AŞKA DÜŞÜŞ (TAMAMLANDI)

By MehtapFirat

2.6M 151K 161K

Wattys 2019 Kazananı (Yeni Yetişkin) 🏆 [...] Bir kitapta okumuştum. Şöyle yazıyordu: "Boğazı dantel gibi süs... More

AŞKA DÜŞÜŞ
1.Bölüm
2.Bölüm
3.Bölüm
4.Bölüm
ARA BÖLÜM - 1
5.Bölüm
6.Bölüm
7.Bölüm | Part I
7.Bölüm | Part II
8.Bölüm | Part I
8.Bölüm | Part II
9.Bölüm
10.Bölüm
11.Bölüm
12.Bölüm
13.Bölüm
ARA BÖLÜM - 2
14.Bölüm
15.Bölüm
16.Bölüm
17.Bölüm
18.Bölüm | Part I
18.Bölüm | Part II
20.Bölüm | Part I
20.Bölüm | Part II
21.Bölüm
22.Bölüm | Part I
22.Bölüm | Part II
22.Bölüm | Part III
ARA BÖLÜM - 3
23.Bölüm
24.Bölüm
25.Bölüm
26.Bölüm
27.Bölüm
28.Bölüm
29. Bölüm
30. Bölüm
31. Bölüm
32. Bölüm
33. Bölüm
34. Bölüm
35. Bölüm
36. Bölüm
37. Bölüm
38. Bölüm
39. Bölüm
40. Bölüm | Part 1
40. Bölüm | Part 2
41. Bölüm
42. Bölüm
43.Bölüm
44.Bölüm
45. Bölüm
46. Bölüm
47. Bölüm
48. Bölüm | FİNAL
Bu Bir Veda Ama Asla Son Değil

19.Bölüm

44.9K 2.9K 5.1K
By MehtapFirat

Instagram: askadususofficial / missfirat

Playlist: The Chainsmokers - Closer

19.BÖLÜM

Annemin ansızın İstanbul'a gelmesiyle her şeyin sarpa saracağını, oturtmaya çalıştığım düzenimin sarsılacağını düşünmüştüm ama geçirdiğimiz koca bir günde işlerin pek de öyle gitmediğini fark ettim. Yanılmıştım ve biraz da özlem doluydum. Anneme karşı beslediğim hasret, kızgınlığımın önüne geçerek beni yatıştırmış ve bir tüy kadar hafifletmişti. Üstelik özlem dolu olan tek taraf ben değildim. Aradan geçen onca zamandan sonra annem pek belli etmiyordu ama o da beni çok özlediğinden gönlümü kırmamaya çalışıyor, İstanbul'daki yaşantıma istemeyerek de olsa göz yumuyordu. Alttan alttan yine laflarını üzerime tokuşturuyordu elbette ama tatlı dilini kullandığı için pek belli etmemeye çalışıyordu.

Annemin yanımdaki varlığı bana onunla güzel vakitler geçirebileceğimi düşündürmüştü. Üstelik böyle düşünen tek taraf ben değildim. Eda da benimle aynı fikirdeydi. Eh, dün akşam üstü üniversiteden eve döndükten sonra bizi sıcacık ev yemekleri ve odaların enfes temizlik losyon kokuları karşılayınca Eda annemin varlığına kolayca alışabileceğini dile getirmişti. Alışık değildik evin düzenliliğine ve sıcacık yemeklere. Annemin aniden geldiği yetmezmiş gibi yokluğumuzdaki ilk fırsatta evi dipten temizlemiş ve bizi de büyük bir şaşkınlığa maruz bırakmıştı. Eda'nın odasına pek dokunmamıştı ama benim odamdaki bazı eşyaların yerlerini kafasına göre değiştirdiği için çileden çıkarmayı bir şekilde başarmıştı. Fakat yine de ona kızacak gücü kendimde bulamamıştım. Zaten hafta sonu Almanya'ya dönecekti ve ben geçireceğimiz sayılı günleri harika bir şekilde değerlendirmek istiyordum. Hatta bunun için hemen işe koyulmuştum bile.

Yaklaşan vizelerden dolayı bugün öğleden sonra sadece iki dersim olduğu için annemi sabahın erken saatlerinde Anadolu Yakası'nda kahvaltıya götürmüş ve ardından da birlikte Kapalı Çarşı'ya gitmiştik. Almanya'daki akrabalarımıza ve kendine birkaç süs eşyası aldıktan sonra biraz daha etrafı gezmiş sonrasında ise vakit kaybetmeden onu eve bırakarak üniversitenin yolunu tutmuştum.

Otoparkta daha fazla oyalanmak istemediğimden civcivimi boş bulduğum bir alana doğru ilerletirken park alanındaki yanımdaki Audi R8'in güzelliğine bakarak dudaklarımı ısırdım. Kimin arabası olduğunu zaten biliyordum. Birkaç gün öncesinde bu arabanın içindeydim ve sözünü tuttuğunu hatırladım.

Dün sabah caddenin tam karşısında civcivimi gördüğümden bu yana ona karşı bastırdığım duyguları yok saymaya çalışıyordum. Ne yaparsam yapayım ne kadar inkâr edersem edeyim İlker Altan'a çekildiğim bir gerçek vardı ve ben o gerçekten artık daha fazla kaçabileceğimi zannetmiyordum. Benim için gösterdiği çabası aklıma ilmek ilmek işlendikçe ördüğüm duvardaki tüm tuğlaları kendim yıkmak istiyordum. Çünkü İlker'in ela gözlerinde tutkuyu görmüştüm. Uçurtma uçururken ellerime dokunan ellerinde güveni hissetmiştim. Nefesi nefesime karışacakken huzuru tatmıştım. Ve artık tüm bu duygulardan kaçmak istemiyordum. Murat'a karşı yıllardır biriken duygularımı ne zaman bastırabilirdim bilmiyordum ama en azından artık kalbimin kilitli kapılarını başkaları için de olsa aralamak istiyordum. İlker Altan ise doğru kişiymiş gibi hissettiriyordu.

