Halloween | C.Hood

By sadqueenx

188K 8.1K 2.3K

"İyi geceler, Calum. Beni eskisi gibi hatırla." Calum Hood Fanfiction © Tüm hakları saklıdır More

halloween
two//she's... very beautiful
three//fleur...like a flower
four//for a long time
five//satin soft skin
six//dinner
seven//vika
eight//i feel
nine//bondi beach
ten//list of name
eleven//research and results
spoiler (twelve)
twelve//the little prince
thirteen//coma and regret
fourteen//from astrid
fifteen//ice-cold skin
sixteen//empty
seventeen//scream
eighteen//airport
nineteen//innocent and fragile and vulnerable
final
epilog 2/1 'cause all of me
epilog 2/2 loves all of you
| veda |

one//who are you

17.2K 558 125
By sadqueenx

İyi okumalar. 

 “Hood! Dışarı, hemen!”

Başımı pek de rahat olmayan sıranın üzerinden kaldırıp çantamı alarak ayağa kalktım. Normalde hiçbir üniversite profesörünün öğrencileri uyuduğundan dolayı dışarı attığı olmamıştır. Genelde dersini anlatır ve çıkar giderek monoton bir şekilde hayatlarına devam ederlerdi. Ancak ben istisnaydım. Özellikle Profesör Alto için. Geçen yıl onu günümüz sinemasının bir boka yaramadığını söyleyerek deli etmiştim. Tam bir saat boyunca bu konuyu tartışmış, insanların bizi dinlemesini önemsemeden hararetli bir tartışma içine girmiştik. Sonuç ise benim ona siktir git demem ve şuandaki durumumuz ortaya çıkmıştı.  Hakkı da vardı tabii…

“Üzgünüm Profesör Alto, ancak hala günümüz sinemasının bir boka yaramadığını düşünüyorum.”

“Eğer hemen dışarı çıkmazsan bu yıl da alttan dersin olacak.”

Omuz silkip ağzıma fermuar işaret yaptım ve dışarı çıktım. İnsanların arkamdan serseri diye adlandırması umurumda değildi. Sadece sınavlarıma giriyor ve yüksek notlar almam yetiyordu. Çünkü insanları ancak bu şekilde susturabilirdim.

Kapıyı kapattığımda ufak tefek bir bedeni bekleme koltuklarının yanında bağdaş kurmuş şekilde buldum. Gözlerini kapatmış ve ince dudaklarını aralamıştı.

“Kaderlerimizin aynı olması sence de tuhaf değil mi Hood?”

İnce ve melodik sesi kulaklarıma işlerken gülümseyerek yanında oturdum. Onun aksine ben rahat koltukları tercih etmiştim. Konuştuğunda yanağında oluşan çizgileri seviyordum. Ve bir de dudaklarının iki ucunda oluşan çizgileri… Çoğu insana bu çizgiler yakışmaz ya da çok yaşlı gösterirdi ama ona ayrı bir hava katıyordu.

“Günümüz sinemasının boktan bir kaliteye sahip olması bizim suçumuz değil, Mclntyre.

“Neden sadece kabullenmiyorlar? Bu çok saçma.”

“Çünkü biz özeliz Astrid. Sadece özel insanlar The Killers dinleyip günümüz sinemasının boktan olduğunu düşünür.”

“Yine de çok saçma.”

Yay gibi kaşları çatılırken derin bir iç çektim. En yakın arkadaşım huysuzun tekiydi. Astrid’in bu tavırları bazen çok bunaltıcı olabiliyordu ama onun da tıpkı benim gibi olması durumu kurtarıyordu. Gürültülü bir sesle ayağa kalktığında parmakları bileğimi sararak çekiştirmeye başladı. Anlamsızca ona baktım.

“Sıkıldım Calum. Diğerlerinin yanına gidelim, kesin onlarda atılmıştır.”

“Bir sonraki ders Sanat Tarihi Astrid. Kaytaramam.”

“Ne yani benim de Senaryo dersim var. Yapma, zaten en yüksek notları alıyorsun. Bir dersten olsa bile bir şey olmaz.”

