Selim yere çökmüş ve boş gözlerle olan biteni seyrediyordu. Fırat yanına gelmiş ve onu zorla da olsa yerden kaldırmış ve Filiz’in de yardımıyla odasına sürüklemişti.
- Filiz siz burada kalın.
- Sen merak etme Fırat.
Fırat odadan çıkarken kapıyı kilitlemeyi ihmal etmemişti. Hemen olay yerine dönmüştü herkes gözünde yaşlarla yerde yatanlara bakıyordu. Fırat da teyzesini ve eniştesini böyle görmeye dayanamıyordu. Durumun kötüye gittiğini anlayan Fuat hemen odasından bıçağını almış ve önce Selim’in babasının sonra da annesinin kafasına bıçağı saplamıştı. İçerden örtü getiren Dilek de üstlerini örtmüştü.
- Başımız sağ olsun Fırat.
- Sağ ol abi, onları huzura kavuşturduğun için de sağ ol, ben yapamazdım sanırım.
- Hemen bahçeye bir çukur açalım, hastalık bulaştığına göre cesetleri yakmalıyız sanırım. Ondan sonra da gömeriz. Bu işi Selim görmeden kısa süre içinde halledelim zira Selim’in halini hiç iyi görmedim.
- Haklısın abi, biz Savaş’la gidip çukurları kazalım. İki çukur kazalım. İkisini bir çukura ikisini diğer çukura gömeriz. Siz de hazırlıkları yapın.
Fırat ve Savaş’la beraber Ferit de çukur kazılmasına yardımcı olmak için bahçeye inmişti. Buldukları uygun bir yere iki tane çukur kazmışlardı. Sonrasında Savaş yukarıdakilere haber vermiş ve cenazeler bahçeye indirilmişti. Dualar edildikten sonra cenazeleri çukurlara koymuşlar ve Fırat üstlerine biraz mazot döktükten sonra kibriti atıp ateşe vermişti. Alevler gecenin karanlığında parlamış ve herkes alevlerin büyüsüne kapılmış göz yaşları içinde alevleri seyre dalmışlardı. Cesetlerin yeteri kadar yandığından emin olduktan sonra çukurları kapatmışlardı. Güzel geçen bir günün ardından huzurlu geçmesi gereken bir gece cehenneme dönmüş ve dört tane cenaze defnetmişlerdi. Fırat yukarı çıkıp Selim’in odasına girmişti. Selim cenin pozisyonu almış yatıyor, Filiz de yatağın yanındaki sandalyede oturuyordu.
- Ne oldu Filiz?
- O kadar dil döktüm ama tek kelime etmedi Fırat, korkuyorum.
- Tamam Filiz sen gidebilirsin, ben konuşurum onunla.
Fırat yatağın kenarına oturmuş ve elini Selim’in omzuna koymuştu. Bir süre böyle kaldıktan sonra konuşmaya başlamıştı.
- Selim, o günü hatırlıyor musun bilmiyorum ama ben hiç unutmadım. Daha on iki yaşındaydım, annem ve babam trafik kazasında ölünce eniştem gelip beni almış ve sizin eve getirmişti. İlk gece yatağıma uzanmış sürekli ağlıyordum sonra sen geldin yanıma o zaman bile olgundun. Beni güldürmeye çalıştın. İlgimi çekebilecek neyin varsa getirip önüme yığdın. Teyzem, eniştem ve sen ailemin ölümünden sonra benim ailem oldunuz. Onlar benim de annem babam sayılır biliyorsun. Şimdi çok üzgünsün biliyorum sana şunu yap bunu yap da demeyeceğim ama şunu bil biz kardeşiz ve annemizi babamızı kaybetmiş olsak da kardeşin her zaman yanında, hadi şimdi biraz dinlen.
Fırat konuşmasını bitirmiş ve odadan çıkmak üzere ayağa kalkmıştı. Selim yatakta doğrulmuş ve sormuştu.
- Fırat?
- Efendim?
- Onları, gömdünüz mü?
- Evet, seni beklemedik ama bence doğrusu buydu. Hadi şimdi dinlen.
Fırat odadan çıkmış ve salona inmişti. Saatler geçmişti ve gün neredeyse ışımak üzereydi. Kimse tekrar yatmamıştı ve herkes salonda üzgün bir şekilde oturuyordu. Fırat’ı gören Arnavut Cemal hemen sormuştu.
- Ne yaptın Fırat, Selim nasıl?
- İyi olacak abi, iyi olacak.
- İnşallah evlat, tek bırakmasak mı?
- Bir şey olmaz. Ama yanında durmak isteyen varsa gidebilir.
- Ben yanında durayım, ne olur ne olmaz.
- İyi olur Filiz kızım, Selim güçlüdür ama böyle zamanlarda insanın aklı kendine oyunlar oynar. Yalnız bırakmayalım.
- Sen nasılsın Fırat?