Arabanın arka koltuğunda bulunan ders notlarımı ve çantamı aldıktan sonra dikiz aynasından son bir kez yüzümdeki makyajı kontrol edip dışarıdaki soğuk havayı karşıladım. Üzerimdeki şortlu eteği düzeltip uzun ceketime sıkıca sarınarak yerdeki kaygan basamaklara dikkat edip fakülteye doğru yürümeye başladım. Mühendislik binasındaki inşaat çalışmaları dün başladığı için üniversitenin o kısmı tamamıyla inşaat malzemeleriyle doluydu. Etraf çimento, tuğla ve bolca çamur kokuyordu. Burnuma doluşan kokuyla yüzümü buruşturarak mühendislik fakültesinin yanından geçerken mimarlık fakültesine Gamze'nin girdiğini fark ettim. Dün dersleri asıp gelmediği ve hiçbir mesajıma da geri dönmediği için onu merak ediyordum.

''Gamze!'' 

Arkasından seslenmeme rağmen beni duymadığından olsa gerek adımlarımı hızlandırarak ben de peşinden fakülteye girdim.

''Gamze!''

Bir kez daha seslendiğimde sesim koridorda yankılandığı için sadece onun değil, çevredeki yabancı yüzlerin de dikkatini çekmiştim. Mühendislik fakültesindeki çoğu öğrenci bir süreliğine bizim binamızda ders alacakları için etraf da bayağı kalabalıktı.

''Selam,'' diyerek sonunda beni fark ederek döndüğünde dayanamayıp boynuna atladım ve sıkıca ona sarıldım.

Benden sakladığı bir şeyler olduğunu sezebiliyordum ama cesaret edip de ona soramıyordum. Aramızda tuhaf bir güven sorunu vardı. Daha doğrusu bu yalnızca Gamze için geçerliydi. Her ne olursa olsun ben ona güvenerek açık bir kitap gibi her şeyi önüne seriyordum. Keşke aynı güveni o da benim için hissedebilseydi.

''Neredeydin dün tüm gün? Ulaşmaya çalıştım sana ama çıkmadın telefonlarıma.'' Kollarımı boynundan çekerek merakımı sesli bir şekilde dile getirdiğimde omuzlarını düşürerek düz olan kızıl saçlarını elleriyle dağıttı. Oldukça yorgun ve halsiz görünüyordu.

''Rahatsızdım biraz. Aylık sorunla baş ediyordum. Karın ağrısından dolayı da gelmek istemedim. Regl döngüsünün sadece kadınlara özgü olması büyük bir haksızlık bence.''

''Bu konuda sana kesinlikle katılıyorum,'' diye şakıdığımda omzunu omzuma vurarak benimle birlikte merdiven basamaklarına doğru yürümeye başladı.

''Peki sendeki bu neşe nedir? Etrafa ışık saçıyorsun resmen. Neler oluyor?'' Ses tonum ona nasıl bir şekilde yansımıştı bilmiyordum ama tuhaf bir şekilde kendimi mutlu hissediyordum ve bu Gamze'nin gözünden de kaçmamıştı.

''Neler olmuyor ki? Annem geldi,'' diyerek pat diye gerçeği vurguladığımda duraksayarak iyice açılan gözleriyle merakla bana baktı. 

''Ne? Ne zaman?''

''Yeni geldi. Dün gelmediğin için sana hiçbir şey anlatamadım. Dersten sonra benimle kafeteryada takıl da her şeyi döküleyim.''

''Öyle olsun bakalım.''

Gamze'yle birlikte sohbet edip, bugün işleyeceğimiz konuları tartışarak basamakları tırmanırken gireceğimiz sınıfın bulunduğu kata ulaştığımızda gördüğüm manzarayla bedenim aniden duraksadı. İnşaat mühendisliğinin öğrencilerinin de bizim fakültemizde ders alacaklarını biliyordum ama neden şimdi bizim sınıfın tam önünde durduklarını idrak edemiyordum. Birkaç saniyeliğine Murat'la göz göze geldiğimde bana bakan gözlerinde tebessümü yakaladım ve aniden başımı Gamze'ye doğru çevirerek dudaklarımı araladım.

''Bunların ne işi var burada?'' diye fısıldayarak sorduğumda o da Enes'i görmenin verdiği etkiyle olsa gerek dumura uğrayarak sadece omuz silkip sessizliğini korudu. Benim gibi o da bu durumdan hiç hoşnut değildi.

''Hocam? Niye burada bu gereksizler?''

Ortamdaki yoğun sessizliği Selen'in alaylı ses tonu dağıttığında arkamızdan gelen topuk sesleriyle başımı tekrar merdiven basamaklarına çevirdim. Selen'in kimi hedef alarak söylendiğini bilmemek imkansızdı. Gözler direkt Murat Özkan'a çevrilmişti.

''Biliyorsunuz ki mühendislik binası bir süreliğine tadilatta olacak ve bu süre zarfında bazı dersleriniz ortak olduğu için birlikte işleyeceksiniz.''

Tarih öğretmenimiz Nermin Hanım'ın yaptığı açıklamayla yanımda dikilen Gamze gözlerini devirerek hızla kapısı açılan sınıfa doğru girdi. Bense diğerlerinin sınıfa girmesini bekleyerek biraz köşede bekleyip yaşadığım durumu tartmaya çalıştım. Tam her şeyi düzene sokmaya çalışırken bir bu eksikti. Tam Murat'tan vazgeçecekken bir şekilde yine karşımda onu görüyordum.

Çevredeki kalabalık yavaşça son bulduğunda ben de sınıfa girmek için adım atacaktım fakat aniden koluma tutunan sert bir elle hareket edemedim. Başımı yerden kaldırıp da onun gözleriyle buluştuğumda neden bu kadar yakınımda olduğunu, neden beni engellediğini anlayamadım.

''Nasılsın?'' Bir an dudaklarından çıkan bu tek kelimenin benim için olduğunu bile düşünemeyecektim ama koridorda ikimizden başka da kimse kalmamıştı. Neden sınıfa girmediğini bile anlayamıyordum. Bana karşı her zaman o kadar imkansızdı ki şimdi karşımda benimle konuşmak istemesi mucize gibi geliyordu.