“Astrid, olmaz dedim.”

“En yakın arkadaşını yalnız mı bırakacaksın?”

Vahşice duran sarı saçları neredeyse beline geliyordu. Ve karşımda köpek yavrusu bakışı vicdanıma tekme atmasıyla eşdeğerdi. Beni nasıl ikna edeceğini çok iyi biliyordu. Bunu bakışlarına bağlıyordum çünkü o küçük gözlerini kocaman açarak irileştirmesi ve istekle bakması ikna edici bir özelliğe sahipti.

Çantamı koluma asarak ayağa kalktım. Dudak büktüğü suratına anında joker gibi bir ifade yerleştirmişti. Karşımda zıplarken kendimi gülümserken buldum. Yürürken ince parmaklarının bileğimi sıkı sıkı tutması dikkatimden kaçmamıştı. Sanki o da düşüncelerimi okumuş gibi kendini geri çekti ve bir adım uzaklaştı. Gülümsemem daha da genişledi.

“Ne o? Yoksa çekim alanıma girip benden etkilenmemek için mi uzaklaştın.”

Tiz kahkahası boş koridorda yankılandı. Çevredeki birkaç erkek Astrid’i süzerken kaşlarımı çatarak onlara ufak bir uyarı gönderdim.

“Üzgünüm, serserilerle işim olmaz Calum.”

“Eğer Michael’la çıkmasaydın bu dediğin doğru olabilirdi.”

Beni onaylayan gülüşü dışarı çıktığımızda kuş cıvıltılarına karıştı. Yan profilden göz alıcı olduğunu düşündüm. Estetik olmuş gibi hafif kalkık ufak burnu, biçimli kaşları ve altına yerleştirilmiş küçük, kahverengi gözlerinin ucuna kondurulmuş gür kirpikler… Kırmızının en doğal tonunu barındırdığı ince dudaklarını unutmamak gerekiyor. Onu izlerken yerde birinin ona takılması için bekleyen taşlar sürekli en yakın arkadaşımı bulurdu. Tıpkı şimdi olduğu gibi. Bedeni tökezlerken gelişmiş reflekslerimle koluna yapışım onu düşmekten kurtardım. Savrulup birbirine karışmış olan saçlarını geriye atarak düzeltti ve dirseğine kadar düşmüş olan çantasının kayışını omzuna çıkarttı. Toparlanması sadece iki saniye sürmüştü.

“Telefondan mesaj yazacağına önüne baksan bana bu konuda borçlanmayacaksın.” Diyerek güldüm. Astrid çarpık bir gülümsemeyle bana döndü ve dramatikçe konuştu “Sen olmasan ben ne yapardım.”

Egom yine baskın çıktı “Biliyorum.”

Bir süre konuşmadan yürüdük ve üniversitenin karşısındaki kafeye girdik. Astrid’le olayımız tamamen buydu. Birbirimizle konuşmadan anlaşırdık. Nasıl yakın arkadaş olduğumuzu çoğu kişi çok merak ediyordu ama olmuştuk işte. O gayet heyecanlı, yerinde duramadan kıpır kıpır ve saftı. Ben ise soğuk ve ilgisiz. Sanırım zıt kutupların uyuşmasına en iyi örnek olarak gösterilebilirdik.

Masaya oturduğumuzda telefonunu benimkinin hemen yanına koyarak dirseklerini masaya dayadı.

“Hepsi dersteymiş. Michael bile.”

“Sanırım hepsi günümüz sinemasının muhteşem olduğunu düşünüyor.”

“Tanrı onları cehenneme gönderecek.”

Siparişlerimiz geldiğinde Astrid kendi bardağını kaparak parmaklarının arasına sıkıştırdı.  Bir süre ortama sessizlik hakim olurken gözlerim sürekli bardağını çeviren ya da sürekli bardağına vuran parmaklarına bakmakla meşguldüm. Bu işlemini yavaş hareketlerle sonlandırırken bana soru sormaya hazırlandığını anladım. Beden dili kolay anlaşılan bir kızdı.