- Bilmiyorum Fuat abi, ikinci kez ailesini kaybeden bir insan nasıl olabilir ki ama Selim için güçlü olmak zorundayım.
- Öyle, ama şunu bil biz hepimiz bir aileyiz. Dünyada birbirinizden başka kimseniz kalmadı sanmayın. Benim hayatım akıp gitti çocuk sahibi olamadım ama sizler benim çocuklarım gibi oldunuz. Birbirimize destek olup bugünleri atlatacağız.
- Sağ ol abi. En iyisi kafamızı başka şeylere vermek yoksa insan boş kalınca kurdukça kurar.
- Öyle diyorsan, şu aşağıdaki esirleri ne yapacağımızı sana sorabiliriz.
Fırat onları tamamen unutmuştu. Yapacak şey belliydi ama Fırat’ın içinden adamları öldürmek gelmiyordu. Bu merhametleri başlarına bir sürü bela açmıştı ve görünüşe bakılırsa açmaya devam edecekti.
- Savaş bindir bunları küçük tekneye de İstanbul’a doğru bir gezintiye çıkalım.
- Aklında ne var evlat?
- Abi İstanbul’a doğru gideriz hem o tarafta durum nedir görmüş oluruz bunları da kıyıya yakın bir yerden denize atarız. Kurtulabilirlerse kurtulurlar.
- Sen bilirsin.
- Hadi Savaş gidelim sonra dönünce de keskin nişancıyla buluşmaya gideriz. Şu herifi de bulalım artık.
- Gidelim.
Fırat ve Savaş aşağıya inmiş ve adamları kapalı oldukları odadan çıkarmışlardı. Adamlar Fırat’ı görür görmez yalvarmaya başlamışlardı.
- Ne olur bizi öldürmeyin, inanın bizi zorladılar, esas kötü olanlar yanımızdakilerdi. Bizi tehdit ettiler.
- Neyse ne, artık onlar bizim için bir sorun değil. Sizinle küçük bir gezintiye çıkacağız hadi.
- Ne olur öldürmeyin bizi, yalvarırım.
- Lan oğlum öldürmeyeceğiz dedik ya, hadi yürüyün zaten kafam bozuk sinirlendirirseniz anında kafanıza sıkarım.
Adamlar başka çareleri olmadığını görünce seslerini çıkarmadan Fırat ve Savaş’ı takip etmiş ve tekneye binmişlerdi. On beş dakikalık bir yolculuğun ardından Kartal kıyılarına gelmişlerdi.
- Kes şunların iplerini Savaş.
Savaş cebinden çıkardığı bıçakla adamların ellerindeki ve ayaklarındaki ipleri kesmişti. Adamlar şaşkın bir şekilde Fırat’a bakıyorlardı.
- Hadi bakalım atlayın suya, bir daha da adaya gelmeye kalkışırsanız sizi gördüğüm yerde öldürürüm. Anlaşıldı mı?
- Hiç merak etmeyin bir daha adaya adımımızı atmayacağız.
- Hadi o zaman s.ktirin gidin.
Adamların ikisi birden suya atlamış ve hızla kıyıya doğru yüzmeye başlamışlardı.
- Herifler baya iyi yüzüyormuş, bunlar kurtulur.
- Öyle, şimdi ne yapıyoruz?
- Biraz kıyıya paralel gidip ne olup bitiyor bakalım sonra da döneriz. Sen şu dürbünü al ben de şunu alayım.
Fırat dümeni sabitlemiş ve düşük hızla kıyıya paralel gitmeye başlamışlardı. Dürbünle etrafı inceliyorlardı. Caddeler de terk edilmiş arabalar ve etrafta kendine av arayan zombiler vardı. Bazı evlerden dumanlar tütüyordu. Bostancı sahiline kadar gitmişler ve benze şeyler görmüşlerdi.
- Artık dönelim, görünüşe bakılırsa İstanbul bombok durumda.
- Bir tane bile insan görmedim.
- Herkes bir yere saklanmıştır. Türkiye Amerika’ya göre saklanacak yer açısından daha avantajlı, apartmanlar çoğunlukta sonra daireler giriş katındaysa pencereler demirli, villa falansa zaten yüksek duvarlarla çevrili, eminim epey kurtulan vardır. Hele bir düzenimizi kuralım buralara da geleceğiz.
Fırat dümeni kırmış, Bostancı vapur iskelesine gelmek üzereyken dönmüş ve Adalar’a doğru yol almaya başlamışlardı.
- Bari dönerken de diğer adalara bir göz gezdirelim. Ne dersin Savaş?
- İyi olur.
Kısa bir süre sonra Kınalıada açıklarına gelmişlerdi. Yine ellerine dürbünlerini almış düşük hızda seyrederken etrafı inceliyorlardı. Gördüklerini konuşarak ve birbirlerine de göstererek neredeyse evlerine kadar gelmişlerdi. Bu arada Fırat saatine bakmış ve keskin nişancıyla buluşmak üzere bir an evvel yola çıkmaları gerektiğini görmüştü.