''İ-iyiyim.'' Kekelememle birlikte dudakları kıvrıldı, elini kolumdan çekerek aramızdaki mesafeyi kapatıp bana doğru bir adım daha attı. Siyah şapkamın altında kalan ve gözümün önüne düşen saç tutamını kulağımın arkasına doğru bırakırken dokunuşuyla ürpermekten kendimi alamadım. Bir anda bu yakınlık da neyin nesiydi böyle?

''Ders çıkışında seni bir yerlere götürebilir miyim? Beşiktaş'a gidebiliriz, eğer istersen.'' Bunu soran kişinin Murat Özkan olduğuna bile inanamayacaktım neredeyse.

''N-neden?'' Bir kez daha kekelerken kendime engel olamıyordum. Ne yapmaya çalışıyordu? Neden bana bunu yapıyordu? Beni istemediğini söylemişti, değil mi? Beni reddetmişti. Öyleyse neden birdenbire bu yakınlığı sergiliyordu? Ne değişmişti? Aklımı karıştırmaktan zevk mi alıyordu?

''Birlikte vakit geçirebiliriz diye düşündüm.'' Kur mu yapıyordu? Yoksa ben gerçekten aklımı mı kaybediyordum? Çok yakın bir zamanda Selen ona ait bir bebeği aldırmıştı. Benimle değil, asıl onunla ilgilenmeliydi ya da kız arkadaşı Cansu'yla ama ben seçenekler arasında olmamalıydım.

''Ders çıkışında müzik odasında provam var. Gelemem.'' Bu bir bahane değildi. İşin garip tarafı gerçekten onunla bir yere gitmek istemiyordum.

''Peki, seni dinlemeye gelebilir miyim?'' İşte buna daha fazla tahammül edemeyecektim. Ayrıca koridorda bu kadar süre yalnız kalmamız diğerleri tarafından dikkat çekebilirdi.

''Murat ne oluyor? Neden yapıyorsun bunu? Amacın ne senin?'' Öfkemi, kırgınlığımı engelleyemezken titreyen ve kırılgan çıkan ses tonuma karşı koyamıyordum. Murat bir adım daha atıp yanıma yaklaşacakken elimi havaya kaldırarak onu durdurdum ve olduğu yerde kalmasını sağladım.

''Ben sadece...'' Sen sadece ne Murat Özkan? Pişman mısın? Öyle bile olsa ben neden buna inanamıyordum? Neden artık inanmak istemiyordum?

''Artık derse girebilir miyim? Lütfen.'' Bunun için vaktim yoktu. Aklımı karıştırmasına, beni bir kez daha yıpratmasına izin vermeyecektim. Lafı geveleyeceğini anladığımdan da geri adım atarak ondan iyice uzaklaştım.

''Elbette,'' diyerek sadece gitmeme, sınıfa girmeme izin verdi. Ben de kalmam için bir şeyler yapmasını beklemiyordum zaten. Ya da sadece kendimi kandırıyordum. Kim bilir?

***

''Annen geldi ve seni İlker'le bastı yani. Öyle mi?''

''Aynen öyle. Elim ayağıma dolandı resmen. Neye uğradığıma şaşırdım. Bir de görsen kadın almış eline terliği ceylanın üstüne atlayacak kaplan gibi bizi pusuda bekliyor.''

Pazar günü yaşadıklarımı atlamadan Gamze'ye anlattığımda başlarda İlker'in babasının restoranında çalışmaya başladığımı öğrenmesiyle çok şaşırmış ama annemin tüm olayın merkezine yerleşmesiyle büyük bir kahkaha patlatmıştı. Fakat uzun zamandan sonra ilk defa birine karşı dürüst bir şekilde yaklaştığım için ben de kendimi rahatlamış hissediyordum. İçimde biriktirdiklerimi kimseye söyleyememek bazen boğazımda büyük bir yumrunun oluşmasına ve canımı yakmasını sebep oluyordu. Gamze, İlker'e çekildiğimin en başından beri farkındaydı ve artık bunu gizlemediğim için memnun olduğunu dile getirmişti. Fakat zamanla Murat mevzusunu ne yapacağımı o da kestiremiyordu.

''Yine iyi kurtulmuşsunuz.''

''Kesinlikle,'' diyerek onu onaylayıp, önümdeki sıcak çikolatamdan bir yudum alarak oturduğum kafeterya sandalyesine yaslanırken Gamze de yüzünden eksilmeyen merakıyla gözlerimin içine bakıyordu.

''Peki bundan sonra ne olacak? Yani şimdi İlker ve sen birlikte misiniz?''

Sorduğu soruyla sessizliğimi bir süreliğine korumayı sürdürdüm. İlker'le ne olduğumuzu, hangi konumda yer aldığımızı ben bile bilmiyordum ki bu soruyu cevaplayamıyordum.

''Ha...''

Dudaklarımı aralayıp da bir şeyler mırıldanacağım sırada bulunduğumuz kafeteryanın kapısı gürültülü bir şekilde açıldı ve bu benim dikkatimi dağıtmaya yetti. Pazar gününden sonra onu tekrar görmemiştim ve bugün arabamı onun arabasının yanına park ederken üniversitede olduğunu tahmin etmiştim ama bu şekilde karşıma çıkacağını düşünmemiştim.

Koluna Açelya'nın girmesiyle birlikte İlker kafeteryaya girdiğinde söyleyeceğim cümleleri bir anlığına unutmuştum sanki. Açelya turuncu saçlarını onun yüzüne doğru savurmuş ve kollarını yüzündeki büyük bir sevinçle onun boynuna dolamıştı. Nedensizce Açelya'nın üzerine atlamak ve o kıvırcık, turuncu saçlarını elime dolamak istiyordum. Hatta bunu yapmak istediğim için hem kendime şaşırıyor hem de oturduğum yerde bacaklarımı ritim tutturarak yere vuruyordum. Gözlerimin içinin yandığını fark etmemle onunla göz göze geldik. Daha doğrusu benim de burada, kafeteryada olduğumu sonunda fark edebilmişti ve aniden Açelya'yı üzerinden iterek ikaz dolu bakışlar göndermişti. Açelya sızlanıp mızmızlansa da kendini geri çekmiş ve bu kez de yanında dikilmeye başlamıştı. Tüm bunların tek bir açıklaması olabilirdi. Açelya'ya savurduğu tüm o cümleler dinlediğimi bildiği için sadece benim içimi rahatlatmak içindi. Asıl gerçek zaten karşımda duruyordu.