“Bu akşam… Cadılar bayramı partisine gelecek misin?”

3 yıldır arkadaş olmamıza rağmen hala bazı şeyleri çekinerek söylüyordu. Hakkı vardı. İnsanları terslemek ya da oldukça soğuk davranmamdan diğerleri gibi etkilenmese de üzerinde ufak da olsa gözle görülür bir etki bırakıyordum.

“Bilmiyorum. Sanırım evde çalan kapıları açarak ‘şeker mi şaka mı’ saçmalığına katlanmayı düşünüyorum.”

“Yapma Calum, bari bu yıl yapma. Söz vermiştin.”

Omuz silkerek gözlerimi devirdim “Öyle mi, hatırlamıyorum. Muhtemelen o sırada içkiliyimdir.”

Gülen yüzü yavaşça solmaya ve donuk bir hal almaya başladı. Ağlamayacaktı. O asla ağlamazdı. Sinirlenir, bağırır çağırır, gerekirse kendini rezil edecek şekilde milletin içinde küfür ederdi ama asla ağmak gibi bir duygusallık yapmazdı. Her sinirlendiğinde yaptığı gibi alt dudağını ısırdı ve parmaklarının kenarlarındaki etlerle oynamaya başladı. Çenesini kasmaktan yanaklarının içine çökerek çıkık elmacık kemiklerini daha da ortaya çıkarmıştı.

Sessizlik artarken kahvesinden yükselen duman zamanla azaldı ve yok oldu. Ben ise çoktan içip bitirmiştim.

“Bana kadar soğuk ve ilgisiz davranman? Neden?”

“Sana özel olmadığını biliyorsun. Yapım bu.”

Kelimelerim suratına darbe etkisi yaratırken tavırlarıma neden bu kadar takıldığını anlayamıyordum.  Evet ben buydum ve 3 yıldır bunu anlayamadıysa benim problemim değildi.

Uzun olan boyumun sağladığı avantajla sağ elini yumuşak koltuğu deler gibi geçirdiğini fark ettim. Muhtemelen yüzüme yumruk atmamak için kendini tutuyordu. Onu engellemezdim. Ve o, bir şeyi kafasına koyarsa yapardı. Ancak yapmadı. Bunun yerine acı dolu bir gülümseme takınarak sert nefesini dışarı püskürttü. Ona bakarken arkasındaki esmer kızla göz göze geldim. Flört edercesine göz kırpmasıyla ona en havalı gülüşlerimden birini attım.

Astrid başını hafifçe çevirerek arkasına baktı. Anlamış olacak ki başını öne eğerek kafasını salladı ve aynı ifadeyle bana baktı. Tabi ben tüm bunları esmer kıza bakarken yan gözle görüyordum.

“Göt herifin tekisin.”

İşte. Başlıyoruz.

“Ayrıca acımazsızsın. Ve bir de dengesiz.”

Bana bilmediğim bir şey söyle kızım, bilmediğim bir şey.

Sırtımı koltuğa yaslayarak kollarımı kavuşturdum. Alaycı gülümsemeyle onun sinirlenmesini keyifle izlemeye koyuldum. Sinirlendiğinde gözü kimseyi görmez ve zehirli oklarını saplamaktan asla çekinmezdi.

“Elbette öyleyim.” Diye fısıldadım

“Ama hayır, bunlar beni yıldıramaz. Bugün beni kıramayacaksın çünkü cadılar bayramı. Çünkü en yakın arkadaşlar birbirine kırılmaz.”

Bir süre gözlerimiz birleşti ve öylece birbirimize baktık. Elbette ben uzun süre bakmadım çünkü bilirsiniz… Ben bir erkeğim ve kadınların yüzünü özellikle dudak bölgesini incelemekten zevk alırım. Hayır, hayır elbette sapık değilim. Hem o benim en yakın arkadaşım. Ancak yine de inceliyordum.

Ona her baktığımda ayrı bir değişikliği fark ediyordum. Mesela bugün turuncu bir allık sürmüştü. Üstelik çarşambaları asla turuncu sürmezdi, çarşamba onun sadece parlatıcı sürme günüydü. Bunu hep salakça bulurdum ama alışmaya başlamıştım.

