güneşin oğlu geceye tutulmuş]...

By staywnini

46.5K 6.5K 2.8K

"Beni sevmiyorsun." Kana bulanmış ellerinden tekini farkında olmadan sarı tutamlarının arasından geçirdi. O b... More

giriş // melez kampının önemli isimlerini tanıyalım
1 // apollon'a adanan patates kızartmaları
2 // ben seni unutmak için sevmedim
3 // sen canımı yakmazsın
4 // kehanet babamın işi, senin değil
5 // jongin'in gülümsemesi
6 // benimle güvende olurdun
7 // yeraltı yolcuları
8 // zalim ebeveyn apollon
9 // sarışın
10 // halhal
11 // sarışın melezlerle sehunun dertte olan başı
12 // kimse özlemek zorunda kalmamış
13 // jongdae'nin hançeri
14 // kayınpeder ile sevgi dolu karılaşma
15 // senin gibi korkak olmayacağım
17 // bir gecede ne kadar kalp kırılabilirse o kadar
18 // nasıldı jongin'in gözleri
19 // içimdeki çiçekler bırak solsun ben yenisini ekerim
20 // sana yenik düşmekten dizlerimdeki yaralar iyileşmiyor
21 // sarı laleler ve beyaz güller
22 // tilkinin kürkçüye olan aşkı bitmez elbet bulur dükkanı
23 // ne kadar siyah olursan ol güneşim sensin benim
24 // yixing herzaman haklıdır
25 // arka cebimizde taşımamız gereken hançerler
26 // yaraların için başkalarına gitme ben sararım hepsini
27 // ailem sensin
28 // jongin'in gözlerini ezberlemek
29 // bana ne yaptığını buldum
30 // tanrılar iyi ebeveynler değildir
31 // tanrının tanrılara inanmayan oğlu
32 // (m)inseok'un yeni kitaplığı
33 // seni seviyorum diyebilenler ve diyemeyenler

16 // dik dur, yüzleş, senin bir yüreğin var

1.2K 179 84
By staywnini

Bölüm 16 // Dik Dur, Yüzleş, Senin Bir Yüreğin Var


Melez kampı Baekhyun'dan korkunç haberi aldıktan sonraki sabaha uyandı. Birçoğunun uyanası yoktu, bu yaz felaketlerin yazı gibiydi onlar için artık.

Dünün şokunu atlatamamış olsalar da bir şekilde devam etmek zorundaydılar, güneş elbet doğacaktı. Yine de Baekhyun'un herkesin içinden dimdik yürüyüp, kalabalığı yararak, tek başına Kheiron'a hesap verişini uzun süre kimse unutmayacaktı.

Baekhyun da Sehun'un onu yalnız bırakışını unutmayacaktı zaten.

Kampta neredeyse herkes tarafından sevilen kardeşlerin esir alınmış olması elbette genel olarak bir yas sebebiydi ama bundan en çok yara alanlar Chanyeol ve Yixing'di. Baekhyun Kheiron'a olanları anlatırken, uzun boylu Hermes oğluyla göz göze geldiğinde gelmemiş olmayı dilerdi. Yapacağı itiraf için topladığı tüm cesareti yerle bir etmişti parlak gözlerindeki yıkım. Halbuki kaç senedir onun üzülmesine dayanamamasına rağmen defalarca kez bizzat kendisi kalbini kırmıştı.

Ancak ertesi sabah uyandığında korkak olmayacağım dedi tekrar kendine. Güneş henüz doğarken yatağından çıkmış, kendine bir söz vermişti.

"Nereye Baekhyun?" Kalktığını gören kardeşlerinden biri uykulu uykulu sordu. "Kheiron dinlenmeni söylemişti."

"İşine bak sen." Aralarına sarı attırdığı parlak kahverengi saçlarını karıştırıp ters ters baktığında diğer uyanan kardeşleri de daha bir şey sormadan cevaplarını almıştı. Ares'in oğlu onların ne istediğini biliyordu. Bütün gün kulübede oturmak, yeraltının nasıl olduğunu anlatmak eminim hepsini deli gibi eğlendirirdi. Ancak onun bunlara vakti yoktu.