''Hayır, birlikte değiliz. Olmayacağız da,'' diyerek sonunda sessizliğimi bozup, gözlerimi bir an olsun onların üzerinden ayırmadan Gamze'yi yanıtladığımda bendeki değişikliğin hemen farkına varmıştı.

''Nereye bakıyorsun sen? Ne oldu şimdi?'' Sorularını sıralamasına gerek kalmadan başını arkaya doğru çevirip kafeteryaya giren ve kahve sırasında bekleyen İlker, Berkay ve Açelya'ya gözlerini dikti.

''Ooo! Yine Açelya darbesi ha?'' Tepkimi ölçmek için bana bakmayı sürdürürken oturduğum sandalyeden kalkarak ayaklandım.

Bugün üniversiteye sadece iki ders için değil, aynı zamanda ilk müzik provam içinde gelmiştim. Gerçi bu moralle o hareketli şarkıyı nasıl söyleyecektim, ben de bilmiyordum. Sadece burada bulunmak istemiyordum artık.

''Neyse, ben provaya gidiyorum. Geliyor musun?'' diye sorduğumda başını sağa sola sallayarak benimle birlikte o da ayaklandı.

''İşlerim var,'' dediğinde bu zaten tahmin ettiğim bir durumdu. O yüzden üstüne gitmek yerine kendi haline bırakmayı tercih ettim. Şu an için öfkemi Gamze'den çıkaramazdım.

''Peki, görüşürüz sonra.''

''Sıkma canını,'' diyerek kulağıma fısıldayıp ardından yanaklarımı öptüğünde tebessüm etmeye çalışarak masadan çantamı alıp vakit bile kaybetmeden, kapıyı arkamdan sertçe kapatarak kafeteryadan çıktım.

Güzel Sanatlar Fakültesi'ne doğru ilerlerken biraz önce gördüğüm manzara aklımdan silinmiyordu. Murat'a çok kızıyordum ama sonra bir bakıyordum ki İlker'in de ondan hiçbir farkı yoktu. Hem Açelya'yla aralarında bir şey olmadığını söylüyordu hem de gözümü açtığım onu Açelya'nın yanında görüyordum. Olanları anlayamıyordum ama şöyle de bir gerçek vardı ki rüzgr esmeyen yerde yaprak kıpırdamazdı. İlker, Açelya'nın rüzgârıydı ve o rüzgâr esmeye devam ettikçe Açelya'da bir yaprak gibi İlker'e kıpırdayacaktı.

Zihnimdeki İlker'e ait düşüncelerden sıyrılmaya çalışarak adımlarımı daha da hızlandırdım. Güzel Sanatlar Fakültesi'ne girerek merdivenleri hızla çıkıp müzik odasına doğru ilerledim. Kapıya yaklaştıkça içeriden gelen Cenk'in azarlayıcı ses tonu beni meraklandırmaya yetmişti. Kollarımı birbirine geçirip, göğsümde birleştirdikten sonra kapı eşiğine yaslanarak Cenk'in daha öncesinde tanışmış olduğum takım arkadaşlarına verdiği talimatlara kulak kesildim.

''Bana bakın, kız gelince sırnaşmak, yanaşmak yok. Adam gibi davranın. Anlaştık mı?''

Daha öncesinde tanışmış olduğum Güney, Çağrı ve Buğra başlarını Cenk'i onaylarcasına sallarlarken, Güney geldiğimi fark ederek gözleriyle kapı tarafını işaret etti. Cenk'in bu tutumuna kıkırdamama engel olamazken odaya girdim ve eşyalarımı kenarda duran bir sandalyenin üzerine bıraktım. 

''Benim için mi yoksa bu talimatlar?'' diye sorduğumda Cenk, iki kolunu da havaya kaldırarak bana doğru döndü.

''Yakaladın beni güzellik,'' dediğinde bir kez daha kıkırdayışımı serbest bıraktım.

Müzik odası oldukça sıcak olduğu için üzerimdeki uzun ceketten ve boynumdaki atkıdan kurtulduktan sonra Cenk'in yanına yaklaşarak onun ve diğerlerinin yanaklarından öptüm.

''Çalıştın mı bakalım?'' diye merakla sorduğunda gözlerimi kısıp yüzümü buruşturur gibi yaptım ama aslında kendimi oldukça hazır hissediyordum. Biraz önce yaşadığım duygu karmaşasını belki bu şekilde üzerimden atabilirdim. 

''Yani,'' diyerek onu yanıtladığımda arkadaki orkestrada yer alan arkadaşlarını gösterdi.

''Biz gayet hazırız. Peki ya sen?''

''Elbette hazırım. Hadi başlayalım.''

(Şarkıyı Türkçe sözleriyle dinlemek isteyenler için buraya bırakıyorum. Bu kısımdan sonrasını açarak dinlemeyi unutmayın. )

Buğra ona ait orgun başına giderken, Güney de davulun arkasındaki yerini almıştı. Cenk elinde tuttuğu iki mikrofondan birini bana uzatırken arkamızda kalan Çağrı da gitarı kollarının arasına alarak söyleyeceğimiz şarkının notalarını girmeye başlamıştı. Sahneye çıktığımızda tıpkı orijinalinde olduğu gibi burada da şarkıya öncelikle Cenk girmişti.

Cenk'in çıplak sesini daha öncesinde hiç dinlememiştim. Hatta sesinin güzel olduğundan ya da bu müzik grubundan bile haberim yoktu ama dudaklarından dökülen her bir mısrada ses tonunun oldukça iyi olduğunu fark ettim. Hatta o kadar iyiydi ki O Ses Türkiye'ye katılsa tüm jüri üyeleri onun için dönebilirdi. Hiç detone olmadan kendi nakaratlarını gözlerimin içine bakarak ve arada yanıma iyice sokulup şapkamın altında kalan saçlarımla oynayarak söylemeyi sürdürürken ona asla engel olmamıştım. Garip bir şekilde beni eğlendirmişti. Nakaratların sonuna yaklaştığında başını hafifçe eğdi ve göz kırparak benim şarkıya girmemi bekledi.

