumurtanın içindeki oyuncak gibi kutunun içinde durup bana bakan kıza gülümsedim. Tam şu an bir şey söylemem gerekiyordu ama ismini ismini bilmediğim için söyleyemiyordum. "Salak, her boku unut zaten," diye homurdandım kendi kendime. "Yakında bir yere giderken kendini evde unutacaksın. Mal seni."

"Anlamadım?" dedi kız anlam veremeyen gözlerle bana bakarken.

"Ben onu sesli söyledim, değil mi?"

"Biraz öyle oldu..."

Salak olduğumu bir kez daha kendime kanıtlamış olmamın verdiği gerginlikle sakalımı kaşıdım. "Hoş geldin ve..." Onun bu hâline bakarken bir anda gülmeye başladım. "Cidden sürpriz yumurtanın içindeki oyuncak gibi görünüyorsun. N'olur çık su kutunun içinden..."

Kahkaha atarak kutudan çıktı ve o da beni asla siklemeyerek içeri geçti. Birisi bu insanlara ev sahibinin ben olduğumdan bahsedebilir miydi? Ben daha ne kadar örselenecektim böyle ya...

Kız -ismini hâlâ hatırlayamamıştım- içeri girer girmez, Tuğçe'nin tüm edepsiz esprilerinin odağı olmuştum; şu an âdeta Cem Yılmaz falandı. Murat, Muhittin abiyi gördüğünde onun burada ne işinin olduğunu sormuş ve kafasına tokmağı yemişti. Cidden yedi bu arada. Adam birkaç saniye Leyla ile Mecnun'daki Nurten'in Almanya'daki yeğeni gibi duvarı izledi.

Sonunda onları evden atabildiğimde, Muhittin abinin Murat'ın evinde kalacağı kararlaşmıştı fakat adını unuttuğum kız nerede kalacaktı bilmiyordum, onlarla gitmemişti de. Kapıyı kapatıp salona geçtiğimde koltuğa oturdum, o da hemen karşımdaki tekli koltuktaydı ve beni izliyordu. İçimden ismini söylemesi için totem yaparken, "Nesil," dedi birden bana gülerek. "Hem unutabilirsin, bu kadar sıkıntı etmene gerek yoktu."

Duraksadım. "Ben totemi de mi sesli yaptım?"

"Bence acilen birkaç saat uyuman gerekiyor senin..."

Güldüm. Konuşmaya devam ettikçe onunla olan anlar da zihnimde canlanıyordu, o gece sabah olduğunda onu yeniden görmek istediğimi hatırlamıştım mesela. Olacağını bilsem farklı bir şey isterdim lan.

"Ee," dedim kahvemden bir yudum alırken. "Sen burada nerede kalacaksın şimdi?"

Omuz silkti. "Bilmem. Senin dışında tanıdığım biri yok."

Bir an ne tepki vereceğimi kestiremeyip sustum, kahve kupasına yasladığımdan ısınan avucumu yanağıma bastırdım ve düşünmeye başladım. Uykusuz ve aç olduğum için kafam pek çalışmıyordu şu an ama anladığım kadarıyla benim evimde kalacaktı. Evet. Bunu anlayabilmiştim.

"Hadi koçum, zor olanı yapıp kızın ne demeye çalıştığını anladın, şimdi tepki de ver bakayım, yaparsın sen..." dedi Rıfkı denen kafamın içindeki orospu evlâdı. Ardından tezahurata kalktı. "Haydi Hüso haydi Hüso haydeee, tam zamanı tam zamanı şimdi! Oğlum sen ne mal bir insansın cevap versene kadına!"

"Rıfkı haklı galiba, bir cevap vermem gerekiyor," diye mırıldandım ağzımın içinde ve bana vebalıymışım gibi bakan Nesil'e döndüm. "Sen... Burada kalacaksın yani?"

Alaylıca güldü. "Algılayabilmene sevindim."