Üzerine çok da özen göstermeden kulübesinden çıkıp bu zamana kadar asla yakınından bile geçmemiş olduğu Hermes kulübesine yürümeye başladı. Ares çocukları yolcuların ve hırsızların tanrısını beğenmezdi, onlara göre işeyaramazın tekiydi tanrı ve onun bütün melezleri.

Gün yeni yeni aydığından etrafta pek kimse yoktu ama yine de yolda rastladığı birkaç kişiye önlerini dönmeleri için ters ters bakmak zorunda kaldı. Dünden dolayı kendisine bakmaya korkanlar yeniden cesaret bulmuş olsa gerekti, yüzüme bir şey söyleyemeyecek kadar korkaklar, diye geçirdi içinden. Böcek gibi hepsini ezmek istiyordu.

Kulübenin önüne vardığında merdivenlerinde oturan bir Hermes oğlu olduğunu gördü. Çocuk Baekhyun'un kendisine yaklaştığını görünce içeriye girmeye yeltenmişti fakat tok sesi onu durdurdu. "Park Chanyeol içeride mi?"

"Neden soruyorsun ki?" Gergince bir elini ensesine atıp baktı Ares oğluna. Kardeşi Yeol'ün başı dertte miydi? Yine ne yapmıştı? Akşam yemeğindeki kekini ona mı vermeye çalışmıştı yoksa? Baekhyun o kekleri defalarca kafasına geri atınca vazgeçmişti halbuki son zamanlar...

"Chanyeol içeride mi diye sordum?"

"Uyuyor." Uyumuyordu, ancak başı bu çocukla derde girsin istemiyordu. Zaten yeraltındaki arkadaşları yüzünden yeterince morali bozuktu.

"Park Chanyeol!" Uyumadığını elbette Baekhyun da tahmin edebiliyordu. Tüm kampı uyandıracak şiddette kükrediğinde, etrafta bulunan tek tük melez de koşarak oradan uzaklaştı. "Dışarıda seni bekliyorum!"

Bir süre olduğu yerde gelmesini bekledi. Geçen saniyeler dakikalar gibi gelirken kalbi küt küt atıyordu. Nihayet dağınık, pembe saçlar kapının ardından göründüğünde nefesini tuttu. Çocuk öylesine tedirgince bakıyordu ki, bu zamana kadar ona yaptığı her şey yüzünden kendinden nefret etti. Neden onun da kendisinden hoşlandığını bile bile uzak tutup kendisinden nefret ettirmeye çalışmıştı ki? Ares kulübesindeki kardeşleri savaşmayı bile bilmeyen bir Hermes oğluna âşık olduğunu anlamasın diye mi?

"Baekhyun?" dedi yarı tanrı merdivenlerden aşağı inip kendisine doğru yaklaşırken. "Bir şey mi yaptım?"

"Evet, yaptın." Chanyeol biraz daha gerilmişti şimdi. Baekhyun onu epeydir görmezden geliyordu, yine neden kavga edesi tutmuştu acaba?

"Sahiden mi?" Büyük olan tişörtünün eteklerini gergince çekiştirdi. Zaten bütün gece uyuyamamamıştı, sevdiği çocuğun ona nefret kusmasına hiç hâli yoktu ki. "Özür dilerim, muhtemelen bilerek olmamıştır."

Ares'in oğlu kendisine mesafeli duran çocuğa iyice yaklaşıp dibine kadar girdi. "Özür dileyerek kendini affettiremezsin." İki elini de birden uzun olanın yakalarına çıkardığında Chanyeol tamam dedi. Tamam, bir beni dövmediği kalmıştı. Ancak sevdiği bu ufak tefek, yine de tüm kampı yerle bir edecek ateşe sahip olan çocuk onu dövmek istemiyordu.

"Beni kendine âşık ettin. Özür dilemek yetmez." Parmak uçlarında yükselse bile boyunun yetmeyeceğini biliyordu, tuttuğu yakalarından çektiği gibi kendisiyle burun buruna gelmesini sağladı bu yüzden. Pembe saçlı melez şoktan dolayı cansız bir peluş gibi savruluvermişti üzerine doğru.