''You look as good as the day I met you, (Sen, tanıştığım gündeki kadar iyi görünüyorsun.)

I forget just why I left you, I was insane.'' (Senden neden ayrıldığımı unuttum, çıldırmıştım.)

Şarkıyı en az onun kadar cilveli bir şekilde, sanki büyük bir sahnenin tam ortasındaymış gibi söylerken bundan oldukça keyiflendiğini fark ettim. İşin tuhaf yanı bende oldukça eğleniyordum. Cenk'le olmak her zaman rahatsız edici olur diye düşünürdüm ama şimdi onunla şarkı söylerken aslında çok keyif aldığımı fark ettim.

Kendi nakaratlarımı bitirip de sonunda Andrew Taggart ve Halsey'in birlikte söylediği nakarata geldiğimizde bana eşlik etmiş ve arkadaki orkestra başındakiler de kendi aralarında şarkıyı daha da canlı çalmaya devam etmişlerdi.

''Abi çok iyi oldular ya!''

Buğra'nın coşkulu çıkan sesi bizi de iyice gaza getirirken Cenk aramızdaki mesafeyi iyice kapatarak bana doğru yaklaşmayı sürdürdü. Onu engelleyecek hiçbir harekette bulunmazken bir elini belimde hissettim.

''So baby pull me closer in the backseat of your Rover, (Bu yüzden bebeğim Rover'ının arka koltuğunda beni yakınına çek)

That I know you can't afford (Senin paranın buna yetmeyeceğini biliyorum)

Bite that tattoo on your shoulder. (Omzundaki dövmeden ısırık alıyorum)''

Şarkının nakaratlarını ağır bir şekilde birbirimize bakarak bir kez daha orijinalinde olduğu gibi söylerken Cenk'in gözlerinin yüzümde gezindiğini ve usulca dudaklarıma doğru eğildiğini fark ettim.

''We ain't ever getting older. (Biz asla yaşlanmayacağız.)''

Son nakaratı defalarca tekrarladıktan sonra başını yavaş bir şekilde bana doğru eğdiğinde bunun nereye varacağını tahmin edebiliyordum ama işin garip yanı onu engellemek istemiyordum. Murat bir başkasıyla yattığında beni düşünmemişti. İlker hâlâ Açelya'yla samimiyken güvenimi yitirmişti. Öyleyse ben neden onları ve yaptıklarını düşünüyordum ki? Belki de ruhumu da bedenimi de serbest bırakmalıydım artık.

''Oooooo! Geliyor gelmekte olan!''

Güney'in arkamızdan gelen bağırışını duymamla göz kapaklarım kapanırken Cenk'in nefesi aramızda mesafe kalmayacak kadar yakınımdaydı. Baş parmağı çeneme dokunduğunda bedenimdeki gerginlik hat safhadaydı ama umurumda değildi. Bir kez olsun umursamak istemiyordum artık.

''Sikerim kendi haline bırakmayı!''

Ansızın duyduğum öfkeli ses tonuyla kapadığım göz kapaklarım hızla açılırken duran orkestranın da etkisiyle arkamı dönerek müzik odasına teşrif eden kişiye baktım. İlker'in şu anda, burada ne işi vardı?

Etraftaki kimseyi umursamadan yanımıza gelip sahneye çıkarak Cenk'i üzerimden sert bir şekilde ittikten sonra kolumdan tutup hızla beni dikildiğim sahneden indirdi. Neredeyse tökezleyip yere düşeceğim sırada Cenk'in müdahalesiyle bundan ucuz kurtuldum.

''Ne oluyor ya? Ne yaptığını zannediyorsun sen? Rahat bırak kızı!''

Cenk de diğer kolumdan tutmak isteyeceği sırada İlker önüme geçerek ona engel oldu ve işaret parmağını yüzüne doğru savurdu. Buğra, Güney ve Çağrı ise çoktan Cenk'in yanındaki yerini almışlardı bile. Eğer şimdi müdahale etmezsen birileri birbirine girebilirdi.

''Sakın dokunma ona. Elini bile sürme,'' derken neredeyse burnundan soluyordu.

''Bir sorun mu var Melek?'' Cenk, İlker'in söylediklerini zerre umursamadan bana dönerek konuşmuştu ama İlker yine benim cevap vermeme izin vermemişti.

''Bu seni hiç ilgilendirmez.'' Benim yerime konuşuyor ve kolumu sıkıca tutmaya, canımı acıtmaya devam ediyordu. Gözü dönmüş gibiydi.

''Benimle geliyorsun,'' diyerek tekrardan kolumdan sürüklemeye başladığında canımın yanmasına aldırmadan beni müzik odasından çıkarmasına, uzun, sessiz koridorda sürüklemesine izin verdim.

''Ya sen ne yaptığını zannediyorsun? Bu ne şimdi? Bu sinir de neyin nesi?'' Sorduğum hiçbir soruyu yanıtlamazken eşyalarımın müzik odasında kaldığını hatırladım.

''İlker canımı acıtıyorsun. Bırak beni. Ya kime diyorum? Huuu!''

''Neymiş efendim hanımefendiyi kendi haline bırakmayacakmışsın. Yoksa kızımız kurtların ellerinde kuzu olma niyetinde. Sikerim kendi haline bırakmayı ya. Seni kendi haline bıraka bıraka ben de hal kalmadı.''

Bir kez daha öfkesinden küfrederken iyice sinirlendiğimi fark ediyordum. Neyin öfkesini benden çıkarıyordu bilmiyordum, böyle devam etmesine, beni acımasızca sürüklemesine izin vermeyecektim.

''Hangi dağın ayısısın sen acaba? Bir de İtalyanların beyefendi olduklarını söylerlerdi.''

''Türk kanı taşıdığım kısmı unutuyorsun sanırım.''