"Yani kal tabii, kal tabii de, benim gibi bir şahsiyetle aynı evde kalmak..." Kahvemi masaya bırakıp, Adanalı'daki Fiko gibi yüzümü parmaklarımla yaptığım karenin içine aldım. "Zordur. Ne bileyim yani, benim şahsiyetim haysiyetsizlik mesela. Çok dağınık yatarım. Evde sürekli o az önce çıkan aptal geri zekâlı mahlukatlar var mesela falan. Yani kalacaksın, kalacaksın ama ben olsam hayatta burada kalmazdım... Keşke kendimden kaçabilsem tam şu saniye..."

Yüzümü avuçlarının içine alıp sırıttı Nesil. "İçki zulalarını gördüm, hiçbir kuvvet beni bu evden çıkaramaz şu an."

Kurtuluş yoktu. En azından kafa dengi birisiydi, güzeldi de. Sinirlendiğimde belki suratına bakar yatışırım diye kendimi telkin ediyordum. Doğal gaz parasını da kırışırsak 10/10 ikili olurduk.

"Ee?" dedi bir anda ayağa kalkarak, enerjikti; oysa ben bitiktim, yitiktim, gerçeklerin altında kalmış bir ceylan yavrusuydum şu an. "Bana Eskişehir'i gezdirmeyecek misin? En azından sahile inseydik..."

Ona şok içinde baktım. "Sahil mi? Sahil, öyle mi? Ankara'yla yan yana olan şehirde sahile inelim?" Kahkaha attım. "Bikini almayı unutma yanına, belki denize falan da gireriz..."

Bir süre geri zekâlı gibi birbirimizin suratına bakıp kahkaha attık, sonra hâlâ gülmeye devam ederken evden dışarı çıktık ve öylece yürümeye başladık. Göz göze geldiğimizde kahkaha atmaya başlıyorduk ve bunun Nesil'in coğrafya bilgisiyle bir alakası yoktu. Salaktık galiba.

Ona yolda gördüğümüz birkaç şey dışında 'Eskişehir'i gezdirmek' başlığı altına girebilecek bir şeyler göstermemiştim, ikimiz de bunun için fazla üşengeç insanlardık. Şimdi bir bankta oturuyor, köfte ekmek yiyor ve bira içiyorduk. Deli gibi aç olduğum için bankı bile yiyebileceğimi düşündüğüm dakikalarda yemeğe başladığımda, artık bulutlardaydım.

"Bir an boğulacaksın sandım lan, nefessiz yedin resmen," dedi Nesil yemeği bitirdiğimde ve gür bir kahkaha patlattı. Bu sırada ben köfte ekmeğin kâğıdını çöp kutusuna atıyordum.

"İtiraf zamanı..." dedim keyifle esnerken. "Ben bir hayvanım, Nesil."

Dolu olan ağzını eliyle kapayarak güldü. Çok şirin görünüyordu şu an. "Fark ettim..."

Saatlerce o banktan bu banka dolaşıp durduk ama yaptığımız eylem hep belliydi: Oturuyorduk. Durup dururken birimiz diğerimize bir bankı gösteriyor, bankın ne kadar güzel olduğu hakkında konuşuyor ve biraz da o bankta oturuyorduk. Kaliteli vakit.

"Dizi izler misin?" diye sordu, bu defa oturduğumuz bank biraz yüksek olduğu için ayakları yere değmiyor, sallanıyordu. Bu görüntüyü izlerken gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım.

"İzlerim," dedim gülerek gözlerimi sallanan ayaklarından çekerek.

"En son izlediğin dizi neydi peki? Belki izlemişimdir."

Yüzümü buruşturdum. "En son izlediğim dizi çok çirkin diye gidip Leyla ile Mecnun'un ilk bölümlerini yeniden izledim daha birkaç gün önce..."

Kıkırdadı. "Leyla ile Mecnun seviyorsun?"

Baş ve işaret parmağımı birleştirerek, "Bayılırım," dedim ilgili bir sesle. "Sen sever misin?"

Derin bir nefes alıp kollarını göğüslerinin altında birleştirdi. "İzlemedim ama hâkim sayılırım. Bir arkadaşım izler bana da bayağı anlatırdı, başlamak istiyorum aslında."