Çakmak çakmak gözleri şaşkın gözlere baktı. Kanı yaptığı itiraftan dolayı fokur fokur kaynarken diğerinin tepki verememesi zoruna gitmiyor değildi ama ikisi arasında işler böyleydi. Chanyeol onun hızına hiçbir zaman ayak uyduramamıştı ki. Uzaktan izlerken insanları kahkahalara boğduğunu gördüğü bu çocuk, kendisinin yanında sönüveriyordu. Kendi hatasıydı bu, düzeltecekti. Chanyeol onun yanındayken de parıldasındı artık.

"Ne demek istiyorsun?" Umutsuzluktan artık rüyalarında bile göremediği bu sahneyi canlı canlı yaşayan çocuk nefesini titrekçe Ares oğlunun dudaklarına üfledi. Çok yakınlardı, hiç bu kadar yakın olmamıştı ona. Tüm hırçınlığına rağmen bir bebeğinki gibi tatlı olan yüzü böyle bakınca nasıl da güzeldi.

"Ben korktum." Yakalarını sıkı sıkı tutmaya devam ederken ömründe bir kez olsun kurmadığı o cümleyi sevdiği çocuğun gözlerine bakarak söyledi. "Seni sevmekten korktum, ancak buna artık bir son veriyorum." Sertçe dudaklarının hemen bitişiğindeki dudakları öpüp geri çekildi. Chanyeol'ün kalbi duracak gibi oldu o an.

"İşte, karşında dikilirken söylüyorum. Sana savaşın ölüme olan susayışı gibi âşığım Park Chanyeol."

Sonrasında birkaç kişi, pembe saçlı iri bir çocuğun, savaşın ufacık oğlunu kollarının arasına alıp dudaklarına yapışmasına şahit oldu.

Kampta hâlâ umut vardı.

--

"Burada hiçbir şey yiyemediğimiz için açlıktan öleceğiz." Jongin sıkıntıyla gardiyanların getirdiği yemek tabaklarına baktı. Çok acıkmıştı acıkmasına ama tek bir lokma bile alsa yeraltına hapsolacaklarını biliyordu. Neyse ki su içme kısmında sıkıntı yoktu, aksi taktirde çoktan bayılmış olurlardı.

Hades'in tapınağında ikinci günleriydi ve onları almaya gelen kimse yoktu.

"Babam bizi kurtaracaktır." Jongdae sırt çantasından çıkarmış olduğu sudan birkaç yudum daha aldı. Açıkcası hâlâ şoktaydı fakat Jongin'in paniklememesi için sakin gözükmeye çalışıyordu.

"Gerçekten kurtaracağı kadar önemli miyiz ki?"

"Elbette. Sen onun en değerli oğlusun." Koskoca Hades onları tehdit olarak görmüş, hapsetmek için türlü türlü planlar kurmuştu. Önemli olmasalar bunlar olur muydu? Tanrı bilmedikleri o kadar şeyden bahsetmişti ki...Birbirlerine hayat bağları olduğunu öğrenmişti mesela, artık kendisine çok daha dikkat etmesi gerektiğine işaretti bu. Ayrıca dokuz yaşından beri Jongin'i koruyup kolluyordu zaten, bir de gerçekten muhafızı olmakla görevlendirildiğini bilmek bambaşka bir şeydi.

"Benim en değerli varlığım sensin abi." Jongin'i korumak, korumakla görevli oluşu, iki yaz önce yaptığı korkunç hata, bunu ondan gizlemek zorunda kalmak...hepsi kardeşinin dudaklarından dökülen son cümleyle birlikte üstüne devrilmiş gibi hissetti. Kendinden nefret ediyordu, duygularına hakim olamadığı için zavallının tekiydi, babasının ve Jongin'in ona güvenini boşa çıkarmıştı. Tüm bu aptallıkları yetmezmiş gibi hala onu seviyordu.

"Jongin..." dedi. Ne yeri ne zamanıydı, belki kendisinden nefret edecekti ama daha fazla dayanamayacaktı. "Sana bir şey söylemem lazım." Üstelik, Sehun artık kardeşini sevdiğine göre bu tür bir şeyin eninde sonunda ortaya çıkacağı kesindi.