Tuhaflık bir yana o hep mutluydu ve hayat doluydu. Benim aksime uyuşuk ve soğuk değildi.

“Profesör Anderson yakın bir zamanda ödev verecekmiş.”

“Siktir. Film Yapımı dersinden her zaman nefret etmişimdir. Ne vereceğini söyledi mi?”

Çantasını karıştırarak kağıt parçaları çıkardı. Kendi el yazısıyla dolu kağıtları kurcalarken masanın üzeri bir anda dolmuştu. Bunu nasıl başardığını hep merak etmişimdir. Çok düzenlidir ancak bir o kadar da dağınık. Bu bir bilmece gibiydi. Asla çözülemeyen bir bilmece.

Sonunda kağıdı bulup bana uzattığında zafer kazanmış edasıyla gülümsedi.

“Listeden üçerli olarak seçilince sen, ben ve Tristan grup oluyoruz.”

“Bu iyi. Tristan’ı gruptan atmak için konuşuruz. Konu ne peki?” Yerinde kıpırdanırken ters giden bir şey olduğunu anlamıştım. Yoksa bu kadar sorun etmezdi. Tek kaşımı kaldırarak “Sorun ne Astrid?”

“Boş ver Calum. Zaten yarın öğrenirsin.”

Onunla ortak derslerimi üç taneydi. Film Yapımı, Film Yönetimi ve Çağdaş Sanat Kuramları. Bu üç ders zaten çok sevdiğimiz derslerden sayılmazdı. Bunun sebebi zor olması değil profesörlerin dünyanın en gereksiz ve aptal insanlar olmasıyla alakalıydı.

Kafenin saatine baktığımda annemin sabah evden çıkarken söylediği şeyin aklıma gelmesiyle yerimden fırladım. Gri beremi başıma geçirdim. Astrid gözleriyle benim aceleci tavrımı izlerken onu alnından öptüm ve “Geç oldu. Annem babam gelmeden ablam ve beni bir arada görmek istiyor.” Dedim.

“Ama Mali’yi sürekli görüyorsun Calum.”

“Biliyorum ama elimde değil. Babam hala ona kızgın. Üzgünüm.”

Mali, yani ablam Astrid’in evinde kalıyordu. Onu sıradan bir otele ya da aptal arkadaşlarının yanına bırakamazdım. En güvendiğim kişi Astrid’di ve onun yanında, gözlerimin önünde olmalıydı. Babam ona her ne olduysa sinirlenmişti ve bilmediğim sebeplerden dolayı evde görmek dahi istemiyordu. Üvey babamız olması bir şeyi değiştirmiyordu çünkü ona saygı duyuyorduk. Üstelik annem bile onu evden göndermek konusunda herhangi bir şey söylemediğine göre benim konuşmam doğru olmazdı.

Aceleyle kafeden çıkarken çantamı kavradım, yağmur yağıyordu ve beremin olması benim için bir avantajdı. Bir yandan da telefondan ablama ulaşmaya çalışıyordum. Ve tabi ki eve en kısa zamanda gitmenin de yolunu taksiye binerek en hızlı hale getirmeye…

-

Kapının beşinci kez çalmasıyla uzandığım koltuktan ‘şeker mi şaka mı’ saçmalığına katlamak için defalarca yaptığım işlemi uyguladım. Kapıyı açtım. Evet, saçmaydı. Ancak karşımda duran 4 kişi daha saçmaydı. Özellikle her biri garip kostümler giymişken.

Michael siyah pelerinini savurarak “Hazırlan, gidiyoruz.” Dediğinde kalçamı kapıya yaslayarak sıkıntılı dolu bir sesle konuştum “Gelmeyeceğimi söylemiştim.”

Luke vücuduna saplanmış gibi duran baltayı düzeltirken gururla Astrid’in sırtına vurdu. Bunu neden yaptığını anlamlandırmaya çalışırken Michael yeniden konuşmaya başladı “Benim mükemmel sevgilim, bir yolunu bulup Tristan’ın partisine giriş için yol bulmuş.”