Bir cevap vermedim. Beni uzun uzun izledi, bakışları çok yoğun olduğundan en sonunda ben de ona dönüp baktım ama neden baktığını sormadım. "Herkes biraz İsmail Abi'dir, demişti arkadaşım," dedi Nesil dilini dudaklarının üzerinde gezdirerek. "Herkesin beklediği bir gemi vardır. Seninle ateşin etrafında içtiğimiz gece senin de bir gemiyi beklediğine emin olmuştum ama çok garip, beklediğin şehirlerde hiç deniz yok."

Derin bir nefes alıp, omuz silktim. "Gemi yalnızca bir metafor..." İşaret parmağımı kaldırıp, gökyüzünü gösterdim. "Ben bir uçurtma bekliyorum ve gökyüzü her yerde."

Sonra, gökyüzüne el sallamaya başladım. Arkadaşı haklıydı. Herkes biraz İsmail Abi'ydi ve beklediğim uçurtmanın kanatları benim bir zamanlar tanımadığı annesine gönderemediği mektuplar yazan çocuk hâlimdi.

🥂

31 Aralık gecesi, 21.30

Vakit gelmişti.

Sıla falcı kadın olarak oradaydı, Murat ise yalnızca birkaç adım attıktan sonra görüş alanıma girecekti bile. Üzerimdeki oduncu gömleğimin uçlarını kumaş pantolonumun içine sokup, klasik deri bir kemer takmıştım ve saçlarımı kısaltıp normalde olsa asla yapmayacağım şekilde yana doğru taramıştım. Gözlerimdeki kemik gözlükleri ve açıkta olan dövmelerimi zar zor kapattığımı da hesaba katarsak, olduğumdan daha yaşlı görünüyordum.

"Bunu yapmak istediğinden emin misin?" diye sordum Nesil'e.

Muhittin abi Nesil'e her şeyi anlatmış, bundan benim de daha dün gece, bize yardım etmek istediğini söylediğinde haberim oldu. Muhittin abi de ne olur ne olmaz diye orkestrada davulcuydu, eğer bir sıkıntı çıkarsa bize haber verecek ve tokmağıyla koruyucumuz olacaktı.

"Hayatımda yaptığım hiçbir şeyden bu kadar emin olmamıştım galiba,"

Ona baktım. Dudaklarında toprak rengi bir ruj vardı, diz kapaklarının altında duran, zarif bir etek ve eteğiyle aynı renkte bir üst. Gerçekten tatlı ve nahif görünüyordu. Küçük burnunun ucunu sıkıp ona güldüm ve geçen gece bu plan için açtığımız WhatsApp grubuna girdim.

La Casa de Tarikat
(WhatsApp Grubu)

Hüseyin: Ben geldim

Hüseyin: Bir aksilik yok değil mi

Ömer: Kanka bu amına koyduğumun korsesi çok sıkıyor la

Ayaz: Ben var ya Memati'yim şu an

Ayaz: Her an birinin parmağını kapı aralığında koparabilirim

Murat: Gereksiz gereksiz ayrıntılar vermeyin lan gereksizler

Gizel: Ömer ben döneceğim galiba

Gizel: Seni kadın olarak görmeye hiç hazır değilim aq

Ömer: Şu korse yüzünden her an osurabilirim ama bir karı olmuşum ki var ya...

Ayaz: Aynaya bakıp azmıyorsa hiçbir şey bilmiyorum amk

Tuğçe: Lan telefon zır zır ötüp duruyor vuracağım ağzınıza bir tane ben bir DİVAYIM ve prova yapıyorum susun ayol artık

Hüseyin: LAN SIKINTI VAR MI SIKINTI

Hüseyin: YOKSA SUSUN

Ayaz: Ayıp ediyon koparmim kafanı

Nesil: Aga bir şey soracağım Muhittinciğimi neden almadınız gecenin starı o bence NSOAKOWKWOKWOWKWOW

Tuğçe: NESİL MİSİN NESİN

Tuğçe: BAK

Tuğçe: BENİM OLDUĞUM YERDE STAR HER ZAMAN BENİMDİR. NOKTA. ŞİMDİ DEVAM EDEBİLİRSİN

Nesil: Aq sıkıntılısı disklsmelmeosnekwmkw

Hüseyin: DİVAMMMM

Tuğçe: AŞKIMMMMMM

Hüseyin: İyi hazırlan şehzadem beklentileri karşılaman gerek *-*

Tuğçe: Beklentilerin anasını bile sikerim aşkkk rahat ol

Kahkaha atarak ekranı kilitledim ve pavyona giriş yaptık.