''Ha ayılığım oradan geliyor diyorsun yani!'' Dönüp de bana kızgın ve kısılmış gözleriyle baktığında önüne kırmızı bayrak sallanmış boğalar gibiydi. Resmen öfkesinden kuduruyordu. Hatta o kadar sinirliydi ki kıvırcık bukleleri yerinde sallanıyordu.

''Ya bırak be!'' diye bağırarak sonunda kolumu elinden kurtarmayı başarıp geriye çekildim. Fakat İlker üzerime gelmekten vazgeçmedi.

''Herif ağzının içine düşecekti!''

Haaaa! Öfkesinin sebebi Cenk'ti demek. Ne ala ya! Erkekler yaparken iyi ama kızlar yapınca ortalık duman altı. Yok öyle bir dünya efendim!

Bağırışıma aynı şekilde karşılık verdiğinde ben de başımı dik tutarak ona aynı şekilde, onun dilinden karşılık verecektim.

''Açelya da senin ağzının içine düşecekti.''

''Melek, kıskançlığın ne yeri ne zamanı. Ayrıca bir şey için teşekkür etti. O sarılma da onun içindi.'' Neden bana şimdi yine açıklama yapıyordu ki? Yarın Açelya'nın boynuna daha rahat atılmak için miydi bu yoksa?

''Ben kimseyi kıskanmıyorum. Gerçeği dile getiriyorum.''

''Gerçek öyle mi? Herif seni öpecekti Melek, öpecekti!''

''Sana ne bundan? Sana ne ya? Sen dilediğin gibi Açelya'yla yakınlık kur, sarıl, koklaş ama ben Cenk'le düet yapınca, o bana yaklaşınca, herif seni öpecekti Melek. Vıdı vıdı vıdı! Yeter ya! Bu mu senin anlayışın?''

Madem o burnundan soluyordu benim de aynı durumda olduğumu bir şekilde görmek, fark etmek zorundaydı. Ben de kızgındım! Ben de öfkeliydim. Bana başka bir şey söyleyip ardından bambaşka bir şey yapması sürekli güvenimi kırıyordu.

''Açelya'yla olan yakınlığım gerçekten bu kadar çok mu zoruna gidiyor?'' Sorduğu soruyla bir anlığına tüm kelimelerimi yutarken nasıl karşılık vereceğimi bilemedim fakat İlker aramızdaki mesafeyi iyice kapatarak bana yaklaştı.

''Madem bu kadar çok kıskanıyorsun bu yakınlığı... Al sana yakınlık o zaman...''

Aniden belimden sıkı bir şekilde tutup beni hızla kendine doğru çekti. Ellerim ani yakınlığıyla omuzlarına tutunurken çizgi haline gelen dudaklarından çıkan nefesi tenimi gıdıklıyordu. Beni yakıyordu. Gözlerim ince bir çizgi halinde olan dudaklarına kaydığında biraz önce Cenk'le yaşamak üzere olduğum her şeyi unutmak istedim. Kesinlikle aptalca yaklaşmıştım. İstediğim kişinin Cenk olmadığı o kadar bariz bir gerçekti ki... Başımı eğdiğim yerden usulca kaldırırken İlker'in boynuma dokunan nefesiyle tüm bedenim gerilerek ürperdi, titredi, yandı ve bu yangından hemen kurtulmak istedim.

''Ne yaptığını zannediyorsun sen?'' Hızla onu üzerimden iterek geriye doğru savurduğumda gerilen bedenimdeki öfke de taşmak üzereydi.

''Derdin ne senin İlker? Ne istiyorsun benden? Niye umursuyorsun ki beni? Neden ilgilendiriyorum seni ha? Neden yapıyorsun bütün bunları?''

''Neden mi? Çünkü senden hoşlanıyorum! Anlamıyor musun? Senden çok hoşlanıyorum Melek Güçlü. Seni çözmek istiyorum. İçimde bitmek bilmeyen bir merak var sana karşı. Kendime engel olamıyorum.''

İşittiklerimle yüreğim teklerken bir elim yumruk şeklini alarak uzanıp hızla atan kalbime dokundu. Kontrol edemeyeceğim kadar çok hızlı atıyordu nabızlarım. İlker ise derin bir nefes alıp ela gözlerini bir an olsun benden çekmeden konuşmaya devam etti.

''Ben seni öyle çok merak ediyorum ki daha önce başıma böylesi gelmedi. Hiç kimseye karşı bunları hissettiğimi hatırlamıyorum. Neyi seversin, nelerden hoşlanırsın bilmek istiyorum. Sabahları uyandığında huysuz musundur mesela? Seni ne sinirlendirir? Ne sevindirir? En sevdiğin dizi, en sevdiğin yemek, en sevdiğin kitap, en sevdiğin renk, en sevdiğin çiçek... Tüm bunları merak ediyorum ve bilmemek beni çıldırtıyor. Sana dair her şeyi bilmek istiyorum. Bir korkun ya da hayalin var mı öğrenmek istiyorum. Allah aşkına! Ayakkabı numaranı bile merak ediyorum. Biliyor musun?''

Yanaklarıma süzülen ıslaklığa engel olamazken ağzımı açıp da tek bir kelime edemedim ama yüzüme yerleşen o aptal gülümsemeye de engel olamıyordum. Çünkü İlker Altan beni bu kez şaşırtmamış, mahvetmişti. Kaybettiğim sandığım yüreğimin bir kez daha atabileceğini hissettirmişti.

''Yine çok ileri gittim değil mi, Kız Kulesi? Çünkü ben ne yaparsam yapayım senin için asla bir Galata olamayacağım.''

Ağzımı açıp da tek bir kelime edemezken sessizlik kışın bomboş kalan çocuk parkları gibiydi. Issız ve yapayalnız. Hiçbir şey diyemeyeceğimi fark ettiğinde İlker daha fazla bir şey demeden arkasını dönerek merdivenlerden inip gitti ve beni koridorda hızla atan ve bin bir parçaya ayrılan kalbimle yalnız bıraktı. Söylediği her bir cümlenin altında yatan anlam aklımı yitirmeme sebep olacaktı. Bu nasıl mümkün olabilirdi ki? O sözü paylaştığımı hangi ara, nasıl fark etmişti?