Gözlerimi Astrid’in üzerinde gezdirdim. Küçük gözlerini kocaman açmış gülümseyerek bana bakıyordu. Üzerine siyah yırtık bir elbise giymişti ve sarı saçları karmakarışıktı. Her zamanki gibi dudağında parlatıcı vardı. Kime benzediğini anlamamıştım ama güzel gözüküyordu.

 Kapının arkasından deri ceketimi alarak kapıyı çektiğim gibi dışarı çıktım. Kostüm giymeye gerek yoktu sadece o herifin partisine sızmak bana büyük keyif verecekti.

“Sen bir tanesin Astrid.” Diyerek kolumu omzuna atarak onu kendime çektim.

-

Partiye girmek o kadar kolay olmuştu ki… Resmen kapıdan öylece girivermiştik. Hiç çabalamaya gizli saklı yollardan sıvışmaya gerek bile kalmamıştı.

Biraz vakit geçirip dans edip eğlendik. Şimdi ise ben onları bırakmış renkli kokteyllerden içiyordum. Ve elbette sıkıntıdan patlıyordum. Nasıl partiydi bu? Sadece slow dans ediyorlardı ve millet birbirini elliyordu. Tamam, bu normal olabilirdi ama tanrı aşkına! Bugün cadılar bayramıydı ve insanların çılgınca eğlenmesi gerekiyordu. Slow bir şarkıda aptalca bir o yana bir bu yana savrulması değil.

Sıkıntıyla nefes aldığımda yarıda kaldı. Hemen yan tarafımda bulunan kızın bakışları üzerimde geziniyordu. Yüzünde bir maske vardı ve saçlarının peruk olduğu parlaklığından belliydi. Bakışlarımla çarpışınca çekinmeden bir süre baktı. Ben ise çoktan bakışlarımı bedeninde gezdirmeye başlamıştım. İnce kıvrımlı bacaklarını üst üste atmıştı ve kollarını tezgaha dayadığı için sandalyenin yüksekliğinden kambur duruyordu. Deri bir pantolon giymişti üzerine de beyaz bir kazak. Ve oturuş pozisyonu arkadan bakan biri için gayet güzel olmalıydı.

Gözlerimi yeniden ona çevirince artık bana bakmadığını fark ettim. Gözlerini mavi renkteki bardağına odaklamıştı ve müziğin ritmine uygun olarak ince, zarif parmaklarını ona vuruyordu. Bu kadar sesin içince parmaklarındaki ince yüzüğünün bardağa vurma sesine konsantre olmuş olmam oldukça tuhaftı.

Hadi bebeğim, her şey iyi olacak.

Başını geriye atarak sesli bir şekilde konuştuğunda bana dedi sanarak ona aptalca ‘ne’ diye sordum. Ama o, bu kadar sesin içinde beni duymayarak parmaklarını aynı ritimle bardağına vurdu. Ne sanmıştım ki?

Ama sonra anladım ki çalan şarkıyı söylüyordu. Ne zaman değiştiğinden bile haberim yoktu, The Killers çalıyordu.

“The Killers, ha?” diyerek hayatımda ilk defa konuşmayı başlattım.

Ağır hareketlerle bana dönerken gülümsemesi genişledi. Çekingen bakıyordu ama aynı zamanda gözlerindeki cesaret kendini belli ediyordu. Ayrıca değişik bir aksanı vardı.

“Evet, sadece özel insanlar için. Özellikle bu şarkı…”

“Nadir insanlardan birisin?”

İsmini bilmiyordum ve öğrenmeyi hevesle istiyordum. Ancak o sadece gülümsedi ve bana baktı. Bakışları tuhaf derece iyi hissettiriyordu. Gözleri benimkiler gibi kahverengiydi ama ona benden daha çok yakıştığı kesindi.

“Ben Calum.”

Uzattığım elime bir süre baktı ve emin bir tavırla sıktı. Adını yine söylememişti.

“Bir adın yoksa arkadaşların seni nasıl çağırıyor?”