"Nedir?" dedi sarışın tatlı tatlı. Nedense bu karanlık mahzende geçirdikleri ilk günün aksine oldukça sakindi. Bol bol düşünmeye vakti olmuştu gece. Dünya kurtulmuştu, kendisini hayatta tuttuğu sürece Jongdae'nin de yaşayacağını öğrenmişti. Sehun ve kamp güvendeydi. Kulağa o kadar da kötü gelmiyordu açıkcası.

"Anlattığım şeylerden sonra yüzüme bakmak istemeyebilirsin." Dip dibe oturuyorlardı ve birbirlerinden başka bakacak kimseleri yoktu oysa. "Sana ne yaptığımı farkettiğimde vazgeçsem de çok geçti, bu nedenle affedilecek bir yanım yok."

Jongin çıplak dizlerine yasladığı başını kaldırıp bir tık ciddileşti. Abisi bu kadar kötü ne yapmış olabilirdi ki? "Sen benim ailemsin."dedi yine de. "Elbette seni affederim."

Gerçekten anlattıktan sonra da böyle düşünecek miydi kardeşi? Öğrenmek için lafı uzatmadan girdi konuya. "İki yaz önce, Sehun'un kampa gelişinin ikinci yılı," Derin bir nefes aldı sarışın, kardeşine bakacak yüzü olmadığı için diğer tarafa çevirdi kafasını. Bu konuşmanın geri dönüşü yoktu. "Ondan hoşlanıyordum."

Otuz saniyelik bir sessizlik.

"Sen çok seviyordun, bu nedenle bunu hiç belli etmedim. Elbet birgün geçeceğini söyledim kendime, işler pek öyle gelişmedi." Jongin'in bir nefes verdiğini duydu, sıkıntı dolu bir nefes. Ancak yüzünün nasıl göründüğüne bakamayacaktı.

"Bana gelip beni sevdiğini söyledi, birlikte nöbetteydik. Birimiz on altı, diğerimiz on yedi. Bilmiyorum Jongin, ilk günler reddetsem de duygularıma yenik düştüm. Seni korumak görevimken verebileceğim en büyük zararı verdim ben."

"Sen o yaz...bu yüzden mi sürekli bir yerlere kaçıyordun?" Abisi bakmasa da Jongin onun ensesine bakıyordu öylece. Duymayı beklediği şeyler bunlar değildi, titrek çıkmıştı sesi. Ancak ağlarsa kime sarılacaktı bu mahzende ona şimdi?

Jongdae başını hafifçe sallayarak cevap verdi. "Üç ay öylece nasıl geçti bilmiyorum. Ancak yaz bittiğinde ve Sehun gittiğinde, yaptığım hatayı farketmiştim. Geçen sene geldiğinde bu yüzden bitirmek istediğimi söyledim ve bir daha görüşmedik." Anlatmıştı işte, ne zamandır içini kemiren kurttan kurtulmuştu. Gözünden bir damla yaş zift siyahı zemine düştü.

"Benim onu nasıl sevdiğimi biliyordun."

"Evet."

Ne zaman akmaya başladığını bilmediği gözyaşlarını elinin tersiyle sildi şifacı. "Sana her şeyden çok güvendiğimi biliyordun."

"Biliyordum Jongin." Dayanamayıp döndü kardeşine, pişmanlık dolu gözleri hayalkırıklığına uğramış sarı-kahverengi parıltılarla buluştu. "Yaptığımın bir açıklaması yok, aptalın tekiyim."

"Ben..." dedi üzgünce. Sinirli hissetmiyordu, sadece hayalkırıklığı ve saf üzüntüydü hissettiği. Abisi Sehun'u sevdiği için değildi üzüntüsü. Arkasından iş çevirmişti, gözünün içine baka baka yalan söylemişti ona. Saf saf abisinin akşam yemeğine gelmesini beklerken onun bir yerlerde, sevdiği adamı öpüyor oluşu canını yakmıştı işte, ne yapsın? "Ne kadar üzülürsem üzüleyim, bunu bana söylemeni isterdim."

"Korktum Jongin. Yemin ederim çok korktum bir daha yüzüme bakmayacaksın diye, çok bencildim."