Flaubert'in aşk tanımı: "Merak. Birine karşı ansızın merak duymaya başlarsınız, korkunç bir merak. Onu tanımak, onunla doğmak, dünyaya onunla yeniden gelmek istersiniz. Bu yüzden aşka en uzak cümle senden nefret ediyorum değil, artık bilmek istemiyorumdur."

Haftalar öncesinde Twitter'da gördüğüm bir alıntıyı Instagram'da hikâye olarak paylaşmıştım. Çok beğenmiştim o sözü ve altında yatan her şeyi fakat o zaman İlker'le birbirimizi takip etmiyorduk bile. Tüm bunları nasıl görebilirdi? Nasıl içimi bu kadar derinden okuyabilirdi? Beni nasıl bu kadar güzel etkilemeyi başarabilirdi? Benim için asla Galata olamayacağını düşünüyordu ama bilmediği ben artık kibirli bir Galata istemiyordum.

Murat Özkan'dan

Ara ya da arama. Karşısına yeniden çık ya da onu sonsuza dek özgür bırak. Seni sevmesine izin ver ya da tamamıyla onu hayatından çıkarıp at.

Telefonumun ekranına baktıkça zihnimde oluşan tek seçenekler bunlardan ibaretti. Terazimi asla dengede tutamıyordum. Bir tarafım hep daha baskındı ama yine de ne yapacağımı bilmiyordum. Haftalardan, aylardan sonra onun karşısına nasıl hiçbir şey olmamış gibi çıkacağımı da kestiremiyordum ama bir şeyden emindim artık. Neden tüm bunları yaptığımın, yaşadığımın bilinceydim. Onu istiyordum çünkü. Onun beni sevmesini, donup giden kalbimin yeniden hayat bulmasını istiyordum ama bunun için ne yapmam gerektiğini asla bilmiyordum.

Bugünkü bakışlarını gördüğümde Melek'in o eski Melek olmadığının farkındaydım. Bakışlarındaki o derin sevgi, aşk artık yok gibiydi. Benim için yağmurun altında yalvaran kız kaybolmuştu sanki ama onu nasıl bulacağımı, hangi yoldan onun kalbine yeniden girebileceğimi bilmiyordum. Sadece telefon ekranındaki adına bakıyor ve onu aramamak için kendimi zor tutuyordum.

''Berkay bir anda ortalıktan kayboldu. Keza İlker de öyle. Ne oluyor lan bunlara böyle? Bir şeyler mi çeviriyorlar?''

Telefonumu kilitleyip masaya bıraktığımda arama fikrinden şimdilik vazgeçtim. Enes bilgisayar ekranından başını uzatarak yanındaki kahveden büyük bir yudum alırken onun da dikkatini çektiğimi biliyordum. Mimarlık öğrencileriyle geçirdiğimiz ortak dersten sonra araya çıkmış ve bir sonraki ders için kafamızı toparlamaya çalışıyorduk ama hiçbir şey bize iyi gelmiyordu. O aklını Gamze'den uzaklaştıramıyordu, bense...

''Takılıyorlar kendi hallerinde. Boş versene,'' dediğinde ben de önümdeki enerji içeceğinden büyük bir yudum aldım ve kafeteryaya giren Selen'e gözlerimi devirerek baktım.

Son yaşananlardan ve bebeği aldırmasından sonra Selen beni gördüğü her yerde resmen öfkesini üzerime püskürtüyordu. Gerçi haklı da sayılırdı. Bir pislik gibi davranmıştım ona karşı ve bedelini de ağır bir şekilde ödemeye devam ediyordum.

''Gamze hiç mi pas vermiyor?'' Sorduğum soruya karşılık Enes bilgisayarını sertçe kapatarak ellerini ovuşturdu. Ne zaman bu konu açılsa öfkesi de hemen kendini gösteriyordu. Aramızda en sakini o iken Gamze'nin ayrılışından sonra resmen çıldırmış gibiydi. Sürekli çatacak bir yerler arıyor ve hatta bazen bana ve Berkay'a sarıyordu.

''Hem de hiç! Nasıl bu raddeye gelebildik bir bok anlamadım. Sanki çok kötü bir şey yapmışım gibi kız yüzüme bile bakmıyor abi. Oysa ayrılan kendisiydi,'' diye açıkladığında ben de Gamze'nin tutumunu anlayamıyordum.

Enes'in anlattığına göre Gamze, ben Melek'le olmadığım için onu bırakmıştı. Benden dolayı ona güvenmediğini dile getirmişti. Bana kalırsa bu çok saçma bir nedendi. Arkadaşını düşünmesi güzeldi elbette ama kulağa Enes'le ayrılmak için sadece bahane uydurmuş gibi geliyordu.

''Peki ya sen ne yapacaksın? Bugün ders öncesinde yaptığın o şey neydi?'' Mimarlık sınıfına Melek'le geç girmemiz elbette herkesin dikkatini ama en çok da Selen'in ilgisini çekmişti. Tüm bunlar hiç umurumda değil. Kimin ne düşüneceğini kafama takmak istemiyordum. Şu an için istediğim tek şey...

''Enes, ben Melek'i istiyorum sanırım.''

''Ne? Ne saçmalıyorsun oğlum sen?'' Böyle bir tepki vermesini bekliyordum ama artık bazı şeylerden kaçmak değil de açıklamak istiyordum.

''Aklımdan çıkaramıyorum onu. O gece yağmurun altında onu yapayalnız bırakışımı gözlerimin önüne getirdikçe kendimden nefret ediyorum. Çok daha kötü şeyler yaptım kabul ediyorum, Selen'i hamile bırakmak gibi ama Melek'i aklımdan söküp atamıyorum. İstiyorum o kızı. Sırf üzülmesin, canı yanmasın diye geri çekildim ama geri çekildikçe ona da daha çok çekildim. Bir aydır yaptığım şeylerin yanlışlığını sorgulayıp duruyorum ve günün sonunda kendimi hep onun yanında görmek istiyorum. Buna karşı koyamıyorum artık.''