“Adımı bilmene gerek yok, Calum. Beni sadece bu gece göreceksin.”

Hüzünlü bakışlarını parmaklarına çevirdi. Calum derken ki ifadesini es geçmek mümkün değildi. Birçok duygu vardı ama gözleri gibi hüzün içeriyordu. Onun aksine ben, neşeli ve soğuk Calum’dan farklı bir tavırla gülümsedim.

“Ne yani, sen öylece her yıl çıkan cadılar bayramı hayaleti falan mısın? Bak bu komikti.”

“Hayır, ben gizemli bir şekilde ortaya çıkan ve senin aklını başından alacak olan maskeli bir kızım. Ve daha sonra ortadan yine gizemli bir şekilde kaybolacağım.”

“Çok iddialısın. Maskeni çıkarmama sebebin bu mu?”

“Hayır.” Sert bir dille çıkıştığında başını çevirdi. Pekala kaba kuvvet istiyorsa yapardım, benim için sorun değildi.

Ellerimi ona uzattığımda maskesine dokundum. Tam çekip çıkaracakken elleri ellerime dokundu. Sıcaklığı benimle temas ettiğinde irkildim. Onda hiçbir tepki yoktu. Sadece umutla gözlerime bakıp elimi sıkı sıkıya tutuyordu.

Ellerimin üzerindeki elleri parmaklarıma kayarken onları iç içe geçirdi. Bir an afallayarak nefesimi tuttum. Maskesini tutan parmaklarım gevşediğinde ufak bir baskıyla elimi aşağıya indirdi. Büyük ellerimi sanki tamamını kavrayabilirmiş gibi tutarken gözlerimi kenetlenmiş ellerimize diktim. Ellerimi bıraktığında boş bir yığınmış gibi aşağıya düşerek sallandı. Daha sonra üzgün tavrını değiştirerek kocaman gülümsedi.

“Seni bulabileceğimi biliyorsun değil mi?”

“Zor ama imkansız değil.”

Yeniden direterek “Maskeni çıkar.” Dedim. Ama o tanıdığım çoğu kızdan daha dirençliydi. Bunu ilk bakışta anlamıştım. Siyah peruğunu arkaya savurdu

“Hayır. Calum beni dinle… Beni bulursan ikimiz de mutsuz oluruz. Tamam mı? Beni bu geceden sonra unutacaksın.”

“En azından bana saç rengini söyle.”

Saç rengi mi? Aptallığa doymuyordum. Onu saç renginden mi bulacaktım yani? Cidden aptalın tekisin Calum.

Küçük bir çocuk gibi kıkırdadı ve yerinde kıpraştı. Ondan yayılan portakal çiçeği kokusunun yoğunluğuyla başım döndü. Yüzünü bile görmüyordum ama kokusundan başım dönüyordu. Belki de bu ana özel bir durumdu ve yarın sabah tıpkı onun dediği gibi her şeyi unutacaktım.

Uzun bir sessizliğin ardından bana cevap vermeyeceğini sanıyordum ama beni şaşırttı.

“Sarı.” Diye fısıldadı “Saçlarım sarı ama bunun bir önemi yok. Calum, anlamıyorsun.”

“Gayet anlıyorum. Ama sen anlamıyorsun. Kimsin sen?”

Anlamıyordu ve bende anlamıyordum. Neyi anlamadığım gayet açık değil miydi? Neden maskesini çıkarmıyordu diye kendi kendime düşündüm. Güzel olmadığı için değildi. Güzel olduğu belliydi, çok güzeldi ama kendini gizliyordu. Onu beğenmeyeceğimi düşünüyorsa cidden yanılıyordu. Çünkü dediği gibi beni etkilemişti, çok fena hem de…

Peruğunu yek bir omzunda toplayarak omuzlarını dikleştirdi ve işaret parmağıyla dizinde anlamsız şekiller çizmeye başladı. Dikkatimi dağıtırcasına seri hareketlerle yapıyordu bunu. Düzenli nefes alışları sık sıktı. Tekrar konuşmaya başladığında gözlerime bakmaktan kaçınıyordu.