"Yine de Hades'in mahzeninde, biz ölüme bu kadar yakınken söylemenden daha iyi olurdu." Ayağa kalkıp kenarda duran sırt çantasını aldı ve Jongdae'nin yanından kalkıp mahzenin diğer ucuna geçti. Giderken  nişancının onun oturması için serdiği kazağı almamıştı, anlaşılan abisi herzaman da iyiliğini düşünmemişti bu zamana kadar.

"Özür dilerim." Uzaklaşan kardeşine iç çekerek baktı. Bağırıp çağırsa daha az suçlu hissederdi, ne yazık ki Jongin böyle biri değildi. Eminim kardeşi şu an kendisinin de Sehun'u sevdiğini düşünüp üzülüyordu. Böyle düşünürse senelerdir sevdiği adamdan ayrılmaya çalışabilirdi, Jongdae canını ne kadar yakarsa yaksın buna neden olmayacaktı.

"Artık ona karşı hiçbir şey hissetmiyorum." dedi bu nedenle. Son kez yalan söyleyecekti. "Buradan kurtulur kurtulmaz ikinizin birlikte çok mutlu olacağına eminim."

"Yalan söylüyorsun değil mi?" Jongin salak biri değildi. Üstelemek zorunda mıydı ki? Hâlâ kendisini düşünüyordu.

"Hayır, ben bir süredir Junmyeon ile ilgileniyordum zaten." Son yalanım değilmiş, dedi kendi kendine. Pekâlâ, bu son olacak öyleyse. Aklına ilk gelen isim Junmyeon'du ama ne alakaydı ki? Jongin umarım inanırdı.

"Anladım, elbette bunu da bana söylemedin." Sarışın şifacı artık abisine bakmaya dayanamadığı için başını dizlerinin arasına gömüp sıkı sıkı kapattı gözlerini. Dün bile mahzen böylesine üzerine gelmemişti. Jongdae'den başka kimsesi yoktu, arkadaşları ve Sehun yanında değildi. Sehun...çok mu sevmişti acaba abisini? Terkedilince çok üzülmüş müydü? Kendisine bir kere bile onu sevdiğini söylemediğinden bilemiyordu, Sehun tarafından sevilmek nasıl bir histi?

"Bahsedecektim fakat yeraltına indik apar topar."

"Yeterli abi. Bir süre konuşmasak iyi olur." Elbette itiraflar herzaman güzel şeyler doğurmazdı. Kampın aksine yeraltında işler biraz daha sıkıcı bir hâl aldı. Apollon çocukları bir geceyi daha aç bir şekilde orada geçirdiler, babalarının onları kurtarmak için Olimpos dağında tanrılarla konuştuğundan haberleri yoktu.

--

"Sehun, neden döndün oğlum?" Kapıyı açan şaşkın annesine soluk bir gülümseme verdi. Yazın bitmesine iki aydan çok vardı, şehre dönmesi onun için beklenmedikti elbette.

"Ben..." dedi halsizce içeri girip annesine sarılırken. Kendisinin aksine annesinin sarı, ipek gibi saçları şampuan kokuyordu. Çok güzel bir kadındı, Hades'in gözlerini Persephone'dan ayıracak kadar güzel. "Ben nefes alamadım."

---

"ertesi gün neler oldu?" temalı bir geçiş bölümüydü

Continue Reading

You'll Also Like

54.4K 5.9K 21
Taehyung bir katildir ve hapishaneden kurtulmak için taklit yaparak akıl hastanesine girer. O sırada orada hasta yatan Jungkook ile karşılaşır ve Jun...
110K 12.8K 33
değişiyorsun, dayanamıyorum
94.9K 5K 61
"Komşum ünlü bir futbolcu. Fazla yakışıklı ve bunun da fazlasıyla farkında. Üstelik inatçı keçinin teki, tam anlamıyla gıcık ve çekilmez biri. Başta...
25.7K 1.8K 61
-TAMAMLANDI- Rusça bir kelime olan "Odnoliub". Hayatı boyunca tek bir kişiyi sevmiş olan, aşkı bir kere tatmış, kalbini sevdiğine açmış olan kişiye d...