Uzun zamandan sonra ilk defa birine açılmak iyi hissettirmişti. Elif'ten sonra kalbimin yeniden atacağını hiç düşünmezdim ama Melek o kırmızı kapaklı deftere yazdığı her bir satırla beni büyülemeyi, kendine çekmeyi başarmıştı.

''Kardeşim Elif'ten sonra yeniden birine karşı bir şeyler hissetmen güzel tabii ama Cansu ne olacak lan?'' İşin bir de Cansu tarafı vardı tabii. Sırf Erdinç istedi diye tanışıp, çıkmaya başladığım kız.

''Geçenlerde ayrıldık. Selen'le olanları duymuş. Ayrıca Cansu'yla neden birlikte olduğumu biliyorsun.''

''Oğlum, sırf Erdinç istiyor diye bir de kendini camdan at o zaman. Malsın yemin ederim.'' İşte buna katılmamak elimde değildi. Erdinç benim için hepsinden önce geldiği için çoğu zaman onun sözünden çıkmazdım ama bu kez onun için yaptıklarım pek de faydalı olmamıştı. 

''Sorma. Bir de kız tam zamana denk gelince karşı çıkamadım ama bu kez kararlıyım. Ben Melek'i istiyorum ve hatta gidiyorum.''

''Nereye lan?''

Dersi falan umursamadan oturduğum sandalyeden hızla kalktığımda deri ceketimi üzerime geçirdim ve penceredeki yansımama bakarak dağılmış olan saçlarımı düzelttim.

''Melek, o Cenk şerefsizinin müzik grubuna girmiş sanırım. Provası varmış bugün. Onu dinlemeye gidiyorum.''

''Sen var ya artık iyice nereye konacağını şaşırdın. Bunun sonu hiç iyi değil, bak benden söylemesi.''

''Hadi Enes, hadi. Sonra görüşürüz.''

Enes'in arkamdan söylenmelerini hiç umursamadan kafeteryadan çıkıp Güzel Sanatlar Fakültesi'ne doğru ilerlemeye başladım. Yolda karşımdan gelen Açelya'yı fark etmemle onu görmezden gelmem bir oldu. Zaten önüne değil de daha çok telefonuna bakıyordu. Oldukça yapışık bir kız olduğu için pek haz etmiyordum. İlker'in ise neden onunla takıldığını anlayamıyordum. Çıkıyorlar mıydı yoksa öylesine takılıyorlar mıydı bilmiyordum ama İlker'in yakasına fena yapışmıştı ve kolay kolay bırakacak gibi durmuyordu.

Adımlarımı dindirmeden Güzel Sanatlar Fakültesi'ne girdiğimde koridorda gördüğüm bir aynadan hızla kendime bakıp ceketimin yakalarını ve dağınık saçlarımı bir kez daha kontrol edip düzelttim. Boğazımı temizleyerek merdiven basamaklarından yukarı çıkmaya başladığımda kulağıma doluşan bağırış sesleriyle ikinci katın koridorlarında asılı kalıp hareket etmeyi bıraktım.

''Çünkü senden hoşlanıyorum! Anlamıyor musun? Senden çok hoşlanıyorum Melek Güçlü.''

Ayaklarım bir türlü hareket edemezken duyduğum o tanıdık sesin bağırışları beni gafil avlamıştı. Uzun zamandır bir şeylerin ters gittiğinin farkındaydım. İlker'in benden, bizden bir şeyler sakladığını tahmin edebiliyordum ama asla bu olacağını düşünmemiştim. Bir ara aklıma getirmiştim ama sonrasında ihtimal bile vermek istemiştim.

Sessizce bir köşede söylediği her bir cümleyi dinlerken yine ve yine aynı şeyi yaşayacak olmanın öfkesiyle ellerimi yumruk yaptım. Başımı kaldırdığımda onu ve Melek'i demir aralıklardan net bir şekilde görebiliyordum ama onlar benim farkımda değillerdi. Melek tam karşısında duruyor ama hiçbir şey söylemiyordu, tepki vermiyordu.

Melek'in hiçbir karşılık vermemesiyle İlker arkasını döndüğünde beni fark etmesin diye ikinci katın koridor köşesinde kalan erkekler tuvaletine girdim hızla ve o ortalıktan kaybolana dek de yerimden çıkmadım.

İlker'in tamamıyla gittiğini fark ettiğimde saklandığım tuvaletten çıkarak yeniden merdiven basamaklarına yaklaştım ve Melek'i hâlâ orada ayakta dikilirken gördüm. Yüzünde tuhaf bir gülümseme vardı. Ne için gülüyordu ki bu kadar? Ona karşı bir şeyler hissediyor olabilir miydi? Yoksa bu yüzden mi bana duvarlarını örmeye başlamıştı? İlker Altan yüzünden beni seven bir kadından yine mahrum mu kalacaktım? Tarih bir kez daha tekerrür mü edecekti? Hayır! İşte bu kez buna izin vermeyecektim. Her ne olursa olsun, Melek'i İlker'e kaptırmak gibi bir niyetim yoktu. İlker Altan benim bile kendimden sakındığım o kızı çalmak istiyordu ama buna asla yaklaşamayacaktı bile. Bir şekilde yeniden Melek'in kalbine girmenin yolunu bulacaktım. Mutlaka bulmalıydım.

Continue Reading

You'll Also Like

580K 755 8
Bir oyun...Ekranlara verilen tutsak yarışması? Yalnızca bir kişi gerçeği biliyor. Yalnızca biri reytingler için savaş veriyor. Programın kurucusu...
2.2M 136K 60
pabucumun bayboyu Ayşen: Ama senin gibi tiplerden hoşlanmam. Ayşen: Senin gibi tipler dediğim. Ayşen: Kötü çocuk gibi takılan. Ayşen: Zeki ve çalışk...
1.9M 57.4K 67
Ancak iki yarım tamamlar birbirini... Ezel, hapsolduğu karanlıkta, hiç olmak istemediği birine dönüşürken Meyra, bir anda karşılaştığı dünyanın, buz...
74.8K 2.6K 46
INTIKAM BASLAMISTI... Korkuyordu... Etraf zifiri karanlikti. Hic birseyi göremiyordu saat kacti gunlerden neydi bilmiyordu. Ne kadar süre orda kaldi...