“Kim olduğumun önemi yok.” Parmakları sabit bir şekilde dizinde bekletirken bakışlarını sonunda benimle buluşturdu “Şöyle düşün Calum, belki de beni bulmaman daha iyidir.”

“Yanlış. Sen sadece korkuyorsun.”

“Belki de sen haklısındır. Belki de ben, gerçeklerin ikimizi de kırmasından korkuyorumdur.”

Daha sonra oturduğu yerden kalktı ve vücudunun her bir kıvrımının ağız sulandırıcı güzelliğini gözler önüne sererek deri pantolonunu düzeltti. Portakal çiçeği kokusu dans eden insanların ter kokusunu bastırıyordu ama onun bunu fark etmediğinden emindim. Beyaz dar kazağının bel kısmından görünen düz karnına bakarken hoş kıkırtısını duydum. Zarif işaret parmağını çenemin altına koyarak hafifçe baskı uyguladı ve ona bakmamı sağladı

“Baş yukarı, Calum.”

“Maskeni çıkar. Sen görmek istiyorum.”

“Bunu konuşmuştuk. Beni unut, bu ikimiz için de en iyisi olacak. Eğlencenin tadını çıkar ve beni bulmayacağına dair söz ver.”

Benimkiler gibi koyu kahve olan gözlerini gözlerime dikti. Yüzünün yarısı siyah bir maskeyle çevrelenmişti ve çıkık elmacık kemikleri belli oluyordu. Ateşliydi. Saçlarının sarılığını göremesem bile siyah peruğu bile ona çok yakışıyordu. Gözlerimi ondan alamıyordum ve bu beni zorluyordu. Maskenin ardındaki güzelliğini saklaması çok aptalcaydı. Üstelik cadılar bayramına aykırı bir kostümdü.

Parmakları yanaklarımı okşadığında sadece ona baktım. Parlatıcısına yapışmış saçlarını tek eliyle düzeltip gülümseyerek bana eğildi. Dudakları dudaklarımın üzende olmalı diye düşündüm. Çünkü o göz alıcıydı. Dudakları dudaklarıma hafif bir dokunuş yaptı. Tıpkı parfümü gibi parlatıcısı da portakallıymış diye iç geçirdim. Bu güzel, sikeyim, çok güzel. Geri çekildiğinde onu kollarımın arasına almak istedim ancak benden uzaklaşmıştı. Arkasında bağırdım

“Gitme.”

Sesimi işitmiş olmalı ki bana döndü ve çarpık gülümsemesiyle sarsılmamı sağladı. Kafasını iki ana salladığında peruğunun kılları dudaklarına yapıştı. Onları ellerimle tek tek dudaklarından ayırmak için savaşırdım. Yemin ederim bunu yapardım. Terli bedenlerin arasına karışarak gittiğinde önüme döndüm ve kokteyl bardağımı elimde çevirerek fısıldadım

“Seni bulacağım. Yemin ederim.

Umarım beğenmişsinizdir. Daha kısa yazacaktım ama öylece bir anda yazıverdim. Nasıl oldu sonunda ne olacak hiç bilmiyorum ama ileride göreceğiz. Köşedeki yıldıza da basmayı unutmayııınn :))

Continue Reading

You'll Also Like

25.5K 2.5K 36
"Bindiğin alametin seni nereye götüreceği değil o alamete binip binemediğin önemli. Bir kere bunu seçmeye güç yetirebildiysen yeniden ve yeniden bamb...
11.7M 575K 87
18 yaşında genç bir kızın yolu çıkmaz bir sokakta hiç kesişmemesi gereken bir adamla kesişti. Adam hayata ve mavi renge küskündü. Genç kızla beraber...
83.3K 16.8K 15
oğlum sadece en sevdiği oyuncakları kırıyor. ben onun yok ettiği kumdan kalelerin kralıyım omegaverse, etl texting
1K 117 14
kim taehyung'a giriş101; takım yıldızı rehberi iyi günler dilerim veya iyi geceler veya iyi sabahlar. artık günün hangi saatindeyseniz veya dünyanın...