Masaların çoğu şimdiden kapılmıştı bile, sahnede şarkı söyleyen bir kadın vardı ve birkaç adam onun sahnesine para atıp bağırıyorlardı, kadın ise onlar her bunu yaptıklarında samimiyetsiz bir kahkaha patlatıyordu. Gözlerimi onun suratına dikip kısa bir süre onu izledim, orta yaşlı bir kadındı, güzel bir yüzü vardı ama onca makyaja rağmen çöktüğü belliydi. Mutsuzluk onun gözlerinin derinliklerindeydi ve kadın her kahkahasında onu biraz daha derine itiyordu.

Bunu yapmak zorundaydı. Zorunda olduğunu gözlerine baktığımda görebiliyordum.

Bakışlarımı sahnenin hemen önündeki masada oturan Pastutmaz Ahmet'e, yani Ayaz'a çevirdim. Bunun için gerçekten doğru adamı seçmiştim; sert yüz hatları ve heybetli bedeniyle bir de mafya babası kılığına bürününce gerçekten Kurtlar Vadisi setinden fırlamış gibi görünüyordu. Nesil'in bu geceki görevi, mekândaki tüm kameraları etkisiz hâle getirmekti ama bunu öyle bir yapmalıydı ki son kamera kaydında kaybolduğu belli olmamalıydı. Bu yüzden ben henüz kapıda dikilirken ve o tam içeri girecekken, onu karnından kaba kuvvet uygulamayacak şekilde ittirip içeri girmesini engelledim.

"Ne oldu?" dedi kaşlarını kaldırarak.

"Kameralar kesilmeden hemen önce senin ortadan kayboluşunu çekerse bu göze batar. Bu yüzden kameraların olduğu yere gidene kadar yüzünün seçilmemesi gerekiyor."

Birkaç saniye düşündükten sonra, bir anda yanımızda duran pastayı aldı ve çat diye suratına geçirdi. Garip bir taktik olmuştu ama hayli iyiydi, hiçbir şekilde tanınmıyordu şu an.

Yanımdan yürüyen bir pasta olarak geçip gitti, bu süre zarfında gülmemeye çalışırken altıma işeyeceğimi zannetmiştim ve o gözden kaybolduktan sonra dakikalarca pastalı suratını düşünüp cırlayarak gülmüştüm... Nesil'in kameraları halletmesi zannettiğimden çok daha kolay olmuştu ama henüz ortalıkta görünmüyordu. Gözlerim Sıla'yı aradı ve o an Nesil'i de buldu; Sıla, Nesil'e fal bakıyordu...

(Burayı Özcan Deniz - Derin Duygular açarak okuyun...)

"Evet sayın seyirciler, yeni yıla yalnızca iki saat kala, beklediğiniz ân geldi!" diye bağırarak anons eden adamı duyduğumda, gözlerimi hızlıca sahneye döndü ve o an, ufukta tüm ihtişamıyla o belirdi. "Karşınızda, Dantelli Ayşe!"

Bir anda tüm pavyon karanlığa büründü, ışık yalnızca Dantelli Ayşe'yi aydınlatıyordu. Pembe tüllerin arasında, her yerinde sim, gümüş rengi şatafatlı elbisesinin içinde öyle bir divaydı ki...

Parmağını Pastutmaz Ahmet'e doğru savurdu. "KİM KÜSTÜRDÜ SENİ AŞKA KARŞI? KİM KIRDI KALBİNİ SENİN BÖYLE DERİN?"

Dizlerinin üzerinde yere çöküp ellerini böğrüne bastırdı. "KİM ALDATTI SENİ BAŞKASIYLA, KİM BIRAKTI GİTTİ SENİ BÖYLE MAHSUN? AŞK DEDİĞİİİNNN, ACILARLA DOLU YOLCULUK DİKENLİ, BAZEN SOĞUK... AŞK DEDİĞİN GEÇERSEN BU YOLLARI SIMSICAK BİR MUTLULUK..."

Bir anda rengarenk ışıklar harekete geçti, Tuğçe ayaklandı ve arkasındaki onun yanında bir hiç olan dansçılarla deli gibi dans etmeye başladı. "NE KADAR ACI ÇEKSEK BOŞ, NE KADAR TÖVBE ETSEK BOŞ, ATEŞ DÜŞÜNCE YÜREĞE YANIYOR İŞTE, SEVİYOOORR İŞTE..."

Ellerini Ayaz'a sanki ne kadar uzatırsa uzatsın yetişemiyormuş gibi uzattı. Haklıydı, masa ve sahne uzaktı biraz. "DERİN DUYGULAR BESLİYORUM SANA KARŞI, SEVGİ DEĞİL İÇİMDEKİ BU AŞKIN ÂLASI... KONUŞARAK ANLATAMAM SANA AŞKIMI, ANLATIR SANA AŞKIMI BELKİ BU ŞARKI..."

Şarki bittiğinde, o koskoca beylerbeyi Pastutmaz Ahmet ayağa kalkmış ve ellerini Dantelli Ayşe'nin ellerine uzatmıştı. "Ah, Dantelli, kalbim ağrıyor..."

Tuğçe canı acıyormuş gibi bir ses çıkarıp gözlerini kapadı. "Deme öyle Pastutmaz..."

Sarıldılar.

Şu an ağlayacaktım...

Sonra, her şey kusursuz ilerlerken bir şey oldu. Sıtkı -patron olan adam- ve Ömeriye masalardan birinde gözüktüler. Ömer'e pek de benzemeyen Ömeriye, bana kaş göz işaretleri yapıyor, telefonumu işaret ediyordu ve çok garipti ki etrafta hemen hemen hiç garson yoktu.

Çatık kaşlarla telefonumu açıp gelen mesaja tıkladım.

Ömer: Kanka bu herif beni sikmeyi kafasına koymuş. Sarhoş da olmuyor sülalesini siktiğim. Plan değişti. Murat tüm güvenlikleri halledip garsonları dışarı çıkardı, bundan sonrasına bam güm halledeceğiz haberin olsun.

Gözlerimi kaldırıp Ömer'e baktığım an, adamın elleri Ömer'in takma saçlarına gitti ve tam o an Ömer adama öyle bir yumruk attı ki, adam sandalyeden devrildi. "Siktir lan, sabahtan beri ellemediğin yerim kalmadı ananı sikerim senin!"

Adam daha bir tepki veremeden Muhittin abi tokmağıyla geldi ve adamın tam suratının ortasına şiddetli bir tane geçirdi. Tam o an sahneye adımını atan Meryem ise Murat'ın kollarında dışarıya taşınıyordu şu anda.

Masada oturan onlarca insan şoklar içinde kaçışan bizimkileri izlerken, Sıtkı'nın dibine düştüğü masayı devirdim ve telefonuyla cüzdanını kaptım. Telefonunun kilit ekranını kaydırarak açıp hızlıca şifre için mesaj attım, bu sırada pavyondan dışarı koşuyordum. Bir anda Murat'ın dışarı çıkardığı tüm garsonlar içeri doldu, Sıla pavyonun tam ortasında durdu ve sahne olacak olan kadınlar da sahnede sıralandılar. Garsonlardan birkaçı Sıtkı'yı kaldırırken, Sıla gülümsedi.

"Bu mini tiyatromuzu umarım beğenmişsinizdir. Şimdi yeniden bahsi geçen organizasyona devam ediyoruz!"

Herkesin deli gibi alkışlamaya başladığı saniye, Sıtkı Baha'nın limitsiz kredi kartının artık elimde olduğu andı.

Murat'ın kucağında debelenen Meryem'e baktım.

Kurtuluyordu.

Yarım saat sonrasında, bir odadaydık. Meryem anlattıklarımıza hâlâ inanamıyor gibi görünüyordu, yanaklarında gözyaşıyla akan rimelinin lekeleri vardı. Bize bakmıyordu, biz de ona çok fazla bakıp onu ürkütme taraftarı değildik ama bize inanması gerekiyordu. Aksi takdirde yapacağı en ufak hareket hayatımızı çöpe atmak anlamına gelebilirdi.

"Meryem..." diye fısıldadı Tuğçe onun ellerini ellerinin içine alarak. Saniyelerce onun yüzüne baktı, belki hayatında ilk defa bir babası olmadığı için şükretti, bilmiyordum. Sonra, ellerini öptü. "Geçti, çiçeğim, gerçekten."

Meryem yeniden ağlayacağının sinyalini veren çatlak sesiyle, "Size nasıl inanırım?" diye fısıldadı. "Ben hiç karşılıksız bir iyiliğe maruz kalmadım."

Murat ona hiç bakmıyordu. Bazen gözleri ona değecek gibi oluyordu ama onu ürkütmekten öyle çok korkuyordu ki sanki bir canavarmış gibi kaçırıyordu ondan gözlerini. Dudaklarımı birbirine bastırdım. Kelimenin bittiği yerde başlamış bir hikâyesi vardı bu kadının.

"Oraya ilk düştüğümde..." dedi bir anda, bu, hepimizin gözlerinin ona değmesine neden oldu. "Bana hep duâ et, kurtulursun dediler. Ya da bunun olması gerekiyormuş, şükret deyip durdular. Onlar... Onlar sanki birer küçük tanrıydı. Ama siz..." Gözlerini kapattı, artık yüzünde kocaman bir tebessüm vardı. "Siz iyi insanlarsınız."

Gözlerime batmaya başlayan yaşlara izin vermedim, gülümsedim. Artık gülümsemek için gerçek bir sebebim vardı, artık bir insanın gözyaşları içinde gülümseyebilmesini sağlayabilmiş biriydim. Ben... Ben iyi biriydim.

O odadan çıkıp Gizel'i yurda, Meryem, Sıla ve Tuğçe'yi artık birlikte kaldıkları eve bırakmıştık. Arabayı hareket ettirmeden, uzun uzun evin penceresini izledim. O kurtulmuştu, evet ama kurtarılmayı bir gökyüzünün altında, bir deniz kenarında bekleyen daha yüzlerce kadın vardı.

"Dünyayı kurtarmak çok ütopik bir fikir," dedim çenemi direksyona yaslayarak. "Ama en azından elimizin değdiği kadarını güzelleştiremez miyiz?"

Duraksadıklarını hissettim. "Nasıl yani?" dedi Murat.

"Senin onu sevmen Meryem için bir şanstı," dedim ona bakarak, "Her zaman sadece şanslılar mı kazanır? O kadının söylediklerini duyduktan sonra arkanı dönmeye vicdanın izin veriyor mu?"

"Haklı," dedi Ayaz donuk bir sesle. "Yemin ederim gece gece canımdan can gitti. Eğer bu adını bilmediğim şeye devam edeceksek ben varım."

"Aynen," dedi Nesil, sesi ifadesizdi. "Ve eminim Ömer için de öyledir."

Ömer yalnızca başını sallamakla yetindi.

"Siz delisiniz," dedi Murat, ardından bir anda hepimizi kendine çekip, sıkıca sarıldı.

Şimdi bir yolculuğa çıkıyoruz ve bu yolculuğun sonunda kötü anılacağız.

Ama bazı iyilikler için, kötü anılmaya değer.

🥂

Continue Reading

You'll Also Like

2M 120K 64
Ulaş: Ev alma, komşu al demişler. Işık: Öyle mi demişler. Ulaş: Öyle demişler. Alacağım seni kendime. Mecburuz.
1.1M 16K 39
Aşık olduğu adamın evleneceğini öğrenen Mavi, çareyi en yakın kız arkadaşında bulur. Düğüne kısa bir süre kala acilen bir plan yapmaları gerekmektedi...
1.1M 36.1K 20
"Bana cehennemi yaşatmana rağmen, sen benim cennetimsin Meira." Fantastik değildir, karanlık aşk türündedir. DİKKAT! Bu kitapta cinayet, psikolojik...
138K 4.9K 32
@Magazindetoksu yeni bir gönderi paylaştı. Şok! Şok! Şok! Genç basketbolcu Çağan Akın Arsal 8 ay önce yumruk yumruğa kavga ettiği takım arkadaşının e...